işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar
bebek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bebek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çalışan Anne Mutluluğu Hedeflemeli!

Son yıllarda iş hayatında daha sık yer alan kadınların yaşadığı rol çatışmaları da günlük hayatı biraz daha meşakkatli hale getiriyor. Eş, ev hanımı ve anne rollerini de iş hayatıyla birlikte sürdüren kadınlar hayatlarında zaman zaman aksaklıklar ve sorunlar yaşayabiliyorlar. 

Roller arasında sıkışıp kalan kadınlar, hangi role öncelik vereceği konusunda ise çoğu zaman bir karmaşa yaşıyor. Bu süreçte ise kadını duygusal anlamda en fazla annelik rolü yıpratıyor. Üsküdar Üniversitsi Etiler Polikliniği Uzman Psikoloğu Aynur Sayım, roller arasında çatışma yaşayan annelere önemli önerilerde bulundu.

Çalışan kadın rolünün yanında iyi bir de anne olabilme gayretinde olan kadınlar, çocuklarının yanında olamadıkları için çoğu zaman suçluluk duygusu yaşasa da sahip oldukları rollerin sorumluluklarını yerine getirebilmek adına yoğun çaba harcarlar. Bu tempo birçok kadının şikâyetçi olduğu durumdur aslında. Her biri pek çok rol arasında sıkışıp kalmaktan dert yakınır. Yoğun tempo arasında çocuklarını ihmal ettiklerini düşünen anneler çocuklarının her istediğini yaparken bazen de geri kalan tüm vakitlerini onlara ayırdıklarını görebiliriz. Hele eş sorunları ve annenin işiyle ilgili sorunları da var ise sorun daha da işin içinden çıkılmaz hale gelebiliyor.

Üsküdar Üniversitesi Etiler Polikliniği Uzman Psikoloğu Aynur Sayım, doğumun ardından izin süresi biten annenin bir takım kaygılar yaşadığını, bazı sorulara ise cevaplar aradığını vurguluyor. Sayım bu konuların başında ise "Çocuğumdan nasıl ayrılırım, o bensiz ne yapar, başkası ona benim gibi bakabilir mi, ben yanında olmayacağım için çocuğum çok etkilenir mi?" gibi endişeler geldiğini belirtiyor.

Kadının bu endişeyle işe başladığının altını çizen Sayım, asıl önemli olanın annenin olaylara yaklaşımı ve çocukla kurduğu ilişki şeklinde olduğunu kaydediyor. Sayım'a göre eğer anne çocuğuna karşı çok korumacı, kaygılı bir anne ise çocuk da bu kaygıyı alıyor. Eğer anne sakin kalabiliyor ve işe dönme sürelerini kademeli olarak artırabiliyorsa ideali bu oluyor.

Çocuğun ancak bu durumda kendini güvende hissedebileceğinin altını çizen Sayım, ayrılma kaygısı olan çocuklarda anneden ayrılamama, anne giderken ağlama, sonrasında agresivite, uyum güçlükleri gibi birtakım sorunların görülebileceğini ifade ediyor. Sayım bu sorunların tamamen anne-çocuk ilişkisinden kaynaklandığını da söylüyor.

Çocuğun anneye güvenli bağlanmasının önemine dikkat çeken Uzm. Psk. Aynur Sayım ilk 3 yaşın önemini vurguluyor.

Birliktelikte nicelik değil nitelik önemli
"İlk 3 yaş anneye güvenli bağlanma açısından kritik dönemdir. Sağlıklı anne-çocuk ilişkisi sürekli birlikte olmak demek değil, birlikte oldukları zaman dilimlerindeki sağlıklı ilişki demektir. Ve çocuğu değişimlere yavaş yavaş adapte etmektir. Yani anne, çocuğu 6 aylıkken işe dönecekse bakım verecek kişiye bir bağlanma oluşması için daha erken dönemde aynı ortamda bulunmalıdır. Ve kendi stres yönetimini başarabiliyor olması gereklidir. Bu dönemde annede depresyon gelişebilmektedir. Bu konuda bir uzman yardımı almak anneyi rahatlatacaktır."

Çalışma zamanı gelmeden annenin çocuğundan kısa sürelerde ayrılmalarda bulunması gerektiğinin altını çizen Sayım, bu ayrılmaların anneanne, babaanneye bırakmalar şeklinde olabileceğini kaydediyor.

Çocuk çok küçükse bu şekilde alıştırılmanın doğru olacağını vurgulayan Sayım, büyük çocuklarda ise sözlü sözlerle durumu anlatmanın yeterli olacağını belirtiyor. Bu noktaya kadar sürecin sağlıklı işlemesiyle sorunların yaşanmayacağını ifade eden Sayım, eğer sorun çıkıyorsa bunun nedeninin hatalı tutumlar olduğunu dile getiriyor.

Anne kadar babanın da bu süreçte önemli olduğunu belirten Sayım;
"Olumlu ve gerçekçi düşünerek 'Önemli olan benim çocuğuma doğru davranmam. İyi bir anne olmam hep çocuğumun yanında olmam değil, ona karşı davranışlarıma bağlı' düşüncesini benimseyerek, anne bu süreci yönetebilir. Anne bu konuda zorlanıyorsa yardım istemeli ve yardım almalıdır."

Bu süreçte anne kaygılı mı ya da anne her şeye yetişme çabasının içinde gerçekten çocuğu duygusal olarak ihmal ediyor mu? Bunların araştırıp çözümlenmesi gerektiğini kaydeden Sayım çocuklarla kurulacak en iyi iletişim dilinin ise onlarla geçirilen süre ve bu sürede birlikte yapılan aktiviteler olduğunu hatırlatıyor.

Sayım, çocuk sahibi olmadan önce eşlerin kurdukları aile içindeki rolleri, birbirleriyle olan ilişkilerini gözden geçirmeleri ve şu soruları kendilerine sormaları gerektiğini vurguluyor.

 Aile bireyleri özgüven ve bağımsızlık duygusu olan kişiler mi?
 Kendi aralarında yaşanan problemleri çözme becerisini oluşturabildiler mi?
 Dışarıdan gelen olumsuz etkilerden sıyrılıp aile bütünlüklerini koruyabiliyorlar mı?
 Eşler arasında birbirlerinin gelişmesini destekleyen sevgi dolu bir ilişki var mı?
 Sorumluluk alma duygusuna sahipler mi?
 Doğru iletişim dilini kullanıyorlar mı?
 Birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlar mı?
 Aileye yeni katılacak çocuğun tüm ihtiyaçlarını karşılamaya hazırlar mı?
 Eşler birbirlerine değer veriyorlar mı?
 Ebeveynlik becerilerine sahipler mi?

0 yorum

Çocuğun ilk diş muayenesini oyuna çevirin

Çocukların kalıcı dişlerinin sağlıklı olabilmesi “geçici diş” diye önemsenmeyen süt dişlerinin doğru kontrolünden geçiyor. 

Ağız ve diş sağlığı için çocukların 6 aylıkken diş hekimi ile tanıştırılması gerektiğini söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk Diş Hekimi Uzman Dr. Pınar Tunçbilek, ilk diş kontrolünde çocuğun korkutulmamasının “diş hekimi korkusu” açısından çok önemli olduğunu söyleyerek , “Çocuğu ‘korkma hiç acımayacak’ diye kandırmaya çalışmak doğru bir yöntem değil” dedi.

İlk diş muayenesi hem çocuğun ağız ve diş sağlığı açısından büyük önem taşıyor hem de ebeveyinlerin çocuklarının ağız bakımını nasıl yapacaklarını öğrenmelerini sağlıyor.İlk diş muayenesinin hekim tarafından doğru yönetilmesi çocuğun “diş hekimi korkusu”na kapılmamasını da sağlıyor.

Ağız ve diş sağlığına özen göstermeye erken yaşlarda başlanmasını tavsiye eden Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk Diş Hekimi Uzman Dr. Pınar Tunçbilek, “Geçiçi oldukları için süt dişleri ebeveynler tarafından yeterince önemsenmiyor. Ancak bu ihmal ileride daimi dişlerde de sorunlara neden olabiliyor” dedi. Hayat boyu sürecek ağız ve diş bakımının altı ay ile bir yaş arasında başlaması gerektiğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk Diş Hekimi Uzman Dr. Pınar Tunçbilek, bebeklik döneminde dişlerin nasıl temizlenmesi gerektiğini ebeveynlere göstermenin çocuğun diş sağlığı için gerekli olduğunu ifade etti. Dr. Tunçbilek, halk arasında biberon çürüğü olarak da adlandırılan ve yanlış beslenme alışkanlıklarına bağlı gelişen çocukluk çağı çürüklerinden korunabilmek için de küçük yaşta yapılan muayenenin önemli olduğunu söyledi.

İlk muayeneyi oyuna çevirin

İlk yaş muayenesinde amacın beslenme konusunda ailelere yol göstermek ve koruyucu uygulamalar hakkında bilgi vererek bebeğin diş sağlığını korumak olduğunu belirten Dr. Tunçbilek, bu muayene bebek, ebeveynin yanındayken gerçekleştirilir ve her türlü ani hareketten kaçınılır dedi.

Bebekte korku oluşmaması için ilk muayenede ebeyenlere ve diş hekimlerine büyük iş düştüğünü söyleyen Dr. Tunçbilek, “İşlemler yapılırken kullanılan tüm aletler çocuğa tanıtılıyor ve bazı aletleri onların denemesine izin veriliyor. İlk muayenede canı yanmayan, hatta oynanan oyunlar sayesinde odadan mutlu ayrılan çocuk bir sonraki randevuya çok daha rahat geliyor” dedi.

Diş Hekimi ziyareti öncesi uyarılarda bulunan Dr. Tunçbilek, yapılması ve yapılmaması gerekenler konusunda aileler için şu önerileri sıraladı:

• Tedavi öncesinde “korkma, hiç acımayacak” gibi cümleler kurmayın. Bu tür ifadeler içindeki korkuyu tetikleyici etki yapar.
• Bunun sağlık için gerekli olduğunu anlaması için hediye yöntemi ile ödüllendirmeyi denemeyin.
• Korku dolu hikayeler kullanarak çocuğu diş hekimine götürmeye çalışmayın.

Hangisi doğru hangisi yanlış ?

• Çocuklarda ağız bakımı doğumdan itibaren başlar. İlk dişler genelde bebek 6 aylık civarındayken çıkar. İlk dişlerin bakımı karbonatlı su ve gazlı bezle yapılır. DOĞRU

• Eğer çocuğun dişlerinde o zamana kadar herhangi bir belirgin sorun olmamışsa, ilk rutin diş kontrolünün 2 yaşında yapılması uygundur. YANLIŞ

• 6 ay – 1 yaş arasında bebeklerin dişleri çıkarken, dişler çocuk doktoru tarafından takip edilmelidir. YANLIŞ

• Bebeğin ağzında 20 diş olduğunda, arkada yer alan sut azılarının kalıcı olduğu akılda tutularak özel bakım yapılmalı, bu dişler çıktığında, çürümeyi önlemek için özel kaplama yapılmalıdır. YANLIŞ

0 yorum

Bebeğinizi kucağınıza aldığınızda

Hamileliğin ardından, bebeğinizi kucağınıza aldığınız an, hayatınızın en mutlu anlarından bir tanesidir. Kendi canınızdan bir parçanın sağlıklı doğması, ailenize katılması, hayatınızda yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bu yeni başlangıç bazen yeni doğum yapan kadınlarda strese, psikolojik olarak değişikliğe yol açabilir. Bu stres normaldir ancak uzun sürerse doğum sonrası depresyonu yaşıyor olabilirsiniz…

Terapi İstanbul’dan Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer doğum sonrası depresyonu şu şekilde değerlendirdi;
Kadınlar, bir şekilde, doğumun otomatik olarak keyif ve neşe oluşturduğunu öğrenmişlerdir. Çocuk doğurmayı takip eden dönemin hayatlarının en mutlu zamanı olması gerektiğine inanmaya yönlendirilmişlerdir. Gerçekte ise, ailenin yaşam döngüsündeki en stresli ve endişe üreten dönemlerden birisidir. Bu dönemde kadının eşinin, ailesinin ve yakınlarının annelik rolüne uyum sağlamaya çalışan anneye psikolojik destek vermesi gereklidir.

Her sene, doğum yapan kadınların yarısından fazlasında ruhsal sorunlar görülmektedir. Bu kadınlardan yüzde 10 ile 15'i çocuk doğurmayı takip eden dönemde, uykusuzluk, kafa karışıklığı, annelik durumuna alışma endişesi gibi problemler yaşamaktadır.

Doğan çocuğun attığı ilk çığlıktan sonra, sorulan ilk soru, ‘‘Kız mı oğlan mı’, ikincisi de ‘‘Annenin sağlığı nasıl?’’dır. Bu soruyla merak edilen annenin fiziksel sağlığıdır. Ve ‘‘İyi’’ cevabı alındıktan sonra ‘‘doğum olayı’’ başkaları için bitmiştir. Oysa anne için doğumun sadece fiziksel aşaması sona ermiş ve annelik rolüne uyum sağlamasını gerektiren, ruhsal problemlerin yaşanabileceği bir dönem başlamıştır. Bu dönem gündelik sorunların yaşanıp profesyonel yardım olmadan aşılabileceği gibi yardım gerektirecek kadar ciddi problemler de görülebilir.

Yeni anneler, doğumdan sonraki ilk sene içinde her an depresyona yatkındırlar. Bir çocuğun bakımını üstlenmekle birlikte insanın eşiyle geçirdiği zamanın kaybı, yetişkin arkadaşlıklarının kaybı, özgürlüğün ve alışılmış gündelik hayatın kaybı da yanında gelmektedir. Yaşamlarının bir daha asla eskisi gibi olmayacağının bilinciyle, yeni yaşam tarzına uyum sağlamaya çalışırken bu bütün aile için de bir uyum zamanıdır.

Gözardı Edilen Ruhsal Sıkıntılar
Doğum sonrasında annelere tıbbi bakım eksiksiz verilirken, ruhsal sorunlar göz ardı edilebilir. Doğum yapan kadınlarda annelik hüznü %50-70, doğum sonrası depresyon %10-15 oranında görülebilir. Doğum sonrası dönemdeki ruhsal sorunlar için risk faktörleri şunlardır: Evlilikle ilgili sorunlar, geçmişteki ruhsal sıkıntılar (depresyon, bunaltı, kaygılar), ailede ruhsal hastalık, evli olmama, istenmeyen gebelik, annelik rolü için hazırlıksız olma, ilk gebelik, doğum korkuları, sosyal desteğin olmayışı sayılabilir. Doğumla birlikte değişen rol tanımları (çift olmaktan anne baba olmaya geçiş) ve bebek bakımının getirdiği psikososyal stresler ruhsal sorunların ortaya çıkmasını tetikleyebilir.

Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer; “Doğum sonrası depresyon genellikle birkaç ay içinde düzelir”
Doğum sonrası depresyon, doğumdan sonraki ilk 6 hafta içinde sinsice başlar, bir hatta iki yıl sürebilir. Klinik tablo hafif depresif duygu durumdan melankoliye kadar değişebilir. Doğum sonrası depresyon genellikle birkaç ay içinde düzelir. Orta ve ağır şiddette ise mutlaka bir uzman tarafından tedavi edilmelidir. Tekrarlama riski hem sonraki doğumlarda hem de hamilelik dışı dönemlerde yüksektir. Eğer geçmişte depresyon öyküsü yoksa doğum sonrası depresyon riski %10-15, depresyon öyküsü varsa %25’tir.
Doğum sonrası depresyon tedavi edilmezse uzun sürer ve anneye verdiği duygusal zararın yanı sıra çocuğun gelişimini de olumsuz yönde etkiler.

Doğum sonrası depresyon belirtileri nelerdir?

• Normalden daha fazla ağlama
• Çoğunlukla üzgün hissetme
• Konsantre olamama ve sıkıntı içinde hissetme
• Eşyaları nereye koyduğunuzu hatırlamakta zorluk çekme
• Eskiden keyif aldığınız şeylerden keyif alamama
• Çok yorgun olduğunuz halde bebeğiniz uyuduktan sonra bile hala uyuyamama
• Günün çoğunda yorgun olma
• Hep böyle hissedecekmiş gibi hissetme
• Yalnız kalmaktan korkma
• Böyle hissetmeye daha fazla devam etmek durumunda olmaktansa ölmüş olmayı isteme

Tedavi Yöntemleri;
* Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer
Genellikle, belirtiler fark edilmeden geçer çünkü bunlar yeni bir bebeğin bakımının getirdiği stresin birer parçası sanılabilir.

Bir bebeği göğüsten emzirmek ve adetlerin geri dönmesi, vücudun biyokimyasını değiştirebilecek ve bir depresyonun zamanlamasını etkileyebilecek önemli hormonal olaylardır.

Hamilelik, doğum ve doğum sonrası döneme ilişkin verilen eğitim ve gevşeme teknikleri anneyi pasif konumdan çıkararak korkusunu kontrol altına almasına yardımcı olmaktadır. Psikiyatrik ilaçların bebek üzerindeki etkileri konusunda bilinenler azdır. Zorunlu olmadıkça, özellikle ilk üç ayda ilaç kullanımından kaçınılmalıdır.

Ruhsal duruma bağlı olarak annenin beslenmesi ve bakımı önemli ölçüde bozuluyorsa ya da kendisi, bebeği ve çevresi için risk oluşturuyorsa en düşük risk grubundan ilaçlar, etkili en düşük dozda kullanılabilir.

0 yorum

Anne Sütü Nasıl Arttırılır

Bebeklerin sağlıklı gelişimleri için özellikle de ilk 6 ay boyunca anne sütü ile beslenmeleri çok büyük bir önem taşımaktadır. Anne sütü içerisinde barındırdığı önemli enzimler ve etken maddeler sayesinde bebeğinizin daha sağlıklı beslenmesini sağlarken aynı zamanda onu gelecek yaşamında hastalıklardan da koruyacak sihirli bir formül olarak görülmektedir. Anne sütünün faydaları çok fazla olduğu için doktorunuz aksini söylemedikçe kesinlikle ek gıdaya geçiş için acele edilmemelidir.

Günümüzde pek çok anne sütü yeterli olduğu halde bebeklerinin doymadığını düşünerek ek gıdalara çok erken dönemlerde geçiş yapmaya başlamaktadır. Oysa ki size sütünüzün yetmediğini söyleyebilecek tek kişi doktorunuzdur. Bu nedenle kayınvalideniz, anneniz, komşunuz ya da bir arkadaşısınız çocuğunuz çok zayıf olduğunu, doymadığı için ağladığını söylerse yapmanız gereken tek şey buna kulaklarınızı tıkamanızdır. Yapılan tüm bilimsel çalışmalar sanılanın aksine şişman bebeğin sağlıklı bebek olmadığını ortaya koymaktadır. Sütün gerçekten az olduğu anneler ise anne sütünü arttıran besinler ve içeceklerden daha fazla tüketmektir.

Anne sütü nasıl arttırılır sorusunun ilk ve tartışmasız yanıtı kesinlikle annenin stresten uzaklaşması, bebeğini severek ve isteyerek emzirmesi ve asla sütüm yetmeyecek endişesi yaşamamalarıdır. Sütüm yetmiyor endişesi yaşayan ya da sütün yetmiyor diye eleştirilen annelerin sütleri ne zayık ki gerçekten azalmaktadır. Üzüntü, sıkıntı ve stres anne sütünü azaltan en önemli faktörlerdir. Daha mutlu olan anneler bebeklerini daha sağlıklı şekilde besleyebilecektir. Anne sütünü arttıran gıdalar arasında ilk sırayı marul almaktadır. Ayrıca rezene ve ısırgan otu kullanılarak yapılan bitkisel çaylarda anne sütünü arttırmakta etkilidir. Bunlara ek olarak annelerin bol bol sıvı tüketmeleri de anne sütü için önemlidir. Ayrıca kırmızı mercimek çorbasının içine mısır unu, kimyon ve yulaf unu katılması anne sütünü arttırmaktadır. Anne sütünü arttıran sebzeler arasında ise en çok bilineni maruldur. Ayrıca şalgam ve turp da anne sütünü arttırmaktadır. Ancak turp aynı zamanda gaz oluşmasına neden olduğu ve anne sütünden bebeğe de taşındığı için aşırı derecede tüketilmesi önerilmemektedir. Anne sütünü arttırmak için dikkat edilmesi gereken en önemli nokta günde en az 3 litre sıvı tüketilmesi ve bunun en az 10 bardağının saf sudan oluşmasıdır.  
0 yorum

Bebeklerde İnek Sütüne Dikkat

Uzman Diyetisyen İpek Ağaca, inek sütünün bebeklerde en önemli ve yaygın alerjik besin türü olduğunu ve dikkat edilmesi gerektiğini söyledi. Ağaca yaptığı açıklamada, inek sütü proteinlerinin deride, sindirim ve solunum sisteminde immün kaynaklı hassasiyet reaksiyonlarına neden olabildiğini vurgulayarak, "Bu durum; inek sütü intoleransı (duyarlılık) veya aşırı duyarlılık olarak da isimlendirilmektedir. İnek sütü özellikle çocuklarda en önemli ve en yaygın alerjik besin türüdür, çünkü çocuklarda diyette birincil besindir" dedi. İnek sütü Proteini alerjisinin çoğunlukla bebeklerde ve çocuklarda görüldüğüne dikkat çeken Ağaca, şunları kaydetti: "İnek sütü proteinlerine bağlı alerjik reaksiyonlar yaşamın ilk haftalarında, ortalama 3. ayda başlamakta ve bağırsağın fonksiyonel ve morfolojik yapısının gelişmesi sonucu 2-3 yaşlarında ortadan kalkmakta ve şikayetler gitgide azalmaktadır.

Yeni doğan bebeklerde sıklıkla görülmesine karşın, son dönemlerde yapılan çalışmalar süte karşı duyarlılığın yetişkinlerde de yaygın olduğunu göstermektedir." Ağaca, süt alerjisinin laktoz intoleransı ile karıştırılmaması gerektiğini ifade ederek, "Süte karşı reaksiyon iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Birincisi laktoz intoleransı yani laktaz enziminin eksikliğinden (veya yokluğunda) ileri gelen duyarlılık, ikincisi ise süt proteini intoleransı gibi immünolojik mekanizma tarafından oluşturulan süt duyarlılığıdır.

 Laktoz intoleransı kısaca laktoz intoleransı; laktaz enzimi yetersizliği veya yokluğu nedeniyle laktozun sindirilememesi sonucu karın bölgesinde ağrı, şişkinlik, bulantı ve ishal gibi gastrointestinal semptomların görülmesidir" diye konuştu. Ağaca, çocuğun inek sütüne alerjisi olduğunun ise şöyle anlaşılacağın söyledi: "Sağlıklı olan bir bebekte inek sütü verilmeye başlandıktan sonra ishal ve kusma gözlenirse, bazen dışkısında kan varsa ve çocukta huzursuzluk ve ağlama varsa inek sütü alerjisi akla gelmelidir.


İnek sütü alerjisinde ailesel geçmişin önemli rolü vardır. Çocuğun inek sütüne alerjisi varsa, süt az yağlı, yarım yağlı, süt tozu, süt proteinleri, diğer hayvan sütleri, inek sütüne alerjisi olan bir çocuk çapraz duyarlılık söz konusu olduğu için koyun ve keçi sütlerine de duyarlılığı olabilir. Bu yüzden bu sütleri de tüketmemelidir. Tereyağı, tereyağı aromalı diğer yağlar, margarin peynir çeşitleri, yoğurt, krema, muhallebi, laktalbumin, laktoglobulin, laktoz, laktuloz içeren ürünler, aroma katıcı Maddeler ve süt bazlı mamalardan uzak durulmalı. Çocukta büyüme ve gelişmeyi engellemeden tanının konması çok önemlidir. Çocuğun beslenme programında süt ve süt ürünlerine yer verilmez. Temel besin, Anne Sütü olmalıdır.

Çocuğa soya bazlı mamalar, sebze çorbaları, meyve suları, yumurta ve et verilerek klinik tablonun düzeltilmesi sağlanmalıdır." Ağaca, yapılan birçok çalışmada inek sütü proteinine intolerans gösteren birçok bebekte soyaya, Buğdaya ve yumurta proteinlerine de duyarlılık gelişebildiğini, bu noktaya dikkat edilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.(İHA)
0 yorum

Hamileliği fark etmemek mümkün mü?

Çok az da olsa, doğum yapana kadar bunu faketmeyen, karın ağrılarıyla gittiği hastanede hamile olduğunu öğrenen kadınlar var. Peki hamileliği fark etmemek mümkün mü?

İngiltere ve İrlanda’da 600 doğumdan biri, anne hamileliğini çok geç fark ettiği gerçekleşiyor. İngiltere eski başbakanı Tony Blair’in eşi Cherie Blair de dördüncü çocuğuna gebe kaldığını geç anladığını anlatmıştı. Ender de olsa, doğum yapana kadar dahi bunu faketmeyen, karın ağrılarıyla gittiği hastanede hamile olduğunu öğrenen kadınlar var. Peki ne oluyor da kadınlar hamileliklerini atlıyor ya da iş işten geçince anlıyor?

Medical Park Göztepe Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Gökmen İyigün’ün verdiği bilgiye göre, bazı kadınlar, hamileliğin erken bulguların olan bulantı, kusma, baş dönmesi, bitkinlik belirtilerini neredeyse hiç yaşamıyor. İlk üç ayı rahat atlatıyor, dördüncü aya gelince bebeğin hareketlerini hissetmesiyle hamileliğin farkına varıyor. Bazıları ise zaten düzensiz adet görüyor, bu sırada hamile kalıyor. Bir başka grup kadın da hamile olduğu halde adet görüyor. Zaten düzensiz adet gören kadın hamileyken, “üzerine görme” denilen ve aslında normal adetten zaman, miktar ve süre olarak farklı lekelenmeleri adet görme olarak niteleyip zaman kaybediyor.

Op. Dr. İyigün, “Çok genç yaşta cinsel ilişkisi bulunan ancak adet düzeni, korunma ve hamilelik konusunda bilgisi az genç kızlar da geç farkedebiliyor. Partneriyle zaten düzensiz, az ilişkiye girdikleri ve bu yaşlarda adet düzensizlikleri sık görüldüğünden hamileliklerinin farkına varamıyorlar. Bulantı ve kusmaları nedeniyle dahiliye kliniklerinde uzun zaman takip edilen genç kızlar hatırlıyorum” diyor.

Gebelik üzerine görülen adet nasıl oluyor da aylık olağan kanamayla karıştırılıyor? Aslında bu aylık kanamalardan farklı. Gün, miktar ve kıvamı aynı değil. Op. Dr. İyigün, “Düzenli adet gören kadın, kanın miktarını, ortalama kaç ped kullandığını bilir. Hamile olup da üzerine adet gören kadınların kanaması lekelenme tarzında olur. Ya da düşük tehditlerinde olduğu gibi çok şiddetlidir. Adet fizyolojisi hakkında bilgisi az olanlar, hele bir de sosyal ya da duygusal zorluklar yaşıyorsa bu kanamaları normal sanıp, hamileliklerini atlıyor” diyor.

MENOPOZ KAZALARI DA AZ DEĞİLKadınların sürpriz hamilelikler yaşayabildiği bir dönem de menapoza geçiş dönemi. Adet kanamalarının düzensiz olmaya başladığı bu dönemde, “artık yumurtlamıyorum” diye düşünen kadın rehavet yaşıyor. Korunmada disiplini de bir tarafa bırakıyor. Ama az sayıda kalan yumurtanın spermle karşılaşması halinde hamile kalabiliyor. Yine bu dönemde adet düzensiz olduğu için aradaki kanamasız dönemden kuşkulanmıyor. Ta ki, karınlarında hareketlilik hissedene kadar!

SÜTÜN KORUMASINA GÜVENENLERAmerikan Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Doç. Dr. Kayhan Yakın, doğum sonrası emzirme sırasında hamileliğin de sık rastlanan sürprizlerden olduğunu söylüyor: “Normalde emzirme süresince süt hormonunun etkisiyle yumurtalıklar baskılanır ve adet görülmez. Ancak doğumdan 1.5 ay sonrasından itibaren yumurtalıklar bu baskıdan kurtularak yumurta üretmeye başlayabilir. Bu nedenle doğumdan 1.5 ay sonra korunmaya başlamak gerekir. Bu dönemde oluşacak sürpriz hamilelikler çoğu zaman oldukça geç fark ediliyor. Emzirdiği için adet görmediğini zanneden anne, memelerindeki şişkinliği ve hassasiyeti, mide şikayetleri, karında şişliği, baş dönmesi ve yorgunluk gibi işaretleri lohusalığa yoracağından gebeliğin anlaşılması gecikebiliyor” diyor.

GEÇ FARK ETMENİN RİSKLERİHamileliğin geç fark edilmesinin yarattığı başka bazı riskler de var. Bebeğe zarar verebilecek ilaç kullanımı, dış gebeliğin geç fark edilmesi veya gebeliğin sağlığı için alınması gereken bazı önlemlerin geç alınması gibi. Bir diğer problemse istenmeyen gebeliğin, istem üzerine sonlandırılabileceği yasal sürenin aşılması olasılığı. Kanunlara göre gebeliğin 10’uncu haftasından sonra anomali varlığı haricinde çiftin kendi istemi gebeliği sonlandırmasına imkan tanımıyor.

Aslında bir kez gebelik yaşamış kadın, sadece adet gecikmesinden değil memelerindeki hassasiyet, bulantı hissi, yorgunluk ve uykuya meyil gibi değişikliklerden de şüphelenebilir. Ancak bu belirtiler oldukça sübjektif. Ayrıca bazı gebeliklerde çok hafif seyredebildiğinden her zaman uyarıcı olamayabilir. Yine de her ay düzenli adet gören bir kadının hamile olduğunu fark etmemesi pek mümkün değil. Adet gecikmesi yaşayan her kadın, gebe olup olmadığını sorgulamalı. Düzensiz kanamalar mutlaka dikkate alınmalı. En sık ve kolay uygulanabilen idrar testi her zaman güvenli ve yeterli duyarlılıkta olmayabilir. Şüpheli ilişki sonrası hemen yapılan idrar ve kan testleri olası gebeliği bu kadar erkenden gösteremez. Olası adet süresi geçmeden gebelik testleri yapılmamalı.
0 yorum

35 yaş üzeri her 3 kadından biri kısır

İyi bir okul, iyi bir iş, her birimiz için iyi bir gelecek anlamına geliyor. İyi bir geleceği garanti etmeden ne evlilik ne de çocuk düşünülüyor. Özellikle büyük şehirlerde yaşayan kadınlar, belli bir birikime ulaşmadan çocuk hayali bile kurmuyor. Ancak unutulan bir şey var; kadının biyolojik saati.

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Hakan Özörnek, kadınlarda yaş ilerledikçe gebelik şansının azaldığını belirtti.

Üniversite, yüksek lisans, iyi bir iş, iyi bir kariyer derken kriterlerin ardı arkası kesilmiyor. Kiradan kurtulalım, araba alalım, kenara biraz para koyalım ki çocuğumuzu rahat büyütelim hedeflerinin peşinde koşarken kadınların yaşı geçiyor… Son yapılan araştırmalar da Türkiye’de evlilik ve çocuk doğurma yaşının 27’ye yükseldiğini gösteriyor.

Eurofertil Tüp Bebek Merkezi Medikal Direktörü ve Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Hakan Özörnek, kadının 30 yaşından sonra doğurganlığının azaldığını vurgulayarak şu uyarılarda bulundu:

“Kadınların doğurganlık bakımından en verimli oldukları dönem 20 ila 30 yaşları arası. Ancak bize başvuran pek çok hastamızın bu yaşları aştığını gözlemliyoruz. Tabi ki herkesin kendine göre bir hayat planı, hedefi, hayali var ancak unutmamak gerekiyor ki, kadınların biyolojik yapısı gereği yaş ilerledikçe yumurta rezervi ve yumurta kalitesi azalıyor. Çünkü, kadınlar belli bir yumurta rezerviyle doğar ve menopoza kadar sahip oldukları yumurta rezervini harcarlar. Ergenlik döneminden itibaren ayda bir kez yumurtlayan kadın, menopoza kadar ayda ortalama 350 ila 400 yumurta harcar. İlk harcanan yumurtalar da en kaliteli olan yumurtalardır. Bu nedenle, 20’li yaşların sonuna doğru yumurta kalitesi ve sayısı düşmeye başlar. Bu düşüş 35 yaşından sonra daha da hızlanır.”


Dr. Hakan Özörnek, 35 yaş üstü kadınların 3’te birinde, 40 yaş üstü kadınların ise 3'te ikisinde kısırlık görüldüğünü vurgulayarak “30 yaşına kadar yüzde 60’lara dayanan doğurganlık oranı, 35 yaşından sonra yüzde 35’e, 40 yaşından sonra ise yüzde 15’e düşüyor. Bu nedenle, 35 yaş üzeri kadınların 3’te birinde, 40 yaş üstü kadınların ise 3'te ikisinde kısırlık görülüyor.” dedi.

YAŞLA BİRLİKTE DÜŞÜK VE SEZERYAN RİSKİ DE ARTIYORUzm. Dr. Hakan Özörnek, yaşla birlikte düşük ihtimalinin de arttığının altını çizdi. Dr. Özörnek; “Düşük ihtimali, 20’li yaşlarda yüzde 10 civarındayken 35 yaşından sonra iki katına çıkarak yüzde 20’e ulaşır. Aynı ihtimal, 40’lı yaşların başında yüzde 35’e, 45 yaşının üzerinde ise yüzde 50’ye çıkar. Ayrıca, sezaryen oranının da yaşla birlikte arttığı unutulmamalı. 40 yaş civarı kadınlar, 20’li yaşlarındaki kadınlara oranla iki kat fazla sezaryene ihtiyaç duyar.” dedi.
0 yorum

Bebeğiniz Zamanında Ama Küçük Dünyaya Geldiyse

Haftalarca doğumunu beklediğiniz bebeğiniz tam zamanında doğmasına rağmen beklenenden çok daha düşük kiloda dünyaya gelebilir. Annenin yanlış beslenmesi ya da çoğul gebelik gibi nedenlerle ortaya çıkabilen bu durum sonucunda bebek doğru bir bakımla kısa sürede sağlığına kavuşup yaşıtlarını yakalayabilir.



Memorial Şişli Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Sorumlusu Uz. Dr. Ercan Tutak, SGA (small for gestational age)olarak adlandırılan annenin gebelik zamanına göre küçük doğan bebeklerin bakımı hakkında bilgi verdi.

Annenin sağlığı bebeğin kilosunu belirlerBebekler normal şartlar altında 38-42. doğum haftaları arasında dünyaya gelir. 37. haftadan önce doğan bebeklere ise "prematüre bebek" adı verilir. Tam zamanında doğmasına rağmen 2 bin 500 gramın altında olan bebeklere ise "düşük doğum ağırlıklı bebek" denilmektedir. Doğum haftasını tamamlamasına rağmen bebeğin anne karnında gelişimini gerileten çeşitli nedenler vardır. Bu nedenlerin başında anne adayının hamilelik sürecinde ciddi sağlık problemleri yaşaması ve iyi beslenememesi yatmaktadır. Çünkü beslenme ve anneye ait her türlü ciddi sağlık problemi karnındaki bebeğin de beslenmesinin bozulmasına neden olur. Anne karnında iyi beslenemeyen bebekler tam zamanında doğmasına rağmen yaşıtlarına göre düşük doğum kilolarında olabilir.

Yer darlığı bebeğin kilosunu düşürür Annenin sağlığı genel olarak iyi olduğu durumlarda 2 veya daha fazla bebeğin aynı rahim içerisinde bulunduğu ikiz, üçüz gibi hamileliklerde yer darlığı bebeklerin düşük doğum ağırlığında olmasına neden olabilir. Rahimde büyük yer kaplayan bir kitle(miyom gibi) olduğunda da bebek tek olsa bile yer darlığı düşük doğum ağırlığına neden olur. Anne tamamen normal bebekte ise doğumsal anormallik olması durumunda yine düşük doğum ağırlığı olacaktır. Ancak bebekteki anormallik yaşamla bağdaşmayan bir anormallik ise ana rahmi bebeği genellikle tutmayacak ve çok erken dönemde kayıp ile sonuçlanır. Yaşamla bağdaşan anormallikler ise düşük doğum tartılı olarak doğacaktır. Anne de bebek de normal ancak plasentada bir anormallik varsa, bebeğin beslenmesi anne karnında bozulur ve ağır bir sorun olmazsa yine düşük doğum tartılı olarak doğmasına neden olur. Çok ağır plasenta anormallikleri ise bebek kaybı ile sonlanacaktır. Bazen ikiz olan bebeklerin plasentası tek olur ve iki bebek arasında birinden diğerine kan geçişi olur. Bu durumda kan alan bebek iri, veren bebek ise düşük doğum ağırlıklı doğar.

Bebeğin gelişimi yakından izlenmeli Anne karnında iken ultrason ile bebeklerin ağırlıkları, bacak uzunluğu ve baş çevrelerine göre gelişimleri değerlendirilerek doğum haftasına uygun gelişim gösterip göstermediği tespit edilebilir. Doğduktan sonra da ağırlık boy ve baş çevresi ölçülerek düşük doğum ağırlığı tanısı konabilir. Doğumsal, genetik anormallikler ancak tüp bebek uygulaması yapılan ve daha önce benzer nedenlerle bebek kaybı yaşayan ailelerde embriyo transferleri sırasında çözülebilir. Genetik analizlerle hastalıklı embriyonun tespiti ile anne karnına sağlıklı embriyonun verilmesi ile önlem alınabilir. Ancak bu çok seçilmiş vakalarda yapılır. İkiz eşleri arasında kan geçişi plasentaya yapılacak olan müdahale ile mümkün olabilir ancak yapılacak operasyon doğumu erken başlatabilir. Anneye ait önlenebilir hastalıkların hamilelik öncesi tedavisi de düşük doğum ağırlıklı bebeklerin doğumunun önlenmesine yönelik bir tedbir olabilir. Bebeğe ait nedenlerden dolayı düşük doğum ağırlığı ile doğmuş bebek doğduktan sonra tetkik edilir ve tedavisi yapılır.

Bebek iyi bir bakımla yaşıtlarını yakalayabilirGebelik yaşına göre düşük doğum ağırlıklı bebeklerde daha sonraki yıllarda diyabet ve hipertansiyon hastası olma ihtimalleri normal doğum ağırlığı olan bebeklere göre daha yüksektir. Ancak bu, her düşük doğum ağırlıklı bebeğin şeker ve tansiyon hastası olacağı anlamını taşımaz. Düşük doğum ağırlığı olan bebekler çok çabuk ısı kaybederler bu nedenle oda ısısının 23-25C olmasına özen gösterilmelidir. Taburcu olduğu ilk günlerde günde 3 kez vücut ısıları kontrol edilmesi gerekir. Bu bebeklerde bazen de emme nefes alma ve yutma koordinasyonlarının iyi olmamasına bağlı nefes tutma, morarma atakları olabilir. Bu durumda tekrar doktoru ile görüşülmesi önerilir. Bir an önce yaşıtlarını yakalaması için beslenmeye özellikle dikkat edilmeli, öğünler atlanmamalı, bir gün için önerilen miktar mümkün olduğunca uygulanarak bitirtilmesi gerekir.
0 yorum

Bebeklerde kalp deliği ameliyatı nasıl yapılır?

Doğuştan kalp deliği olan bebeklerin mutlaka tedavi edilmeleri gerekir. Bu deliklerden bazıları 2 yaşına kadar kendiliğinden kapanabilir. Bu koşullarda kalpteki delik çocukta herhangi bir sıkıntıya yol açmıyorsa ve 2 yaşına kadar kapanabileceği düşünülüyorsa, herhangi bir müdahalede bulunulmaz ve ilaç verilmez. Bu çocuklar sadece eko takibine alınırlar ve 6 ay ara ile takip edilirler.

Eğer ameliyat olmaları gerektiği kesinleşirse, bu çocuklar açık kalp ameliyatına hazırlanır. Çocuğun dolaşım ve solunumu durdurulur. Bir kalp ve akciğer makinesine bağlanır. Çocuğun göğüs kafesi açılarak kalbe ulaşılır. Kalpte bulunan delik sentetik yamalarla kapatılarak, hastalık ortadan kaldırılmış olur.
0 yorum

Annenin stresi, bebeğe gaz yapıyor



Bebekteki gaz sancısında, annelerin yaşadığı stresin etkili olduğu belirtildi.




Gaziantep Üniversitesi (GAÜN) Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Metin Kılınç yaptığı açıklamada, özellikle 0-8 ay arasındaki bebeklerin yaşadığı gaz sancısının, ebeveynleri en çok tedirgin eden konuların başında geldiğini söyledi.

Gaz sancısının adeta bebeklerin ortak derdi olduğunu ifade eden Kılınç, "Bebeklerin bu sıkıntısı karşısında ebeveynlerin yanlış tutumları da eklenince durum daha can sıkıcı hale geliyor. Aslında gaz sancıları zarar verici olmayan, belli süreyle sınırlı fizyolojik bir olaydı" dedi.

Sancının, bebekteki sağlık sorunlarına bağlı gündeme gelebileceğini belirten Kılınç, şöyle konuştu:

"Bebeğinizin bu problemi yaşamasını istemiyorsanız, stresten uzak durun. 20 yıllık meslek hayatımda, stresini ortadan kaldırdığımız annelerin bebeklerinin ancak yüzde 1'inde gaz sancısı devam etti. O da çocuklardaki çeşitli sağlık sorunlarından kaynaklanıyordu. Bugün yaşanan gaz sancılarının neredeyse tamamının altında annenin yaşadığı stres yatıyor. Bu stres de genellikle ilk gebeliğini yaşayan annelerde sıklıkla görülüyor. Çünkü tecrübesiz olan anneler, birçok konuda 'şimdi ne yapacağım' endişesi taşıyor."

Kılınç, stresten uzak duran annelerin ise bu sıkıntıyı yaşamamak için bazı tedbirler alabileceğini vurguladı.

Bebeklerin emerken hava yutabildiklerine işaret eden Kılınç, "Bebeği emzirdikten sonra halk arasında 'tıpışlamak' olarak tabir edilen bebeği omza yatırıp sırtına vurmak gerekir. Her beslenmeden sonra yapacağımız bu işlemi 'gark' sesi gelinceye kadar sürdürmeliyiz. Ayrıca bebeği yatırırken yaklaşık 30 derecelik açıyla dik olacak şekilde arkadan desteklemek, hava yutmasını engelleyecektir" diye konuştu.

Kılınç, halk arasında emziren kadınların "nohut yeme bebeğe gaz yapar" gibi söylemlerle bazı besinlerden mahrum bırakıldığını ifade etti.

Bilimsel olarak nohut yiyen annenin sütünde bebeğe gaz yapacak herhangi bir bulguya rastlanmadığını dile getiren Kılınç, şunları kaydetti:

"Dolayısıyla bu söylem biraz yanlış. Bu gibi yanlış ifadeler anneyi bazen sevdiği yiyeceklerden mahrum bırakabiliyor. Oysa biz, tüm annelere 'sevdiğiniz ve günlük hayatta sizi rahatsız etmeyen herşeyi gebelik ve emzirme döneminde de tüketmeye devam edin' diyoruz. Ayrıca emziren annelerin sıvı besin tüketmeye ve günlük en az 2 litre su tüketmeye dikkat etmeleri de bebek için yararlı olacaktır."
1 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI