işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

Miyom kısırlığa yol açabilir

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Buyru, "Özellikle rahim içinde ve rahim duvarında yer alan miyomlar, kanamayla kısırlığa da yol açabilir. Miyom çapı büyüdükçe ve sayıları arttıkça kısırlığa yol açma riski de artar" dedi.

Buyru, miyomların (Rahim tümörü) östrojen hormonuna bağımlı olarak geliştiğini belirterek, menopozdan sonra östrojen hormonunun etkinliğinin azalmasıyla mevcut miyomların çoğunlukla küçüldüğünü söyledi.

MİYOM GELİŞİMİNDE AİLESEL YATKINLIK ÖNEMLİDİR
Miyom gelişiminin ailevi eğilim gösterdiğini ifade eden Buyru, anne veya ablasında miyom saptanan kadınlarda miyom görülme riskinin daha yüksek olduğunu kaydetti.

Buyru, doğum yapmamış kadınlarda da miyom gelişimine sık rastladıklarını dile getirerek, "Miyomların belirtileri, bulundukları yer ve büyüklüklerine göre değişiklik gösterir. Rahim içine yakın ve büyük olan miyomlar daha fazla şikayete neden olur. Küçük olsa bile rahim içine yakın miyomlar adet esnasında kanama miktarının artmasına, kanama süresinin uzamasına yol açar. Tam tersine rahim dışına doğru olan miyomlar ise daha az şikayete neden olur. Bu tür miyomlar büyüdükleri takdirde idrar kesesi, barsak gibi komşu organlara bası yapıp, sık idrar yapma ve dışkılama güçlükleri şeklinde belirti verebilir" diye konuştu.

"MİYOM ÇAPI BÜYÜDÜKÇE KISIRLIĞA YOL AÇMA RİSKİ DE ARTAR"
Prof. Dr. Buyru, miyomların büyüklüklerinin çok değişken olduğunu kaydederek, birkaç milimetreden, 20-30 santimetreye kadar büyük miyomlara rastlayabildiklerini ifade etti.

Şikayet ve belirtilerin miyomların yerleşim yerini yakından ilgilendirdiğini anlatan Buyru, "Bazı miyomlar gebe kalmayı zorlaştırabileceği gibi, düşük ve erken doğum riskini de arttırabiliyor. Özellikle rahim içinde ve rahim duvarında yer alan miyomlar, kanamayla kısırlığa da yol açabilir. Miyom çapı büyüdükçe ve sayıları arttıkça kısırlığa yol açma riski de artar. Rahim içinde yer alan miyomlar küçük bile olsa daha fazla sorun yaratır. Miyomların yol açtığı en büyük problemler, kanama, gebe kalamama, çevre dokulara bası ve yoğun kanama sonucu ortaya çıkan kansızlıktır" ifadesini kullandı.

Buyru, miyomların kötü huylu olma olasılığının binde 5 olduğunu ifade ederek, hızlı büyüyen, kan akımında farklılıklar olan miyomların kötü huylu olabileceğini dile getirdi.

Doğurganlığını tamamlamış kadınlarda çok sayıda miyom olduğunu, bunların teker teker çıkarılmasının kanama riski taşıdığına vurgu yapan Buyru, bu tür ameliyatların kadının yaşamı açısından risk oluşturması halinde rahim alınmasını da gerektirebildiğini kaydetti.

"HER MİYOMUN ALINMASI GEREKMEZ"
Prof. Dr. Faruk Buyru, görülen her miyomun alınmasını şart olmadığına dikkati çekerek, bunların ilaçla tedavisinin olmadığını, bazen kanamaların azaltılması için geçici olarak ilaçlar kullanıldığını söyledi.

Miyomda kesin çözümün ameliyat olduğunu ifade eden Buyru, "Ancak pek çok kadın, ameliyata gerek olmadan miyomlarıyla sorunsuz yaşamlarını sürdürebilir. Kanama, gebe kalamama gibi şikayeti olanlarda ameliyat gerekebilir. Rahim içindeki miyomlar küçük olsa bile hem gebe kalamama, hem de yoğun kanamaya neden olmaları nedeniyle ameliyat gerektirir. Rahim duvarındaki miyomlar, 5 santimetreden büyükse veya çok sayıda olduğunda ameliyat düşünülebilir. Rahim dışında yer alan miyomlar, çok büyüdüğünde veya çevreye bası yaptığında ameliyat düşünülmelidir" şeklinde konuştu.

Buyru, miyomun kanlanmasını sağlayan damarın tıkanması gibi yeni tedavi seçeneklerinin ortaya çıktığını dile getirerek, bu yolun ameliyat olmak istemeyen veya operasyonu sorunlu olabilecek hastalarda düşünülmesi gerektiğini vurguladı.

0 yorum

Kolunuz Ya da Bacağınız Şişiyor ve Ağrıyorsa Dikkat!

Vücudun derin toplardamarı içerisinde pıhtı meydana gelmesi, derin ven trombozu (DVT) olarak tanımlanır. Derin ven trombozunda, toplardamar içindeki kan pıhtı yaparak damarı tıkar ve kalbe geri dönen kan, bu tıkanıklık nedeniyle geride birikir. Tıkanıklığın olduğu damarın yerine göre, hastanın bacağı, kolu veya bir iç organı şişer, ağrır ve dolaşım bozulur.

Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Vakfı’na bağlı Academic Hospital’da görev yapan Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Mahmut Bayık, derin ven trombozlarının özellikle yaşlı insanlar arasında sık rastlanan bir sağlık problemi olduğunu ve yaşlılarda gençlere göre on kat fazla görüldüğünü söyledi. Bayık, derin ven trombozunun hayatı tehdit edebilecek sonuçlar doğurabilecek bir durum olduğunu bildirdi.

“Normalde kan damar içinde sıvı şekilde dolaşırken bir yaralanmayı takiben damar dışına çıkan kan pıhtılaşır. Kanın damar içinde sıvı, dışında pıhtı oluşturacak şekilde bulunması, onu sıvı halde tutan proteinlerle pıhtı oluşmasına neden olan proteinler arasındaki denge sayesinde olur.” diyen Bayık, bu dengenin bozulması sonucunda derin ven trombozu meydana geldiğini ifade etti.

Uzun Süre Hareketsiz Kalmak Pıhtı Riskini Artırır
Prof. Dr. Mahmut Bayık, bu dengenin bozularak toplardamar içinde pıhtı oluşmasına yol açan nedenleri şu şekilde sıraladı:

• Uzun süre hareketsiz kalma (uzun süren yolculuklarda hep aynı pozisyonda hareketsiz oturma, büyük ameliyatlar, yatalaklık hali, felç geçirilmesi) nedeniyle kanın özellikle bacak damarlarında göllenmesi
• Kanser nedeniyle damarların bozulması
• Şişmanlık
• Travmalar sonrasında damarların zedelenmesi veya damar içine yerleştirilen kataterlerin damar duvarında oluşturduğu zedelenmeler
• Gebelik ve doğum sonrası dönemde çeşitli nedenler
• Kalıtsal olarak pıhtı oluşmasına eğilimi olanlarda doğum kontrol hapları kullanılması
• Bağışıklık sisteminin, üzerinde pıhtı oluşan bazı yüzeyleri yabancı tanıyarak bu yüzeylere saldırısı (antifosfolipid sendromu)
• Kalıtsal pıhtılaşma bozuklukları

Pıhtı Oluşan Bölge, Şişer, Ağrır ve Rengi Kırmızılaşır
Prof. Dr. Mahmut Bayık, toplardamarların, organlarda dolaşan kanı temizlenip tekrar pompalanmak üzere kalbe taşıyan damarlar olduğunu belirterek, bu damarların içinde pıhtı oluşunca, kanın, tıpkı önüne baraj çekilmiş nehir gibi geriye doğru göllenip, damar dışına çıkabileceğini söyledi. Tıkanıklığın yerine göre kol, bacak ya da uyluğun şişeceğini, ağrıyacağını ve renginin kırmızılaşacağını ifade eden Bayık, bu olay iç organların toplardamarlarında olursa bu organların içinde göllenen kanın, organların görevini yapmasına engel olduğunu belirtti.

Bayık, “Bu tür bir tıkanıklık, örneğin gözde olursa görme bozukluklarına, beyinde olursa baş ağrıları ve çeşitli sinir sistemi bozukluğuna neden olur. Bu hastalarda olaydan şüphelenilmesi halinde kanda pıhtı oluşumunu ölçen testler, damarlarda tıkanıklığı gösteren venografi, venöz doppler ultrasonografi gibi testler tanıyı koydurur.” dedi.

Kalp ve Akciğer Damarlarında Oluşan Tıkanıklık, Ölüme Neden Olabilir
Prof. Dr. Bayık, toplardamar tıkanıklığı olanlarda, pıhtı büyük bir damarın içinde yerleşmişse, damarı açılmayacak şekilde tıkamışsa ve bu tıkanıklık tedaviye rağmen açılmıyorsa hasta organda varisler ve dolaşım bozukluğuna bağlı kalıcı bozukluklar olabileceğini söyledi.

Bayık, “En korkulan problemlerden biri ise pıhtının yerinden kopup dolaşıma katılması ve önce kalbe oradan da akciğere giderek akciğer damarlarını tıkamasıdır. Buna akciğer embolisi (pulmoner emboli) denir. Hastada ani gelişen solunum yetmezliği, göğüs ağrısı, öksürük, kalp yetmezliği bulguları olabilir. Tıkanıklık çok ve büyük damarlarda ise ölüme yol açabilir.” diye konuştu.

Tedavi Kan Sulandırıcı İlaçlarla Yapılıyor
Prof. Dr. Mahmut Bayık, toplardamarda pıhtı olduğu zaman bu pıhtının daha da büyümemesi için kanın pıhtılaşma fonksiyonunu bozan ilaçlar (kan sulandırıcılar) verdiklerini belirtti. Bayık, bu ilaçların verilme süresinin, damardaki tıkanma, bu tıkanıklığı oluşturan olayın ciddiyeti ve tıkanıklığın olduğu yerin hayati önemi göz önüne alınarak 6 ay ile yaşam boyu arasında değiştiğini söyledi. Tıkalı damarın tekrar açılabileceğini ve pıhtının zaman içinde eriyebileceğini ifade eden Bayık, kan sulandırıcı ilaçların kanı sulandırma derecelerinin sürekli olarak takip edilmesi ve ilaç dozlarının ayarlanması gerektiğine dikkat çekti.

Toplardamar Tıkanıklığı veya Buna Yatkınlığı Olanlar, Önlem Almalı
Prof. Dr. Mahmut Bayık, toplardamar tıkanıklığı geçirenlerin veya bu duruma yatkınlığı olanların nelere dikkat etmesi gerektiği hakkında da şu bilgileri verdi:
Prof. Dr. Mahmut Bayık

• Ailesinde toplardamarda pıhtılaşma öyküsü olanlar, daha önce bir damar tıkanıklığı geçirmiş olanlar, gebelik sırasında veya doğum sonrasında toplardamar pıhtılaşması geçirenler, genç yaşta toplardamar tıkanıklığı geçirenler, eğer pıhtılaşma yatkınlığı doğuran kalıtsal mutasyonlar taşıyorlarsa bu kişilere pıhtılaşmayı çağıracak olaylar (uzun süreli yolculuklar, ameliyatlar, damar içi katater uygulamaları, travmalar gibi) yaşamaları durumunda düşük molekül ağırlıklı heparin denen ve cilt altına zerk edilen ilaçlarla kan sulandırması yapılmalıdır.

• Böyle öyküsü olan bayanlar doğum kontrol ilacı alacaklarsa veya gebe kalacaklarsa kalıtsal bozukluk taşıyıp taşımadıkları mutlaka önceden aydınlatılmalıdır.

• Özellikle bazı kalıtsal bozukluklar (gen mutasyonları) sonucu pıhtılaşmaya yatkınlığı olanlarda gebelikler düşükle sonlanmakta olup, bu durumu bilinenlerde ve hele daha önce düşük yapmış olanlarda, gebeliğin başlangıcıyla beraber başlayarak doğuma kadar düşük moleküler ağırlıklı heparin (ve bazı durumlarda aspirin de verilerek) tedavileri uygulanmalıdır.

0 yorum

Yoksa siz de fibromiyalji misiniz?

Hiç çalışmadığınız günlerde bile kendinizi sürekli yorgun hissediyor, her yeriniz ağrıyorsa; vücudunuzdan tüm enerji çekiliyor; kol ve bacaklarınızda derman kalmıyorsa; siz de fibromiyalji hastası olabilirsiniz

Ağrı ve yorgunluk şikayetleriyle aylarca hatta yıllarca tanı konulamadığı için doktor doktor dolaşan, çevreleri tarafından ‘hastalık hastası’ olarak damgalanan birçok kişi aslında fibromiyalji hastası.

Dr. Fizyoterapist Gamze Şenbursa tıpta, yumuşak doku romatizması olarak tanımlanan, kadınlarda erkeklere göre 7 kat daha fazla görülen sinsi hastalık hakkında şu bilgileri verdi:

“Fibromiyalji depresyon, sabah sertliği, karında kramp, yorgunluk ve uyku bozukluklarının da eşlik ettiği, eklem, kas ve yumuşak dokuda ağrıya sebep olan bir hastalıktır. Fibromiyalji 2 çeşit olarak sınıflandırılabilir. Birinci tip daha sık görülür ve sebebi bilinmez. İkinci tip ise spesifik; yaralanma ve cerrahi sonrası gelişir. Genetik faktörler de etkilidir. Aile öyküsü olanlarda daha sık görülüyor.

Fibromiyaljili hastalarının en az 2/3’ü her yerlerinin ağrıdığını söyler. Hastaların çoğunlukla yaygın vücut ağrısı olmasına karşın, ana odak bir veya iki bölgedir. Ağrı yanıcı, zonklayıcı yada sabit olabilir. Sıklıkla sabahları daha kötüdür, gün içerisinde iyiye gider ve geceleri yeniden kötüleşir. Bir diğer belirti uyku bozukluğudur. Bu hastaların 1/3’ünde büyüme hormonu salgısı azdır. Uyku düzensizliğinin en büyük nedenlerinden biri budur. Hastaların %60-90’ında kötü uyku vardır. Ağrı şiddetine bakmaksızın, hastaların büyük kısmı uykuya dalmada ve uykuyu sürdürmekte zorluk çekerler, sık uyanırlar ve sabah dinlenmemiş olarak kalkarlar. Dinlendirmeyen uyku fibromiyaljinin temel özelliklerindendir. Tipik olarak uyku hafif ve huzursuzdur.
En göze çarpan özelliklerinden biride yorgunluktur. Şiddeti değişiklik gösterir. Hastanın günlük yaşam aktivitelerini kısıtlar.

18 HASSAS NOKTA
Fibromiyalji hastalarında bazı duyarlı noktalar vardır. Bu noktalardaki ağrı tanıyı koyduran en önemli kriterdir. Duyarlı noktalar, boyun, omuz, üst göğüs ve bel bölgesinde kümelenir. Toplamda 18 duyarlı nokta bulunur. Hastalığa baş dönmesi, migren, soğuk intoleransı, sık idrara çıkma, karpal tünel sendromu, çene ağrısı, deri duyarlılığı gibi farklı patolojiler eşlik edebilir. Tanı koyulması için 18 hassas noktanın en az 11’inde ağrı tespit edilmeli.”

NASIL TEDAVİ EDİLİYOR?
Atakların şiddeti ve sıklığının kontrol altına alınabildiğini belirten Dr. Fzt. Gamze Şenbursa, fibromiyaljinin klinik seyri ve tedavi yöntemleri hakkında şunları söyledi:

“Fibromiyalji tedavisinde asıl amaç ağrı – spazm- ağrı halkasının kırılmasıdır. Manuel olarak dokulara yapılan gevşetme ve spazmı çözmeye yönelik uygulamalar, yumuşak dokuların hareketinin artmasına yüzeysel kan akışının artmasına ve ağrının azalmasına yardımcı olur.

Omurgaya yönelik yapılan manuel uygulamalar, dokuları ve organları destekleyen, bağlayan ya da ayıran dokunun hareketini arttırır. Ağrıya duyarlı yapılar üzerindeki basıncı azaltır ve doku sıvılarını harekete geçirir. Omurgada eklem aralığında artışa yol açarak kas spazmını azaltır ve endorfin salınımına neden olur. Tutuk ve ağrılı eklemleri serbestleştirir adezyonları açar ve hareketliliği arttırarak ağrıyı azaltır.

Meditasyon, yoga, hipnoz gibi gevşeme eğitimleri tedavi sürecinde etkindir. Kişiye ergonomik eğitim verilerek, uyku ve çalışma pozisyonları düzenlenir. Kişinin egzersiz eğitiminde büyük önem arz eder.

ŞEKER KAFEİN VE ALKOLE DİKKAT
Fibromiyalji hastalarında beslenme de önemlidir. Stresi yok etmeye vücuttaki toksinleri temizlemeye ve bağışıklık sisteminin desteklemeye yardımcı olur. Bu hastaların özellikle şeker, kafein ve alkol tüketiminde dikkatli olmaları gerekmektedir. Bazı araştırmalara göre magnezyum takviyesi fibromiyaljili hastaların semptomlarını azaltmaya yardımcı olur.”

0 yorum

Yaz İshallerinden Korunmak İçin...

Meyvenin, sebzenin en çok olduğu yaz mevsimine girmek üzereyiz. Ancak çoğalan meyve sebze değil; bu dönemde ishallerde de ciddi bir artış görülüyor.

Yaz aylarında daha fazla görülen ishallerin nedenini ve korunma yollarını Hisar Intercontinental Hospital Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Ramazan Gözüküçük’ten öğrendik.

Yaz aylarında artan su ihtiyacı nedeniyle çoğunlukla enfekte suların içilmesi ya da bu sularla yıkanan meyve ve sebzelerin tüketilmesiyle ishallerin daha fazla görüldüğünü ve yazın görülen ishallerin dikkat edilmezse daha ciddi hastalıklara yol açabileceğini belirten Uzm. Dr. Gözüküçük; ‘Doğada, özellikle insan ve hayvan dışkılarıyla kirlenmiş sularda, ishal nedeni olabilecek çeşitli mikroplar bulunur. Bunlar özellikle durgun sularda, kanalizasyonun karıştığı sularda, iyi ilaçlanmamış içme ve kullanma sularında, özellikle yaz aylarında uzun süre canlı kalarak çoğalır. Bu suların içilmesi veya böyle sularla bulaşık yıkanması, sıcak ortamda beklemiş gıdaların, örneğin çiğ sebzelerle hazırlanmış salataların ve meyvelerin tüketilmesi sonucu ishal yapan mikroplar, ağız yoluyla alınarak insanların bağırsaklarına ulaşır.

Bunların bir kısmı bağırsak duvarında iltihap oluşturarak hem bağırsak hareketlerini artırır hem de bağırsağa su ve iltihabi hücrelerin geçişine neden olur. Bir kısmı da bağırsakta iltihap yapmadan, salgıladıkları toksin denilen zehirli maddelerin etkisiyle su ve tuz geçişini artırmak suretiyle ishale neden olur. Bazen insanlar ishal olup bu mikropları dışkıları ile çevreye yayabilir. Dışkıya bulaşmış ellerin ağza götürülmesi sonucu da ishal olunabilir. Bu ishallerin önlenmesinin en önemli yolu, bilinmeyen suların tüketilmemesi, kişisel temizliğe dikkat edilmesi, özellikle ellerin her yemekten önce ve sonra yıkanmasıdır. Kullanılan ve içilen suların klorlanması pek çok mikrobun yaşamasını önler. Şüpheli suların, şüpheli olmasa bile salgın olduğu bilinen yerlerdeki suların, kaynatılarak kullanılması gereklidir. Ayrıca hijyenik koşullara uygun hazırlanmış ve muhafaza edilmiş besin maddeleri tüketilmelidir.’ diye konuştu.

Bu Belirtiler Varsa Yaz İshali Olmuş Olabilirsiniz…
• Dışkılama sayınız arttıysa (Dışkı miktarı ve su içeriği, ince bağırsaklarda hastalık yapan parazit ve bakterilerin ishallerinde fazladır, kalın bağırsakta hastalık yapanlarınkinde ise azdır ve dışkılama sayısı diğerlerine oranla daha fazladır),

• Dışkınız cıvık, patates püresi görünümünde ya da sümüksü, iltihaplı veya su gibiyse yaz ishali olmuş olabilirsiniz.

Su gibi tariflenen ishallerin en ciddisi ve hayatı tehdit edeni dışkının pirinç suyu görüntüsü olarak tariflendiği, kolera bakterisinin yaptığı ishaldir. İltihaplı dışkılamaya ise tifo ve tifo benzeri hastalıklara salmonella bakterileri neden olabilir. İshale yol açan bakterilerin bir kısmı ve bazı parazitler, dışkının iltihaplı, sümüksü görünmesine aynı zamanda bağırsak duvarını da zedeleyerek damarların kanamasına neden oldukları için, ishal kanlı olabilir. Dışkının böyle kanlı ve iltihaplı olması dizanteri olarak adlandırılır. Nedenlerinden birisi şigella denilen bakteri, bir diğeri amip denilen protozoondur. İshalle birlikte bulunan diğer belirtiler karın ağrısı, karında gurultu hissi, bazen bulantı, iltihabi durumlarda bunlara ilaveten ateş olarak karşımıza çıkar.

Dışkılamadan sonra tam rahatlayamama da bir diğer belirti olabilir. Örneğin kalın bağırsak ishallerinde ağrı ve rahatlayamama durumları sıktır. Aşırı su ve tuz kaybına bağlı olarak kalp damar sistemine, böbreklere, sinir sistemine ait kalp ritim bozuklukları, böbrek yetmezliği, şuur bozuklukları gibi belirtiler de olabilir. Dilin kuruması, cildin parlaklık, nem ve yumuşaklığını kaybetmesi, gözlerin göz çukuruna çökmesi gibi belirtiler, su kaybının işaretleridir.

Eğer İshalseniz…
• Öncelikle kaybettiğiniz su ve tuzu geri koymak için pratik olarak hazırlayabileceğiniz su solüsyonu (1 litre kaynatılmış soğutulmuş suya 1 çorba kaşığı şeker, 1 tatlı kaşığı sofra tuzu ve 1 çay kaşığı karbonat konularak karıştırılır) içebildiğiniz kadar sık aralıklarla için. Halk arasında yanlış bir inanış sonucu ishalli çocuklara, ishali artırır endişesiyle su ve sulu besinlerin verilmemesi, ishalin uzamasına, ağırlaşmasına ve buna bağlı başka hastalıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Oysa ishal tedavisinde en önemli nokta sıvı tedavisidir. Yine bu nedenle, bebeklerin emzirilmeye devam edilmesi, hatta daha sık emzirilmesi gerekmektedir.

• Posasız ve yağsız gıdalar tüketin.

• Yağsız makarna, pirinç pilavı, haşlanmış patates-patates püresi, haşlanmış yağsız et ve tavuk, yağsız ızgara köfte yiyebilirsiniz.

• Kuruyemiş, çikolata ve kızartma gibi gıdalardan uzak durun.

• İshaliniz 24 saatten fazla sürdüyse mutlaka en yakın sağlık merkezine başvurun. Çünkü mikrobik ishallerin hemen hepsi 24 saatten fazla devam eder ve hemen hepsi ilaç tedavisi almadan düzelmez.

0 yorum

Sahur Ve İftarda Ne Yemeliyiz

Merakla beklenen on bir ayın sultanı ramazan yine geldi çattı fakat bu özel ay'da oruç tutmak geçirdigimiz önceki yıllara göre iklim şartlarındaki sıcak hava degişimi nedeni ile biraz zorlaşmaya başladı. Özellikle kavurucu sıcaklarda çeşitli saglık problemleri ile karşı karşıya kalmamak için sahur ve iftar'da tüketilen besinlere dikkat edilmesi ve özenle seçilmesi gerekiyor. Bu yazımızda ramazan ayı boyunca mide problemi ile karşı karşıya kalmadan saglıklı bir şekilde beslenmenin yollarını anlatacagız.


Uyanın ve suhur için hazırlık yapın
Yaklaşık 16 saatlik bir açlık hissinin yaşandıgı ramazan ayında kusursuz beslenmenin olmazsa olmazın başında kahvaltı geliyor. Sahur satinde kahvaltı asla ihmal edilmemelidir. Özellikle sahur zamanında tüketilen agır yemekler, hamur işi besinler, pilav,makarna ve şekerli besinler açlık ve susuzlugu tetikleyecegi için sahur'da tüketilmemesi gerekmektedir. Sahur vaktinde vücut'ta tokluk hissi uyandıracak besinler özenle seçilerek tercih edilmelidir.


Yulaf ezmesi: Sahur'da yogurt , kefir yada süt ile karıştırılarak beslenme tercih edilmesi durumunda, doyurucu oldugu kadar vücut için vitamin ve mineral yönünden faydalı olacaktır.

Yoğurt veya süt: Tokluk hissi uyandırması yönü ile bilinir. Bileşenlerinde uyumayı tekrar tetikleyici emzimler oldugundan dolayı sahur'dan sonra uyumanızı kolaylaştıracaktır.

Meyve ve komposto: Vücut için gerekli enerji miktarını saglayarak, bagırsakları temizledigi gibi saglıklı ve düzenli çalışmasını kolaylaştırır.

Ceviz: Özellikle krom minerali yönünden zengin oluşu ile bilinir. Alınan birkaç ceviz vücut içindeki insülün seviyesini düzenlemeye yardımcı oldugundan tok tutucu özelligi ön plana çıkmaktadır. Aynı zamanda içerisindeki omega yag asitleri sayesinde gün içinde vücuda gereken enerji miktarını saglayacaktır.

Yumurta: Mutlaka haşlanmış olarak hazırlanıp sahur' da tüketilmesi gerekmektedir. İstege göre mantar,biber gibi çeşitli sebzeler ile omlet şeklinde hafif yag'da hazırlanabilir.

Tahin ve pekmez: Aynı anda tüketilmeleri durumunda birer enerji ve mineral deposu olarak bilinmektedirler. Özellikle susam yagından elde edilmiş olan tahin'in tok tutucu özelligi bilinmektedir. Pekmez ile harmanlanması durumunda gün içerisinde mide rahatlaması saglayarak sindirim sisteminin düzenli çalışmasını saglayacaktır.

Tuzsuz peynir: Süt ürünleri ailesinden olan peynir özellikle kalsiyum ve protein ihtiyacını karşıladıgı için tuzsuz çeşidinden seçilerek tüketilmesi gerekmektedir.

Oruç hurma ve su ile açılmalı
1 dilim peynir, 1 dilim pide yada tam buğdaylı ekmek veya 1 kase çorba orucu açtıktan sonra tüketilebilicek en iyi başlangıç türüdür. Yaklaşık 20 dakika beklendikten sonra ana yemek ile yogurt ve hafif yaglı salata ile beslenilmelidir. En önemli ögün olan iftar vaktinde alınan protein seviyesi zengin oldukça gün içindeki toluk hissi az olacaktır. Özellikle ana yemek seçimi kırmızı et,tavuk,balık gibi protein yönünden zengin gıdalar olmalıdır.

Bir adet pide 16 dilim ekmek demektir
Ramazan ayında tüketilen pide'nin 16 dilimlik ekmek ile aynı kalori ve agırlıkta oldugu bilinmelidir. Özellikle salata ve sebze türündeki lifli besinler olmazsa olmazıdır. Tokluk hissi saglayacagı gibi kilo kontrolü konusunda yardımcı olmaktadır.

Kavun, karpuz ve muzu az tüketin
İftardan sonra tüketilen meyvelerin ana yemekten 1-2 saat sonra alınması gerekmektdir. Gilisemik yönünden zengin olan kavun,karpuz,muz ve incir gibi meyvelerinn sıklık ile alınması gerekmektedir.

Susatan besinleri yemeyin
Özellikle salça ve sos ile yapılan baharatlı ana yemekler yüksek miktarda tuz içermektedir. Bu çeşit besinler ve yanında turşu gibi garniturler vücutta su hissini uyandıracagı için kaçınılmalıdır. Vücuttaki su miktarını en üst seviyeye çıkartmak için lifli gıdalari meyve,komposto,çorba,ayran,kefir, soda,bitki çayları özellikle tercih edilmelidir. Kişisel bünyeye göre ortalama 2-3 litre su tüketilmelidir

İftardan 1-2 saat sonra hafif tempolu spor yapın
İftar saatinden sonra alınan besinleri eritmek ve sindirim sistemini düzene sokmak için hafif tempolu spor ya da yürüyüşler yapmak vücut için faydalı olacaktır. Su hissini vücutta uyandırmamak için sahura yakın saatlerde spor'dan kaçınılmalıdır.

Tatlı yerine ne tüketmeliyiz ?
Tüketilen tatlının ne oldu,neden yapıldıgı ve ne için tüketildigi önemlidir. Özellikle süt ile yapılmış ve meyve aromalı tatlılar tercih edilmelidir. Kalori degeri düşük ve vücutta agırlık yaratmayacak tatlılar tercih edilmelidir.Tatlı tüketimini haftanın 3-4 gününe yaymak en saglıklı tercih olacaktır.

Tarçınlı süt ve kuru hurma
· Zencefilli yulaflı ev kurabiyesi + süt
· Probiyotik yoğurt + içine keten tohumu, tarçın, buğday ruşeymi ve ceviz
·Zencefil ve taze naneli limonata + 15 fındık badem
·Tarçınlı meyve kompostosu + ½ çay bardağı beyaz leblebi
·Yoğurt+taze meyve+fındık/badem karışımı derin dondurucuda bekletilerek dondurma kıvamında tercih edilebilir
0 yorum

Bu güzel havalar sizi de mahvetmesin

Mevsim geçişleri artık eskisi kadar belirgin değil. Havalar beklenmedik şekilde bir günden diğerine değişiyor; pırıl pırıl güneşli günler soğuk akşamlarla sonlanıyor. Bu değişime ayak uydurabilmek ve enerjinizi yüksek tutmak için Bioritm Güzellik Enstitüsü’nün önerilerine kulak verin.

Mevsimler arasında eskisine kıyasla ne kadar belirsiz bir fark olduğu herkesin dikkatini çekmiştir. Havalar beklenmedik bir şekilde bir günden diğerine değişiyor; güneşin parıldadığı ılık günler soğuk akşamlarla sonlanıyor. Vücudumuz da elbette ki bu değişimden etkileniyor. Üstelik baharın kapıda olduğu bugünlerde, bahar rehavetine kapılabiliyor, zaman zaman depresif haller içine girebiliyoruz. Bioritm Güzellik Enstitüsü, bu değişimlere ayak uydurabilmemiz, her daim enerjik ve mutlu kalabilmemiz için basit ve keyifli öneriler sunuyor.

33 dakikada daha fit, daha zinde, daha mutlu
Biodream incelmeyi kolaylaştıran bir uygulama. Ancak Biodream’i diğer yöntemlerden ayıran en önemli meziyeti kişinin hayat kalitesini de yükseltmesi. Biodream sisteminde solaryuma benzer bir yatakta şeffaf film ile sarılarak yatılıyor. Işıklar belli bir senkronda yanıp sönerek renk değiştiriyor; böylelikle kişinin nefesi ritme sokuluyor. Doğru nefes alışveriş kendinizi iyi hissettiriyor, terleme ile vücuttaki toksinler atılıyor, böylece incelme kolaylaşıyor. Seansı bitirip duş aldıktan sonra yüzünüze bir gülümseme yerleşiyor, kendinizi hafif ve taze hissediyorsunuz. Yalnızca 33 dakika süren uygulama ile ayrıca dokuların kalitesi artıyor, vücut daha sıkı ve dinç hale geliyor. Biodream ayrıca uykuyu düzenliyor, yaratıcılığın çoğalmasını ve refleks artışını sağlıyor. Konsanstrasyon, hafıza ve öğrenme kapasitesini yükselten Biodream, birden çok şeyi aynı anda yapabilme becerisini de geliştiriyor. Biodream’in son özelliği se dokuların kalitesini artırarak daha genç görünmeyi sağlaması.

Enerji, dinginlik ve sağlık için kendinizi şımartın
Natura Bisse’nin mineral taşlar ile yapılan Neuro Aroma Masajı, tarih öncesi Meksika halkının kullandığı ve halen geleneksel bir tedavi olan obsidyen minerallerini vücudunuzun hizmetine sunuyor. Masaj sırasında obsidyen ve mermerin sıcak ve soğuk kombininin tedavi edici özelliklerinden yararlanılıyor. El yapımı bu taşlar, terapistin ellerinin bir uzantısıymış gibi masajın etkisini artırıyor. Masaj ile vücudun enerji akışı düzenleniyor, cilt toksinlerden arınıyor, dolaşım gelişiyor. Vücuda dinginlik ve sağlık kazandıran Neuro Aroma Masajı, egzama, selülit, migren ve stres için ideal bir tedavi edici olma özelliği taşıyor.

0 yorum

Her Yaşın Diyeti Ayrı!

Kadınlar hayatları boyunca kilo mücadelesi vermek zorunda kalıyor. Çok az kadın bu savaştan uzak yaşıyor! "4 yapraklı yaş yoncası diyeti" ile her yaşta sağlıklı beslenin!

Her yaşın ayrı bir güzelliği var denildiği gibi, aslında her yaşın da ayrı beslenme kuralları, uzak durulması gereken yeme davranışları bulunuyor. Kadınların yaşamlarındaki 4 ayrı yaş dönemleri, 4 yapraklı bir yonca gibi birbirinden hem ayrılıyor, hem de yaşlarına özel beslenme önerilerini hayatları boyunca uygulamaları sayesinde bir bütünlük de oluşturuyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Fatma Turanlı Vardarer, kadınlara bu 4 yaş grubuna özel beslenme önerileriyle, sağlıklı kiloda kalmanın yollarını anlatıyor.

30’larda...

Bu yaşlar gençlikten yetişkinliğe geçişin ilk dönemi olmanın yanı sıra, genellikle kadınların doğurganlık çağı olması nedeniyle de önem taşıyor. Bu dönemde vücut gelişimleri tamamlanmış olan kadınların, sağlığı ve gençliği korumaya çalışılması gerekiyor. Bu nedenle özellikle kalsiyum, folik asit ve C vitamininin yeterli düzeyde alınması, adet kanaması sonucu kansızlık oluşabileceği için demir içeriği yüksek gıdaların tüketilmesine dikkat edilmesi lazım.

Öneriler:
• Her gün 2 bardak süt içmek veya yoğurt yemek, yeşil yapraklı sebzeleri ve meyveleri bol tüketmek kalsiyum ve folik asit ihtiyaçlarını karşılıyor.
• Haftada 4-5 defa kırmızı et yemek demir açısından gereklidir, yanında da taze meyve ve sebze tüketilmesi C vitamini sağlayacağı ve demir emilimine katkısı olacağı için gereklidir.
• Her gün bol miktarda sebze ve meyve tüketmek posa ve antioksidan alımını sağlamasından dolayı önem taşıyor.
• Alkol ve fast food tarzı yiyeceklerin fazla tüketilmemesi, bol su içmeye dikkat edilmesi gerekiyor.
• İlerleyen yıllara kilolu girmemek için fazla kalorili beslenmeden kaçınılmalı, eğer kilo fazlalığı varsa çok kısıtlı ve yanlış diyetler yaparak kilo verilmeme. Bu tür uygulamalar gelecekte metabolizmanızın bozulmasına ve belki de daha fazla kilo alımına yol açabiliyor.
• İskelet ve kas yapılarını korumak, kilo kontrolü için haftada en az üç gün düzenli spor yapmaya dikkat etmek, kardiyo egzersizlerine ağırlık vermek gerekiyor.

40’larda...

Bu yaş grubu kadınların metabolik enerji harcamaları düşmeye başladığı için kilo almaya yatkınlık söz konusu oluyor. Vücudun enerji ihtiyacı daha az olduğu için yiyecek tüketiminin de ona göre ayarlanması gerekiyor. Bağışıklık sisteminin güçlü olması, yeterli miktarda B grubu vitaminin tüketilmesi, ileri yaşlara daha sağlam bir vücutla girebilmek için önem taşıyor. Eğer bu yaş dönemine fazla kilolu girilmişse hızlı olmamak kaydıyla kilo verilmesinde yarar var.

Öneriler:
• Fazla kalori almamak için yiyeceklerin daha az yağlı olmasına ve şekerli gıdaların tüketilmemesine veya az tüketilmesine dikkat edilmeli.
• Bol miktarda sebze ve meyve tüketilmeli, kurubaklagil ve tahıl yemeye özen gösterilmeli.
• Vitamin ve mineral katkılı şekersiz kahvaltılık müsliler tüketilebilir.
• Yaşlanmaya karşı savaşmak için omega 3 alımı ve antioksidant tüketimi önemli. Bu nedenle haftada 2 defa balık tüketmek, ceviz ve badem gibi yağlı tohumlara ağırlık vermek gereklidir.
• Kemik sağlığını korumak için kalsiyum ve D vitamini alımına dikkat edilmeli, her gün süt, yoğurt, az yağlı peynir, koyu yeşil yapraklı sebzeler tüketilmeli.
• Haftada 3 gün çok düzenli egzersiz yapmaya devam edilmeli.
• Fazla enerji bulunan içeceklerden de uzak durulmalı, bol su içilmeli, günde 1-2 fincan yeşil çay içilmeli.

50’lerde...

Bu yaş grubu kadınların önemli bir çoğunluğu menopoza girmiş olduklarından dolayı, bazı hastalıklara yakalanma riskleri de artmış oluyor. Bu dönemde beslenme düzeninin bağışıklık sisteminin güçlü tutulmasının yanı sıra, yıpranmaya başlayan kemiklerin korunmasına uygun beslenme önerilerinin hayata geçirilmesinde fayda var.

Öneriler:
• Az yağlı ve bol posalı beslenmeye dikkat edilmeli, bol sebze tüketilmeli.
• Az yağlı süt, yoğurt ve peynir yenilmesi önemli.
• Vücudun protein ihtiyacının et ve tavuk dışında kurubaklagillerden sağlanması, kolesterol alımını da azaltacağından bu şekilde beslenmeye dikkat edilmesinde fayda var.
• Yemeklerde zeytinyağı kullanıp, katı yağlardan uzak durulmalı.
• İyice yavaşlayan metabolizma hızı nedeniyle kilo alımından korunmak için kızartılmış yiyeceklerin ve hamur işi gıdaların yenilmemesi gerekli.
• Haftada 4-5 defa 30 dakikalık yürüyüş yapılmasında yarar var.

60’larda...

Kadınlar 60’lı yaşlarına girdikleri zaman, vücudun kalsiyum, D vitamini, B grubu vitaminler, E vitamini ihtiyaçları da artıyor. Bu dönemde, sağlıklı ve zinde bir yaşlılık geçirmek için yeterli protein ve enerji miktarının karşılanması önem taşıyor.

Öneriler:
• Vücudun enerji ihtiyacı azalmış olduğu için yenilen yiyecek miktarları fazla olmamalı.
• Her gün fazla yağlı olmayan süt-yoğurt, peynir grubundan tüketilmelisinde fayda var.
• Vücudun D vitamini ihtiyacını karşılamak için 15 dakikalık güneşlenmesi gerekiyor.
• Protein kaynağı olarak haftada 2 defa kırmızı et,1-2 defa balık,1-2 defa tavuk veya hindi ve 1-2 defa kurubaklagillerin tüketilmesine özen gösterilmesi önemli.
• Koyu yeşil yapraklı sebzelerin, taze veya kuru meyvelerin mutlaka beslenmede yer almalı.
• Yemeklerde zeytinyağı kullanılmaya özen göstermek, ceviz ve badem gibi kuruyemişlerden tüketmek, fazla ve zararlı yağ tüketimini de önleyeceğinden çok yararlı.
• Çok fazla kahve, şekerli içecekler tüketilmemeli bol su içilmeli.
• Her gün esneme hareketleri ve kısa yürüyüşler yapılmasına özen gösterilmeli.

0 yorum

Reflü İle Reflü Hastalığı Aynı Şey Değil Mi?

Bayındır Hastanesi Gastroenteroloji ve Hepatoloji bölümünden Prof. Dr. Ahmet Kemal Gürbüz, reflü ile reflü hastalığının aynı anlama gelmediğinin altını çizerek “Her ikisi de farklı durumları ifade ediyor” dedi ve reflünün az bilinen yönleriyle tedavisi konusunda şu bilgileri verdi:

Reflü ile reflü hastalığı aynı anlama mı geliyor?
Hayır. Her ikisi de birbirlerini çağrıştırmakla beraber farklı durumları ifade ediyorlar. Gastroözefajial reflü sağlıklı insanlarda mide içi muhtevanın efor harcamaksızın çeşitli defalar yemek borusu içine geri gelmesi demektir ve esasen fizyolojik bir durumdur. Yani bir hastalığı ifade etmez. Bu durumda hem bireyin şikayeti yoktur hem de yemek borusu iç duvarında endoskopik olarak gözle görülür bir hasar yoktur.

Oysa Gastroözefajial Reflü Hastalığında (GÖRH) yemek borusu içine kaçan mide muhtevası gerek mikroskobik ve gerekse endoskopik düzeyde hasar oluşturur. İlaveten hastanın reflüden kaynaklanan şikâyetleri ortaya çıkar. Bu şikayetlerin en tipik olanları ise göğüste yanma ve mide asidinin yemek borusuna gırtlağa erişebilecek derecede geri kaçmasıdır. Hastalar bu hususu boğazlarına yakıcı acı bir su geldiği şeklinde ifade ederler.

Reflü hastalarına endoskopi yapıldığında bu inceleme reflü hastalığı mevcudiyetini mutlaka gösteriyor mu?
Her zaman değil. Bazı reflü hastalarında endoskopik görünüm normal olabilir. Reflü hastalığında şüphe kuvvetli ise böyle bir durumda yemek borusu iç duvarını döşeyen dokudan biyopsiler alınarak patolojik inceleme yapılmalıdır. Endoskopik incelemesi normal bulunan ve biyopsi alınmadan hakkında karar verilen vakalarda maalesef reflü hastalığı tanısı gözden kaçmakta ve böylece hastalar ihtiyaç duydukları tedavi seçeneklerinden mahrum kalabiliyorlar.

Klasik reflü hastalığı göğüste yanma ve asit geri gelmesi şeklindeki belirtileri dışında başka hangi şikâyetlere yol açabiliyor?
Yutma güçlüğü reflü hastalığının yaratabileceği diğer şikâyetlerden biridir ve vakaların yüzde 30’unda karşılaşılır. Bu daha ziyade katı gıdaların yutulması ile ilişkilidir ve yavaş yavaş gelişir. Reflü hastalarının bazılarında ağızlarının aniden hafif ekşi ve tuzlu bir sıvı ile dolması şikâyeti mevcuttur. Ağrılı yutma, hıçkırık, geğirme, bulantı ve kusma gibi şikayetlerde yine reflü hastalığı olan vakalarda yaşanabiliyor.

SESSİZ REFLÜ DE OLABİLİR
Reflü hastalığının astıma, müzmin öksürüğe neden olabildiğini duyuyoruz. Gerçekten reflü hastalığı ile bu rahatsızlıklar arasında anlamlı bir ilişki var mıdır?
Evet. Reflü hastalığı sadece yemek borusu problemleri yaratmakla kalmaz. Kalp kökenli olmayan göğüs ağrısı, astım, posterior larenjit, kronik öksürük, tekrarlayan zatürre ve bazen diş çürükleri ile seyredebilir. Sindirim sistemine ait olmayan bu bulguları yaşayan reflü hastalarının bir kısmında klasik reflü şikâyetleri olmakla beraber, çok büyük bir kısmında sessiz reflü hastalığı mevcuttur. Dolayısı ile kronik öksürük, göğüs ağrısı, astım ve düzelmeyen larenjit problemleri olan hastalarda sebebin sessiz reflü hastalığı olabileceği aklında tutulmalı ve hastalar bu açıdan incelenmelidir. Şayet astım erişkin yaşlarda başlamışsa, astım açsından bir alerjen tespit edilememişse yahut astım bronş genişletici veya kortizon tipinde ilaçlara yanıt vermiyorsa astım sebebi olarak reflü hastalığı araştırmalıdır. Reflü hastalığı kulak, burun ve boğaz gibi diğer organlarda da bazı rahatsızlıklara yol açar. Reflü larenjit bu rahatsızlıklardan en sık rastlananı olup seste boğuklaşma, boğazda yumru hissi, sık boğaz temizleme ihtiyacı ve tekrarlayan boğaz ağrısı ile kendini belli eder. Reflü hastalığı kronik öksürüğün sinüzit ve astımdan sonra gelen 3. sıklıktaki nedenidir.

Reflü hastalarının bir kısmının aile fertlerinde de reflü hastalığı ile şikayetler olduğunu duyuyoruz. Reflü hastalığı kalıtsal bir özellik mi gösteriyor?
Yapılan çalışmalarda reflü hastalığı olan bireylerin ikizlerinde %30-35 sıklıkla reflü hastalığı belirtileri ortaya çıktığı rapor edilmiş durumda. Ayrıca çocukluk çağında şiddetli formda görülen reflü hastalığının 13. kromozomdaki bir anormallikle ilişkisi olduğu da iddia edilmiş durumda. Dolayısı ile bu hastalığın genetik bir zemini de olabileceği akla yatkın görünüyor.

Son senelerde reflü hastalığı olan insanların sayısında büyük bir artış var gibi. Bilimsel olarak da bu gözlem doğru mudur?
Son 30 yıl içinde batı toplumlarında reflü hastalığı ve bunun sonucunda yemek borusu kanserlerinin giderek arttığı, bunun tersine ülser hastalığının ise giderek azaldığı saptanmış durumda. Son 20 yılda giderek artan biçimde ülserin ana nedenlerinden olan Helikobakter isimli bir bakteri, ülserli hastaların esdoskopileri esnasında tespit edildiğinde bu bakteriye karşıda tedavi uygulanmakta. Dolayısı ile batı toplumlarında son 20 yıldır helikobakter mevcut olan hasta sayısında ciddi azalma ortaya çıkmıştır. Helikobakter tedavisinin sık kullanımı sayesinde toplumda ülser hastalığının tekrarlanması giderek azalırken reflü hastalığı ve neticesinde gelişen yemek borusu kanseri sıklığı ise maalesef artmış görülüyor. Yine batı toplumlarında reflü hastalığı sıklığının son yıllarda önemli oranda artmış olmasının bir diğer nedeninin toplumda yaygınlaşan obezite sorunu olduğu da unutulmamalıdır.

Prof. Dr.
Ahmet Kemal Gürbüz
Toplumda reflü hastalığının yemek borusu kanserine neden olabildiğine dair bir kanı ve korku mevcut. Bu bilgi doğru mudur?
Gastroözefajial reflü hastalığı bulunan bazı kişilerde yemek borusu alt ucunda zaman içerisinde doku değişikliği ortaya çıkabiliyor. Bu durum Barrett’s özefagusu olarak isimlendirilir. Barrett’s özefagusu sıklığı gastroskopi (mide endoskopisi) esnasında endoskopist tarafından tanınır ve teyidi amacı ile bu bölgeden biyopsiler alınarak patolojik inceleme için gönderilir. Reflü şikâyetleri ile gastroenteroloğa giderek endoskopi yapılan vakaların %6-12’inde Barrett’s özefagusu saptanmaktadır. Önemli olan nokta Barrett’s gelişmiş hastalarda yemek borusu kanseri riskinde önemli artış oluşmasıdır. Klasik Barretts’s gelişmiş olan reflü hastalarında yemek borusu kanseri gelişme riski sağlıklı bireylerdeki riskin 30-125 katı seviyesindedir. Son 20 yılda reflü hastalığı nedeniyle ortaya çıkan yemek borusu kanseri sıklığı 5 kat artış göstermiş olup bu artış diğer tüm organ kanserlerindeki artıştan daha yüksektir. Bu nedenler reflü hastalarında artmış kanser riskinin olup olmadığını ortaya koymak amacı ile reflü vakaları endoskopik olarak incelenmeli, gerekli görülenlerde mutlaka biyopsiler alınarak patolojik inceleme yapılmalıdır.

0 yorum

Adet öncesi sendromu'na karşı dengeli beslenme

Kadınların çoğunun ortak sorunu adet öncesinde yaşanan farklı sorunlar. Gerginlik, halsizlik, aşırı iştah gibi sorunlar kadınların hayatını kabusa çevirebilir. 

KadıköyŞifa Kadıköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı - Dyt. Rabia Yurdagül Adet Sendromu hakkında bilgi veriyor ve dengeli beslenme ile şikayetleri nasıl azaltabileceğinizi anlatıyor.

Adet Öncesi Sendromu (Premenstrual sendrom, PMS), kadınlarda regl öncesi dönemde başlayıp ruhsal ya da fiziksel birtakım belirtilerle kendini gösteren ve reglin başlamasından bir hafta kadar önce ortaya çıkarak reglin bitiminden bir kaç gün sonra kaybolan durumu ifade eder. Karın bölgesinde şişkinlik, ağırlık artışı, iştah artışı, sık yeme ihtiyacı, tatlıya düşkünlük, cilt bozukluğu, uyku sorunları, göğüslerde hassasiyet, bel ağrısı, kabızlık, baş ağrısı, çarpıntı, duygusal dalgalanmalar, olumsuz düşünceler, depresyon hali, yorgunluk, halsizlik, unutkanlık, konsantrasyon güçlüğü, kendine güvenin azalması, gerginlik, kızgınlık ve öfke hali, seksüel isteklerde değişiklik gibi fizyolojik ve psikolojik birtakım belirtiler gözlemlenir.

Nedeni tam olarak belli olmamakla birlikte, genelde mineral ve vitamin yetersizlikleri, hormonal dengesizlikler, (progesteron yetmezliği ve diğer hormonal değişimler), kan şekerinin düşük olması, vücutta aşırı sıvı tutulumu, beyindeki bazı kimyasal ileticiler, bastırılmış cinsel arzu, psikolojik nedenler üzerinde durulmaktadır.

Regl öncesi döneminde genellikle aldatıcı bir kilo artışı görülür; ancak bu gerçek bir yağ artışı değildir. Bu durum östrojen ve progesteron hormonlarının dengelerindeki değişiklikler sonucu vücutta biriken ödemden kaynaklanır. Yine hormonal değişimler nedeniyle bağırsak sisteminin çalışma düzenindeki değişiklikler kabızlığın görülmesine neden olur ve kabızlıkta şişkinlik hissi yaratarak ağırlıkta artışın olduğunu düşündürür.

Regl dönemi biter bitmez, bağırsakların tekrar normal hızda çalışması sonucu, kabızlık sona erer ve hormonların normal dengeye ulaşmasıyla birlikte vücutta biriken sıvının atılmasıyla beraber kiloda normale döner.

Ancak regl döneminin başlangıcından birkaç gün önce, değişen iştah durumu kontrol altına alınmayıp vücudun ihtiyacından fazla enerji alınması ağırlık artışı ihtimalini yükseltir.

Regl dönemi öncesi çikolata ve bunun gibi tatlı, şekerli yiyeceklerin yenilmek istenmesinin nedeni, östrojen hormonunun vücutta dolaşımının azalmasıdır. Östrojen kadınlar için uyarıcı bir hormondur, vücuttaki seratonin, noradrenalin ve endorfin hormonlarının üretimini artırır. Östrojen azalmasıyla, kan şekerindeki düşme eğilimi artar dolayısıyla bu durum iştah metabolizmasının uyarılmasına neden olur ve sürekli tatlı yeme ihtiyacı hissedilir. Bu nedenle, özellikle bu dönemde az ve sık aralıklarla beslenmek ve glisemik indeksi düşük besinleri tercih etmek oldukça önemlidir.
Dyt. Rabia Yurdagül

İştahının artışının nedeni, vücutta progesteron seviyesinin artması sonucu metabolizma hızında artış görülmesi ve beyne daha fazla kaloriye ihtiyaç duyulduğunun sinyallerini gönderilmesi sonucu vücudun daha fazla kalori alma isteğinin oluşmasıdır.

Vücudun su tutmasının nedeni; bazı araştırmalara göre, östrojen hormonunun vücutta tuzu tutması ve bu durum sonucu vücudun tuz seviyesini normal ve sağlıklı düzeyde tutabilmek için suyu yapısında toplamasıdır. Bazı çalışmalarda ise vücuttaki suyun korunmasında rolü olan vitamin ve minerallerin eksik olması sonucu bu dönemde hassasiyetin arttığı belirtilmektedir. Ödemler genellikle karın bölgesi, göğüsler ve yüz çevresin olmaktadır.

Beslenme;
1. Kan şekeri dengesinin sağlaması için ana ve ara öğün düzenine dikkat edilerek azar azar ve sık sık beslenilmeli.
2. Karbonhidrat kaynağı olarak şeker, tatlı, çikolata gibi besinler yerine ekmek, kepekli makarna, esmer pirinç, bulgur, kuru baklagil ve sebzeler gibi kompleks karbonhidrat kaynakları tüketilmeli.
3. Tuz ve tuz içeriği yüksek salamura besinler, tuzlu bisküviler gibi besinlerin tüketimi minimuma indirilmeli.
4. Bağırsakların çalışmasına yardımcı olan ve tokluk hissini artırmayı sağlayan lif içeriği yüksek besinlerin (sebze ve meyveler gibi) tüketimine ağırlık verilmeli.
5. Çay, kahve, kola gibi kafein içeren içecek tüketiminden ve alkol tüketiminden kaçınılmalı.
6. Su başta olmak üzere yeterince sıvı tüketilmeye özen gösterilmeli.
7. Hormonal denge üzerine olumlu etkisi olduğu için egzersize mutlaka yer verilmelidir.

0 yorum

Yaz tatiliniz sağlığınızı bozmasın

Yaz aylarının yaklaşmasıyla birlikte tatil planları yapılıyor, erken rezervasyon indirimlerinden yararlanılmaya çalışıyor. Peki konaklama alanı seçerken sağlık tarafında nelere dikkat ediliyor?

Prof. Dr. Yonca Tabak özellikle astım hastalarının yaz aylarını nasıl geçirmeleri ve tatil alanlarının nasıl olması gerektiğine değiniyor. “Halı kaplı otel odaları ve klorlu havuzlar astımı tetikliyor.” diyen Tabak, yapılması ve yapılmaması gerekenleri sıralıyor.

Tatil yeri seçiminde erken rezervasyon imkanları, bütçeye uygunluk, konfor, denize ve şehir merkezine uzaklık gibi etkenler ön planda olurken, sağlık konusu geri planda kalıyor. Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak, astımlı kişilerin, özellikle de astımlı çocukların yaz tatillerini sorunsuz geçirebilmeleri için ipuçları veriyor.

Konaklama Alanlarının Seçilmesi

Kısa süreliğine de olsa evimiz olarak kullanacağımız konaklama alanları, tatilin başrol oyuncusu oluyor. Bu yüzden en dikkat edilmesi gereken konunun, bu alanların seçimi olduğunu belirten Tabak, “Özellikle astımlı çocukların %90’ının ev tozuna karşı alerjisi var. Tozun da en çok halıda biriktiğini göz önünde bulundurursak, konaklama yapılacak mekanın halı kaplı olmamasına özen gösterilmeli.” diyor.
Astımlı kişilerin özel eşyalarını da tatile yanında getirmesinin önemli olduğunu söyleyen Tabak, anti alerjik yatak kılıfı gibi özel eşyaların kullanımına tatil süresince devam edilmesinin, olası olumsuz durumları engelleyeceğini belirtiyor.

Havuz mu? Deniz mi?

Yaz aylarında serinlemenin en doğal yolu olan suyla temasta da dikkatli olunmasının gerekliliğine değinen Prof. Dr. Yonca Tabak, astımlı kişilerin havuza mesafeli olmasının önemli olduğunu söylüyor. “Havuz temizliğinde kullanılan yüksek miktardaki klor, sıcak havada buharlaşarak solunum sistemine ulaşıyor. Bu da vücutta kimyasal bir ürünün solunmasına benzer etki yaratıyor. Deniz suyunun ise sinüsleri temizleme ve burnu açma özelliği bulunuyor” diyen Tabak, astımlı kişiler için deniz suyunun daha sağlıklı olduğunun altını çiziyor.
Tabak, ayrıca deniz suyunun sinüsleri açmasıyla kış aylarında daha az astım alevlenmesi yaşanacağını ve kışa daha hazır girileceğini sözlerine ekliyor.

Prof. Dr. Yonca Tabak
Yeme İçmeye Dikkat!

Astımlı her 10 çocuktan 8’inde reflü bulunduğuna dikkat çeken Tabak, bunların çoğunun “sessiz” reflü olduğunu ve tüketilen abur cuburlar ile astımı da tetiklediğini belirtiyor. Bu anlamda özellikle yaz aylarında tüketilen buzlu ve gazlı içeceğin yanı sıra, kızartma, ketçap, çikolata ve kakaolu gıdalardan da uzak durmanın çok doğru bir hareket olacağını söyleyen Prof. Dr. Yonca Tabak, yatmadan 2 saat önce meyve tüketimine son verilmesi gerektiğini aktarıyor.

Gün içinde alınan toksinlerden arınmanın en doğal yolunun ise bol bol su tüketmek olduğuna değinen Tabak’ın özellikle değindiği konu ise özenli davranmak. “Tatil diyerek ilaç kullanımını ve düzenli hayatı bozmamak gerekiyor. Astım ilaçlarının kullanımının tamamen kesilmesi gibi durumlar, keyifli tatili ciddi bir tehlikeye dönüştürebilir.”


0 yorum

Cinsel sorunlarınıza teknolojik destek

Günümüz teknolojisi, cinsel sorunlara da çözüm üretiyor. 

Vajinusmus, Erken Boşalma, Orgazm gibi cinsel sorunlar yaşıyor, çözümü için zaman ayıramıyorsanız, işinizden izin alamıyorsanız, bulunduğunuz ilde uzman bulamıyorsanız, konu cinsellik olduğu için yüz yüze görüşmekten çekiniyorsanız, internet üzerinden uzmanlarla görüşebilir, sorunlarınıza her yerden çözüm bulabilirsiniz.

Yurt dışında çok yaygın bir şekilde kullanılan, ülkemizde ise çok yeni tanınmaya başlayan online terapi ve danışmanlık hizmetini neden yapılıyor? Cinsel Terapi Uzmanı Psk. Danş. Dolunay Kadıoğlu Türkiye’de yeni başlayan ve giderek yaygınlaşan online terapinin önemine değiniyor.

Online Danışmanlık Nedir?
Cinsel Terapi Uzmanı Psk. Danş. Dolunay Kadıoğlu profesyonel bir danışmanın, sorunu olan kişilerle internet üzerinden, sorulara cevap ve sorunlara çözüm bulunmasına yönelik, psikolojik destek ve yardım verilmesinin online danışmanlık olduğunu söylüyor. Ülkemizde cinsel sorun yaşayanların çokluğuna karşılık, cinsel terapistlerin azlığına dikkat çekiyor. Vajinismus, erken boşalma, cinsel işlev sorunu yaşayan kişilerin uzman bulmakta zorlandığını belirtiyor. Online danışmanlık sayesinde uzmanlara ulaşılabildiğine, bunun için bilgisayar, kulaklık ve kameranın yeterli olduğuna değiniyor.

Psk. Danş. Dolunay Kadıoğlu
Psk. Danş. Dolunay Kadıoğlu özellikle bu sorunları yaşan; fiziksel engellilerin, kendi kültürüne yakın uzman isteyen yurtdışında yaşayanların, çalışma saatleri içinde izin alamayanların, bulunduğu ilde uzman bulamayanların, yüz yüze yardım almaktan utananların sorunlarına çözüm olduğuna vurgu yapıyor.

Yardım Almanın En Pratik ve Etkin Yolu
Cinsel Terapi Uzmanı Psk. Danş. Dolunay Kadıoğlu, yüz yüze danışmanlık hizmetine alternatif olmayan online danışmanlık hizmetinin, yüz yüze destek alınamadığı durumlarda çok pratik ve etkili bir yol olduğuna dikkat çekiyor. Özellikle internet üzerinden yapılacak görüşmeler olduğu için uzmanın deneyiminin ve eğitimin önemine vurgu yapıyor ve özellikle uzmanın iyi araştırılmasını tavsiye ediyor. Her sorunu yaşayan kişiye uygun bir terapi yöntemi olamayacağına da değinerek, uzmanın konuyu değerlendirmesi sonucu online çalışmaya karar verilmesi gerektiğini belirtiyor.

1 yorum

Uyku apnesi ani kalp durmasına yol açabilir

Uyku apnesi, sosyal hayata, kariyere, obeziteye, unutkanlığa ve hatta depresyona neden olabiliyor.

Kalitesiz uykunun gündelik hayata darbe vurduğunu söyleyen Medical Park Bahçelievler Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Gülten Özdemir, “Uyku apnesi, sosyal hayata, kariyere, obeziteye, unutkanlığa ve hatta depresyona neden olabiliyor. Uyku apnesinin en önemli belirtisi olan horlama sorununuz varsa mutlaka bir doktora başvurulmalı” dedi.

Her 100 kişiden 40’ının horlama sorunu yaşadığını söyleyen Medical Park Bahçelievler Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Gülten Özdemir, horlaması olan kişilerin yüzde 5’inde uyku apnesi görüldüğünü söyledi.

Uyku apnesinin en önemli belirtisinin horlama olduğunu sözlerine ekleyen Uzman Dr. Özdemir şu bilgileri verdi: “Horlama; uyurken nefes alma sırasında daralan hava yollarından geçen havanın yutak çevresindeki yumuşak dokuya çarparak, dokuların titreşmesiyle oluşan sestir. Üst solunum yolunda yutak ve dil arkasında daralmayla orantılı olarak horlama da artar. Horlama, toplumda her 100 kişiden 40’ında görülebilecek kadar sıklıktadır. Yaşın ilerlemesi ve kilo artışı horlama riskini artırmaktadır. Kadınlarda kilo alma kalça bölgesi, erkeklerde ise boyun ve karın çevresinde yoğunlaşır. Böylece erkek tipi kilo almada; yatar durumdayken göğüs için basıncı daha da artar, yutak çevresinde daralmada erkeklerin kadınlara göre daha yüksek oranda horlamasına neden olmaktadır. Menopoz döneminde ise kadınların hormonal denge değişikliğiyle birlikte, artık erkek tipi kas yapıları gelişerek horlama oranları erkeklerdeki sıklıkta olmaktadır.”

HANGİ TİPTE HORLUYORSUNUZ
Horlamanın farklı tipleri olduğunu belirten Uzman Dr. Özdemir, öncelikle kişinin nasıl bir horlama sorunu yaşadığının iyi tespit edilmesi gerektiğinin altını çizdi. Özdemir sözlerini şöyle sürdürdü: “Basit horlama; daha çok sırt üstü pozisyonda ortaya çıkan ve kişinin yorulmasıyla artan şiddette kesintisiz çıkardığı gürültü sesidir. Basit horlama, hastadan çok yarattığı gürültü nedeniyle eşin uykusuna zarar verir. Ama bazen de horlama üst solunum yolu direnç sendromu denen; düzensiz, solunum güçlüklerinin eşlik ettiği fakat 5-10 saniyeyi aşmayan solunum durmalarıyla birlikte olabilir. Sık uyanıklıklara neden olur, uyku kalitesi bozulur. Uyku apne sendromuna eşlik eden üçüncü tip horlama şeklinde ise horlama; en az 10 saniye süren nefes durmalarıyla kesintiye uğrayan, boğulur tarzda şiddetli çıkarılan sesten oluşur. Yani Obstrüktif (Tıkayıcı) Uyku Apne Sendromu (OSAS) dediğimiz horlamanın, solunum durmalarıyla birlikte olduğu hastalık şeklidir.”

UYKU APNESİ ANİ KALP DURMASINA NEDEN OLABİLİR
Uyku apnesinin uykuda 10 saniyeyi aşan nefes durması olarak tanımlanabileceğini söyleyen Uzman Dr. Özdemir, “Uykuda solunum durmaları, gecede yüzlerce kere tekrarlayabilir. Her solunum durmasıyla kişi kısa süreli sık uyanıklıklar yaşar, kişi ancak uyanarak solunum durmasını giderebilir. Bu uyanıklıkları hasta gece uykusunda fark etmez, bu sık uyanıklıklar yüzünden sürekli ve dinlendirici bir uyku olamaz. Hasta farkında olmadan kalitesiz, yüzeysel bir uyku uyur. Uykuda nefesin durmasıyla, kalp ve beyin için hayati önemi olan oksijen düzeyi kanda düşer, karbondioksit düzeyi artar. Kalp atımları da düzensizleşir, ileri yaşlarda ani kalp durmalarıyla uykuda ani ölümlere neden olabilir. Hasta gece boyunca boyun çevresinden terler” şeklinde konuştu.

CİNSEL İSTEKSİZLİK NEDENİ
Uyku apnesi hastalarının kaliteli uyuyamadıkları için sabah yorgun uyandıklarını ve kendilerini uykusuz hissettiklerinin altını çizen Uzman Dr. Özdemir, “Uyku apnesi, aşırı yorgunluk miskinliğe, hareketsizliğe neden olur. Bu hareketsizlik giderek kişinin kilo alışında artışa neden olur. Sonuçta kilo; uyku apnesi hastalığını şiddetlendireceğinden bir kısır döngüye girilmiş olur. Uykusuzluk sinirliliğe, gerginliğe, iş verimliliğinde düşmeye neden olur. Trafikte kırmızı ışıkta beklerken uykuya dalarlar, uzun yolda sık trafik kazalarına sebebiyet verdikleri ortaya çıkmıştır. Cinsel fonksiyonlarda azalma ve cinsel isteksizlik görülür. Konsantrasyon güçlüklerine ve belirgin dikkat ve hafıza problemleri ile unutkanlığa yol açar. Ayrıca hastaların yüzde 30’unda depresyon olduğu araştırmalarla saptanmıştır” diye konuştu.

SÜREKLİ VE ŞİDDETLİ HORLAMAYA DİKKAT!
Horlama; eşlerin ve çevresindeki yakınlarının uykusunu bozduğu için, hastalar daha çok yakınları tarafından uyku merkezlerine müracaat etmeye zorlanırlar. Horlamanın kalp krizi, beyin damar hastalığı gibi ciddi sonuçlar doğurabilen uyku apnesinin en önemli belirtisi olduğunun altını çizen Uzman Dr. Özdemir, “Sürekli ve şiddetli horlaması, uykuda solunum durması oluyorsa, uykudan yorgun ve baş ağrısıyla uyanıyorsa, gündüz kendilerini hep yorgun ve uykulu hissediyorsa mutlaka uyku hastalıklarıyla ilgilenen uzman hekime ulaşılmalı” dedi.

0 yorum

Bagışıklık Sistemini Güçlendiren Yiyecekler Nelerdir

Son zamanlarda yaşlı veya genç herkesin hastalıklara yakalanma oranın arttığı ve sık sık hastalandığı görülmektedir. Sık hastalanmak özellikle grip, nezle, soğuk algınlığı gibi birçok hastalık ve enfeksiyon rahatsızlıklarının sebebini uzmanlar bağışıklık sisteminin yeterince güçlü olmamasından kaynaklandığını söylüyorlar. Bağışıklık sistemi düşük olan kişiler sık hastalanmakta özellikle de enfeksiyon hastalıklarına yakalanma riskleri artmaktadırlar. Bağışıklık sisteminin güçsüzlüğü sadece bu bilindik rahatsızlıklar ile değil aynı zamanda kanser, verem gibi daha ciddiyet gerektirecek rahatsızlıklara da yakalanma riskini artırmakta ve bu hastalıkların iyileşme süresini uzatmaktadırlar.

Bağışıklık sistemi düşük olan kişiler sadece sık rahatsızlanmaz aynı zamanda herhangi hastalıklarında iyileşme süreçleri oldukça uzun olmaktadır. Buda kişilerde halk tabiriyle gözümü hastalıktan açamadım tabirine yol açmaktadır. Uzmanlar sadece yetişkinlerde değil aynı zamanda çocuk ve bebeklerde de bağışıklık sisteminin düşük olmasından dolayı birçok hastalığa yakalandığı ortaya çıktığını söylüyorlar. Bağışıklık sistemini güçlendirecek besin nelerdir diye besinleri sıralamak yerine öncelikle bağışıklığı korumanın yöntemlerine bakmalıyız.


Bağışıklık sistemi nasıl korunur
Bağışıklık sistemi her insanda vardır az veya çok mutlaka bir bağışıklık sisteminiz vardır. Bağışıklık sisteminiz düşük diye teşhis konulduğunda hemen bağışıklığı sistemini güçlendirecek besinler nelerdir diye araştırma yapmayınız. Öncelikle var olan bağışıklığınızı korumaya özen göstermelisiniz. Bağışıklık sisteminiz, hazır gıdalardan oldukça kaçınmak, dengeli ve düzenli beslenmek, spor yapmak, bol oksijen almak ve vücudunuzun ihtiyaç duyduğu vitamin, mineraller ve protein değerlerine dikkat etmelisiniz. bağışıklık sisteminizin düşük olmasına veya düşmesine sebep olan ilk sebep karbon hidrat veya protein eksikliğinden olmaktadır. Bu besinlerin düzenli alınmasına özen göstermelisiniz. Bu besinleri sık tüketmek veya gereğinden fazla almak yerine düzenli ve dengeli tüketmeye dikkat edilmelidir. Spor yapmak bağışıklık sisteminizi güçlendirmeye sebep diğer bir unsurdur. 

Bağışıklık sistemini güçlendirecek besinler nelerdir; bol protein ve karbon hidrat içeren gıdalar öncelikli olarak bağışıklık sisteminizi güçlendirmenize yardımcı olacaktır. B2, B6, D ve C vitaminlerinin yeteri miktarda ve dengeli alınması da bağışıklık sisteminizi güçlendirecektir. 

Bağışıklık sistemini güçlendiren yiyecekler nelerdir sorusuna verilecek doğal besinler ise Sarımsak, Soğan, Domates, Havuç, Brüksel lahanası, kırmızı biber, kabak, portakal, brokoli, limon, mantar, süt ve süt ürünleri özellikle peynir ve yoğurt, zencefil, zerdeçal, bal, adaçayı, biberiye, maydanoz, kırmızı eti, balık eti, hindi eti, ay çekirdeği, yumurta, yeşilçay ve bunun gibi bazı gıdalar bağışıklık sisteminizi güçlendirmenize yardımcı olacaktır.
0 yorum

Televizyondan uzak dursunlar

Otizmin nedeni halen kesin olarak bilinmemekle birlikte uzmanlar, televizyonun otizmi tetikleyen bir unsur olduğu konusunda hemfikirler. 

Uzmanlara göre, 0-2 yaş arasındaki bebeklerin günde 2 saatten fazla televizyon izlemeleri otizm belirtilerinin artmasına neden oluyor.

Algı Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi uzmanlarından psikolog Özge Hoşgör, 2 yaşından önce çocuklara televizyon izlettirilmemesi gerektiği uyarısında bulunuyor.

Otizm, ülkemizde her 150 çocuktan birinde görülüyor. Erkeklerde kızlara oranla 3-4 kat daha yaygın. Otizmin nedeni halen kesin olarak bilinmemekle birlikte genetik olduğundan kuşkulanılıyor. Henüz otizm geni bulunmasa da uzmanlar bir yandan çevre kirliliği, kimyasal maddeler gibi çevresel faktörlerin de otizmi tetiklediğini düşünüyorlar. Tetikleyici bir diğer unsur da televizyon karşısında aşırı zaman geçirilmesi.

Dikkat eksikliğine yol açar
Algı Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi uzmanlarından psikolog Özge Hoşgör, bazı anne-babalar tarafından çocukların ağlamaması ve sakinleşmesi için günde 2 saat ve daha fazla süreyle televizyon karşısında oturtulduğuna dikkat çekti. 0-2 yaş arasında aşırı televizyon izleyen çocukların okul dönemlerinde dikkat eksiklikleri ve özel öğrenme güçlükleri yaşadığına işaret eden Hoşgör, “Televizyondaki renkli uyaranlara çocuklar bebeklik döneminden itibaren maruz kaldıklarında ekrandaki aksiyona odaklanıyorlar ve beyinleri normalden çok daha fazla yoruluyor. Bu durumda çocuklarda bebeklik döneminde sosyal uyaran eksikliğinden dolayı zayıf göz kontağı, dikkat dağınıklığı ve sosyal ilişkilerde yetersizlik gibi otizminde belirtileri olan faktörler kendini göstermektedir” dedi.

Televizyondan uzak dursunlar
Televizyonla otizm arasında nedensel bir ilişki bilimsel olarak kanıtlanmasa da “televizyon otizmi” denilen bir kavramın türediğini vurgulayan Hoşgör şöyle devam etti:

“Ancak unutmamak gerekir ki çocukta var olan otistik belirtiler aşırı televizyon izleme, bilgisayar oyunu oynamada gibi etkenlerle tetiklenmektedir. Aileler 2 yaşından önce çocuklarına kesinlikle televizyon izlettirmemeleri gerek. Amerikan Pediatri Akademisi önlem olarak 0-2 yaş çocuklarının televizyon ekranlarından uzak durmaları gerektiğini önemle vurguluyor. Otizm belirtileri gösteren veya buna yatkın olan çocuklar, televizyona gösterdikleri ilgiyi çevreye ve insanlara gösteremezler. Ailelerin bu konuda çok dikkatli olması gerek. Otizm belirtileri gösteren çocukların özellikle 3 yaşından önce teşhis edilmesi tedavi şanslarını artırır.”

0 yorum

Hızlı Kilo Verdiren Protein Diyeti


Hızlı kilo vermeyi saglayan protein diyetinin ana besin maddesi patates olmak ile birlikte, protein diyetinin ilk bir kaç günü yanlızca patates agırlıklı beslenmeye dikkat edilmesi gerekmektedir. Protein agırlıklı diyet listesi tüm kuralları ile uygulandıktan sonra hedeflenen ideal vücut seviyesine ulaşılması mümkündür. Protein diyeti tamamlanıp istenilen sonuçlar alındıktan sonra, diyet programına ara verilmesi gerektigi gibi, gerek duyulması anında ise 6 aylık bir zaman aralıgından sonra tekrar başlanabilmektedir. Hızlı kilo verdiren protein diyeti kurallara uygun olarak uygulanması halinde günde ortalama 600-700 kalori vermenize olanak tanımaktadır. Protein agırlıklı bu diyet programını uygulayan kilolarından şikayetçi bayanlar 1 haftada 5 kilo vermeleri ile uzman diyetisyenler tarafından özellikle tavsiye edilmesi ile adından söz ettirir. Hızlı kilo verdiren protein diyeti, adından anlaşılacagı gibi hızlı ve saglıklı kilo vermenizi saglarken, gün içerisinde metabolizmanın düzenli çalışmasınada yardımcı olmaktadır. Özellikle hamilelik dönemi boyunca fazla kilolara sahip olan ve sonrasında bu kilolardan kurtulamayan anneler için oldukça uygun bir diyet programıdır. Hızlı kilo verdiren protein diyeti için aşagıda yazılı olan kurallara mümkün oldugunca uyulmasını rica ederiz.


Protein diyetinin ilk üç günü
Kahvaltı: 2 adet orta boy haşlanmış patates
Öğle: 2 adet orta boy haşlamanmış ya da püre haline getirilip baharatlarla zenginleştirilmiş patates
Akşam: 3 adet orta boy haşlanmış patates

4.Gün
Kahvaltı: 2 adet dilimlenmiş portakal, 1 adet orta boy yeşil elma
Öğle: 2 adet orta boy patates ( baharatlar ile harmanlanmış olabilir )
Akşam: 1 çorba kaşıgı sıvı yag ile hazırlanmış zengin bir yeşil salata ve 200 gram civarında yagsız tavada hafif kızartılmış tavuk gögsü

5.Gün
Kahvaltı: 2 adet dilimlenmiş portakal, 1 adet orta boy yeşil elma
Öğle: 2 adet dilimlenmiş portakal, 1 adet orta boy yeşil elma
Akşam: 150 gram yagsız tavada hazırlanmış dana biftegi ve yanında bir çorba kaşıgı sıvı yag ile hazırlamış yeşil salata

6.Gün
Kahvaltı: 2 adet dilimlenmiş portakal, 1 adet orta boy yeşil elma
Öğle:1 adet dilimlenmiş portakal, 2 adet orta boy yeşil elma
Akşam: 1 çorba kaşıgı ile hazırlanmış yeşil salata, yagsız tavada hazırlanmış 1 adet levrek ya da çipura balıgı

7.Gün
Kahvaltı: 2 adet dilimlenmiş portakal, 1 adet orta boy yeşil elma
Öğle: nane ve yeşillik agırlıklı az yaglı patates salatası
Akşam: 2 adet yumurtadan yapılmış az yaglı omlet, hafif yaglı bol yeşillikli salata

Yukarıda bulunan açıklamada görüldügü gibi hızlı kilo verdiren protein diyetinin ana besin maddeleri patases,portakal ve et ürünleridir. Protein diyeti boyunca tüketilen besinler kısıtlı olsalarda, kısa süre sonra istenilen sonuca ulaşmak mümkün olacaktır. Diyet programı boyunca vücut et türü besinler yolu ile protein dengesini koruyacagı için, gün içerisinde yorgunluk ve bitkinlik hissi ortadan kalkacaktır.
0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI