işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar
Anne- bebek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anne- bebek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Televizyondan uzak dursunlar

Otizmin nedeni halen kesin olarak bilinmemekle birlikte uzmanlar, televizyonun otizmi tetikleyen bir unsur olduğu konusunda hemfikirler. 

Uzmanlara göre, 0-2 yaş arasındaki bebeklerin günde 2 saatten fazla televizyon izlemeleri otizm belirtilerinin artmasına neden oluyor.

Algı Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi uzmanlarından psikolog Özge Hoşgör, 2 yaşından önce çocuklara televizyon izlettirilmemesi gerektiği uyarısında bulunuyor.

Otizm, ülkemizde her 150 çocuktan birinde görülüyor. Erkeklerde kızlara oranla 3-4 kat daha yaygın. Otizmin nedeni halen kesin olarak bilinmemekle birlikte genetik olduğundan kuşkulanılıyor. Henüz otizm geni bulunmasa da uzmanlar bir yandan çevre kirliliği, kimyasal maddeler gibi çevresel faktörlerin de otizmi tetiklediğini düşünüyorlar. Tetikleyici bir diğer unsur da televizyon karşısında aşırı zaman geçirilmesi.

Dikkat eksikliğine yol açar
Algı Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi uzmanlarından psikolog Özge Hoşgör, bazı anne-babalar tarafından çocukların ağlamaması ve sakinleşmesi için günde 2 saat ve daha fazla süreyle televizyon karşısında oturtulduğuna dikkat çekti. 0-2 yaş arasında aşırı televizyon izleyen çocukların okul dönemlerinde dikkat eksiklikleri ve özel öğrenme güçlükleri yaşadığına işaret eden Hoşgör, “Televizyondaki renkli uyaranlara çocuklar bebeklik döneminden itibaren maruz kaldıklarında ekrandaki aksiyona odaklanıyorlar ve beyinleri normalden çok daha fazla yoruluyor. Bu durumda çocuklarda bebeklik döneminde sosyal uyaran eksikliğinden dolayı zayıf göz kontağı, dikkat dağınıklığı ve sosyal ilişkilerde yetersizlik gibi otizminde belirtileri olan faktörler kendini göstermektedir” dedi.

Televizyondan uzak dursunlar
Televizyonla otizm arasında nedensel bir ilişki bilimsel olarak kanıtlanmasa da “televizyon otizmi” denilen bir kavramın türediğini vurgulayan Hoşgör şöyle devam etti:

“Ancak unutmamak gerekir ki çocukta var olan otistik belirtiler aşırı televizyon izleme, bilgisayar oyunu oynamada gibi etkenlerle tetiklenmektedir. Aileler 2 yaşından önce çocuklarına kesinlikle televizyon izlettirmemeleri gerek. Amerikan Pediatri Akademisi önlem olarak 0-2 yaş çocuklarının televizyon ekranlarından uzak durmaları gerektiğini önemle vurguluyor. Otizm belirtileri gösteren veya buna yatkın olan çocuklar, televizyona gösterdikleri ilgiyi çevreye ve insanlara gösteremezler. Ailelerin bu konuda çok dikkatli olması gerek. Otizm belirtileri gösteren çocukların özellikle 3 yaşından önce teşhis edilmesi tedavi şanslarını artırır.”

0 yorum

Çocuk oynarken öğrenir

Günümüzde çocuklar artık ne yazık ki vaktinin çoğunu bilgisayar, televizyon ya da internet başında geçiriyor. Arkadaşlarıyla bir arada olmak yerine ekran başında olmayı tercih ediyor. 

Şehirleşme, çocuklardan akademik beklentinin artması, bilgisayar-video oyunları, internet, ebeveynlerin endişeleri gibi etkenler çocukları gittikçe daha fazla ev içinde kalmaya itiyor. Oyun oynamanın çocuk için eğlenceli bir aktivite olmasının yanı sıra, çocuğun bilişsel ve motor gelişimini desteklediğini söyleyen Klinik Psikolog Zeren Kadıoğlu aileleri uyarıyor: “Bilgisayar karşısında yiyip, içtiği söylenen, odalarından çıkmak istemeyen, sosyal ilişkileri bozulan çocuklar artıyor.”

Oyun oynamak bir deneyimdir. Çaba gerektirdiği kadar aynı zamanda içten gelen bir uğraştır. Bir çocuğun oyunu, sembolik olarak kendi dünyasını yansıtır. Oyun oynamanın çocuk için eğlenceli bir aktivite olmasının yanı sıra, çocuğun bilişsel ve motor gelişimini desteklemek ve duygusal çatışmalarının çözülmesini sağlamak gibi faydaları da vardır. Oyun çocukların sağlıklı gelişimleri için ayrılmaz bir unsurdur. Çocuklar oyun oynadıkça problem çözme becerileri gelişir, motor becerileri ve fiziksel gelişimleri olumlu etkilenir.

Paylaşmayı, keşfetmeyi öğrenir
Çocuklar oyun sayesinde yaratıcılıklarını geliştirebilirler ve okul öncesi gereken bilişsel gelişim düzeyine erişmelerine de oyuncaklar yardımcı olmaktadır. Böylece çocuklar paylaşmayı, keşfetmeyi, öğrenmeyi öğrenirler. Çocuğunuza bir oyuncak verdiğinizde dokunma ve görme aracılığıyla onun duyularına hitap eden bir nesne sunmuş olursunuz. Çocuklarınıza uygun oyuncaklar seçtiğinizde onun fiziksel, sosyal-duygusal ve zihinsel gelişimine de yardımcı olmuş olursunuz.

Çocuklar eve kapanıyor
Günümüzde çocukların oyun deneyimlerinin oldukça değişmeye başladığını görmekteyiz. Televizyon, internet ve özellikle de bilgisayar oyunları nedeniyle çocuklar pasif bir biçimde eğlenmekte ve hem çevrelerindeki diğer insanlarla (arkadaş, ebeveyn, vb…) hem de doğayla daha az temas etmektedirler. Şehirleşme, çocuklardan akademik beklentinin artması, bilgisayar-video oyunları, internet, ebeveynlerin endişeleri gibi etkenler gittikçe daha fazla çocukları ev içerisinde kalmaya iten etkenlerdir. Bazı ebeveynler için bilgisayarın çocuklar üzerindeki uyuşturucu etkisi çocuğu oyalayıcı ve böylece çocuğun anne-baba tarafından kontrol edilmesi zor birtakım davranışlarını engelleyici olarak görülüyor. Ayrıca çocuklar arasında internet kullanımının sınırlandırılması ebeveynler için kolay olmuyor. Durum böyle olunca çocuklar saatler boyunca bilgisayarın başından kalkmıyor, adeta ekran başında hayatlarını sürdürüyorlar. Bilgisayar karşısında yiyip, içtiği söylenen, odalarından çıkmak istemeyen, sosyal ilişkileri bozulan çocuklar her geçen gün daha fazla karşımıza çıkıyor.

Doğada oynayan çocuklarda dikkat eksikliği azalıyor
Ebeveynlerin aşırı koruyucu tutumları nedeniyle özellikle büyük şehirlerde yaşayan çoğu çocuk ev dışarısında –açık havada- oyundan faydalanamıyor. Yurtdışında 9000 okul öncesi çocuk üzerinde yapılan bir araştırmaya göre okul öncesi çocukların yarısı günlük oyun ihtiyaçları için ebeveynleri tarafından dışarı çıkartılmıyor. Özellikle bu yaş çocuklarında en azından ebeveynlerden birisinin çocuğa dışarıda oyun oynarken eşlik etmesi gerekiyor ancak çoğu ebeveyn bunu yapamıyor. American Journal of Public Health dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre doğada yapılan etkinliklerin iç alanlarda yapılanlara göre hiperaktivite ve dikkat eksikliği belirtilerini daha fazla azalttığı görülmüştür. Çünkü çocuklar açık havada daha fazla hareket ederek enerjilerini harcadıklarında sınıfta dikkat sorunu gösterme riskleri azalmakta, daha iyi konsantre olabilmektedirler.

Oyun duygusal gelişimi etkiliyor
Oyun çocuklarda duygusal gelişimi destekliyor. Doğumdan itibaren çocuklar etrafındakilerle ilişki kurmaya başlar. Yaşları büyüdükçe öncelikle yakın çevreleriyle kurmuş oldukları ilişkiler zincirinin genişleyerek çevrelerindeki diğer kişileri de kapsamaya başlaması beklenir. İlişkileri kurma ve ilerletme becerisi, doğru ile yanlışı ayırt edebilme gibi beceriler grup oyunları, oyuncak bebekler gibi oyuncaklarla gelişir. Oyunla birlikte çocuğun çevresi üzerindeki etkinliği ve farkındalığı artar. Ayrıca, çocuğun oyunlarına ebeveynleri de dahil olduğunda çocuk ve ebeveyn arasında güçlü bağlar oluşmasına yardımcı olur. Oyun oynarken ebeveynler ve çocuklar arasında oluşan etkileşim sayesinde çocuklar ebeveynlerinin onlara tüm dikkatlerini verdiğini hissederler, böylece aralarındaki ilişki güçlenir. Çocuklarıyla oyun oynayan ebeveynler çocuklarıyla nasıl daha iyi iletişim kurabileceklerini öğrenirler. Sözel becerisi çok gelişmemiş çocuklar düşüncelerini, duygularını, hatta yaşadıkları sıkıntıları bile oyun yoluyla ifade edebilirler; böylelikle ebeveynler çocuklarının bakış açısını daha iyi anlarlar. Çocuklar sosyal kuralları da oyun yoluyla öğrenmektedir. Bir arkadaşıyla ya da ebeveyniyle oyun oynayan çocuk sırayla oynamayı, oyunun kurallarına uymayı ve oyun arkadaşıyla iletişim içerisinde olmayı da öğrenmektedir.

Aileler ne yapmalı?
• Çocuklara hazır oyuncaklar yerine yaratıcılıklarını harekete geçirebilecek, bloklar, legolar, yapboz gibi oyunlar sunulmalıdır. Çamur, boya tebeşir ve oyun hamurları, değişik boyut ve renkteki küplerle, su, kum ve boyalar yaratıcı oyun etkinliği oluşturmaktadır. Resimli masal kitapları okuduğunuzda resimlere bakarak hayal güçlerine göre kendi hikayelerini yaratmasına fırsat verebilirsiniz.

• Bazı çocuklar yeni aldıkları oyuncaklarını kendileri keşfetmek isteyebilirler; çözemeyeceğini düşündüğünüz durumlarda ya da çocuğunuz yardım istediğinde ona bilgi verin. Resim yapmak da bu yaş çocuklarının hayal güçlerinin zenginleşmesine yardımcı olmaktadır.

• Çocuklar resim yaparken ebeveyn olarak ona sınırlamalar koymamanız, sürekli nasıl yapması gerektiğini söylememeniz yaratıcılıklarının gelişmesi için oldukça önemlidir.

• Farklı renkler ve boyama şekilleri kullanmak da çocuğun yaratıcılığını destekler.

• 3-4 yaş çocuğunun yaşına uygun olan bazı nesneleri vererek onları oyuncak yerine kullanması da beklenebilir.

• Bir oyuncağın başka özelliklerini de keşfetmesi veya başka bir oyuncak yerine kullanıyor olması da hayal gücü açısından önemlidir.

0 yorum

Çalışan Anne Mutluluğu Hedeflemeli!

Son yıllarda iş hayatında daha sık yer alan kadınların yaşadığı rol çatışmaları da günlük hayatı biraz daha meşakkatli hale getiriyor. Eş, ev hanımı ve anne rollerini de iş hayatıyla birlikte sürdüren kadınlar hayatlarında zaman zaman aksaklıklar ve sorunlar yaşayabiliyorlar. 

Roller arasında sıkışıp kalan kadınlar, hangi role öncelik vereceği konusunda ise çoğu zaman bir karmaşa yaşıyor. Bu süreçte ise kadını duygusal anlamda en fazla annelik rolü yıpratıyor. Üsküdar Üniversitsi Etiler Polikliniği Uzman Psikoloğu Aynur Sayım, roller arasında çatışma yaşayan annelere önemli önerilerde bulundu.

Çalışan kadın rolünün yanında iyi bir de anne olabilme gayretinde olan kadınlar, çocuklarının yanında olamadıkları için çoğu zaman suçluluk duygusu yaşasa da sahip oldukları rollerin sorumluluklarını yerine getirebilmek adına yoğun çaba harcarlar. Bu tempo birçok kadının şikâyetçi olduğu durumdur aslında. Her biri pek çok rol arasında sıkışıp kalmaktan dert yakınır. Yoğun tempo arasında çocuklarını ihmal ettiklerini düşünen anneler çocuklarının her istediğini yaparken bazen de geri kalan tüm vakitlerini onlara ayırdıklarını görebiliriz. Hele eş sorunları ve annenin işiyle ilgili sorunları da var ise sorun daha da işin içinden çıkılmaz hale gelebiliyor.

Üsküdar Üniversitesi Etiler Polikliniği Uzman Psikoloğu Aynur Sayım, doğumun ardından izin süresi biten annenin bir takım kaygılar yaşadığını, bazı sorulara ise cevaplar aradığını vurguluyor. Sayım bu konuların başında ise "Çocuğumdan nasıl ayrılırım, o bensiz ne yapar, başkası ona benim gibi bakabilir mi, ben yanında olmayacağım için çocuğum çok etkilenir mi?" gibi endişeler geldiğini belirtiyor.

Kadının bu endişeyle işe başladığının altını çizen Sayım, asıl önemli olanın annenin olaylara yaklaşımı ve çocukla kurduğu ilişki şeklinde olduğunu kaydediyor. Sayım'a göre eğer anne çocuğuna karşı çok korumacı, kaygılı bir anne ise çocuk da bu kaygıyı alıyor. Eğer anne sakin kalabiliyor ve işe dönme sürelerini kademeli olarak artırabiliyorsa ideali bu oluyor.

Çocuğun ancak bu durumda kendini güvende hissedebileceğinin altını çizen Sayım, ayrılma kaygısı olan çocuklarda anneden ayrılamama, anne giderken ağlama, sonrasında agresivite, uyum güçlükleri gibi birtakım sorunların görülebileceğini ifade ediyor. Sayım bu sorunların tamamen anne-çocuk ilişkisinden kaynaklandığını da söylüyor.

Çocuğun anneye güvenli bağlanmasının önemine dikkat çeken Uzm. Psk. Aynur Sayım ilk 3 yaşın önemini vurguluyor.

Birliktelikte nicelik değil nitelik önemli
"İlk 3 yaş anneye güvenli bağlanma açısından kritik dönemdir. Sağlıklı anne-çocuk ilişkisi sürekli birlikte olmak demek değil, birlikte oldukları zaman dilimlerindeki sağlıklı ilişki demektir. Ve çocuğu değişimlere yavaş yavaş adapte etmektir. Yani anne, çocuğu 6 aylıkken işe dönecekse bakım verecek kişiye bir bağlanma oluşması için daha erken dönemde aynı ortamda bulunmalıdır. Ve kendi stres yönetimini başarabiliyor olması gereklidir. Bu dönemde annede depresyon gelişebilmektedir. Bu konuda bir uzman yardımı almak anneyi rahatlatacaktır."

Çalışma zamanı gelmeden annenin çocuğundan kısa sürelerde ayrılmalarda bulunması gerektiğinin altını çizen Sayım, bu ayrılmaların anneanne, babaanneye bırakmalar şeklinde olabileceğini kaydediyor.

Çocuk çok küçükse bu şekilde alıştırılmanın doğru olacağını vurgulayan Sayım, büyük çocuklarda ise sözlü sözlerle durumu anlatmanın yeterli olacağını belirtiyor. Bu noktaya kadar sürecin sağlıklı işlemesiyle sorunların yaşanmayacağını ifade eden Sayım, eğer sorun çıkıyorsa bunun nedeninin hatalı tutumlar olduğunu dile getiriyor.

Anne kadar babanın da bu süreçte önemli olduğunu belirten Sayım;
"Olumlu ve gerçekçi düşünerek 'Önemli olan benim çocuğuma doğru davranmam. İyi bir anne olmam hep çocuğumun yanında olmam değil, ona karşı davranışlarıma bağlı' düşüncesini benimseyerek, anne bu süreci yönetebilir. Anne bu konuda zorlanıyorsa yardım istemeli ve yardım almalıdır."

Bu süreçte anne kaygılı mı ya da anne her şeye yetişme çabasının içinde gerçekten çocuğu duygusal olarak ihmal ediyor mu? Bunların araştırıp çözümlenmesi gerektiğini kaydeden Sayım çocuklarla kurulacak en iyi iletişim dilinin ise onlarla geçirilen süre ve bu sürede birlikte yapılan aktiviteler olduğunu hatırlatıyor.

Sayım, çocuk sahibi olmadan önce eşlerin kurdukları aile içindeki rolleri, birbirleriyle olan ilişkilerini gözden geçirmeleri ve şu soruları kendilerine sormaları gerektiğini vurguluyor.

 Aile bireyleri özgüven ve bağımsızlık duygusu olan kişiler mi?
 Kendi aralarında yaşanan problemleri çözme becerisini oluşturabildiler mi?
 Dışarıdan gelen olumsuz etkilerden sıyrılıp aile bütünlüklerini koruyabiliyorlar mı?
 Eşler arasında birbirlerinin gelişmesini destekleyen sevgi dolu bir ilişki var mı?
 Sorumluluk alma duygusuna sahipler mi?
 Doğru iletişim dilini kullanıyorlar mı?
 Birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlar mı?
 Aileye yeni katılacak çocuğun tüm ihtiyaçlarını karşılamaya hazırlar mı?
 Eşler birbirlerine değer veriyorlar mı?
 Ebeveynlik becerilerine sahipler mi?

0 yorum

Çocuğun ilk diş muayenesini oyuna çevirin

Çocukların kalıcı dişlerinin sağlıklı olabilmesi “geçici diş” diye önemsenmeyen süt dişlerinin doğru kontrolünden geçiyor. 

Ağız ve diş sağlığı için çocukların 6 aylıkken diş hekimi ile tanıştırılması gerektiğini söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk Diş Hekimi Uzman Dr. Pınar Tunçbilek, ilk diş kontrolünde çocuğun korkutulmamasının “diş hekimi korkusu” açısından çok önemli olduğunu söyleyerek , “Çocuğu ‘korkma hiç acımayacak’ diye kandırmaya çalışmak doğru bir yöntem değil” dedi.

İlk diş muayenesi hem çocuğun ağız ve diş sağlığı açısından büyük önem taşıyor hem de ebeveyinlerin çocuklarının ağız bakımını nasıl yapacaklarını öğrenmelerini sağlıyor.İlk diş muayenesinin hekim tarafından doğru yönetilmesi çocuğun “diş hekimi korkusu”na kapılmamasını da sağlıyor.

Ağız ve diş sağlığına özen göstermeye erken yaşlarda başlanmasını tavsiye eden Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk Diş Hekimi Uzman Dr. Pınar Tunçbilek, “Geçiçi oldukları için süt dişleri ebeveynler tarafından yeterince önemsenmiyor. Ancak bu ihmal ileride daimi dişlerde de sorunlara neden olabiliyor” dedi. Hayat boyu sürecek ağız ve diş bakımının altı ay ile bir yaş arasında başlaması gerektiğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk Diş Hekimi Uzman Dr. Pınar Tunçbilek, bebeklik döneminde dişlerin nasıl temizlenmesi gerektiğini ebeveynlere göstermenin çocuğun diş sağlığı için gerekli olduğunu ifade etti. Dr. Tunçbilek, halk arasında biberon çürüğü olarak da adlandırılan ve yanlış beslenme alışkanlıklarına bağlı gelişen çocukluk çağı çürüklerinden korunabilmek için de küçük yaşta yapılan muayenenin önemli olduğunu söyledi.

İlk muayeneyi oyuna çevirin

İlk yaş muayenesinde amacın beslenme konusunda ailelere yol göstermek ve koruyucu uygulamalar hakkında bilgi vererek bebeğin diş sağlığını korumak olduğunu belirten Dr. Tunçbilek, bu muayene bebek, ebeveynin yanındayken gerçekleştirilir ve her türlü ani hareketten kaçınılır dedi.

Bebekte korku oluşmaması için ilk muayenede ebeyenlere ve diş hekimlerine büyük iş düştüğünü söyleyen Dr. Tunçbilek, “İşlemler yapılırken kullanılan tüm aletler çocuğa tanıtılıyor ve bazı aletleri onların denemesine izin veriliyor. İlk muayenede canı yanmayan, hatta oynanan oyunlar sayesinde odadan mutlu ayrılan çocuk bir sonraki randevuya çok daha rahat geliyor” dedi.

Diş Hekimi ziyareti öncesi uyarılarda bulunan Dr. Tunçbilek, yapılması ve yapılmaması gerekenler konusunda aileler için şu önerileri sıraladı:

• Tedavi öncesinde “korkma, hiç acımayacak” gibi cümleler kurmayın. Bu tür ifadeler içindeki korkuyu tetikleyici etki yapar.
• Bunun sağlık için gerekli olduğunu anlaması için hediye yöntemi ile ödüllendirmeyi denemeyin.
• Korku dolu hikayeler kullanarak çocuğu diş hekimine götürmeye çalışmayın.

Hangisi doğru hangisi yanlış ?

• Çocuklarda ağız bakımı doğumdan itibaren başlar. İlk dişler genelde bebek 6 aylık civarındayken çıkar. İlk dişlerin bakımı karbonatlı su ve gazlı bezle yapılır. DOĞRU

• Eğer çocuğun dişlerinde o zamana kadar herhangi bir belirgin sorun olmamışsa, ilk rutin diş kontrolünün 2 yaşında yapılması uygundur. YANLIŞ

• 6 ay – 1 yaş arasında bebeklerin dişleri çıkarken, dişler çocuk doktoru tarafından takip edilmelidir. YANLIŞ

• Bebeğin ağzında 20 diş olduğunda, arkada yer alan sut azılarının kalıcı olduğu akılda tutularak özel bakım yapılmalı, bu dişler çıktığında, çürümeyi önlemek için özel kaplama yapılmalıdır. YANLIŞ

0 yorum

Bebeğinizi kucağınıza aldığınızda

Hamileliğin ardından, bebeğinizi kucağınıza aldığınız an, hayatınızın en mutlu anlarından bir tanesidir. Kendi canınızdan bir parçanın sağlıklı doğması, ailenize katılması, hayatınızda yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bu yeni başlangıç bazen yeni doğum yapan kadınlarda strese, psikolojik olarak değişikliğe yol açabilir. Bu stres normaldir ancak uzun sürerse doğum sonrası depresyonu yaşıyor olabilirsiniz…

Terapi İstanbul’dan Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer doğum sonrası depresyonu şu şekilde değerlendirdi;
Kadınlar, bir şekilde, doğumun otomatik olarak keyif ve neşe oluşturduğunu öğrenmişlerdir. Çocuk doğurmayı takip eden dönemin hayatlarının en mutlu zamanı olması gerektiğine inanmaya yönlendirilmişlerdir. Gerçekte ise, ailenin yaşam döngüsündeki en stresli ve endişe üreten dönemlerden birisidir. Bu dönemde kadının eşinin, ailesinin ve yakınlarının annelik rolüne uyum sağlamaya çalışan anneye psikolojik destek vermesi gereklidir.

Her sene, doğum yapan kadınların yarısından fazlasında ruhsal sorunlar görülmektedir. Bu kadınlardan yüzde 10 ile 15'i çocuk doğurmayı takip eden dönemde, uykusuzluk, kafa karışıklığı, annelik durumuna alışma endişesi gibi problemler yaşamaktadır.

Doğan çocuğun attığı ilk çığlıktan sonra, sorulan ilk soru, ‘‘Kız mı oğlan mı’, ikincisi de ‘‘Annenin sağlığı nasıl?’’dır. Bu soruyla merak edilen annenin fiziksel sağlığıdır. Ve ‘‘İyi’’ cevabı alındıktan sonra ‘‘doğum olayı’’ başkaları için bitmiştir. Oysa anne için doğumun sadece fiziksel aşaması sona ermiş ve annelik rolüne uyum sağlamasını gerektiren, ruhsal problemlerin yaşanabileceği bir dönem başlamıştır. Bu dönem gündelik sorunların yaşanıp profesyonel yardım olmadan aşılabileceği gibi yardım gerektirecek kadar ciddi problemler de görülebilir.

Yeni anneler, doğumdan sonraki ilk sene içinde her an depresyona yatkındırlar. Bir çocuğun bakımını üstlenmekle birlikte insanın eşiyle geçirdiği zamanın kaybı, yetişkin arkadaşlıklarının kaybı, özgürlüğün ve alışılmış gündelik hayatın kaybı da yanında gelmektedir. Yaşamlarının bir daha asla eskisi gibi olmayacağının bilinciyle, yeni yaşam tarzına uyum sağlamaya çalışırken bu bütün aile için de bir uyum zamanıdır.

Gözardı Edilen Ruhsal Sıkıntılar
Doğum sonrasında annelere tıbbi bakım eksiksiz verilirken, ruhsal sorunlar göz ardı edilebilir. Doğum yapan kadınlarda annelik hüznü %50-70, doğum sonrası depresyon %10-15 oranında görülebilir. Doğum sonrası dönemdeki ruhsal sorunlar için risk faktörleri şunlardır: Evlilikle ilgili sorunlar, geçmişteki ruhsal sıkıntılar (depresyon, bunaltı, kaygılar), ailede ruhsal hastalık, evli olmama, istenmeyen gebelik, annelik rolü için hazırlıksız olma, ilk gebelik, doğum korkuları, sosyal desteğin olmayışı sayılabilir. Doğumla birlikte değişen rol tanımları (çift olmaktan anne baba olmaya geçiş) ve bebek bakımının getirdiği psikososyal stresler ruhsal sorunların ortaya çıkmasını tetikleyebilir.

Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer; “Doğum sonrası depresyon genellikle birkaç ay içinde düzelir”
Doğum sonrası depresyon, doğumdan sonraki ilk 6 hafta içinde sinsice başlar, bir hatta iki yıl sürebilir. Klinik tablo hafif depresif duygu durumdan melankoliye kadar değişebilir. Doğum sonrası depresyon genellikle birkaç ay içinde düzelir. Orta ve ağır şiddette ise mutlaka bir uzman tarafından tedavi edilmelidir. Tekrarlama riski hem sonraki doğumlarda hem de hamilelik dışı dönemlerde yüksektir. Eğer geçmişte depresyon öyküsü yoksa doğum sonrası depresyon riski %10-15, depresyon öyküsü varsa %25’tir.
Doğum sonrası depresyon tedavi edilmezse uzun sürer ve anneye verdiği duygusal zararın yanı sıra çocuğun gelişimini de olumsuz yönde etkiler.

Doğum sonrası depresyon belirtileri nelerdir?

• Normalden daha fazla ağlama
• Çoğunlukla üzgün hissetme
• Konsantre olamama ve sıkıntı içinde hissetme
• Eşyaları nereye koyduğunuzu hatırlamakta zorluk çekme
• Eskiden keyif aldığınız şeylerden keyif alamama
• Çok yorgun olduğunuz halde bebeğiniz uyuduktan sonra bile hala uyuyamama
• Günün çoğunda yorgun olma
• Hep böyle hissedecekmiş gibi hissetme
• Yalnız kalmaktan korkma
• Böyle hissetmeye daha fazla devam etmek durumunda olmaktansa ölmüş olmayı isteme

Tedavi Yöntemleri;
* Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer
Genellikle, belirtiler fark edilmeden geçer çünkü bunlar yeni bir bebeğin bakımının getirdiği stresin birer parçası sanılabilir.

Bir bebeği göğüsten emzirmek ve adetlerin geri dönmesi, vücudun biyokimyasını değiştirebilecek ve bir depresyonun zamanlamasını etkileyebilecek önemli hormonal olaylardır.

Hamilelik, doğum ve doğum sonrası döneme ilişkin verilen eğitim ve gevşeme teknikleri anneyi pasif konumdan çıkararak korkusunu kontrol altına almasına yardımcı olmaktadır. Psikiyatrik ilaçların bebek üzerindeki etkileri konusunda bilinenler azdır. Zorunlu olmadıkça, özellikle ilk üç ayda ilaç kullanımından kaçınılmalıdır.

Ruhsal duruma bağlı olarak annenin beslenmesi ve bakımı önemli ölçüde bozuluyorsa ya da kendisi, bebeği ve çevresi için risk oluşturuyorsa en düşük risk grubundan ilaçlar, etkili en düşük dozda kullanılabilir.

0 yorum

Çocuğunuz 15-16 kez denemeli

Uzmanlara göre bir çocuğun yeni bir besini kabul etmesi, aynı besini 15-16 kez denemesini gerektirebiliyor. 

Annelerin en büyük ihtiyacının sabır olduğunu belirten uzmanlar, şiddetle reddedilen bir yemeğin farklı pişirme yöntemleriyle sunulmasını öneriyor.

Annelerin çocuklarının beslenmeleriyle ilgili sıkıntı çektikleri konuların biri de onları yeni besinlerle tanıştırmak. Oysa bir çocuğun yeni bir besini kabul etmesi 15-16 kez denemesini gerektirebiliyor. Konuyla ilgili olarak annelere önerilerde bulunan Diyetisyen Ece Nevra Durukan, bu denemelerin ardarda olmamasını ve eğer şiddetle reddedilen bir yemek varsa farklı pişirme yöntemleriyle sunulmasını öneriyor.

Yemekleri eğlenceli göstermenin de faydalarına dikkat çeken Durukan, “Yemekleri beraber hazırlaryabilir, kereviz ve havuçtan sarman kedi şeklinde salata yaparak sebzeleri yedirebilirsiniz. Ayrıca çocuklar süper kahramanlara çok meraklıdır ve hep onlar gibi olmak isterler. Sen süperkahraman olsan ne yerdin oyunu oynamak yeni besine alışma sürecinde çok keyifli ve yardımcı olabilir. Sence bu süperkahraman bu kadar güçlü olmak için her gün süt içiyor mudur? diye sorduğunuzda tekrar durup düşünmesini sağlayabilirsiniz” diyor. 

Çocuğunuzun en sevdiği süperkahramanın ağzından “bugün kaç tane meyve yedin” gibi notları buzdolabına koymanın da etkili bir yöntem olacağını belirten Durukan, “Sevmediği besinin bir fotoğrafını kesin, ona gözler saçlar yaparak sevimli bir hale getirin. ‘Merhaba ben pırasa, sabahtan beri seni dolapta sabırsızlıkla seni bekliyorum’ gibi notlar ekleyin. Çocuğunuzun bakış açısını değiştirmesine yardımı olacaktır” şeklinde konuştu.

Tüm bu denemelere rağmen çocuğunuz istediğiniz yemekten hala hoşlanmıyorsa annelerin buna fazla üzülmemeleri gerektiğini anlatan Durukan, pek çok yiyeceğin benzer besin öğelerine sahip olduğunu, muadilinin yenmesinin de yeterli olacağını kayderek şu örneği verdi:

“Eğer çocuğunuzla sabahları kahvaltı savaşı yaşıyorsanız tam tahıllı kahvaltılık gevrekleri deneyebilirsiniz. Böylece sadece bir avuç kahvaltılık gevrek ile çocuğunuz severek süt içmiş, tam tahıl almış ve günlük vitamin, mineral ihtiyacının önemli bir bölümünü alarak güne sağlıklı ve mutlu bir başlangıç yapmış olur.”

0 yorum

Büyümenin anahtarı doğru beslenme

Beslenme, büyüme ve gelişme sürecinin çok hızlı olduğu bebeklik ve çocukluk döneminde ayrı bir önem taşıyor. Yeterli ve dengeli beslenen çocukların sağlıklı büyüme ve gelişimi sağlanıyor, hastalıklara karşı direnci artıyor ve okul performansında artış görülüyor. 

Düzgün ve doğru beslenen çocuğun hastalıklara yakalanma riski de azalıyor. Bebeklere ilk 6 ay sadece anne sütü verilmesi, altıncı aydan sonra en az 2 yıl kadar ek gıdalarla destekleyerek devam ettirilmesinin obezite ve kronik hastalık riskini azaltabileceğini söyleyen Liv HOSPITAL Çocuk Sağlığı Bölümü’nden Uzm Dr. Nur Özden Çalışkan, bazı yiyecek ve içeceklerin zararlarından bahsediyor.

Çalışkan, kolalı içecekler, gazozlar, hazır meyve suları, çikolata, gofret, şeker gibi karbonhidrattan zengin ve kızarmış yiyecekler gibi yağdan zengin gıdaların kısıtlanması gerektiğini söylüyor.

0-1 yaş: Süt çocukluğu dönemi
Bebeğin gelişimi normal seyirde ilerliyorsa ilk 6 ayda besin kaynağı sadece anne sütü olmalı. 6. ayın sonunda ek gıdalara başlanmalı. 6-9 ay arasında günde sadece 200 ek kaloriye ihtiyaç duyan bebeklerde bu değer 9-12 ay arasında 300 ek kalori olmalı. Ek gıdalar bebeklere dikkatle verilmeli. Ek gıdalara önce tek tek başlanmalı, sonra da diğer ek gıdalar yine tek tek eklenmeli. İlk 1 yaşta bebeklere tuz ve şeker kullanılması kesinlikle yasak.

1-3 yaş: Oyun çocukluğu ve 4-6 yaş okul öncesi dönem
Çocuklar 1 yaşından sonra ebeveyninde gördüklerini taklit eder. Bu nedenle anne-baba ve bakıcı gibi çocuğun bakımından sorumlu kişilerin kendi beslenme davranışlarına da dikkat etmesi gerekir. Bu dönemde ebeveynler özellikle yemek seçimleri, içecek seçimleri ve yemek yeme alışkanlıklarına dikkat etmeliler. Ebeveynlerin dikkatli olmaları gereken bir diğer konu ise yemek porsiyonları. Çocuklarının sürekli az yediğinden şikayet eden ebeveynler, kendi ölçülerine göre değil çocuğun gereksinimlerine ve yaşına uygun porsiyonlar hazırlamalı. Bu dönemde çocuklar kendileri için önem taşıyan gıdaları farklı sebeplerden dolayı reddedebilirler. Ebeveynler bu durumun geçici bir süreç olduğunu unutmamalı ve çocuğun reddettiği besinleri daha eğlenceli bir halde sunmalı.

6-12 yaş: Okul dönemi
Çocuk artık evden çıkmış ve ne yemek istediğine kendi karar verir bir konuma geçmiştir. Aileler okul menülerinde bulunan yemekleri ve içeriklerini takip etmeli ve çocuklarıyla konuşarak doğru tercih yapmaları konusunda onları yönlendirmeliler. Ara öğün her yaşta olduğu gibi okul döneminde de beslenme konusunda oldukça önemli. Ara öğün alışkanlığı olmayan çocuklar sağlıksız atıştırmalıklara daha düşkün oluyor. Bu yüzden çocukların çantalarına mutlaka sağlıklı atıştırmalıklar konulmalıdır.

Beslenme çantasında atıştırmalık neler olmalı?
• Taze ve kuru meyveler
• Fındık, ceviz, badem gibi yemişler
• 1 kutu süt ya da ayran
• 1 dilim ev yapımı kek ya da kurabiye

Adölesan (ergenlik) ve gençlik dönemi
Gençler bu dönemde kimlik arayışı içindedir, bağımsız olmaya, kabul görmeye çabalar ve dış görünüşleri ile fazla ilgilidir. Düzensiz öğün ve öğün aralarında atıştırma, ev dışında yemek yeme alışkanlığı ve ayaküstü beslenme biçimi de bu dönemde ağırlık kazanır. Sağlıksız beslenme alışkanlıkları yaşla birlikte artış gösterir, bu konuda ailelerin bilinçli hareket etmesi ve erken dönemden başlayarak sağlıklı beslenme alışkanlıklarını çocuklara kazandırması gerekir.

Çocuklarda obezite nasıl önlenir?
• Bebeklere ilk 6 ay sadece anne sütü verilmesi, 6.aydan sonra da anne sütünün en az 2 yıl kadar ek gıdalarla destekleyerek devam ettirilmesi kısa ve uzun dönemde obezite ve kronik hastalık riskini azaltabilir.
• Bebeklikten sonraki dönemlerde çocukların dengeli ve yeterli beslenmesine ve 3 ana, 3 ara öğün alışkanlığının küçük yaştan itibaren kazandırılmasına özen gösterilmesi gerekir.
Uzm Dr.
Nur Özden Çalışkan

• Çocukla birlikte sofraya oturulmalıdır, yararlı besinleri yemesi halinde ödül olarak pasta, tatlı, çikolata, şekerleme önerilmemelidir. Ancak bu gıdalar daha çekici olmaması açısından yasaklanmamalıdır.
• Kolalı içecekler, gazozlar, hazır meyve suları, çikolata, gofret, şeker gibi karbonhidrattan zengin ve kızarmış yiyecekler gibi yağdan zengin gıdalar kısıtlanmalı.
• Hızlı yemek yemenin, yemek aralarında abur cubur atıştırılmasının ve gece yatmadan önce yüksek kalorili yiyeceklerin alınmasının önlenmesi gerekir.
• Çocukların günde en az 30 dakika fiziksel aktivite yapmalarını sağlayacak ortam ve yaşam biçimi oluşturulmalıdır.
• Çocukların saatlerce televizyon ve bilgisayar önünde zaman geçirmesi engellenmelidir.
• Gerektiğinde çocukla birlikte oyun oynanmalı, top, ip, raket gibi fiziksel faaliyet gerektiren oyuncaklar alınmalı, basit aile yürüyüşleri yapılmalıdır.
• Çocuğun okul spor faaliyetlerine katılımı (basketbol, voleybol, futbol, yüzme) teşvik edilmelidir.

0 yorum

Pişik kremi kullanırken dikkat etmeniz gereken 5 şey

Sıcaklıkların artmasıyla cildin tahriş olması ve pişik sorunu yeniden baş gösteriyor. Bebeklerin genelde popo ve kasık bölgesinde meydana gelen pişik, cildin uzun süre kirli bezle ve ıslak kalması, aşırı sıcaklık, bezin sürtünmesi gibi nedenlere dayalı görülen bir cilt problemi. Bebekleri ve aileleri oldukça huzursuz eden bu rahatsızlıktan kurtulmanın en kolay yolu ise pişik kremleri.

Bebeklerde sıkça görülen pişiğin tedavisinde en etkili yöntem olarak bilinen pişik kremi, doğru kullanılmadığında etkisini göstermeyebiliyor. Bunun için pişik kremi kullanırken birkaç noktaya dikkat etmeniz gerekiyor.

1.Pişik kremi kullanmadan önce bebeğinizin altını mutlaka ılık suyla yıkayıp temizleyin ve daha sonra pamuklu havlu ile kurulayın.

2.Ardından kuruladığınız cildine bebek yağı sürüp nemlendirin. Bebek yağını sürdükten sonra, pişik kremini dairesel hareketlerle, ince bir tabaka halinde sürebilirsiniz. Uygulama esnasında cilde iyice nüfuz ettiğinden emin olun.

3.Pişik kremini sürerken cildin bezle temasını mümkün olduğunca önleyin. Pişik kremi sürmenin hemen ardından bebeğin altını bezle bağlarsanız, bez kremi emebileceğinden krem etkisini göstermeyebilir.

4.Bu durumu önlemek için cildin üzerini ince bir tabaka halinde bebek kremi ile kaplamak pratik bir çözüm olabilir. Böylece hem yoğun bir bakım, hem de aktif bir koruma sağlamış olursunuz.

5.Pişik kremini her bez değişiminde mutlaka kullanın. Bu şekilde bebeğinizin cildini olası pişiklere karşı korumuş olur, cildine sağlık ve canlılık katarsınız.

Pişik tedavisi için en etkili yöntemlerden biri olan pişik kremlerini bebeğiniz sadece pişik olduğunda değil, her zaman kullanmaya çalışın. Bu noktada güvenilir ve etkili bir ürün arıyorsanız, Popolin’i önerebiliriz. Popolin’in pişik kremi ile bebeğinizin hassas cildini pişiklere karşı koruyup yumuşacık bir cilde kavuşmasını sağlayabilirsiniz.

Doğadan ilham alarak geliştirilen 99 Doğal bebek bakım serisi ise alkol, paraben ve kimyasal içermeyen ürünleriyle bebeğinizin sağlığı için ideal bir seçim olabilir. Hindistancevizi Yağı, Palm Yağı, Tatlı Badem Yağı, Ayçiçek Yağı gibi bitki özlerinin mükemmel karışımı ile bebeğinizin cildine doğal bir bakım sağlayan 99’un pişik önleyici kremini mutlaka deneyin.


0 yorum

Anne ile bebek Ten Tene Temas etmeli

En modern kuvöz bile bebeğe, anne göğsünde olmak kadar “yoğun bir bakım” sağlamıyor. Güney Amerika’da geliştirilen, “skin-to-skin care” (ten tene temas ile bakım) ya da diğer adıyla kanguru bakımı anne ve bebek arasında sağlıklı sürecin kurulmasına olanak veriyor.

İstanbul Doğum Akademisi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Hakan Çoker TTT (ten tene temas) ile ilgili verdiği bilgilerde Prematür bebeklerin yoğun bakım servislerindeki bakımını iyileştirmek için Güney Amerika’da geliştirilen Ten Tene Temas (TTT) bakımının aslında doğal bir süreç olduğuna dikkat çekiyor.

Hakan Çoker konuya ilişkin yaptığı değerlendirmede; “Hastanelerde alışılageldiği gibi bebeğin doğar doğmaz kordonunun kesildiği ve başka bir odaya götürüldüğü uygulamalardan farklı olarak, basitçe bebeğin çıplak olarak annenin çıplak göğsüne yerleştirilmesi, kuru ve sıcak tutmak için battaniye ile örtülmesidir. İdeal olarak Ten Tene Temas’ın doğumdan hemen sonra veya kısa bir süre sonra başlaması ve bebeğin ilk emzirilmesi bitene kadar kesintisiz olarak anne göğsünde kalması gerekmektedir. Bebeği annenin elbisesi veya bir havlu üstüne koymak, giyinik ya da bir beze sarılmış haldeki bebeği anneye vermek ya da sadece yanak yanağa birkaç saniyeliğine anneyle bebeği buluşturma Ten Tene Temas değildir” dedi.

Dr. Keith Moore ve ekibi tarafından 2012 yılında yayınlanan 34 randomize kontrollü çalışmaya göre 3. ve 6. ayda sadece anne sütü ile beslenme oranının TTT yapılan bebeklerde 2 kat fazla olduğu tespit ediliyor. Çalışmada, TTT yöntemi uygulanan annenin, üçüncü günde meme ağrısının daha az olduğu ve üçüncü günde daha az endişe yaşadığı, bebeğin, ilk emzirmede daha etkili emdiği, 12 kat daha az ağladığı, kalp atışı, solunum ve vücut ısısının daha sabit olduğu ve kan şekerinde anlamlı bir yükseklik olduğunu sonuçları yer alıyor.
Kadın Hastalıkları ve
Doğum Uzmanı
Hakan Çoker

Doğumhanelerin ve ameliyathanelerin TTT'yi rutin bir uygulama haline getirmeleri yeni nesillerin sağlığı için önemli...

Dünya Sağlık Örgütü’nün 2003 yılından beri bebeğin kilosu, gebelik haftası, doğum şekli, klinik durumu ne olursa olsun tüm yeni doğanlar için TTT bakımı önerdiğine değinen Dr. Hakan Çoker, ailelerin bugün kendileri için TTT'yi talep etmeleri gerektiğini, en kısa zamanda doğumhanelerin ve ameliyathanelerin TTT'yi rutin bir uygulama haline getirmelerinin yeni nesillerin sağlığı için şart olduğunu belirtiyor.

İstanbul Doğum Akademisi bünyesinde verilen doğuma hazırlık kurslarında konuyu sık sık gündeme getiren Hakan Çoker anne ve baba adaylarına; “Doktorunuzdan veya ebenizden doğumdan hemen sonra, tıbbi acil bir sorun yoksa bebeğinizin doğrudan kucağınıza verilmesini ve ilk kontrollerinin de orada yapılmasını talep edin. Bakım adı altında başka bir odaya götürülmesi yerine mümkün olan en uzun süre kendi göğsünüzde kalmasını ve ilk emzirmenin de orada gerçekleşmesini isteyin ” tavsiyelerinde bulunuyor Bu yapıldığında bebeğin kendiliğinden memeyi bulduğunu ve emmeye başladığını söyleyen Çoker, “ Yeter ki talep edin ve bebeğinize bu yeteneğini göstermesi için fırsat ve süre tanıyın” dedi.

0 yorum

Apandisit mi? Karın ağrısı mı?

Hisar Intercontinental Hospital’dan Çocuk Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Salih Somuncu, çocuklarda görülen karın ağrısının birçok nedenden kaynaklanabileceğini ve mutlaka dikkate alınması gerektiğini söyledi.

Hisar İntercontinental Hospital’dan Doç. Dr. Salih Somuncu, çocukların karın ağrısının yaşa göre değişebileceğini ancak genel olarak karın ağrısının sebeplerinin dahili ve cerrahi olarak iki ana gruba ayırılabileceğini söyledi. Doç. Dr. Somuncu, karın ağrısıyla sık karşılaştıklarını genellikle dahili nedenlerden kaynaklandığını ifade ederek, “Örneğin bir mide barsak enfeksiyonu karın ağrısıyla kendini gösterir. Kusma ya da ishal daha sonra eklenebilir. Bu da önemli bir karın ağrısı nedenidir ve çok sık karşılaştığımız bir durumdur. Bunun dışında parazitler de karın ağrısı yapar. Parazitlere bağlı karın ağrısı genelde kroniktir anlık değildir.

Dahili karın ağrısı nedenlerinden biri de idrar yolu enfeksiyonudur. Özellikle çocuk böbreği ve mesanesiyle ilgili bir sorunu tanımlayamayacağından bu dışarıya karın ağrısı gibi yansır. Bu tür sebebi ortaya çıkarılamayan kronik karın ağrılarında da mutlaka bir idrar tahlili yapılmalıdır. Diğer bir karın ağrısı nedeni de çocuklarda kronik kabızlıktır. Dahili nedenlerden kaynaklanan karın ağrıları, genelde anlık değil; uzun süreli ağrılardır” dedi.

Öncelikle Karın Ağrısının Nedenini Belirleyin!
Doç. Dr. Salih Somuncu, cerrahi karın ağrısı ile karıştırılabilecek karın ağrılarının başında genetik bir hastalık olan ve ailede başka bireylerde de görülebilen Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF)’nin geldiğini hatırlatarak, “Ailevi Akdeniz Ateşi kendisini öncelikle karın ağrısı ve yüksek ateşle gösterir. Muayene sırasında o kadar şiddetli akut karın bulguları verebilir ki zaman zaman cerrahi karın bulgularıyla karıştırılabilir. Çoğu zaman bu hastalar apandisit nedeniyle yanlışlıkla ameliyat edilebilir. En doğru tanı genetik tanıma testleridir. FMF tanısı koyulmuş ise uygun tedaviyle çok kısa sürede cevap alınabilir” diye konuştu.

Apandisit mi? Karın ağrısı mı?
Doç. Dr. Somuncu, cerrahi karın ağrılarında erken tanı ve tedavinin çok önemli olduğuna işaret ederek, şunları söyledi:

“Cerrahi karın ağrısının en sık nedeni akut apandisittir. Apandiks ince barsakla kalın barsağın birleştiği bölgede kör barsak şeklinde sonlanan bir organdır. Çocuklarda boyu uzun ve çapı dardır. O yüzden biraz daha çabuk klinik bulgu verir. Apandiksin bir nedenden dolayı tıkanması ile bulgularını gösterir. Bu sıklıkla bir lenf bezesinden kaynaklanabileceği gibi taşlaşmış bir gaitadan, parazitten ya da dışarıdan alınan yabancı bir cisimden bile kaynaklanabilir. Normalde apandiks kör barsak olduğu için iç salgılarını kalın barsağa boşaltır. Tıkanma nedeniyle boşaltma gerçekleşemeyince bir süre sonra şişmeye başlar. Enfeksiyon oluşturmayan non patojen bakteriler enfeksiyon üretir hale gelir. Barsağın iç tabakasından başlayarak kas tabakasına daha sonra da dış tabakasına ulaşarak tüm bölgeyi ilgilendiren bir enfeksiyon ortaya çıkar. Zayıf bulduğu bir noktadan da patlar. Halk arasında apandisit patlaması dediğimiz durum budur.”

Barsak Düğümlenmesi İlkbahar Mevsiminde Daha Fazla Görülüyor…
Doç. Dr. Somuncu, halk arasında barsak düğümlenmesi olarak bilinen barsağın bir şekilde tıkanmasının da karın ağrısı sebebi olduğunu dile getirerek, “Barsak düğümlenmesinde karın ağrısı çok şiddetlidir. Bunun önemli nedenlerinden biri de bağırsağın iç içe girmesidir.” dedi. Sıklıkla ince bağırsağın kalın bağırsağın içine doğru girdiğini ve ağrı anında çok şiddetli bir kıvrandırıcı ağrı ile karşı karşıya kalınabileceğini anımsatan Doç. Dr. Somuncu, şunları söyledi: “Bu ağrının sonrasında kusma ve karın şişliği başlar. Bir süre sonra da kanlı gaita eşlik eder. Barsak düğümlenmesi her yaş grubunda olmakla birlikte 9-12 aylardaki çocuklarda daha fazla görülebilir.

Barsak düğümlenmesinin mevsimsel bir özelliği vardır. Çünkü bağırsağın iç içe girmesi için uyarıcı bir nokta gerekir. Bu uyarıcı nokta çocuklarda sıklıkla ince barsak kök ve duvarlarındaki küçük lenf nodlarıdır. Bu lenf nodları da genellikle üst solunum yolları enfeksiyonlarından sonra olur. Barsak ya da solunum yolları enfeksiyonlarından bir hafta 10 gün sonra hasta bize bağırsak düğümlenmesi ile gelebilir. Aynı şekilde apandisit de üst solunum yolları enfeksiyonlarının sık olduğu ilkbahar ve sonbahar mevsiminde daha sık görülür. Barsak düğümlenmesinin tedavisinde eğer klinik bir bulgu olmamışsa 5 cm’ye kadar ameliyatsız takiple tıbbı tedavi edebiliriz. Ama sebat edip 5 cm üzerine çıkmışsa ve barsak kangreni riski varsa o zaman cerrahi müdahale yapıyoruz.”

0 yorum

Öğle arası çocuk sahibi nasıl olunur?

İş hayatının ağır koşullarının altında çocuk sahibi olmak için tüp bebek merkezine uğrayamayanlara müjdeli haber geldi. “Konforlu Tüp Bebek” tedavisi ile artık çocuk sahibi olmak çok daha kolay. 

Eurofertil Tüp Bebek Merkezi Medikal Direktörü Dr. Hakan Özörnek, konforlu tüp bebek yönteminin 10-12 gün içerisinde sonuç verdiğini ve hastanın tüp bebek merkezinde harcadığı zamanın 2-3 kez 30’ar dakika olduğunu söyleyerek, “Kadınlar günlük hayatlarını etkilemeden öğle arası çocuk sahibi olabilir” dedi.

Gerek tüp bebek konusunda bilginin artması gerekçe ilaç teknolojisindeki gelişmeler tedavi şekillerinin değişmesine neden oluyor. Bu gelişmerden faydalananların başında ise hastalar geliyor. Hastalar artık daha kısa sürede ve tüp bebek merkezinde daha az vakit geçirerek çocuk sahibi olabilecek.

Konforlu Tüp Bebek isimlii yöntemle ilgili bilgi veren Eurofertil Tüp Bebek Merkezi Medikal Direktörü Dr. Hakan Özörnek, daha az ve sadece derialtı iğneler kullanarak, neredeyse hiç kan almadan, daha az yan etkili ve en önemlisi daha az stresli bir tedavi imkanının bulunduğunu açıkladı.

Dr. Hakan Özörnek, tedavi boyunca hastaların mümkün olduğunca hayatlarını etkilememeye çalıştıklarını ifade ederek, şöyle dedi: “Bir anlamda konforlarını hiç bozmuyoruz. Bu yöntemde ilaç dozları azaltılıyor. Yüzde 60 daha az enjeksiyon yapılıyor. Enjeksiyorlar derialtına yapılıyor. Tedavi süresinde 2-3 kez klinik randevusu alınması yeterli oluyor. Az ilaç kullanarak yapılan bu tüp bebek tedavisine ‘Konforlu tüp bebek’ diyoruz.”

Dr. Hakan Özörnek, bu yöntemin 38 yaşın altındaki yumurtalık kapasitesi yeterli, boy-kilo oranı normal sınırda olan hastalara yapılabildiğinin altını çizerek, “Konforlu tüp bebek gebelik oranlarını düşürmez. Bu yöntem dünyada yeni yeni yaygınlaşmaya başladı. Türkiye’de de henüz az sayıda iyi laboratuvara sahip tüp bebek merkezinde uygulanıyor” dedi.

0 yorum

Çocuğunuzun yürüyüşündeki hastalık

Daha çok erkek çocuklarında görülen Perthes hastalığı genellikle aksama, topallama gibi şikayetlerle ortaya çıkar. Genellikle 4 – 10 yaş arasında görülen Perthes hastalığı ne kadar erken teşhis edilirse, tedavisi o kadar başarılı yapılabilir. 

Kadıköy Şifa Ataşehir Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Şeref Aktaş, Perthes hastalığı hakkında en çok merak edilen soruları cevaplandırıyor.

Perthes hastalığı çocuk ortopedisinin önemli hastalıklarından birisidir. Perthes Hastalığı, femur başı dediğimiz uyluk en üst kısmındaki top şeklindeki kemik bölgesinin kan akımının geçici olarak duraksaması ile gelişir. Bunun sonucunda, Perthes hastalığı femur başı kemiğinde nekroz dediğimiz kemik ölümü ve akabinde yeniden nekrotik kemiğin uzaklaştırılıp yeni kemik oluşumu ile giden bir süreç içerisinde seyreder.

Perthes hastalığı erkeklerde 4 kat daha fazla görülüyor!

Perthes hastalığı kaç yaşlardaki çocuklarda görülür?
Perthes hastalığı sıklıkla 4 - 10 yaş arasındaki çocuklarda görülen bir hastalıktır. Perthes hastalığı erkek çocuklarda kızlardan 4 kat daha çok görülür. Perthes hastası çocuklar, genel yapı olarak çok hareketli yapıda olup ele avuca sığmaz dediğimiz yapıda çocuklardır.

Perthes hastalığının bulguları nelerdir?
Perthes hastaları, sıklıkla aksama, kalça ve/veya diz ağrısı şikayeti ile Çocuk Ortopedistine başvururlar. Hastaların bulguları zaman zaman şiddetlenir, zaman zaman hafifler. Perthes hastalarının muayenelerinde eklem hareketleri kısıtlı olup eklem hareketleri sırasında çocuk ağrıdan şikayet edebilir. İleri olgularda bacak çapında incelme ve kısalık görülebilir.

Perthes hastalığında tanı nasıl koyulur?
Perthes hastalığında, tanı anamnez, fizik muayene ve radyografi ile koyulur. Perthes hastalığı tanısında olguların büyük kısmında MR veya tomografiye ihtiyaç duyulmaz. Buna karşın, MR tetkiki, hastalığın erken devrelerinde tanı koyulmasını sağlayabilmektedir. Radyolojik bulguların normal olması ve aksamanın 1 hafta – 10 günlük süre içinde geçmemesi durumunda MR tetkikine ihtiyaç duyulabilmektedir.

Erken yaşta teşhis Perthes hastalığı tedavisinde çok önemli!

Perthes hastalığının tedavisinde ne yapılır?
Perthes hastalığında femur başının beslenmesinin bozulmasıyla femur başı kemiğinin bir kısmı ya da tamamında nekroz dediğimiz kemik ölümü görülür. Vücut tarafından, bu nekrotik kemik absorbe edilerek (ortadan kaldırılarak), yeni kemik yapımı sağlanır. Bu yeniden yapım sürecinde kemik daha yumuşak ve güçsüz olduğu için atlama, zıplama ve düşme gibi travmalarda baş kemiğinde kırık ve çökmeler görülebilir. Yeniden yapılanırken femur başı aldığı basıya göre şekil alır. Bu nedenle tedavide femur başını asetabulum dediğimiz kalça eklemini yuva kısmının içinde tutulması amaçlanır. Bu şekilde küresel yapıda gelişimi hedeflenir.

Perthes hastalığının tedavisinde ana amaç eklem hareket açıklığının korunmasıdır ki baş küresel yapıda gelişebilsin. Özellikle ağrılı dönemlerde istirahat ve antiemflamatuvar ilaçlarla tedavi önerilir. Perthes hastalığının süreci 2 - 2.5 yıl kadar sürmektedir. Bu süreçte çocuğun aşırı sportif aktivitelerde bulunması, yüksekten atlaması ve temas sporuna katılımına mümkün oldukça engel olunmalıdır. Bununla beraber çocuğun günlük aktivitelerinde kısıtlanmaya gidilmez.

Femur başı topunu yuvada tutmak için bacaklar açık posizyonda alçı uygulaması, bir takım ortezler kullanılması ve cerrahi uygulamalar Çocuk Ortopedistleri tarafından kullanılan yöntemlerdir. Hastalığın seyrinin uzun olması (2 - 2.5 yıl) çocukların alçı veya ortez tedavisine uyumunu güçleştirmektedir. Bu nedenle bir çok ortopedist gerekli olgularda cerrahi tedaviye yönelirler. Cerrahide ana amaç, femur başının küresel yapıda gelişimini sağlamak için asetabulum yuvasının içinde yerleşmesini sağlamaktır.

Perthes hastalığının seyri nasıl olmaktadır? Sekel kalmakta mıdır?
Perthes hastalığında klinik seyir hastanın yaşı ve tutulumun miktarına bağlıdır. Genel kural olarak 6 yaş altında Perthes hastalığının seyri oldukça iyidir. 8 yaş üstü hastalarda ise hastalığın seyri daha ağır geçmektedir. Hastaların önemli bir kısmı sekelsiz iyileşirken az bir kısım hastada ise kısalık, aksama ve femur başında şekil bozukluğu görülür.

0 yorum

Türkiye'de her 600 bebekten 1'i hayata yenik başlıyor

Türkiye’de her 600 bebekten birinde doğum öncesi, doğum sırasında veya doğum sonrası beyinde meydana gelen yaralanma sonucu fonksiyon bozukluğu ortaya çıktığını söylendi.

ABD’de toplam nüfusun 1000’de 2’sinin Serebral Palsy olduğunu belirten Dr. Fzt. Gamze Şenbursa, akraba evlilikleri, hamilelik döneminde geçirilen hastalıklar, doğum şartlarının olumsuzluğu, ilk çocukluk yıllarında bebeklerde bulaşıcı ve ateşli hastalıkların fazlalığı, beslenme yetersizliği gibi nedenlerin Türkiye’deki vaka sayısını artırdığını bildirdi.

Dr. Şenbursa, hayatın ilk anlarında oluşan ancak bireyin tüm yaşamını etkileyen beyin hasarları ve tedavi yöntemleri hakkında şu bilgileri verdi:

YÜZDE 60’I DOĞUM SIRASINDA OLUŞUYOR
“Serebral Palsy’nin doğum öncesi nedenleri %30’luk bir kısım içerir. Anne-baba arasındaki akrabalık veya kan uyuşmazlığı, hamilelik sırasında geçirilen enfeksiyon hastalıklar, kullanılan ilaçlar, geçirilen kazalar bu nedenlerden bazılarıdır. Prematüre doğum ve düşük doğum ağırlığı, sezeryan, morarma, doğum sırasında hatalı forceps (doktorların kullandığı bir materyal) kullanımı, oksijensiz kalma, doğum sırasındaki nedenlerdir ve %60’lık bir kısmı içerir. Travmalar, yüksek ateşli hastalıklar, zehirlenmeler, tümörler, sarılık gibi nedenler doğum sonrası %10’luk kısmı oluşturur.”

BEŞ SINIFA AYRILIR
“Serebral palsy beş şekilde sınıflandırılır. Spastik çocuk CP teşhisi altında etkilenen vücut kısmına göre tanımlanır.

Monoplejik; Sadece tek bacağı/kolu etkilenen,
Diplejik; Bacaklarda baskın tutulma olan,
Kuadriplejik; 2 kol ve bacak etkileyen,
Hemiplejik; Vücudun bir yarısı tutan çeşididir.
Distonik tip kas tonusu bozukluğu ile karakterizedir. En çok atetoid tip görülür, istemsiz ve yılanvari hareketler mevcuttur.”

Ailelerin ortalama 1-1,5 sene içinde çocuklarındaki problemi tespit edemediklerini veya çocuklarına problemi kondurmak istemedikleri için vakit kaybettiklerine dikkati çeken Dr. Şenbursa, psikolojik açıdan yıkılan ebeveynlere şu önerilerde bulundu:

“1 aylık bebekte sürekli ağlama, emme bozukluğu, ısrarlı ve sürekli kusma, çevresinden gelen uyarılara cevap vermeme, havale; 2 aylık bebekte, 1 aylık bebekteki belirtiler, bulunması gereken reflekslerin kaybı, kas kasılma bozuklukları; 3 aylık bebekte gözde istemsiz ritmik hareketler, bel kaslarında oluşan spazm sonucu vücudun yay gibi gerilmesi, bebeğin gülmemesi, annenin yüzüne bakmaması; 4 aylık bebekte baş kontrolünün olmaması, şaşılık, bazı reflekslerin devam etmemesi; 8 aylık bebekte dönme ve oturma aktivitelerinin olmaması, el göz koordinasyonunun yokluğu, tekme atarken iki bacağında geriye gitmesi, uzun oturmada bacakların makaslama hareketi yapması; 10 aylık bebekte emeklemenin olmaması ya da her iki bacağın birden çekilerek, sıçrar tarzda emekleme, ayağa kalkmada zorluk, ismi ile çağırılınca tepki vermemesi, ağızdan salya akması, verilen yiyeceği ağzına almaması ya da ağzına götürememesi; 1 yaşındaki bebekte tutunarak yürüyememe, parmak ucunda yürüme, makaslama şeklinde yürüme gibi belirtiler görülür.”

TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Ailelerin çocuklarını dikkatli gözlemesini ve bu tarz durumlarda bir uzmana başvurmasının erken teşhis olanağı sağladığını vurgulayan Dr. Şenbursa, tedavi yöntemleri hakkında şu bilgileri verdi:

İlaç tedavisi: Hastalığı ilaçla tedavi etmek olanaksızdır. Sadece spastisiteyi bir miktar azaltmak, nöbetleri kontrol altına almak veya salya problemi için kullanılabilir.

Cerrahi Tedavi: Cerrahi sinirlere, kaslara, kemiklere yönelik olabilir. En sık yapılan cerrahiler kas tendon gevşetme, uzatma, transfer, kısaltma veya kemik artrodez ve osteotomidir.

Fizik tedavi ve rehabilitasyon: Cp’li çocuğun klinik tablosu, Cp’nin nedenine, lezyonun şiddetine, şekline ve eşlik eden semptomlara bağlı olarak çocuktan çocuğa değişir. Bu nedenle her çocuğun tedavi ve rehabilitasyon programı farklılık gösterir. Fizik tedavinin amaçları kolların normal veya normale yakın kullanımını sağlamak, bacakların fonksiyonel kullanımı ve yürümeyi arttırmak, çocuğa normal veya normale yakın görünüm kazandırmak, anlaşılabilir konuşma öğretmek, Cp’li çocuğun eğitimi konusunda aileye yol göstermektir.

Ev egzersiz programında dikkat edilmesi gereken konular; egzersizler aile tarafından öğrenilmeli ve evde her gün tekrar edilmelidir. Egzersizler çok uzun ve sıkıcı olmamalıdır, oyun aktiviteleri ile birleştirilerek yaptırılmalıdır. Oturma, emekleme, dizüstü durma, ayakta durma gibi gelişim aşamaları terapistin uygun gördüğü zamanlarda başlatılmalıdır.

İş uğraşı terapisi: Çocuklara motor fonksiyonlarını kullanma becerisi sağlar. Genel amacı çocuklara günlük yaşam aktivitelerinde bağımsızlık kazandırmaktır. El fonksiyon ve kavramalarını geliştirme, tuvalet eğitimi, giyinme ve soyunma, beslenme yönündeki becerileri üzerinde çalışılır.
Klasik tedavilerin yanı sıra uygulanan birçok tamamlayıcı ve alternatif teknik bulunmaktadır. Bu teknikler ile alakalı en önemli sorun alanında uzman olmayan kişiler tarafından yapılan uygulamaların çocuğa verdiği zararlardır. İleri seviyede verilen vaatler gerçekleşmemekle beraber aileyi maddi ve manevi açıdan zora sokmaktadır. Bunun için ailelerin uygulayan kişinin eğitim ve ünvanını sorgulamaları ucuz tedavi yöntemlerine tamah etmemeleri gerekmektedir.

Dr. Fzt. Gamze Şenbursa
Refleks terapi: Refleks Terapi, ayaklara ve yüze uygulanan özel ovma ve basınç hareketleriyle vücudun belli bölgelerinde bloke olmuş enerjiyi çözerek, bedenin kendi kendisini iyileştirme gücünü harekete geçirmesi olarak tanımlanabilir. Refleks Terapi ‘denge’ sağlayan bir terapidir. Refleks Terapisi kişinin kendisini, fiziksel, duygusal ve ruhsal bakımdan iyi hissetmesini sağlar ve kişiye doğal dengesini kazandırır. Refleks Terapi, bedenin tüm bölgelerine, beyine, merkezi sinir sistemine, organlarına ve sistemlerine karşılık gelen refleks noktaları, akapunktur noktaları ve sinir noktalarının ayaklarda ve yüzde olduğu ve bu noktaların beden anatomisinin aynası olduğu prensibine dayanan bir sanattır. Refleks Terapi, özel el ve parmak teknikleriyle bu refleks noktalarına basınç ve ovma yoluyla uygulanır. Derin rahatlama sağlar, kan akışını arttırır ve dengeler, uykusuzluğu azaltır ve derin uyku sağlar, Spastisiteyi (kas kasılması) azaltır, eklem hareketliliğini arttırır, Vücuttan toksinleri temizler, Hormonları dengeler, Sindirim sistem ve bağırsak problemlerini azaltır. Refleks Terapi, refleksoloji tedavisi ile karıştırılmamalıdır. Refleksolojide herkese aynı uygulanan tedavi, refleks terapide çocuğun etkilenen beyin bölgesine, organa ve semptomlara göre tamamen kişisel olarak planlanır. Sonuçlar 1 ay ila 3 ay arasında gözlemlenmeye başlanır. Haftada 1-3 seans arasında değişen sıklıklarla yapılır. Sonuçlar ve tedavinin sonlanması hastada oluşan değişikliklerle paralel olarak değerlendirilir.

0 yorum

Doğumdan sonra spora hazır mısınız?

Doğum yaptıktan sonra koşmak ve spor yapmak vücudunuzdaki enerji seviyesini geliştirir ve sizin kendinize biraz zaman ayırmanızı sağlar. Fakat kendinizi koşmaya ve spor yapmaya yeterli gördüğünüz zaman bunu yapmanız gerekir.

Bazı anneler doğum yaptıktan hemen sonra koşmanın kaslar ve bağlar için zorlayıcı olduğunu düşünür. Doğum çeşidinize ve iyileşme sürecinize bağlı olarak, doktorunuz belki tamamıyla spor yapmaktan sizi bir süreliğine alıkoyabilir. Fakat doktorunuzu ve kendinizi dinleyip ikisini harmanladıktan sonra, ne zaman tekrar spor yapıp koşmaya geri döneceğinize siz karar verebilirsiniz.

Buggy’e binmekten tutun da günde 10 km koşmaya kadar yeni anne olmuş bayanlar için spora ve koşmaya başlamak için bir sürü yol vardır.

Hatta yeni anne olmuş bayanların farklı egzersizleri yaptıktan sonra anne sütünün değiştiği bile gözlemlenmiştir.

Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, doğumdan sonra tekrar spora ve koşmaya başlamak için en iyi önerileri sizler için kaleme aldı:

KEYİF ALMAYI UNUTMAYIN
Koşmak sizin için sıkıcı bir iş haline gelmemeli. Tekrar spora başlamanız için neden sporun veya koşmanın sizi mutlu ettiğini düşünün ve böyle motive olun. Bitik olsanız dahi, kendinize ayıracak biraz zaman bulabilirisiniz ve tekrar egzersize başlamak sizin daha enerji dolu hissetmenizi sağlar.

SPORA KOŞU BANDINDA BAŞLAYIN
Vücut geliştirmeye başlamak sizin için iyi bir başlangıç olabilir. Diziniz ve ayak bileği ekleminiz için koşu bandı daha yumuşak olacaktır. Üstelik genel vücut sıhhatinizi yüksek tutacak diğer makineler de sporda size yardımcı olacaktır. Bunun için çocuk bakım bölümleri bulunan spor salonlarını tercih ediniz.

ACELE ETMEYİN, ZAMANA İHTİYACINIZ OLACAK
Hemen değişiklik beklemeyin. Eğer performansınız doğum yapmadan öncekinden daha düşükse sakın kendinizi kötü hissetmeyin. Her yeni anne spora farklı bir hızla başlar yani siz en iyisi kendi vücudunuzu dinleyin. Kısa ve az yoğun bir koşuyla başlayın ki vücudunuz tekrar koşmaya alışsın.

YENİ BİR SPOR VE KOŞMA PLANI YAPIN
Yeni bebek sahibi olduğunuz için artık eski spor yapma şekliniz size uygun olmayacaktır. Fakat sizin için belli bir koşma veya spor yapma planı geçerli olmayacaktır. Dolayısıyla eğer belli bir sürede her gün veya her hafta spor yapmak istiyorsanız bebeğinizin emin ellerde olduğundan emin olun.

İYİ BESLENİN VE BOL BOL SU İÇİN
Beslenme ve sıvı alımı her şeyden çok daha önemlidir. Koşarken ve spor yağarken yeterince su içtiğinizden emin olun. Bir de tabii öncekinden daha fazla yemek yiyeceksiniz. Eğer emziriyorsanız her gün 500 ekstra kaloriye ihtiyacınız var.

KENDİNİZ VE BEBEĞİNİZ İÇİN RUNNİNG BUGGY ALIN
Running buggy hem bebeğinizi pusetle gezdirmenizi hem de koşmanızı sağlayacak. Bu koşuya ve spora başlamanızın en iyi yoludur ve aynı zamanda bebeğinizle kaliteli zaman geçirmenizi sağlayacaktır.

KENDİNİZE BELLİ KRİTERLER KOYUN
Bulunduğunuz şehirde eğer basit bir koşu yarışı düzenleniyorsa sırf spora tekrar başlamak ve motive etmek için kendinizi bu yarışa hazırlayın.

0 yorum

Aşı Hayat Kurtarır

Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi’nin bir girişimi olan Avrupa Aşılama Haftası’nın bu yıl 10’uncusu düzenleniyor. Aşılama, hem çocuk hem de tüm toplum sağlığını iyileştirmede insanlığın attığı en büyük adımlardan biridir. Yıllar içinde geliştirilen aşılar sayesinde birçok enfeksiyon hastalığının kontrol altına alınması, azaltılması ve hatta ortadan kaldırılması mümkün olmuştur. 

Hijyen kurallarına uymak, iyi beslenmek veya bağışıklık sistemini güçlendirdiği düşünülen takviyeler kullanmak hastalıklardan korunmada asla aşıların yerini alamaz. Aşılanmayan çocuklarda görülen bulaşıcı hastalıklar hastanede yatmayı gerektirecek kadar ağır hatta ölümcül dahi olabildiğini söyleyen Liv Hospital Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Eda Balanlı “Anne babaların bebek ve çocuklarını bu hastalıklardan korumada en önemli silahları aşılardır.

Bağışıklama yaşamın erken döneminde başlamalıdır çünkü bebek ve küçük çocuklar bulaşıcı hastalıklara karşı daha savunmasızdır, hastalıkları diğer bireylere göre çok daha ağır geçirir” diyor. Uzm. Dr. Eda Balanlı çocuklarda aşılamanın önemini anlattı.

Günümüzde rutin aşılama şemasında olan birçok hastalık geçmişte binlerce çocuğun sakat kalmasına ve ölmesine sebep olmuştur. Örneğin 1950’lerde çocuk felci sadece ABD’de yılda 37.000 çocuğun sakat kalmasına, 1.700 çocuğun da ölümüne neden olmaktaydı. Difteri aşısından önce her yıl yaklaşık 15.000 kişi bu hastalıktan hayatını kaybetmekteydi. Her yıl 70.000 çocuk rotavirüse bağlı ishal nedeniyle hastaneye yatmaktaydı. Bunlar gibi birçok bulaşıcı hastalığı aşılar sayesinde artık nadiren görüyoruz. Yine de tamamen ortadan kalkmış değiller, bazı ülkelerde halen sık görülüyor. Aşılama oranları azaldığında tekrar benzer sıklıklarda görülebilirler. Bu nedenle çocuklarımızı aşılamaya devam etmeliyiz.

Unutulmamalıdır ki aşısız veya eksik aşılı kişiler hem kendilerini hem de yaşadıkları toplumaki diğer bireyleri riske atmış olurlar.

Aşılar nasıl korur?

Vücudumuz bir mikropla karşılaşıp yendiğinde geriye hastalığı yenmeye yarayan ‘antikor’ denilen koruyucu maddeler kalır. Aynı mikropla yeniden karşılaştığımızda hücrelerimiz mikrobu hızla tanır ve daha önce oluşturduğumuz antikorlar mikrobu ortadan kaldırır. Aşılar da enfeksiyonu ‘taklit’ ederek bağışıklık sistemini güçlendirir ancak bu ‘taklit’ hastalık oluşturmaz çünkü aşılama işleminde hastalık yapan canlı mikrop yerine zayıflatılmış veya ölü mikrop ya da mikrobun yapısal bir parçası veya bir ürünü işlemden geçirilerek vücuda verilir. Bu sayede bağışıklık sisteminin gerçek bir enfeksiyona vereceği yanıtı vermesi sağlanır. Diğer bir deyişle hastalanmadan vücutta o mikroba karşı koruyucu antikorlar yapılır.

Vücut o mikroorganizma ile karşılaştığında hızla tanır, daha önceden üretilen antikorlar sayesinde mikroorganizma yok edilir. Hamileliğin son haftalarında annenin koruyucu antikorları bebeğe geçer. Bu antikorlar bebeğe kısmen koruma sağlar. Ancak antikorlar hızla ömürlerini tamamlar. Bu nedenle aşılanmamış bebekler potensiyel tehlikeli hastalıklar karşısında tamamen savunmasız hale gelir.

Ne zaman aşı yapılmaz?

Aşıların ciddi bir neden olmadan geciktirilmesi doğru değildir. Aşı dozlarının gereksiz geciktirildiği çocuklar, önlenebilir bulaşıcı hastalıklar açısından risk altındadır. Hafif seyreden ateşli veya ateşsiz hastalıklar, antibiotik kullanmak veya hastalığın iyileşme döneminde olmak aşılanmaya engel değildir. Ancak orta-ağır derecede hastalık halinde veya aşının içeriğine karşı ciddi alerjik reaksiyon gelişmişse aşı yapılmaz. Anaflaktik ağırlıkta olmayan basit alerjiler aşılanmaya engel değildir. Bunun dışında canlı aşıların bağışıklık sisteminin bozulduğu durumlarda yapılması sakıncalıdır. Değişik aşılar bir arada ve aynı gün uygulanabilir. Birden fazla aşının aynı gün uygulanması istenmeyen etki olasılığını arttırmaz, bebeğe ‘ağır’ gelmez. Bu uygulama güvenli ve etkindir; bağışıklık sistemini zayıflatmaz, tersine kuvvetlendirir.

Ne mutlu ki geçmişte çok yıkıcı sonuçları olan birçok bulaşıcı hastalık artık ülkemizde çok nadir görülmekte veya hiç görülmemektedir. Fakat dünyanın birçok yerinde bulaşıcı hastalıklara bağlı salgınların halen devam ettiği unutulmamalıdır. Bu nedenle çocuklarımızı aşılamaya ve onları korumaya devam etmeliyiz.

0 yorum

Modern Yöntemlerle Bebek Sahibi Olabilirsiniz

Bebek sahibi olmak isteyen çiftlerin en önemli sorunlarının başında tüp bebek tedavi yöntemlerinden hangisinin uygulanması gerektiğine karar verememeleri gelmektedir. Tam donanımlı bir merkezde doğru seçenekler uygulanmadan gerçekleştirilen denemeler genellikle başarısızlıkla sonuçlanmadır. 

Memorial Ankara Hastanesi Tüp Bebek Merkezi başkanı Prof. Dr. Aygül Demirol, tüp bebek tedavisinin çiftlere özel planlanması gerektiğini belirterek modern tedavi yaklaşımları hakkında bilgi verdi.

Detaylı bir değerlendirilme yapılmalı
Gebeliğe giden yolda kendiliğinden kolaylıkla sonuca ulaşılamıyor ise tüp bebek-mikroenjeksiyon teknolojileri, annenin yumurtası ve babanın spermini laboratuvar ortamında sağlıklı ve kontrollü şekilde birleştirerek çiftlere yardımcı olmaktadır. Tüp bebek ve kısırlık tedavisinde en önemli unsur, çiftlerin doğru değerlendirilmesi ve ardından nedene yönelik tedavi seçeneklerinin doğru bir şekilde sunulmasıdır. Çiftlere yeterli zaman ayrılarak tüm soruları cevaplanmalı ve tedavi yöntemi bireyselleştirilerek aileye özel olarak uygulanmalıdır.

Tüp bebek tedavisinde merkez seçimi çok önemli
Tüp bebek hizmetinin tam donanımlı bir hastanede sunulması, çiftlere birçok yönden avantaj sağlamaktadır. Bu avantajların başında hastaların, hastanenin tüm alt yapı imkânlarından faydalanabilmesi gelmektedir. Tüp bebek uygulamasının tam donanımlı bir hastane ortamında gerçekleştirilmesi, tedavinin kalitesini ve başarısını artırmaktadır. Bunun yanı sıra hastanedeki tüm bölümlerle işbirliği halinde çalışılması daha başarılı sonuçlar alınmasına büyük katkı sağlamaktadır.

Tekrarlayan başarısızlıkların nedeni iyi araştırılmalı
Tekrarlayan tüp bebek tedavisi başarısızlıklarında öncelikle bu sonuçların hangi faktörlere bağlı olabileceği detaylı iyi bir şekilde araştırılmalıdır. Ardından bu süreç çifte en doğru şekilde aktarılmalı ve yeni bir tedavi planı çizilmelidir.

İlaçsız tüp bebek yöntemi(IVM): IVM, tüp bebek teknolojilerinde çığır açan önemli ve yeni bir yöntemdir. Tıbbi olarak ispat edilmiş, güvenilir bu yöntem sayesinde dünyada şuan anda doğan 1000 üzerinde bebek vardır. Bu bebeklerde herhangi bir sağlık sorunu ve genetik bir probleme de rastlanmamıştır. IVM, dünyada az sayıda saygın merkezde uygulanmaktadır. Üst düzey bir teknoloji, profesyonellik, yoğun uğraş ve sabır gerektirdiği için tüm merkezlerde henüz yoğun uygulamaya geçmemiştir. Tanım olarak; herhangi bir yumurtlama tedavisi için uygulanan enjeksiyonlar verilmeksizin, yumurtalıklardan ufak yani olgunlaşmamış yumurtaların alınıp laboratuvar koşullarında olgunlaştırılması, (bu aşama 24-48 saat almaktadır) olgunlaşan yumurtalara mikroenjeksiyon yöntemi ile spermin enjekte edilmesi sonucu, embriyoların elde edilerek transferi anlamına gelmektedir.

IVM tekniği ile elde edilen embriyolar, aynen normal tüp bebek tekniklerinde olduğu gibi, genetik tanı yani PGD ile analiz edilebilmekte, ileri evre transfer yani blastosist transferi yapılabilmektedir. Ayrıca tedaviden artan embriyolar daha sonra kullanılmak üzere saklanabilmekte yani dondurulabilmektedir.

Ko-Kültür yöntemi: Ko-kültür, embriyo gelişimini destekleyen ek bir besi ortamıdır. Bu yöntemde, yumurta ve spermin döllenmesinden embriyonun gelişimine ve anne rahmine yerleştirilmesine kadar embriyo, laboratuvarda özel sıvılar içerisinde geliştirilmektedir. Bu sıvılar anne rahmi ve tüplerdeki sıvıları taklit eden niteliktedirler. Ko-kültür vasatı ek bir besi ortamı olarak embriyonun gelişimine salgıladığı büyüme faktörleri ile katkıda bulunmaktadır. Böylece daha kaliteli embriyolar elde edilerek gebelik şansı yükseltilmektedir.

Gebelik aşısı: Anne rahminin gebeliği kabul edecek şekilde bağışıklık sistemi ile hazırlandığı yöntemdir. Anne adayından alınan kandan "lenfosit" denilen kan hücreleri ayrıştırılmaktadır. Bu hücreler özel kültür sıvılarında CRH hormonunun desteği ile özel işlemlere tabi tutulmaktadır. Elde edilen sıvı, embriyo rahme yerleştirilmeden 1-2 gün önce ya da bazı vakalarda aynı gün rahim içine verilmektedir. Bu yöntem ile rahim içi bağışıklık sistemi üzerinden embriyoyu daha kolay kabul eder duruma gelmektedir ve böylece embriyo daha kolay gebelik oluşturacak şekilde tutunmaktadır.
Embriyoya genetik analiz yapılması: Bu yöntemde, embriyolar rahme yerleştirilmeden önce genetik açıdan değerlendirilmektedir. Böylelikle sağlıklı embriyolar seçilerek transfere götürülmektedir. Genetik analiz her vaka için uygun ve gerekli değildir. Bu nedenle çiftlere iyi bir bilgilendirme ile sunulmalıdır.

ERA testi: Rahim içinin embriyoyu kabul etme potansiyelinin saptanarak tedavinin planlanmasıdır.
Embriyo gelişiminin takip edilerek transfer için ideal embriyonun seçilmesi yöntemi: Embriyonun gelişimi video kayıt sistemi ile sürekli izlenerek, bölünme hızı ve hücre yapısına göre değerlendirilir ve gebelik şansı en yüksek embriyo seçilir. Bu sistem embriyonun genetiği hakkında da bilgi verdiği için oldukça önemlidir. Değerlendirmeyi yapan ekibin bu konuda eğitimli ve deneyimli olması gerekmektedir.

0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI