işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

Mucize Bakım Önerileri

Eskiler için cilt ve vücut temizliği sadece, üzerinden buharlar yükselen sıcak bir banyoyu akla getiriyordu ancak günümüzde sadece sabun veya şampuan yeterli değil.Duş köpüğünden, nemlendiriciye, bakım setlerinden maskelere kadar çok çeşitli temizlik- bakım ürünleri, sağlıklı ve genç kalmak isteyenlere sayısız alternatifler sunuluyor.Günün yorgunluğunu üstünüzden atmak ve şehrin üzerinize sinen tozundan, kokusundan bir an önce kurtulmak için ılık bir duştan daha iyi ne olabilir.
Ama unutmayın, market raflarından, parfümeri reyonlarından öylesine seçip sepete attığınız ve renkli ambalajını beğenip satın aldığınız bir cilt kremi, yada maske ile  cildinizin , saç larınızın ve vücudunuzun tüm kirlerinden arındığını, cildinizin bakımını yaptığınızı zannederken, daha da sağlıksız bir görüntü elde edebilirsiniz.

Günümüz insanı kişisel temizliğine ve günlük bakımına her zamankinden daha fazla özen gösteriyor. Kuşkusuz aynaya baktığınız da  yüzünüzü canlı ve sağlıklı görmek istersiniz. Ayrıca cilt sağlığı gençlik ve güzellik gibi faktörlerin kaşınızdaki kişilerde olumlu izlenim bıraktığını bilirsiniz. Her ne kadar günümüzün yaşam temposu giderek yoğunlaşsa bile kendinize zaman ayırmaya çalışın.Bu moralinizi yükseltecektir. Size yönelik günlük, haftalık ve aylık yoğun bakım öneri programı hazırladım.

GÜNLÜK BAKIM PROGRAMI 
Sabah: Yataktan kalktıktan sonra açık pencere önünde derin nefes alıp verin.Güne bol oksijen depolayarak başlayın ( 30 saniye )
Kan dolaşımını hızlandırmak  ve vücut yüzeyinde biriken ölü hücreleri atmak için banyoda vücudunuza orta sertlikte bir fırçayla masaj yapın ( 3 dakika )
Ardından yapacağınız ılık duşta kullanacağınız vücut şampuanı, hem kaslarınızı yumuşatır hem de istenmeyen vücut kokularını giderirsiniz.

Duştan sonra vücudunuzu iyice kurulayın ve vücut sütü, yağı ile masaj yapın.Böylece vücudunuz nemlenecek ve yumuşak olacaktır.Ardından koltuk altlarınıza deodorant sürünüz ( 5 dakika ) Yüz boyun ve dekoltenizi cildinize uygun  bir tonik ile temizleyip gözeneklerinizi sıkıştırın.Cilt tipinize uygun  bir nemlendiriciyi yine yüz,boyun ve dekoltenize hafif masaj yaparak sürün ( 5 dakika )
Fondöten , allık, ruj ve rimelden oluşan hafif bir makyaj yapın.Saçlarınızı çok sert olmayan bir fırça ile fırçalayın.( 5 dakika )

Öğlen: Alın,burun,ve çene bölgesinde oluşan parlaklığı gidermek için pudranızı ve rujunuzu tazeleyin.

Akşam:Günün yorgunluğunu sıcak banyo yada bir duş ile atınız ( 15 dakika ) Önce göz makyajınızı uygun bir ürünle temizleyin.Sonra cilt tipinize göre yağlı ise köpük kuru ise içeriğinde süt bulunan temizleyicileri tercih edin.Ardından bol su ile durulayın.Tonikle sildikten sonra besleyici ve nemlendiren bir gece kremi sürün.Parmak uçlarınızla hafif masaj yaparak kremi cildinize yüz, boyun, dekolteye kadar yedirin.

HAFTALIK BAKIM PROGRAMI
Pazartesi: İstatistiklere göre haftanın en keyifsiz günü olduğu saptanmıştır,ama pazartesi gününe cilt bakımıyla başlarsanız bütün haftayı keyifle geçirebilirsiniz.Bu bakımı bir güzellik merkezinde profesyonel cilt bakım uzmanına yaptırabilir veya kendiniz evde haftalık bakımınızı yapabilirsiniz.Evde, önce cilt yapısına uygun temizleme sütü veya köpükle yüz temizlenir.Gözenekleri açıcı buhar banyosu yapılır.Bu , elektrikli bir buhar banyosu ya da yüzü, sıcak su dolu bir kaba ( baş  bir havlu ile örtülerek ) tutarak yapılır.Daha sonra yine cilde uygun bir maske seçilerek yüz, boyun ve dekolteye sürülür, gözleri dinlendirmek için ılık suyla nemlendirilmiş pamukla kapatılır 20-25 dakika bekleme süresinden sonra maske ılık suyla  temizlenip bir tonikle nemlendirip, kuruduktan sonra besleyici bir krem sürülür.Bu işlem haftada bir kez olmak üzere tekrarlanabilir.

Salı:Özellikle işi sürekli masa başında olanlar için vücudun tüm bölgelerine aromatik yağlarla 45 dakika süren bir masaj uygulanarak kan dolaşımı düzenlenir ve kaslar gevşetilir  ve son derece rahatlarsınız.

Çarşamba: El ve Ayak bakımı manikür, pedikür.

Perşembe: Spor. Bir spor merkezinde veya 1 saat tempolu yürüyüş yaparak vücudunuza dinçlik kazandırırsınız.

Cuma: Sauna veya Hamam günü yapabilirsiniz

Cumartesi: Saç bakımı bir salonda veya evde ( 2 çorba  kaşığı tatlı badem yağı veya zeytin yağ,1 yumurta sarısı,1 çorba kaşığı limon suyu ) hepsini birlikte karıştırın tüm saçlarınıza yedirin parmak uçlarınızla masaj şeklinde firiksiyon yapın sonra tarakla tarayın ardından başınıza bone geçirin üzerine sıcak havlu dolayın 1-2 saat bekleyin.
Bekleme süresinden sonra saçlarınızı yıkayın en son durulama suyuna 1 çorba kaşığı elma sirkesi ilave edin saçlarınızı çalkalayın.Bu karışım saçlarınızı besler,saç dökülmelerine iyi gelir ve saçlar parlaklık kazanır. Haftada 1 kez tekrarlanabilir.

Pazar:Tatil zamanı,Bitkisel yağ ve köpüklerle hazırlanmış bir küvette sıcak suda vücut dinlendirilir.Daha sonra vücut, nemlendirici losyonları ile ovulup uzanarak ya da ayakları baş yüksekliğinde yukarı uzatarak ve sevdiğiniz müzik eşliğinde 1 saat dinlenilir, hafta başına dinlenmiş güzel bir başlangıç yaparsınız.

AYLIK YOĞUN BAKIMLAR
Profesyonel uzmanın  size yönelik ön gördüğü yoğun bakımlardan birini aylık olmak üzere yaptırmanızda fayda vardır.Çünkü mevsim geçişlerinde cildimizi mevsime göre hazırlarsak cildimizle problem yaşamayız ( Komedon,Akne, kuruluk, erken yaşlanma kırışma gibi oluşumlara ) önlem almakla birlikte, uzmanın verdiği ev tavsiyeleriyle birlikte cildimizin sağlığını, güzelliğini sürdürmüş oluruz.

BİO HEATING MASK :Her cilt tipine ve her yaş grubuna kişiye özel uygulanır.Cilt fonksiyonlarını hızlı şekilde tazeleyip, yenileyip ve gençleştirme özelliğine sahiptir.

VİTAMİN A KÜRÜ:Enes Bio Cosmetic’ın yüksek dozajlı Vitamin Serum ileri yaş Akneleri için geliştirilmiş Retinol içeriği, kırışık açıcı, rejenere edici, nem verici, nasırlaşmayı önleyici yoğun bakım.

HYDRO LOTİON AKNE KÜRÜ:”Oleanol Acit,etken madde ciltte antibiyotik etkisi yaratarak aşırı yağ üretimini düzenliyor sivilce oluşumu önleyeci yoğun kür.

BİYOLOJİK CİLT SOYMA KÜRÜ:Akne iz ve lekeleri, pigment ve güneş lekeleri,ince kırışıkları açan bitkisel kür  programı.

MESO - MYO – PORATASYON ( ORGANİK BOTOX SİSTEMİ ) iğne ve neştersiz “Arigeline “ etken madde Instante Lift  serum cilde nüfuz etmesiyle, mimik çizgileri, gevşemeleri toparlayan yoğun kür.

Sizlere önerdiğim programlardan yararlanmanız dileği  ile,
Sevgiyle kalın!!
Int. Dipl. Kozmetisyen
Nesrin SÜRER

0 yorum

Kadınların korkulu rüyası: Panik atak

Panik çok ani ve beklenmedik şekilde gelişen, kişiyi çaresiz ve işlevsiz kılan yoğun bir korku ve panik halidir.Bu atakların en büyük özelliği kalp çarpıntısı, göğüs ağrısı, nefes alamama, mide bulantısı, baş dönmesi, el ve ayaklarda uyuşma, titreme, sıcak basmaları gibi birtakım bedensel şikayetlerin bu korku haline eşlik etmesidir.Bu şikayetlerin yanı sıra kişi o esnada kontrolünü kaybedeceğine, bayılacağına, kalp krizi geçireceğine, öleceğine veya kimsenin ona yardımcı olamayacağına dair ciddi endişeler yaşar.


Bu ataklar, yaşayan kişi tarafından hem fiziksel hem de duygusal olarak oldukça zorlayıcı ve yorucu deneyimler olarak tanımlanabilir. Öyle ki, atakların sonrasında sakinleşmek ya da atakların etkisinden kurtulmak oldukça uzun süreler alabilmektedir. Zaman zaman bu ataklar gece uykuları sırasında da görülebilir. Gün içerisinde yaşananlara oranla sıklığı daha az olmasına rağmen bu ataklar, kişiyi sebepsiz bir korku ile aniden uykusundan uyandırabilir ve kişinin sakinleşerek kendine gelmesi epey uzun zaman alabilir.


Ataklar daha çok geceleri görülür!
Çok tipik olarak fiziksel bir sebebi olmadan tekrarlayıcı birden çok atak geçiren, yeniden bir atak geçireceğine ve kontrolünü kaybedeceğine dair ciddi korkuları olan ve bu ataklar ışığında davranışlarında çeşitli değişiklikler ve kısıtlamalar yaşayan insanlar bu noktada panik bozukluk tanısı alırlar.
Burada ayırıcı tanı konusu önem kazanmaktadır; zira, diğer anksiyete spektrumundaki hastalıklarda, posttravmatik stres bozukluğunda, ya da bazı maddelerin intoksikasyonu ya da geriçekilme reaksiyonlarında da panik atağa benzer seyirler gösterebilir. Ayırıcı tanı tedavini seyri açısında büyük önem teşkil etmektedir.



Panik atak kadınlarda daha sık görülüyor!
Genellikle kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülen ve yaşamın çeşitli dönemlerinde de ortaya çıkmasına rağmen en sık genç yetişkinlikte kendine gösteren panik atağın ortaya çıkışını anlamak üzere günümüzde değin birçok teori ortaya atılmış. 
Özellikle son yıllarda bu konudaki araştırmaların sayısında artışlar meydana gelmiştir. Bunların en ünlülerinden biri “korkunun korkusu” ya da başka bir deyişle “korkudan korkmak” kavramından yola çıkarak bedensel duyumların bir kez kaygıyla eşleştiğinde takip eden her seferinde bu duyumların kaygı ve korkunun habercisi, tetikleyicisi haline gelebildiğini ifade etmektedir. 
Bu döngüye ek olarak söz konusu kişi aynı zamanda bedeninde gelişen fiziksel semptomları da bir felaket gibi yorumlamaktadır. Bu yorumlar da kaygı ve korkunun daha da artmasına sebebiyet vererek döngüyü daha da kuvvetlendirmektedir. 


Kendini çok dinleyen Panik atağa daha yatkın!
Panik atak aynı zamanda son yıllarda kaygıya duyarlılık kavramı ile de ilişkilendirilmektedir. Buna göre son yıllarda yapılan birçok yabancı kaynaklı araştırma vücudundaki değişimlere hassas olan, fiziksel semptomları felaket olarak yorumlamaya daha yatkın olarak tanımlanan kaygı hassasiyeti yüksek insanların panik atak geçirme risklerinin bu hassasiyeti daha az olan insanlara göre daha yüksek olduğunu göstermektedir. 
Bunu destekler nitelikte, bu atakların duygu ve düşüncelerden daha çok bedensel duyumlarına odaklanan ve duygularını söze dökme becerileri görece daha zayıf olan kişilerde görüldüğünü de söylemek mümkündür. 
Bu kişilerin daha çok zihninin bedensel duyumlarla ve değişikliklerle meşgul olduğu söylenebilir. Halk arasındaki tabiriyle belki “kendini, bedenini sık sık dinleyen” kişiler bu gruba rahatlıkla dahil edilebilirler.
Kayıplar ilk atağı tetikleyebilir!
Biyopsikososyal yaklaşım ise diğer birçok duygusal sıkıntıda olduğu gibi paniğin biyolojik hassasiyetler, düşünce şekli, ve birtakım sosyal stresörlerin birleşimi ile ortaya çıktığını ifade etmektedir. En başta genetik geçirgenliğin etkili olduğunu, ailesinde panik atak yaşayan bireyler bulunan kişilerin hayatlarının bir döneminde benzer ataklar geçirme olasılıklarının böyle bir aile öyküsü olmayanlara oranla elbette ki daha fazla olacağı bilinmektedir. 
Bu yönde ortaya atılan başka bir teori ise vücudumuzun gerçek ve fiziksel bir tehdit karşısında harekete geçen ve kendimizi korumamıza yol açan bir dizi fiziksel ve zihinsel mekanizmalardan oluşan alarm sisteminin ortada gerçek bir tehdit ya da tehlike yokken gereksiz yere harekete geçmesi şeklinde açıklanabilir. 
Buradaki temel mekanizmalardan birinin kişinin içinde bulunduğu durumu yanlış yorumlaması olduğu belirtilmekte olsa da yine de bu durumun tam olarak nasıl ortaya çıktığı sorusu henüz tam bir yanıta kavuşmamıştır. 
Atakları tetikleyici sosyal faktörlere bakacak olursak ilk atağın genellikle kayıpla bağlantılı bir stres faktörü ile tetiklenebildiğini söylemek mümkündür. Örneğin geçirilen büyük bir hastalık, bir yakının ölümü, iş yaşamında bir stres, veya büyük değişimler atakları tetikleyebilmektedir. 
Bunun yanı sıra birçok araştırma geçmişinde fiziksel ya da cinsel taciz öyküsü olan kişilerin bu atakları yaşama riskinin böyle bir yaşam öyküsü bulunmayan kişilere oranla daha yüksek olduğunu göstermektedir.

Genellikle panik atağa depresyon eşlik eder!
Panik ataklara yönelik yapılan araştırmalar ve klinik bulgular hastalık sürecini en çok etkileyen faktörlerin yaşanan panik atakların sıklığı, kaygının derecesi ile panik bozukluğa sıklıkla eşlik eden depresyon gibi diğer zorlanmaların varlığı olduğunu göstermektedir. 
Bunların yanı sıra hastalığın sürecini ve devamlılığını etkileyen en önemli faktörlerden biri ise birçok hastada görülebilen kaçınma davranışıdır. 
Buna göre, kişi bir kez bir yerde panik atak geçirdiğinde yeniden atak gelecek diye korkarak gerçek dışı bir korku geliştirebilir ve bu durumlardan ve ortamlardan kaçınmaya başlayabilir. Bu bazen öyle bir noktaya varabilir ki kişi evinden çıkmaya korkar hale gelebilir. 
Bu durum agorafobinin eşlik ettiği panik bozukluk olarak tanımlanır ve agorafobinin geliştiği durumlar, ya da daha genel bir deyişle kaçma ve kaçınmanın eşlik ettiği durumlar hastalığın sürmesine ve daha kötü bir prognozu olmasına büyük etki eder. Böyle bir durum elbette ki bu atakların kişinin kendini birçok aktiviteden de alıkoyması anlamına gelerek yaşamını iyice kısıtlamaya başlaması açısından da büyük önem taşır. 


Panik atak mutlaka tedavi edilmeli!
Hem klinik bulgular hem de bu alanda yapılan araştırmalar panik atakların tedavi edilmemesi durumunda kendiliğinden geçme ihtimalinin neredeyse yok denecek kadar az olduğunu, ciddi anlamda kronikleşebilme riskinin yüksek olduğunu göstermektedir. 
Bu nedenle bu atakların yaşanması halinde tedaviye başvurmak oldukça önemlidir. Ancak bu hastalar çoğunlukla birçok tıbbi tetkikten geçmiş şekilde ruh sağlığı uzmanlarına ulaşırlar. Bu birçok hasta için aslında son duraktır. 
Çünkü ilk etapta kendilerine bir şey olacağından korkarak panik içerisinde hastanelere veya en yakın sağlık kuruluşlarına başvururlar. Fakat aldıkları sonuç bir anlamda hayalkırıklığı yaratma derecesindedir çünkü sonuçlar bedensel şikayetlerinin fiziksel bir dayanağı olmadığını gösterir. Bu noktada somut bir şey duyamamak ve bu nedenle de o esnada somut bir tedavi şekli ile karşılaşamamak, kendisine ne olduğunu ve semptomlarını anlamlandırmakta zorlanan hastaları bir türlü rahatlatmaz. 
Hatta ruh sağlığı uzmanlarına başvuran hastalar dahi şikayetlerinin halen fiziksel bir dayanağı olduğuna inanmak ister, bu şekilde bir tedavi sürecinin daha kolay olacağını düşünürler ya da bunun ruhsal bir sorun olduğunu bir türlü kabul etmek istemezler, veya birçoğu doktorların birtakım şeyleri gözden kaçırmış olabileceklerine dair müthiş endişe duyarlar. 
Özellikle tedavinin başlangıç aşamasında yine sıklıkla doktora gitme, çeşitli tahliller yaptırma gibi davranışlar içerisine girebilirler. Bu hasta grubu bu anlamda ne yazık ki tedavide işbirliği sağlamanın görece biraz daha güç olduğu, kısmen dirençli vakalardır denebilir. Ancak işbirliği sağlandığında da tedavisi mümkün olan bir durumdur. 
Fiziksel bir dayanağının olmaması yaşanan bu kaygı ve korkunun büyüklüğü ile bunun ciddiye alınması gereken ve tedavisi mümkün olan bir durum olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu süreçte birçok hasta için medikal destekle birlikte psikoterapi en etkin çözümü sunar.
Ancak atakların çok sık olmadığı, kişinin yaşam kalitesini ve günlük işlevselliğini büyük oranda bozmadığı durumlarda ilaç tedavisi bir uzman değerlendirmesi sonucunda önerilmeyebilir. Fakat ilaç desteği tedavi protokolünün bir parçası olmasa dahi psikoterapi olmazsa olmaz bir parçasıdır.
Psikoterapi çalışması ile hastanın bu semptomların gelişmesine sebep olan duygusal faktörleri ve düşünce süreçlerini anlaması, bu faktörlerle nasıl baş edeceğini, anksiyeteyi azaltıcı ve kontrol altına alıcı çeşitli rahatlama tekniklerini ve bu atakları engellemeyi ya da başladığında kendisini yatıştırabilmesini öğrenebilmesi hedeflenir.
Salt ilaç tedavisinin uygulandığı durumlarda atakların zaman içerisinde nüks etme riski oldukça yüksektir. Eğer siz de bu şikayetleri yaşıyorsanız mutlaka gecikmeden bir uzmana başvurmanız ve tedavi sürecine mümkün olan en kısa sürede başlamanız önerilir.

0 yorum

Diyabetliler için 7 harika besin

Yeni okuduğum bir makalede bahsedilen 7 önemli gıdayı sizlerle paylaşmak ve bakış açınızı biraz değiştirmek istiyorum
Diyabetliyseniz, vücudun insülin yanıtına yardımcı omega-3 bakımından zengin somonun sizin için çok iyi bir seçenek olduğunu biliyorsunuzdur.
Yüksek lif içeriğiyle diyabetin sebep olduğu kalp rahatsızlıklarını etkisiz hale getiren brokoli de unutulmamalı. Ancak tabii ki diyabetli diyetinde yer alması gereken besinler sadece somon ve brokoli değil. Diyabet kontrolü için aşağıdaki lezzetli  seçenekleri de deneyebilirsiniz.

1-Kabak çekirdeği: Yağlı ve şekerli yiyeceklere karşı büyük iştahınız varsa bu duygunuzla baş etmek için lezzetli, sert ve gevrek kabak çekirdeğini deneyin. Demir ve doymamış yağlar içeren kabak çekirdeği, kalbiniz için iyi olmakla birlikte yeterli tatmin ve doygunluğu da sağlar. Tüm ara öğünlerde olduğu gibi önemli nokta, porsiyon kontrolünü sağlamak. İki yemek kaşığı tüketirseniz  5 gr.’dan daha az karbonhidrat almış olursunuz.

2-Karışık kuruyemiş: Günde yaklaşık 40-50 gr. karışık kuruyemiş tüketmek, diyabetinizi kontrolde etkili. Kanadalı araştırmacılar, 117 diyabetli bireyi (tip-2) üç gruba ayırıp, ilk gruba şekerli kurabiye, ikinci gruba karışık kuruyemiş ve şekerli kurabiye, üçüncü grubaysa sadece karışık kuruyemiş verdi. Üç ayın sonunda, sadece karışık kuruyemiş tüketen grubun kan şekeri seviyesinin daha dengeli olduğu görüldü.

3-Mercimek: Kuru baklagiller sınıfında yer alan mercimek, kan şekerini kontrol etmekte oldukça etkili. Yüksek lif içeren bu gıda, yavaşça sindirilir. İngiltere’de yapılan bir çalışmaya göre, günde 50 gr. lif (özellikle çözülebilen) tüketen diyabetliler, daha az lif alanlara göre, kan şekerini kontrol etmekte daha başarılı. Mercimek aynı zamanda enerjiyi yükseltir ve duygu durumunu iyileştirir.

4-Sardalya: Sardalya da somon gibi kalp sağlığı için önemli omega-3 ve protein içerir. Küçük balık olduğu için büyük balıklara oranla cıva seviyesi daha düşük.

5-Pancar: Lipoik asit bakımından zengin. Aynı zamanda yaşlanmaya karşı vücudu koruyan anti-oksidanlar içerir. Bazı çalışmalar, lipoik asidin diyabetli bireylerin el ve ayaklarında oluşan hissizlikle ağrıya sebep olan sinir hücreleri hasarının iyileşmesine yardımcı olduğunu gösterir. Diğer çalışmalarsa pancarın kan kolesterolünü düşürücü etkisi olabileceğine işaret eder.

6-Chia tohumu: Ülkemizde yeni yeni tanınmaya başlanan bu besin, organik ürünler satan mağazalarda sıklıkla karşımıza çıkar. Aslen nane familyasından çiçekli bir bitkinin tohumu olan chia, en yüksek omega-3 yağ asitlerini içerir. Omega-3, trigliserid değerlerini düşürüp, HDL (iyi huylu) kolesterolü yükseltir. Lif zengini chia tohumunun aynı zamanda tok tutucu etkisi ve kan şekerini dengeleyici özelliği var.

7-Soya fasulyesi: Edamame, taze soya fasulyesinin kabuklu halidir ve haşlama olarak iyi bir atıştırmalıktır. Genelde suşi  restoranlarında rastlayabileceğiniz edamame,  tip-2 diyabetliler için harika bir besin. Protein, potasyum, magnezyum, kalsiyum ve omega-3 yağ asitleri içerir. Dondurulmuş olarak büyük marketlerde bulabilir, 3-4 dakika haşlayarak servise hazırlayabilirsiniz.
Dilara Koçak Yazdı

0 yorum

Bagısıklık sisteminizi güçlendirin

Sonbaharda vücudumuzda metabolik değişimler meydana gelir, özellikle hormonal değişimler ve bağışıklık sisteminde zayıflama bu mevsimde sıklıkla görülür. 
Bu değişikliklere vücudumuzun uyum sağlaması ve sonbaharda sıklıkla görülen hastalıklara yakalanmamak için birtakım önlemler almakta fayda var.

*Sonbaharda antioksidan olarak görev yapan, bağışıklık sistemimizi güçlendiren C vitaminine ağırlık verilmesi gerekir. C vitamini, bağ dokularınızı koruyarak vücudumuzda birçok yapının bir arada tutulmasını sağlar, diş etlerini koruyarak kanamayı önler, bitkisel kaynaklı demirin emilimini hızlandırır, soğuk algınlığında antihistaminik etki göstererek belirtileri hafifletir. C vitamini vücudumuzda depo edilmediği için günlük olarak tüketilmesi gerekmektedir ve sadece limon, portakal gibi turunçgillerle değil, özellikle kuşburnu, kırmızı ve yeşil sivri biber, kivi, maydanoz, roka, domateste tüketilmelidir.

Bir diğer önemli antioksidan A vitaminidir; havuç, ıspanak, kabak, domates, karaciğer, havuç, ıspanak, brokoli, marul, kayısı ve kavunda bulunmaktadır. Kandaki beyaz hücre aktivitesini artırarak kanser tümörleriyle savaşmaya yardım eder.

*Sonbaharda güne illaki kahvaltı ile başlayın. Kahvaltı hem metabolizmanızı hızlandıracak, hem de kan şekerinizi dengeleyerek kilo artışını önleyecektir. Kahvaltı yapanların gün içerisinde işlerine veya derslerine daha konsantre oldukları bilinmektedir. Bütün besin gruplarını içeren bir kahvaltı, örneğin klasik bir diyetisyen kahvaltısı olarak tahıllı ekmek, peynir, zeytin, domates, sivri biber ve haftada üç kez yumurta ile bağışıklık sisteminizi de güçlendirmiş olacaksınız.


Omega-3 yağ asitlerinden zengin olan balıkları da haftada en az 2 kez sofralarınızda bulundurmanızda fayda var. Vücudumuzda bulunan kötü huylu hücrelerin etkilerini azaltmak veya yok etmek için balık tüketmeliyiz, böylelikle bağışıklık sistemimizin güçlenmesiyle kanser riskimizi de minimuma indirmiş olacağız.

*Protein ve enerji bakımından yetersiz ve kötü beslenme durumlarında da bağışıklık sistemi zayıflamaktadır. Yağ ve kolesterol tüketimi, protein alımı ve diyet lifi de en az aldığımız besinlerin çeşitliliği kadar önemlidir. Kurubaklagiller hem protein, hem lif hem de demir açısından zengindir. Haftada 1-2 kez tüketilmesinde fayda var. Diyetisyen Özlem Sert Aydın

*Alkol alışkanlığının bağışıklık sistemi üzerinde olumsuz etkiler yaptığı kanıtlanmıştır. Bu nedenle tüketim miktarı önemlidir.

*Yaşam kaynağımız olan suyun da metabolik sürecin devamında büyük rolü bulunmaktadır. Yenilen yiyeceklerin sindirilmesi, vücuttan atılması, vücut ısı denetimi, hücrelerin organizmadaki hareketleri için günde 2-2,5 lt. su içilmesi gereklidir.

Diyetisyen Özlem Sert Aydın

0 yorum

Sonbahar detoks zamanıdır

Yaz mevsiminin son günlerini yaşadığımız bu günlerde yaz döneminde alınan toksik maddelerin de atımı için en uygun süreç. Tüketilen alkol, yenilen karbonhidratlı besinler, kızartma, şarküteri ürünleri ve yağlı tuzlu besinler vücudunuzda toksik madde miktarını da artıracaktır. 

Bu durum sizde sonbahar yorgunluğu, halsizlik, uyku problemleri, şişkinlik, sinirlilik, konsantrasyon problemleri yaşatabilir.

Peki önlemek için daha çok hangi besinleri tüketelim;

Güne ılık limonlu su ile başlayın
Su sindirim sisteminin çalışmasına destek olur eğer mide veya tansiyon sorununuz yoksa limonlu su ile toksik maddelerini atımını hızlandırmış olacaksınız.

Sebzelerin en yeşilini tüketin
Yeşil sebzeler içeriğindeki klorofilden dolayı kan dolaşımındaki oksijen kapasitesini artırıyor. Yeşil sebzeler enflamasyonu azaltıyor yani ödem atıcı özellikleri var. Ayrıca lif, C vitamini, demir, folik asit içerikleri de oldukça zengin.


Balık tüketiminizi artırın
Kırmızı et, sakatat, şarküteri ürünlerinden bir süre uzak durup daha çok balık ve tavuk yemeğe çalışın. Balık içeriğindeki omega-3 sayesinde sonbaharda bağışıklık sisteminizi de güçlendirecek.

Alkol, çay ve kafein içeren içeceklerden uzak durun
Vücuttaki toksik madde miktarını artırdıkları için bir süre içmemenizde fayda var. Yerine yeşil çay, ısırgan, ıhlamur desteği almanızı öneririm. Diyetisyen Özlem Sert Aydın

Beyaz un yerine tahıllı, kepekli unlu besinler tercih edin
Detoks süresince lif tüketiminizin yüksek olması önemli. Tahıllı, kepekli unla yapılmış ekmek lif ihtiyacımızın bir kısmını karşılayacaktır, ayrıca daha az işlem gördüğü için en sağlıklı ekmek çeşididir.

Konserve, salamura ürünleri tüketmeyin
İçeriğindeki yüksek orandaki tuz ve besin değerini kaybetmesinden dolayı bu dönemde konserve ve salamura besinlerden uzak durun, herşeyin tazesini tercih edin.

Diyetisyen Özlem Sert Aydın

0 yorum

Omega-3 Vitamini tüketirken dikkat

İnsan sağlığına olan yararlı etkilerinden dolayı, modern beslenmenin bir parçası olduğunu, koroner kalp hastalıkları, kanser, romatoid aritirid, astım, alzheimer gibi  birçok hastalığın önlenmesi ve tedavisinde, özellikle bebeklerde görme ve nöral fonksiyonların gelişiminde önemli etkileri olduğu belirtildi.

ETİKET İLE ÜRÜN FARKLI
Eczanelerde satılan Omega-3 serisi yağ asitleri içeren kapsül ve şuruplarla ilgili yaptıkları araştırmanın sonuçlarını paylaşan Doç. Dr. Özyurt, örneklerin bazılarında EPA ve DHA oranlarının etiket içeriği ile örtüşmediğini kaydetti.

Araştırmanın 2011'den bu yana süregeldiğini kaydeden Doç. Dr. Gülsün Özyurt, şunları söyledi:
"Eczanelerde satılan balık yağı kapsül ve şuruplarından alınan örneklerde ürün üzerinde belirtilen etiket bilgilerinin, yani içerdiği toplam Omega-3, EPA ve DHA oranlarının genel olarak yansıtıldığı belirlenmiştir. Ancak bunların arasında etiketinde belirtilenden daha az seviyede olan ürünlerle de karşılaşılmıştır.

Balık yağları bitkisel yağlardan farklı bir karakteristiğe sahiptir.
Uzun zincirli yağ asitleri pek çok bitkisel yağda nadiren yüzde 5 civarında ve genellikle de daha az düzeylerde bulunur. Yapılan bu araştırmada bir kapsülde yüzde 40 civarında linolenik asit bulunurken, yüzde 4 EPA ve yüzde 2 civarında DHA olduğu saptanmıştır. Bu durumda üründe az balık yağı olduğu ve hiç içermediği söylenebilir. Ancak üretici firma ürün üzerinde hiçbir şekilde balık yağı içerir ve benzeri bir ifade kullanmamıştır.
Ürünün isim benzerliği, aynı ürün portföyü içerisinde satışa sunumu veya eczanedeki görevlilerin yanlış yönlendirmesi sonucu pek çok tüketici bu tip ürünleri gerçek balık yağı farz ederek satın almaktadır. Gerçekte satılan bu ürünlerdeki düşük fiyat farkı da içeriğini yansıtmaktadır."

'SAĞLIK YARARI BEKLERKEN ZARAR GÖRMEYELİM!'

Yüksek doymamışlık derecelerinden dolayı bağlık yağlarının acılaşmaya (oksidasyon) karşı çok hassas olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Özyurt, üreticilerin genellikle yağın hazırlanması ve depolanması sürecinde bu sorunla karşılaşmamak için oksitlenmeyi engelleyen maddeler kullandığını, bunun de balık yağlarının yararlı etkilerini azalttığını dile getirdi. Doç. Dr. Özyurt, şunları kaydetti:

"Oksitlenmeyi önleyici maddeler, balık yağının ağır kokusu, jelatin kaplama ve tatlandırıcı kullanılması nedeniyle tüketiciler tarafından fark edilmeyebilir. Serbest yağ asitleri, peroksit, anisidin ve totox değeri gibi testler yağların kimyasal kalitelerini belirlemede sıklıkla kullanılan yöntemlerdir. Tüketime sunulan balık yağlarının anisidin değerinin 20'nin totox değerinin ise 26'nın atında olması gerekmektedir.Bu açıdan yaptığımız araştırmada da piyasada satılan bazı balık yağı kapsül ve şuruplarının anisidin ve totox değerinin sırasıyla kapsüllerde 5-9 ile 7-17, şuruplarda ise 21-26 ile 35-38 arasında olduğu bulunmuştur.
Bu sonuçlara göre araştırmada değerlendirilen balık yağı kapsülleri kabul edilebilir sınırlar içerisindeyken, balık yağı şuruplarının limitleri aştığı görülmektedir.
Oksidize ürünlerin balık yağlarının yararlı etkisini azaltmasına karşı ilgili otoritelerin düzenli denetlemeler yapması ve tüketicilerin özellikle bu ürünlerin son kullanım tarihlerine dikkat etmeleri gerekmektedir."

0 yorum

Bitkiler o kadar masum degildir

Bitkilerin bazı hastalıkları tedavi edici özelliğinin bulunduğu ancak bilinçsizce kullanıldığında vücutta önemli hasarlara yol açabileceği belirtildi. 

Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim Dalı Başkanı ve aynı zamanda Farmakognozi ve Fitoterapi Derneği Başkanı Prof. Dr. Ömür Demirezen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bitkilerin ilaç maksadıyla kullanımı ile ilgili uyarılarda bulundu. 

Halk arasında bitkisel ilaçlara önemli oranda bir talebin söz konusu olduğuna işaret eden Demirezen, bu talebin zamanla arttığını söyledi. Demirezen, talebin artmasındaki en önemli nedenlerden birinin, bitkilerin tamamen zararsız görünmesi olduğuna dikkati çekti. 

Ancak bitkilerin sanıldığı kadar masum olmadığını kaydeden Demirezen, bazı bitkilerin ilaç niyetiyle bilinçsizce kullanılması halinde çok ciddi sonuçlar doğurabileceğini vurguladı. 

Bitkilerin ilaç olarak kullanıldığında bir yan etkisinin olmadığına yönelik düşüncenin de yaygın olduğuna dikkati çeken Demirezen, şunları söyledi: 

''Oysa bu da yanlış bir düşünce. Örneğin, vücut için çok sayıda yararları olan sarımsak bile belli bir dozun üstünde kullanılması zararlı olabiliyor. Karaciğerde olumsuz etkiler yapabiliyor. Vatandaş gidip ilaç maksadıyla papatya alıyor ya da topluyor. Ancak, papatyaya çok benzeyen ve böcek öldürücü özelliğe sahip olan başka bir bitki de var. Bunun ayırt edilmesi zor. Ya da kekik almak isteyen bir kişi, 9 çeşit kekik olduğunu ve bunların her birinin farklı özelliğinin bulunduğunu bilmiyor.'' 

''HEKİMLER BİTKİSEL İLACA SICAK BAKMALI'' 

Bitki tüketiminde bir bilinçsizliğin hakim olduğunu ifade eden Demirezen, halkın kulaktan dolma bilgilerle aktarlardan bitki alıp bunları tükettiğini vurguladı. Bu durumun insan sağlığında ciddi tehlikelere yol açabileceğine işaret eden Demirezen, bu nedenle bilinçsiz bitki tüketiminin önüne geçilmesi gerektiğini vurguladı. Bunun için de öncelikle hekimlerin bitkisel ilaca artık sıcak bakmaları gerektiğini ifade eden Demirezen, şöyle devam etti: 

''Hekimler, eczacılar bitkisel ilaçlara sıcak bakarsa, halk da bunu bilinçli ve sağlıklı bir şekilde kullanma imkanına sahip olur. Hekimler bitkisel ilaçlara sıcak bakmadıkça, hastalar aktarların sattığı bitkilerde şifa aramaya devam eder. Ancak hekimlerimiz henüz bitkisel ilaçların yanında yer almıyor.'' 

Özellikle kanser hastalarının bitkilere daha fazla ilgi gösterdiklerini anlatan Demirezen, ''Bu hastaların kullandıkları bitkilerin bazıları kemoterapide ters etki yapıyor. Bazı hastalar ise bitki kullanıp kemoterapi tedavisi görmüyor'' dedi. 

Demirezen, hekimlerin bitkisel ilaçlar hakkında bilgili olmaları halinde hastalarını yönlendirebileceklerini ve bu tür olumsuz sonuçların ortaya çıkmasını engelleyebileceklerini ifade etti. 

Demirezen, bu konuda hekimlere ulaşmak ve halkın bitkisel ilaçları bilinçli şekilde tüketimlerini sağlamak için dernek olarak çaba sarf ettiklerini sözlerine ekledi. 

0 yorum

En fazla yapılan diyet hataları

Bireyin zayıflamaya karar verdikten sonra bazı kurallara dikkat etmesi gerekir, peki bu kurallar neler?
Şişmanlık; vücut ağırlığının istenilenden fazla olmasıdır.
Vücut ağırlığını, gıdalarla alınan enerji ile harcanan enerjinin birbirine eşit olmasıyla dengede tutabiliriz. Eğer alınan enerji harcanan enerjiden fazla ise vücutta fazla miktarda yağ depolanır ve bu da şişmanlığa neden olur.
Şişmanlığa; çok yemek yeme, fiziksel aktivitenin az olması, psikolojik bozukluklar, metabolik ve hormonel bozukluklar sebep olabilir. Bunlar arasındaki en büyük etmen de çok fazla yemek yemektir. Zayıflamak için kişinin harcadığı enerjinin, aldığı enerjiden daha çok olmasına dikkat etmeli ve fiziksel aktivitesini artırmalıdır.
Bireyin zayıflamaya karar verdikten sonra bazı kurallara dikkat etmesi gerekir;

• İlk etapta birey, diyette başarılı olmak istiyorsa beyin olarak diyete hazır olup olmadığını düşünmesi gerekir. Eğer kişi buna hazır değilse diyeti tam olarak uygulayamayacak, kaçamaklar yapacak ve başarısızlığa uğrayacaktır. Başarısız oldukça da umutsuzluğa düşecektir.

• Bireyin hedeflerini, yani kaç kilo vereceğini ve bu kiloyu ne kadar sürede verebileceğinin belirlenmesi gerekir. Kişi hiçbir zaman kısa sürede kilo kaybetmeyi planlamamalı, bu şekilde uygulanan diyetlerle belki hedeflere ulaşabilir. Fakat daha sonra koruma safhasına geçildiğinde başarılı olunamaz. Hatta birey diyet yapmaya başladığı kilonun da üzerine çıkabilir.

• Standart diyet yoktur, her diyet kişiye özel olmalıdır. Bir diyet uzmanı tarafından, o kişinin beslenme alışkanlıklarına, yaşına,cinsiyetine, iş koşullarına, bazal metabolizma hızına ve sağlık problemlerine (yüksek kolesterol, tansiyon, diyabet ) uygun diyet programı belirlenmelidir. Herkesin aynı diyeti yapması söz konusu olamaz.
 Her bireyin kişisel özellikleri farklı olacağından diyete vereceği cevap da farklı olacaktır. Kimi sağlıklı bir şekilde kilo verirken diğer bir kişi hiç kilo veremediği gibi metabolizmasına uygun olmadığı için birçok, geri dönüşü zor sağlık problemleri ile karşılaşabilir.

• Diyette öğünler, azar azar ve sık tüketilecek şekilde düzenlenmeli, öğün atlanılmamalıdır. Genelde diyet yapan bireyler tüm gün boyunca aç kalıp, metabolizmalarını zayıflatırlar ve metabolizmanın en zor çalıştığı akşam saatlerinde çok daha fazla yemek tüketirler, buna paralel olarak hızlı bir şekilde kilo alırlar. Akşam yemekleri en geç yatmadan 4 saat önce yenilmelidir.

• Diyetler genelde 3 ana ve 3 ara öğün olacak şekilde düzenlenir. Fakat ana öğünler kadar önemli olan ara öğünler her zaman ihmal edilir ve atlanılır. Kan şekeri, kişi öğününü tükettikten 2-2,5 saat sonra yavaş yavaş düşmeye başlar ve böylece açlık hissi doğar. Buradaki ara öğünlerin amacı da kan şekerinin düşmesini ve açlık duyulmasını engellemektir. Bu nedenle de ara öğünlere gereken önem verilmeli.

• Diyet içersinde, her besin grubunda bulunan besinler dengeli bir şekilde dağıtılmak koşulu ile bulunmalıdır. Tek tip besinlerle yapılan diyetlerin çoğu en başta kilo kaybetmeyi sağlamakta fakat başlangıçtaki hızlı kilo kaybından sonra eskisinden daha çok kilo alınmasına neden olmaktadır.

• Diyet sırasında en az 2 – 2,5 litre su içilmelidir. Herhangi bir sağlık problemi yok ise, bu miktarın üzerinde içilen su böbrekleri gereksiz yere çalıştıracaktır. Sular yemeklerden önce içilmeli yemek arası veya yemekten hemen sonra içilmemelidir.

• Diyet sırasında koşullar el verdiği sürece spor yapmalıyız. Ne yazık ki günümüz şartlarında spora pek vaktimiz kalmıyor. Bu nedenle günlük hayatta mümkün olduğunca hareketli olalım. Mesela yürüyen merdivenler ve asansörler yerine merdivenleri, çok yakın mesafelerde yürümeyi tercih edelim.
 Genelde beyaz ekmek tüketenler diyet sırasında kalorisi azalacağı düşüncesi ile ekmeği kızartırlar. Fakat bu şekilde sadece ekmekte su kaybı olurken, kalorisinde hiç bir değişiklik olmamaktadır. Aynı zamanda bu uygulamayla protein kaybı da söz konusudur.

• Yine aynı şekilde sabahları aç karnına içilen sıcak su veya limonlu su gibi içeceklerinde vücuttaki yağları erittiği düşülür. Bunların vücuttaki yağları eritmek gibi fonksiyonları yoktur ama aç karnına içilen bu içecekler bağırsakları harekete geçirir ve kabızlığı ortadan kaldırır.

• Meyve ve sebzelere diyette çok daha fazla önem verilmelidir. Bu besinler vitamin ve mineral açısından oldukça zenginlerdir. Aynı zamanda posa içeriği yüksektir. Posa içeriğinin yüksek oluşu kişide kabızlık problemi varsa onun tedavisine yardımcı olurken bir çok sağlık probleminin de tedavisine yardımcı olacaktır.

• Kepekli ekmek, kurubaklagiller ( kuru fasulye , nohut , mercimek ) ,meyve ve sebzeler posa oranı yüksek bir besinlerdir. Beyaz ekmek yerine tercih edilmesi birçok avantaj doğurur. Bağırsak hareketlerinin düzenlenmesinde, kan şekerinin ve kan yağlarının dengelenmesinde, midede şişerek tokluk hissinin artmasında etkilidir. Aynı zamanda kalori değeri daha düşüktür.

• Kalorisi düşük olduğu için içeriğinde tatlandırıcı bulunan ürünler diyet süresince fazlasıyla tercih edilir. Fakat bunlar zayıflama diyetlerine yönelik ürünler değillerdir. Bu ürünler (reçeller, çikolatalar, baklavalar... vb. ) diyabet (şeker) hastalığı olan insanlara yönelik geliştirilmiş ürünlerdir.

• Yapılan hatalardan biri de zayıflama dönemi bittikten sonraki beslenme dönemdir. Genelde kilonun korunması gereken bu dönemde, diyete başlamadan önceki, şişmanlamaya neden olan kötü beslenme alışkanlıklarına geri dönüş yapılır.
Burada yapılması gereken, sağlıklı beslenme alışkanlığının bir yaşam tarzı haline getirilmesi ve diyet süresince belirlenen ilkelerin bu dönemde de benimsenmesidir. Bu beslenme alışkanlıklarını benimsenmesinin yanında bazı davranış değişiklikleri de yapmak gerekir.

Örneğin;
• Alışverişe giderken liste yapıp onun dışına çıkmamak, her zaman tok karnına alış veriş yapmak,
• Tabağı çok doldurmamak,
• Yemek yerken yiyecekleri çok çiğnemek ve gereksiz yere masa başında vakit geçirmemek,
• Fast-food türü besinlere, hamur işlerine ve tatlılara ağırlık verilmemek, gibi örnekleri geniş tutmak mümkündür.

Deniz Şafak Akçayoğlu
Beslenme ve Diyet Uzmanı


0 yorum

Çörek Otunun Faydaları

Vücudumuz doğası gereği, doymamış yağ asitlerini üretemediğinden bu yağ asitlerini dışarıdan karşılamak zorundadır.

Bir gram çörekotu yağı da bu açıdan bir günlük ihtiyacımızı karşılamak için yeterlidir.


Çörek otunun diğer etkileri

• Çörek otunda bulunan nigellon ve alfa-pinen gibi eterli yağlar, solunum borusunun genişleyip krampların giderilmesini sağlar.

Ayrıca öksürüğü hafifletir. İltihap giderici, ağrı dindirici ve idrar söktürücü etkileri de mevcuttur. Düzenli kullanımda kan şekerini düşürücü etkisi vardır.

• İçeriğinde bulunan B1, B2 ve B6 vitaminleri, pek çok enziminüretiminde önemli rol oynar. Çünkü bunlar, savunma ablukalarını yok edip boyun altı bezini ve dolayısıyla da savunma sistemini güçlendirir. Folasidi vitamini ise, kalp ve tansiyon problemlerinin oluşma riskini en aza indirger. Bununla birlikte hücre yenilenmesinde de gereklidir.

• Beta karotin, A, E ve C vitamini, selen gibi antioksitler vücudun savunma sistemini destekler. ayrıca içeriğinde bulunan selen, zehirli maddelerin vücuttan atmasında destek olur.


Çörek otunun faydaları:

Bu kadar mükemmel olarak yaratılan çörek otu, bütün bu özellikleri ile:

• Mikrop, virüs ve mantarlara karşı etkili bir savunma aracıdır.

• İfraz boşaltıcı ve solunum borusunu genişleticidir.

• Kan şekerini düşürür.

• Damar hastalıklarını engeller.

• İdrar söktürücü özelliği ile safrayı rahatlatır.

• Vücuttaki zehirlerin atılmasını sağlar.

 Hazmı kolaylaştırır.

• Yaraların daha hızlı iyileşmesini ve hücrelerin yenilenmelerini hızlandırır.

•Alerjiyi engeller.

• Savunma sistemini dengeler.

• Hormon sistemini ve ruh hâlini güçlendirir.

Özel hallerde faydaları:

• Çörek otu, müzmin hastalıklarda şaşırtıcı derecede iyileşmeler sağlar. Çocuklarda özellikle sinir ve deri sorunlarına, astım ve alerji sorunlarına da çok iyi gelir.

• Çörek otu ürünleri (yağ ve ezilmiş bal karışımlı) hamilelik döneminde oluşan şikayetleri en aza indirir. Yan etkisi olmayıp, hamilelik dönemindeki bayanlar ve bebeklerini ana sütüyle beslemeyi tercih edenler için sütün kalitesini arttırarak bebek için daha faydalı olmasını sağlar.

• Egzamalı cilde sık sık çörek otu yağı tatbik edildiğinde deri hızlı iyileşir. Yine deri hastalıklarında mikrop öldürücü etkisi nedeniyle çok yararlıdır.

Bazı Hastalıklarda Çörek Otu:

• Hazımsızlık ve mide şişkinlikleri gibi sorunlarda çörek otunun etkisi eski zamanlardan beri bilinmektedir.

• Hemoroite problemine iyi gelir, çünkü damarları güçlendirerek kan dolaşımını arttırır.

• Romatizma, şeker hastalığı ve yüksek kolesterol gibi metabolik hastalıklar için çok etkilidir.

• İktidarsızlık ve kısırlık sorunlarında da yine etkili bir destekleyicidir. Çünkü çörek otu, cinsî hormonları düzenlemekte, bedenî ve ruhî olarak zindelik ve dinçlik vermektedir.

• Çörek otu yağı kadınlardaki regl dönemi sancılarına ve diş ağrılarına karşı yine başarılı sonuçlar elde edilmektedir.

Sağlıklı olmak için çörek otu kürü:

İçeriğinde bulunanlarla savunma sistemine, metabolizmaya ve hormonlara iyi gelen çörek otu, vücudu toksinlerden arındırır, kan dolaşımını güçlendirir ve bağırsakların düzenli çalışmasını destekler.

Cildi berraklaştırır. Düzgün bir cilde, parlak saç ve gözlere sebep olur. Sağlıklı ve hayat dolu bir görünüm oluşturur.

Çörek otu savunma (immün) sistemini güçlendirdiğinden, kanser, AIDS gibi çağın hastalıklarına karşı tavsiye edilmektedir. Yine tansiyon ve ateş düşürücü ve doğal antibiyotik tesirleriyle yaygın hastalıklara da çare olmaktadır.

Başta astım ve polen alerjisi olmak üzere alerjik hastalıklara, saç dökülmesi ve kepek gibi problemlere karşı da etkilidir.

Çörek Otu Nasıl Kullanılır ? Kurutulan tohumlar baharat şeklinde, suda kaynatılarak ya da yağı çıkarılarak tüketilir. Güzel kokulu bir baharat olarak kullanımı çok yaygındır.

Çörek otunun tohumlarından elde edilen çörek otu yağı saç dökülmesinde ve saçlı deride oluşan kepeğe karşı oldukça etkilidir. Sirke ile kaynatılıp gargara yapılıdığında diş ağrılarına iyi gelir. Suyu ile sivilcelere pansuman yapıldığında sivilceler üzerinde etkili olduğu görülmüştür.

0 yorum

Meme kanseri erkek'te de görülüyor

BÜLENT Ecevit Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Güldeniz Karadeniz Çakmak, meme kanserinin erkeklerde de görülme olasılığının bulunduğunu söyledi.
Doç. Dr. Çakmak, "’Ben erkeğim, ben de meme kanseri olmaz’ diye düşünmek çok yanlış bir tutum.
Dolayısıyla erkeklerin de memeleri konusuda dikkatli olmaları gerekir" dedi.
Doç. Dr. Güldeniz Karadeniz Çakmak, meme kanserinin sadece kadınlara özgü bir hastalık olarak değerlendirildiğini, ancak erkeklerde de nadiren meme kanserine rastlandığını kaydetti.


Meme kanseri olan erkeklerde pek çok farklı belirti görülebileceğini ifade eden Doç. Dr. Çakmak, şöyle dedi:

"En yaygın görülen belirti meme dokusunda kitle veya kitlelerdir. Tespit ettikleri herhangi bir kitlede ya da farklı bir yapıda mutlaka bir hekime başvurmaları gerekir. Erken dönemde tespit edilmesi, hastalığın tam olarak tedavi edilmesini sağlayabilir. Dolayısıyla da ’Ben erkeğim, ben de meme kanseri olmaz’ diye düşünmek çok yanlış bir tutum.
Erken evrede teşhis çok önemli. Memede bir şişlik tespit edildiği zaman uygulanan tanı yöntemleri aynen kadınlarda uygulandığı gibidir."

KADINDA ERKEN TEŞHİSİN ÖNEMİ
Doç. Dr. Çakmak, meme kanserinin kadınların en sık karşılaştığı kanser türlerinin başında geldiğini, erken dönemde teşhis edilememesi sonucunda da ciddi boyutta hasta kayıplarıyla karşı karşıya kaldıklarını söyledi.
Dünya genelindeki istatistiklere bakıldığında 8 ila 10 kadından birisinin günümüzde yaşa bağımlı olarak meme kanseri ile karşı karşıya kaldığını ifade edene Doç. Dr. Çakmak, "Günümüzde yapılan çalışmalar doğrultusunda özellikle erken dönemde tespit edilen hastalarda memenin tamamını almamız söz konusu olmuyor. Hastaların meme dokusunu korumamız söz konusu oluyor ve buna bağlı olarak da tedavilerini organize edebiliyoruz" diye konuştu.
0 yorum

Kolesterolün Düşmanları

Kolesterol seviyeniz yüksek veya ailenizde kolesterol sorunu var ve sizde bundan korunmak istiyorsanız beslenmenizde bazı besinlere daha sık yer verebilirsiniz.

Elbette bu besinleri daha sık tüketmenin yanı sıra sağlıklı kilonuzda olmanız ve düzenli spor yapmanız da gerekmektedir. Bu yaşam şeklinin devamıyla kolesterol seviyenizi ortalama %30 düşürmeniz mümkün.

Tahıllar
Yulaf, arpa, çavdar gibi tam tahıllar lif içeriği zengin besinlerdir. Beslenmenizle aldığınız fazla kolesterolün atılmasını sağlar bu nedenle tahıl grubuna kötü kolesterolün düşmanı diyebiliriz. Ayrıca içeriğindeki beta glukan nedeniyle bağışıklık sistemini güçlendirirler.

Kurubaklagiller
Protein içeriğinin zengin olması, bitkisel demir içermesinin yanı sıra kurubaklagiller suda çözünebilen lif içerirler. Bu nedenle kötü kolesterolün düşmesinde etkili besin grubudur.

Yeşil çay
Son çalışmalar yeşil çayın içeriğindeki kateşinden dolayı kolesterol seviyesini düşürdüğü yönünde. Eğer içerisine limon suyu da ilave ederseniz etkisini artırırsınız. Tüketim miktarını ise siz ayarlamalısınız. İçeriğindeki kafeinden dolayı çarpıntı ve uykusuzluk yapabilir.

Sağlıklı yağlar
Doymuş yağların kolesterolü artırdığı bir gerçek ama doymamış yağlar ise tam tersine kolesterol seviyesini düşürüyor. Çoklu doymamış yağ asitleri içeren mısırözü, ayçiçek, soya LDL kolesterolü düşürmekte, tekli doymamış yağ asitlerinden zeytinyağı, kanola yağı ise hem LDL kolesterolü düşürüp hemde HDL, iyi kolesterolü artırmaktadır.

Kuruyemişler
Kuruyemişler de tekli doymamış yağ asitlerinden zengin besinler olması nedeniyle LDL kolesterolü düşürmektedir. Kalori içeriklerinin yüksek olması nedeniyle sınırlı tüketmekte fayda var.

Portakal
Narenciye meyveleri flavonlardan zengindir. Yapılan çalışma sonuçlarına göre portakal içeriğindeki flavon miktarı daha yüksek bulunmuştur. Flavonlar ise kalp sağlığını korumaktadır, özellikle herperidin adlı maddenin kolesterol seviyesini düşürdüğü bilinmekte.

Bitter çikolata
Çikolatayı sevmeyen kişi eminim çok azdır ayrıca kalp sağlığını koruyucu etkisinden dolayı tüketimi biraz daha masumlaşıyor. Ama çalışmalara göre kakao oranı ne kadar yüksekse etkisininde o kadar fazla olduğu yönünde. Kakao oranı %50 ve üzeri olan bitter çikolata kötü kolesterol seviyesini düşürebilmektedir.Diyetisyen Özlem Sert Aydın
Domates
Yazın tazesini kışın salça olarak tüketitiğimiz domates içeriğindeki likopenden dolayı güçlü bir anti kanserojen ve kolesterol savaşçısıdır. Bilinmesi gereken domateste bulunan likopen, ısıl işlemle ve az miktarda zeytin yağı ilave edilerek tüketildiğinde etkisi artmaktadır.

Diyetisyen Özlem Sert Aydın

0 yorum

Strese dogal çözümler

En basit şekilde uyku düzensizliği ile başlayan sorunlar önlem alınmadığı takdirde anksiyete ve depresyona kadar gelişebilmektedir.
Çeşitli derecelerde stres sorunlarının tedavisinde kullanılan ilaçların bağımlılık yaratması ve çeşitli yan etkilerine karşılık, bitkiler güvenilir ve etkin çözümler sağlayabilmektedir.

Günümüzde her iki insandan birinin uyku sorunlarından şikâyetçi olduğu bildiriliyor.  Anksiyete ise özellikle gelişmiş toplumlarda ve büyük şehirlerde daha sık olarak karşılaşılan ve her beş insandan birinde görülebilen bir durum.

Gerek uykusuzluk ve gerekse anksiyete sorunlarında pasiflora (Passiflora incarnata), kediotu (Valerina officinalis), melisa (Melissa officinalis), papatya (Matricaria recutita) ilk akla gelen bitkisel çözümler olarak biliniyor.
Pasiflora çiçekleri güvenilir bir yatıştırıcı olarak sadece uyku ve anksiyete şikâyetlerinin tedavisinde değil, hastaların rahatlaması amacıyla madde ve alkol bağımlılarında yoksulluk şikâyetleri, astım ve histeri krizlerinde, menopoz şikâyetleri, yüksek tansiyon, kalp ritm bozuklukları gibi durumlarda da tedavi protokolleri içerisinde yer almaktadır.

Valerian ya da kediotu kökü hafiften orta dereceye kadar uykusuzluk sorunları ve anksiyete belirtilerinin tedavisinde yüzlerce yıldır başarı ile uygulanmaktadır. Özellikle gün içerisinde bile uygulandığında kişinin motor aktivitelerinde olumsuz etkileri bulunmaması önemli bir avantaj olarak görülmektedir.
Ancak köklerin hoş olmayan kokusu nedeniyle tek başına kullanılması tercih edilmemekte, diğer yatıştırıcı etkili bitkiler ile birlikte uygulanması önerilmektedir. Bu bakımdan güzel limonumsu aroması ile son derece güvenilir bir yatıştırıcı olan melisa (oğulotu) yaprakları ile karıştırılarak çay halinde verilmesi uygun olacaktır.


Diğer taraftan, piyasada melisa yerine –maalesef- limon otu (Aloysia triphylla) yaprakları pazarlandığından beklenen yararın sağlanabilmesi mümkün olamamaktadır. Bu bakımdan bitkisel ürünlerin güvenilir kaynaklardan satın alınması son derece önemlidir. Böyle bir karışımın içerisine gerçek papatya çiçeklerinin ilave edilmesi papatyanın hafif yatıştırıcı etkisinin yanı sıra spazmları çözücü ve yangı giderici özellikleri ile kişinin günün stresinden kurtulması ve rahatlamasını sağlayacaktır.  Diğer taraftan, gerçek papatya çiçeklerinin temin edilmesi de son derece önemlidir. Papatya çiçeklerine benzeyen bazı bitkilerin çiçeklerinin kullanılması ile zehirlenme vakaları (karaciğer büyümesi, karında şişme, karaciğer enzim değerlerinde bozulma) görülebilmektedir.

Kişilerin uykusuzluk sorunlarının tedavisinde yukarıda bahsedilen bitkilerin karışım halde çay halinde uygulanması yararlı olmaktadır. Burada önemli olan sorunun derecesine göre miktarın ayarlanabilmesidir.
Hafif şikâyetlerde akşam yatmadan 30 dakika önce içilecek çay etkili olabilirken, daha ağır vakalarda çayın miktarının artırılması gerekir.  Mesela, akşam yemeğinden sonra ve yatmadan 30 dakika önce birer bardak içilmesi, ya da daha ciddi durumlarda ikişer bardak içilmesi yararlı olabilmektedir. Beklenen yararın sağlanabilmesi için unutulmaması gereken husus kullanılan bitki materyalinin doğru, etkin ve kaliteli olmasıdır.

Prof.Dr. Erdem YEŞİLADA

0 yorum

Göz Altı Morlukları İçin Maske

Saglık dünyası ekibi olarak, bu yazımızda siz bayanların genel sorunu olan göz altı morluklarından nasıl kurtulacagınızı anlatıcagız.


Çay kürü

Özellikle zambak,papatya,ıhlamur ve lavanta çaylarının karışımından hazırlanan bitkisel kürler, gözlerde oluşan yorgunluk ve şişlik belirtilerini en alt seviyeye indirerek yüksek ölçüde etki saglamaktadır. Dogal yollar ile hazırlayacagınız bu özel karışım için birkaç demet ıhlamuru bir kasede bulunan sıcak suyun içinde yaklaşık 10 dakika süre ile beklettikten sonra sogumaya bırakın. Yumruk büyüklügünde bir pamugu sogutulmus olan çaya bandırarak göz kapaklarınızın üzerine masaj yapar gibi sürerek uygulayın. Bu işlemden yaklaşık 10 dakika sonra gözlerinizi yıkayın.

Göz altı torbaları için

1 su bardagı kaynatılmış suyun içine 1 yemek kaşıgı fındık yapragı ilave ederek yaklaşık 10 dakika kadar için bekletin. Bir süzgeç yardımı ile süzerek buzdolabında bekleterek sogutun. Sogutulmuş olan kabın içinde bekleyen karışımın içine iki parça pamuk bandırın ve göz çevrenizde oluşan torbaların üzerinde sabit kalıcak şekilde yaklaşık 10 dakika kadar bekletin.

Göz altı morlukları için

Papatya yada lavanta çayını hazırladıktan sonra sogumaya alın. 2 elinize pamugu alarak hazırlamış oldugunuz çayın içine batırarak göz çevrenize masaj yapar sekilde uygulayın.

Bir dip not olarak belirtilmesi gereken önemli ayrıntı ise 25 yasından sonra her bayanın göz kısımları için, hasarlı olsun yada olmasın kesinlikle krem kullanmasıdır.

Uzun arastırmalar sonucu göz kısımları için uygulanacak en iddalı yaglar arasında gelen avakado ve bugday yagı, haftada birkaç defa sıklık ile denenmelidir.

Göz altı morlukları için 

Orta boy bir kap içerisine 1 çay bardagı soya yagı,badem yagı ve avakado ilave edilerek birkaç dakika karıştırılır. İşaret parmaklarınızı kullanarak kapta bulunan bu karışımı göz kısımlarınıza masaj yapar gibi agır haraketler ile sürün. Bu özel karışımı gece yatmadan önce göz kısımlarınıza uygulayarak uykuya dalın ve sabah kalkınca yüzünüzü yıkayın.

0 yorum

Mutlu Olmak İçin Meditasyon

Mutlu olmak, acı ve üzüntüden uzaklaşmak için bir takım seçimler yaparız. Bir ilişkiden diğer bir ilişkiye, bir işten diğerine, bir şehirden diğerine gider, bizi eğlendireceğini düşündüğümüz elektronik aletlere para harcar, sevdiğimiz televizyon dizilerini takip eder, doğada zaman geçirir, sağlıklı beslenmeye önem verir, bize iyi geleceğine inandığımız spiritüel teknikleri deneyimleyerek mutlu olmanın yollarını ararız.

Mutlu olmayı istemenin yanlış bir tarafı yoktur. Ancak yaptığımız seçimler başta bizi mutlu etse de bir süre sonra mutluluk hissi yok olabilmektedir. Örneğin çikolatayı çok sevsek de bir kilo çikolatayı bir oturuşta yedikten sonra biri çikolata ikram etse çikolatayı yemeğe başladığımızdaki mutluluğu hissetmeyiz.  Bu ve benzeri örnekler bize mutluluğun duruma göre değişebileceğini göstermektedir.  Mutluluk duruma göre değişmemelidir, kalıcı olmalıdır.  

Peki, kalıcı mutluluk mümkün olabilir mi?
Bence bu sorunun yanıtı “ Evet” tir. Kalıcı mutluluğun anahtarı zihnimizin içindedir. Düşünceler, duygular, algılar, hatıralar hepsi zihnimizi oluşturur.  Zihnimizdeki düşünceler ne kadar net ve açık ise bir o kadar da sakin ve rahat hissederiz kendimizi. Zihni net olarak deneyimlememizi sağlayacak tek şey ise meditasyon yapmaktır.Meditasyon “aşina olma”, "tanıdık olma" şeklinde tanımlanabilir. Birisi bize karşı saygısızca ve hak etmediğimiz bir şekilde davrandığında çok üzülür hatta öfkelenebiliriz değil mi? Aslında üzgün ve öfkeli olmamızın sebebi negatif davranış ve duygulara aşina olmaktan kaynaklanmaktadır. Meditasyon yaparak negatif yerine daha fazla pozitife aşina olmayı, pozitifi kolay ve doğal bir şekilde hayatımıza almayı öğrenerek bize karşı saygısızca davranan kişi karşısında daha sakin ve sabırlı olmayı ve daha fazla sevgi ve şefkatte kalmayı başarabiliriz. Meditasyonla en zorlu ve acı dolu deneyimlerde dahi nasıl mutlu olunabileceği keşfedip günün birinde kendimizi tatminsizlik, öfke, endişeden tamamen arınmış olarak bulabiliriz.

0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI