işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar
sağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yaz İshallerinden Korunmak İçin...

Meyvenin, sebzenin en çok olduğu yaz mevsimine girmek üzereyiz. Ancak çoğalan meyve sebze değil; bu dönemde ishallerde de ciddi bir artış görülüyor.

Yaz aylarında daha fazla görülen ishallerin nedenini ve korunma yollarını Hisar Intercontinental Hospital Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Ramazan Gözüküçük’ten öğrendik.

Yaz aylarında artan su ihtiyacı nedeniyle çoğunlukla enfekte suların içilmesi ya da bu sularla yıkanan meyve ve sebzelerin tüketilmesiyle ishallerin daha fazla görüldüğünü ve yazın görülen ishallerin dikkat edilmezse daha ciddi hastalıklara yol açabileceğini belirten Uzm. Dr. Gözüküçük; ‘Doğada, özellikle insan ve hayvan dışkılarıyla kirlenmiş sularda, ishal nedeni olabilecek çeşitli mikroplar bulunur. Bunlar özellikle durgun sularda, kanalizasyonun karıştığı sularda, iyi ilaçlanmamış içme ve kullanma sularında, özellikle yaz aylarında uzun süre canlı kalarak çoğalır. Bu suların içilmesi veya böyle sularla bulaşık yıkanması, sıcak ortamda beklemiş gıdaların, örneğin çiğ sebzelerle hazırlanmış salataların ve meyvelerin tüketilmesi sonucu ishal yapan mikroplar, ağız yoluyla alınarak insanların bağırsaklarına ulaşır.

Bunların bir kısmı bağırsak duvarında iltihap oluşturarak hem bağırsak hareketlerini artırır hem de bağırsağa su ve iltihabi hücrelerin geçişine neden olur. Bir kısmı da bağırsakta iltihap yapmadan, salgıladıkları toksin denilen zehirli maddelerin etkisiyle su ve tuz geçişini artırmak suretiyle ishale neden olur. Bazen insanlar ishal olup bu mikropları dışkıları ile çevreye yayabilir. Dışkıya bulaşmış ellerin ağza götürülmesi sonucu da ishal olunabilir. Bu ishallerin önlenmesinin en önemli yolu, bilinmeyen suların tüketilmemesi, kişisel temizliğe dikkat edilmesi, özellikle ellerin her yemekten önce ve sonra yıkanmasıdır. Kullanılan ve içilen suların klorlanması pek çok mikrobun yaşamasını önler. Şüpheli suların, şüpheli olmasa bile salgın olduğu bilinen yerlerdeki suların, kaynatılarak kullanılması gereklidir. Ayrıca hijyenik koşullara uygun hazırlanmış ve muhafaza edilmiş besin maddeleri tüketilmelidir.’ diye konuştu.

Bu Belirtiler Varsa Yaz İshali Olmuş Olabilirsiniz…
• Dışkılama sayınız arttıysa (Dışkı miktarı ve su içeriği, ince bağırsaklarda hastalık yapan parazit ve bakterilerin ishallerinde fazladır, kalın bağırsakta hastalık yapanlarınkinde ise azdır ve dışkılama sayısı diğerlerine oranla daha fazladır),

• Dışkınız cıvık, patates püresi görünümünde ya da sümüksü, iltihaplı veya su gibiyse yaz ishali olmuş olabilirsiniz.

Su gibi tariflenen ishallerin en ciddisi ve hayatı tehdit edeni dışkının pirinç suyu görüntüsü olarak tariflendiği, kolera bakterisinin yaptığı ishaldir. İltihaplı dışkılamaya ise tifo ve tifo benzeri hastalıklara salmonella bakterileri neden olabilir. İshale yol açan bakterilerin bir kısmı ve bazı parazitler, dışkının iltihaplı, sümüksü görünmesine aynı zamanda bağırsak duvarını da zedeleyerek damarların kanamasına neden oldukları için, ishal kanlı olabilir. Dışkının böyle kanlı ve iltihaplı olması dizanteri olarak adlandırılır. Nedenlerinden birisi şigella denilen bakteri, bir diğeri amip denilen protozoondur. İshalle birlikte bulunan diğer belirtiler karın ağrısı, karında gurultu hissi, bazen bulantı, iltihabi durumlarda bunlara ilaveten ateş olarak karşımıza çıkar.

Dışkılamadan sonra tam rahatlayamama da bir diğer belirti olabilir. Örneğin kalın bağırsak ishallerinde ağrı ve rahatlayamama durumları sıktır. Aşırı su ve tuz kaybına bağlı olarak kalp damar sistemine, böbreklere, sinir sistemine ait kalp ritim bozuklukları, böbrek yetmezliği, şuur bozuklukları gibi belirtiler de olabilir. Dilin kuruması, cildin parlaklık, nem ve yumuşaklığını kaybetmesi, gözlerin göz çukuruna çökmesi gibi belirtiler, su kaybının işaretleridir.

Eğer İshalseniz…
• Öncelikle kaybettiğiniz su ve tuzu geri koymak için pratik olarak hazırlayabileceğiniz su solüsyonu (1 litre kaynatılmış soğutulmuş suya 1 çorba kaşığı şeker, 1 tatlı kaşığı sofra tuzu ve 1 çay kaşığı karbonat konularak karıştırılır) içebildiğiniz kadar sık aralıklarla için. Halk arasında yanlış bir inanış sonucu ishalli çocuklara, ishali artırır endişesiyle su ve sulu besinlerin verilmemesi, ishalin uzamasına, ağırlaşmasına ve buna bağlı başka hastalıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Oysa ishal tedavisinde en önemli nokta sıvı tedavisidir. Yine bu nedenle, bebeklerin emzirilmeye devam edilmesi, hatta daha sık emzirilmesi gerekmektedir.

• Posasız ve yağsız gıdalar tüketin.

• Yağsız makarna, pirinç pilavı, haşlanmış patates-patates püresi, haşlanmış yağsız et ve tavuk, yağsız ızgara köfte yiyebilirsiniz.

• Kuruyemiş, çikolata ve kızartma gibi gıdalardan uzak durun.

• İshaliniz 24 saatten fazla sürdüyse mutlaka en yakın sağlık merkezine başvurun. Çünkü mikrobik ishallerin hemen hepsi 24 saatten fazla devam eder ve hemen hepsi ilaç tedavisi almadan düzelmez.

0 yorum

Reflü İle Reflü Hastalığı Aynı Şey Değil Mi?

Bayındır Hastanesi Gastroenteroloji ve Hepatoloji bölümünden Prof. Dr. Ahmet Kemal Gürbüz, reflü ile reflü hastalığının aynı anlama gelmediğinin altını çizerek “Her ikisi de farklı durumları ifade ediyor” dedi ve reflünün az bilinen yönleriyle tedavisi konusunda şu bilgileri verdi:

Reflü ile reflü hastalığı aynı anlama mı geliyor?
Hayır. Her ikisi de birbirlerini çağrıştırmakla beraber farklı durumları ifade ediyorlar. Gastroözefajial reflü sağlıklı insanlarda mide içi muhtevanın efor harcamaksızın çeşitli defalar yemek borusu içine geri gelmesi demektir ve esasen fizyolojik bir durumdur. Yani bir hastalığı ifade etmez. Bu durumda hem bireyin şikayeti yoktur hem de yemek borusu iç duvarında endoskopik olarak gözle görülür bir hasar yoktur.

Oysa Gastroözefajial Reflü Hastalığında (GÖRH) yemek borusu içine kaçan mide muhtevası gerek mikroskobik ve gerekse endoskopik düzeyde hasar oluşturur. İlaveten hastanın reflüden kaynaklanan şikâyetleri ortaya çıkar. Bu şikayetlerin en tipik olanları ise göğüste yanma ve mide asidinin yemek borusuna gırtlağa erişebilecek derecede geri kaçmasıdır. Hastalar bu hususu boğazlarına yakıcı acı bir su geldiği şeklinde ifade ederler.

Reflü hastalarına endoskopi yapıldığında bu inceleme reflü hastalığı mevcudiyetini mutlaka gösteriyor mu?
Her zaman değil. Bazı reflü hastalarında endoskopik görünüm normal olabilir. Reflü hastalığında şüphe kuvvetli ise böyle bir durumda yemek borusu iç duvarını döşeyen dokudan biyopsiler alınarak patolojik inceleme yapılmalıdır. Endoskopik incelemesi normal bulunan ve biyopsi alınmadan hakkında karar verilen vakalarda maalesef reflü hastalığı tanısı gözden kaçmakta ve böylece hastalar ihtiyaç duydukları tedavi seçeneklerinden mahrum kalabiliyorlar.

Klasik reflü hastalığı göğüste yanma ve asit geri gelmesi şeklindeki belirtileri dışında başka hangi şikâyetlere yol açabiliyor?
Yutma güçlüğü reflü hastalığının yaratabileceği diğer şikâyetlerden biridir ve vakaların yüzde 30’unda karşılaşılır. Bu daha ziyade katı gıdaların yutulması ile ilişkilidir ve yavaş yavaş gelişir. Reflü hastalarının bazılarında ağızlarının aniden hafif ekşi ve tuzlu bir sıvı ile dolması şikâyeti mevcuttur. Ağrılı yutma, hıçkırık, geğirme, bulantı ve kusma gibi şikayetlerde yine reflü hastalığı olan vakalarda yaşanabiliyor.

SESSİZ REFLÜ DE OLABİLİR
Reflü hastalığının astıma, müzmin öksürüğe neden olabildiğini duyuyoruz. Gerçekten reflü hastalığı ile bu rahatsızlıklar arasında anlamlı bir ilişki var mıdır?
Evet. Reflü hastalığı sadece yemek borusu problemleri yaratmakla kalmaz. Kalp kökenli olmayan göğüs ağrısı, astım, posterior larenjit, kronik öksürük, tekrarlayan zatürre ve bazen diş çürükleri ile seyredebilir. Sindirim sistemine ait olmayan bu bulguları yaşayan reflü hastalarının bir kısmında klasik reflü şikâyetleri olmakla beraber, çok büyük bir kısmında sessiz reflü hastalığı mevcuttur. Dolayısı ile kronik öksürük, göğüs ağrısı, astım ve düzelmeyen larenjit problemleri olan hastalarda sebebin sessiz reflü hastalığı olabileceği aklında tutulmalı ve hastalar bu açıdan incelenmelidir. Şayet astım erişkin yaşlarda başlamışsa, astım açsından bir alerjen tespit edilememişse yahut astım bronş genişletici veya kortizon tipinde ilaçlara yanıt vermiyorsa astım sebebi olarak reflü hastalığı araştırmalıdır. Reflü hastalığı kulak, burun ve boğaz gibi diğer organlarda da bazı rahatsızlıklara yol açar. Reflü larenjit bu rahatsızlıklardan en sık rastlananı olup seste boğuklaşma, boğazda yumru hissi, sık boğaz temizleme ihtiyacı ve tekrarlayan boğaz ağrısı ile kendini belli eder. Reflü hastalığı kronik öksürüğün sinüzit ve astımdan sonra gelen 3. sıklıktaki nedenidir.

Reflü hastalarının bir kısmının aile fertlerinde de reflü hastalığı ile şikayetler olduğunu duyuyoruz. Reflü hastalığı kalıtsal bir özellik mi gösteriyor?
Yapılan çalışmalarda reflü hastalığı olan bireylerin ikizlerinde %30-35 sıklıkla reflü hastalığı belirtileri ortaya çıktığı rapor edilmiş durumda. Ayrıca çocukluk çağında şiddetli formda görülen reflü hastalığının 13. kromozomdaki bir anormallikle ilişkisi olduğu da iddia edilmiş durumda. Dolayısı ile bu hastalığın genetik bir zemini de olabileceği akla yatkın görünüyor.

Son senelerde reflü hastalığı olan insanların sayısında büyük bir artış var gibi. Bilimsel olarak da bu gözlem doğru mudur?
Son 30 yıl içinde batı toplumlarında reflü hastalığı ve bunun sonucunda yemek borusu kanserlerinin giderek arttığı, bunun tersine ülser hastalığının ise giderek azaldığı saptanmış durumda. Son 20 yılda giderek artan biçimde ülserin ana nedenlerinden olan Helikobakter isimli bir bakteri, ülserli hastaların esdoskopileri esnasında tespit edildiğinde bu bakteriye karşıda tedavi uygulanmakta. Dolayısı ile batı toplumlarında son 20 yıldır helikobakter mevcut olan hasta sayısında ciddi azalma ortaya çıkmıştır. Helikobakter tedavisinin sık kullanımı sayesinde toplumda ülser hastalığının tekrarlanması giderek azalırken reflü hastalığı ve neticesinde gelişen yemek borusu kanseri sıklığı ise maalesef artmış görülüyor. Yine batı toplumlarında reflü hastalığı sıklığının son yıllarda önemli oranda artmış olmasının bir diğer nedeninin toplumda yaygınlaşan obezite sorunu olduğu da unutulmamalıdır.

Prof. Dr.
Ahmet Kemal Gürbüz
Toplumda reflü hastalığının yemek borusu kanserine neden olabildiğine dair bir kanı ve korku mevcut. Bu bilgi doğru mudur?
Gastroözefajial reflü hastalığı bulunan bazı kişilerde yemek borusu alt ucunda zaman içerisinde doku değişikliği ortaya çıkabiliyor. Bu durum Barrett’s özefagusu olarak isimlendirilir. Barrett’s özefagusu sıklığı gastroskopi (mide endoskopisi) esnasında endoskopist tarafından tanınır ve teyidi amacı ile bu bölgeden biyopsiler alınarak patolojik inceleme için gönderilir. Reflü şikâyetleri ile gastroenteroloğa giderek endoskopi yapılan vakaların %6-12’inde Barrett’s özefagusu saptanmaktadır. Önemli olan nokta Barrett’s gelişmiş hastalarda yemek borusu kanseri riskinde önemli artış oluşmasıdır. Klasik Barretts’s gelişmiş olan reflü hastalarında yemek borusu kanseri gelişme riski sağlıklı bireylerdeki riskin 30-125 katı seviyesindedir. Son 20 yılda reflü hastalığı nedeniyle ortaya çıkan yemek borusu kanseri sıklığı 5 kat artış göstermiş olup bu artış diğer tüm organ kanserlerindeki artıştan daha yüksektir. Bu nedenler reflü hastalarında artmış kanser riskinin olup olmadığını ortaya koymak amacı ile reflü vakaları endoskopik olarak incelenmeli, gerekli görülenlerde mutlaka biyopsiler alınarak patolojik inceleme yapılmalıdır.

0 yorum

Bel Ağrınız Dinlenme İle Geçmiyorsa

Toplumda en sık görülen rahatsızlıklardan biri olan bel fıtığı, dayanılmaz ağrılar ve hareket kabiliyetine getirdiği sınırlamalar nedeniyle kişiyi günlük yaşamın içine hapsedebiliyor. Bu rahatsızlık günümüzde modern yöntemlerle tedavi edilebilirken, kulaktan dolma bilgiler ciddi sağlık sorunlarının kapısını aralıyor. 

Memorial Hizmet Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Bölümü’nden Op. Dr. Mehmet Tönge, bel fıtığı ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.

Omurgadaki her ağrı bel fıtığı değildir
Kişilerin genetik yapısı, kilosu, mesleği, yaşam tarzı, alışkanlıkları ve kazalar omurga rahatsızlıklarında önemli rol oynar. Ayrıca aşırı kilo, ağır yük kaldırma, ani ve ters hareketler diskin yer değiştirmesine ve sinirlere baskı yaparak fıtıklaşmaya neden olabilir. Omurgadaki diskler de, yaşla birlikte zaman içinde yıpranabilir. Belde ve ayaklarda ağrı ve uyuşma ile birlikte ağrılı bölgede kuvvet kaybı gelişebilir. Omurga eklemlerinde meydana gelen her ağrı ya da uyuşma bel fıtığı değildir.

Zaman kaybı ve yanlış tedavi felç edebilir
Hastanın öyküsü ve fizik muayenenin önemi çok büyük olsa da doğru teşhis ve tedavi için hekim gerekli gördüğü takdirde MR çektirilmesi gerekir. MR, fıtık ile aynı şikayetleri oluşturabilecek kist, kireçlenme, kemik erimesine bağlı omurga kırıkları, omurilik ve kemik tümörü gibi hastalıklar hakkında da bilgi verir. Bir an önce tanı konmalıdır, çünkü ağrı ve kuvvet kaybı uzun sürerse sıkışan sinir görevini yapamaz hale gelir, ilgili adalelerde felç başlayarak, yürüme güçlüğü ve dengesizlik oluşabilir. Ağrı önemsenmez ya da yanlış tedavilerle vakit kaybedilirse önce ağrının olduğu adale grubunda kuvvette azalma, sonrasında tam felç gelişebilir.

Bunlara dikkat edin!
• Fazla kilolar verilmeli, sigaradan uzak durulmalı, düzenli ve bilinçli egzersiz yapılmalı
• Ağır yük kaldırmaktan kaçınmalı
• Sert veya tahta zemine yatılmamalı, ortopedik yataklar tercih edilmeli
• Bel çektirmek, kupa çekmek gibi yetkisiz kişilerce yapılan bilinçsiz uygulamalardan kaçınmalı
• Ağrı, uyuşma ve kuvvet kaybı var ve yatak istirahati ile de geçmiyorsa zaman kaybetmeden beyin cerrahına başvurmalı

Mikrocerrahi tekniğiyle hastalar ameliyattan 1 gün sonra evinde
Bel fıtığında sinir hasarı yokken yatak istirahati, ağrı kesiciler ve fizik tedavi önerilirken, ileri vakalarda yani sinir tahribatının fazla olduğu durumlarda cerrahi işlem tercih edilir. Bel fıtığı tedavisinde “mikrocerrahi tekniği” uygulanır. Mikrocerrahi yönteminde, doğal doku planlarına verilen zarar asgariye indirgenerek disk mesafesine girilir; omurilik ve sinir dokuları rahatlatılır. Omurganın yük taşıyabilme ve hareket edebilme gücü bozulmadığı için hasta ameliyattan 12 saat sonra yürütülmeye başlanabilir ve genellikle ertesi gün hastaneden taburcu edilebilir. Kişiler kısa sürede eski yaşantısına kavuşabilmektedir, hatta ameliyat olduğu gün uçakla, ameliyattan bir gün sonra arabayla ya da otobüsle uzun yolculuğa çıkabilmektedir. Bir hafta sonrasında günlük yaşama kısmen dönüş sağlanabilmekte, hatta iki hafta sonra işine dönebilmekte ve araba kullanılabilmektedir. Ameliyat sonrası hastaların doktor kontrolünde spor yapmaları, ağır yük kaldırmaktan, sürekli oturmaktan ve sürekli egzersiz yapmaktan kaçınmaları gerekmektedir.

Her işlemin bir riski var
Bel fıtığı ameliyatları günümüzde gelişen teknolojinin de etkisiyle yüksek konfor ile hastalara fayda sağlasa da, tıpta her tedavide olduğu gibi bu ameliyatta da bazı riskler olabilmektedir. Başarılı bir ameliyata rağmen hastaların çok küçük bir kısmında fıtık nüksedebilir ya da fıtık tekrar etmediği halde ağrılar, bacakta uyuşukluk veya güç kayıpları düzelmeyebilir. Ayrıca her ameliyatta olduğu gibi çok düşük ihtimal de olsa enfeksiyon kapma, anesteziye bağlı ilave riskler ve kanama gibi riskler mevcuttur. Ameliyattan sonra bacaklarda felç oluşma riski çok çok düşüktür. Toplamda bu ameliyatın günümüzdeki başarı oranı mikrocerrahi teknikler sayesinde %80’lerden %95’lere çıkmıştır.

0 yorum

Hedefe Yönelik Tedavilerle Kansere 12'den Vuruş

Kanserde kemoterapi yani ilaç tedavisinin hastaların psikolojisini de etkileyen olumsuz yan etkileri, günümüzde kullanılan hedefe yönelik akıllı ilaçlar sayesinde azalıyor. Hastaya özel tedavi prensibi ile pek çok kanser türünde kullanabilen ilaçlar, kanserli hücreyi hedefleyici özelliği sayesinde sağlıklı hücrelere neredeyse zarar vermiyor. 

Saç ve kaş dökülmesi gibi yan etkileri minimum seviyede olan akıllı ilaçlar, hastaların yaşam kalitesini de artırıyor.

Memorial Şişli Hastanesi Onkoloji Merkezi’nden Tıbbi Onkoloji Uzmanı Doç. Dr. Serkan Keskin, “1-7 Nisan Ulusal Kanser Haftası” öncesinde, hedefe yönelik ilaçların kanser tedavisi üzerindeki olumlu etkileri hakkında bilgi verdi.

Kemoterapi hastaya özel uygulanır
Kanser tedavisinde kullanılan başlıca yöntemler; cerrahi, kemoterapi ve radyoterapidir. Cerrahi, ilgili bölgenin cerrahi uzmanları, kemoterapi tıbbi onkoloji uzmanları ve radyoterapiyi de radyasyon onkolojisi uzmanları tarafından uygulanmaktadır. Kemoterapi, kanser hastalığının ilaç ile tedavisi anlamına gelir. Kemoterapi başlığı altında birçok tedavi alternatifinden bahsedilebilir. Her organ için ayrı kemoterapi ilacı ve bu ilacın farklı uygulama şemaları vardır. Kimi hastalar haftada bir gün tedavi alırken, bazı hastalara ise üç haftada bir gün veya beş gün tedavi uygulanmaktadır. Bu süre de yine 3 ay olabileceği gibi yıllarca da sürebilir.

Klasik kemoterapi yan etkiye yol açabiliyor
Geleneksel kemoterapide hedef, kanser hücresinin çekirdeğinde yer alan yapılardır. Eğer kanser insan vücudu dışında oluşsaydı ve biz istediğimiz miktarda kemoterapi ilacını bu dokuya verebilseydik kanserin tamamen ortadan kalkması mümkün olurdu. Ancak ilacın vücutta oluşturduğu yan etkiler nedeniyle yüksek dozlar uygulanamaması, tedavi başarısını etkilemektedir. Klasik kemoterapide sağlıklı hücreler kanserli hücrelerden ayrılamamakta ve tedavi sırasında sağlıklı hücrelerin ilaçtan etkilenmesi nedeniyle yan etkiler ortaya çıkmaktadır. Kemoterapi hızlı bölünen hücreleri etkileyen bir özelliğe sahip olduğundan, saç ve mukoza gibi hızlı bölünen normal hücreler de bundan etkilenmektedir.

Hedefe yönelik akıllı ilaç dönemi
Son yıllarda onkolojik tedavinin görünen yüzü değişmeye başlamıştır. Hedefe yönelik tedavi adı verilen bu yöntemlerle, kanser hücresi “özel olarak” hedeflenmektedir. Böylece hem etkili bir tedavi yapılmakta hem de yüksek başarı oranı elde edilmektedir. Yeni geliştirilen ve dünyada kabul gören bu ilaçlar, Türkiye’de de özellikle; meme, akciğer, kolon, yumurtalık kanseri, prostat kanseri ve melanom tedavisinde kullanılmaktadır. Kişinin tümör hücreleri hedefe yönelik ilaca uygunluk açısından test edilerek, hastanın bu tedaviden maksimum yarar sağlaması mümkünse hedefe yönelik ilaç tedavisine başlanmaktadır. Örneğin; meme kanseri hücrelerinde Her-2 reseptörü pozitif, akciğer kanserinde EGFR ve ALK gen mutasyonu var ve kolon kanserinde K-RAS mutasyonu yok ise bu ilaçlardan hasta için uygun olanları tercih edilerek kullanılmaktadır. Uygun olmayan hastalarda ise bu ilaçlar, tedavi başarısı üzerinde olumsuz etkiye neden olabilmektedir.

Tedavide maksimum başarı şansı
Hedefe yönelik ilaçların kullanımının, tedavi başarısı üzerindeki oransal etkileri de bulunmaktadır. Örneğin; meme kanserinde akıllı ilaç kullanımında, hastaların bu ilaçları kullanmayanlara oranla tedaviden gördükleri yarar %50 daha fazladır. Akciğer kanserinde ise akıllı ilaçların hastanın tedavi başarısı üzerindeki etkisi %60-70’e çıkmaktadır. Direkt kanserli hücreyi hedefleyen akıllı ilaçlar sayesinde hastaların yaşam süresinin ve tedavi başarısının artmasının yanında, yaşam kaliteleri de yükselmektedir. Bu tedaviler kapsamlı patolojik incelemeler ve genetik değerlendirmelerin yapılabileceği onkoloji merkezlerinde, başarı ile sürdürülmektedir.

0 yorum

Bağırsak bozuklukları depresyonu tetikliyor

Sağlıksız beslenme ve sağlıksız yaşam şekli, bağırsakların kolon duvarlarında atıkların birikmesine, burada bakterilerin üremesine ve sonuçta da bağırsakların kendi zehrini emmesine yol açıyor. 

Dr. Mustafa Yaşar'ın verdiği bilgilere göre bağırsaklardaki işlev bozukluklarının bilinen kabızlık, gaz, şişkinlik gibi rahatsızlıklar ve günümüzde özellikle iş insanlarında yaygınlığı artan crohn hastalığının yanı sıra depresyon, sık enfeksiyona yakalanma, baş ağrısı, migren ile de bağlantısı var. Bu tür rahatsızlıklar olanlar "bağırsak yıkama tedavisi", yani kolon hidroterapiden yararlanabiliyor.

24 farklı doğal tıp metoduna ilişkin uzmanlıkları bulunan Dr. Mustafa Yaşar, geçmişi binlerce yıl öncesine dayanan kolon hidroterapi, yani bağırsak yıkama tedavisi ile ilgili bilgiler verdi. Kolon hidroterapiyle bağırsak kıvrımlarında biriken atık maddelerin verilen suyla birlikte boşaltılarak temizlendiğini açıklayan Dr. Yaşar, "Bağırsaklarınız iyi çalışmıyorsa onların işi diğer arınma organlarına kalacaktır. Örneğin bazı cilt sorunları bu nedenden kaynaklanır. Avrupa'da yapılan bir bilimsel çalışmaya göre, bağırsak fonksiyon bozuklukları depresyonun ilk sıralardaki nedeni olduğu tespit edildi." dedi.

Günde bir - kez tuvalete çıkılmalı

Günde bir - iki kez tuvalete çıkmanın normal olduğunu kaydeden Dr. Yaşar, kişinin yine de hidroterapiye ve arınmaya ihtiyaç duyabileceğini ifade etti. Kolon hidroterapinin yalnızca bağırsak hastalıklarında değil, detoks ve bağışıklık sistemini güçlendirme amacıyla da uygulandığını belirten Dr. Yaşar, kolitis ülseroza, crohn, kolit gibi rahatsızlığı bulunanların bu tedaviden en ileri derecede yarar görenler grubuna girdiğini açıkladı. Dr. Yaşar şöyle konuştu: "Sık sık enfeksiyona yakalanma halleri, baş ağrısı, migren ve depresyon hallerinde kolon hidroterapi önemli bir destek tedavisidir. Alerjiler, sedef, egzema, akne gibi cilt hastalıkları, karaciğer yağlanmaları ve karaciğer fonksiyon bozuklukları, alerjik astım bronşial, romatizmal hastalıklar, kireçlenmeler kolon hidroterapiden önemli ölçüde yarar görür."

Kolon hidroterapi nasıl uygulanır?

Nadiren rastlanan karın krampları dışında yan etkisi bulunmayan kolon hidroterapi seansında bir sedye üzerine yatırılan kişiye rektal yoldan bir tüp bağlanıyor. Bu tüp, suyun ısısını, hacmini ve verilme frekansını ayarlayan bir cihazla birleştirilerek yaklaşık 40-45 dakika süreyle ve 5-6 kez kişinin bağırsağı suyla doldurulup boşaltılıyor. Dr. Yaşar, genelde 37-38 derecelik suyla ve arada bir kısa süreler için 25 derecelik suyla bağırsakların yıkandığını, böylelikle bağırsak uyarılarak hem düzleşip şişmesinin önlendiğini, hem de bağırsağın dolaşımının arttırılarak kasılma gücünün artırıldığını bildirdi.

0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI