işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

Mide Sağlığınızı Doğru Beslenerek Koruyun

Midenizi ne kadar tanıyorsunuz ya da ona ne kadar dikkat ediyorsunuz? Midenizle ilgili doğru bildiğiniz yanlışları ve mide sağlığınız için dikkat etmeniz gerekenleri Hisar Intercontinental Hospital Gastroentereloji Bölümü Uzmanı Doç. Dr. Erdoğan Arıkan’dan öğrendik…

Stres ülser yapar.
Helikobakter pilori bulunmadan önce stresin ülser yaptığına dair birçok yazı vardı. Ancak bakteri bulunduktan sonra bu konu tartışmalıdır. Altta yatan Helikobakter pilori enfeksiyonu olanlarda stres ile şikayetlerde artma olabilir.

Fazla baharat ülsere neden olur.
Fazla baharat ile ülser arasında kesin bir ilişki gösterilememiştir. Zayıf bir bağ olabilir.

Belli besinleri tüketirseniz mide kanseri olursunuz.
Bunun bir ölçüde doğruluk payı vardır. Özellikle nitrat, gıda koruyucuları, yüksek tuz, aşırı yağ ve aflatoksin içeren besinler mide kanseri riskini artırır. Aynı zamanda alkol ve sigara tüketimi de kanseri tetikleyici unsurlar arasındadır.

Sigara içmek mide kanseri yapar.
Mide kanseri riskini 1.5 kat artırır.

Midenizle ilgili şikayetleri dikkate alın! Başka hastalıkların habercisi olabilir.
Ağrı, yanma, bulantı, kusma, yutma güçlüğü, kilo kaybı, gece uykudan uyanma, ailede mide bağırsak kanseri hikayesi varsa mutlaka en kısa zamanda hekime başvurmalısınız. Çünkü bu şikayetler reflüden kanamaya; ülserden kansere kadar pek çok hastalığın habercisi olabilir. Bu nedenle hekiminizin önerisiyle endoskopi yaptırmanız gerekebilir.

Mide Sağlığınızı Korumak İçin…
• Yüksek yağlı ve tuzlu, aşırı nitrat ve koruyucu içeren gıdalardan uzak durun.
• Yavaş, az ve sık yiyin.
• Yemeğinizi çok iyi çiğneyin.
• Çikolata ve kahveden uzak durun.
• Sigara ve alkol tüketmeyin.
• Kırmızı et yerine daha fazla balık tüketin.
• Taze sebze ve meyve tüketin.
• Yemek yedikten sonra en az 2 saat uzanmayın veya uyumayın

0 yorum

Ruh Haliniz Ellerinizden Anlaşılıyor

Son zamanlarda tek rahat ettiğiniz alan evinizse, eviniz dışındaki hayatı kontrol edemediğinizi hissettikçe geriliyorsanız, üstelik evde aile bireylerinin dokunduğu eşyalara dokunurken bile sürekli temiz mi endişesi yaşıyorsanız dikkat edin; takıntılı olmaya başlamış olabilirsiniz…

Halk arasında takıntı hastalığı olarak bilinen Obsesif Kompulsif Bozukluğu Hisar Intercontinental Hospital Psikiyatri Bölümü Uzmanı Dr. Bilal Ersoy’la konuştuk... Obsesif Kompulsif Bozukluğun takıntılı düşünce ve bunları bertaraf etmeye yönelik takıntılı davranışların anksiyetenin şekil değiştirmiş biçimleri olarak karşımıza çıktığını dile getiren Uzm. Dr. Ersoy; ‘Kişi bu ısrarlı düşünceleri kendi zihninin ürünü olarak görür, ancak bu düşüncelerin mistik, davranışların törensel bir tarafı vardır. Nadiren farkındalık yoktur, çoğu hasta takıntılı düşüncelerini ve davranışlarını “abartılı” veya “saçma” bulur.’ diye konuştu.

Gereğinden Fazla Temizlik Yapıyorsanız Dikkat Edin!
Takıntılar çok farklı biçimlerde ayrı ayrı veya bir arada bulunabilir. En sık görülen saplantılar bulaşma-kirlilik takıntılarıdır. Eşyaların, ortamın veya insanların kirli olduğu, temasa geçildiğinde bu kir veya mikrobun kendisine ve yakınlarına bulaşabileceği endişesi yaşanır. Bulaşma-kirlilik takıntısında eller anahtar bir rol oynar. Çünkü dış dünyaya ve diğer insanlara en çok ellerimizle temas ederiz. Öte yandan ellerimiz, sürekli gözümüzün önündedir. Bu tür takıntıları olanlar için ellerin hijyeni, tırnakların uzunluğu, başkalarının ellerini ne kadar temiz tuttukları çok önemlidir. Bulaşma ve kirlilik saplantısı olanlar, bunaltı yaratan düşünceleri yatıştırmak için zorunlu bir biçimde temizlik yapar, yıkanır veya bu durumlardan kaçındığını düşünerek umuma açık yerlerde ortak kullanılan eşyalara dokunmaz. Kapılar, koltuklar, kalemler, para, kısaca birçok elin değdiği şeylere dokunmaktan kaçınırlar. Mecburen dokunduklarında, ellerini kolonyalı mendille veya yıkayarak temizlemek isterler. Evin dışındaki hayat, kontrol edilemediğinden tekinsizdir, kendilerini en çok evde rahat hissederler. Hem evi hem de aile bireylerini kendi temizlik şartlarına uydurmaya çalışırlar. Bazıları için temizlik takıntısı dayanılmaz hale gelmiştir. Dışarıdan eve gelen herkesin derhal banyoya gidip kıyafetlerini çamaşır makinesine atmasını ister. Evdeki en küçük dağınıklığa veya kırıntıya tahammülleri yoktur. Sıkça temizlik yaparak kendilerini yorarlar. Sıvı sabun, çamaşır, bulaşık deterjanı gibi “hijyenik” maddeler normalin üzerinde kullanılır. Kıyafetler ve çarşaflar sıkça yıkanır. Sürekli su ve kimyasallarla temasta olduklarından ellerde egzama, çatlama, yıpranma, buruşma gözlenebilir. Kısaca bu hastalığa sahip olanların elleri çabuk yaşlanır. Saplantılar şiddetliyse bazen kişi temizlik dışında başka bir şey yapamayacak hale gelir.

Tedbirli misiniz? Kontrol delisi mi?
Kuşku-emin olamama diğer sık görülen obsesyonlardandır. Bunun yarattığı sıkıntıyı yatıştırmak için kapı kilidi, ocak, pencereler defalarca kontrol edilir. Kimi hastalar yaşam alanlarındaki her şeyin simetrik olması veya belirledikleri bir düzen içinde kalması için uğraşır. Bazen istifleme olarak adlandırılan biriktirme davranışı aşırıya kaçabilir.

Herkesin Saplantısı Vardır; Önemli Olan Bunlara Saplanıp Kalmamaktır!
Çoğumuzun zihninde, sıklığı ve şiddeti değişen irili ufaklı saplantılar bulunur. Ancak obsesif-kompülsif bozukluğu olanlar bu takıntılarla boğuşur ve yorulurlar. Takıntılarını fazla takarlar. Hastalık ilerlediğinde başka şeylere zaman ayıramadan gün boyu bu düşünce ve davranışlarla uğraşırlar. Çoğu zaman yapılan bir işin şekli, işlevinin önüne geçer. Örneğin kirlilik takıntıları olan biri için elini belli bir sayıda sabunlamak elini temizlemenin önüne geçer. Veya kıldığı namazın şeklen uygun olmadığını düşünen biri için şekil, ibadetin önüne geçer. Bazı takıntılar o kadar farklı ve mahrem olabilir ki kişi bunları anlatmaktan utanabilir veya çekinebilir. Böyle takıntılar nedeniyle kendilerini ahlaki olarak yargılayıp suçlayabilirler. Bazen bu takıntılar hastaları, diğer sorumluluklarına zaman ayıramayacak biçimde yavaşlatır (obsesif yavaşlık). Hasta iş yerinde veya evde çevresi tarafından eleştirilebilir. Hastalar fark etmeden, takıntılarını diğer kişilere de bulaştırma eğilimindedir. Bu yakın ilişkilerde sorunlara neden olur. Obsesif-kompulsif Bozukluğa, depresyon, tik bozuklukları, yeme bozukluğu, kleptomani, hipokondriyazis (Hastalık hastası) eşlik edebilir. Diğer psikiyatrik durumların birçoğunda olduğu gibi, Obsesif-Kompulsif Bozukluğu olanlar yakınları tarafından eleştirilir ve kınanırlar. Takıntıları kendilerinin yarattığı ve iradeyle bunların üstesinden gelinebileceği kanısı yaygındır.

Obsesif Bir Kişiliğiniz Var mı?
Obsesif kişilikler (hastalık boyutunda olmadığında) genellikle mükemmeliyetçi, ayrıntıcı, düzenli, tutumlu ve inatçıdırlar. Prensiplerinden ödün vermezler. Ciddi ve olgun görünürler. Onurlu ve gururludurlar, yaptıkları iş nedeniyle laf işitmek istemezler. Hata yapmaktan korkarlar, eleştiri yapmayı severler. Bu özellikler hem meslek seçiminde hem de kariyerlerinde önemli rol oynar. Ancak hastalık ağırsa sosyal ve mesleki işlevselliği bozar, o zaman tedavi gerektirir. Tedavisi sabır ve zaman isteyen ruhsal bir hastalıktır. İyileşme yavaş olur. Tedavide hedef takıntıların tamamen değil yeterince geçmesi olarak belirlenmelidir. İlaç tedavisine ek olarak bilişsel davranışçı terapi yöntemleri uzun süreli iyileşme için vazgeçilmezdir.

0 yorum

Ayda ikiden fazla baş ağrın varsa doktora

Kış aylarında soğuk havaların gelmesiyle birlikte herkes baş ağrısının şiddetinden ve görülme sıklığından şikayet ediyor. 

Liv HOSPITAL Baş Ağrısı Merkezi'nden Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Ertaş "Özellikle migreni olan hastalar çok dikkatli olmalı" diyor ve uyarıyor: "Kesinlikle banyo yapıp dışarı çıkmayın ve başınıza bere takın."

Neden başımız ağrıyor?
Baş ağrısının en çok yaşandığı durumlar; migren ve gerilim tipi baş ağrıları. Gerilim tipi baş ağrıları daha çok sinirsel nedenlerle oluyor ve hafif geçiyor. Sıkıştırıcı bir ağrı olmuyor, zonklamıyor, bulantı yapmıyor, başı oynatmakla artış göstermiyor, çok şiddetli geçmiyor. Bu tip ağrılar aslında doğrudan doğruya stresle bağlantılı. Sadece gerilim tipi baş ağrısı yaşayanların oranı migren ağrısı yaşayanlara göre çok daha az. Baş ağrısı çekenlerde akla ilk gelen migren olmalı. Türkiye'de her dört kadından biri migren ağrıları yaşıyorken erkeklerde bu oran 12 erkekte bire düşüyor. Hiç migreni olmayıp sadece stres baş ağrılarından yakınan hastaların oranı ise yüzde 5 dolayında. Migren fiziksel bir hastalık. Migreni herhangi bir şey tetiklediğinde beyin zarında iltihaplanma, damarlarda şişme ve ağrı oluyor.

Migren kadınları daha çok vuruyor
Soğuk baş ağrılarını tetikleyebilir ama lodos kadar değil. Sadece gerilim tipi ve stresten baş ağrısı çekenler için soğuk bir tetikleyici değildir ama migren için tetikleyici olabilir. Bir migren atağı sırasında atağı durdurmanın hızlı ve etkili yollarından birinin başa çok soğuk uygulamak olduğunu unutmamak lazım. Başın üzerine buz konabilir ya da soğuk suyla yıkanabilir.

En büyük tetikleyici hava değişimi
Soğuk hava migrende tetikleyici de olabilir. Lodos ise migrende özellikle tetikleyicidir. Hava değişim dönemleri yani mevsim dönümleri daha çok tetikleyicidir. Kadınlarda çok daha fazla migren görülüyor ve hastaların önemli bir kısmı ev hanımı. Migrenli ev hanımları lodoslu günlerde dışarıyla temastan kaçınmalı. Migren tetikleyicisi olarak hava değişimi erkeklerde ilk sırayı, kadınlarda ise ikinci sırayı alıyor. Lodosla taşınan havanın üzerindeki bazı mikropartiküller migren için tetikleyici olabilir, iltihabi duruma sürükleyebilir. Hava durumu raporlarında da artık "Sahra çöl tozları yağmuru var" diye söylüyorlar. Diğer rüzgârlarla taşınan tozların böyle bir etki yapmadığı biliniyor ama lodosun böyle bir etkisi var. Bu yüzden pek çok migren hastası havanın lodoslu olduğunu baş ağrısından anlayabilir.

Bazı ağrılar günlük hayattan kopartır
Yineleyici veya rahatsız edici baş ağrısı olanlar doktora gitmeli. Bu ağrı sık oluyorsa mutlaka gidilmeli. Kadınlar erkeklerden 3 kat daha fazla migren ağrısı çekiyor. Ve kadınlarda ağrı erkeklere göre daha uzun sürüyor. Kadınlarda ortalama süre bir buçuk gün, erkeklerde ise bir gün. Bulantı ve kusma kadınlarda daha sık görülüyor. Kadınların daha şiddetli migren atakları olabilir. Hastaların çoğu genellikle ağrılarının çok şiddetli olduğundan yakınır. Ve genellikle günlük hayata devam edemeyecek, iş bile yaptırmayacak ağrılar çekerler.

Felç riski artıyor
Bir hastanın bir ayda ikiden fazla atağı oluyorsa mutlaka düzenli bir tedaviye alınmalı. Her gün ilaç alınarak migren ortadan kaldırılmaya çalışılmalı. Bir ayda iki defadan daha az ağrı çekenler de doktora gitmeli. Migren hastalarının beşte birinden auralı diye tabir edilen baş ağrısı görülüyor. Bu hastalarda bir tarafı görememe, gözünde ışık çakma, çizgiler görme gibi belirtiler oluyor. Ve bu belirtilere sahip olanların doğum kontrol hapı, östrojen içeren ilaçlar kullanması ya da sigara içmesi durumunda topluma göre 15 kat daha fazla felç riski ortaya çıkıyor. Auralı migreni olan bir kadın hem doğum kontrol hapı kullanır hem de sigara içerse bu risk 30 katına kadar çıkabiliyor. Bu yüzden migrenin tipinin ayırt edilmesi önemli. Özellikle auralı migrene sahip olanlar ayda bir ya da iki ayda bir ağrı çekiyorlar. Sık ağrı çekmedikleri için "Doktora gitmeme gerek yok" diye düşünmemeliler. Bu hastalığın tespiti için doktora başvurmak şart.

Bu kurallara uyun, ağrıdan kurtulun
• Soğuk ve rüzgarlı havalarda başınızı bere, atkı gibi koruyucu bir şeyler örtün.
• Sabah banyo yapıp sokağa çıkmayın. Gece banyo yapıp saçınızı iyice kurutun. Banyo yapıp dışarı çıkarsanız başınız, soğuğu esintiyi daha çok hissedecektir.
• Rüzgarda durmayın. Başa doğrudan gelen rüzgarı önlemek çok önemli.
• Ev veya araçta klimayı doğrudan yüzünüze üfletmeyin. Çok şiddetli çalıştırmayın.
• Migreninizi lodos tetikliyorsa o gün dışarı çıkmamaya çalışın. Kapıyı bile açıp o havayı içeri aldığınızda evinizde lodosun etkisini yaşama şansınız var.
• Araba yolculuğunda pencereyi esintiyi hissedeceğiniz şekilde açmayın. Kapalı ortam migren için tetikleyici olabilir. Sigara gibi mesela. Ama yine de arabada içeri hava girsin diye doğrudan yüzünüze esecek şekilde camı açmayın.
• Saç kurutma makinesini ılık ayarda kullanın. Ne çok sıcak ne de çok soğuk olmalı. Vücut ısısına yakın olmalı ve hızlı üflememeli.
• Jöle sürmeyin. Çünkü jöle iletkenliği artırıyor. Aslında anneler çocuklara kızmakta çok haklı. Genç migrenli hastalarla büyük bir sıkıntımız bu.

0 yorum

Özgürce Gülümsemek Elinizde

Güldüğünüzde diş etleriniz çok görünüyorsa, dişleriniz istediğiniz kadar beyaz ve düzgün değilse; en önemlisi kendinden emin ve daha estetik bir gülüş istiyorsanız laminate veneer (kaplamalar) sizin için iyi bir seçenek olabilir…

Hisar Intercontinental Hospital Ağız ve Diş Sağlığı Bölümü Uzmanı Dt. Banu Okur Çakmakcı ile estetik diş hekimliğini konuştuk…

Diş hekimliğinin ağız ve diş sağlığının yanı sıra estetik olarak da görev yaptığının altını çizen Dt. Çakmakcı; ‘Estetik diş hekimliğinde en sık kullanılan ve yaprak porselen olarak da adlandırılan tedavi şekli kaplamalardır (laminate veneer). Bu yöntemde diğer porselen diş yöntemlerinin aksine dişten çok az bir mine dokusu kaldırılır ve diş daha az hasar görür. Yaprak porselenler sağlam, renkleri bozulmayan ve dayanıklı malzemelerden üretilirler. Çok ince, ışık geçirgenliği olan ve metal içermeyen bu porselenler daha estetik sonuçlar alınmasına imkan verir. Böylece küçük bir müdahale ile çok kısa sürede sağlıklı ve doğal bir görünüş elde edilir.’ diye konuştu.

Diş Estetiği İçin Uygun muyum?
• Güldüğünüzde diş etleriniz çok görünüyorsa,
• Dişlerinizde şekilsel bozukluklar varsa,
• Dişlerinizin aralıklı olmasından memnun değilseniz,
• Dişlerinizde çapraşıklık var; ancak ortodontik tedaviden kaçınıyorsanız,
• Diş beyazlatma yöntemlerine rağmen dişlerinizde renkleşme sizin için yeterince azalmadıysa,
• Ön bölge dişlerinizde eskimiş büyük dolgularınız varsa,
• Diş yüzeyleriniz aşınmışsa,
• Kırık dişleriniz varsa,
• En önemlisi yepyeni bir gülüş istiyorsanız.
Bu maddelerden herhangi birine yanıtınız evetse diş estetiği uygulamalarından faydalanabilirsiniz.

Nasıl Uygulanır?
Öncelikle dişlerinizin ölçüsü alınır. Laboratuvarda dişlerinize hiçbir müdahalede bulunmadan dişlerinizde oluşacak değişim 3 boyutlu olarak gösterilerek prova çalışması yapılır. Hekiminizle verdiğiniz ortak kararla uygulamaya başlanır. Lokal anestezi ile dişleriniz belirli ölçüde aşındırılarak ölçüsü alınır ve geçici dişleriniz hazırlanır. Kaplama (laminate veneer) dişlerinizin laboratuvardan geliş süreci beklenir. Gelen dişler ağzınıza yerleştirilerek ağız ve yüzünüzle uyumu kontrol edilir. Beklentiler karşılandıysa özel yapıştırıcılarla yapıştırılır. Kaplamalar (laminate veneer) lekelenme ve aşınmaya karşı çok daha fazla dirençlidirler. İyi ve düzenli bir ağız bakımı gerçekleştirirseniz, çok sert gıdaları ısırmaktan, tırnak yemek gibi kötü alışkanlıklardan kaçınırsanız, laminate veneerleri 15-20 yıl sorunsuz kullanabilirsiniz. Yine de her 4-5 yılda bir hekiminiz tarafından kontrol edilmeniz gerekir. Böylece ortaya çıkabilecek olumsuzlukların da önüne geçmiş olursunuz.

0 yorum

Sahura Kalkmadan Oruç Tutmak Metabolizmayı Yoruyor

Yeterli ve dengeli beslenme hayatın her döneminde olduğu gibi Ramazan ayında da büyük önem taşıyor. Ramazan’da sağlığın ve ideal kilonun korunması için en kritik öğün sahurun atlanmaması gerekiyor. 

Memorial Ataşehir Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Uz. Dyt. Sevil Ürer, beslenmenin önemi hakkında bilgi verdi.

Gece yemek yiyip yatmayın
Ramazan ayında sahur vaktinin geçmiş yıllardaki gibi sabaha karşı değil gecenin ilk saatlerinde olması uyku problemlerine neden olduğu için pek çok insan gece yiyip yatmayı ya da tek öğün beslenmeyi tercih etmektedir. Ancak sahurun yapılmaması metabolizmayı zayıflatırken, oruç tutarken kısa sürede acıkmaya da sebep olmaktadır. Sahur yapılırken tüketilen besinlere de dikkat edilmelidir. Çok baharatlı ve tuzlu yiyecekler, gün içinde daha çok su ihtiyacına neden olur. Sahurda süt, yumurta, peynir çeşitleri gibi uzun süreli tokluk sağlayacak protein içeriği yüksek besinler ve bol söğüş veya 1 su bardağı yarım yağlı süt veya yoğurt meyve ile tam tahıllı gevrekler tercih edilebilir.

Metabolizma hızınızı artırın
Ramazan ayında uyku ve beslenme düzenindeki değişiklikler metabolizmanın çalışma hızının değişmesine sebep olur. Bu dönemde sıcaklık ve neme bağlı olarak vücut ısısı artmakta, vücut bu yeni duruma adapte olmaya çalışmaktadır. Sıcaklığın etkisiyle terleme ile birlikte artan sıvı kayıpları ise telafi edilmelidir. İftar ve sahur arasında en az 2-2,5 litre su içilmeli, ayran, taze sıkılmış meyve ve sebze suları, çorba, komposto gibi içeceklerle sıvı alımı artırılmalıdır. Sıvı tüketimini artırmak için iftarda ilk yemek olarak çorba tercih edilebilir.

“Kontrollü beslenme programı”nı hayata geçirin
Ramazan sonrası tansiyon, kalp hastalıkları gibi sorunlar yaşamamak ve hızla kilo almamak için kontrollü bir beslenme programının uygulanması gerekir. Ramazan ayında bireylerin yaş, cinsiyet ve fiziksel aktivitelerine göre günlük almaları gereken enerji, protein, karbonhidrat, yağ, vitamin ve mineral oranları değişmez. Sağlığın ve ideal kilonun korunması için bu dönemde de sağlıklı ve çeşitli besin seçenekleri ile yeterli ve dengeli beslenme planının uygulanması gerekir.

Ağır iftar yemekleri kalbe yük bindirir
Ramazan'ın yemek kültürü açısından en bilinen özelliği iftar sofralarındaki çeşitlilik ve bolluktur. İftar sofralarında bir insana yetecek yemeğin 2-3 kat fazlası bulunabilmektedir. İftarda kan şekeri çok düşük olduğundan kısa sürede çok miktarda besin tüketme isteği doğar. Fakat uzun bir açlık sonrası ağır yemekler tüketmek kalbin yükünü artırır ve ani kalp krizleri, yüksek tansiyon, beyin kanaması ve felç gibi olumsuzluklara yol açabilir.

Çorba sonrası 5 dakika mola fazla kalori almanızı engeller
Su ve istenirse hurmayla oruç açıldıktan sonra peynir çeşitleri, domates, salatalık gibi tuzlu ve aşırı yağlı olmayan kahvaltılıklar, çorba ve salata gibi hafif besinlerle iftara devam edilmelidir. Ana yemeğe geçmeden önce 5-10 dakika kadar bir mola vermek hem mideyi rahatlatacak hem de daha az yemeği sağlayacaktır. Verilen aradan sonra ana yemekte etli-etsiz sebze veya ızgara et yemeği, 1-2 dilim tam buğday ekmeğiyle veya az miktarda pilav/makarna/bulgur pilav ile tercih edilebilir. Yanına yoğurt, ayran ya da cacık tüketilebilir. İftarda yemeği yavaş yemek ve lokmaları iyi çiğnemek sindirim açısından çok önemlidir.

İftarda kızartma keyfinin faturası fazla kilolar
İftarda kızartmalar, tereyağı ile hazırlanmış ağır tencere yemekleri, hamurla yapılan ağır tatlılar, fazla miktarda tüketilen pilav ve makarna gibi yemekler vücutta yağlanmayı artırmaktadır. Yağlanma ve kilo alımı ağırlık hissini artıracağından kişi kendini zinde değil yorgun ve bitkin hisseder. Yemek sonrası tatlı tüketimine de dikkat edilmelidir. Yemekten 1-2 saat sonra meyve veya tatlı tüketilebilir. Şerbetli hamur tatlıları yerine özellikle mevsim meyvelerinden yapılan tatlılar, sütlü tatlılar (sütlaç, güllaç, muhallebi) ya da dondurma tercih edilmelidir.

0 yorum

Büyümenin anahtarı doğru beslenme

Beslenme, büyüme ve gelişme sürecinin çok hızlı olduğu bebeklik ve çocukluk döneminde ayrı bir önem taşıyor. Yeterli ve dengeli beslenen çocukların sağlıklı büyüme ve gelişimi sağlanıyor, hastalıklara karşı direnci artıyor ve okul performansında artış görülüyor. 

Düzgün ve doğru beslenen çocuğun hastalıklara yakalanma riski de azalıyor. Bebeklere ilk 6 ay sadece anne sütü verilmesi, altıncı aydan sonra en az 2 yıl kadar ek gıdalarla destekleyerek devam ettirilmesinin obezite ve kronik hastalık riskini azaltabileceğini söyleyen Liv HOSPITAL Çocuk Sağlığı Bölümü’nden Uzm Dr. Nur Özden Çalışkan, bazı yiyecek ve içeceklerin zararlarından bahsediyor.

Çalışkan, kolalı içecekler, gazozlar, hazır meyve suları, çikolata, gofret, şeker gibi karbonhidrattan zengin ve kızarmış yiyecekler gibi yağdan zengin gıdaların kısıtlanması gerektiğini söylüyor.

0-1 yaş: Süt çocukluğu dönemi
Bebeğin gelişimi normal seyirde ilerliyorsa ilk 6 ayda besin kaynağı sadece anne sütü olmalı. 6. ayın sonunda ek gıdalara başlanmalı. 6-9 ay arasında günde sadece 200 ek kaloriye ihtiyaç duyan bebeklerde bu değer 9-12 ay arasında 300 ek kalori olmalı. Ek gıdalar bebeklere dikkatle verilmeli. Ek gıdalara önce tek tek başlanmalı, sonra da diğer ek gıdalar yine tek tek eklenmeli. İlk 1 yaşta bebeklere tuz ve şeker kullanılması kesinlikle yasak.

1-3 yaş: Oyun çocukluğu ve 4-6 yaş okul öncesi dönem
Çocuklar 1 yaşından sonra ebeveyninde gördüklerini taklit eder. Bu nedenle anne-baba ve bakıcı gibi çocuğun bakımından sorumlu kişilerin kendi beslenme davranışlarına da dikkat etmesi gerekir. Bu dönemde ebeveynler özellikle yemek seçimleri, içecek seçimleri ve yemek yeme alışkanlıklarına dikkat etmeliler. Ebeveynlerin dikkatli olmaları gereken bir diğer konu ise yemek porsiyonları. Çocuklarının sürekli az yediğinden şikayet eden ebeveynler, kendi ölçülerine göre değil çocuğun gereksinimlerine ve yaşına uygun porsiyonlar hazırlamalı. Bu dönemde çocuklar kendileri için önem taşıyan gıdaları farklı sebeplerden dolayı reddedebilirler. Ebeveynler bu durumun geçici bir süreç olduğunu unutmamalı ve çocuğun reddettiği besinleri daha eğlenceli bir halde sunmalı.

6-12 yaş: Okul dönemi
Çocuk artık evden çıkmış ve ne yemek istediğine kendi karar verir bir konuma geçmiştir. Aileler okul menülerinde bulunan yemekleri ve içeriklerini takip etmeli ve çocuklarıyla konuşarak doğru tercih yapmaları konusunda onları yönlendirmeliler. Ara öğün her yaşta olduğu gibi okul döneminde de beslenme konusunda oldukça önemli. Ara öğün alışkanlığı olmayan çocuklar sağlıksız atıştırmalıklara daha düşkün oluyor. Bu yüzden çocukların çantalarına mutlaka sağlıklı atıştırmalıklar konulmalıdır.

Beslenme çantasında atıştırmalık neler olmalı?
• Taze ve kuru meyveler
• Fındık, ceviz, badem gibi yemişler
• 1 kutu süt ya da ayran
• 1 dilim ev yapımı kek ya da kurabiye

Adölesan (ergenlik) ve gençlik dönemi
Gençler bu dönemde kimlik arayışı içindedir, bağımsız olmaya, kabul görmeye çabalar ve dış görünüşleri ile fazla ilgilidir. Düzensiz öğün ve öğün aralarında atıştırma, ev dışında yemek yeme alışkanlığı ve ayaküstü beslenme biçimi de bu dönemde ağırlık kazanır. Sağlıksız beslenme alışkanlıkları yaşla birlikte artış gösterir, bu konuda ailelerin bilinçli hareket etmesi ve erken dönemden başlayarak sağlıklı beslenme alışkanlıklarını çocuklara kazandırması gerekir.

Çocuklarda obezite nasıl önlenir?
• Bebeklere ilk 6 ay sadece anne sütü verilmesi, 6.aydan sonra da anne sütünün en az 2 yıl kadar ek gıdalarla destekleyerek devam ettirilmesi kısa ve uzun dönemde obezite ve kronik hastalık riskini azaltabilir.
• Bebeklikten sonraki dönemlerde çocukların dengeli ve yeterli beslenmesine ve 3 ana, 3 ara öğün alışkanlığının küçük yaştan itibaren kazandırılmasına özen gösterilmesi gerekir.
Uzm Dr.
Nur Özden Çalışkan

• Çocukla birlikte sofraya oturulmalıdır, yararlı besinleri yemesi halinde ödül olarak pasta, tatlı, çikolata, şekerleme önerilmemelidir. Ancak bu gıdalar daha çekici olmaması açısından yasaklanmamalıdır.
• Kolalı içecekler, gazozlar, hazır meyve suları, çikolata, gofret, şeker gibi karbonhidrattan zengin ve kızarmış yiyecekler gibi yağdan zengin gıdalar kısıtlanmalı.
• Hızlı yemek yemenin, yemek aralarında abur cubur atıştırılmasının ve gece yatmadan önce yüksek kalorili yiyeceklerin alınmasının önlenmesi gerekir.
• Çocukların günde en az 30 dakika fiziksel aktivite yapmalarını sağlayacak ortam ve yaşam biçimi oluşturulmalıdır.
• Çocukların saatlerce televizyon ve bilgisayar önünde zaman geçirmesi engellenmelidir.
• Gerektiğinde çocukla birlikte oyun oynanmalı, top, ip, raket gibi fiziksel faaliyet gerektiren oyuncaklar alınmalı, basit aile yürüyüşleri yapılmalıdır.
• Çocuğun okul spor faaliyetlerine katılımı (basketbol, voleybol, futbol, yüzme) teşvik edilmelidir.

0 yorum

Protein İçeren Yiyecekler Nelerdir

Protein yaşamın devam edebilmesi için en gerekli yapıtaşıdır. Protein içeren yiyecekler hücrelerin ve organların en önemli besinidir. Vücudun %15’lik bir enerjisinin kaynağı proteinlerdir. Çocukluktan yetişkinliğe kadar proteinin yeri çok ayrıdır. Genellikle hayvansal ürünlerin içerisinde bulunan protein, miktarları çeşitlere göre farklılık göstermektedir. Proteinler birbiri arasında farklılık göstermektedir. Hayvansal proteinler, bitkisel proteinler birbiri arasında önemli ölçülerde değişiklikler göstermektedir. Hayvansal proteinlerden bahsedecek olur isek bu proteinler aminoasit açısından vücudun neredeyse tüm ihtiyacını karşılamaktadır. Kırmızı et protein açısından çok zengin olmasına rağmen fazla tüketilmesi kolesterole neden olmaktadır. 

Doymuş yağ bakımından fazla olan kırmızı et, fazla tüketildiğinde kalp rahatsızlığına kadar pek çok hastalığa neden oluyor. Az yağlı ama aynı proteini sağlayan ve kırmızı et yerine tüketilebilecek olan tavuk eti, balık ve kümes hayvanları vücut için daha avantajlıdır. Bazı insanlar et, tavuk gibi hayvansal ürünleri tüketemiyor. Bu insanlar protein ihtiyaçlarını protein içerikli sebzelerden sağlıyor. Her ne kadar protein içeren yiyecekler arasında yer alan sebzeler de olsa hayvansal ürünler kadar aminoasit sağlayamaz. 

Eğer hayvansal ürünleri tüketemiyor iseniz protein içeren sebzeleri dengeli tüketmeli, vücudun ihtiyacı olan proteini almalısınız.Hayvansal ürünlerin protein içeriklerini inceleyecek olur isek göğüs etinin 100 gramında 30 gram protein, balığın 100 gramında 26 gram protein, süzme peynirin 100 gramında 32 gram protein, az yağlı sığır etinin 100 gramında 36 gram protein bulunuyor. Ayrıca tofunun 100 gramında 7 gram protein, barbunyanın 100 gramında 17 gram protein, yumurtanın 100 gramında 13 gram protein, yoğurdun 100 gramında 6 gram protein bulunuyor.

Günlük Protein İhtiyacı Ne Kadardır?
Saygın üniversitelerin araştırmacı profesörlerinin yayınladıkları yazılarda belirtilen miktar kadınlar için 45 gram, erkekler için 55,5 gramdır. Günlük protein ihtiyacını karşılamak için her gün 1-2 öğünde protein içeren yiyecekler tüketilmelidir. Türk mutfağınsa hayvansal ürünler sıkça kullanılıyor. Bu nedenle Türk mutfağının protein ağırlıklı olduğu söylenebilir. Fakat aşırı yağlı yiyeceklerin sağlıklı olduğunu söyleyemeyiz. Yetişkinlerde protein ihtiyacını belirtmiştik. Çocuklarda ise bu ihtiyaç 22 gram ile 28 gram arasında farklılık göstermektedir. Bu farklılık yaş, cinsiyet ve kilodan kaynaklanmaktadır.

Diyet yapan, kas yapan herkes protein tüketmek zorundadır. Protein vücudun en temel yapıtaşıdır. Özellikle vücudun en son tükettiği besin proteinlerdir. Protein alarak vücudunuzun ihtiyacı olan her türlü besini karşılayabilirsiniz. Diyetlerdeki öğünler protein ağırlıklıdır. Çünkü protein vücutta yağa dönüşmeyen tek besindir. Böylelikle vücudun ihtiyacı olan vitamin ve mineraller alınarak yağa dönüştürülmez. Kaliteli ve sağlıklı uzun bir yaşam için protein tüketmeye özen göstermelisiniz. Çünkü protein eksikliği olan insanlarda çeşitli sağlık problemleri ortaya çıkıyor. Daha güçlü bir vücut için protein tüketmek şarttır. Sizde daha sağlıklı olan Protein içeren yiyecekler tüketerek hayat kalitenizi yükseltebilirsiniz. 
0 yorum

Kontakt Lens Kullanımının Püf Noktaları


Eskiden beri insanoğlu gözün kırma kusurlarıyla mücadele ediyor. Şişe dibi gibi gözlükler, cerrahiler, lazerler... Gözlük kullanımının yerini günümüzde %90 oranında kontakt lensler almış durumda. Büyük rahatlık, konfor evet ama dikkatli kullanılmazsa enfeksiyon ve sonrasında körlüğe kadar gidebilecek lensleri en uygun şekilde kullanmanın püf noktaları neler?

Kontakt lensler geçen seneden itibaren artık uzman hekim reçetesiyle satılmaya başlandı. Bu da bilinçsiz ve hatalı kullanımın önüne geçen en önemli devrimlerden biri oldu şüphesiz.

-Lensler her gece, hatta akşam eve geldiğiniz andan itibaren gözden çıkarılmalı, oksijen geçirgenliği en yüksek olan lenslerle bile uyunmamalıdır. Geceleri gözlerimiz kapalı olduğundan gözler yeterince hava alamaz ve lenslerin de kurutucu özelliği olduğundan, ilerleyen dönemlerde göz kuruluğu ve ülserasyonlar gelişebilir. Korneanın dolaşımı bozulur.

-Lensler mutlaka özel solüsyonlarında dezenfekte edilmelidir. Çeşme suyu ve diğer sıvılar asla kullanılmamalıdır.

-Lens çıkarıp takarken tırnaklar mutlaka kısa ve eller temiz olmalıdır. Aksi takdirde lenslerinize kendi ellerinizle mikrop bulaştırabilir veya yüzeyine zarar verebilirsiniz.

-Makyaj yapmadan önce, gözler temizken lensler takılmalıdır. 

-Göz makyajı, lensler çıkarıldıktan sonra silinmelidir. Çıkarılma imkanı elde yoksa, asla pamukla ovuşturarak makyaj çıkarılmamalı, mümkünse bebe şampuanı ile gözler yıkanmalıdır. Bu işlem, kirpik dibi enfeksiyonlarının da önüne geçer.

-Lensler asla ağzı açık kutuda bırakılmamalıdır, kuruyup kullanılmaz hale gelmesine yol açar.

-Eğer doktor muayenesinde ortaya çıkan bir göz kuruluğu sorunu varsa, tedavi edilmeden lens kullanılmamalıdır. Zaten lens kendi kendine sağlıklı gözü bile kurutabilen bir materyaldir.

-Banyo yapmadan önce lensler çıkarılmalıdır. Böylece lenslere çeşme suyu, şampuan, sabun değmesi engellenir.

-Lensleri ilk kullanmaya başlayınca, takıp çıkarirken baş dönmeleri, mide bulantıları, ışığa hassasiyet gibi durumlar olabilir. Gözler de vücut dengesinin bir komponenti olduğundan bunlar normaldir. Panik yapılmamalı, zamanla alışılacağı unutulmamalıdır.

-Allerji, uyuşmazlık gibi sorunlar olmadıkça lenslerin ve solüsyonunun markası doktor denetimi olmadan asla değiştirilmemelidir.

-Gözlerde lens olsa dahi gün içinde numaralı gözlükler, seyahat boyu solüsyon ve lens kabı taşınmalıdır. Lensleriniz gözlerinizi rahatsız ettiğinde gözleri yıkamak, ovuşturmak, elleri gözün içine sokmak gibi davranışlarda bulunmamalı, hemen lensleri çıkarıp gözlüklerinizi takmalısınız.

-Lensleriniz gözlerinizi kurutuyorsa doktorunuza danışıp suni göz yaşı damlaları kullanabilirsiniz.

-Bitirdiğiniz lenslerin kutusunu asla atmayın. Yenisini alırken çaplarına bakmak için gerekli olacaktır.

-''Yanımda solüsyon yoktu, lensleri tükrükle temizleyip taktım.'' şeklindeki hurafelere asla inanmayın, bu yönteme başvurup gözlerini kaybeden insanlar bulunmaktadır.

-Bir paket kontakt lens, 1 ay dolduğunda gözünüzü rahatsız etmese bile çıkarılıp atılmalıdır, yeni paket açılmalıdır.

-Deniz ve havuza asla ama asla lenslerle girilmemelidir. Bu ortamlar kirli ve mikrop taşıyan yerlerdir, lens keratiti gelişme olasılığı yüksektir.


Unutmayın, göz bozukluğu insanın kendi kendine yarattığı bir durum olmadığı gibi, lens veya gözlük kullanmak asla bir kusur değildir.

Kontaks lens kullanımı ile ilgili tüm sorularınız için ''cerengumusel@hotmail.com'' adresine mail atabilirsiniz.


Sağlıklı sayfam güzel günler diler...
0 yorum

Sütte Bulunan Vitaminler

Süt hem yetişkinlerde hem de çocuklarda kullanılan önemli besinlerden biridir. Kalsiyum deposu olarak anılan süt ve süt ürünleri A vitamini, B vitamini, B2 vitamini, B3 vitamini, B9 vitamini, B6 vitamini ve B12 vitamini içermekte, çocukların tüketmesi gereken bir besindir. Özellikle kemik sağlığı için gerekli olan süt, kemiklerin güçlenmesi ve gelişmesi için en önemli besindir. Sütlerin antioksidan özelliği nedeni ile yaraların iyileşmesinde, bağışıklık sisteminin güçlenmesinde sütün etkileri tartışılmaz. Sindirime yardımcı oluşu ve rahatlatıcı etkisi nedeni ile yatarken ve uyanıldığında kullanılması önerilmektedir. Gut hastalığı riskini azaltmak için de süt kullanılan bir besindir. Süt kullanırken işlenmemiş süt kullanmalı, ambalajlı sütler yerine %100 doğal sütleri tercih etmek sağlık açısından çok daha önemlidir. İnek sütü işlendiğinde sağladığı faydaları kaybetmekte aksine insan sağlığına zarar vermektedir. Sütte bulunan vitaminler  sorusunun cevabı A vitamini, D vitamini, B1 vitamini/Tiamin, B2 vitamini/Riboflavin, B3 vitamini/Niasin, B6 vitamini, B9 vitamini/Folat, B12 vitamini, B5 vitamini/Pantotenik asit sütün içeriğinde yer alan süt vitaminleridir. 

Organik Süt Tüketiminin Önemi
İnek sütü işlendiği takdirde içeriğindeki faydaları kaybediyor. Pastörize ve homojenize işlemleri sütün içeriğini bozduğundan sütün kalitesini düşürmektedir. Hatta bazen sütten hastalık kapma imkanı da bulunuyor. Bu nedenle süt satın alır iken dikkatli davranmak gerekiyor. Amerikan Kanser Derneği yaptığı araştırmalarda daha çok süt vermesi için ineklere yapılan antibiyotik takviyesi insan sağlığına olumsuz yönde etki ediyor. Yine Amerikan kanser Derneği rekombinant denilen ineklerin daha çabuk büyümesini sağlayan hormon insanların kansere yakalanma riskini arttırmaktadır. Sütte bulunan vitaminler  konusunda araştırma yapan bu dernek aynı sonuçlara erişmişlerdir. Organik sütün sağladığı birçok fayda bulunuyor. Antibiyotik kullanarak büyütülen ve daha çok süt vermesi için kimyasal ilaçlar kullanılan ineklerin sütleri insanlara faydadan çok zarar vermektedir.

Sütün sağladığı yararlar arasında süt hücre oluşumunda ve kendini yenilemesinde büyük rol oynar. Özellikle çocuklarda büyüme ve gelişme konusunda büyük önem taşır. Saç ve tırnak bakımı için süt tüketmek saç ve tırnakların güçlenmesine yardımcı olur. Kas kasılması için süt kullanılmaktadır. Ödem yapan vücudun rahatlaması için de yine süt tüketilmektedir. İçerisinde 23 adet aminoasit barındıran sütte hayati öne taşıyan proteinler de bulunmaktadır.

Göbek yağlarının yakılmasında büyük rol oynayan süt, günde 2 bardak tüketildiğinde hem doyurucu özelliği ile daha az yemek tüketirsiniz hem de yağ yakarsınız. Daha güçlü kemikler için mineral açısından zengin olan sütü tüketmek gerekiyor. Antioksidan içerdiği için cildin yıpranmasını engelliyor, gergin bir cilde sahip olmanız için rol oynuyor. Yaşlanmayı da geciktiriyor. Özellikle beyin hücrelerinin ihtiyacı olan enerjiyi günde 2 bardak süt tüketerek alabilirsiniz. Kalp damar hastalıkları ile baş etmek için süt içmek büyük önem taşıyor. Tansiyonu dengeleyen yapısı ile tansiyon hastaları için oldukça faydalıdır. 
0 yorum

Zencefilin Bilinmeyen Faydaları

Zencefil ve zencefilin birçok çeşidi arasında yer alan kakule, havlıcan, zerdeçal Asya, Hint ve Arap mutfaklarının vazgeçilmez tatlandırıcılarındandır. Yemeklere tat katan bu bitkiler, faydaları ile de sağlığa büyük yararlar sağlamaktadır. Özellikle Çin’de pek çok hastalığın tedavisinde zencefil kullanılıyor. Mide ağrısından hazımsızlığa, mide bulantısından sindirim sorunlarına kadar çok hastalığa iyi gelen zencefil en yararlı bitkiler arasında yerini çoktan almış durumda. Zencefil yağ halinde, toz halinde, taze halde kullanılabiliyor.


Zencefilin Sağladığı Yararlar
Zencefilin faydaları oldukça uzun bir liste oluşturuyor. İlk olarak mide bulantısına iyi gelen zencefil hamilelikte dahi kullanılıyor. Özellikle hamilelik döneminde şiddetli mide bulantısı çeken hanımlar zencefili ilaç yerine kullanıyor. Tamamen doğal bir mide ilacı olan zencefil, mideyi rahatlatır ve sindirim problemlerine son verir. Zencefil ve türevleri içerisinde gingerol maddesi iltihap geçirici özelliğe sahiptir. Osteoartrit, ramotoid gibi şiddetli ağrı içeren hastalıkların tedavisinde zencefil kullanılıyor. Diz ağrısı, eklem ağrısı gibi rahatsızlıklarda ağrı geçirici görevi gören zencefil aynı zamanda kolon kanserinin de bir numaralı ilacıdır.

Kolon kanserini araştıran ve bunu üzerinde makaleler yazan ünlü profesörler zencefilin kolon kanseri rahatsızlığında kanserin yayılmasını engellediğini söylemektedir. Kansere neden olan ve farklılaşan hücrelerin değişimini engelleyen zencefil tümörlerin büyümesini engelliyor. Yumurtalık kanserinde de durum aynı. Zencefilin faydaları yumurtalık kanserinde de kendini gösteriyor. Yumurtalıkları küçülterek tümörlerin yayılmasını engelleyen zencefil, hareket darlığı çeken kişilere de fayda sağlıyor. Grip ve nezle vücuttan terleme yoluyla atılıyor. Zencefil grip iken tüketildiğinde vücut ısısını dengeleyerek terlemeyi kolaylaştırıyor. Bağışıklık sistemini güçlendiren zencefil ile hastalıklara önlem alabilirsiniz.

Astım son yılların en popüler hastalığıdır. Astıma iyi gelen zencefil, rahat nefes almanızı sağlıyor. Zencefilin içerisinde buluna bazı bileşenler astım ilaçlarında ana madde olarak kullanılıyor. Böylelikle daha ferah ve kolay nefes almanız sağlanıyor. Zencefilin faydaları bunlar ile sınırlı değil. Şeker hastalığının önlenmesi ve tedbiri zencefil tüketerek sağlanıyor. Zencefil ile diyabet hastalarının tedavisi yapılabiliyor. Özellikle ağrı kesici etkisi olan zencefil, şiddetli adet ağrılarına da iyi geliyor. Yapılan araştırmalara göre 3 gün önceden zencefil tüketen kadınların %83’ünün adet sancıları hafiflemiştir. Kas ağrılarının geçmesi için de 4-5 çay kaşığı zencefil kullanır iseniz çok kolay ağrılardan kurtulabilirsiniz. 

Kilo vermek isteyen insanların çaresi yine zencefildedir. Zencefil özellikle bel çevresindeki yağları eritmek için oldukça kullanışlıdır. Kafein içermediği halde kafein etkisi yaratan zencefil, vücuda enerji vererek tüm gün dinç kalmanızı sağlar. Düzenli olarak zencefil tüketen insanların karaciğerleri diğer insanlara göre daha sağlam ve sağlıklıdır. Ağızda yara çıkmasının sebebi bağışıklık durumunun düşüte olmasından kaynaklanıyor. Zencefil kullanan insanların ağızlarında salya üretimi kullanmayan kişilere göre daha fazladır. Böylelikle diş eti sıkıntıları daha az yaşanıyor. Sizde zencefilin faydaları sayesinde sağlıklı bir yaşam sürmek istiyor iseniz hemen tüketmeye başlamalısınız.
0 yorum

Günlük Makyajım

Kozmetiğe doymayan, sürekli almayı çok seven biriyim fakat elimdeki bu ürün bolluğuna rağmen günlük makyajımda oldukça tutucuyum. Hastaneye giderken, dışarı çıkarken, dersaneye giderken vesaire asla suratıma hiçbir şey sürmeden çıkmam. Başkası için değil, kendimi iyi hissetmek içim makyaj yapıyorum. Her makyaj öncesi cildimi Darphin-Hydraskin Light ile nemlendirdiğimi, sonrasında da Make up Forever Step 1 Hydrating Makyaj Bazı'nı uyguladığımı da unutmayalım. Günlük makyajımda rutin olarak kullandığım ürünlere bir bakalım;


1-Shiseido BB krem: Yapısına, bitişine, cildi sağlıklı göstermesine has-ta-yım! 30 ml'lik küçücük bir tüpte satıldığı ve bayağı da pahalı olduğu için korka korka kullanıyorum ama buna rağmen de her gün kullanmaktan vazgeçemiyorum.  




2-Lancome Effacernes Longue Tenue Kapatıcı: Yine küçük ambalajlı ama minnacık miktarıyla tüm göz altlarımı silen bir ürün.










3-NARS reflecting Setting Powder: Sadece göz altı kapatıcımı sabitlediğim bu transparan pudra cilde çok güzel bir ışıltı veriyor, çizgilere dolmayı önlüyor.






4-The Balm Hot Mama Allık: Son 2 aydır kendisine bayağı taktığım bu allığa bayılıyorum. Cildimde rengini vermesi için bayağı miktar boca etmem gerekse de, çok kalıcı olmasa da içindeki altın yansımaları ve o sıcak şeftali tonunu çok seviyorum.







5-Urban Decay Primer Potion Far Bazı: Bendeki, kapatıcı renginde olan versiyonu. Far kullanmayacak bile olsam göz kapaklarımın rengini çok güzel eşitliyor. Hatta bazen kapatıcının altına bile kullanıyorum.






6-Wet n Wild Creme Brulee Krem Rengi Far: Bunu tüm göz kapağıma ve kaş kemiğime dağıtıyorum.  





7-Maybelline The Falsies Black Drama Maskara: Mor paketli, dantel desenli olanına hastayım. Kirpikleri kıvırıyor, uzatıyor, dolgunlaştırıyor daha ne olsun! Tek sıkıntısı çıkarması çoook zor.





                                             

8-Golden Rose Velvet Matte 12
 (Bazen Mac-Kinda Sexy)









Benim günlük makyajım bu şekilde. Renkli far, göz kalemi ve eyeliner uygulamasını daha özel günlerde ve acelem yoksa yapıyorum. Onun dışında göz makyajında bir maskara yeter de artar bile.

Tüm bu makyajı yapmam 10 dakikamı alıyor. Bu kadar ürünü görünce gözünüz korkmasın. ama çok çook acelem varsa kapatıcı, allık ve maskara sürüp çıkarım. Hayatımın joker makyaj malzemeleri bunlar. Spora gitmiyorsam veya ameliyata falan girmeyeceksen bu üçünü sürmeden, hayat memat meselesi bile olsa evden çıkmam.

Herkese sevgiler, sağlıklı günler dilerim...
0 yorum

Adeta Bir Mucize: Sassy Su!

Merhaba. Uzuunca zamandır gerek yoğunluk gerekse yorgunluk sebebiyle blogu ihmal ettim. Umarım ben yokken vücudunuza iyi bakmışsınızdır.

Epey zaman önce keşfettiğim fakat ancak yeni yeni uygulamaya geçirebildiğim, son günlerde oldukça faydasını gördüğüm Sassy sudan bahsedeceğim size.


Sassy su ne mi? Buradan başlayalım...


Liz Vaccariello ve Cynthia Sass’in “Flat Belly Diet” (Düz Bir Karın İnce Bir Bel) kitabından türeyen bu tarif, su içemeyenler için daha lezzetli ve daha alkali bir su oluşturup vücudun asit yükünü hızlıca azaltmak amacını güdüyor.  İçtiğimiz suların pH'sı ortalama 7 civarında ve alkali su, bizim alıştığımız su lezzetinden biraz uzak olduğu için pek de işimize gelmiyor. He ben alırım karbonatımı, dökerim suyuma, alkalinin dibine vururum diyorsanız, eczanelerden ''İngiliz karbonatı'' adıyla satılan tozu 3-4 liraya alabilir ve 1 litreye bir çay kaşığının ucuyla dökerek içebilirsiniz. Fakat tadı çok kötü oluyor. 


Sassy su ise yine alkali bir su oluşturmak amaçlı ama işi daha eğlenceli ve görsel hale getirmeyi de geri plana atmayan bir yöntem.



Avantajları neler?

İçme suyunun kalorisi 0 iken, Sassy su'dan 500 ml tüketmek yaklaşık 50 kalori yaktırıyor.

5 bardak Sassy, 10 bardak içme suyu tüketmek gibi bir denklik oluşturuyor.
Cildi güzelleştiriyor, nem dengesini sağlıyor.
Kabızlık ve bilumum sindirim problemlerini en aza indirgiyor.
Bel çevresindeki yağlanmayı azaltıyor.
Vücuda protein, kafein, alkol gibi maddelerle yüklediğimiz asit yükünü temizliyor.
Antioksidan olduğu için hücreleri kanserojen etkilerden koruyor.
En güzeli de, başta bel çevresi olmak üzere zayıflamanıza büyük katkı sağlıyor.
Enerji veriyor.
Mineral ihtiyacının bir kısmını gideriyor.

Ve bunlar gibi sayabileceğim daha pek çok faydası var.


Nasıl hazırlıyoruz?


Malzemeler: 2 litre su

                   1 büyük salatalık
                   1 limon
                   Baş parmak büyüklüğünde 2 taze zencefil
                   12 taze nane yaprağı

Yapılışı: Tüm malzemeleri iyice yıkayın. Salatalık ve limonu dilimleyin, Suya ekleyin. Kabukla veya kabuksuz koymak size kalmış.Zencefilleri de soyduktan sonra ekleyin. En son da nane yapraklarını ilave edip üstün körü bir karıştırın. Tavsiyem akşamdan yapıp bekletmeniz ve sabah içmeniz, ama gün içinde yaparsanız da en az 8 saat bekletmeniz gerekiyor.

2 litrelik şişeniz yoksa, 1'er litrelik şişelere malzemeleri 2'ye bölüp hazırlayabilirsiniz.

8 saat geçtikten sonra malzemeleri süzüp suyunuzu içmeye başlayabilirsiniz. Tavsiye edilen günde en az 2 litre bu sudan tüketmek.


Ben yalnızca 3 gündür uyguluyorum ve kendimi daha dinamik, cildimi daha parlak, sindiriminin daha düzenli hale geldiğini gözlemledim. Yaz boyunca devam etmeyi düşünüyorum. Eğer evde uygularsanız sonuçları bana sosyal medyadan veya mail yoluyla yazmayı unutmayın, hep birlikte alkalileşelim! :)
0 yorum

Pişik kremi kullanırken dikkat etmeniz gereken 5 şey

Sıcaklıkların artmasıyla cildin tahriş olması ve pişik sorunu yeniden baş gösteriyor. Bebeklerin genelde popo ve kasık bölgesinde meydana gelen pişik, cildin uzun süre kirli bezle ve ıslak kalması, aşırı sıcaklık, bezin sürtünmesi gibi nedenlere dayalı görülen bir cilt problemi. Bebekleri ve aileleri oldukça huzursuz eden bu rahatsızlıktan kurtulmanın en kolay yolu ise pişik kremleri.

Bebeklerde sıkça görülen pişiğin tedavisinde en etkili yöntem olarak bilinen pişik kremi, doğru kullanılmadığında etkisini göstermeyebiliyor. Bunun için pişik kremi kullanırken birkaç noktaya dikkat etmeniz gerekiyor.

1.Pişik kremi kullanmadan önce bebeğinizin altını mutlaka ılık suyla yıkayıp temizleyin ve daha sonra pamuklu havlu ile kurulayın.

2.Ardından kuruladığınız cildine bebek yağı sürüp nemlendirin. Bebek yağını sürdükten sonra, pişik kremini dairesel hareketlerle, ince bir tabaka halinde sürebilirsiniz. Uygulama esnasında cilde iyice nüfuz ettiğinden emin olun.

3.Pişik kremini sürerken cildin bezle temasını mümkün olduğunca önleyin. Pişik kremi sürmenin hemen ardından bebeğin altını bezle bağlarsanız, bez kremi emebileceğinden krem etkisini göstermeyebilir.

4.Bu durumu önlemek için cildin üzerini ince bir tabaka halinde bebek kremi ile kaplamak pratik bir çözüm olabilir. Böylece hem yoğun bir bakım, hem de aktif bir koruma sağlamış olursunuz.

5.Pişik kremini her bez değişiminde mutlaka kullanın. Bu şekilde bebeğinizin cildini olası pişiklere karşı korumuş olur, cildine sağlık ve canlılık katarsınız.

Pişik tedavisi için en etkili yöntemlerden biri olan pişik kremlerini bebeğiniz sadece pişik olduğunda değil, her zaman kullanmaya çalışın. Bu noktada güvenilir ve etkili bir ürün arıyorsanız, Popolin’i önerebiliriz. Popolin’in pişik kremi ile bebeğinizin hassas cildini pişiklere karşı koruyup yumuşacık bir cilde kavuşmasını sağlayabilirsiniz.

Doğadan ilham alarak geliştirilen 99 Doğal bebek bakım serisi ise alkol, paraben ve kimyasal içermeyen ürünleriyle bebeğinizin sağlığı için ideal bir seçim olabilir. Hindistancevizi Yağı, Palm Yağı, Tatlı Badem Yağı, Ayçiçek Yağı gibi bitki özlerinin mükemmel karışımı ile bebeğinizin cildine doğal bir bakım sağlayan 99’un pişik önleyici kremini mutlaka deneyin.


0 yorum

Yaşamınızı Değiştiren 20 Beslenme Formülü

Yağı beslenmenizden tamamen çıkarmayın… Günlük beslenme düzeninde yetişkin bir kişinin aldığı enerjinin %25-30’unun yağdan karşılanması gerekir. 

1)Tamamen yağsız beslenmek, vücutta yağ dokularının yakılmasına engel olur. Yani beslenmenizden yağı tamamen çıkartırsanız yağlarınızdan kurtulamazsınız. Sağlıklı yağlar olan; zeytinyağı, fındıkyağı ve balık yağı gibi yağlara belirli miktarlarda sofralarınızda yer vermelisiniz.

2) Sofranızda yenilik yapın, avokadoya yer açın… Avokado, beslenme de meyve yerine geçmeyen ve yağ yerine kabul edilen tek meyvedir. Yüksek oranda içerdiği tekli doymamış yağ asitleri sayesinde, vücut yağlarının yanmasını kolaylaştırdığı özellikle de bel bölgesinde bulunan yağlar üzerinde etkili olduğu bilimsel araştırmalarca kanıtlanmıştır. Avokado’yu salatanıza ilave edebilir ya da püre haline getirerek sos olarak kullanabilirsiniz.

3) Bazı yağlar metabolizmanızı hızlandırır… Evet yanlış okumadınız. Beslenmenize bazı yağları dahil etmeniz daha fit olmanıza yardımcı olacak. Balık ve kuruyemişlerde ve bazı tohumlarda bulunan çoklu doymamış yağ asitlerinin (PUFA) düzenli olarak alınmasının, metabolizmayı daha hızlı çalıştırdığı Almanya’da yapılan bir bilimsel araştırmada kanıtlandı.

4) Kakao ve az miktarda çikolata yaşamınızı uzatır… 2011 yılında yapılan bir bilimsel araştırmada, obez ve diyabetik farelere verilen kakaonun toplam yaşam sürelerini uzattığı ve kalp ile ilgili problemlere kakao tüketen farelerde daha az rastlandığı belirlenmiştir. Kakaonun içerisinde bulunan antioksidanların; kalp hastalıkları riskini azalttığı biliniyor. Şekersiz kakaoları kahvelerinize, milk shakelerinize ekleyebilir, günde 3-4 tablet kadar bitter çikolata tüketerek sağlığınıza katkıda bulunabilirsiniz.

5) Süt ürünleri zayıflamanıza yardımcıdır… Kalsiyum mineralinin yetersiz alımının, vücutta yağ depolanmasının tetiklenmesine sebep olduğu biliniyor. Süt ve süt ürünlerini yetersiz tüketen kişilerin iştahlarını kontrol etmeleri de daha zor. Günlük beslenmenize 2 su bardağı kadar süt veya yoğurt eklemenin vakti geldi de geçiyor.

6) Diyet sürecini mola vererek uzatmayın… Florida Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmada, diyet sürecine ara veren veya diyet sürecini uzatan kişilerin, diyeti belirlenen zamanda tamamlayan kişilere göre kilo koruma konusunda daha başarısız olduklarını ortaya koymuştur.

7) Kilo vermek için egzersiz tek başına yeterli değildir… Sadece spor salonuna yazılarak zayıflayamazsınız. Uzun dönemli bir çok araştırma, spor yapmanın zayıflamak için tek başına yeterli olmadığını göstermiştir. Bu araştırma sonuçlarına göre, sporun zayıflama üzerindeki direk etkisi %3’tür. Anlayacağınız sağlıklı beslenmeden kaçış yok.

8) Ev işlerinden ve kişisel temizlikten kaçmayın… Balık etliler ile zayıf kişiler arasındaki bir farkında rutin işlerin düzenli yapılıp yapılmaması olduğu bilinir. Ev işleri ve kişisel temizlik için günlük yakılan kalorinin 350’ye kadar çıkabileceğini unutmayın. Haydi koltuktan kalkın ve evi toparlayın.

9) Kilonuzu sadece kardiyo egzersizler ile koruyamayabilirsiniz… Kilonuzu sabit tutmak için kardiyo yapmak yeterli olmayabilir. Uzun süreli kardiyo egzersizler daha hızlı kalori yakmamızı sağlasa da, vücudun kendini dengede tutma isteği yakılan kalorinin karşılanması adına iştahınızı fazlaca açabilir. İştahınızın kontrolünü kaybetmemek için, kardiyo seanslarını tadında bırakın ve egzersiz programınızın sonuna esneme, germe ve hafif ağırlık çalışmaları ekleyin.

10) İçten kahkahalar gerçekten zayıflatır… Bir saatlik içten atılan kahkahaların, yarım saatlik orta düzeyde yapılan egzersiz kadar kalori yaktırdığını biliyor muydunuz? Aynı zamanda salgılanan mutluluk hormonu da zayıflamanıza yardımcı…

11) Şeker isteği yoğun düşünme durumunda kaynaklanabilir… Yoğunluğu yüksek olan ofis çalışanlarının daha fazla tatlı isteği duyduğu bilinir. Bunun sebebi beynin temel yakıtının glikoz olmasıdır. Fakat şekerli yiyeceklerin rutin tüketimi vücutta yağlanmaya sebep olur. Bilgisayar başında canınız tatlı istediğinde çiğ sebze, meyve ve süt ile yani bol lif ve bol kalsiyumla şeker ihtiyacınıza karşı savaş açın.

12) Koyu renk üzüm, yağ yakmaya yardımcı… İçerdiği resveratrol isimli antioksidanın; kilo almayı kolaylaştıran insülin direncinin oluşma riskini azalttığı ve egzersize dayanıklılığı arttırdığı bilinmektedir.

13) Şekerden vazgeçemeyenler bal tüketmeli… Beyaz şekerden vazgeçemeyenler yerine bal tercih edebilir. Bazı bilimsel çalışmalarda; şeker yerine bal tüketildiğinde, bal tüketenlerin yağ depolanmasının daha az miktarda olduğu saptanmıştır. Balın şekere göre diğer avantajları antiseptik ve antiviral oluşudur.

14) Uyku sürenize dikkat edin… Günde 5 saatten az uyumanın size 300 kalorilik fazla yiyecek alımına mal olduğunu biliyor muydunuz? Ayrıca yapılan bir çalışmada, günde 8 saat uyuyanların günde 5 saat uyuyanlara göre %56 oranında daha fazla yağ kaybettikleri belirlenmiştir.

15) İştahınız açık olduğunda chop-sticks kullanın… Japonların zayıf olmasının bir sırrının da chop-sticks kullanmak olduğunu biliyor muydunuz? Yemek yeme süresini uzatan ve yavaş yemeye imkan tanıyan chop-sticksler sayesinde daha az besinle doyabilir ve daha uzun süre tok kalabilirsiniz.

16) Her öğüne bir protein ilave edin… Proteinli yiyeceklerin sindirim süresi, diğer besinlere göre daha uzun olduğundan ötürü termik etki adı verilen enerji harcamasını arttırırlar. Her öğünde süt ürünleri veya et ürünleri gibi bir proteine az miktarda da olsa yer vermek fit kalmanızı kolaylaştırır.

17) Temiz hava alın… Kirli havanın insan sağlığına olan olumsuz etkisi sadece akciğerler üzerine değil. Yapılan bilimsel araştırmalarda, kirli havanın gizli şekere (insülin direnci) yol açabileceği ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda vücut yeterli kalitede oksijen alamadığından ötürü yağ yakımı yavaşlar.

18) Etli, yoğurtlu, yumurtalı çorbalar sofralara… İçeriğinde et, tavuk, balık, süt, yoğurt, yumurta gibi protein kaynaklarını bulunduran çorbaların diğer çorbalara göre daha uzun süre tok tuttuğu ve günlük kalori alımını azalttığı ortaya çıkmıştır.

19) Yulaf bir mucizedir… Kan şekerini kontrollü yükseltmesi, kan kolesterol seviyelerini düşürmesi, özellikle kolon kanseri olmak üzere bazı kanser türlerine yakalanma riskini azaltması dışında, yulaf içerdiği lifler sayesinde hem zayıflama hem de kilo koruma döneminde elimizin altında bulunması gereken başlıca besinlerden biridir.

20) Selülitlerinize ananasla savaş açın… İçerdiği bromalin pigmenti sayesinde düzenli tüketildiğinde selülitlerde etkili bir azalmaya yardımcı olduğu bilimsel çalışmalarca kanıtlanmıştır. Bunun dışında ananas ödem söktürücü ve kabızlığı önleyici etkiye sahiptir.

0 yorum

Bu 12 Adımla Yağlara Son Verin

Bu öneriler vücudunuzdaki yağları yakmanızı kolaylaştıracak! İşte metabolizmayı çalıştırıp yağların yakılmasını sağlayacak 12 püf noktası...

Arkadaşınız diyet yapmamasına rağmen yıllardır formunu korurken, siz ise adeta 'su içsem yarıyor' diyen gruba mı giriyorsunuz? Bunun nedeni belki de metabolizmanızın yavaş çalışmanızdan kaynaklanıyor olabilir. Yaz mevsimi yaklaşırken şimdi metabolizmayı hızlandırmanın tam zamanı!

Metabolizma hızı, vücudun temel fonksiyonlarını devam ettirebilmesi için kişinin bir günde ihtiyacı olan minimum enerji miktarı olarak tanımlanıyor. Metabolizmanın en büyük belirleyicisi ise bazal metabolizma hızı. Bu hız dinlenirken veya uyurken, bir başka deyişle hiçbir aktivite yapmadığımızda harcadığımız kalori miktarını kapsıyor ve günlük harcanan kalorinin yüzde 60-80 gibi büyük bir bölümünü oluşturuyor. Dolayısıyla bazal metabolizmanız hızlıysa şanslısınız, çünkü bu durumda vücudunuz enerji sağlamak için daha hızlı kalori yakıyor. Bunun aksine bazal metabolizma hızınız yavaşsa, kilo alma ihtimaliniz de o kadar yükseliyor. Ancak beslenme ve yaşam alışkanlıklarınızda yapacağınız değişikliklerle metabolizmanızı hızlandırabilirsiniz. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Olcay Barış metabolizmanızı hızlandırmanın püf noktalarını anlattı.

Bu Öneriler Metabolizmayı Hızlandırıyor

İlerleyen yaşla birlikte metabolizmamız da yavaşlamaya başlıyor ve bunun sonucunda daha kolay kilo alır hale geliyoruz. Ayrıca yaptığımız hatalı diyetler, hareketsiz bir yaşam sürmek, kilomuz, çeşitli hastalıklar ve genlerimiz de metabolizmamızın yavaş çalışmasında rol oynayan önemli faktörleri oluşturuyor.

1- Uyanır uyanmaz kahvaltı edin: Akşam yemeği ile kahvaltı arasında yaklaşık 11-12 saatlik bir süre geçiyor. Kahvaltı yapılmadığında bu süre 16 -17 saate çıkıyor. Uzun süreli açlık, metabolizma hızını yavaşlatacağı için kilo alımına yol açıyor. Metabolizmanızı harekete geçirmek için sabah uyanır uyanmaz, en geç 1 saat içinde kahvaltınızı yapın. Kahvaltıda karbonhidrat, protein, lifli gıdalar, vitamin ve mineralden zengin ve az yağlı besinleri tercih edin. Böylece günün ilerleyen saatlerinde atıştırma dürtüleri ortadan kalkar ve kan şekeriniz belli bir seviyede kalacağı için açlık krizleri çekmezsiniz.

2- Günde 6 öğün yiyin: 3 ana 3 ara öğün olmak üzere, en az 6 öğün tüketmek metabolizmayı hızlandırıyor. Ayrıca yemekleri yavaş yavaş yemeniz de sindirim sistemi düzeni açısından çok önemli. Az az ve sık sık yemenin en önemli etkisi ise kan şekerini belli bir seviyede tutarak, ani düşüş ve yükselişleri önlemek. 2-3 saatte bir, az da olsa bir şeyler yemeyi ihmal etmeyin ve sık beslenerek metabolizmanızı hızlandırın.

3- 10-12 bardak su için: İnsan vücudundan normal koşullarda günlük ortalama 2,5 litre su kaybı oluyor. Su miktarında azalma ise vücutta depolanan yağ miktarının artmasına neden oluyor. Ayrıca az su tüketimi yüzünden böbrekler çalışmayınca, bu organın görevini karaciğer üstlenmek zorunda kalıyor. Bu durumda karaciğer daha az yağı enerjiye dönüştürebiliyor.

4- 2-3 fincan yeşil çay yudumlayın: Yeşil çay metabolizma hızını artırarak, yağ yakımına yardımcı oluyor. Çayın miktarı ve demine göre farklılık göstermekle birlikte günde 2-3 fincan yeşil çay tüketebilirsiniz. Ancak unutmayın, bu miktardan fazlası çarpıntı ve uykusuzluk oluşturabiliyor.

5- Proteinsiz kalmayın: Vücudumuz et, balık, peynir ve yumurta gibi proteinleri sindirirken daha fazla enerji harcıyor ve metabolizmayı hızlandırıyor. Ancak hiç karbonhidrat almadan sırf protein tüketilerek yapılan diyetlerden kaçının. Bu tür diyetlerle hızla kilo verseniz bile sonrasında verdiğiniz kiloları hızla almanızın yanı sıra damar hastalığına yakalanma riskiniz de artar.

6- Posa tüketimini artırın: Lif oranı yüksek olan yiyecekler, özellikle taze sebze ve meyveler, kuru baklagiller ile tam tahıllı ürünleri de düzenli tüketmeniz şart. Çünkü lif metabolizmayı hızlandırıyor. Ayrıca posa, besinlerin kan şekerinin yükselme hızını düşürüyor ve vücudun insüline olan ihtiyacını azaltarak diyabete karşı koruyor.

7- Bir dilim peynir veya 3 bardak süt: Yapılan son çalışmalarda diyette kalsiyum arttırılmasının yağ yıkımını hızlandırarak kilo vermeyi desteklediği ortaya kondu. Süt ve süt ürünleri, pekmez, fındık, yeşil yapraklı sebzeler ve kuru meyveler iyi birer kalsiyum kaynağıdır. Yeterli kalsiyum almak için her gün 1 dilim kaşar peyniri veya 3 bardak süt yeterli gelecektir.

8- Yemeklerinize ve içeceklerinize tarçın katın: Tarçın kan şekerini dengeleyen bir etkiye sahip. Tarçının içerdiği krom minerali insülinin etkisini iyileştirdiği için daha az insüline ihtiyaç oluyor. Hem kendinizi daha uzun süre tok hissetmek, hem de kan şekerinizin dengede kalması için yarım çay kaşığı tarçını içeceklerinizde veya yemeklerinizde kullanabilirsiniz.

9- Bu üçlüyü sofranızda bulundurun: Acı biberin içerdiği kapsaisin adlı madde metabolik hızı arttırıyor. Zencefilin köklerindeki yumrular dolaşım ve sindirim sistemini uyarıyor. Ayrıca yapılan çalışmalarda badem tüketen kadınların, badem tüketmeyen kadınlara göre daha kolay kilo verdiği ortaya konmuş. Günde 1 çay kaşığı acı biber, 1 çay kaşığı zencefil veya 6-8 adet badem tüketmenizde fayda var.

10- Soğan veya sarımsaksız olmaz: Soğan ve sarımsağın içinde yer alan alicin maddesi kan dolaşımını uyarıyor, sindirimi harekete geçiriyor, vücuttaki fazla suyun atılmasını sağlıyor. Bunun yanı sıra metabolizmayı hızlandırarak, yağ yakımını arttırıyor. Soğan, sarımsak ve taze soğanı hem yemeklerinize hem de salatalarınıza eklemeyi unutmayın.

11- Yemeklerden önce greyfurt yiyin: Yapılan bir çalışmada yemekten önce tüketilen yarım greyfurdun kilo vermeye yardımcı olduğu ortaya kondu. Ayrıca greyfurt içerdiği limonoids ve likopen ile kansere karşı koruyucu etki gösteriyor.

12- Fiziksel aktivitenizi artırın: Her gün yapılan fiziksel aktiviteyi, günlük yaşantınızın bir parçası haline getirin. Fiziksel aktivite daha enerjik hissetmenizi, hareketli ve zinde kalmanızı sağlayarak metabolizmanızı hızlandıracaktır. Bu yüzden günlük olarak en azından yarım saat hızlı tempoda yürümeniz yararlı olacaktır.

Günde En Az 6 Saat Uyuyun

Fazla ya da az uyumak metabolizma hızını olumsuz yönde etkiliyor. Bu yüzden uzmanlar günde en az 6, en fazla 8 saat uyumanızı öneriyor. Vücudumuz için en sağlıklı uyku saatleri ise gece 23.00- 06.00 arasıdır. Bu saatlerde uyanık olmak metabolizma hızı üzerinde olumsuz etki yaratacaktır.

0 yorum

Küçük Göğüsler Yağ Dokusuyla Büyüyor

Küçük göğüslerinden kurtulmak isteyen kadınların sayısı her geçen gün artıyor. 

Silikonun estetik başarısına rağmen bazı kadınlar, bedenlerindeki yabancı bir cisme alışamamaktan korkuyor. Bel, basen ve karın bölgesinde bulunan fazla yağlar, küçük göğüsleri büyütmek için yapılan estetik operasyonlarda dolgu maddesi olarak kullanılıyor.

Estetik Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Metin Kerem, eskiden yağ alma işlemleri sonrasında atık olarak görülen yağ dokularının, günümüzde estetik ve rekonstrüktif cerrahide öneminin giderek arttığını belirtiyor.

Yağ ve kök hücrelerinin harmanlanmasıyla oluşturulan doğal dolgunun; yüzdeki derin kırışıklıkların, çukurların ve yara izlerinin doldurulmasında, popo ve bacak biçimlendirmede ve göğüs büyütmede kullanıldığını söylüyor. Yağ dokusunun, göğüs büyütmek için silikon protez istemeyen hastalarda, alternatif bir hacim kaynağı olduğunu sözlerine ekliyor.

Kimlere Uygulanıyor?
Op. Dr. Metin Kerem, göğüs estetiğinde yağ enjeksiyonu için uygun adayların genellikle genç, göğüsleri küçük ama sarkmamış olan, vücudunda yeterince fazla yağ bulunabilecek kişiler olduğunu belirtiyor. İdeal yağ dokularının ise istenmeyen fazlalıkların toplandığı, bel, basen ve karın bölgesinde bulunduğunu söylüyor. Yağ enjeksiyonu sonuçlarının, protez uygulamasına göre daha mütevazi olduğunu, enjekte edilen yağın yaklaşık % 40’nın zaman içinde eridiğini, kişiye göre bu rakamın değiştiğine dikkat çekiyor.

Op. Dr. Metin Kerem
Nasıl Uygulanıyor?
Op. Dr. Metin Kerem, bu yöntemin “sedasyon” adı verilen hafif bir anestezi türü ile yapıldığını, yağın alındığı ve verildiği bölgelerde kesikler olmadığını belirtiyor. Kapalı cerrahi yöntemi uygulandığı için bölgede hiçbir iz olmadan bir saat gibi kısa bir sürede tamamlandığına değiniyor. Hastanede yatmayı gerektirmeyen bir uygulama olduğunu, ertesi gün kişinin işine gidebileceğini sözlerine ekliyor.

Op. Dr. Metin Kerem, meme büyütmek için silikon protezler ve yağ enjeksiyonu dışında tıbben kabul edilen hiçbir yöntem bulunmadığını söylüyor. Bu yöntemler dışında yapılan denemelerin hem para hem de zaman kaybı olduğuna değinerek, memenin içine bir şey koymadan büyüyemeyeceğinin altını çiziyor.


0 yorum

Doğru Zannederek Yaptığınız Yanlışlar

Cildinizi Korumak İçin Doğru Zannederek Yaptığınız Yanlışları Biliyor muydunuz?

Cildinizi korumak adına anneannelerinizden kalan fikirler her zaman işe yaramayabilir. Hisar Intercontinental Hospital Dermataloji Bölümü Uzmanı Dr. Funda Ataman’dan doğru bilinen yanlış uygulamaları öğrendik.

Parmaktaki dolamaya soğan bağlamak…
Parmakta dolama, çoğu kez tırnağı derin kesme, şeytan tırnaklarını koparma, temiz olmayan işlerle uğraşma sonrası ortaya çıkan deri enfeksiyonudur. Bu enfeksiyonlarda soğan pişirip bağlama adeti vardır. Bunun bilinen bir yararı olmadığı gibi; soğandan ikincil bir enfeksiyon kapma riski vardır. Antibiyotik kullanımı ve iltihabın boşaltılması doğru tercihtir.

Güneş yanığına yoğurt sürmek…
Güneş yanığında yoğurt sürmenin deriye serinlik hissi vermesi dışında bilinen bir etkisi yoktur. Doğrusu yanık merhemlerinin sürülmesi ve soğuk uygulamadır.

Yanıklara diş macunu sürmek…
Evdeki ufak tefek kaza yanıklarında diş macunu sürmenin hiçbir yararı yoktur. Aksine ciltte tahrişe neden olur. Bunun yerine yanıklara uygun merhemler kullanılmalıdır.

Açık yaralara tütün basmak…
Açık yaralara tütün basmak hiçbir yarar sağlamayacağı gibi ölümcül enfeksiyonlara yol açabilir.

Siğillere incir sütü sürmek…
Derinin tahrişine ve kötü izlere neden olur. Bunun yerine siğil ilacı kullanmak, siğilleri dondurmak (kriyoterapi) ya da yakmak (elektrokoterizasyon) doğru bir uygulama olacaktır.

Ödemli bölgeye sülük yapıştırmak…
Ödemli deri bölgelerine sülük yapıştırmak, Anadolu’da her yıl çok sayıda ağır enfeksiyona neden oluyor, bazen hayati riskler ortaya çıkıyor.

Derideki morluk ve şişliklere çiğ et yapıştırmak…
Çarpma, vurma sonrası oluşan deri morlukları ve şişliklerine çiğ et yapıştırmak hem faydalı değil hem de çiğ etten bulaşabilecek hastalıkları düşünmek lazım.

Ağızdaki aftlara rakı sürmek…
Ağızdaki aftlara rakı sürmenin bir faydası yok.

Saçkırana sarımsak, tuz ve sirke kullanmak…
Saçkıranda sarımsak, tuz, sirke ile kıl kaybı olan bölgeyi ovmak. Saçkıran çoğu kez kendiliğinden düzelir. Saç köklerini kaplayacak şekilde tahriş edici maddeleri sürmek kalıcı kıl kaybına neden olabilir.

0 yorum

Gölgeniz sizden uzunsa güvendesiniz

Bronz ten artık estetiğin ve sağlığın değil, gelecekteki cilt kanserinin davetiyesi olarak görülüyor! Bu nedenle günümüzde güneşlenmek, bronzlaşmak, solarium OUT; güneşten korunmak, güneş koruyucu ve beyaz ten IN oldu! 

Güneşten korunmanın en etkili yolu güneş kremlerini bilinçli ve düzenli bir şekilde kullanmak. Güneş kremlerini tıpkı diş fırçalamak ya da e-maillerinizi kontrol etmek gibi gündelik hayatınızın bir parçası haline getirin. En az SPF 30 koruma faktör tercih edin. “Gölgenizin sizden kısaysa risk altındasınız” diyen Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Dermatoloji Uzmanı Dr. Deniz Koral, güneşten korunmayla ilgili şu bilgileri verdi:

20. yüzyılın başlarında bronz ten sağlıklı görünümün ve estetiğin simgesi iken 21. yüzyılda neredeyse güneşlenmek ve bronzlaşmak cilt kanseri, erken kırışma, lekelerdeki artma gibi olumsuzluklarla anılmaya başladı. Yani artık güneşlenmek, bronzlaşmak, solarium OUT; güneşten korunmak, güneş koruyucu ve beyaz ten IN oldu diyebiliriz!

Yeterli D vitamini sentezi için güneş altında çok uzun süre geçirilmesine gerek yok. Günlük 10-15 dakika güneş, D vitamin sentezi için yeterlidir. Aynı zamanda güneş koruyucu kullanmak D vitamini sentezini olumsuz yönde etkilemez. Uzun süre ve korunmasız bir şekilde güneş altında kalındığında cilt kanserinden güneş yanıklarına, lekelerden erken yaşlanmaya kadar pek çok sorun ortaya çıkar.

ÇOCUĞUNUZU GÜNEŞTEN KORUYUN!
Çocuklarımızı UV’den koruyalım. Hayatınız boyunca maruz kaldığınız UV ışınlarının yüzde 80'ini 18 yaşına kadar alırsınız. Çocuklarımızı güneşten korumak en az yüzde 80 deri kanseri riskini azaltır. Güneş yanığı, ultraviyole ışınlarının (UVA-UVB) yol açtığı sorunların başında gelir. En çok açık tenlileri etkileyen güneş yanığına, çocuklar ve yaşlılar daha duyarlıdır. Kişinin açık renkli bir cilde sahip olması da yanığın şiddetini artırır. Özellikle korunmasız olarak güneş altında uzun süre kalındığı zaman 2-4 saat içinde ciltte kızarıklık, 12-24 saat sonra ise su kabarcıkları gelişir.

GÜNEŞ YANIĞI 15 DAKİKADA OLUŞUR
Korunmasız ciltte 15 dakika gibi kısa bir sürede bile güneş yanıkları oluşabilir. Özellikle çocuklarda gelişen güneş yanıklarına karşı son derece dikkatli olunması gereklidir. Çocukluk döneminde geçirilen güneş yanıkları, ileriki yaşlarda oluşan cilt kanserinin en önemli nedenini oluşturur. Güneşli bir günün sonunda derisi hafif pembeleşen bir çocukta ertesi gün tam olarak gelişmiş bir yanık görülebilir. Bu nedenle daha fazla hasar oluşmasını önlemek için çocuğun gölgede ya da kapalı bir ortamda kalması sağlanmalı ve güneşe çıkması önlenmelidir. Çocuğa güneşten korunma yöntemleri anlatılmalıdır.

GÜNEŞ KORUYUCULAR NEYE KARŞI KORUR
1- Güneş yanığı ve bronzlaşma,
2- Fotoyaşlanma( kırışıklık, sarkma), güneş lekeleri,
3- Solar elastoz ve çocuklardaki nevus gelişimini azaltır,
4- Dudak uçuğu aktivasyonunu azaltır,
5- Aktinik keratoz ve epidermoid karsinom oluşumunu azaltır,
6- Melanom ve diğer deri kanseri olan bazalyomlarda da görülme sıklığını azaltır.

GÖLGEDE DE KREM SÜRÜN
Güneşten koruyucu ürün kullanıyor olmak güneş altında daha uzun süre kalınabileceği anlamına gelmez. Çünkü bu ürünler ultraviyole hasarını sadece azaltır, sanılanın aksine hasar riskini yok etmez.

Su yüzeyi, kum, kar ve beton güneş ışınlarını yansıttığı için bu alanların yakınında bulunanlar güneşin zararlı etkilerine daha fazla maruz kalır. Dolayısıyla doğrudan güneş altında değil, sadece gölgede bulunulan zamanlarda da güneşten koruyucu ürünler kullanılması büyük önem taşır

Güneş koruyucu ürünlerin UVB ışınlarının yanı sıra UVA’ya karşı da koruyucu özelliği bulunmasına dikkat edilmelidir. Bu nedenle parsol, mexoryl, titanium dioksid ve çinko oksid gibi maddeler içeren güneşten koruyucular tercih edilmelidir.

Ayrıca yüzme ve terlemeye yol açacak spor aktiviteleri öncesinde suya dayanıklı bir güneşten koruyucu tercih edilmelidir. Bizim ülkemizde yaşayan insanlar için en az SPF 30 koruma faktörlü bir güneş koruyucu seçilmelidir.

2 SAATTE BİR TEKRARLAYIN
Koruyucu krem, güneşe çıkmadan 30 dakika önce sürülmeli ve her 2 saatte bir mutlaka tekrar edilmeli. Terleme ya da yüzme sonrasında bu süre dikkate alınmadan koruyucu yenilenmelidir.

Öncelikle yeterli bir koruma sağlayabilmesi için güneş koruyucusunun santimetrekare başına 2 mg sürülmesi gerekiyor. Yani yüz, boyun ve tek kol için her bir alana yarım tatlı kaşığı; gövde, ön yüz, arka yüz, tek bacak birer tatlı kaşığı.

NASIL GÜNEŞLENMELİ
Pek çoğumuz özellikle tatilde bronzlaşmak uğruna saatlerce güneş altında kalıyoruz. Bronzlaşma sağlığa değil, ciltte güneş hasarının oluştuğuna işaret eder. Güneşe adım adım çıkılmalıdır. Açık ve buğday tenli kişiler özellikle ilk gün sadece 15 dakika güneşlenmesi, zaman içinde bu sürenin 1.5 saate uzatılması önerilir.

Esmer tenlilerin ise güneş altında 15 dakika kalmaları yeterlidir. Güneşin yol açtığı hasarlar en çok açık tenli kişilerde ortaya çıkar. Esmer tenlilerde cilt kanseri gibi hastalıkların gelişme riski, açık ve buğday tenlilere oranla daha azdır. Ancak bu, esmer tenlilerin güneşte daha fazla kalabileceği anlamına gelmez. Açık tenliler, çocuklar ve yaşlılar özellikle koruma faktörü SPF 30 ve üzeri olan ürünleri kullanmalıdırlar.

BULUTLU HAVADA DA KORUNUN
Çoğumuz sadece deniz kıyısı ve havuz kenarında bulunduğumuz zamanlarda ve yaz mevsiminde güneşten korunmamız gerektiğini düşünüz. Dolayısıyla sokağa çıkarken güneş koruyucusundan yararlanmayız. Oysa açık havada bulunduğumuz her an ultraviyole ışınlarına maruz kalırız. Plajlarda şemsiye altında oturmak yeterli korumayı sağlayamaz. Çünkü denizden, kumdan, sudan ya da betondan yansıyan ışınlar gölgede kalındığında da etkili olurlar. Ayrıca bulutlu, serin, rüzgarlı günlerde de ultraviyole ışınları yeryüzüne ulaşarak etkisini gösterir. Dolayısıyla korunma yöntemlerine sadece yaz aylarında ve güneşlenirken değil, her zaman önem vermek gerekir.

GÜNEŞTEN NASIL KORUNMALI?
Güneş koruyucu kullanımı diş fırçalama ya da e-mailleri kontrol etme gibi bir alışkanlık haline getirilmeli.
10.00-16.00 saatleri arasında güneşe çıkmamaya ve açık hava aktivitelerini mümkün olduğunca sınırlandırmaya özen gösterin
Gölgeniz sizden uzunsa güvendesiniz demektir.
Dermatoloji Uzmanı
Dr. Deniz Koral
Sadece gölgede durmak UV’yi yüzde 50-95 oranında azaltır.

PENCEREYE GÜVENMEYİN
Pencere camı 320 nm altındaki ışını absorbe eder; yani UVB’den korur ama UVA’dan koruyamaz.
Koruyucu giysi, gözlük ve geniş kenarlı şapka, korunmada çok önemli bir unsurdur. Sadece t-shirt, SPF 6 kadar koruma yapar.
En az SPF 30 koruma faktörlü bir güneş koruyucu tercih edin. Koruyucunuzu her 2 saatte bir yenileyin. Terleme ya da yüzme sonrasında güneşten koruyucunuzu tekrar sürün.

SU SERİNLETİR AMA KORUMAZ
Suyun verdiği serinlik hissi sizi aldatmasın. Çünkü güneş ışınları zararlı etkilerini su içinde bile gösterebiliyor. Dolayısıyla korunmasız bir şekilde suda bulunmamaya dikkat edin.

Güneşin cilt üzerinde meydana getirdiği zararın yüzde 80 ‘i 18 yaşına kadar geliştiğinden çocuğunuzun cildini korumak için küçük yaşlardan itibaren güneş koruyucu kullanmasına özen gösterin. Nevus sayısını ve melanoma ve non melanoma deri kanseri riskini azaltmış olursunuz.

0 yorum

Klostrofobikler neden Marmaray’ı kullanamıyor?

Asya ile Avrupa’yı denizin altından tünelle bağlayan “Asrın projesi” olarak ifade edilen Marmaray’da yolcu sayısı her geçen gün artarken bir kesim var ki onlar Marmaray’ı hiç kullanamıyor. 

Klostrofobi yani kapalı alan korkusu yaşayan kişiler kapalı alanlarda kaygı ve korkuya kapıldıkları için, bir kısmı boğazın altında bulunan Marmaray’ı kullanamıyor. Üsküdar Üniversitesi Feneryolu Polikliniği Psikiyatri Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Uğur Hatıloğlu bu kişilerin korku ve kaygılarını yenmedikleri sürece Marmaray’ı kullanamayacaklarını ifade ediyor.

Hastalığın tedavisinin mümkün olduğunu vurgulayan Hatıloğlu Klostrofobiye ilişkin şu değerlendirmelerde bulunuyor.

“Kapalı alan korkusu nedir?
Kapalı alan korkusu herkeste olabilir. Dar olanlarda kalamama gibi de kendini gösterebilir. Hastalık olarak tanımlamayabilmemiz için bazı kriterlerin olması gerekir. Her kapalı alandan korkanı hasta olarak tanımlamak doğru değil.

Belirtileri nelerdir?
Kişi kendini boğuluyor gibi hisseder, çarpıntı, terleme, bayılacak hissi ve baş dönmesi yaşar. Panik belirtileriyle ortaya çıkması hastalık için ayırıcı olur. Kişi bu durumun birkaç kere başına gelmesiyle korku yaşar ve aynı davranıştan kaçınmaya başlar. Her zaman bir erteleme, alternatif bulma arayışına girer.

Ben böyleyim demek doğru değil!
Kişilerin böyle rahatsızlıkları daha çok beyin MR’ı çekilme, yüksek yerde oturamama durumlarında ortaya çıkıyor. Kişi durumun kişisel özelliğinden kaynaklandığını düşünerek yaşamlarını ona göre planlıyor. Aslında bu bir fobi, kaygı bozukluğudur. Ben böyleyim deyip geçiştirmesi doğru değil.

Kişiler bu hali normalleri olarak kabul eder. Kişisel özellik gibi algılar. Bu korku çocukluktan başlıyor. Birden bire ortaya çıkmıyor. Bir yerlerde kapalı, kilitli kalma gibi hikâyeleri var bu kişilerin. Anne babaları çok evhamlı olan ve bir yerde kitli kalma yaşantısı olan kişilerde görülme sıklığı daha fazla.

Bu kişiler her türlü kapalı alana girmekten çekinirler mi?
Asansör, toplu taşıma araçları, sinema, sınıflar, evin bazı kısımları gibi yerlerde rahatsızlık duyabilirler. Bu kişiler daha çok çıkışa yakın yerleri tercih eder. Sinema salonlarında biletleri kapıya, çıkışa yakın yerler olur. Yanlarında birilerini götürürler. Güvenlik arayıcı davranışta bulunurlar. Güvenlik eşyaları taşırlar. Örneğin bir şişe su, nefes açıcı, mendil ya da bir kişi alırlar.

Klostrofobikler neden Marmaray’ı kullanamıyor?
Asansöre binemeyen kişilerin Marmaray’ı kullanması zor olabilir. Boğazın altında yer alan tüp kısmından geçiyor olmaktan çekinecekler ve kaçınacaklardır. Özellikle son günlerde birtakım aksaklıkların yaşandığı yönündeki haberler de bu kişilerin kaygı ve korkularını daha da artırıyor. Projenin yeni olması ve birtakım aksaklıkların yaşanması ister istemez kapalı alanda kalmaktan korkan kişileri olumsuz etkiliyor. Hafif sıkıntı yaşayanlar binebilir ancak ağır sorun yaşayanlar binemeyecektir.

Marmaray’ı kullanmak mümkün mü?
Kişide kaygı varsa başıma bir şey gelecek diye düşünür hep. Düşündükçe de gerginlik artar ve panik belirtiler ortaya çıkar. Kişi bu durumda kaygısını yenmeye çalışmalı. Dikkatini başka noktaya yönlendirmeli. Örneğin bir kitap okuyabilir, bir şey seyredebilir. Bu durumda doğru nefes almak çok önemli. Kaygıdan ötürü kişilerin nefes alışverişleri bozulabilir.

Hangi durumda ilaç tedavisi şart?
Panik ataklar hayatın vazgeçilmezi olduysa, kişi hiçbir şekilde kapalı alana giremiyorsa, ofis, bürolara giremiyorsa, günü azap gibi geçiyorsa ve de arkadaşlarıyla plan yapamıyorsa kişinin yaşam kalitesi düşecektir. Bu durumda tedavi kaçınılmaz. Kişi bu durumu ertelemeye giriyorsa ileride depresyon, panik bozukluk yaşayabilir.

İlaçsız tedavi de mümkün!
Mutlaka psikoterapi uygulanıyor bu durumda. İşlevselliği çok bozuksa ilaç tedavisi kullanıyor. Her durumda psikiyatrik tedavi de gerektirmeye biliyor. Hafif ve orta durumda olan vakalarda bilişsel davranış terapiyi bilen psikolog ile sorun aşılabiliyor.

Kapalı alan korkusu üzerine giderek geçer mi?
Korku ve kaygının üzerine gidilebilir. Örneğin Marmaray projesini kullanamayan birinin birden Marmaray’ ı kullanması doğru olmaz. Adım adım bu konuda duyarsızlaşmak gerekiyor. Öncesinde daha kısa tünellerden geçilebilir. Ben buradan çıkamazsam, boğulursam…vs. Aksi halde birden korkunun üzerine gidilirse travmaya dönme riski vardır ve giderek de tablo ağırlaşabilir. Benzer durumlarla karşılaştıkça da korku daha da pekişebilir. Ve korku o kişinin yanında arkadaş gibi kalır. Her şeyden kaçınır.

0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI