işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar
Kadın Sağlığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kadın Sağlığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Miyom kısırlığa yol açabilir

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Buyru, "Özellikle rahim içinde ve rahim duvarında yer alan miyomlar, kanamayla kısırlığa da yol açabilir. Miyom çapı büyüdükçe ve sayıları arttıkça kısırlığa yol açma riski de artar" dedi.

Buyru, miyomların (Rahim tümörü) östrojen hormonuna bağımlı olarak geliştiğini belirterek, menopozdan sonra östrojen hormonunun etkinliğinin azalmasıyla mevcut miyomların çoğunlukla küçüldüğünü söyledi.

MİYOM GELİŞİMİNDE AİLESEL YATKINLIK ÖNEMLİDİR
Miyom gelişiminin ailevi eğilim gösterdiğini ifade eden Buyru, anne veya ablasında miyom saptanan kadınlarda miyom görülme riskinin daha yüksek olduğunu kaydetti.

Buyru, doğum yapmamış kadınlarda da miyom gelişimine sık rastladıklarını dile getirerek, "Miyomların belirtileri, bulundukları yer ve büyüklüklerine göre değişiklik gösterir. Rahim içine yakın ve büyük olan miyomlar daha fazla şikayete neden olur. Küçük olsa bile rahim içine yakın miyomlar adet esnasında kanama miktarının artmasına, kanama süresinin uzamasına yol açar. Tam tersine rahim dışına doğru olan miyomlar ise daha az şikayete neden olur. Bu tür miyomlar büyüdükleri takdirde idrar kesesi, barsak gibi komşu organlara bası yapıp, sık idrar yapma ve dışkılama güçlükleri şeklinde belirti verebilir" diye konuştu.

"MİYOM ÇAPI BÜYÜDÜKÇE KISIRLIĞA YOL AÇMA RİSKİ DE ARTAR"
Prof. Dr. Buyru, miyomların büyüklüklerinin çok değişken olduğunu kaydederek, birkaç milimetreden, 20-30 santimetreye kadar büyük miyomlara rastlayabildiklerini ifade etti.

Şikayet ve belirtilerin miyomların yerleşim yerini yakından ilgilendirdiğini anlatan Buyru, "Bazı miyomlar gebe kalmayı zorlaştırabileceği gibi, düşük ve erken doğum riskini de arttırabiliyor. Özellikle rahim içinde ve rahim duvarında yer alan miyomlar, kanamayla kısırlığa da yol açabilir. Miyom çapı büyüdükçe ve sayıları arttıkça kısırlığa yol açma riski de artar. Rahim içinde yer alan miyomlar küçük bile olsa daha fazla sorun yaratır. Miyomların yol açtığı en büyük problemler, kanama, gebe kalamama, çevre dokulara bası ve yoğun kanama sonucu ortaya çıkan kansızlıktır" ifadesini kullandı.

Buyru, miyomların kötü huylu olma olasılığının binde 5 olduğunu ifade ederek, hızlı büyüyen, kan akımında farklılıklar olan miyomların kötü huylu olabileceğini dile getirdi.

Doğurganlığını tamamlamış kadınlarda çok sayıda miyom olduğunu, bunların teker teker çıkarılmasının kanama riski taşıdığına vurgu yapan Buyru, bu tür ameliyatların kadının yaşamı açısından risk oluşturması halinde rahim alınmasını da gerektirebildiğini kaydetti.

"HER MİYOMUN ALINMASI GEREKMEZ"
Prof. Dr. Faruk Buyru, görülen her miyomun alınmasını şart olmadığına dikkati çekerek, bunların ilaçla tedavisinin olmadığını, bazen kanamaların azaltılması için geçici olarak ilaçlar kullanıldığını söyledi.

Miyomda kesin çözümün ameliyat olduğunu ifade eden Buyru, "Ancak pek çok kadın, ameliyata gerek olmadan miyomlarıyla sorunsuz yaşamlarını sürdürebilir. Kanama, gebe kalamama gibi şikayeti olanlarda ameliyat gerekebilir. Rahim içindeki miyomlar küçük olsa bile hem gebe kalamama, hem de yoğun kanamaya neden olmaları nedeniyle ameliyat gerektirir. Rahim duvarındaki miyomlar, 5 santimetreden büyükse veya çok sayıda olduğunda ameliyat düşünülebilir. Rahim dışında yer alan miyomlar, çok büyüdüğünde veya çevreye bası yaptığında ameliyat düşünülmelidir" şeklinde konuştu.

Buyru, miyomun kanlanmasını sağlayan damarın tıkanması gibi yeni tedavi seçeneklerinin ortaya çıktığını dile getirerek, bu yolun ameliyat olmak istemeyen veya operasyonu sorunlu olabilecek hastalarda düşünülmesi gerektiğini vurguladı.

0 yorum

Adet öncesi sendromu'na karşı dengeli beslenme

Kadınların çoğunun ortak sorunu adet öncesinde yaşanan farklı sorunlar. Gerginlik, halsizlik, aşırı iştah gibi sorunlar kadınların hayatını kabusa çevirebilir. 

KadıköyŞifa Kadıköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı - Dyt. Rabia Yurdagül Adet Sendromu hakkında bilgi veriyor ve dengeli beslenme ile şikayetleri nasıl azaltabileceğinizi anlatıyor.

Adet Öncesi Sendromu (Premenstrual sendrom, PMS), kadınlarda regl öncesi dönemde başlayıp ruhsal ya da fiziksel birtakım belirtilerle kendini gösteren ve reglin başlamasından bir hafta kadar önce ortaya çıkarak reglin bitiminden bir kaç gün sonra kaybolan durumu ifade eder. Karın bölgesinde şişkinlik, ağırlık artışı, iştah artışı, sık yeme ihtiyacı, tatlıya düşkünlük, cilt bozukluğu, uyku sorunları, göğüslerde hassasiyet, bel ağrısı, kabızlık, baş ağrısı, çarpıntı, duygusal dalgalanmalar, olumsuz düşünceler, depresyon hali, yorgunluk, halsizlik, unutkanlık, konsantrasyon güçlüğü, kendine güvenin azalması, gerginlik, kızgınlık ve öfke hali, seksüel isteklerde değişiklik gibi fizyolojik ve psikolojik birtakım belirtiler gözlemlenir.

Nedeni tam olarak belli olmamakla birlikte, genelde mineral ve vitamin yetersizlikleri, hormonal dengesizlikler, (progesteron yetmezliği ve diğer hormonal değişimler), kan şekerinin düşük olması, vücutta aşırı sıvı tutulumu, beyindeki bazı kimyasal ileticiler, bastırılmış cinsel arzu, psikolojik nedenler üzerinde durulmaktadır.

Regl öncesi döneminde genellikle aldatıcı bir kilo artışı görülür; ancak bu gerçek bir yağ artışı değildir. Bu durum östrojen ve progesteron hormonlarının dengelerindeki değişiklikler sonucu vücutta biriken ödemden kaynaklanır. Yine hormonal değişimler nedeniyle bağırsak sisteminin çalışma düzenindeki değişiklikler kabızlığın görülmesine neden olur ve kabızlıkta şişkinlik hissi yaratarak ağırlıkta artışın olduğunu düşündürür.

Regl dönemi biter bitmez, bağırsakların tekrar normal hızda çalışması sonucu, kabızlık sona erer ve hormonların normal dengeye ulaşmasıyla birlikte vücutta biriken sıvının atılmasıyla beraber kiloda normale döner.

Ancak regl döneminin başlangıcından birkaç gün önce, değişen iştah durumu kontrol altına alınmayıp vücudun ihtiyacından fazla enerji alınması ağırlık artışı ihtimalini yükseltir.

Regl dönemi öncesi çikolata ve bunun gibi tatlı, şekerli yiyeceklerin yenilmek istenmesinin nedeni, östrojen hormonunun vücutta dolaşımının azalmasıdır. Östrojen kadınlar için uyarıcı bir hormondur, vücuttaki seratonin, noradrenalin ve endorfin hormonlarının üretimini artırır. Östrojen azalmasıyla, kan şekerindeki düşme eğilimi artar dolayısıyla bu durum iştah metabolizmasının uyarılmasına neden olur ve sürekli tatlı yeme ihtiyacı hissedilir. Bu nedenle, özellikle bu dönemde az ve sık aralıklarla beslenmek ve glisemik indeksi düşük besinleri tercih etmek oldukça önemlidir.
Dyt. Rabia Yurdagül

İştahının artışının nedeni, vücutta progesteron seviyesinin artması sonucu metabolizma hızında artış görülmesi ve beyne daha fazla kaloriye ihtiyaç duyulduğunun sinyallerini gönderilmesi sonucu vücudun daha fazla kalori alma isteğinin oluşmasıdır.

Vücudun su tutmasının nedeni; bazı araştırmalara göre, östrojen hormonunun vücutta tuzu tutması ve bu durum sonucu vücudun tuz seviyesini normal ve sağlıklı düzeyde tutabilmek için suyu yapısında toplamasıdır. Bazı çalışmalarda ise vücuttaki suyun korunmasında rolü olan vitamin ve minerallerin eksik olması sonucu bu dönemde hassasiyetin arttığı belirtilmektedir. Ödemler genellikle karın bölgesi, göğüsler ve yüz çevresin olmaktadır.

Beslenme;
1. Kan şekeri dengesinin sağlaması için ana ve ara öğün düzenine dikkat edilerek azar azar ve sık sık beslenilmeli.
2. Karbonhidrat kaynağı olarak şeker, tatlı, çikolata gibi besinler yerine ekmek, kepekli makarna, esmer pirinç, bulgur, kuru baklagil ve sebzeler gibi kompleks karbonhidrat kaynakları tüketilmeli.
3. Tuz ve tuz içeriği yüksek salamura besinler, tuzlu bisküviler gibi besinlerin tüketimi minimuma indirilmeli.
4. Bağırsakların çalışmasına yardımcı olan ve tokluk hissini artırmayı sağlayan lif içeriği yüksek besinlerin (sebze ve meyveler gibi) tüketimine ağırlık verilmeli.
5. Çay, kahve, kola gibi kafein içeren içecek tüketiminden ve alkol tüketiminden kaçınılmalı.
6. Su başta olmak üzere yeterince sıvı tüketilmeye özen gösterilmeli.
7. Hormonal denge üzerine olumlu etkisi olduğu için egzersize mutlaka yer verilmelidir.

0 yorum

10 Adımda Cilt Sağlığı

Yaşlanma belirtilerini ilk ele veren ve koruduğumuzda aslında zamana meydan okumamızı sağlayan cildimizin bakımını nasıl yapmamız gerektiğini Hisar Intercontinental Hospital Dermatoloji Uzmanı Dr. Burçak Bozdemir Aral’dan öğrendik…

1 Adım: Cilt tipinizi öğrenin!
Kim kusursuz görünen bir cilt istemez ki? Bunun için ilk adım cilt tipinizi öğrenmektir. Cildiniz;
• Pul pul dökülme görüyorsanız, kuru;
• Parlak, yağlı, büyük gözenekleriniz varsa, yağlı;
• Alın, burun ve çene bölgeniz yağlı, yanak bölgeniz kuruysa, karma;
• Bazı makyaj malzemelerini ve bakım ürünlerini kullandıktan sonra yanma ya da kaşıntı hissediyorsanız hassas;
cilt sınıfına girer.

2. Adım: Cildinizi önce temizleyin!
Normal ve dengeli bir cilt tipine sahipseniz yüzünüzü yıkamak için pahalı ürünleri satın almak zorunda değilsiniz. Cilt tipinize uygun olan yumuşak bir temizleyici kullanın. Bol ılık su ile durulayın, sonra kurulayın. Eğer cildiniz kurur ya da yağlanırsa farklı bir temizleyici deneyin.
Cildiniz kuruysa alkol veya koku içermeyen yumuşak bir temizleyici kullanın. Sabun kullanmayın. Nazikçe bol ılık su ile durulayın, sıcak su kullanmaktan kaçının. Pul pul dökülen deri hücrelerinden kurtulmak için haftada bir kez kuru ciltler için uygun bir peeling deneyin. Cildinizin daha da canlı görünmesini sağlayacaktır.

Cildiniz yağlı ise, yıkamak için jel şeklinde köpüren bir temizleyici kullanın. Bol ılık su ile durulayın.
Cildiniz hassas ise, çok nazik bir temizleyici ile yıkayın ve ılık su ile durulayın. Hatta durulama gerektirmeyen cilt üzerinde kalabilen temizleyici ürünler kullanabilirsiniz. Alkol, sabun, asit veya parfüm içeren ürünler yerine, aloe, papatya, yeşil çay, gliserin ve yulaf gibi maddeler içeren ürünleri tercih edin.

Cildiniz yağlı olsa bile nemlendirilmeye ihtiyacı vardır. Bu nedenle cilt tipiniz ne olursa olsun cildinize özel bir nemlendiriciyi her gün düzenli olarak kullanın. Su bazlı ve nonkomedojenik ( siyah nokta oluşturmayan ) nemlendiricileri tercih edin. Eğer cildiniz yağlı ve akneye yatkınsa hafif ve yağsız nemlendiricleri özellikle tercih edin Nemlendiricinin daha etkili olmasını istiyorsanız cildinizi yıkadıktan hemen sonra nemlendiriciyi uygulayın.

4. Adım: Güneş koruyucu kullanın!
Güneşin sadece 15 dakika içerisinde bile cildinize zarar verebileceğini unutmayın. Kullanılan nemlendiricilerin büyük bir kısmı güneş koruyucu içerse de ayrıca güneş kremi kullanmak özellikle yaz aylarında mutlaka gereklidir. Hava kapalı bile olsa mutlaka güneş kreminizi kullanın ve her üç saatte bir yeniden uygulayın.

5. Adım: Cildinizi ne zaman yıkamanız gerektiğini öğrenin!
Gün içerisinde yüzünüzü çok fazla yıkarsanız kurutursunuz. Sabah ılık su ile yüzünüzü yıkayın. Kurulamak için yumuşak bir havlu kullanın ve kurularken yüzünüzü ovalamayın. Geceleri ise yüzünüzü cildinize uygun bir temizleyici veya yumuşak bir sabun ile yıkayarak günün kir ve makyajından kurtulabilirsiniz.

6. Adım: Makyajınızı temizlemeden uyumayın!
Yorgun olduğunuzda, yüzünü yıkamadan yatağa gitmek isteseniz de; cildinizin üzerinde bıraktığınız makyaj gözeneklerinizi tıkayarak akne oluşumuna neden olur. Makyajınızı temizlemek için yumuşak bir temizleyici ya da makyaj temizleyicilerinden yararlanın.

7. Adım: Meydanı aknelere bırakmayın!
Aknelerinizi sıkmayın. Bu enfeksiyon ve kalıcı izlere yol açabilir. Bunun yerine mutlaka dermatoloğunuza başvurarak akne giderici ürünler konusunda destek alın.

8. Adım: Bronzlaşmanın cilt hasarı olduğunu unutmayın!
Bronzluk hasarlı cilt anlamına gelir. Güneş veya solaryum yardımıyla oluşan ciltteki renk değişiklikleri gelecekte daha kırışık bir cilde sahip olmanıza neden olabilir. Daha güvenli bir bronzluk için, güneşsiz kendinden bronzlaştırıcı ürünleri deneyin.

9. Adım: Makyaj malzemelerinizi paylaşmayın!
Makyaj malzemelerinizi paylaşmayın. Aynı malzemeyi kullanan diğer kişilerde var olan enfeksiyonlar size de bulaşarak cildinizi olumsuz etkileyebilir. Göz enfeksiyonu yada yüz bölgesinde siğil uçuk gibi bir enfeksiyon yaşadıysanız yeniden olmasını engellemek için o sırada kullandığınız ürünleri atıp yerine yenisini alın.

10. Beslenme ve uykunuza önem verin!
Cildinizi akıllı yiyerek sağlıklı tutun. Sebzeler, meyveler, tam tahıllar ve düşük yağlı süt ürünleri tüketin. Tavuk, balık, yağsız et, fasulye ve yumurta gibi yağsız proteinler seçin. Kolesterol, yağ, tuz ve şeker içeriği yüksek olan gıdalardan uzak durun. Bol su içmeye özen gösterin.
Uyku sağlıklı bir cildin olmazsa olmazıdır. Göz çevresinde koyu halkaların olduğu, donuk bir cilde sahip olmak istemiyorsanız düzenli ve kaliteli bir uyku uyuyun. Sigara içmeyin. Stresli yaşamdan uzak durun.

0 yorum

Sağlıklı ve güzel bacaklara kavuşabilirsiniz!

Bacak ağrıları basit varis hastalığına bağlı ise tedavi sonrası daha sağlıklı ve güzel bacaklara kavuşabilirsiniz!

Duplex Ultrason inceleme ile ağrılarınızın varislere bağlı olup olduğunu tek seansta öğrenin!

Op. Dr. Deniz Durak, “bacak ağrıları, ister atardamar ister toplardamarlara bağlı olsun, tanının tek seansta hızlı bir şekilde koyulmasının mümkün olduğunu” belirtiyor.

Her bacak ağrısı varis kaynaklı olmayabilir!

Bacak ağrıları travmaya bağlı olarak veya travma dışında tıbbi nedenlerle ortaya çıkabilir.
Bacak ağrıları; bacakta bulunan kemikler, eklemler, eklemleri stabilize eden ligamentler, kaslar, tendonlar, kan damarları (atardamar, toplardamar), sinirler, ciltte olan zedelenmelere, inflamasyonlara (romatolojik, enfesiyonlara veya diğer nedenlere) bağlı veya nadiren de olsa tümör kaynaklı olabilir. Ayrıca bel bölgesi rahatsızlıklarında ağrı bacağa yansıyabilir. Bazen bacağa gelen atardamarlarda kronik ve ani gelişen tıkanıklıklar bacak ağrılarına neden olabilir.


Atardamarlara bağlı sorunlar ciddi ağrılara, kapanmayan yaralara, hatta bacak kaybına dahi neden olabiliyor.

Bacakta; kalpten kanı getiren atardamarların daralma ya da tıkanması nedeniyle, genellikle hareketle artan, dinlenmekle azalan, ancak ileri dönemlerdeki daralma ve tıkanmalarda (ani gelişen embolik-pıhtıya bağlı- tıkanmalar da olabilir) veya yara gelişmesi durumunda, ancak ciddi ağrı kesicilerle geçebilen, bacağın yetersiz kanlanması nedeniyle olan ağrılar gelişir.

Eğer toplardamar kaynaklı sorunlar basit varis hastalığına bağlı ise tedavi ile düzelebilir, iç varisle ilgili ise başka problemlerin ortaya çıkması engellenebilir.

Bacakta kullanılan kanı kalbe geri götüren toplardamarlardaki sorunlara bağlı olan ağrılar ise; Derin Ven Trombozu (DVT) ve yüzeyel damarların iltihabı (Tromboflebit) halinde veya bacakta kanın göllenmesi nedeniyle olan ağrılar (basit varis veya iç varise bağlı) şeklindedir.

Ortopedik, Romatolojik, diğer sistemik hastalıklar veya bel ağrılarına bağlı ağrılar için birçok tetkik yapılması gerekebilir, tanının konulması masraflı olduğu gibi zaman alabilir. Buna rağmen, bacakta ister atardamar ister toplardamarlara bağlı olsun damar kaynaklı ağrıların tanısını koyabilmek Duplex Ultrason inceleme ile diğerlerine göre daha kolaydır.

Bacak damarlarına bağlı olan ağrıların ciddi sonuçları olabileceği için bacak ağrılarının damar kaynaklı olup olmadığına karar verebilmek büyük önem taşır.

Muayene sırasında yapılan Duplex Ultrason (damar ultrasonu) inceleme ile tek seansta ağrılarınızın damarlara bağlı olup olmadığına karar verilebilir.

0 yorum

Doğum Kontrolünde Doğallık Dönemi Başlıyor...

Doğum Kontrolünde Doğallık Dönemi Başlıyor…
Kadın sağlığına yönelik sunduğu yenilikçi çözümlerle alanında lider olan Bayer Kadın Sağlığı; “Kadın Doğasına Uyumlu Doğum Kontrol Hapını Türkiye’de ilk kez The Edition Otel’de düzenlenen basın buluşmasıyla tanıttı.

Bayer Kadın Sağlığı İş Birimi Direktörü Dr. Oğuz Mülazımoğlu’nun ev sahipliğinde gerçekleşen toplantıya Türk Jinekoloji Derneği (TJOD) Genel Sekreteri Prof. Dr. Ateş Karateke ve İstanbul Üniversitesi - İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erkut Attar konuşmacı olarak katıldı.

Doğal ve sağlıklı yaşamı benimseyen kadınları doğala özdeş bir doğum kontrol yöntemiyle tanıştıran Bayer, kadın doğasına uyumlu doğum kontrol hapının tanıtımını doğallık temasını tamamlayan “koku” konseptiyle gerçekleştirdi.

“Doğala Özdeş Doğum Kontrol Hapı”
İlk kez 2009 yılında Almanya’da kullanılmaya başlanan ve şimdiye dek yaklaşık 60 ülkede lansmanı yapılan bu yenilikçi ürünü Türkiye pazarına sunan Bayer adına görüşlerini belirten Bayer Kadın Sağlığı ve Genel Tedaviler – İş Birimi Direktörü Dr. Oğuz Mülazımoğlu, “Türkiye’de kadın sağlığı alanında her kullanılan 10 ilacın 9’u Bayer’e ait. Yeni ürünümüz, doğala özdeş estradiol içerdiği için, geniş bir kitleye hitap edeceğini düşünüyoruz “ dedi. Yenilikçi ürünler ve çalışmalar ile kadın sağlığı alanında lider firma olmaya devam edeceklerini söyleyen Dr. Oğuz Mülazımoğlu; sektöre farklı tanıtım teknikleriyle de yenilikler getirdiklerini belirtti. Mülazımoğlu; ilaç sektöründe bir ilki gerçekleştirerek “duyulara yönelik iletişim” yöntemini uyguladıklarına dikkat çekerek, yeni ürünün tanıtım çalışmalarında doğallığı akılda kalıcı biçimde anlatmak amacıyla özel olarak tasarlanan ve doğallığı çağrıştıran kokudan yararlandıklarını söyledi.

Türkiye’de Kadınlar Bedenlerini Tanımıyor!
Toplantıda söz alan Türk Jinekoloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Ateş Karateke, Türkiye’de halen doğum kontrol yöntemleri konusunda yeterli bilincin oluşmadığına dikkat çekerek Bayer adına gerçekleştirilen kadın sağlığı araştırmasını katılımcılarla paylaştı. Karateke; halen doğum kontrol hapları konusunda özellikle Türk toplumunda doğru bilinen yanlışlar olduğuna değinerek kadınların hormonal döngüsü hakkında fikir sahibi olmadığına dikkat çekti.

Karateke; 10.000 kadın arasında yapılan araştırmada kadınların sadece yüzde 20’sinin doğum kontrolü hakkında doğru bilgiye sahip olduklarını ve bunların sadece yüzde 9’unun doğum kontrol haplarında hangi tip hormonun bulunduğunu bildiklerini belirtti.

Doğum Kontrol Hapı Kullanan Kadınlar Cinsellikten Daha Çok Zevk Alıyor!
Doğum kontrol hapı kullanmış olan kadınlar, bu yöntemi cinsel hayatın kalitesi açısından en iyi yöntem olarak tanımlarken geri çekilme ve prezervatife göre cinsellikten daha çok zevk alınmasını sağladığını da belirtiyor.

Kadınlar Doğal bir Yöntem İstiyor!
Prof. Dr. Erkut Attar ise Doğal Doğum Kontrol Hapı Qlairista’nın kadınlar için getirdiği yenilikleri anlattı. Öncelikle her kadının ihtiyacının kendi bedenine göre farklılık gösterdiğinin altını çizen Attar; doğala özdeş doğum kontrol hapı Qlairista’nın; kadınların kendi vücutları ile uyum içinde olan yepyeni bir doğum kontrol yöntemi olduğunu belirtti.

Doğum Kontrol Hapları arasında bir ilk olan bu doğum kontrol hapının kadın vücudunun ürettiği östrojen hormonuyla aynı yapıya sahip estradiol hormonu içerdiğini anlatan Attar; Qlairista’nın kanama miktarını da önemli ölçüde azaltarak kadınların yaşam kalitesini yükselttiğinin de altını çizdi.

Qlairista Nedir?
Qlairista, ilk kez Almanya’da Qlaira adıyla 2009 yılında piyasaya verilmiş olan, dünyada 2,5 milyon kadın tarafından kullanılan, doğal östrojene özdeş “estradiol” içeren ilk doğum kontrol hapıdır

Ne Yenilik Getiriyor?
• Doğala Özdeş estradiol hormonu içeriyor
• Her gün kadın vücudunda üretilen hormon dozlarına tam olarak eşit miktarda hormon içeriyor
• Kanama miktarını azaltarak ve adetleri düzenleyerek kadınların yaşam kalitesini yükseltiyor
• Anti-androjenik özellikleri ile cildin ve saçların görünümünü iyileştiriyor

Hangi kadınlar için?
• Kullanmasında sakınca bulunmadığı halde doğum kontrol hapları almaktan çekinen
• Daha önce farklı doğum kontrol hapları kullanmış ve yan etkiler nedeniyle bırakmış
• Güvenilir ve doğal bir korunma yöntemi arayışı içinde olan, ilk adetten menopoza kadar tüm kadınlar için.


0 yorum

Kadınların korkulu rüyası

Cilt çatlağı sık görülen bir rahatsızlık. Özellikle kadınların korkulu rüyası olan bu rahatsızlık, estetik açıdan da kadınları üzebiliyor. Deride çizgisel incelme ve yara izi şeklinde görülen bu rahatsızlıktan kurtulmak mümkün mü? 

Esteworld Plastik Cerrahi Hastaneleri Dermatoloğu Gül Yıldırım, “Son zamanlarda fraksiyonel lazer tedavileriyle çatlaklarda yüzde 80’e varan oranda azalma ve sıkılaşma yapabilmek mümkündür” diyerek cilt çatlağından kurtulunabileceği müjdesini verdi.

Cilt çatlakları vücudun değişik bölgelerinde kilo artışı nedeniyle derinin alt dokularında sürekli gerilme sonucu ortaya çıkıyor. Bu rahatsızlık özellikle kadınları rahatsız ediyor. Esteworld Plastik Cerrahi Hastaneleri Dermatoloğu Gül Yıldırım, cilt çatlağının freksiyonel lazer ile yüzde 80 aranında ortadan kaldırılabileceğini anlattı.

Fraksiyonel lazerin epidermis (üst deri) ve dermis (alt deri) de etkili olan yeni bir lazer sistemi olduğunu anlatan Dermatoloğu Gül Yıldırım, “Fraksiyonel lazerlerin etki mekanizması lazer ışığının minik sütunlar halinde deride ısı hasarı yaratmasıdır. Bu sütunlar halindeki ısı hasar alanlarına mikrotermal tedavi bölgeleri denir. Isı hasarı nedeniyle cilt tarafından yara olarak algılanan işlem , yara onarım mekanizmalarını tetikleyerek yeni kollajen sentezini başlatır. Yeni kollajen sentezinin bir sonucu olarak çatlak genişliğinde daralma, derinliğinde azalma, yüzeyde düzelme gözlenir. Fraksiyonel teknolojide mikrotermal tedavi alanlarının etrafındaki deri alanı sağlam kalır dolayısıyla bu hasarı görmüş alanlar etraftaki sağlam deriden gelen hücrelerle hızla onarılır” dedi.

Çatlakların yeni veya eski olması
Dermatoloğu Gül Yıldırım, fraksiyonel lazerler için en ideal vakaların açık tenli kişiler olduğunu belirterek, “Ancak uygun hava koşullarında her cilt tipine uygulanabilir, yüz dışında boyun gövde kol ve bacaklarda uygulama yapılabilir” diye konuştu.

Son zamanlarda fraksiyonel lazer tedavileriyle çatlaklarda yüzde 40 ile yüzde 80 oranında azalma ve sıkılaşma yapabilabildiğini açıklayan Dermatoloğu Gül Yıldırım, “Çatlakların yeni veya eski olması, herhangi bir sistemik hastalığın veya ilaç kullanımının olması, kişinin deri yapısı, deri tipi, genetik özellikleri hasta seçiminde önemli rol oynar” dedi.

Makyaj yapılabilir
Dermatoloğu Gül Yıldırım, işlem esnasında hafif yanma hissi ve hemen sonra uygulama yapılan bölgede kızarıklık ve hafif ödem olabileceğini ve bunun gün boyunca sürebileceğini ifade ederek, şunları şöyledi: “Ancak bu etkiler lokal etkili kremler ve buz pedleriyle giderilebilir. İşlemden birkaç gün sonra ciltte hafiften orta dereceye kadar soyulmalar görülebilir ancak bu tablo en geç 1 hafta içinde tamamlanır. Tedavi sonrası makyaj yapılabilir, hafif nemlendiriciler sürülebilir. Fraksiyonel lazer uygulamaları seanslar halinde uygulanır ortalama 2 ila 4 hafta aralıklarla şikayetin durumuna göre 2 ila 6 seans planlanır. Fraksiyonel lazer sonrası 6-12 ay süre ile güneşlenmekten kaçınılmalı ve güneş koruyucu kullanılmalıdır.”

0 yorum

Bebeğinizi kucağınıza aldığınızda

Hamileliğin ardından, bebeğinizi kucağınıza aldığınız an, hayatınızın en mutlu anlarından bir tanesidir. Kendi canınızdan bir parçanın sağlıklı doğması, ailenize katılması, hayatınızda yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bu yeni başlangıç bazen yeni doğum yapan kadınlarda strese, psikolojik olarak değişikliğe yol açabilir. Bu stres normaldir ancak uzun sürerse doğum sonrası depresyonu yaşıyor olabilirsiniz…

Terapi İstanbul’dan Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer doğum sonrası depresyonu şu şekilde değerlendirdi;
Kadınlar, bir şekilde, doğumun otomatik olarak keyif ve neşe oluşturduğunu öğrenmişlerdir. Çocuk doğurmayı takip eden dönemin hayatlarının en mutlu zamanı olması gerektiğine inanmaya yönlendirilmişlerdir. Gerçekte ise, ailenin yaşam döngüsündeki en stresli ve endişe üreten dönemlerden birisidir. Bu dönemde kadının eşinin, ailesinin ve yakınlarının annelik rolüne uyum sağlamaya çalışan anneye psikolojik destek vermesi gereklidir.

Her sene, doğum yapan kadınların yarısından fazlasında ruhsal sorunlar görülmektedir. Bu kadınlardan yüzde 10 ile 15'i çocuk doğurmayı takip eden dönemde, uykusuzluk, kafa karışıklığı, annelik durumuna alışma endişesi gibi problemler yaşamaktadır.

Doğan çocuğun attığı ilk çığlıktan sonra, sorulan ilk soru, ‘‘Kız mı oğlan mı’, ikincisi de ‘‘Annenin sağlığı nasıl?’’dır. Bu soruyla merak edilen annenin fiziksel sağlığıdır. Ve ‘‘İyi’’ cevabı alındıktan sonra ‘‘doğum olayı’’ başkaları için bitmiştir. Oysa anne için doğumun sadece fiziksel aşaması sona ermiş ve annelik rolüne uyum sağlamasını gerektiren, ruhsal problemlerin yaşanabileceği bir dönem başlamıştır. Bu dönem gündelik sorunların yaşanıp profesyonel yardım olmadan aşılabileceği gibi yardım gerektirecek kadar ciddi problemler de görülebilir.

Yeni anneler, doğumdan sonraki ilk sene içinde her an depresyona yatkındırlar. Bir çocuğun bakımını üstlenmekle birlikte insanın eşiyle geçirdiği zamanın kaybı, yetişkin arkadaşlıklarının kaybı, özgürlüğün ve alışılmış gündelik hayatın kaybı da yanında gelmektedir. Yaşamlarının bir daha asla eskisi gibi olmayacağının bilinciyle, yeni yaşam tarzına uyum sağlamaya çalışırken bu bütün aile için de bir uyum zamanıdır.

Gözardı Edilen Ruhsal Sıkıntılar
Doğum sonrasında annelere tıbbi bakım eksiksiz verilirken, ruhsal sorunlar göz ardı edilebilir. Doğum yapan kadınlarda annelik hüznü %50-70, doğum sonrası depresyon %10-15 oranında görülebilir. Doğum sonrası dönemdeki ruhsal sorunlar için risk faktörleri şunlardır: Evlilikle ilgili sorunlar, geçmişteki ruhsal sıkıntılar (depresyon, bunaltı, kaygılar), ailede ruhsal hastalık, evli olmama, istenmeyen gebelik, annelik rolü için hazırlıksız olma, ilk gebelik, doğum korkuları, sosyal desteğin olmayışı sayılabilir. Doğumla birlikte değişen rol tanımları (çift olmaktan anne baba olmaya geçiş) ve bebek bakımının getirdiği psikososyal stresler ruhsal sorunların ortaya çıkmasını tetikleyebilir.

Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer; “Doğum sonrası depresyon genellikle birkaç ay içinde düzelir”
Doğum sonrası depresyon, doğumdan sonraki ilk 6 hafta içinde sinsice başlar, bir hatta iki yıl sürebilir. Klinik tablo hafif depresif duygu durumdan melankoliye kadar değişebilir. Doğum sonrası depresyon genellikle birkaç ay içinde düzelir. Orta ve ağır şiddette ise mutlaka bir uzman tarafından tedavi edilmelidir. Tekrarlama riski hem sonraki doğumlarda hem de hamilelik dışı dönemlerde yüksektir. Eğer geçmişte depresyon öyküsü yoksa doğum sonrası depresyon riski %10-15, depresyon öyküsü varsa %25’tir.
Doğum sonrası depresyon tedavi edilmezse uzun sürer ve anneye verdiği duygusal zararın yanı sıra çocuğun gelişimini de olumsuz yönde etkiler.

Doğum sonrası depresyon belirtileri nelerdir?

• Normalden daha fazla ağlama
• Çoğunlukla üzgün hissetme
• Konsantre olamama ve sıkıntı içinde hissetme
• Eşyaları nereye koyduğunuzu hatırlamakta zorluk çekme
• Eskiden keyif aldığınız şeylerden keyif alamama
• Çok yorgun olduğunuz halde bebeğiniz uyuduktan sonra bile hala uyuyamama
• Günün çoğunda yorgun olma
• Hep böyle hissedecekmiş gibi hissetme
• Yalnız kalmaktan korkma
• Böyle hissetmeye daha fazla devam etmek durumunda olmaktansa ölmüş olmayı isteme

Tedavi Yöntemleri;
* Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer
Genellikle, belirtiler fark edilmeden geçer çünkü bunlar yeni bir bebeğin bakımının getirdiği stresin birer parçası sanılabilir.

Bir bebeği göğüsten emzirmek ve adetlerin geri dönmesi, vücudun biyokimyasını değiştirebilecek ve bir depresyonun zamanlamasını etkileyebilecek önemli hormonal olaylardır.

Hamilelik, doğum ve doğum sonrası döneme ilişkin verilen eğitim ve gevşeme teknikleri anneyi pasif konumdan çıkararak korkusunu kontrol altına almasına yardımcı olmaktadır. Psikiyatrik ilaçların bebek üzerindeki etkileri konusunda bilinenler azdır. Zorunlu olmadıkça, özellikle ilk üç ayda ilaç kullanımından kaçınılmalıdır.

Ruhsal duruma bağlı olarak annenin beslenmesi ve bakımı önemli ölçüde bozuluyorsa ya da kendisi, bebeği ve çevresi için risk oluşturuyorsa en düşük risk grubundan ilaçlar, etkili en düşük dozda kullanılabilir.

0 yorum

Gençlik iksiri kulağınızda saklı

Yılların ilerlemesiyle cildinizin eski formunu kaybetmesi yüzde kırışıklığı ve çatlamayı getiriyor. Gelişen teknolojiyle kulağınızın arkasından alınan fibroblast hücreleriyle artık daha genç görünmek mümkün. 

Esteworld Plastik Cerrahi Hastaneleri’nden Uzm. Dr. Eylem Acar, FDA onaylı ‘Fibrocell’ teknolojisiyle çoğaltılan fibroblastın yüzünüzde ihtiyaç duyulan bölgelere nakledilerek daha genç bir cilde kavuşabileceğinizi söyledi.

Kulağınızın arkasında cildinizin kaybettiği ışıltıyı sağlayan dokuların bulunduğunu biliyor muydunuz? Güneş görmeyen ve dolayısıyla güneşin zararlı etkilerinden korunmuş olan bu özel bölgeden alınan dokular, zamana yenik düşen cildinizin yeniden ışıldamasını sağlıyor.

Esteworld Plastik Cerrahi Hastaneleri’nden Dermatolog Uzm. Dr. Eylem Acar, gelişen teknolojinin kendi hücrelerinizle gençleşmeyi ve güzelleşmeyi mümkün kıldığını söyledi. Kulak arkasında bulunan fibroblast hücrelerinin aslında gençlik iksiri değerinde olduğunu anlatan Eylem Acar, fibroblastın laboratuvarda “Fibrocell” teknolojisiyle çoğaltılarak başta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülkede yüzdeki kırışıklıkların ve çatlakların giderilmesi, derin olukların tedavisi, dudakların biçimlendirilmesi ve akne tedavilerinde dolgu maddesi olarak kullanıldığını açıkladı.

Serum şeklinde enjekte ediliyor
Tıp dünyasında büyük yankı uyandıran bu tedavinin klinikte kulak arkası ya da kol içi gibi güneş görmeyen ve kanlanması zengin olan bölgeden 3 mm çapında alınan bir parça ile başladığını anlatan Uzm. Dr. Eylem Acar, “Aynı zamanda kişiden kan alınıyor. Laboratuvara gönderilen kan ve dokunun hücre üretimi yapılıyor. Dört hafta sonra ilk elde edilen hücre kültürü serum şeklinde kişiye enjekte ediliyor. Üç hafta aralıklarla 3 seans uygulama yapılıyor” dedi.

6 haftada hissedilir değişiklik
Uzm. Dr. Eylem Acar
Kiyişe enjekte edilen hücrelerin kollajen sentezleyerek derinin yeniden yapılandırılmasını sağladığını dile getiren Uzm. Dr. Eylem Acar, işlemin ardından değerlendirmenin 6 ayda yapılabileceğini ifade etti. Eylem Acar, ilk enjeksiyon ile mekanik bir doluluk hissedildiğini ve daha sonra çökme olduğuna dikkat çekerek, şöyle konuştu: “Üç hafta arayla 2-3 tekrar yapılır. Gözle görülür değişikliklerden önce hissedilir değişiklikler kollajen senteziyle belirginleşmeye başlar. Bu değişiklikler 6-8 haftada bir görülür. Tedavinin ardından 12-24 ay boyunca kademeli olarak düzelme sağlanır. Bu düzelme uzun sürelidir ve bazı araştırmalarda dağılmadan 4-5 yıl boyunca sürdüğü belirtiliyor.”

Fibroblastın etkisi
Uzm. Dr. Eylem Acar, kişinin yaşlandıkça derinin dermis katmanında bulunan hücre sayısının azaldığını hatırlatarak, bu nedenle derinin destek elamanları arasında bulunan elastin ve kollajen liflerin kalitesinin bozulduğunu ifade etti. Kalitesi düşen derinin nemi içerisinde tutamadığını kaydeden Eylem Acar, şunları söyledi: “Cilt, dışarıdan ne kadar nem takviyesi yapılsa da gençlik çağındaki parlaklığı ve canlılığı kazanamaz. Bu yöntemle cilt, hücre sayısı yönünden zenginleştirilir. Hücresel aktiviteler sonucu elastin ve kollajen seviyesi yükselir nem dengesi düzelir. Böylece gençlik çağındaki parlak, sıkı ve pürüzsüz cilt yapısına kavuşulur.”

0 yorum

Doğru Zannederek Yaptığınız Yanlışlar

Cildinizi Korumak İçin Doğru Zannederek Yaptığınız Yanlışları Biliyor muydunuz?

Cildinizi korumak adına anneannelerinizden kalan fikirler her zaman işe yaramayabilir. Hisar Intercontinental Hospital Dermataloji Bölümü Uzmanı Dr. Funda Ataman’dan doğru bilinen yanlış uygulamaları öğrendik.

Parmaktaki dolamaya soğan bağlamak…
Parmakta dolama, çoğu kez tırnağı derin kesme, şeytan tırnaklarını koparma, temiz olmayan işlerle uğraşma sonrası ortaya çıkan deri enfeksiyonudur. Bu enfeksiyonlarda soğan pişirip bağlama adeti vardır. Bunun bilinen bir yararı olmadığı gibi; soğandan ikincil bir enfeksiyon kapma riski vardır. Antibiyotik kullanımı ve iltihabın boşaltılması doğru tercihtir.

Güneş yanığına yoğurt sürmek…
Güneş yanığında yoğurt sürmenin deriye serinlik hissi vermesi dışında bilinen bir etkisi yoktur. Doğrusu yanık merhemlerinin sürülmesi ve soğuk uygulamadır.

Yanıklara diş macunu sürmek…
Evdeki ufak tefek kaza yanıklarında diş macunu sürmenin hiçbir yararı yoktur. Aksine ciltte tahrişe neden olur. Bunun yerine yanıklara uygun merhemler kullanılmalıdır.

Açık yaralara tütün basmak…
Açık yaralara tütün basmak hiçbir yarar sağlamayacağı gibi ölümcül enfeksiyonlara yol açabilir.

Siğillere incir sütü sürmek…
Derinin tahrişine ve kötü izlere neden olur. Bunun yerine siğil ilacı kullanmak, siğilleri dondurmak (kriyoterapi) ya da yakmak (elektrokoterizasyon) doğru bir uygulama olacaktır.

Ödemli bölgeye sülük yapıştırmak…
Ödemli deri bölgelerine sülük yapıştırmak, Anadolu’da her yıl çok sayıda ağır enfeksiyona neden oluyor, bazen hayati riskler ortaya çıkıyor.

Derideki morluk ve şişliklere çiğ et yapıştırmak…
Çarpma, vurma sonrası oluşan deri morlukları ve şişliklerine çiğ et yapıştırmak hem faydalı değil hem de çiğ etten bulaşabilecek hastalıkları düşünmek lazım.

Ağızdaki aftlara rakı sürmek…
Ağızdaki aftlara rakı sürmenin bir faydası yok.

Saçkırana sarımsak, tuz ve sirke kullanmak…
Saçkıranda sarımsak, tuz, sirke ile kıl kaybı olan bölgeyi ovmak. Saçkıran çoğu kez kendiliğinden düzelir. Saç köklerini kaplayacak şekilde tahriş edici maddeleri sürmek kalıcı kıl kaybına neden olabilir.

0 yorum

Kalıtsal meme kanseriniz olabilir

Günümüzde genetik alanında yaşanan gelişmeler, meme kanserine yatkınlığı belirleyen genlerdeki değişimlerin tespit edilmesine ve risk altındaki bireylerde kanser ortaya çıkmadan önlem alınmasına olanak sağlıyor. 

Kadıköy Şifa Ataşehir Hastanesi Meme Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Münire Kayahan kalıtsal meme kanseri teşhis ve tedavisi ile ilgili en önemli soruları yanıtladı!

Kalıtsal meme kanseri sık mıdır?
Zannedildiği kadar sık değildir. Kalıtsal meme kanserleri tüm meme kanserlerinin yaklaşık %10’unu oluşturur. Geri kalan grupta ise kanser gelişiminde çevresel ve kişiye özel faktörler rol oynar.

Kalıtsal meme kanserlerinin özellikleri daha mı farklıdır?
Meme kanseri sıklığı yaşla artar ancak kalıtsal kanserler genellikle erken yaşta ortaya çıkar. Kanserin genç yaşta görülmesi, iki memede birden olması, her iki yumurtalıkta ortaya çıkması, diğer kanser tipleri ile birlikte olması gibi durumlarda kalıtsal kanserler düşünülmelidir.

Kalıtsal meme kanseri gelişimi için kimler risk altındadır?
Yakın akrabalarda meme ya da yumurtalık kanseri tespit edilmesi, yakalanma yaşının 35 yaş altında olması, ailede erkek akrabada meme kanseri bulunması gibi durumlarda meme kanseri görülme riski artar.
Kalıtsal meme kanseri gelişme riskini belirlemede kullanılan genetik testi herkes yaptırmalı mıdır?
Hayır. Belirli risk faktörleri varlığında, test sonucuna göre doktor tarafından önerilecek koruyucu girişimleri kabul eden kişilerde uygulanması önerilir. Test sonuçlarının kişinin psikolojisi üzerine olan etkileri hafife alınmamalıdır.

Risk belirlemede en sık kullanılan genetik testler hangileridir?
BRCA1 ve BRCA2 genlerindeki mutasyonların meme ve yumurtalık kanseri gelişimi ile ilintili olduğu bilinmektedir. Kan örneği alınarak bu genler değerlendirilir. BRCA1 geninde mutasyon saptanması halinde bir kadının meme kanserine yakalanma riski %85, yumurtalık kanserine yakalanma riski ise %45-50 civarındadır. BRCA2 geninde saptanan mutasyonlarda ise meme kanserine yakalanma riski %40-45, yumurtalık kanserine yakalanma riski ise %15 olarak bildirilir. Ancak bu rakamlar hayat boyu riski belirler, kimse kanserin kaç yaşında ortaya çıkacağını öngöremez.

Meme kanseri gelişimine neden olan başka genlere ait mutasyonlar var mıdır?
BRCA1 ve BRCA2 dışında TP53, PTEN gibi başka genlerde oluşan mutasyonlar da meme kanseri gelişimine neden olabilir, ancak daha az sıklıkta. Çok sayıda geni analiz eden testler de vardır.
Genetik testlerde risk olmadığı görülürse meme kanserine kesin yakalanmayacağımız söylenebilir mi?
Genetik testlerin negatif çıkması halinde sadece kalıtsal meme kanserine yakalanma olasılığı büyük ölçüde ortadan kalkar. Kişi bu durumda genetik dışı nedenlerle edinilen meme kanseri için toplumdaki bireylerle aynı riske sahiptir.

Genetik test kimlere önerilir?
Ailede bir kişide BRCA1/BRCA2 gen mutasyonunun tespit edilmesi halinde diğer aile fertlerine test yaptırması önerilebilir. Bunun dışında kabaca söylemek gerekirse, erkek aile ferdinde meme kanseri olması, 45 yaş altında meme kanseri tanısı alan bir kişinin yakın akrabalarında meme, yumurtalık ya da karın zarı kanseri hikayesinin olması, meme kanserinin yumurtalık, karın zarı kanserleri ile birlikte görülmesi ve birbirinden bağımsız iki meme kanserinin aynı kişide tespit edilmesi gibi durumlarda belirli kriterler gözetilerek hekim tarafından genetik test önerilebilir.

Genetik meme kanseri gelişme riski belirlenen kişilerde nasıl bir yol izlenir?
Op. Dr. Münire Kayahan
Genetik testlerle risk belirlenmesi halinde cerrahi girişim önerilir. Bu amaçla her iki memenin çıkartılması (mastektomi) ve hastanın kendi dokuları ya da protez kullanılarak yeni meme yapılması (rekonstrüksiyon) işlemleri uygulanır. Protez kullanılacaksa mastektomi işlemi, meme cildi ve meme başı korunarak yapılabilir. Ancak bu durumda bırakılan dokularda gelişebilecek kanser nedeniyle risk sıfırlanamaz. Yumurtalık kanseri gelişimine karşı her iki yumurtalığın laparoskopik yani kapalı ameliyatla çıkartıldığı ooforektomi işlemi uygulanır.

Risk varlığında uygulanacak önlemler test öncesi konuşulmalıdır. Ameliyat istemeyen kişilerde test kararı alınırken, test sonuçlarının hastada yaratabileceği psikolojik sonuçlar iyi değerlendirilmelidir. Test yapılmamış fakat ailevi kanserler nedeniyle yüksek risk altında olduğu tespit edilen kişilerde yakın takip önerilir.

Test yerine yakın takibi tercih eden yüksek risk altındaki kişilerde nasıl bir yol izlenir?
Meme kanseri taramalarına normalde 40 yaşında başlanırken, genetik meme kanseri için yüksek risk altında olduğu belirlenen kişilerde uygun yöntem belirlenerek taramaya daha erken yaşta başlanır. Yakın akrabalarında meme, yumurtalık, erkek meme kanseri gibi kanserler varsa kadınların, yaş gözetmeksizin, bir meme cerrahına başvurarak risk analizi yaptırması ve takipte nasıl bir yol izleneceğinin belirlenmesi uygundur.

0 yorum

Öğle arası çocuk sahibi nasıl olunur?

İş hayatının ağır koşullarının altında çocuk sahibi olmak için tüp bebek merkezine uğrayamayanlara müjdeli haber geldi. “Konforlu Tüp Bebek” tedavisi ile artık çocuk sahibi olmak çok daha kolay. 

Eurofertil Tüp Bebek Merkezi Medikal Direktörü Dr. Hakan Özörnek, konforlu tüp bebek yönteminin 10-12 gün içerisinde sonuç verdiğini ve hastanın tüp bebek merkezinde harcadığı zamanın 2-3 kez 30’ar dakika olduğunu söyleyerek, “Kadınlar günlük hayatlarını etkilemeden öğle arası çocuk sahibi olabilir” dedi.

Gerek tüp bebek konusunda bilginin artması gerekçe ilaç teknolojisindeki gelişmeler tedavi şekillerinin değişmesine neden oluyor. Bu gelişmerden faydalananların başında ise hastalar geliyor. Hastalar artık daha kısa sürede ve tüp bebek merkezinde daha az vakit geçirerek çocuk sahibi olabilecek.

Konforlu Tüp Bebek isimlii yöntemle ilgili bilgi veren Eurofertil Tüp Bebek Merkezi Medikal Direktörü Dr. Hakan Özörnek, daha az ve sadece derialtı iğneler kullanarak, neredeyse hiç kan almadan, daha az yan etkili ve en önemlisi daha az stresli bir tedavi imkanının bulunduğunu açıkladı.

Dr. Hakan Özörnek, tedavi boyunca hastaların mümkün olduğunca hayatlarını etkilememeye çalıştıklarını ifade ederek, şöyle dedi: “Bir anlamda konforlarını hiç bozmuyoruz. Bu yöntemde ilaç dozları azaltılıyor. Yüzde 60 daha az enjeksiyon yapılıyor. Enjeksiyorlar derialtına yapılıyor. Tedavi süresinde 2-3 kez klinik randevusu alınması yeterli oluyor. Az ilaç kullanarak yapılan bu tüp bebek tedavisine ‘Konforlu tüp bebek’ diyoruz.”

Dr. Hakan Özörnek, bu yöntemin 38 yaşın altındaki yumurtalık kapasitesi yeterli, boy-kilo oranı normal sınırda olan hastalara yapılabildiğinin altını çizerek, “Konforlu tüp bebek gebelik oranlarını düşürmez. Bu yöntem dünyada yeni yeni yaygınlaşmaya başladı. Türkiye’de de henüz az sayıda iyi laboratuvara sahip tüp bebek merkezinde uygulanıyor” dedi.

0 yorum

Hayata bakışınızı değiştirmek elinizde

Yirmili yaşların sonunda göz çevresinde ilk yaşlanma belirtileri kendilerini göstermeye başlar. Yavaşlatıcı ve önleyici müdahalelerle yıpranmayı engelleyebilir, her yaşta bakışlarınızın çekiciliğini koruyabilirsiniz. 

Superplast Estetik Cerrahi Merkezi’nden Estetik Plastik Rekonstrüktif Cerrahi uzmanı Op.Dr. Hüseyin Güner, Göz çevresindeki genel sarkma ve gevşemelerin göz kapaklarına ağırlık yapmasıyla oluşan estetik sorunların , bleferoplasti ile çözülebileceğini belirtiyor.

Yüzde yaşlanmanın ilk ve en belirgin olarak fark edildiği bölge göz çevresidir. Burası hem çok ince yapıda, hem de en yoğun mimiklere sahip bölgedir. Göz kapakları çok hassas olduklarından göz çevresinin en çok yıpranma belirtisi gösteren yeridir ve yaş ilerledikçe göz kapağı düşüklüklerinin görülmesi kaçınılmazdır.

İlk kırışıklıklarda en etkili yöntemler botoks ve dolgu
Superplast Estetik Cerrahi Merkezi’nden ,EstetikPlastik Rekonstrüktif Cerrahi uzmanı Op. Dr. Hüseyin Güner, estetik teknolojilerinin donanımlı uzmanlar tarafından uygulanması gerektiğini belirtti ve şunları ekledi:

“Yirmili yaşların sonlarında göz çevresinde kaz ayağı dediğimiz ince kırışıklıklar için botoks kullanımı oldukça yaygındır ve kırışıkların yerleşmesini önleyerek yaşlanmayı geciktirir. Otuzlu yaşlarla birlikte göz kapaklarının hemen altında, yanak üst sınırında koyu gölgeyle belirginleşmiş oyuklar ortaya çıkar. Bunun nedeni yanakların gevşeyip aşağı doğru sarkmasıdır. Bu oluklar hyalüronik asit ve kişinin kendisinden alınan (otolog) yağ dokusu gibi dolgu malzemeleriyle doldurulabilir.”

Yaş dönemine göre doğru çözümler üretilmeli
Her yaş dönemine ait problemlerin farklı çözümler gerektirdiğini belirten Op. Dr. Güner şöyle devam etti: “Özellikle otuzlu yaşların ortasından sonra önlem alınmazsa yaşlanma etkileri daha hızlı göze çarpmaya başlar, bu dönemde yüzün orta kısmı genellikle aşağıya doğru yer değiştirir.

Aşağıya doğru kayan alınla beraber kaşlar da üst göz kapaklarının üzerine sarkmaya başlar. Sarkan alın ve kaşların ağırlığını kaldıramayan gözkapakları da zamanla aşağı doğru kayar. Kırklı yaşların başında artık botoks ve dolgu yöntemlerinin yeterli olmayacağı bu durumlarda farklı ve bazen kombine çözümler üretilmelidir. Şakak germe (temporal lifting) ile gözlerin üzerine yığılmış kaşlar doğru konumlarına geri getirilebilir ve bölgedeki sarkma ortadan kaldırılarak kaz ayakları yok edilebilir.
Op.Dr. Hüseyin Güner

Her iki göz kapağı için de bu düzeltmeler yapıldıktan sonra bleferoplasti (göz kapağı ameliyatı) ile sadece geriye kalan kas ve deri fazlalıklarını gidermek yeterli olacaktır.”

İleri yaşlarda yüz bütün olarak ele alınmalı
Göz kapağı estetiği ameliyatlarında göz kapağı derisi, deri altındaki ince kas tabakası ve göz torbalarını dolduran yağlar alınmaktadır. Ancak yalnızca tek bir yöntem istenen gençleşmeyi sağlamada yeterli olmayabilir.

Örneğin, ellili yaşlarda artık yüzdeki tüm yapılarda sarkma meydana gelmiş olduğundan, bu noktada artık bleferoplasti ile yüz ve boyun germe ameliyatlarının bir arada gerçekleştirilmesi uygundur. Ancak bu yaşlarda olup neştersiz bir şekilde gençleşme etkisi görmek isteyen kişiler kan dolaşımını düzenleyici bir yöntem olan PRP (platelet rich plasma), kök hücre enjeksiyonları ile birlikte yapılan lazer uygulamaları sonucunda göz çevresinde yıllar öncesindeki canlılık ve tazeliklerine tekrar kavuşabilirler.

0 yorum

Kadınlara daha güzel bir yaşam için 8 öneri

Kadınların hayattan daha fazla keyif almasını sağlayacak öneriler paylaşan Anadolu Sağlık Ataşehir Tıp Merkezi Merkezi Psikolojik Danışman Necmiye Doğruer, basit adımlar ile daha mutlu bir hayatın mümkün olduğunu hatırlattı. 

Yeni bir bakışaçısının mutluluğa bir kapı açacağını söyleyen Doğruer, “İnanması güç gelse debazı özel koşullar dışında, kadınların kendi yaşamlarını güzelleştirmesi ve iyileştirmesi yine kendi ellerinde. Dokunduğu her alana değer katan kadınlar, kendi hayatlarına dokundukları anda iyimeşmeyi hissedeceklerdir” diye konuştu.

Doğruer, daha mutlu bir yaşamiçin ipuçları verdi.

• Bedeninizi tanıyın; Bizi taşıyan bedenimiz özene ve bakıma ihtiyaç duyar. Bu nedenle bedeninizin size söylediklerine kulak vermeniz gerekir. Beslenmenize dikkat edip; spor, yoga ve meditasyon gibi çalışmalarla bedeninizi destekleyin. Bedeninizin varlığını, ritmini hissetmek ve bu yolla içsel bir bağ kurmak yaşamı algılayışınızı etkileyecektir.

• Kendinizi tanıyın; Sizi belirleyen özellikleri, güçlü ve zayıf yönlerinizi tanıyın. Kendinizi ancak “kendinizi tanırsanız” sevebilirsiniz. Kendinize dair gerçekleri görüp kabul etmek, içinizde oluşacak duyguyla sizi huzurlu ve mutlu bir geleceğe taşıyabilir.

• ‘Keşke’ ve ‘ama’ ları hayatınızdan çıkartın; Gelişmek ve gelişimle renklenen bir yaşam sürmek için “keşke” ve “ama” kelimelerini yaşamınızdan uzak tutun. Yaşam ileri giden bir süreçtir, geçmişi görüp ders çıkartmak iyidir fakat bu iki kelimenin alt anlamlarının da oluşturduğu baskının sıkışmışlığıyla geçmişe takılı kalmayın.

• İşinizi sevin ve önemseyin; Dişil özelliklerinizle iş dünyasında var olmanız sizi hem kendinize hem de yaşama yabancılaşmaktan koruyacaktır. Ancak iş dünyasının sizden beklediği “erkek gibi hissetme ve davranma” kalıbına girmemeye özen gösterin.

• Annenizle zaman geçirin; Kadınların gücü annesinden gelir ve kadınlar yeni oluşumlara, ilişkilere, büyümeye bu güçle yönelirler. Annenizden alabildiklerinizi büyük bir şükranla ve yeterlilik duygusuyla kabul edin.
Psikolojik Danışman
Necmiye Doğruer

• Kadın arkadaşlarınızla bol bol zaman geçirin; Kadınların birbirine verdiği destek ve yakınlık gerçekten çok kıymetlidir. Benzer duygularla benzer olayları yaşayan kişilerin bir arada olması destek ve güvenle yalnızlık hissini giderir.

• Destek istemekten çekinmeyin; İhtiyacınız olduğunda aile bireylerinizin özellikle de hayat arkadaşınızın desteğini istemekten, ihtiyacınızı dile getirmekten ve size gereken desteği almaktan çekinmeyin. Partnerinin desteğini alabilen kadın yaşamın getirdiği zorlukları daha kolay bir biçimde göğüsleyebilir ve ilişkisinden aldığı güçle özünden uzaklaşmadan yaşam mücadelesini sürdürebilir.

• Sevmeye odaklanın; Sevilmeyi değil sevmeyi yaşamınızda öncül kılın. Ama önce kendinizi sevin. Sevgi sadece severken oluşur. Kendisini sevebilen başkalarını da sevebilir. Her kim olursa ve nasıl özelliklere sahip olursa olsun, karşınızdakinin sizin gibi olmasını, size benzemesini beklemeden sevin ve kabul edin.

0 yorum

Doğumdan sonra spora hazır mısınız?

Doğum yaptıktan sonra koşmak ve spor yapmak vücudunuzdaki enerji seviyesini geliştirir ve sizin kendinize biraz zaman ayırmanızı sağlar. Fakat kendinizi koşmaya ve spor yapmaya yeterli gördüğünüz zaman bunu yapmanız gerekir.

Bazı anneler doğum yaptıktan hemen sonra koşmanın kaslar ve bağlar için zorlayıcı olduğunu düşünür. Doğum çeşidinize ve iyileşme sürecinize bağlı olarak, doktorunuz belki tamamıyla spor yapmaktan sizi bir süreliğine alıkoyabilir. Fakat doktorunuzu ve kendinizi dinleyip ikisini harmanladıktan sonra, ne zaman tekrar spor yapıp koşmaya geri döneceğinize siz karar verebilirsiniz.

Buggy’e binmekten tutun da günde 10 km koşmaya kadar yeni anne olmuş bayanlar için spora ve koşmaya başlamak için bir sürü yol vardır.

Hatta yeni anne olmuş bayanların farklı egzersizleri yaptıktan sonra anne sütünün değiştiği bile gözlemlenmiştir.

Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, doğumdan sonra tekrar spora ve koşmaya başlamak için en iyi önerileri sizler için kaleme aldı:

KEYİF ALMAYI UNUTMAYIN
Koşmak sizin için sıkıcı bir iş haline gelmemeli. Tekrar spora başlamanız için neden sporun veya koşmanın sizi mutlu ettiğini düşünün ve böyle motive olun. Bitik olsanız dahi, kendinize ayıracak biraz zaman bulabilirisiniz ve tekrar egzersize başlamak sizin daha enerji dolu hissetmenizi sağlar.

SPORA KOŞU BANDINDA BAŞLAYIN
Vücut geliştirmeye başlamak sizin için iyi bir başlangıç olabilir. Diziniz ve ayak bileği ekleminiz için koşu bandı daha yumuşak olacaktır. Üstelik genel vücut sıhhatinizi yüksek tutacak diğer makineler de sporda size yardımcı olacaktır. Bunun için çocuk bakım bölümleri bulunan spor salonlarını tercih ediniz.

ACELE ETMEYİN, ZAMANA İHTİYACINIZ OLACAK
Hemen değişiklik beklemeyin. Eğer performansınız doğum yapmadan öncekinden daha düşükse sakın kendinizi kötü hissetmeyin. Her yeni anne spora farklı bir hızla başlar yani siz en iyisi kendi vücudunuzu dinleyin. Kısa ve az yoğun bir koşuyla başlayın ki vücudunuz tekrar koşmaya alışsın.

YENİ BİR SPOR VE KOŞMA PLANI YAPIN
Yeni bebek sahibi olduğunuz için artık eski spor yapma şekliniz size uygun olmayacaktır. Fakat sizin için belli bir koşma veya spor yapma planı geçerli olmayacaktır. Dolayısıyla eğer belli bir sürede her gün veya her hafta spor yapmak istiyorsanız bebeğinizin emin ellerde olduğundan emin olun.

İYİ BESLENİN VE BOL BOL SU İÇİN
Beslenme ve sıvı alımı her şeyden çok daha önemlidir. Koşarken ve spor yağarken yeterince su içtiğinizden emin olun. Bir de tabii öncekinden daha fazla yemek yiyeceksiniz. Eğer emziriyorsanız her gün 500 ekstra kaloriye ihtiyacınız var.

KENDİNİZ VE BEBEĞİNİZ İÇİN RUNNİNG BUGGY ALIN
Running buggy hem bebeğinizi pusetle gezdirmenizi hem de koşmanızı sağlayacak. Bu koşuya ve spora başlamanızın en iyi yoludur ve aynı zamanda bebeğinizle kaliteli zaman geçirmenizi sağlayacaktır.

KENDİNİZE BELLİ KRİTERLER KOYUN
Bulunduğunuz şehirde eğer basit bir koşu yarışı düzenleniyorsa sırf spora tekrar başlamak ve motive etmek için kendinizi bu yarışa hazırlayın.

0 yorum

Doğumda güven ararken hastalık kapmayın

Uzmanlar Özge Namal ile gündeme gelen son günlerin trendi evde doğumun altında güven duygusunun yattığını belirtirken steril ortamdan uzak kalmanın sakıncasına da dikkati çekiyorlar

Helpa Akademi kurucusu Klinik Psikolog Gülşah Sam Orhan: “Evde doğum özellikle sosyete arasında hızla yayılıyor. Ancak hipnodoğum veya doğum koçundan yardım alarak hastanede güvenli ellerde doğum, en doğrusu"

Son dönemde yurt dışında başlayan, ülkemizde de özellikle sosyete arasında hızla yaygınlaşan evde doğum modasının temelinde “ev=sığınak=güven” bilinçaltı kodlamasının yattığı, buna karşın güven ararken steril olmayan ev ortamlarında enfeksiyon riskinin de beraberinde geldiği belirtildi.

Uzun süredir hipnodoğum ve doğum koçluğu hizmeti veren Helpa Akademi’nin kurucusu Klinik Psikolog Gülşah Sam Orhan, ünlüler ve cemiyet hayatının medyaya da yansıyan evde doğum modasının önümüzdeki günlerde çok sayıda kişi tarafından tercih edileceğini tahmin ettiklerini kaydetti.

Doğumlarda sezaryanın pek çok kişiyi ameliyat psikolojisine sokarak, doğumdan korkuttuğunu, sancı korkusunun sezaryene, ameliyat korkusunun evde doğuma yönlendirebildiğinin vurgulayan Orhan, buna karşın geçmişte ninelerimizin “tarlada doğurur, sonra işine devam eder” mantığının günümüz şartlarında geçerli olmadığının altını çizdi.

-Ev güvenli değil-
Orhan, ameliyata girmeden önce psikolojik yardım alan danışanlarının ameliyat odalarını genellikle “ölüm soğukluğu”na benzettiklerini kaydederek, şunları söyledi:

“Burada zihnimizin bizi korkulara itmesinin en büyük sebeplerinden biri ‘anesteziden uyanamama’ korkusudur. Kişiler anestezi altına girdiklerinde kontrollerini kaybedeceklerini ve bir daha uyanamayacaklarını düşünürler. Ev ortamı bu tarzda düşünenler için her zaman daha güvenli gelir. Çünkü bilinçaltı kodlamalarımızda ev=sığınak=güven manası taşımaktadır. Bu nedenle yurt dışında çok sayıda kadın bu güvenli ortamın bebek ve anne sağlığı açısından daha iyi olacağını düşünerek evde doğuma yöneliyor. Ancak hafızalarımızı tazelersek eskiden doğum anında ölen kadınların hikayeleri azımsanmayacak kadar çok. Bunların en büyük sorumlusu doğumların işin ehli olmayan kişilerce yapılması. Doğum anında ve sonrasında anne enfeksiyonlara açık hale gelir. Bazen bu enfeksiyonlar hayatı tehdit edici boyutta olabilir. Doğumun hastanenin steril ortamında yapılması durumunda, bu tarz komplikasyonlar engellenebilir. Evde hastane ortamında yer alan sıhhi teçhizat olmayabilir. Ani durumlar için aslında ev güvenli bir ortam değildir. Dolayısıyla doğumun sezaryen veya normal doğum olmasına bakılmaksızın hastane ortamında yapılması gerekir.”

-Hastanede korkusuz doğum nasıl yapılır?
Klinik Psikolog Gülşah Sam Orhan, hastanede korkusuz doğumun hipnodoğum ve doğum koçluğu olmak üzere iki yolu olduğunu belirterek, “Hipnodoğum kişinin bilinçaltı kodlamalarını silme tekniğiyle doğum korkusundan arınarak doğuma girmesidir. Hipnodoğum uzmanı kişiyi korkularından özgürleştirir ve güvenle doğuma girmesini sağlar. Bu terapide kullanılan hipnotekniği ameliyat korkusu olan bireylerde de rahatça kullanılır. Size güç ve motivasyon veren bir doğum koçunuzun olması ise her zaman kendinizi iyi hissetmenizi sağlayacaktır. Doğum koçunuz doğumda ve sonrasında emzirmeyi de kapsayan süreçte sizin yanınızda olacak ve size yapmanız gerekenleri öğretecektir. Böylece doğum stresine girmeden rahat bir doğum geçirebileceksiniz” dedi.

0 yorum

Kadınlara Kötü Haber...

Son yapılan araştırmalara göre uykusuzluğun kadınların sağlığını erkeklerden daha kötü etkilediği ortaya çıktı. 

Genellikle trafik kazalarına ya da iş kazalarına sebep olduğu söylenen uykusuzluğun aslında diabet, yüksek tansiyon, depresyon ve obeziteyle de yakından ilişkili olduğu belirlendi.

Warwick Tıp Fakültesi'ne bağlı araştırmalar yapan bilim adamları uykusuzluğun yüksek kan basıncıyla yakından ilişkili olduğunu ortaya çıkarttı. Ancak araştırmanın bir diğer önemli tarafı bu durum kadınları erkeklerden çok daha fazla ilgilendiriyor.

Geçtiğimiz hafta Pittsburgh Üniversitesi Tıp Fakültesi araştırmacıları tarafından yapılan bir başka araştırmaya göre uykusuzluk çeken kadınlar ilişkilerinde sorun yaşıyor ancak bu durum yine erkekleri çok da fazla etkilemiyor.

Birçok araştırmaya göre kısa ve kalitesiz uykunun kronikleşmesi kadınların ve erkeklerin daha erken ölmesine sebep oluyor.

5 saat ve altında uyuyan kadınlar diğer hemcinslerine göre 2 kat fazla yüksek kan basıncı sorunu yaşıyor. Ancak 5 saat ve altında uyuyan erkeklerde bu durumun kan basıncı üzerinde etkisi olmuyor.

Kadın ve erkeklerin uyku kalitelerinde ise kadınların daha şanslı olduğu görüldü. Pennsylvania Üniversitesi'nde yapılan araştırma sonucuna göre ise kadınlar genellikle 70 dakika derin uyku uyurken erkeklerde ise bu durum en fazla 40 dakika.

0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI