işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar
genel sağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
genel sağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yaz Aylarında Bulaşıcı Hastalıklar Artıyor

Yaz aylarında, havaların ısınmasıyla birlikte gıdaların üreticiden tüketiciye ulaştırılmasında ve gıdaların saklanmasında yaşanan iklimsel aksaklıklar, mikroplarla kontamine olmuş gıda ve suların ağız yolu ile daha fazla alınması, daha fazla klima kullanımı, farklı bölgelere yapılan seyahatler, havuz, deniz, piknik gibi değişik aktiviteler nedeni ile bazı bulaşıcı hastalıklar daha fazla görülür. 

Medicana Çamlıca Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Meltem Yavuz, Yaz hastalıkları konusunda bilgi verdi

Besinler ve sular yoluyla bulaşan hastalıklar
Mikroplarla kontamine olmuş gıdaların ve başta su olmak üzere diğer içeceklerin ağız yoluyla alınması ile, bulantı, kusma, ishal, ateş ve dehidratasyon ile seyredebilen "Gıda Zehirlenmesi" ve “Gastroenterit” adını verdiğimiz genel rahatsızlık tabloları ortaya çıkar.

Özellikle hijyen koşullarına dikkat edilmeden hazırlanan süt ve süt ürünleri; (Sütlaç, kazandibi, muhallebi, dondurma) kremalı gıdalar (yaş pasta, ekler, puding vs), yumurtalı yiyecekler (mayonez içeren soslar), vakumlu paketi açılıp kısa sürede tüketilmeyen salam, sosis, sucuk, peynir gibi gıdalar ve uygun koşullarda saklanmayan kırmızı et ( ızgara köfteler vb) , beyaz et (tavuk), deniz ürünleri (midye, istiridye ve kabuklu deniz hayvanları) sıcakların artması ile birlikte kısa sürede bozularak mikroorganizmaların daha kolay üremesine yol açar.

Ayrıca marul, salata, maydanoz gibi sebzeler de iyi yıkanmadığında riskli olabilmektedir.
İnsan sağlığını tehdit eden bu mikroorganizmalar arasında en önemlileri Salmonella ve Shigella türü bakteriler, halk arasında "amip" olarak bilinen Entamoeba hystolitica ile Giardia intestinalis gibi parazitler, Hepatit A, Rotavirüs gibi virüslerdir.

Su ve gıdalarla bulaşan enfeksiyonlardan korunmada en önemli yöntem “El Hijyeni”'dir. Ellerin sık sık ve doğru teknikle yıkanmasına mutlaka dikkat edilmelidir.

Yiyecek ve içeceklerin hazırlanma, uygun koşullarda saklanma ve sunum aşamalarında genel hijyen kurallarına dikkat edilmesi, yukarıda belirtilen riskli gıdaların tüketiminin azaltılması, dışarıdan veya açıktan alınan gıdaların tüketilmemesi, gözle görünür kirliliği olan, veya kirli görünmese bile durgun birikintilerden su içilmemesi de, su ve gıdalarla bulaşan enfeksiyonlardan korunmada etkin yöntemlerdir

HAVUZDAN VEYA DENİZDEN BULAŞABİLEN HASTALIKLAR
Havuz temizliği ve dezenfeksiyonunun yetersiz olması nedeni ile bu mikroorganizmalara bağlı olarak, göz, kulak ve cilt enfeksiyonlarının yanı sıra, sindirim- solunum sistemi enfeksiyonları, idrar yolu ve vajinal enfeksiyonlara rastlanabileceğine dikkat çeken Medicana Çamlıca Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Meltem Yavuz; “ Özellikle yüzme havuzları birçok kişinin ortak kullanım alanıdır. Bu nedenle birçok bakteri, virüs, parazit mantar etkenleri ile kolayca kontamine olabilirler. Dışkı ile kontamine olmuş havuz sularının yutulması ile bulantı, kusma ve ishal ile seyreden “Gastroenterit” tablosu görülebilir. Her ne kadar klorlama dahil pek çok yöntemle havuzlar dezenfekte edilmeye çalışılsa da, bir tek kişinin dışkı veya diğer bir vücut salgısıyla milyonlarca mikrobu suya yayması riski hep vardır.

Lağım suları ve insan dışkısı ile kirlenmiş deniz ve havuzlardan, suyun ağızdan/ burundan girmesi ve yutulması ile A tipi sarılık (Hepatit A) hastalığı da bulaşabilir.

İdrar veya dışkı ile kontamine olmuş havuzlar yolu ile özellikle kadınlarda sık idrar yolu enfeksiyonları görülebilmektedir. Ayrıca, klorlu ortamlara direnç gösteren, klorlu ortamda bölünebilen pek çok Mantar türü mikroorganizma ile vajinal bölge enfeksiyonlarının ortaya çıkabileceği unutulmamalıdır. Bu nedenle havuzdan çıktıktan sonra mutlaka sabun ve su ile duş alınması, ıslak mayonun değiştirilmesi, el, ayak parmak araları ve genital bölgenin nemli kalmamasına özelllikle dikkat edilmelidir.

Yine kontamine havuz suyunun kulak ile teması sonucu, Özellikle Pseudomonas türü mikropların neden olduğu, genelde çok ağrılı ve kaşıntılı seyreden dış kulak yolu enfeksiyonuna rastlanmaktadır. Deniz veya havuz suyuna sık dalışlar sinüzit riskini artıracağı için, burun ve kulak tıkaçları kullanılmalıdır.

Ayrıca havuzlarda dezenfeksiyon amacı ile kullanılan klorun, kimyasal konjonktivit dediğimiz göz hastalığına da neden olduğu unutulmamalıdır.” dedi

Havuz yolu ile bulaşan enfeksiyonlardan Korunma ve Tedavi Yolları;
• Havuz ve deniz ortamlarının temiz olmasına dikkat edilmelidir.
• Durgun ve kirli sularda, yüzeyi köpüklü ve yeşil görünümde olan denizde yüzülmemelidir.
• Suya atlarken burnun kapatılması ve mümkünse tıkaç kullanılması önerilir.
• Havuz ve deniz suyunun yutulmamasına dikkat edilmelidir.
• Ciltte sıyrık ve kesik alanları varsa, yüzme sonrasında temiz su ve sabunla yıkanmalıdır.
• Kulak enfeksiyonlarını önlemek için kulak tıkaçları kullanılmalıdır.
• Göz enfeksiyonlarını önlemek için sualtı gözlüğü veya maskeleri kullanılabilir.
• Lağım karışan alanlara yakın bölgelerde ve şiddetli yağmurlar sonrasında yüzülmemelidir.
• Gelişebilecek ishal, solunum sistemi, cilt, kulak ve göz enfeksiyonlarının tedavileri mutlaka uzman doktorlara danışılarak yapılmalıdır.
• Havuz veya denizden çıkar çıkmaz mutlaka duş alınmalı ve vücudu sabunlayarak mikropların ciltten atılması sağlanmalıdır.

0 yorum

Kalp kapağının çökmesi ne demek?

Son yıllarda çok sık duyulan bir kalp sorunu da mitral kapak prolapsusudur. Hekimler tarafından hastaya kalp kapağında çökme ya da sarkma diye tarif edildiği için hastalık halk arasında kalp kapağının sarkması ya da çökmesi olarak bilinmektedir. 

KadıköyŞifa Ataşehir Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Güven Caner Mitral kapak prolapsusu hakkında en çok merak edilen soruları cevaplandırıyor.

Mitral kapak prolapsusu nedir?

Kalpde 4 tane kapakcık vardır. Bunlardan sol kulakcık ile sol karıncık arasındaki kapak mitral kapaktır. Mitral kapağın iki kapakcığı vardır. Kalp kasıldığında kanın sol kulakcığa geri dönmesini engellemek için mitral kapak kapanır. Kalp gevşediğinde ise temiz kanın sol kulakcıktan sol karıncığa geçmesi için kapak açılır. Mitral kapağın bir ya da iki kapakcığınında kalbin kasılması sırasında sol kulakcığa doğru bombeleşmesi, gubbeleşmesi ya da çökmesine mitral kapak prolapsusu denir.

Mitral kapak prolapsusu nedeni nedir?

Mitral kapak prolapsusunun nedeni kapakcıkların düz durmasını ya da düz olarak kapanmasını sağlayan bağlantı yapılarının genellikle doğuştan bazen de sonradan oluşan doku hastalıkları nedeniyle zayıflamış olmasıdır.

Mitral kapak prolapsusu belirtileri nelerdir?

Mitral kapak prolapsusu olan hastaların doktora başvurma nedenleri genellikle çarpıntı ya da göğüste atipik ağrılardır. Ancak bu hastalığın tanısı büyük sıklıkla rutin muayenede konur. Mitral kapak prolapsusuna bağlı aşırı çarpıntısı olan hastalarda aşırı çay kahve sigara içilmesine engel olmanın yanında beta bloker dediğimiz ilaçların verilmesi hastayı rahatlatır. Göğüs ağrısı nedeniyle doktora müracaat eden hastalarda ise sorun bunun koroner arter hastalığından ayrılmasıdır ki bunun içinde efor testi, miyokard perfüzyon sintigrafisi gibi ileri tetkikler gerekebilir.

Mitral kapak prolapsusu tanısı nasıl konur?

Ekokardiografinin kullanıma girmesinden önce pek fazla da bilinmeyen, tanı konması son derece zor olan bu durum ekonun kullanıma girmesinden sonra çok kolay tanınabilir hale gelmiştir. Bir ara her dört kadından birinde olduğu söylenirken son zamanlarda tanı kriterlerinde düzenlemelerin yapılmasıyla görülme oranı % 5'lere gerilemiştir.

Mitral kalp prolapsusu tedavisi nasıl yapılır?

Mitral kapak prolapsusunda bazen kalp kapağının yapısıda bozulmuştur. Bozulan kapak yapısı nedeniyle kapak tam kapanamamakta ve bir miktar kan sol kulakçığa geri dönmektedir. Yani tıp diliyle mitral yetmezliği oluşmaktadır. Bu mitral yetmezliği bazen çok hafif derecede olabileceği gibi nadiren de ileri derecede olabilmektedir. Mitral prolapsusuna bağlı ileri derecede mitral yetmezliği olan hastalarda bazen mitral kapağın ameliyatla değiştirilmesi gerekmekte ise de bu çok, çok nadir görülen bir durumdur. Mitral kapakcıklarında yapı bozukluğu olmayıp sadece çökme olan durumlarda hiçbir zaman kalp kapağını değiştirmek gerekmemektedir.

Mitral kapak prolapsusu olan hastaların (ileri derecede mitral yetmezliği olanlar dışında) yaşamlarında herhangi bir kısıtlama yapmaları gerekmez. Yani bu hastalar spor yapabilir, hamile kalabilir gerektiğinde ameliyat olabilir. Önceleri bu hastalara diş çekimi veya herhangi bir operasyon öncesi koruyucu antibiotik tedavisi önerilmekte iken bu gün buna da gerek görülmemektedir. Bu hastaların sadece doktorun uygun gördüğü belirli aralıklarla kontrolü gerekmektedir.

Sonuç olarak mitral kapak prolapsusu oldukça sık görülen bir durumdur. Ancak hastaların bu durumu fazla abartmaması, günlük yaşantılarını değiştirmemesi, kalp hastalığı pisikozuna girmemesi sadece doktor gerekli gördüyse ilaç kullanması ve yine doktorun ön gördüğü aralıklarla kontrole gitmesi gerekmektedir.

0 yorum

Sınırların Olmadığı Dünyada, Sağlık İçin Bir Arada

Corena, 1988 yılında kurulan, bugün dünya çapında 85 ülkede, 300 kişilik müşteri portföyü ile başarılı bir şekilde hizmet veren ilaç, medikal setler, hijyen kitleri ve sağlık alanında saf malzemelerin tedariği sağlayan aynı zamanda insani yardım projelerinde de baş rol oynayan tedarikçi bir firmadır. Corena; küresel olarak coğrafi yayılımında girdiği her kültüre 85 ülkede de özel çözümler sunuyor. Yardıma ihtiyaç duyduğunuz medikal ürün ve sağlık kitleri sarf malzemeleri temin ve tedariğinde, size en hızlı yanıtı en rekabetçi pazar fiyatlandırması ve en uygun ücretleri ile Corena; bağlılık, tutku, sorumluluk ve orijinallik ilkelerinden ödün vermeden çalışmaya devam ediyor.

GSYİH ve ISO 9001 standartlarına bağlı kalarak hizmetlerini geliştirmeyi hedefleyen Corena; güçlü değerler, güçlü performans, yüksek güvenilirlik, hızlı ve etkin temin sistemine sahip, uluslar arası sağlık malzemeleri, ilaç ve hijyen kitleri sarf malzemeleri tedarikçi firmasıdır. Temel amacı “sağlıklı geleceklere” katkı sağlamak olan Corena; Ankara’da 2000 m2’lik depolama sistemi ve sağlık sektöründe gerek ilaç pazarlama gerek ilk yardım ve sağlık setlerinde geniş ürün yelpazesi ile etkin hizmet sunabiliyor.

Corena, İnsani Yardım Projeleri ve acil ihtiyaçları barındıran ilk yardım temelli tüm koşullarda, gönüllü sivil toplum kuruluşları ile ortak hareket edebilen, rekabetçi fiyatlarıyla hem küresel hem yerel müşteri portföyü ile deneyimlerle donanımını birleştirmiş profesyonel bir kalite anlayışıyla birleştirebilmiş bir kuruluştur. Uluslararası medikal alanda ilaç ve sağlık kitleri satışlarında; bireylerin temel hedeflerine ve öncelikli ilk yardım malzeme ihtiyaçlarına göre geniş ürün yelpazesine sahip olup, FIFO İlk Giren İlk çıkar Metodolojisini benimseyerek çalışır. Tedarik ve temin süreçlerinde baştan sona sertifikalı ve onaylı süreçler üzerinden faaliyetlerini yürüten Corena; sağlık sektöründe küreselleşmeden esinlenerek bu yola çıkmış, herhangi bir koşulda öncelikle sağlığı gözeterek, mükemmelliğe ancak ve ancak sürekli iyileştirme ve değişim penceresinden bakan bir yaklaşıma sahiptir.

0 yorum

Cinsel istek azlığınızın nedeni

Birlikteliğiniz aynı yatağa girmekten öteye gitmiyorsa cinsel yaşamınızda sorun var demektir.

Cinsel yaşamınız ilk günlerdeki heyecana hasret kaldıysa yatağınızdaki düşmanları tanımıyorsunuz demektir. İyi bir cinsel yaşam istiyorsanız düşmanı yakından tanımalı ve yatakta önleminizi almalısınız.

Stres
Stres altında yaşamaya alışkın biri olabilirsiniz. Hatta stresle baş etmeyi öğrendiğinizi de düşünebilirsiniz. Fakat yatakta aynı oranda başarılı olamazsınız. İş stresi, maddi konular libidoyu etkiler, cinsel arzular siz farkında olmadan azalmaya başlar. Böyle bir durumla karşı karşıya olduğunuzda stresinizle baş etmenin yollarını öğrenmeli, gerekirse bir uzmandan yardım almalı ve stresi mümkün olduğunca ilişkinizden uzak tutmaya çalışmalısınız.

İlişki problemleri
Cinsel yaşamdaki sorunların altında ilişki problemleri yatar. Özellikle kadınlar eşleriyle yaşadıkları sorunları yatağa girer girmez unutamazlar. Bu da cinsel mutluluğa engel olur. Yataktaki bu problemi aşmak için aranızdaki sorunları halletmeden yatağa girmemeye çalışmalısınız.

Uykusuzluk
Eğer cinsel yaşamınız eskisi gibi değilse sebeplerden biri de az uyku olabilir. Sabah erken kalkıyor ve akşamları da geç yatıyorsanız arzulu bir cinsel yaşamınızın olmaması gayet normaldir. Az uyku yorgunluğu beraberinde getirirken yataktaki heyecanı da alıp götürür.

Anne ve baba olmak
Bir bebek sahibi olmak dünyanın en güzel olaylarından biridir. Fakat ilk zamanlar çiftler, bebek ağlayacak korkusuyla birlikte olmaktan çekinirler. Oysa günün belirli saatlerini birbirinize ayırmalısınız ve örneğin; bebeğinizin derin bir uykudayken birlikte olmayı denemelisiniz.

İlaç tedavisi
Bazı medikal tedavilerin libido üzerinde etkisi vardır. Bunlar arasında çoğunlukla antidepresanlar, kemoterapi, tansiyon ilaçları, doğum kontrol hapları bulunur. Böyle bir durumda doktorunuzla konuşarak size başka bir ilaç tedavisi vermesini isteyebilirsiniz.

Vücudunuz
Aldığınız fazla kilolar ya da vücudunuzdaki bazı değişimler yatakta kendinizi rahat hissetmemenize neden olur. Bu da cinsel yaşamda mutsuzluğu beraberinde getirir. Yapılan araştırmalar yatakta kendilerine güvenen ve kusurlarını kafasına takmayan çiftlerin çok daha mutlu bir cinsel yaşama sahip olduklarını ortaya koymuştur. Bu nedenle yatağa girdiğinizde eşinizin sizin kusurlarınızı göreceğini düşünmekten vazgeçmeli ve sizi ne kadar sevdiğini düşünmelisiniz.

Obezite
Çok kilolu olmak ya da obezite cinsel isteksizliğe ve yatakta performans düşüklüğüne neden olur. Bunun sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte güven eksikliği, sosyal kısıtlanma gibi sebepler ve psikolojik sorunlar buna neden olabilir.

Depresyon
Antidepresanlar gibi depresyon da cinsel isteksizliğe neden olur. Aynı zamanda eğer sebepsiz yere cinsel isteksizlik yaşadıysanız sebebi depresyon olabilir.

Menopoz
Menopoza giren birçok kadının sorunlarından biri de cinsel isteksizliktir. Çünkü menopoz döneminde kadınlar vajinal kuruluk ve acı gibi sorunlar yaşarlar. Bu da cinsel yaşamı isteksiz bir hale getirir. Böyle bir durumda bir uzmana danışarak yardım alabilir ve kullanılan ilaçlar değiştirilerek soruna çare bulunabilir.

1 yorum

Sigara içmek kellik yapıyor!

Sağlığınız, seks hayatınız ve dış görünüşünüz sizin için ne kadar önemli? Önemli değil diyorsanız sorun yok. Sağlığıma ve dış görünüşüme önem veriyorum diyorsanız bu haberi okumalısınız.

Dr. Fizyoterapist Gamze Şenbursa, sigara içenlerin yüzleşmek istemediği konuları sizler için sıraladı. İşte sigarayı bırakmanız için 14 neden:

Gözaltı torbaları: İyi bir gece uykusu uyuyamamaktan nefret etmiyor musunuz? Ve bu ertesi gün yüzünüzden okunuyor. Bir çalışmaya göre eğer sigara içiyor iseniz gece uykunuzun içmeyenlere göre 4 kat daha rahatsız olduğu bulunmuş. Gece sürekli dönmenizin veya kalkmanızın sebebi nikotin olabilir. Ve ne yazık ki zayıf uyku hiçbir zaman güzel bir uykuyla eşit olamaz.

Psöriasis: Psöriasis otoümmin kaynaklı bir cilt problemidir, adil olmak gerekirse hiçbir zaman sigara içmemiş olsanız da bu hastalığa sahip olabilirsiniz. Fakat sigara kullanıyorsanız derinizin pul pul olma ihtimali artar.
Ortalama 10 sene boyunca günde 1 paket sigara içiyorsanız psöriasis riski %20 artar. 11-20 yıl arasında ise bu risk % 60'tır. (Eğer hamilelik ve çocukluk döneminde dumana maruz kalınırsa risk yükselir).

Sararmış dişler: Gözalıcı dişlere sahip olmak istemez misiniz, tıpkı Hollywood yıldızları gibi? Eğer sigara içiyorsanız bu hayale hoşça kal diyebilirsiniz. Nikotin dişlerde lekelenme yapar. Sonuç olarak sigaraya ödediğiniz ücrete artı bir de diş beyazlatmak için doktora vereceğiniz ücreti ekleyin.

Vakitsiz yaşlanma ve kırışıklıklar: Kırışıklık ilerleyen yaşlarda herkezde görülür fakat genç ve sigara içen insanlarda da oluşabilir. Uzmanlar sigaranın yaşlanma etkilerini arttırdığı konusunda hemfikir. Bu sebepten sigara içenler içmeyenlere göre ortalama 1.4 yaş daha fazla gösteriyor.

Neden sigara ciltte kırışıklığa sebep oluyor? Sigara cilt dokusunu esnek ve sağlıklı görünüşünü koruyan kan akışını engelliyor. Cilt yeterince kanlanamadığı için kırışıklıklar oluşuyor.

Sarı parmaklar: Sigaranın içindeki nikotin sadece dişlerinizi kahverengileştirmiyor (ve evinizin duvarlarını), aynı zamanda parmak ve tırnaklarınızı da sarartıyor. İnternette araştırma yaparsanız, limon suyu ve beyazlatıcı solüsyon ile hazırlanan evde uygulanabilecek reçeteler bulabilirsiniz. Sigarayı bırakmak daha kolay ve daha az ağrılı değil mi?

İncelmiş saçlar: Sanki cildinizde yarattığı kırışıklar yetmezmiş gibi sigara saçlarınıza da zarar veriyor. Uzmanlar sigaranın içindeki toksik kimyasalların saç foliküllerindeki DNA'ya ve hücrenin genelindeki serbest radikallere zarar verebileceğini düşünüyor.

Sonuç sigara içenler daha ince saçlara sahip oluyor ve içmeyenlere göre daha önce beyazlıyor. Tabi beyazlayacak saçları kalırsa. Tayvan'da erkekler üzerinde yapılan çalışmada sigara içen erkeklerin içmeyenlere göre saçlarını kaybetme riskinin 2 katı olduğunu göstermiş. Kellik riski daha fazla.

Yara iyileşmesi: Nikotin vazokonstrüksiyona (damarlarda daralmaya) sebep olur, kan damarlarındaki daralma oksijenden zengin kanın yüz ve vücudun diğer bölgelerindeki küçük damarlardaki akışını limitler. Bu da yaralarınızın daha uzun zamanda iyileşeceği anlamına gelir ve sigara içmeyen birine göre daha büyük ve kırmızı yara izine sahip olursunuz.

Sigara içenlerin cerrahi sonrasında optimum iyileşmeye ulaşamadığını gösteren birçok bilimsel çalışma vardır. Hatta sigara içenlerde estetik operasyon sonrası yeterli kanlanma olmamasından ve deride dökülme riski yüksek olduğundan, operasyon sigarayı bırakana kadar yapılmaz.

Diş kaybı: Sigara içmek her türlü diş problemi riskini arttırır; ağız kanseri ve dişeti hastalıkları dahil. 'Journal of Clinical Periodontology'de yayınlanan bir çalışmada sigara içenlerin içmeyenlere göre 6 kat daha fazla dişeti hastalıklarına yakalanma ve bunun sonucunda da diş kaybetme riski olduğu gösterilmiştir.

Doğal parlaklığınız kayboluyor: Sigara içenler tipik, karakteristik bir yüze sahiptir. Kırışık, soluk ve gri görünümlü bir deriye sahip bu kişilere 'Smokers Face' deniyor.

Sigara karbon monoksit içerir, cildinizdeki oksijenin yerine nikotin yerleşmesine sebep olur. Bu da kan akışını azaltır, cildi daha kuru ve renksiz hale getirir. Sigara aynı zamanda cildi tamir eden ve korumaya yardımcı birçok besini bitirir.

Cilt kanseri: Sigara akciğer, boğaz, ağız ve öshafagus kanseri sebeplerinin en başında gelir. Dolasıyla cilt kanseri riskini yükseltmesi şaşırtıcı değildir. Sigara içenlerde içmeyenlere göre 3 kat daha fazla skuamöz hücreli karsinom gelişir. Bu da cilt kanserinin 2. yaygın tipidir.

Esneklik: Sigarada bulunan nikotin cildinizdeki konnektif dokuya ve liflere zarar verir. Bu da kuvvet ve esnekliğin kaybolmasına sebep olur.

Güçsüz karın kasları: Sigara iştahı baskılar, sigara içenler içmeyenlere göre daha zayıftır. Sigara içenlerin iç organlarında yağlanma daha fazladır. Bu derin yağ yastıkçıkları vücudunuzun orta kısmında birikir ve şeker gibi birçok hastalık riskini arttırır.

Katarakt: Amerikalıların yarısından fazlasında 80 yaşından sonra katarakt görülmektedir. Sigara gözün lens kısmındaki oksidatif stresi arttırarak katarakt riskini de arttırır.

0 yorum

Trendy Diyetler Sağlıklı mı?

Yaz tatili heyecanı yaşayanlar, düğün hazırlığı yapanlar, kışın aldığı kiloları vermek isteyenler en hızlı kilo verdiren diyet listesi arayışındalar. Ancak kilo vermek uğruna sağlığımızdan olmak da var…

Beslenme ve Diyet Uzmanı Banu Kazanç, özellikle kısa sürede fit görünüme kavuşmak için uygulanan diyetlerin; kansızlıktan saç dökülmesine, tansiyon düşüklüğünden adet düzensizliğine kadar pek çok ciddi soruna yol açabileceğini belirtiyor.

Sabah kibrit kutusu kadar peynir ye kilometrelerce yürü ya da koş; öğlen yağsız küçük bir salata ye saatlerce spor salonunda kal; akşam hiçbir şey yeme koşu bandında koş… Böyle bir program belki size çok kısa sürede çok kilo verdirir. Peki ya sonrası? Kilo verirken ruh ve beden sağlığının korunması gerektiğine dikkat çeken Beslenme ve Diyet Uzmanı Banu Kazanç, işin sırrının metabolizmayı hızlandıran dengeli bir beslenme programı ve bunu destekleyen bir spor planı olduğunu söylüyor. Aksi takdirde vücut olumsuz etkileniyor, hatta sağlık elden gidiyor...

Hızla Kilo Veren Vücutta Neler Oluyor?

Bilinçsizce yapılan çok düşük kalorili sağlıksız zayıflama diyetleri; baş ağrısı, konsantrasyon bozukluğu, yorgunluk ve kalp ritminde bozukluk, tansiyon düşüklüğü, adet düzensizlikleri, kabızlık, kansızlık, ciltte kuruluk, saç dökülmesi gibi pek çok sağlık sorununa neden olabiliyor. Banu Kazanç’a göre; zayıflama ve kilo kontrolü ancak dengeli bir beslenme programı ile sürdürülebilir. Kısa sürede kilo kaybettireceği söylenen karışımlar; diüretik (idrar söktürücü), laksatif (bağırsak boşaltıcı) özellik taşıyor. Bunun sonucunda da tartı, düşük kiloları göstermesine rağmen kaybedilen, “yağ” değil, “su” oluyor. Diyeti uygulayan kişi vücudundan su ile birlikte mineralleri de kaybediyor. Örneğin kaybedilen sodyum/potasyum dengesinin bozulmasına, kalp kasının olumsuz etkilenmesine neden olur.

Düşük kalori alımı sonucunda vücudun direnci düşer, kas kaybına uğrar, yüksek protein diyetleri (Ketoz gibi) böbrek fonksiyonlarına zarar verebilir, ani şeker ve tansiyon düşmesi gibi sorunlar yaşanması ise ölümlere varan sağlık sorunlarına yol açabilir. Kişilerin bilinçsizce, kulaktan dolma bilgilerle yaptıkları diyetler veya dostlarının uyguladığı diyetleri kendilerine uygulaması sonucu; defalarca kilo alıp vermeler metabolizmayı yavaşlatıyor. Bu da verilen kilolardan daha da fazlasının alınmasına neden oluyor.

Hızlı kilo vermek fiziksel görüntüde olumsuzluklara yol açar; yüzde çöküntü, vücutta sarkma gibi... Yine gençlerin kilo kaybını ciddi olarak takıntı haline getirmeleri ise yeme bozukluğu olarak tanımlanan (Anoreksiya Nevroza veya Bulumia’ya) ciddi psikolojik sorunlara yol açıyor. Ayrıca aşırı kilolu insanların yeterli karbonhidrat, protein, yağ vitamin ve minerallerden yoksun, düşük kalori beslenme eşliğinde, ağır egzersizler yapmaları ise sağlık adına çok ciddi riskler içeriyor. Banu Kazanç, özellikle ailesinde kalple ilgili şikayetleri olanların, bu tür risklere girmelerini hiç doğru bulmuyor.

Banu Kazanç, hızlı ve kolay kilo vermenin bir yolu olmadığını, ancak kişiye uygun bir beslenme programının profesyonel bir yardımla düzenlenmesi ile kilo vermenin mümkün olduğunu belirtiyor. Bunu için de öncelikle kiloya neden olan arka plandaki sağlık sorununu veya ilaç kullanımıyla ilişkili problemi anlayıp çözmek gerekiyor. Bu durum dikkate alınmadan bazı geçici başarılar sağlansa bile etkili ve kalıcı sonuçlar hiç bir zaman elde edilemiyor. Kilo vermek bir süreçtir, zaman ister, emek ister, sabır ister, disiplin ve kararlılık gerektirir. Bir iki kilo fazlası olanlar değil ama çok kilolu olanlar bunu göze almalı…

0 yorum

Sağlıklı yaşamın olmazsa olmazları

Kalbi korumak, alkol ve sigaradan uzak durmak, beslenmeye özen göstermek ve spor yapmak sağlıklı bir vücut için önemli ama yeterli değil…

Temizlikten uyku düzenine, cinsel yaşamdan stresten uzak durmaya sağlıklı yaşamın birçok kuralı olduğunu belirten TOBB ETÜ Hastanesi kardiyoloji uzmanı Dr. Rahşan Turan, hafta da 1 gün de olsa şehirden uzaklaşmayı ve doğayla baş başa olmayı önerdi.

OLMAZSA OLMAZ…

Vücudun hasta düşmemesi, esenlik ve sıhhat durumu iyiliğinin sağlıklı olmayı anlattığını ifade eden Dr. Rahşan Turan, “Sağlıklı yaşam ise kişinin temizliğine ve beslenmesine dikkat etmesi, spor yapması ile birlikte yaz-kış aylarında hastalıklara yakalanmadan yaşamını idame ettirebilmesidir. Sağlıklı yaşam kişinin olmazsa olmazlarındandır” diye konuştu.

SAĞLIK İÇİN BUNLARA DİKKAT!

Egzersiz, kalp sağlığı ve beslenme ilişkisinin önemine dikkat çeken Dr. Turan, sağlıklı bir yaşam için uyulması gerekenler ve kuralları şöyle sıraladı;

1-Spor yapmaya özen gösterilmeli.
2- Sağlıklı beslenmeli; yağlı yemekler ve aşırı yemek yenmemeli, sabah kahvaltısı mutlaka yapılmalı, meyve-sebze tüketimine özen gösterilmeli.
3- Alkol ve sigara tüketilmemeli.
4- Gün içerisinde sürekli oturulmamalı, aktif olunmalı.
5- Kişisel temizliğe ve çevre temizliğine önem verilmeli.
6- Stresten uzak durulmalı.
7- Cinsel yaşama dikkat edilmeli.
8- Uyku düzenine dikkat edilmeli.
9- Haftada bir bile olsa şehrin stresli yaşamından uzaklaşmanız, doğa ile baş başa kalmanız size ve sağlığınıza iyi gelecektir.

TEDBİR ALIN…

Kalp ve damar hastalıkları, batı ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de en yaygın ölüm nedenlerinden biridir. Kalp sağlığını korumanın yolu önceden tedbir almaktan geçmektedir.

Beslenme
Tansiyonu ve kolesterolü kontrol altına almanın ilk şartı sağlıklı ve dengeli bir diyet uygulamaktır. Bunun için doymuş yağlardan ve tuzdan olabildiğince kaçınmak, meyve, sebze ve lif yönünden zengin besinlere yönelmek gereklidir. Doğru rejimin normal miktarda protein içermesi, bu proteinin ise balık, kümes hayvanları ve az yağlı kırmızı etten (dana eti) alınması önerilmektedir.

Kilo
Yüksek tansiyona yol açan nedenlerin başında fazla kilolar gelmektedir. Fazla kilolu olmak aynı zamanda koroner kalp hastalığı, kalp yetersizliği ve inme için de risk oluşturmaktadır.

Alkol ve sigara
Günümüzde sigara, önlenebilir ölüm sebepleri içinde ilk sırayı almaktadır. Sigara kullanımı, kansere, kalp damarlarının tıkanmasına dolayısıyla kalp krizine sebep olmaktadır.

Fiziksel egzersiz
Düzenli sporun bizi kalp krizi ve inmenin yanı sıra kemik erimesi, şeker hastalığı, kalın bağırsak ve meme kanseri, depresyon ve bunama gibi ciddi birçok kronik hastalıktan koruduğunu gösteren güçlü kanıtlar var. Egzersizin hemen her hücremize olumlu etkisi var desek yanlış olmaz.

KALP SAĞLIĞI VE SPOR

Spor yapmanın kalp ve damar sağlığını doğrudan etkilediğini vurgulayan Dr. Turan, her kas gibi kalp kasının da antrenman yaptıkça daha güçlü ve verimli çalıştığını ifade etti. Dr. Turan, sporun vücutta yarattığı olumlu etkileri şu sözlerle aktardı;

Kalbin çok hızlı çarpmasını önler
Antrenmanlı kalp, sıkıntılı bir durumla karşılaştığı zaman sakin bir tepki verir. Hareketsizliğe alışmış olan kalp ise kolay telaşa kapılır. Örneğin; otobüse yetişmek için koşarken veya çok heyecan uyandırıcı bir durumla karşılaşan kalbin hızı kolayca yükselir, dakikada 180-200'e kadar çıkabilir. Halbuki bir sporcunun kalbi aynı koşullarda daha yavaş atarak tepki verir ve en kısa zamanda normale döner.

Tansiyonu düşürür
Düzenli spor yapanlarda, örneğin günde yarım saat tempolu olarak yürüyenlerde kan basıncının düştüğü biliniyor. Özellikle tansiyon tehlikesi altında olanların her gün yapacakları yürüyüşle bu tehdidi bertaraf etmeleri mümkün. Araştırmalara göre fiziksel egzersiz, yüksek tansiyonu olanlarda tansiyonu kontrol altına almada yardımcı olmakta ve ilaç gereksinimini azaltmaktadır.

Zayıflatır
Düzenli egzersiz sadece spor yapıldığında değil, dinlenme halinde tükettiğimiz enerjiyi de artırdığı için kilo vermeyi kolaylaştırır. Kilo verdikten sonra düzenli spor yapmadan ideal kiloyu korumak çok zordur.

İyi kolesterolü yükseltir
Damar sertliğine karşı koruyucu rol oynayan HDL kolesterolü yükseltmenin yollarından biri egzersiz yapmaktır. Haftada 3 gün 3 kilometre yürüyenlerde bile iyi kolesterolün yükseldiği biliniyor. Egzersizin süresi ve sıklığı arttıkça olumlu etki de artar.

Kanın aşırı pıhtılaşmasını önler
Düzenli egzersiz kanda pıhtılaşmayı başlatan ve güçlendiren maddelerin dengede kalmasına yardımcı olur.

Şeker hastalığını önler
Diyabet olma riski yüksek olanların ellerinde sağlıklı beslenmenin yanı sıra çok güçlü bir silah daha var: düzenli egzersiz. İlaçlardan çok daha etkin, yan etkisi yok, hem de bedava.

Stresi azaltır
Düzenli spor yapanların hareketsiz bir yaşam sürenlere göre daha az endişeli olduklarını, uykularının daha düzenli olduğunu gösteren çalışmalar var.

GEZİNTİ YERİNE HIZLI YÜRÜYÜŞ…

Günde 30 dakika hızlı (saatte 5-6 kilometre hızla) yürümenin ve bunu en az haftada 5 gün yapmanın kalp ve damarlara yararlı olduğu biliniyor. Yarım saat sürekli yürüyemezseniz, günde 3 kere 10 dakika yürüseniz bile yeterli. Yaptığınız egzersiz ağırlaştıkça sağlığa olumlu etkisi artıyor. Buna karşılık gezinti yapar gibi yavaş yürümek aynı yararı sağlamıyor. Unutulmaması gereken bir diğer önemli nokta da 30 dakikalık yürüyüşün normal günlük faaliyetlere ek olarak yapılması gerektiği.

ÖLÜME DAVETİYE ÇIKARMAYIN…

Isınmadan yapılan spor ve ani efor sarf edilmesi, kalbe ani yük getirerek kalp krizi ve ani ölümlere davetiye çıkarır. Gerekli ısınma hareketleri yapılmadan spor yapılması ve böylece kalbe ani yük getirilmesi, kalp duvarlarının kalınlaşmasına, kalbi besleyen damarların sıkışmasına, ritim bozukluğuna ve hatta kalbin durmasına neden olabilir. Doğuştan kalp rahatsızlığı olanlar, ritim bozukluğu sorunu yaşayanlar ve ailesinde kalp rahatsızlığı bulunanlar, bu konuda daha fazla risk altındadır. Bu nedenle bu kişilerin düzenli spor yapmaya başlamadan önce mutlaka bir hekim kontrolünden geçmeleri gerekir.

0 yorum

İyot yetersizliği zeka düzeyini etkiliyor!

Normal büyüme, gelişme ile beyin ve vücut işlevleri için mutlak gerekli bir element olan iyotun eksikliği, pek çok önlenebilir sağlık sorununu da beraberinde getiriyor. Uzmanlar iyotlu tuz kullanımının gerekliliğinin altını çiziyor.

İyot, beyin ve sinir sisteminin normal büyüme ve gelişmesi, vücut ısısı ve enerjisinin devamı için gerekli olan tiroid hormonlarının önemli bir bileşeni. Besinlerle iyot alımı yetersiz kaldığında , çeşitli iyot eksikliği hastalıkları görülüyor. Tiroid bezinden kana geçen hormonlar yeterli miktarda üretilemiyor, hemen hemen tüm organların büyümesi, gelişmesi ve işlevlerinde sorunlar ortaya çıkıyor, boy uzaması duruyor ve zihinsel işlevler geriliyor.

Yapılan bilimsel çalışmalara göre, doğumdan itibaren iyot yetersizliği zeka düzeyinde 13.5 puanlık düşmeye neden oluyor, çocuklarda öğrenme yeteneğinde azalma ve algılama güçlüğü ve bunun sonucu olarak da okul başarısında düşme gibi sorunlara yol açıyor. Hamilelerde iyot eksikliği ise erken doğuma, düşüklere ve bebeğin zeka gelişiminde olumsuzluklara sebebiyet veriyor.

İyotlu tuz kullanımı konusunda bilinçlenme gerekiyor.
Dünyada 1,6 milyon insan iyot yetersizliği hastalıkları açısından risk altında. 750 milyon kişide guatr var, 43 milyon kişi önlenebilir beyin özürlü. Sağlık Bakanlığı Anne Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü, ODTÜ ve UNICEF tarafından birlikte gerçekleştirilen Türkiye ölçeğindeki ‘Hanehalkı İyotlu Tuz Tüketimi Araştırması’ na göre Türkiye’de sofrada iyotlu tuz kullanımında bölgeler arasında ciddi farklılık var. ODTÜ araştırmasınca kapsanan hanelerden %64’ü iyotlu tuz kullanıyor. İyotlu tuz kullanan hanelerin oranı kentsel yerleşimlerde %70 civarında iken, kırsal alanlarda bunun yarısı kadar.

Tuzun iyotlanması Türkiye’de 1998 yılından bu yana yasal zorunluluk haline geldi. Ne var ki, piyasada bulunan iyotlu tuz miktarı hakkında elde bilgi olsa bile, bu tuzun ülkeye nasıl dağıldığı hakkında bilgi olmadığından ve kullanım da kişilerin ağız tadına göre değiştiğinden, fiili kullanım hakkında yeterli veri yok. Açık olan bir gerçek var ki; iyotlu tuz kullanımının önemi konusunda bilinçlenme gerekiyor

0 yorum

Sahura Kalkmadan Oruç Tutmak Metabolizmayı Yoruyor

Yeterli ve dengeli beslenme hayatın her döneminde olduğu gibi Ramazan ayında da büyük önem taşıyor. Ramazan’da sağlığın ve ideal kilonun korunması için en kritik öğün sahurun atlanmaması gerekiyor. 

Memorial Ataşehir Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Uz. Dyt. Sevil Ürer, beslenmenin önemi hakkında bilgi verdi.

Gece yemek yiyip yatmayın
Ramazan ayında sahur vaktinin geçmiş yıllardaki gibi sabaha karşı değil gecenin ilk saatlerinde olması uyku problemlerine neden olduğu için pek çok insan gece yiyip yatmayı ya da tek öğün beslenmeyi tercih etmektedir. Ancak sahurun yapılmaması metabolizmayı zayıflatırken, oruç tutarken kısa sürede acıkmaya da sebep olmaktadır. Sahur yapılırken tüketilen besinlere de dikkat edilmelidir. Çok baharatlı ve tuzlu yiyecekler, gün içinde daha çok su ihtiyacına neden olur. Sahurda süt, yumurta, peynir çeşitleri gibi uzun süreli tokluk sağlayacak protein içeriği yüksek besinler ve bol söğüş veya 1 su bardağı yarım yağlı süt veya yoğurt meyve ile tam tahıllı gevrekler tercih edilebilir.

Metabolizma hızınızı artırın
Ramazan ayında uyku ve beslenme düzenindeki değişiklikler metabolizmanın çalışma hızının değişmesine sebep olur. Bu dönemde sıcaklık ve neme bağlı olarak vücut ısısı artmakta, vücut bu yeni duruma adapte olmaya çalışmaktadır. Sıcaklığın etkisiyle terleme ile birlikte artan sıvı kayıpları ise telafi edilmelidir. İftar ve sahur arasında en az 2-2,5 litre su içilmeli, ayran, taze sıkılmış meyve ve sebze suları, çorba, komposto gibi içeceklerle sıvı alımı artırılmalıdır. Sıvı tüketimini artırmak için iftarda ilk yemek olarak çorba tercih edilebilir.

“Kontrollü beslenme programı”nı hayata geçirin
Ramazan sonrası tansiyon, kalp hastalıkları gibi sorunlar yaşamamak ve hızla kilo almamak için kontrollü bir beslenme programının uygulanması gerekir. Ramazan ayında bireylerin yaş, cinsiyet ve fiziksel aktivitelerine göre günlük almaları gereken enerji, protein, karbonhidrat, yağ, vitamin ve mineral oranları değişmez. Sağlığın ve ideal kilonun korunması için bu dönemde de sağlıklı ve çeşitli besin seçenekleri ile yeterli ve dengeli beslenme planının uygulanması gerekir.

Ağır iftar yemekleri kalbe yük bindirir
Ramazan'ın yemek kültürü açısından en bilinen özelliği iftar sofralarındaki çeşitlilik ve bolluktur. İftar sofralarında bir insana yetecek yemeğin 2-3 kat fazlası bulunabilmektedir. İftarda kan şekeri çok düşük olduğundan kısa sürede çok miktarda besin tüketme isteği doğar. Fakat uzun bir açlık sonrası ağır yemekler tüketmek kalbin yükünü artırır ve ani kalp krizleri, yüksek tansiyon, beyin kanaması ve felç gibi olumsuzluklara yol açabilir.

Çorba sonrası 5 dakika mola fazla kalori almanızı engeller
Su ve istenirse hurmayla oruç açıldıktan sonra peynir çeşitleri, domates, salatalık gibi tuzlu ve aşırı yağlı olmayan kahvaltılıklar, çorba ve salata gibi hafif besinlerle iftara devam edilmelidir. Ana yemeğe geçmeden önce 5-10 dakika kadar bir mola vermek hem mideyi rahatlatacak hem de daha az yemeği sağlayacaktır. Verilen aradan sonra ana yemekte etli-etsiz sebze veya ızgara et yemeği, 1-2 dilim tam buğday ekmeğiyle veya az miktarda pilav/makarna/bulgur pilav ile tercih edilebilir. Yanına yoğurt, ayran ya da cacık tüketilebilir. İftarda yemeği yavaş yemek ve lokmaları iyi çiğnemek sindirim açısından çok önemlidir.

İftarda kızartma keyfinin faturası fazla kilolar
İftarda kızartmalar, tereyağı ile hazırlanmış ağır tencere yemekleri, hamurla yapılan ağır tatlılar, fazla miktarda tüketilen pilav ve makarna gibi yemekler vücutta yağlanmayı artırmaktadır. Yağlanma ve kilo alımı ağırlık hissini artıracağından kişi kendini zinde değil yorgun ve bitkin hisseder. Yemek sonrası tatlı tüketimine de dikkat edilmelidir. Yemekten 1-2 saat sonra meyve veya tatlı tüketilebilir. Şerbetli hamur tatlıları yerine özellikle mevsim meyvelerinden yapılan tatlılar, sütlü tatlılar (sütlaç, güllaç, muhallebi) ya da dondurma tercih edilmelidir.

0 yorum

Gölgeniz sizden uzunsa güvendesiniz

Bronz ten artık estetiğin ve sağlığın değil, gelecekteki cilt kanserinin davetiyesi olarak görülüyor! Bu nedenle günümüzde güneşlenmek, bronzlaşmak, solarium OUT; güneşten korunmak, güneş koruyucu ve beyaz ten IN oldu! 

Güneşten korunmanın en etkili yolu güneş kremlerini bilinçli ve düzenli bir şekilde kullanmak. Güneş kremlerini tıpkı diş fırçalamak ya da e-maillerinizi kontrol etmek gibi gündelik hayatınızın bir parçası haline getirin. En az SPF 30 koruma faktör tercih edin. “Gölgenizin sizden kısaysa risk altındasınız” diyen Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Dermatoloji Uzmanı Dr. Deniz Koral, güneşten korunmayla ilgili şu bilgileri verdi:

20. yüzyılın başlarında bronz ten sağlıklı görünümün ve estetiğin simgesi iken 21. yüzyılda neredeyse güneşlenmek ve bronzlaşmak cilt kanseri, erken kırışma, lekelerdeki artma gibi olumsuzluklarla anılmaya başladı. Yani artık güneşlenmek, bronzlaşmak, solarium OUT; güneşten korunmak, güneş koruyucu ve beyaz ten IN oldu diyebiliriz!

Yeterli D vitamini sentezi için güneş altında çok uzun süre geçirilmesine gerek yok. Günlük 10-15 dakika güneş, D vitamin sentezi için yeterlidir. Aynı zamanda güneş koruyucu kullanmak D vitamini sentezini olumsuz yönde etkilemez. Uzun süre ve korunmasız bir şekilde güneş altında kalındığında cilt kanserinden güneş yanıklarına, lekelerden erken yaşlanmaya kadar pek çok sorun ortaya çıkar.

ÇOCUĞUNUZU GÜNEŞTEN KORUYUN!
Çocuklarımızı UV’den koruyalım. Hayatınız boyunca maruz kaldığınız UV ışınlarının yüzde 80'ini 18 yaşına kadar alırsınız. Çocuklarımızı güneşten korumak en az yüzde 80 deri kanseri riskini azaltır. Güneş yanığı, ultraviyole ışınlarının (UVA-UVB) yol açtığı sorunların başında gelir. En çok açık tenlileri etkileyen güneş yanığına, çocuklar ve yaşlılar daha duyarlıdır. Kişinin açık renkli bir cilde sahip olması da yanığın şiddetini artırır. Özellikle korunmasız olarak güneş altında uzun süre kalındığı zaman 2-4 saat içinde ciltte kızarıklık, 12-24 saat sonra ise su kabarcıkları gelişir.

GÜNEŞ YANIĞI 15 DAKİKADA OLUŞUR
Korunmasız ciltte 15 dakika gibi kısa bir sürede bile güneş yanıkları oluşabilir. Özellikle çocuklarda gelişen güneş yanıklarına karşı son derece dikkatli olunması gereklidir. Çocukluk döneminde geçirilen güneş yanıkları, ileriki yaşlarda oluşan cilt kanserinin en önemli nedenini oluşturur. Güneşli bir günün sonunda derisi hafif pembeleşen bir çocukta ertesi gün tam olarak gelişmiş bir yanık görülebilir. Bu nedenle daha fazla hasar oluşmasını önlemek için çocuğun gölgede ya da kapalı bir ortamda kalması sağlanmalı ve güneşe çıkması önlenmelidir. Çocuğa güneşten korunma yöntemleri anlatılmalıdır.

GÜNEŞ KORUYUCULAR NEYE KARŞI KORUR
1- Güneş yanığı ve bronzlaşma,
2- Fotoyaşlanma( kırışıklık, sarkma), güneş lekeleri,
3- Solar elastoz ve çocuklardaki nevus gelişimini azaltır,
4- Dudak uçuğu aktivasyonunu azaltır,
5- Aktinik keratoz ve epidermoid karsinom oluşumunu azaltır,
6- Melanom ve diğer deri kanseri olan bazalyomlarda da görülme sıklığını azaltır.

GÖLGEDE DE KREM SÜRÜN
Güneşten koruyucu ürün kullanıyor olmak güneş altında daha uzun süre kalınabileceği anlamına gelmez. Çünkü bu ürünler ultraviyole hasarını sadece azaltır, sanılanın aksine hasar riskini yok etmez.

Su yüzeyi, kum, kar ve beton güneş ışınlarını yansıttığı için bu alanların yakınında bulunanlar güneşin zararlı etkilerine daha fazla maruz kalır. Dolayısıyla doğrudan güneş altında değil, sadece gölgede bulunulan zamanlarda da güneşten koruyucu ürünler kullanılması büyük önem taşır

Güneş koruyucu ürünlerin UVB ışınlarının yanı sıra UVA’ya karşı da koruyucu özelliği bulunmasına dikkat edilmelidir. Bu nedenle parsol, mexoryl, titanium dioksid ve çinko oksid gibi maddeler içeren güneşten koruyucular tercih edilmelidir.

Ayrıca yüzme ve terlemeye yol açacak spor aktiviteleri öncesinde suya dayanıklı bir güneşten koruyucu tercih edilmelidir. Bizim ülkemizde yaşayan insanlar için en az SPF 30 koruma faktörlü bir güneş koruyucu seçilmelidir.

2 SAATTE BİR TEKRARLAYIN
Koruyucu krem, güneşe çıkmadan 30 dakika önce sürülmeli ve her 2 saatte bir mutlaka tekrar edilmeli. Terleme ya da yüzme sonrasında bu süre dikkate alınmadan koruyucu yenilenmelidir.

Öncelikle yeterli bir koruma sağlayabilmesi için güneş koruyucusunun santimetrekare başına 2 mg sürülmesi gerekiyor. Yani yüz, boyun ve tek kol için her bir alana yarım tatlı kaşığı; gövde, ön yüz, arka yüz, tek bacak birer tatlı kaşığı.

NASIL GÜNEŞLENMELİ
Pek çoğumuz özellikle tatilde bronzlaşmak uğruna saatlerce güneş altında kalıyoruz. Bronzlaşma sağlığa değil, ciltte güneş hasarının oluştuğuna işaret eder. Güneşe adım adım çıkılmalıdır. Açık ve buğday tenli kişiler özellikle ilk gün sadece 15 dakika güneşlenmesi, zaman içinde bu sürenin 1.5 saate uzatılması önerilir.

Esmer tenlilerin ise güneş altında 15 dakika kalmaları yeterlidir. Güneşin yol açtığı hasarlar en çok açık tenli kişilerde ortaya çıkar. Esmer tenlilerde cilt kanseri gibi hastalıkların gelişme riski, açık ve buğday tenlilere oranla daha azdır. Ancak bu, esmer tenlilerin güneşte daha fazla kalabileceği anlamına gelmez. Açık tenliler, çocuklar ve yaşlılar özellikle koruma faktörü SPF 30 ve üzeri olan ürünleri kullanmalıdırlar.

BULUTLU HAVADA DA KORUNUN
Çoğumuz sadece deniz kıyısı ve havuz kenarında bulunduğumuz zamanlarda ve yaz mevsiminde güneşten korunmamız gerektiğini düşünüz. Dolayısıyla sokağa çıkarken güneş koruyucusundan yararlanmayız. Oysa açık havada bulunduğumuz her an ultraviyole ışınlarına maruz kalırız. Plajlarda şemsiye altında oturmak yeterli korumayı sağlayamaz. Çünkü denizden, kumdan, sudan ya da betondan yansıyan ışınlar gölgede kalındığında da etkili olurlar. Ayrıca bulutlu, serin, rüzgarlı günlerde de ultraviyole ışınları yeryüzüne ulaşarak etkisini gösterir. Dolayısıyla korunma yöntemlerine sadece yaz aylarında ve güneşlenirken değil, her zaman önem vermek gerekir.

GÜNEŞTEN NASIL KORUNMALI?
Güneş koruyucu kullanımı diş fırçalama ya da e-mailleri kontrol etme gibi bir alışkanlık haline getirilmeli.
10.00-16.00 saatleri arasında güneşe çıkmamaya ve açık hava aktivitelerini mümkün olduğunca sınırlandırmaya özen gösterin
Gölgeniz sizden uzunsa güvendesiniz demektir.
Dermatoloji Uzmanı
Dr. Deniz Koral
Sadece gölgede durmak UV’yi yüzde 50-95 oranında azaltır.

PENCEREYE GÜVENMEYİN
Pencere camı 320 nm altındaki ışını absorbe eder; yani UVB’den korur ama UVA’dan koruyamaz.
Koruyucu giysi, gözlük ve geniş kenarlı şapka, korunmada çok önemli bir unsurdur. Sadece t-shirt, SPF 6 kadar koruma yapar.
En az SPF 30 koruma faktörlü bir güneş koruyucu tercih edin. Koruyucunuzu her 2 saatte bir yenileyin. Terleme ya da yüzme sonrasında güneşten koruyucunuzu tekrar sürün.

SU SERİNLETİR AMA KORUMAZ
Suyun verdiği serinlik hissi sizi aldatmasın. Çünkü güneş ışınları zararlı etkilerini su içinde bile gösterebiliyor. Dolayısıyla korunmasız bir şekilde suda bulunmamaya dikkat edin.

Güneşin cilt üzerinde meydana getirdiği zararın yüzde 80 ‘i 18 yaşına kadar geliştiğinden çocuğunuzun cildini korumak için küçük yaşlardan itibaren güneş koruyucu kullanmasına özen gösterin. Nevus sayısını ve melanoma ve non melanoma deri kanseri riskini azaltmış olursunuz.

0 yorum

Günümüzde "Yeme Bozukluğu" artıyor!

Yeme bozuklukları gençler arasında bir çığ gibi büyüyor! Kimileri karşı konulmaz bir zayıf olma isteği duyarken, kimileri kontrol edilemez bir şekilde aşırı yemek yiyor, kimileri ise sağlıklı beslenmeyi takıntı haline getiriyor.

KadıköyŞifa Kadıköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Dyt. Rabia Yurdagül'ün verdiği bilgilere göre, ergenlerde yeme bozukluğu görülme sıklığı yüzde 5 ve bu oran giderek artıyor. Özellikle 15-19 yaşlarındaki yeme bozuklukları nedeniyle meydana gelen ölümler, bu yaşlardaki doğal nedenlerle (kardiyak aritmi, enfeksiyon vb.) ölümlerden 5 kat daha fazla.

Açlık Hastalığı: Anoreksiya Nervosa

Vücut şeklinden aşırı rahatsızlık duyma, karşı konulmaz bir zayıf olma isteği ve özellikle anorektik bireylerde görülen yemek düşünceleriyle aşırı bir zihin meşguliyeti durumu söz konusu. Açlık hastalığı olarak adlandırılan Anoreksiya Nervoza’da besin alımına, kiloya ve zayıflığa karşı aşırı takıntı bulunuyor. Zayıf olunduğu halde (BKİ 17.5 kg/m2'den daha düşük) kişiler kendilerini aynada kilolu olarak görüyor ve daha fazla kilo verebilmek için çok düşük kalorili diyetler uyguluyor veya kendilerini aç bırakıyor. Bu kişilerde amenore (menstürasyonun olmaması), kansızlık, vücut su - tuz dengesinin bozulması, kanda kolesterol ve üre düzeylerinin artışı, karaciğer enzimlerinin yükselmesi, tiroid bezi hormonlarının düşmesi, kadınlarda östrojen, erkeklerde testesteron hormon düzeylerinde azalma sonucu cinsel sorunlar, cilt ve saç sorunları, kilo kaybıyla birlikte beyin kütlesinde azalma ve beyindeki kimyasal reaksiyonlarda değişiklik, kalp atımında azalma ve düzensizlikler oluşuyor, uyuşturucu madde kullanımı, sosyal çevreden kendini soyutlama davranışı, sürekli spor ve ağır egzersiz yapma eğilimleri görülüyor.

Yemekten Suçluluk Duyma: Bulimia Nervoza

Bulimia Nervoza ise psikolojik temelli bir hastalık olup anormal yeme alışkanlığı ile kendini belli eden ve daha sonra kilo almayı önlemek için uygunsuz davranışların (kusma, laksatif ve diüretik kullanımı, aç kalmak, aşırı egzersiz yapmak gibi) sergilendiği bir yeme bozukluğu. Tıkanırcasına yemek yedikten sonra suçluluk duygusuyla yenilen yiyecekleri çıkarma yoluna başvuruluyor. Sürekli kusmaya bağlı elektrolit dengesizlikleri, mide asidinin ağza gelmesi ile diş çürükleri, mide delinmeleri görülüyor. Depresif bozukluklar yanında alkol ve madde bağımlılığı da görülebiliyor.

Tıkanırcasana Yemek Yeme Bozukluğu: Binge Eating Disorders

Tıkanırcasına yeme bozukluğu olarak ifade edilen ve üçüncü tür yeme bozukluğu olarak tanımlanan Binge Eating Disorders, düzenli olarak haftada 2 veya daha fazla aşırı miktarda yemek yeme davranışı ile karakterize bir hastalık. Atak sırasında bu bireyler, kontrol edilemeyen bir şekilde umulmayacak kadar çok yiyeceği kısa zamanda tüketiyorlar ve Bulimik hastaların aksine kusma gibi davranışlar göstermiyorlar. Bu bireylerde duygu durumunda ve ilişkilerde sürekli bir tutarsızlık gözlemleniyor. Günlük enerjinin minimum yüzde 25’ini akşam yemeği ile ertesi sabah arasında geçen sürede alıyorlar. Obezlerin belli bır kısmında tıkanırcasına yeme bozukluğu görülüyor ve çeşitli uyku bozukluklarının gece yemelerine neden olabileceği belirtiliyor.

Sağlıklı Yemek Yeme Takıntısı: Ortoreksiya Nervoza

Son yıllarda Ortoreksiya Nervoza (sağlıklı yemek yeme takıntısı) yeni bir kavram olarak yeme bozukluklarına eklendi. 'Ortho' Yunanca' da 'doğru' ve 'normal' anlamına geliyor. Yani doğru yemek yeme de bir takıntıya dönüşebiliyor. Ortoreksiya Nervoza özellikle büyük kentlerde yaşayan 'beden imgesi' ağırlıklı düşünen takıntılı kişilerin yakalandığı bir hastalık. Her besinin aşırı sağlıklı olması insanı tek boyutlu beslenmeye kadar götürebiliyor ve ilerleyen ölçütlerde Anoreksiya ile karşı karşıya getirebiliyor. Oysaki aşırı derecede takıntı yapmak yerine dengeli beslenme konusunda bilinçli olmak gerekiyor.

Yeme bozukluğu fazla yeme ve devamlı rejim yapma takıntısı şeklinde olduğu gibi kişinin her yediğinin sağlıklı olup olmadığını kontrol etme takıntısı şeklinde de kendini gösteriyor. Bu kişiler için yiyeceklerin saf, katkısız ve işlenmemiş olması oldukça önemli. Bu yüzden bu bireyler pek çok sebze ve meyveyi çiğ tüketiyorlar. Çoğu da vejetaryen oluyor. Kendi bildiklerinin tek doğru olduğuna inanıyorlar ve inandıkları çerçevesinde hareket ediyorlar. Yaşamları, bir sonraki öğünü planlamak, sağlıklı yiyecek satan marketleri dolaşmak, yemek hazırlamak ve yemek gibi bir kısır döngünün içine girebiliyor.

Ortorektik misiniz?

Bu sorulara "evet" cevabı veriyorsanız, ortoreksiya belirtisi gösteriyor olabilirsiniz.

1- Yemek yerken yediklerinizin kalorisine dikkat eder misiniz?
2- Çeşitli yiyeceklerin olduğu bir yerde yiyecek seçmek durumunda kalırsanız kararsızlık yaşar mısınız?
3- Son üç ay içerisinde besinler konusunda endişelendiğiniz oldu mu?
4- Sağlığınızla ilgili endişeleriniz besin seçiminizi etkiler mi?
5- Yemeğinizin sağlıklı olması sizin için lezzetli olmasından daha mı önemlidir?
6- Daha sağlıklı, daha taze besinler satın almak için daha fazla para harcar mısınız?
7- Sağlıklı beslenme ile ilgili düşünceler sizi günde üç saatten fazla meşgul eder mi?
8- Sağlıksız olduğunu düşündüğünüz besinleri yediğiniz olur mu?
9- Sizce ruhsal durumunuz yeme düzeninizi etkiler mi?
10- Besinler içerisinde sadece sağlıklı olanlarını tüketmek kendinize olan güveninizi arttırır mı?
11- Uyguladığınız beslenme tipi yaşam tarzınızı değiştirir mi? (dışarıda yeme sıklığı, arkadaşlar vb. açısından)
12- Sağlıklı beslenmenin dış görünümünüzü daha iyi hale getirebileceğini düşünür müsünüz?
13- Sağlıksız beslendiğinizde kendinizi suçlu hisseder misiniz?
14- Piyasada sağlıksız besinlerin de satıldığını düşünür müsünüz?
15- Son zamanlarda yemeklerinizi özellikle tek başınıza yemeği tercih eder misiniz?

Yeme Bozukluklarında Tedavi

Yeme bozukluklarının tedavisi zordur, profesyonel yardım alınmalıdır. En iyi tedavi yöntemi tıbbi, psikolojik ve beslenme konsültasyonunu içeren kombine bir çalışma ile gerçekleşmektedir. Anoreksiyalı kişi tehlikede olmadığına ve yardıma gerek duymadığına inanır, Bulimialı kişi ise sorunun farkındadır ama tekrar kilo alma korkusu ile tedavi görmek istemez. Tedavi süreci birkaç aydan birkaç yıla kadar sürebilir. Ancak tedaviden sonra da tekrarlayabilmesi hala bir sorun olmaya devam edebilir.

Tedavi sırasında doktor, diyetisyen, psikolog veya psikiyatrdan oluşan multidisipliner bir ekip çalışması başarılı sonucun elde edilebilmesi adına oldukça önemlidir. Bu tür bozukluklarda tekrarlama ihtimali yüksektir. Diyetisyen bireyin beslenme durmunu, bilgi düzeyini, yemek yeme ve yemeğe karşı tutumunu değerlendirerek beslenme programını oluşturup bireyin takibini yaparken diğer ekip üyeleriyle sürekli iletişim halinde olmalıdır.

0 yorum

'Kadınlara özel' teknolojik kazalar

Kadınların en çok karşı karşıya kaldığı teknolojik kazaları araştırıldı. 

Kazaların büyük bir çoğunluğu, kadınların hiçbir zaman hayatlarından eksik olmayacak gereksinimlerinin çıkarmış olduğu hasarlardan oluşuyor. Çıkan sonuçlara göre masum sandığınız birçok kadınsı ürün, aslında birer teknoloji düşmanı olabilir.

Sizler de elektronik cihazlarınızın başına gelen garip kazalardan mustaripsinizdir. Hiç beklenmedik anda çıkan bu sorunlar can sıkıcı bir hâl alır. Genellikle kadınların başına gelen bu ilginç kazalara karşı daha dikkatli olmak istemez miydiniz? İşte kadınların başına en çok gelen teknolojik kazalar…

Bir kadının cep telefonuyla yaşadığı en ilginç ve en bilinen kazaların başında telefonunun tuvalete düşmesi geliyor. Teknokask verilerine göre %45 oran ile en çok karşılaşılan sorun bu. Böyle bir sorunla karşılaşmamak için telefonunu çantada taşımak akıllıca görünebilir. Ancak cihazınızın başına çantanızda neler gelebileceğinden henüz haberdar değilsiniz.

Çantanızdaki anahtarlarınız, bilezikleriniz cihazınızın ekranına hasar veriyor. %25 oranıyla en çok karşılaşılan ikinci sorun bu olurken, ekran üzerindeki koruyucu filme bile hasar verebilecek düzeyde çizilmeler oluşuyor.

Teknolojik cihazları çantanızda bekleyen diğer bir tehlike ise, fondöten ya da parfüm gibi kozmetik ürünler. Bu ürünlerin akma, sızıntı yapma durumlarında görülen hasarların oranı ise %20. Yani kadınlar bazen çok sevdiği makyaj malzemelerinin mağduru olabiliyor.

Teknolojik cihazlara zarar veren kozmetik ürünlerin arasında kremler de yer alıyor. Ellerinize narin bir yumuşaklık hissi vermek için sürdüğünüz krem, elinizden telefonunuzu veya notebookunuzu alabilir. Kadınların yaşadığı teknolojik kazalar arasında %10’luk bir dilime sahip olan bu sorun, krem sürdükten hemen sonra ele alınan ve yere düşürülerek hasar gören teknolojik cihazların da az olmadığını gösteriyor.


0 yorum

Sağlıklı ve Pürüzsüz Bir Cilt için Kayısı

Uzmanlar sağlıklı bir cilt için günde bir bardak kayısı nektarı ve kayısı suyu tüketilmesini öneriyor. 

Yapılan araştırmalar, her gün düzenli olarak içilen iki bardak kayısı nektarının vücudun günlük A vitamini ihtiyacının büyük bölümünü karşıladığını ortaya koyuyor.

Sağlıksız ve mat bir ciltten kurtulmak için günde bir bardak kayısı nektarı tüketilmesi gerektiğini belirten uzmanlar kayısı nektarının vitamin ve mineral açısından oldukça zengin olduğunu belirtiyor. Cildi mikrop ve mantarlardan koruyarak, cildin güzelleşmesini sağladığı bilinen kayısının nektarını içmek vücuttaki zararlı toksinlerin atılmasına da yardımcı oluyor.

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Neriman İnanç, cilt sağlığı için yeterli sıvı, antioksidan, vitamin ve mineralleri içeren besinlerin tüketilmesi gerektiğini vurguladı. Kayısı nektarının içinde bol miktarda potasyum, kalsiyum, demir ve A vitaminine dönüşebilen beta-karoten bulunduğunu söyleyen İnanç, kayısı mevyesi ve çekirdeğinin eski çağlarda cilt bakım ürünü olarak da kullanıldığı ifade etti.

İnanç “Kayısı nektarı içeriğinde bulunan beta-karotenler, vitamin ve mineraller açısından oldukça zengin bir gıdadır. Vücuttaki toksik maddelerin atılmasına yardımcı olan beta-karotenler, derinin tazelenmesini, canlı ve parlak bir görünüme kavuşmasını sağlar.

Ayrıca bir bardak kayısı nektarının içeriğinde yüksek A vitamini bulunmaktadır. Bu oran ile vücudun günlük ihtiyaç duyduğu A vitamininin yaklaşık yarısını (günlük ihtiyaç 5000IU iken 100 gram kayısıda 2700 IU bulunuyor) karşılamaktadır.

Kayısı nektarı tüm bunların yanı sıra içerdiği C vitamini ile de bağışıklık sisteminin güçlendirmeye yardımcı olur. Günde bir bardak kayısı nektarı içmek sağlıklı bir cilde ve dayanıklı bir bağışıklık sistemine kavuşmayı mümkün kılıyor” şeklinde konuştu.


0 yorum

Dar ve idialı kıyafetler giyebilirsiniz

Kadınların özellikle hamilelik sonrası düz bir karına sahip olmak için bıçak altına yattıkları karın germe operasyonu sadece estetik bir görünüş kazandırmakla kalmıyor kalp krizi riskini de azaltıyor. 

Esteworld Plastik Cerrahi Hastanaler Grubu’ndan Op. Dr. Tamer Şakrak, özellikle 40 yaşın üzerindeki insanların kalp krizi riskinin bel çevresi ile doğru orantılı arttığını söyleyerek, “Bu nedenle karın germe ameliyatı 40 yaş üzeri hastalarda kalp krizi geçirme riskini direk olarak azaltmaktadır” dedi.

Kadınların hamilelik sonrası kurdukları hayallerinin başında yeniden düz ve estetik bir karına sahip olmak geliyor. Ancak karın duvarının direncini ve estetik duruşunu sağlayan kaslar, hamileliğin son aylarında karnın aşırı büyümesi ile oluşan gerilime dayanamayarak birbirinden uzaklaşıyor. Tekrarlayan gebelikler sonrası ise karın ön duvarı tüm direncini yitirmiş oluyor.

Doğum sonrası kadınlar ideal kilolarına kavuşmuş olsa bile karın sarkması, yemek sonrası hazım problemleri, şişkinlik hissi gibi problemlerle karşılaşabiliyorlar. Karın duvarının yeterli direnci gösterememesi de midenin rahatlıkla genişlemesine ve devamlı kilo almaya yol açıyor. Bu durumda kadınların tekrar düz ve estetik bir karına sahip olmasını engelleyebiliyor.

4 beden incelebilirsiniz

Op. Dr. Tamer Şakrak, hamilelik sonrası kadınların karın germe operasyonu ile yeniden düz ve estetik bir karına sahip olabileceklerini söyledi. Karın germe operasyonu ile karnın üst ve yan taraflarındaki yağ dokularının liposuction yöntemi ile çekildiğini belirten Op. Dr. Şakrak, “Daha sonra karın altına sarkmış olan fazla cilt ve cilt altı doku çıkarılarak gergin bir karın cildi elde edilir. Karın ön duvarında deforme olan kaslar plikasyon yöntemi ile birbirine yaklaştırılarak, iç karın olarak bilinen bölgedeki doğuma bağlı deformasyonlar giderilir” dedi.

Op. Dr. Tamer Şakrak, operasyon sonrası hastaların 2 beden inceldiklerini vurgulayarak, şunları söyledi: “Takip eden süreçte hastaların sadece karbonhidrattan uzak ve sıvı ağırlıklı beslenirler ile 2 beden daha incelmeleri hayal değildir. Öncelikle karın germe ameliyatı sonrası hastanın belli bir diyet programına uyması çok daha kolaydır. Çünkü ameliyata bağlı fiziksel değişim hastayı ileri derecede motive etmektedir. Karın duvarına yapılan plikasyon mideyi önden sıkıştırmakta, mide eskisi gibi rahat genişleyememekte ve dolayısıyla doyma hissi çok daha çabuk ortaya çıkmaktadır. Son olarak da önceki kiloları nedeniyle hareket zorluğu çeken hasta çok daha kolay hareket edebildiği için hareketsiz bir yaşam tarzından uzaklaşmakta, kalori tüketimini artırmaktadır.”

Dar ve idialı kıyafetler giyebilirsiniz

Op. Dr. Tamer Şakrak, karın germe ameliyatı ve sonrasına ilişkin olarak şu bilgileri verdi:

1- Karın germe ameliyatı yaklaşık 2 saat içerisinde tamamlanır.
2- Hasta ameliyathaneden üzerinde 6 hafta kalacak bir korse ile çıkar.
3- Hasta hastanede 2 gün misafir edilir.
4- Hasta ameliyat sonrası 6. saatte yürümeye başlar.
5- Hastaneden taburcu olduğunuzda kendiniz yürüyor, tuvalet ve temizlik ihtiyacınızı karşılıyor olacaksınız.
6- Ameliyatın 1. haftası bittiğinde kot pantolonunuzu giyip çarşıda dolaşabilirsiniz.
7- 2. hafta bittiğinde araba kullanabilirsiniz.
8- 3. - 4. aylarda giyim tarzlarınız değişebilir, daha dar ve iddialı kıyafetler seçebilirsiniz.


0 yorum

Çocuğunuzun yürüyüşündeki hastalık

Daha çok erkek çocuklarında görülen Perthes hastalığı genellikle aksama, topallama gibi şikayetlerle ortaya çıkar. Genellikle 4 – 10 yaş arasında görülen Perthes hastalığı ne kadar erken teşhis edilirse, tedavisi o kadar başarılı yapılabilir. 

Kadıköy Şifa Ataşehir Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Şeref Aktaş, Perthes hastalığı hakkında en çok merak edilen soruları cevaplandırıyor.

Perthes hastalığı çocuk ortopedisinin önemli hastalıklarından birisidir. Perthes Hastalığı, femur başı dediğimiz uyluk en üst kısmındaki top şeklindeki kemik bölgesinin kan akımının geçici olarak duraksaması ile gelişir. Bunun sonucunda, Perthes hastalığı femur başı kemiğinde nekroz dediğimiz kemik ölümü ve akabinde yeniden nekrotik kemiğin uzaklaştırılıp yeni kemik oluşumu ile giden bir süreç içerisinde seyreder.

Perthes hastalığı erkeklerde 4 kat daha fazla görülüyor!

Perthes hastalığı kaç yaşlardaki çocuklarda görülür?
Perthes hastalığı sıklıkla 4 - 10 yaş arasındaki çocuklarda görülen bir hastalıktır. Perthes hastalığı erkek çocuklarda kızlardan 4 kat daha çok görülür. Perthes hastası çocuklar, genel yapı olarak çok hareketli yapıda olup ele avuca sığmaz dediğimiz yapıda çocuklardır.

Perthes hastalığının bulguları nelerdir?
Perthes hastaları, sıklıkla aksama, kalça ve/veya diz ağrısı şikayeti ile Çocuk Ortopedistine başvururlar. Hastaların bulguları zaman zaman şiddetlenir, zaman zaman hafifler. Perthes hastalarının muayenelerinde eklem hareketleri kısıtlı olup eklem hareketleri sırasında çocuk ağrıdan şikayet edebilir. İleri olgularda bacak çapında incelme ve kısalık görülebilir.

Perthes hastalığında tanı nasıl koyulur?
Perthes hastalığında, tanı anamnez, fizik muayene ve radyografi ile koyulur. Perthes hastalığı tanısında olguların büyük kısmında MR veya tomografiye ihtiyaç duyulmaz. Buna karşın, MR tetkiki, hastalığın erken devrelerinde tanı koyulmasını sağlayabilmektedir. Radyolojik bulguların normal olması ve aksamanın 1 hafta – 10 günlük süre içinde geçmemesi durumunda MR tetkikine ihtiyaç duyulabilmektedir.

Erken yaşta teşhis Perthes hastalığı tedavisinde çok önemli!

Perthes hastalığının tedavisinde ne yapılır?
Perthes hastalığında femur başının beslenmesinin bozulmasıyla femur başı kemiğinin bir kısmı ya da tamamında nekroz dediğimiz kemik ölümü görülür. Vücut tarafından, bu nekrotik kemik absorbe edilerek (ortadan kaldırılarak), yeni kemik yapımı sağlanır. Bu yeniden yapım sürecinde kemik daha yumuşak ve güçsüz olduğu için atlama, zıplama ve düşme gibi travmalarda baş kemiğinde kırık ve çökmeler görülebilir. Yeniden yapılanırken femur başı aldığı basıya göre şekil alır. Bu nedenle tedavide femur başını asetabulum dediğimiz kalça eklemini yuva kısmının içinde tutulması amaçlanır. Bu şekilde küresel yapıda gelişimi hedeflenir.

Perthes hastalığının tedavisinde ana amaç eklem hareket açıklığının korunmasıdır ki baş küresel yapıda gelişebilsin. Özellikle ağrılı dönemlerde istirahat ve antiemflamatuvar ilaçlarla tedavi önerilir. Perthes hastalığının süreci 2 - 2.5 yıl kadar sürmektedir. Bu süreçte çocuğun aşırı sportif aktivitelerde bulunması, yüksekten atlaması ve temas sporuna katılımına mümkün oldukça engel olunmalıdır. Bununla beraber çocuğun günlük aktivitelerinde kısıtlanmaya gidilmez.

Femur başı topunu yuvada tutmak için bacaklar açık posizyonda alçı uygulaması, bir takım ortezler kullanılması ve cerrahi uygulamalar Çocuk Ortopedistleri tarafından kullanılan yöntemlerdir. Hastalığın seyrinin uzun olması (2 - 2.5 yıl) çocukların alçı veya ortez tedavisine uyumunu güçleştirmektedir. Bu nedenle bir çok ortopedist gerekli olgularda cerrahi tedaviye yönelirler. Cerrahide ana amaç, femur başının küresel yapıda gelişimini sağlamak için asetabulum yuvasının içinde yerleşmesini sağlamaktır.

Perthes hastalığının seyri nasıl olmaktadır? Sekel kalmakta mıdır?
Perthes hastalığında klinik seyir hastanın yaşı ve tutulumun miktarına bağlıdır. Genel kural olarak 6 yaş altında Perthes hastalığının seyri oldukça iyidir. 8 yaş üstü hastalarda ise hastalığın seyri daha ağır geçmektedir. Hastaların önemli bir kısmı sekelsiz iyileşirken az bir kısım hastada ise kısalık, aksama ve femur başında şekil bozukluğu görülür.

0 yorum

Kadınların dikkat etmeleri gerekiyor

Kadınların kafasını karıştıran konulardan biri de erkeklerden daha kolay kilo almalarıdır. Uzmanlar, bu durumun çeşitli nedenlerinin olduğunu belirtiyor.

Kadınların erkeklerden daha kolay kilo almasının dört temel nedeni var: Kadınlık hormonları, kas kitlesinin azlığı, egzersiz eksikliği ve beslenme bozukluklarının kadınlarda daha sık olması.

Dişilik hormonlarının varlığı da, yokluğu da, azlığı da, çokluğu da kiloyu etkiliyor. Özellikle menopoz dönemine yaklaşıldığında hormonların azalması kilo almayı kolaylaştırıyor. Menopoz ile birlikte östrojen yoksunluğuna bağlı kilo alma şekli kadınlarda yavaş yavaş kendini göstermeye başlıyor.

Kadınların yağlanma şekli erkeklerden farklı

Kadınların yağlanma şekli erkeklerden bir hayli farkı oluyor ve kadınların çoğu tıpkı bir küvetin dolması gibi aşağıdan yukarıya doğru yağlanıyor. Yağlar, önce baldırlarda, sonra kalça ve bel çevresinde toplanıyor. Eğer önlem alınmazsa bir süre sonra göğüste, kol altlarında ve ense civarında, gıdıkta da yağ birikmeye başlıyor.

Erkek tipi yağlanma, kadın tipi yağlanmadan biraz farklı. Erkekler daha çok belleri kalınlaşarak, göbek ve karın bölgelerine yağ biriktirerek şişmanlıyor. Bu tip yağlanma sağlık açısından çok daha tehlikeli. Şeker hastalığına, damar sertliğine, karaciğer yağlanmasına, hipertansiyona, gut hastalığına davetiye çıkarıyor. Erkek tipi yağlanma kadınlarda da görülebiliyor. Örneğin “polikistik over sendromu” denilen durumda erkeklik hormonu androjenin fazla salgılanması nedeniyle genç kızlıktan itibaren erkek tipi bir şişmanlama ile karşılaşılabiliyor. Son yıllarda alkol kullanımının kadınlar arasında da yaygınlaşması erkek tipi yağlanan, yani göbeklenen kadınların sayısını artırdı.

Son gelen kilolar ilk gidiyor

Aşağıdan yukarıya doğru yağlanan kadınlar kilo vermeleri halinde süreç tersine işlemeye başlıyor, önce vücudun üst tarafındaki yağlar eriyor. En son bacak ve baldırlardaki yağlara veda ediliyor. Bu durumu bazı beslenme uzmanları “ilk alınan yer, son gidecek yerdir” kuralı olarak tanımlıyor. Kısacası kadınlar hangi diyeti yaparlarsa yapsınlar, hangi egzersizi denerlerse denesinler vücutlarının üst tarafındaki yağlar erimedikçe kalça, baldır ve bacak bölgesindeki yağlar kaybolmuyor.

Kadınların şanssızlığı sadece hormonal etkilerle de sınırlı değil. Kadınlar doğuştan itibaren erkeklerden daha az kasa sahipler. Kas miktarı az olunca da alınan kalorilerin yakılması güçleşiyor. Çünkü metabolizma hızını belirleyen esas faktör kas kitlesi. Bu nedenle kilo kontrolünde başarılı olmak isteyen her kadının güçlü ve formda kaslara sahip olması, kas kitlesini artırması şart.

Kadınlar kas konusunda zayıflar

Ne var ki çoğu kadın ya hiç egzersiz yapmıyor ya da sadece yağ yakan aerobik egzersizlerle yetinip, kas yapan direnç egzersizlerini ihmal ediyor. Özellikle yanlış diyetler ile yağ yerine kas yakan kadınlar bir süre sonra tam birer “kas fakiri” haline geliyor, kas yağ oranlarını daha da bozuyorlar. Kadınların hem kas kazanmaları hem de egzersiz bakımından yaptıkları hataları yapmamaları gerekiyor.

Duygusal yeme ataklarının evde, komşu ziyaretlerinde ya da işyerlerinde atıştırma alışkanlıklarının kadınlar arasında daha yaygın olması da kadınları yağlandıran nedenlerden biri olarak gösteriliyor. Çoğu kadın yaşadığı stresleri yönetemediği, duygu ve düşüncelerini dışarıya yansıtamadığı dönemlerde çözümü yiyeceklerde özellikle şekerli, unlu, yağlı, tuzlu besinlerde arayabiliyor. Bu da önemli bir faktör.

Kısacası kilo alma bakımından kadınların dikkat etmeleri gereken pek çok sorun var. İşleri erkekler kadar kolay değil.

0 yorum

Mutlaka soğuk duş masajı yapın

Kadınların mor kabusu varislerden korunmak için evinizde ve günlük hayatınızda bazı basit ama etkili önlemler alabilirsiniz: Varisten korunmak istiyorsanız kabız olmayın! Bol lifli beslenin, düzenli egzersiz yapın. Balık, kiraz, böğürtlen ve zencefil sofranızın baş tacı olsun. Her gün bacakları 20 dakika yukarı kaldırarak dinlendirin, bacaklarınıza soğuk duş masajı yapın, banyodan sonra kremlerle nemlendirmeyi unutmayın!

Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Mehmet Ümit Ergenoğlu; hem estetik hem de sağlık açısından ciddi sorunlara neden olan varisten korunmak için 15 adımdan oluşan ev reçetesi yazdı:

• Varis; toplardamarların ileri derecede genişlemesiyle ciltte kötü görünüme neden olan ilerleyici, yaşamı olumsuz yönde etkileyen bir hastalıktır. Toplumda görülme oranı ülkeden ülkeye değişiklik gösterse de genel olarak yüzde 15 – 20 oranında gözlenmektedir. Basit olarak, toplumda her 5 - 6 kişiden birisinde hastalık gözlenmektedir.

• Toplumu bu denli etkileyen bu hastalığın oluşum nedenleri konusunda çeşitli nedenler öne sürülse de bunların içinde en kabul edileni kalıtımdır. Ebeveynlerinin birisinde veya ikisinde varis hastalığı bulunanlarda, hastalık daha yüksek oranda ve şiddetli şekilde gözlenmektedir.

• Olumsuz beslenme ve yaşam şartları da hastalığın gözlenmesi ve ilerlemesine katkıda bulunmaktadır. Ancak varis gelişmesini evimizde, yaşantımızda ve beslenme alışkanlıklarımızda yapacağımız değişikliklerle önleyebiliriz. Varise karşı alabileceğimiz basit ama etkili önlemleri şöyle sıralayabiliriz:

1- BOL BOL BALIK YİYİN: Balık, taze sebze ve meyve içeren gıdalar ile dengeli şekilde beslenilmelidir. Dengeli beslenme, günümüzde hemen her hastalığın önlenmesinde etkili bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. Taze lifli sebze ve meyvelerin tüketilmesi sayesinde daha az oranda kabız kalınmakta ve buna bağlı olarak toplardamarlar daha seyrek olarak deforme olmaktadır.
2- KİRAZ DAMARLARA İYİ GELİR: Kiraz, böğürtlen gibi meyveler bolca tüketilmelidir. Her iki meyve, sadece yakınmaların azalmasını sağlamakla kalmaz, hastalığın önlenmesi konusunda da etkilidir. İçerdikleri antioksidan maddeler sayesinde, toplardamar yapısal olarak oksidan maddelerin zararlı etkilerine karşı daha dirençli olmaktadır.
3- ZENCEFİLLE DOST OLUN: Ayrıca zencefil, soğan ve sarımsak tüketilmesi de varis tedavisinde faydalıdır.
4- KABIZLIKTAN KORUNUN: Ağırlıklı olarak lifli gıdaların tüketilmesi; bağırsakların temiz olması ve kabızlığın önlenmesi açısından etkilidir. Kabız kalınması durumunda, varis gelişimi toplardamarlara binen yük nedeniyle hızlanmaktadır.
5- ŞEKER VE TUZA DÜŞMAN OLUN: Şeker, dondurma, kızarmış gıdalar, cips, tütün, tuz ve alkolün aşırı tüketiminden uzak durulmalı. Bu tür lif içeriği düşük gıdaların aşırı olarak tüketilmesine bağlı olarak, kabızlığın gözlenme oranı daha yüksektir.
6- YÜRÜYÜN VE BİSİKLETE BİNİN: Günlük olarak egzersiz yapılmalı. Yürüme, yüzme ve bisiklete binme özellikle dolaşımın sağlıklı olması açısından faydalı egzersizlerdendir. Bu egzersizler, bacaklarda, baldır kas pompasının dinamik olarak çalışmasını sağlarlar.
7- SAKIN KİLO ALMAYIN: Yaşınıza ve boyunuza uygun vücut ağırlığına sahip olmaya özen gösterin. Obezite veya aşırı kilo alma durumlarında, bacaklarda toplardamar sistemine binen yük artar. Buna bağlı olarak, daha kolay bir şekilde varis gelişir.
8- DAR KEMER VE PANTOLON YASAK: Dar giysilerden uzak durun. Bu tür giysiler, sağlıklı dolaşıma engel olmaktadır. Özellikle, bel bölgesinde yaptığı bası nedeniyle dar kemer ve dar pantolon kullanımından özellikle sakınmakta fayda var.
Doç. Dr. Mehmet Ümit Ergenoğlu
9- BACAKLAR 20 DAKİKA DİNLENSİN: Günde en az bir defa, her iki bacağınızı kalp seviyenizin üzerine çıkarıp, 20 dakika süre ile ayaklarınızı dinlendiriniz. Bu sayede, yer çekimi nedeniyle bacak toplardamarlarında oluşan kan birikmesi engellenmiş olur.
10- BACAK BACAK ÜSTÜNE ATMAYIN: Uzun süre ayakta sabit olarak veya oturma pozisyonunda kalmayın. Bacak-bacak üstüne atma pozisyonundan uzak durun. Bacak toplardamarlarınıza yük bindireceğinden ağır eşya kaldırmayın. Tüm sayılan bu durumlarda, bacak baldır kas pompası yeterli olarak çalışmamaktadır.
11- MASA BAŞI MOLALARI VERİN: Eğer masa başı bir işiniz varsa, uzun süre oturmamaya ve belli aralıklarda ayağa kalkıp dolaşmaya özen gösterin. Benzer şekilde, çalışma pozisyonunda bacaklarınızı gerip – gevşeterek, baş parmaklarınızı oynatarak, sağlıklı olarak bacak dolaşımınıza katkıda bulunursunuz.
12- TV İZLERKEN BACAKLARI KALDIRIN: Televizyon seyrederken veya kitap okurken, bacaklarınızı yukarı kaldırın, dolaşıma katkıda bulunun.
13- VARİSLERİ KAŞIMAYIN: Genişlemiş varisli damarlarınızı kaşımayın. Unutmayın ki, incelmiş olan cilt nedeniyle enfeksiyon gelişme riski oldukça yüksektir. Özellikle uzun süredir varisi bulunan hastalarda dolaşıma yardımcı olmak kadar, cilt bakımına da önem vermek gerekir.
14- BACAKLARA SOĞUK DUŞ MASAJI: Aralıklı olarak bacaklarınıza soğuk duşla masaj yapın. Bu, sağlıklı dolaşım için etkili ve gereklidir. Genellikle varis gelişen toplardamarlar, yüzeyel damarlar olup, artmış ısı değişikliklerinden olumsuz olarak kolayca etkilenmektedir.
15- HER BANYO SONRASI NEMLENDİRİN: Her banyo sonrasında, bacaklarınıza yumuşatıcı krem sürerek, hem cildin beslenmesini sağlayın hem de sağlıklı dolaşımı masaj yolu ile sağlayın. İlerlemiş ve uzun süredir varisi mevcut olan hastalarda, bacaklarda toplardamara komşu cilt seviyesinde bir incelme ve buna bağlı olarak enfeksiyona yatkınlık mevcuttur.

0 yorum

Romantizm bebekliğe dayanıyor

Romantizmin bebekliğinize kadar dayandığını ve aslında annenizle kurduğunuz ilişkinin sağlıklı olup olmadığına göre tüm ilişkilerinize yön verdiğinizi biliyor muydunuz?

Yaşadığınız ilişkide karşınızdakine bağlı ya da bağımlı olmanızın temelinin, bebeklik döneminde annenizle olan ilişkinizden kaynaklandığına dikkat çeken Hisar Intercontinental Hospital Uzm. Psikoloğu Gülşah Yahşi; ‘İnsanlar birbirleriyle kurdukları bağlarla beslenir, gelişir ve olgunlaşırlar. Sevilmek ve sevebilmek insan hayatında vazgeçilemez bir ihtiyaçtır. Romantik ilişkilerde aşk, sevmek ve sevilmek en yoğun ve özgün biçimde yaşanır. Herkesin hikayesi başkadır ve özünde tüm aşk hikayeleri bir tamamlanma arzusuyla ilişkilidir.

Aşkta ruhlar birleşir ve çiftlerin arzu ettiği şey, geleceğe amaç ve anlamı birlikte katmaktır. Gelecek şekillenir ve anlamlandırılırken ruhsal dünyanın tüm zenginlikleri kullanılır. Bu, geçmişten getirilen arzular, yoksunluklar, hassasiyetler, korkular gibi pek çok duyguları da beraberinde getirir. Herkes bu duygulara sahiptir, herkesin yaraları vardır; çünkü örselenmemiş çocuk yoktur. Duygusal yaşamdaki kırılmalar, hassasiyetler, zaaflar bizi yaşamın ilk yıllarına kadar götürür. Ruhsal dünyanın temellerinin atıldığı çocukluk yılları romantik ilişkilerde kendi izlerini ortaya koyar. Romantik ilişkilerde yaşanan çatırdamaları anlamak ve çözmek için çocukluğun yetişkinlikteki izdüşümlerini yakalamak doğru olabilir.’ diye konuştu.

Herkes İçin İlk Aşk Annedir…
Anne ilk duygusal ilişkiye girilen kişidir. İlişki kurmak onunla öğrenilir ve anneyle olan ilişki tüm yaşam boyu izlerini gösterir. Romantik ilişkilerde de anneyle kurulan ilişkinin yansımaları yoğun ve çarpıcı şekilde görülür. Anneyle o ilk ve öznel ilişkinin başlangıcı, oral dönem olarak bilinen yaşamın ilk yılıdır. Bebek, ağız bölgesiyle ve meme yoluyla beslenme ihtiyacını karşılar. Kendisini annenin adeta devamı gibi hisseder ve anneden ayrı bir varlık olduğunu algılayamaz; ancak büyüdükçe anneden ayrı bir kendisi olduğunu anlar. Bu zamana kadar geçen süreçte anne bebeğine ruhsal zenginliğini sunar.

Bebeğe değerli, özel ve sevilmeye değer olduğunu hissettirir. Bu dönemde bebek ve anne çoğunlukla birlikte vakit geçiriyor olsalar bile, artık ufak ayrılıkları da yaşamaya başlarlar. Bebek ve annenin zaman zaman ayrı kalıp sonra tekrar bir araya gelmesiyle, bebek anneden ayrı kalabilmeyi ve bunu daha kolay tolere etmeyi deneyimlemiş olur. Anne kısa süreler için gittiğinde, bebek annenin onun hayatında olduğuna ve olmaya da devam edeceğine güven duymaya başlar. Bu ilk deneyimler bebeğin, çevresindeki her şey ile olan ilişkisini etkiler. Bu güvenle dünyayı keşif için heyecanlı olan bebek, arkasını döndüğünde annesinin gülen yüzünü görerek daha da coşkuyla dolar ve anneyle bağımlı bir ilişkiden bağlı bir ilişkiye doğru adım atmaya başlamış olur.

Sağlıklı Bir İlişki Sağlıklı Bir Aile İlişkisine Dayanır!
Oral dönemi sağlıklı geçiren bir kişi hem partnerini hem de kendisini sevilmeye değer bulur. Partnerinden ayrı kaldığında endişeye kapılıp “Ne yaparsam beni terk etmez? Ne yaparsam beni sever?” diye sormaz. Bu gibi sorularla boğuşan kişinin kendi sevilebilirliğine inancı zayıf demektir. Kendi sevilebilirliğine duyulan inancı zayıfsa, yetişkinlikte de eşe göre hareket etme ve ayrılık korkusuyla davranma, doğal sonuçlardan olabilir. Bu da kişiyi hem kendi hayatını hem de partnerinin hayatını kısıtlayan birtakım davranışlara sürükleyebilir ve mutsuzluk, beklenen sonuç olarak çiftin karşısına çıkabilir. Doğumdan itibaren yaşama bakıldığında her dönemin kendine özgü olduğu ve kişilikte ayrı etkiler oluşturduğu görülür. Tüm çocukluk öyküsü aslında bir “ben” yaratma öyküsüdür. Zaman içinde büyümekte-olgunlaşmakta olan bedene ve ruha kültürle, dinle, sosyal çevreyle, aileyle, sahip olunan ve olunmayan her şeyin etkisiyle yeni pencereler eklenir. Bu anlamda düşündüğümüzde, herkes biricik ve kendine özgüdür.

Bir ilişkide esneklik, hoşgörü, anlama hevesi, ilgi yoksa ilişki kaldıramayacağından fazlasını yüklenen bir tahta parçası gibi çatırdamaya başlar. Tahta katıdır, serttir, esneklikten yoksundur, kaldırabileceği yük bellidir. Tahtaya fazlasını yüklerseniz, onu taşıyamaz. Önce çatırdamaya başlar, sonra kırılır. İki ayrı parçaya ayrılır.
Aşkın bir tamamlanma-tamamlama arzusu olduğunu kabul edip, romantik ilişkilerdeki hikayelerin nasıl bir yolculukla yazıldığını anlamak, o hali kabullenmek ve sevmek işleri kolaylaştırabilir. İlişkilerdeki sürtüşmelerin, tartışmaların, çatışmaların altında yatan, geçmiş ile bağlantılı birçok neden olabilir. Çoğu zaman romantik ilişkilerdeki katı tutumlar çocukluk ihtiyaçlarından gelir. Önce kendimizi ve sonra partnerimizi keşfe karşı ne kadar ilgili ve esnek olursak ilişkinizde mutluluğunuz o kadar artar.

0 yorum

Bu Bahar Eşinizle Zayıflayın

Şişmanlık ne yazık ki bulaşıcı. Yapılan araştırmalar da aynı sonucu gösteriyor; aileden biri şişman ise diğer aile fertlerinin de şişman olma riski artıyor.

Diyetisyen &Yaşam Koçu Gizem Şeber'in verdiği bilgilere göre, virüslerle ve bakterilerle bulaşmıyor olsa da, sosyal olarak bulaşıcı bir durum obezite. Yapılan bir araştırmaya göre; aileleri veya arkadaşları şişman olanlar, şişmanlık üzerinde çok fazla objektif değerlendirmede bulunamıyorlar ve kilo almaya oldukça eğilimliler. Ve kişinin sosyal çevresinde fazla kilolu insanların sayısı arttıkça kişinin fazla kilolu olma riski de bir o kadar artıyor.

Eşler arasında da fazla kiloların bulaşıcı olması şaşırtıcı değil. Evlilik, düzenli bir hayatı da birlikte getirdiği için yeni evlenenlerin daha kolay kilo aldığını sizde sıkça görmüşsünüzdür. Evlilik vücut ağırlığının artmasına yol açan faktörlerden biri ve en az iki yıllık evli olanların vücut ağırlıkları ve kilolarının boylarına göre olan oranı birbirine çok benzer. Evlenen kişilerin kilo almaya eğilimli olmasının nedenleri arasında ilk sırayı beslenme düzeni alır.

Evlenen kişiler, yalnız yaşadıkları zaman dilimine veya öğrencilik hayatlarına nazaran daha düzenli beslenirler ve eşleri ile uzayan akşam yemeleri ve gece atıştırmaları kilo almalarına neden olur. Evlilik-fazla kilo ilişkisinde diğer önemli konu ise işin psikolojik boyutu. Uzmanlara göre, evlenen kişi zayıf kalma konusunu fiziksel görüntü açısından önemsemiyor. Evlenmeden önce karşı cinse çekici görünmeye çalışan eşler, evlendikten sonra bu durumu daha az önemsemeye başlıyor. Ve sonuçta beraberce kilo alıyorlar.

Fakat eşler gene de yalnız zayıflamaya çalışanlara göre daha şanslı. Yapılan araştırmalar, eşlerin zayıflama konusunda birlikte hareket ettiklerinde yalnız başına zayıflamaya çalışanlara göre çok daha fazla başarılı olduklarını göstermiştir. Bu yalnız başına zayıflanmaz anlamına gelmiyor fakat her konuda olduğu gibi zayıflama konusunda da birlikten kuvvet doğuyor.

Yapılan bir başka çalışmada, eşlerin fiziksel aktivite düzeyleri ile ilişkili. Bu çalışmada da, evli olanların düzenli fiziksel aktiviteye daha çok bağlı kaldıkları gösterilmiştir. Bunun nedeninin eşe karşı duyulan sorumluluktan kaynaklandığı söylenebilir.

Evlilerin Zayıflama Konusunda Şanslı Olma Nedenleri

• Diyet yapmak uzun sürdüğünde sıkıcı bir hal alabilir. Diyet motivasyonu eşle birlikte diyet yapıldığında yükselir.
• Evde sağlıklı beslenme kuralları geçerli olmaya başlar. Zamanla alışkanlık haline gelen bu kurallar, kilo korumada da başarılı olunmasını sağlar.
• Yapılan diyette yasaklar varsa mutlaka insana çekici gelir. Motivasyonun kırıldığı anlarda diyeti bozmak kolay bir hal alır. Eşlerin birbirine duyduğu sorumluluk bu durumun önüne geçer.
• Eşler, sosyal yaşamda bir arada olmayı severler. O nedenle beraber spor yapmaya gitmek, daha keyifli bir hal alır.
• Yan yana oldukları için sıkılmayan çiftler daha uzun süre egzersiz yaptıklarının farkına bile varmazlar.
• Misafirliklerde ve sosyal ortamlarda yapılan ikramlara iki kişi “hayır” demek daha kolaydır.

0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI