işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

Kendi küçük ama derdi büyük hastalık

Ağızda kötü koku, dilde renk değişimi, diş çürüğünüz, dişlerde sararma varsa diş hekimine görünmenin vakti çoktan gelmişte geçiyor demektir.

Hisar Intercontinental Hospital Ağız ve Diş Sağlığı Bölümü Uzmanı Dt. Banu Okur Çakmakçı, en sık karşılaşılşan ağız ve diş sağlığı problemlerini anlattı.

DİŞ ETİ HASTALIĞI
Diş eti sınırı boyunca bakteri plağı birikmesi uzun süre orda kalması diş eti hastalıklarına yol açabilir. Gingivitis, dişeti hastalığının ilk aşamasıdır. Sigara kullanımı, kötü beslenme, stres, kötü ağız hijyeni nedeniyle oluşan diş eti hastalıklarının ilk belirtileri kırmızı, şiş ve kanamalı diş etleridir. Doğru ağız hijyeni ve tedaviyle diş eti hastalıklarından korunmak mümkündür.

PERİODONTİTİS (İLERLEMİŞ DİŞ ETİ HASTALIĞI)
Diş eti hastalıklarının ilerlemiş aşaması olan peridontitis diş eti enfeksiyonudur. Artan diş eti iltihabı tedavi edilmezse özellikle yetişkinlerde diş kaybının en önemli nedenlerinden biridir.

AĞIZ KOKUSU
Yiyecek artıkları diş çevresinde birikerek bakterilerin de yardımıyla kötü ağız kokusuna sebep olur. Sürekli kötü ağız kokusu veya ağzınızda kötü bir tat olması, devamlı ağzınızdan nefes aldığınızın, ağız kuruluğunun, dişeti hastalığının hatta diyabetin belirtisi olabilir. Ağız kokusu ile savaşmak için dil ve diş fırçalamak, bol su içmek, ağız kokusu yapan gıdalardan kaçınmak gerekir. Bütün bu önlemlere rağmen ağız kokunuz devam ediyorsa mutlaka diş hekiminize başvurun.

AFTÖZ ÜLSERLER
Çok bilinmeyen, küçük ama ağız içerisindeki ağrılı kabarcıklarla kendini gösteren aftöz lezyonlar, aşırı duyarlılık, enfeksiyon, hormonlar, stres nedeniyle tetiklenebilir. Hekim kontrolünde ilaç tedavisi ile iyileşir.

SİYAH KILLI DİL
Kremden kahverengiye değişen renklenme dil sırtında lokalize olur. Antibiyotik kullanımı, kötü ağız hijyeni, sigara, alkol, yoğun çay-kahve tüketimi nedeniyle dilin üzerinde yaşayan bakterilerin oluşturduğu bir hastalıktır. Dil siyah görünümlü ve tüylüdür. Etkenin ortadan kaldırılmasıyla dilin fırçalanmasıyla tedavi edilir.

COĞRAFİK DİL
Dilin içerisinde kendiliğinden oluşan irili ufaklı çatlakların görünümü haritaya benzer. Coğrafik dil zararsızdır, genellikle herhangi bir tedavi gerekmez. Acı varsa, ağrı kesici ve anti-enflamatuar ilaçlar yardımcı olabilir.

AĞIZ KANSERİ
Sigara kullanımı, güneşe aşırı maruz kalma gibi nedenlerle ortaya çıkan ve yüzde açıklanamayan uyuşma, ağız ve boyun ağrısı belirtileriyle kendisini gösteren ağız kanseri; çiğneme, konuşma ve yutkunmada zorluğa yol olabilir. Erken dönemde teşhis edildiğinde tedavi edilebilir.

TEMPROMANDİBULAR EKLEM RAHATSIZLIĞI
Tempromandibular Eklem Rahatsızlığı çene, yüz, kulak ve boyunda şiddetli ağrıya; diş sıkma, gıcırdatmaya neden olabilir. Ağız koruyucusu, ilaç tedavisi ve gerektiğinde ameliyatla tedavi edilir.

PAMUKÇUK
Candida mantarının neden olduğu pamukçuk bebekler ve daha yaşlı yetişkinlerde görülür. Zayıflayan bağışıklık sistemi, yoğun antibiyotik kullanımı, diyabet gibi nedenlerle tetiklenen hastalık ağrıya neden olarak özellikle bebeklerin beslenmesinde problem yaratabilir. Mutlaka hekime başvurarak kişiye uygun tedaviye başlamak gerekir.

DİŞ ÇÜRÜKLERİ, APSELER, RENK DEĞİŞİKLİĞİ
Düzenli diş hekimi ziyareti, günlük fırçalama ve diş ipi ile temizlik sayesinde dişlerinizi çürük, apse ve renk değişikliklerinden koruyabilirsiniz. Ancak dişiniz ağrıyor ve buna kulak ağrısı ya da ateş eşlik ediyorsa mutlaka diş hekiminize başvurun.

0 yorum

'Kadınlara özel' teknolojik kazalar

Kadınların en çok karşı karşıya kaldığı teknolojik kazaları araştırıldı. 

Kazaların büyük bir çoğunluğu, kadınların hiçbir zaman hayatlarından eksik olmayacak gereksinimlerinin çıkarmış olduğu hasarlardan oluşuyor. Çıkan sonuçlara göre masum sandığınız birçok kadınsı ürün, aslında birer teknoloji düşmanı olabilir.

Sizler de elektronik cihazlarınızın başına gelen garip kazalardan mustaripsinizdir. Hiç beklenmedik anda çıkan bu sorunlar can sıkıcı bir hâl alır. Genellikle kadınların başına gelen bu ilginç kazalara karşı daha dikkatli olmak istemez miydiniz? İşte kadınların başına en çok gelen teknolojik kazalar…

Bir kadının cep telefonuyla yaşadığı en ilginç ve en bilinen kazaların başında telefonunun tuvalete düşmesi geliyor. Teknokask verilerine göre %45 oran ile en çok karşılaşılan sorun bu. Böyle bir sorunla karşılaşmamak için telefonunu çantada taşımak akıllıca görünebilir. Ancak cihazınızın başına çantanızda neler gelebileceğinden henüz haberdar değilsiniz.

Çantanızdaki anahtarlarınız, bilezikleriniz cihazınızın ekranına hasar veriyor. %25 oranıyla en çok karşılaşılan ikinci sorun bu olurken, ekran üzerindeki koruyucu filme bile hasar verebilecek düzeyde çizilmeler oluşuyor.

Teknolojik cihazları çantanızda bekleyen diğer bir tehlike ise, fondöten ya da parfüm gibi kozmetik ürünler. Bu ürünlerin akma, sızıntı yapma durumlarında görülen hasarların oranı ise %20. Yani kadınlar bazen çok sevdiği makyaj malzemelerinin mağduru olabiliyor.

Teknolojik cihazlara zarar veren kozmetik ürünlerin arasında kremler de yer alıyor. Ellerinize narin bir yumuşaklık hissi vermek için sürdüğünüz krem, elinizden telefonunuzu veya notebookunuzu alabilir. Kadınların yaşadığı teknolojik kazalar arasında %10’luk bir dilime sahip olan bu sorun, krem sürdükten hemen sonra ele alınan ve yere düşürülerek hasar gören teknolojik cihazların da az olmadığını gösteriyor.


0 yorum

3 ayda alerji tedavisi artık mümkün

Avrupa ve Amerika'da 30 yıldır uygulanan, Türkiye'de ise yeni tanınmaya başlanan biorezonans tedavisi.

Egzama, astım, saman nezlesi, çölyak, besin-bahar ve toz alerjilerinin giderilmesinde yüzde 90'ın üzerinde başarılı sonuç veriyor. Biorezonans Uzmanı Dr. Sinan Akkurt iyileşme süresinin 10 - 12 hafta sürdüğünü açıkladı. Akkurt, en çok başvuruyu kaşıntı, kabarıklık, burun ve geniz akıntısı gibi şikayetleri olan hastalardan aldıklarını belirtti.

Biorezonans Uzmanı Dr. Sinan Akkurt'un verdiği bilgilere göre, tedavi alerji testi ile başlıyor. Testle hastanın kaç maddeye alerjisi olduğu saptandıktan sonra ana alerjenlere öncelik verilerek kişiye özel biorezonans tedavisi planı uygulanıyor. Haftada bir kez, yaklaşık bir saat süren seanslar sonunda ortalama 10 - 12 hafta içinde iyileşme sağlanıyor.

Biorezonans tedavisini Türkiye'ye tanıtan Dr. Sinan Akkurt, en çok başvuruyu yüzde 83'lük dilimle genel alerji başlığı altındaki kaşıntı, kabarıklık, burun ve geniz akıntısı gibi şikayetleri olanlardan aldıklarını söyledi. Bunu yüzde 8 ile alerjik astım, bronşit ve ürtiker hastalıklar izliyor. Tedavi, anne sütü dahil olmak üzere süt ve süt ürünleri tüketemeyen galaktozemi hastası bebeklere de uygulanabiliyor. Akkurt, başarılı sonuçlara bir örnek olarak çölyak tanısı nedeniyle askerden muaf sayılan, tedavi bittikten iki ay sonra askere kabul edilen 21 yaşındaki hastayı gösterdi.

Ağrısız, acısız ve yan etkisiz bir yöntem olan biorezonans tedavisi, insanların yaydıkları elektromanyetik frekansların özel bir cihazla anlaşılmasına ve hastalıklı dokulara yaydıklarının tam aksi yönde frekans yollayarak iyileştirilmelerine dayanıyor.

0 yorum

Kalıtsal meme kanseriniz olabilir

Günümüzde genetik alanında yaşanan gelişmeler, meme kanserine yatkınlığı belirleyen genlerdeki değişimlerin tespit edilmesine ve risk altındaki bireylerde kanser ortaya çıkmadan önlem alınmasına olanak sağlıyor. 

Kadıköy Şifa Ataşehir Hastanesi Meme Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Münire Kayahan kalıtsal meme kanseri teşhis ve tedavisi ile ilgili en önemli soruları yanıtladı!

Kalıtsal meme kanseri sık mıdır?
Zannedildiği kadar sık değildir. Kalıtsal meme kanserleri tüm meme kanserlerinin yaklaşık %10’unu oluşturur. Geri kalan grupta ise kanser gelişiminde çevresel ve kişiye özel faktörler rol oynar.

Kalıtsal meme kanserlerinin özellikleri daha mı farklıdır?
Meme kanseri sıklığı yaşla artar ancak kalıtsal kanserler genellikle erken yaşta ortaya çıkar. Kanserin genç yaşta görülmesi, iki memede birden olması, her iki yumurtalıkta ortaya çıkması, diğer kanser tipleri ile birlikte olması gibi durumlarda kalıtsal kanserler düşünülmelidir.

Kalıtsal meme kanseri gelişimi için kimler risk altındadır?
Yakın akrabalarda meme ya da yumurtalık kanseri tespit edilmesi, yakalanma yaşının 35 yaş altında olması, ailede erkek akrabada meme kanseri bulunması gibi durumlarda meme kanseri görülme riski artar.
Kalıtsal meme kanseri gelişme riskini belirlemede kullanılan genetik testi herkes yaptırmalı mıdır?
Hayır. Belirli risk faktörleri varlığında, test sonucuna göre doktor tarafından önerilecek koruyucu girişimleri kabul eden kişilerde uygulanması önerilir. Test sonuçlarının kişinin psikolojisi üzerine olan etkileri hafife alınmamalıdır.

Risk belirlemede en sık kullanılan genetik testler hangileridir?
BRCA1 ve BRCA2 genlerindeki mutasyonların meme ve yumurtalık kanseri gelişimi ile ilintili olduğu bilinmektedir. Kan örneği alınarak bu genler değerlendirilir. BRCA1 geninde mutasyon saptanması halinde bir kadının meme kanserine yakalanma riski %85, yumurtalık kanserine yakalanma riski ise %45-50 civarındadır. BRCA2 geninde saptanan mutasyonlarda ise meme kanserine yakalanma riski %40-45, yumurtalık kanserine yakalanma riski ise %15 olarak bildirilir. Ancak bu rakamlar hayat boyu riski belirler, kimse kanserin kaç yaşında ortaya çıkacağını öngöremez.

Meme kanseri gelişimine neden olan başka genlere ait mutasyonlar var mıdır?
BRCA1 ve BRCA2 dışında TP53, PTEN gibi başka genlerde oluşan mutasyonlar da meme kanseri gelişimine neden olabilir, ancak daha az sıklıkta. Çok sayıda geni analiz eden testler de vardır.
Genetik testlerde risk olmadığı görülürse meme kanserine kesin yakalanmayacağımız söylenebilir mi?
Genetik testlerin negatif çıkması halinde sadece kalıtsal meme kanserine yakalanma olasılığı büyük ölçüde ortadan kalkar. Kişi bu durumda genetik dışı nedenlerle edinilen meme kanseri için toplumdaki bireylerle aynı riske sahiptir.

Genetik test kimlere önerilir?
Ailede bir kişide BRCA1/BRCA2 gen mutasyonunun tespit edilmesi halinde diğer aile fertlerine test yaptırması önerilebilir. Bunun dışında kabaca söylemek gerekirse, erkek aile ferdinde meme kanseri olması, 45 yaş altında meme kanseri tanısı alan bir kişinin yakın akrabalarında meme, yumurtalık ya da karın zarı kanseri hikayesinin olması, meme kanserinin yumurtalık, karın zarı kanserleri ile birlikte görülmesi ve birbirinden bağımsız iki meme kanserinin aynı kişide tespit edilmesi gibi durumlarda belirli kriterler gözetilerek hekim tarafından genetik test önerilebilir.

Genetik meme kanseri gelişme riski belirlenen kişilerde nasıl bir yol izlenir?
Op. Dr. Münire Kayahan
Genetik testlerle risk belirlenmesi halinde cerrahi girişim önerilir. Bu amaçla her iki memenin çıkartılması (mastektomi) ve hastanın kendi dokuları ya da protez kullanılarak yeni meme yapılması (rekonstrüksiyon) işlemleri uygulanır. Protez kullanılacaksa mastektomi işlemi, meme cildi ve meme başı korunarak yapılabilir. Ancak bu durumda bırakılan dokularda gelişebilecek kanser nedeniyle risk sıfırlanamaz. Yumurtalık kanseri gelişimine karşı her iki yumurtalığın laparoskopik yani kapalı ameliyatla çıkartıldığı ooforektomi işlemi uygulanır.

Risk varlığında uygulanacak önlemler test öncesi konuşulmalıdır. Ameliyat istemeyen kişilerde test kararı alınırken, test sonuçlarının hastada yaratabileceği psikolojik sonuçlar iyi değerlendirilmelidir. Test yapılmamış fakat ailevi kanserler nedeniyle yüksek risk altında olduğu tespit edilen kişilerde yakın takip önerilir.

Test yerine yakın takibi tercih eden yüksek risk altındaki kişilerde nasıl bir yol izlenir?
Meme kanseri taramalarına normalde 40 yaşında başlanırken, genetik meme kanseri için yüksek risk altında olduğu belirlenen kişilerde uygun yöntem belirlenerek taramaya daha erken yaşta başlanır. Yakın akrabalarında meme, yumurtalık, erkek meme kanseri gibi kanserler varsa kadınların, yaş gözetmeksizin, bir meme cerrahına başvurarak risk analizi yaptırması ve takipte nasıl bir yol izleneceğinin belirlenmesi uygundur.

0 yorum

Neden boşanıyoruz?

Fransa’da boşanma davalarını hızlandırmak için hazırlanan yasa tasarısı, tüm dünyada sonrasında yaşanabilecek psikolojik sorunlarla ilgili tartışmaları da beraberinde getirdi. Peki, gerçekten ani bir kararla verilen ve kısa sürede sonuçlanan boşanma davaları bireylerin psikolojisini nasıl etkiler? 

Sorunun cevabını DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Klinik Psikolog Zeynep Zat verdi.

Fransa Adalet Bakanı Christiane Taubira’nın, mahkemelerdeki yoğunluğu azaltmak için anlaşmalı boşanmalara ilişkin yeni bir düzenleme hazırlatmaya başlaması yalnızca Fransa’da değil tüm dünyada yeni bir tartışma başlattı.

Boşanma sürecinin ardından
Aralarında anlaşan çiftlerin, hakimler yerine yetkili bir zabıt katibi tarafından boşanabilecek olmasının hukuk camiasındaki yankıları sürerken, düzenlemeyi yanlış bulanlar arasına psikiyatri dünyasından isimler de dahil oldu. Boşanmaların kolaylaşmasının aile kurumuna zarar vereceğini belirten pek çok uzman ani bir kararla, üzerinde düşünmeden dahil olunan boşanma sürecinin ardından gelecek duygusal çöküntülere dikkat çekiyor.

Peki, gerçekten de çok kısa bir zamanda sona erdirilme kararı alınan aile kurumunun üyeleri, boşanma süreci sonrasında nasıl etkilenir?

DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Klinik Psikolog Zeynep Zat, söz konusu vakayı Türkiye’deki örnekler üzerinden değerlendiriyor. Zat, “Türkiye’de boşanma sürecinden çiftlerin ve çocuklarının nasıl etkileneceği kişilerin özelliklerine bağlıdır. Yani, kısa sürede boşanmanın tüm çiftlere iyi ya da kötü geleceğini söyleyemeyiz “diyor.

Çiftlerin yasal mercilere başvurmadan önce boşanma kararı üzerine konuşup anlaşmaya varmasının ‘kolaylaştırıcı’ olabildiğine dikkat çeken Zat, “Ancak ani alınan karalar genellikle tek tarafın daha çok istediği, üçüncü kişilerin karıştığı durumlar oluyor. Boşanma ve boşanma sonrasındaki yaşam ile ilgili her iki tarafın da hemfikir olmadığı durumlarda boşanma sürecinin hızlı olması çiftlerden en azından birini olumsuz etkileyebiliyor” diyor.

Kararın nedeni önemlidir…
Çiftlerin boşanma kararını neden aldığı ve boşanmanın ne getireceğinin farkında olmalarının önemine de dikkat çeken Zat, “Boşandıktan sonra kimin hangi evde yaşayacağı, kişilerin görüşmeye devam edip etmeyeceği, çocukların kimde kalacağı, maddiyatın nasıl düzenleneceği gibi konularda eşlerin açık ve net bir tablo üzerinde anlaşması gerekir. Bu sağlandığında boşanma süreci çift, aileleri ve çocuklar için daha az hasar ile atlatılabilir bir hal alırken; sonrasındaki hayat ile ilgili belirsizlikler de ortadan kalkar. Dolayısı ile eğer boşanma kısa sürede gerçekleşecekse de önemli olan çiftin başvurudan önce tüm bunları düzenleyebilecekleri zamanı kendisine vermesidir” dedi.

Klinik Psikolog Zeynep Zat 
Boşanmanın çocuklar üzerindeki olumsuz etkisini en aza indirebilmek için bazı konulara özen gösterilmesi gerektiğini anlatan Zat, “Çocuklar söz konusu olduğunda boşanma sürecinin kısa yahut uzun olmasından daha önemli olan diğer bir nokta durumun çocuklara nasıl ve ne zaman söyleneceğidir. Çiftlerin arasındaki düzenlemeler netleştikten sonra çocuklar ile bu konuyu paylaşmak daha sağlıklı olur” diyor.

“Boşanma sürecinin ne kadar zaman alacağının çocuklar ile paylaşılması ve onların durumdan haberdar olması daha sağlıklıdır” diyen Zat: “Sonraki süreçte çocuğun kimi ne kadar süre ile göreceği, kiminle nerede yaşayacağı, akademik yaşamdaki düzeninin devamı gibi konularda çocukların görüşünün alınması ve bilgilendirilmesi gerekir. Boşanmadan sonra eş olmak sona erse de ebeveynlik sonsuza dek sürecektir. Çocuğun bunu bilmesi ve ‘yaşaması’ boşanmanın onun üzerindeki olumsuz etkiyi azaltmadaki en önemli kriterlerden biridir”.

0 yorum

‘Soluksuz kalmak’ uykuda öldürüyor

Eşiniz son zamanlarda çok şiddetli horladığınızı söylüyorsa, ne kadar uyursanız uyuyun yorgun uyanıyor ve gün içerisinde uyukluyorsanız uyku apnesi (uykuda solunum duraklamaları) yaşıyor olabilirsiniz.

Erkeklerde kadınlara göre 2 kat fazla görülen uyku apnesinin nedenlerini Hisar Intercontinental Hospital Baş Boyun Cerrahisi ve Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Tayfun Demirel’le konuştuk…

Yunanca’da ‘soluksuz kalmak’ anlamına gelen uyku apnesinin daha çok orta yaş üzerindeki erişkinlerde görüldüğünü belirten Op. Dr. Tayfun Demirel; ‘Obstrüktif Uyku Apnesi Sendromu uyku boyunca üst solunum yolunun tekrarlayıcı tıkanmaları ile karakterizedir. Buna genellikle kan oksijen düzeyindeki düşmeler eşlik edebilir. Diğer bir ifade ile hava yolu çeşitli seviyelerde tıkanır. Tıkayan faktörler üst solunum yolunu çevreleyen dokulardaki şişkinlikler, büyük bademcikler, büyük dil ve uykuda gevşeyen üst solunum yolu kaslarıdır. Diğer bir tıkanma noktası da burundur. Çenenin küçük olması ve üst solunum yolu yapısı da tıkanma yapabilir.

Tıbben ciddi kabul edilen tıkanmaya bağlı uyku nefessizliğinin toplum içinde yaygınlığı yüksektir. Uyku apnesi orta yaştaki kilolu erkeklerin hastalığıdır şeklindeki izlenim yanlıştır. Ayrıca hastaların 1/4'ü şişman değildir. Gerçekte şişman erkeklerin çoğu ve kilolu bayanların çok büyük bir kısmında apne yoktur. Kadınların en az %2'sinde ve erkeklerin %4'ünde görülür. Bu rakamlar hastalığın en az astım ve şeker hastalığı kadar yaygın olduğunu gösterir.’ açıklamasında bulundu.

Uyku Apnesi nasıl oluşur?
Tıkayıcı tipte uyku apnesi boğazdaki kasların havanın geçeceği alanı kapatacak şekilde gevşemesiyle oluşur. Bu kaslar yumuşak damağa, küçük dile, yutağa ve dile aittir. Kaslar gevşediğinde nefes alma sırasında hava yolu daralır ve bir süre için solunum durur. Bunun sonucunda kandaki oksijen miktarı azalır, beyin bu azalmayı algılar ve uyku derinliğini azaltarak hava yolunun tekrar açılmasını sağlamaya çalışır.

Uyku derinliğinin azalmasını takiben bazı kişilerde bir iki kısa derin nefes alma ile bazı kişilerde ise şiddetli horlama ve yutkunma sesleri ile solunum tekrar başlatılır. Bu durum bütün gece saatte 20-30 kere tekrarlayabilir ve sık derecede uyku apnesi olduğunda derin uykuya geçmek mümkün olmaz. Kişi bütün uykusunu solunum çabası içinde geçirir ve gündüz uyuma ihtiyacı duyar. Uyku apnesi olan kişiler genellikle uykularının bölündüğünün farkında değildir ve iyi uyuduklarını zannederler.

Bu Belirtiler Varsa Riskiniz Yüksek Olabilir!
• Kilo fazlalığı: Boynun kısa ve kalın olması boğazda hava yolunun daralmasına neden olur. Kilo fazlalığı nedeniyle boyun ve boğaz çevresindeki yağ dokusunun artması uyku apnesini şiddetlendiren önemli bir etkendir. Boyun çevresinin, yani gömlek yakası numarasının erkeklerde 43 cm'den, kadınlarda 40 cm'den fazla olması uyku apnesi için risk faktörüdür. Ancak uyku apnesi zayıf kişilerde de görülebilir.
• Büyümüş bademcikler ve geniz eti varlığı: Bademciklerin normalden büyük olması ve geniz eti bulunması daha çok çocuklarda görülen uyku apnesinin nedenidir; ancak bazen erişkinlerde de sorumlu olabilir.
• Boğazın dar yapıda olması: Bazı kişilerde boğazın şekli doğuştan dar yapıda olabilir.
• Erkek cinsiyet: Uyku apnesi erkeklerde kadınlardan 2 kat sık görülür. Ancak, kilo fazlası olan kadınlarda da sık görülebilir.

Yunanca’da ‘soluksuz kalmak’ anlamına gelen uyku apnesi daha çok orta yaş üzerindeki erişkinlerde görülüyor.

• Yaş: Uyku apnesi orta yaş üzerindeki erişkinlerde gençlere göre 2-3 kat daha sıktır.
• Alkol, sakinleştirici ve uyku ilaçlarının kullanımı: Bu maddeler boğaz kaslarının uyku sırasında gevşemesine neden olur.
• Kalp ve damar sistemi sorunları: Apne sırasında kandaki oksijenin ani düşmeleri kan basıncının artmasına, kalp ve damar sisteminin zorlanmasına neden olur. Uyku apnesi olan kişilerin hemen yarısında hipertansiyon vardır ve bu da kalp yetmezliği ile beyin kanaması riskini artırır. Kalp hastalığı olan kişilerde uyku apnesinin neden olduğu oksijen düşüşlerinin kalp krizine bağlı uykuda ani ölüm riskini artırdığı bilinmektedir.
• Gündüz uyuklama: Uykudaki bölünmeler nedeniyle derin bir gece uykusu mümkün olmadığında gündüz uyuklamaları, halsizlik ve sinirlilik görülür. Uyku apnesi olan kişiler işte çalışırken, televizyon seyrederken, okurken, otobüste ve hatta araba kullanırken uyuklayabilirler. Uyku apnesi olup araç kullanan kişilerde trafik kazası geçirme riski 3 ile 5 kat arasında yükselir. Çocuklardaki uyku apnesi genellikle okul başarısındaki düşme ile kendini gösterir.
• Başka nedenlerle yapılması gerekebilecek tıbbi tedavilerle ilgili sorunlar: Tıkayıcı tipte uyku apnesi olan kişilerde başka nedenlerle yapılması gerekebilecek ameliyatlarda genel anesteziyle ilgili solunum sistemi sorunları ile karşılaşılabilir.
• Eşle ilgili sorunlar: Uyku apnesi ile birlikte şiddetli horlama da varsa yatak partnerinin uyuyamaması; hatta oda değiştirmesi gibi sosyal bir sorun da ortaya çıkar.
• Beyin faaliyetleriyle ilgili sorunlar: Uyku apnesi olan kişiler unutkanlık; yorgunluk ve bezginlik, geceleri sık idrara çıkma ve impotans sorunları yaşayabilirler. Çocuklarda hiperaktivite ve dikkat bozukluğu sendromu görülebilir.

Nasıl Tedavi Olabilirim Diyorsanız…
Öncelikle bu belirtileriniz varsa hekiminizin detaylı muayenesinin ardından uyku testi olarak da bilinen Polisomnografi Testi yapılarak bu testin sonucuna göre hareket edilir. Bazı hastalarda kilo verme, alkol kullanmama, sigara ve kafein bırakma gibi davranışsal tedaviler yeterli olsa da bazı hastalarda CPAP (Hastanın gece boyunca burnunu tamamen kaplayan bir maske yardımıyla verilen pozitif basınçlı hava çökmüş hava yolunu açık tutarak hastanın tıkanmasını engeller) yöntemi kullanılır.

Çoğu hasta 1-3 aylık CPAP tedavisi ile birlikte kilo vererek hem tedaviye devamda motivasyon sağlaması hem de cerrahi tedaviye hazırlık anlamında fayda görür. Cerrahi tedavi çoğu vaka için en iyi tedavi şeklidir. Cerrahi tedavi ile hastanın hava yolundaki tıkayıcı unsurlar yeniden şekillendirilerek hava yolunun açılması sağlanır.

0 yorum

Sağlıklı ve Pürüzsüz Bir Cilt için Kayısı

Uzmanlar sağlıklı bir cilt için günde bir bardak kayısı nektarı ve kayısı suyu tüketilmesini öneriyor. 

Yapılan araştırmalar, her gün düzenli olarak içilen iki bardak kayısı nektarının vücudun günlük A vitamini ihtiyacının büyük bölümünü karşıladığını ortaya koyuyor.

Sağlıksız ve mat bir ciltten kurtulmak için günde bir bardak kayısı nektarı tüketilmesi gerektiğini belirten uzmanlar kayısı nektarının vitamin ve mineral açısından oldukça zengin olduğunu belirtiyor. Cildi mikrop ve mantarlardan koruyarak, cildin güzelleşmesini sağladığı bilinen kayısının nektarını içmek vücuttaki zararlı toksinlerin atılmasına da yardımcı oluyor.

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Neriman İnanç, cilt sağlığı için yeterli sıvı, antioksidan, vitamin ve mineralleri içeren besinlerin tüketilmesi gerektiğini vurguladı. Kayısı nektarının içinde bol miktarda potasyum, kalsiyum, demir ve A vitaminine dönüşebilen beta-karoten bulunduğunu söyleyen İnanç, kayısı mevyesi ve çekirdeğinin eski çağlarda cilt bakım ürünü olarak da kullanıldığı ifade etti.

İnanç “Kayısı nektarı içeriğinde bulunan beta-karotenler, vitamin ve mineraller açısından oldukça zengin bir gıdadır. Vücuttaki toksik maddelerin atılmasına yardımcı olan beta-karotenler, derinin tazelenmesini, canlı ve parlak bir görünüme kavuşmasını sağlar.

Ayrıca bir bardak kayısı nektarının içeriğinde yüksek A vitamini bulunmaktadır. Bu oran ile vücudun günlük ihtiyaç duyduğu A vitamininin yaklaşık yarısını (günlük ihtiyaç 5000IU iken 100 gram kayısıda 2700 IU bulunuyor) karşılamaktadır.

Kayısı nektarı tüm bunların yanı sıra içerdiği C vitamini ile de bağışıklık sisteminin güçlendirmeye yardımcı olur. Günde bir bardak kayısı nektarı içmek sağlıklı bir cilde ve dayanıklı bir bağışıklık sistemine kavuşmayı mümkün kılıyor” şeklinde konuştu.


0 yorum

Apandisit mi? Karın ağrısı mı?

Hisar Intercontinental Hospital’dan Çocuk Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Salih Somuncu, çocuklarda görülen karın ağrısının birçok nedenden kaynaklanabileceğini ve mutlaka dikkate alınması gerektiğini söyledi.

Hisar İntercontinental Hospital’dan Doç. Dr. Salih Somuncu, çocukların karın ağrısının yaşa göre değişebileceğini ancak genel olarak karın ağrısının sebeplerinin dahili ve cerrahi olarak iki ana gruba ayırılabileceğini söyledi. Doç. Dr. Somuncu, karın ağrısıyla sık karşılaştıklarını genellikle dahili nedenlerden kaynaklandığını ifade ederek, “Örneğin bir mide barsak enfeksiyonu karın ağrısıyla kendini gösterir. Kusma ya da ishal daha sonra eklenebilir. Bu da önemli bir karın ağrısı nedenidir ve çok sık karşılaştığımız bir durumdur. Bunun dışında parazitler de karın ağrısı yapar. Parazitlere bağlı karın ağrısı genelde kroniktir anlık değildir.

Dahili karın ağrısı nedenlerinden biri de idrar yolu enfeksiyonudur. Özellikle çocuk böbreği ve mesanesiyle ilgili bir sorunu tanımlayamayacağından bu dışarıya karın ağrısı gibi yansır. Bu tür sebebi ortaya çıkarılamayan kronik karın ağrılarında da mutlaka bir idrar tahlili yapılmalıdır. Diğer bir karın ağrısı nedeni de çocuklarda kronik kabızlıktır. Dahili nedenlerden kaynaklanan karın ağrıları, genelde anlık değil; uzun süreli ağrılardır” dedi.

Öncelikle Karın Ağrısının Nedenini Belirleyin!
Doç. Dr. Salih Somuncu, cerrahi karın ağrısı ile karıştırılabilecek karın ağrılarının başında genetik bir hastalık olan ve ailede başka bireylerde de görülebilen Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF)’nin geldiğini hatırlatarak, “Ailevi Akdeniz Ateşi kendisini öncelikle karın ağrısı ve yüksek ateşle gösterir. Muayene sırasında o kadar şiddetli akut karın bulguları verebilir ki zaman zaman cerrahi karın bulgularıyla karıştırılabilir. Çoğu zaman bu hastalar apandisit nedeniyle yanlışlıkla ameliyat edilebilir. En doğru tanı genetik tanıma testleridir. FMF tanısı koyulmuş ise uygun tedaviyle çok kısa sürede cevap alınabilir” diye konuştu.

Apandisit mi? Karın ağrısı mı?
Doç. Dr. Somuncu, cerrahi karın ağrılarında erken tanı ve tedavinin çok önemli olduğuna işaret ederek, şunları söyledi:

“Cerrahi karın ağrısının en sık nedeni akut apandisittir. Apandiks ince barsakla kalın barsağın birleştiği bölgede kör barsak şeklinde sonlanan bir organdır. Çocuklarda boyu uzun ve çapı dardır. O yüzden biraz daha çabuk klinik bulgu verir. Apandiksin bir nedenden dolayı tıkanması ile bulgularını gösterir. Bu sıklıkla bir lenf bezesinden kaynaklanabileceği gibi taşlaşmış bir gaitadan, parazitten ya da dışarıdan alınan yabancı bir cisimden bile kaynaklanabilir. Normalde apandiks kör barsak olduğu için iç salgılarını kalın barsağa boşaltır. Tıkanma nedeniyle boşaltma gerçekleşemeyince bir süre sonra şişmeye başlar. Enfeksiyon oluşturmayan non patojen bakteriler enfeksiyon üretir hale gelir. Barsağın iç tabakasından başlayarak kas tabakasına daha sonra da dış tabakasına ulaşarak tüm bölgeyi ilgilendiren bir enfeksiyon ortaya çıkar. Zayıf bulduğu bir noktadan da patlar. Halk arasında apandisit patlaması dediğimiz durum budur.”

Barsak Düğümlenmesi İlkbahar Mevsiminde Daha Fazla Görülüyor…
Doç. Dr. Somuncu, halk arasında barsak düğümlenmesi olarak bilinen barsağın bir şekilde tıkanmasının da karın ağrısı sebebi olduğunu dile getirerek, “Barsak düğümlenmesinde karın ağrısı çok şiddetlidir. Bunun önemli nedenlerinden biri de bağırsağın iç içe girmesidir.” dedi. Sıklıkla ince bağırsağın kalın bağırsağın içine doğru girdiğini ve ağrı anında çok şiddetli bir kıvrandırıcı ağrı ile karşı karşıya kalınabileceğini anımsatan Doç. Dr. Somuncu, şunları söyledi: “Bu ağrının sonrasında kusma ve karın şişliği başlar. Bir süre sonra da kanlı gaita eşlik eder. Barsak düğümlenmesi her yaş grubunda olmakla birlikte 9-12 aylardaki çocuklarda daha fazla görülebilir.

Barsak düğümlenmesinin mevsimsel bir özelliği vardır. Çünkü bağırsağın iç içe girmesi için uyarıcı bir nokta gerekir. Bu uyarıcı nokta çocuklarda sıklıkla ince barsak kök ve duvarlarındaki küçük lenf nodlarıdır. Bu lenf nodları da genellikle üst solunum yolları enfeksiyonlarından sonra olur. Barsak ya da solunum yolları enfeksiyonlarından bir hafta 10 gün sonra hasta bize bağırsak düğümlenmesi ile gelebilir. Aynı şekilde apandisit de üst solunum yolları enfeksiyonlarının sık olduğu ilkbahar ve sonbahar mevsiminde daha sık görülür. Barsak düğümlenmesinin tedavisinde eğer klinik bir bulgu olmamışsa 5 cm’ye kadar ameliyatsız takiple tıbbı tedavi edebiliriz. Ama sebat edip 5 cm üzerine çıkmışsa ve barsak kangreni riski varsa o zaman cerrahi müdahale yapıyoruz.”

0 yorum

Kalp sağlığınız için uyuyun

Sağlık… Hepimizin çok önemli olduğunu vurguladığımız ama gerçekte en çok ihmal ettiğimiz yanımız… Özellikle de sağlık problemleriyle hastaneleri ziyaret etmek zorunda kalmadığımızda…

Sağlıklı bir yaşamın sağlıklı yaşam tarzını seçerek başladığını, Hisar Intercontinental Hospital Kardiyoloji Bölümü Uzmanı Dr. Fatih Gümüşer ile konuştuk…

Modern şehir hayatının karmaşasında kalp sağlığının giderek daha da önemli bir hale geldiğini dile getiren Uzm. Dr. Gümüşer; ‘Türkiye’de ve dünyada ölümlerin birinci nedeni kalp damar hastalığından meydana gelmektedir ve sağlıksız beslenme, stres, hava kirliliği, sigara gibi nedenlerle bu oran gittikçe artmaktadır.

Genetik faktörler, yaş ve cinsiyet haricinde tüm kalp damar hastalığı risk faktörleri düzeltilebilir ve bu ölümler azaltılabilir.’ diye konuştu.

Kalp Sağlığınızı Korumak Elinizde…

• Egzersizi hayatınıza dahil edin. Günlük aerobik egzersizler kolesterol ve kan basıncınızı düzenler, şeker hastalığından korur, kalp krizi riskini düşürür. Kendinizi daha mutlu hissetmenizi sağlar, uykunuzu düzenler, kilo vermenize yardımcı olur. Haftada toplam olarak 2,5 -5 saat orta şiddette tempolu yürüyüş, bisiklet, yüzme, kayak gibi egzersizler yapın. Bunu günlük olarak da, birkaç güne de bölerek de yapabilirsiniz. Yaptığınız egzersizin süresi ne kadar artarsa riskiniz o kadar azalır.

• Diyet alışkanlıklarınızı düzenleyin. Sağlıklı bir kalp için sebze, meyve gibi potasyumdan zengin gıdaları ve tahıl, kuru baklagil tüketiminizi artırın. Kırmızı et yerine beyaz eti tercih edin.

• Kolesterolünüzü ölçtürün. 40 yaşın üstünde tüm sağlıklı bireylerin 5 yılda bir kolesterol düzeylerini ölçtürmesi gerekir.

• Tansiyonunuzu ölçtürün. Sağlıklı kişilerin yılda en az bir kere tansiyonunu ölçtürmesi gerekir. Çünkü yüksek tansiyon sinsi bir hastalıktır, çoğu zaman hiçbir belirti vermez.

• Stresi azaltın. Stres vücutta adrenalini artırarak kronik olarak kalp hızınızı ve tansiyonunuzu yükseltir. Yoga, meditasyon, solunum egzersizleri ile stresin vücudunuzdaki etkilerini mümkün olduğunca azaltmaya çalışın.

• Günde 6-8 saat ve kaliteli uyuyun. Kaliteli bir uyku tansiyonunuzu düzenler, düzensiz kalp ritmi olasılığını azaltır. Uykusu düzenli kişilerin kalp krizi ve kalp yetersizliği riski daha düşüktür. Her gün aynı saatte yatıp aynı saatte kalkmaya gayret edin. Gece horlama ve solunum durmalarınız varsa mutlaka bir uzmana başvurun.

• Yatmadan önce yağlı ve ağır yemeklerden kaçının, çay, kahve, kola gibi kafein içeren içecekleri tüketmeyin.

• Fazla kilolarınızdan kurtulun: Beden kitle indeksi; vücut ağırlığının boy uzunluğunun karesine bölünmesiyle elde edilir. Sağlığınız için bu indeksin 19-25 arasında bir değer olmasına dikkat edin.

• Sigaradan uzak durun. Sigara içiyorsanız kendinize bir tarih belirleyin ve o gün sigarayı bırakın, bunun için çevrenizden destek isteyin. Belirlediğiniz tarihin özel bir gün olması motivasyonunuzu artıracaktır.

• Yemeğe bakmadan tuz dökenlerdenseniz bundan hemen vazgeçin. Günlük önerilen tuz miktarı en fazla 5 gr (1,5 çay kaşığı)’dır.

• Tatile gitmeyi aksatmayın. Çalışmalar göstermiştir ki düzenli tatile giden kişilerde kalp hastalığı daha az görülür.

0 yorum

Yaz aylarında varisten koruyan 7 öneri

Kadınlarda erkeklere oranla çok daha fazla görülen varis, en sık rastlanan damar hastalıklarından biridir. Yaz aylarında artış gösteren ve gün yüzüne çıkan varisler, bir estetik problemi olarak görülürken, tedavi edilmediğinde önemli bir sağlık sorununa dönüşebilir. 

Memorial Hizmet Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü Bölüm Başkanı Prof. Dr. Harun Arbatlı, varis ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

Güneş altında değil denizde vakit geçirin

Varis şikayeti olanlar için en zor dönemler yaz mevsimidir. Bu aylar, hem sıcaklık hem de tatil sezonları olması nedenleri ile özellikle varisleri olan kişileri rahatsız eder. Varisler için genellikle bu aylarda çare aranarak daha sık doktora başvurmak gerekmektedir. Yaz aylarında güneş ışınları cildin üst tabakalarını zayıflatır, cildin nemini kaybetmesine yol açmaktadır. Bu iki etki cildin elastikliğini azaltarak, alt tabakadaki venlerin hareket kabiliyeti engellemektedir. Böylece venlerdeki kan akışı yavaşlamakta ve göllenme oluşmaktadır. Bunların yanısıra yüksek ısıya maruz kalan kan damarları genişlemekte, venlerin içindeki kapakçıkların daha fazla stress altında kalmasına sebep olmaktadır Sonuçta varisler ve örümcek ağı tarzında kılcal damarlar belirgin hale gelmektedir.

Varis tedavisi için en ideal zaman sonbahar ve kış aylarıdır

Yaz aylarının sonuna gelirken, varisleri olanlar için rahatlama dönemi başlamaktadır. Ancak tekrar yaz ayı geldiğinde varisler kartopu gibi artacak, büyüyecektir. Bu nedenle sonbahar ve kış ayları varisler için çare aranması gereken dönemlerdir. Varis tedavisi için uygulanan tüm işlemler sonrasında belli bir süre kompresyon bandajları ve varis çorapları kullanmak gerekmektedir. Ayrıca yapılan küçük cerrahi kesilerin ya da "skleroterapi" işlemleri sırasında oluşan küçük morlukların iyileşmesi için en az 6 haftalık bir süreye ihtiyaç vardır. Bu nedenlerle yaz aylarında varis tedavisi konfor açısından çok zordur. Gündelik yaşantımızda kesinti ve güçlükler yaşamamak için varis tedavisinin yapılması için en ideal zamanlama sonbahar ve kış mevsimleridir.

Yaz aylarında varisten koruyan 7 öneri;

* Yüksek koruma faktörü içeren güneş kremleri kullanılmalıdır.

* Uzun süre güneş altında kalmayı gerektiren durumlarda uygun giysiler ile bacaklar güneşten korunmalıdır.

* Özellikle serinletici türden egzersizler seçilmelidir. Yüzme va akşam serinliğinde yapılan yürüyüşler son derece faydalıdır.

* Topuklu ayakkabılar yerine spor ayakkabı ya da rahat sandaletler tercih edilmelidir. Böylece bacak adalelerinin kanı pompalayıcı etkisi artar.

* Bol su içilmelidir. Su cildin kaybettiği nemi karşılayabilmesi için çok önemlidir. Ayrıca ciltte biriken toksik maddelerin uzaklaşmasını kolaylaştırır, elastik yapıyı korumaktadır.

* Antioksidan özellik taşıyan "Diosmin" ve "Hesperidin" içeren turunçgiller, baklagiller ve diğer yeşil sebzelerde bol miktarda tüketilmelidir. Bunun için bir beslenme ve diyet uzmanından destek alınabilir.

* Oluşan varisler için en kolay tedavinin erken yapılan tedavi olduğu unutulmamalıdır.

0 yorum

Öğle arası çocuk sahibi nasıl olunur?

İş hayatının ağır koşullarının altında çocuk sahibi olmak için tüp bebek merkezine uğrayamayanlara müjdeli haber geldi. “Konforlu Tüp Bebek” tedavisi ile artık çocuk sahibi olmak çok daha kolay. 

Eurofertil Tüp Bebek Merkezi Medikal Direktörü Dr. Hakan Özörnek, konforlu tüp bebek yönteminin 10-12 gün içerisinde sonuç verdiğini ve hastanın tüp bebek merkezinde harcadığı zamanın 2-3 kez 30’ar dakika olduğunu söyleyerek, “Kadınlar günlük hayatlarını etkilemeden öğle arası çocuk sahibi olabilir” dedi.

Gerek tüp bebek konusunda bilginin artması gerekçe ilaç teknolojisindeki gelişmeler tedavi şekillerinin değişmesine neden oluyor. Bu gelişmerden faydalananların başında ise hastalar geliyor. Hastalar artık daha kısa sürede ve tüp bebek merkezinde daha az vakit geçirerek çocuk sahibi olabilecek.

Konforlu Tüp Bebek isimlii yöntemle ilgili bilgi veren Eurofertil Tüp Bebek Merkezi Medikal Direktörü Dr. Hakan Özörnek, daha az ve sadece derialtı iğneler kullanarak, neredeyse hiç kan almadan, daha az yan etkili ve en önemlisi daha az stresli bir tedavi imkanının bulunduğunu açıkladı.

Dr. Hakan Özörnek, tedavi boyunca hastaların mümkün olduğunca hayatlarını etkilememeye çalıştıklarını ifade ederek, şöyle dedi: “Bir anlamda konforlarını hiç bozmuyoruz. Bu yöntemde ilaç dozları azaltılıyor. Yüzde 60 daha az enjeksiyon yapılıyor. Enjeksiyorlar derialtına yapılıyor. Tedavi süresinde 2-3 kez klinik randevusu alınması yeterli oluyor. Az ilaç kullanarak yapılan bu tüp bebek tedavisine ‘Konforlu tüp bebek’ diyoruz.”

Dr. Hakan Özörnek, bu yöntemin 38 yaşın altındaki yumurtalık kapasitesi yeterli, boy-kilo oranı normal sınırda olan hastalara yapılabildiğinin altını çizerek, “Konforlu tüp bebek gebelik oranlarını düşürmez. Bu yöntem dünyada yeni yeni yaygınlaşmaya başladı. Türkiye’de de henüz az sayıda iyi laboratuvara sahip tüp bebek merkezinde uygulanıyor” dedi.

0 yorum

Aşırı terleyenlere pratik öneriler

Terleme insanlarda doğal olarak görülen bir durumken, aşırı terleme büyük sorunları beraberinde getirmektedir. Özellikle ter bezlerinin fazla çalışmasına bağlı olarak deri yüzeyine salınan terin artması sonucu, kişide gündelik yaşamı etkileyecek derecede fazla ve rahatsız edici terleme görülebilir. Bu soruna karşı çok değişik terleme tedavisi şekilleri uygulanabilir.

Superplast Estetik Cerrahi Merkezi’nden Op. Dr. Coşkun Levent Taşçı terleme tedavisinde en son yenilikleri paylaştı.

Ter miktarı kişiden kişiye göre değişebildiği için aşırı terlemenin tanısı ve değerlendirmesi çoğu kez zordur. Terin salgılanması insanlarda sinir sisteminin çalışması ile doğru orantılı olup, aşırı terleme toplumun yüzde 1'inde karşılaşılan bir sorundur. Bu durumun tedavisi ise yeni geliştirilen yöntemlerle artık mümkün.

Superplast Estetik Cerrahi Merkezi’nden Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Coşkun Levent Taşçı, terleme tedavisiyle ilgili şu bilgileri aktarıyor:

“Aşırı terlemenin en önemli nedenleri arasında stres, değişik uyaran ilaçlar (emetikler, insülin), tiroid bezinin aşırı çalışması, böbrek üstü bezinde görülen hastalıklar, menopoz, hipoglisemi, şişmanlık, bazı kanserlerin tedavisinde kullanılan ilaçlar ve hormonlar yer alır. Sistemik hastalıklardan diyabete ve kalp yetmezliğine kadar pekçok sağlık sorunu da bu tür terlemeye yol açabilir. Pratikte en çok görülen terleme şekli; strese bağlı olan ve özellikle avuç içi, ayak tabanı, koltuk altı ve daha az olarak da yüz ve kasıkta terleme yapan tiptir.

Terleme olan bölgelerde bakteri üremesi kolaylaşacağı için aşırı terleme kokuya da neden olur ve kişinin fiziksel ve sosyal hayatını negatif yönde etkiler. Bu gibi durumlar özellikle ellerde, ayak tabanında, yüzde ve gövdede oluşabilir, böylece kişinin terlemesi ile stres arasında kısır bir denge oluşur. Stres durumu ile birlikte bu bölgelerde hızlı bir terleme gözlenir. Bu soruna karşı çok değişik terleme tedavisi şekilleri uygulanabilir:

- Hastanın beyaz renkli, hafif, pamuk elyaf içeren giysiler ve çoraplar giyilmesi tavsiye edilir.

- Bölgeye yönelik kurutucu pudra ve solüsyonlar kullanılması tavsiye edilir. Pudralar nemi alıp, bölgenin kurumasını sağlayabilir ve antiseptik ilaçlar ikincil enfeksiyonun yerleşmesini engelleyebilir.

- İyontoforez: Özellikle ellerdeki, ayaklardaki ve koltuk altı bölgesindeki aşırı terlemede kullanılan bir yöntemdir. Sık tekrarlanması gereken bu yöntemle, bölgesel, hafif ve orta derecede terlemesi olan hastalarda oldukça iyi cevap alınıp, 1 – 3 aylık iyileşme dönemleri sağlanabilir.

- Botoks ile terleme tedavisi: Özellikle el içi, ayak tabanı ve koltuk altı terlemesinde kullanılan bir ilaçtır. Bu yöntem ter bezlerini çalıştıran sinirlerin faaliyetlerini azaltarak terlemeyi birkaç kat azaltır ve ortalama etki süresi 8 – 10 aydır. El içi, ayak tabanı ve koltuk altındaki terlemeye karşı botoks uygulamaları oldukça pratik bir şekilde uygulanır. Son derece ince uçlu, insülin enjektörü vasıtasıyla problemli olan bölge içine botoks ilacı enjekte edilir, aşırı bir acı hissi duymadan, tedavi için defalarca zaman ayırmadan ve cerrahi herhangi bir bakıma gerek kalmadan ortalama 10 – 12 ay boyunca hem terlemenin miktarı oldukça azalır, hem de terin rahatsız edici kokusundan kurtulunur.

Botoks, bu bölgede aşırı çalışan ter bezlerinin ve kasların istenmeyen hareketlerini etkilediğinden, terleme sorunu da giderilmiş olur. Bugün ülkemizde bilinçli, eğitimli ve tecrübeli binlerce hekim tarafından uygulanan bu yöntem ile oldukça yüz güldürücü sonuçlar alınmaktadır. Hem kadın hem de erkeklerde, birçok yaş grubunda tercih edilebilecek bu yöntem, sadece bu konuda bilinçli uzman hekim tarafından uygulanmalıdır.”

0 yorum

'Hayır' diyemeyenlere öneriler

Siz de hayır diyemeyenlerden misiniz? O zaman haberimiz tam size göre. Hayır diyememenin insanlarla kurulan bağın zayıflaması endişesinin bir sonucu olabileceğini belirten Üsküdar Üniversitesi Etiler Polikliniği Psikiyatristi Yrd.Doç.Dr. Alper Evrensel yapısal bir sorun olarak değerlendirdiği “hayır diyememek” hakkında şu bilgileri veriyor.

“Neden "hayır" demekte sorun yaşarız? Kabul etmek ve reddetmek ne zaman öğrenilir? Belli bir yaştan sonra düzeltme ihtimalimiz var mıdır? Hayır diyememek bir hastalık mıdır ve başka psikolojik rahatsızlıklarla ilgisi var mıdır? Yrd.Doç.Dr. Alper Evrensel hayır diyememenin yapısal bir sorun olduğunu ve depresyon belirtisi alabileceğinin altını çizdi.Evrensel yaptığı değerlendirmede şöyle konuştu;

“Hayır” Demek Güçlü Bir İrade Gerektirir
“Çevremizdeki insanlar talepte bulunduğunda bu talebi karşılayıp karşılamamak arasında kararsız kalabiliriz. Hayır demek güçlü bir irade gerektirir. Eğer talebin karşılanamayacağını belirtirsek ilişkinin yara alacağı endişesi duyarız. Çevremizi kuşatan insanların sadece taleplerini karşıladığımızda bizimle iletişimlerini sürdüreceklerini, eğer talebi karşılamaz ve hayır dersek ilişkinin bitebileceğini düşünebiliriz. İnsanlarla kurulan bağın zayıflaması endişesi özellikle bağımlı yapıdaki kişiler için büyük bir endişe kaynağıdır. Bağın sürmesi adına hep evet diyerek sürekli ödün vermek zorunda kalırlar. Sonrasında yaşadıkları mağduriyet nedeniyle çok üzülürler ama bu döngüden bir türlü kurtulamazlar.

Güçlü bir iradenin temelleri çocuklukta atılır. Çocuğun özerklik duygusu kendiliğinden gelişme gösterir. Bu süreçte ana-babasının tutumları bu özerklik eğilimini engelleyecek tarzda olursa çocuk bağımlılaşır. Zira bağımsızlaştığında yani anne babasının beklentileri tersine hareket ettiğinde anne babasını kaybedeceğinden korkar. Eğer anne babası da çocukları kendi istediği gibi davrandığında onu ödüllendirir, davranmadığında da cezalandırırsa bu eğilim pekişir. Çocuk büyüdüğünde anne ve babası ile kurduğu ilişkinin benzerlerini diğer insanlarla da kurmaya başlar. Onları hoşnut etmek için kendisi hoşnutsuz olmayı tercih eder. Sırf o insanlar ilişkiyi koparmasın, surat asmasın, küsmesin diye sürekli kendisinden maddi-manevi ödün verir. Borç istendiğinde geri çeviremez. Yardım talep edildiğinde karşı koyamaz.

“Hayır” Diyememek Hastalık Değil, Yapısal Bir Sorundur
“Hayır” diyememek hastalık değildir; yapısal bir sorundur. Hastalık olsaydı bir ilaç tedavisi ile yok edilebilirdi. Bağımlı yapıdaki kişilerde ortaya çıkan bir sorundur. Depresyonun belirtileri arasında da yer alabilir. Depresyondaki insanlarda inisiyatif kaybı olur. Kolaylıkla yönlendirilebilirler. Cep telefonu dolandırıcıları bağımlı yapıda ve depresyondaki kişileri kolayca ağına düşürebilmektedirler. Bazı tehditlerle korkular uyandırılarak sanki hipnotize edilmiş gibi konutlara uyması sağlanabilir.

“Hayır” ve “Evet” Diyeceğimiz Zamanları Nasıl Ayırabiliriz?
“Hayır” veya evet deme kararı irademizle ilgilidir. İrade her zaman baskı altındadır. Dürtülerin ve aklın yönlendirmeleri karşısında gerçekliği de gözeterek bir karar vermek durumundadır. Bu karar içinde bulunulan şartlara göre netleşecektir. Karar verirken içsel ve dışsal bütün dengeler mümkün olduğunca gözetilmelidir. Karar neticesinde de mümkün olduğunca az çatışma yaşanmalıdır. Bazen içsel-dürtüsel talep çok güçlü olabilir. Normalde çok iradeli, makam mevki sahibi bir insanın kendi nefsinin taleplerine hayır diyemediği de olur. Otokontrol duygusu gelişmiş, özerk, bağımlı olmayan bir yapı ancak çocukluktan itibaren bilinçli anne babanın yardımı ile gelişebilir. Eğer erişkin yaşamda bu sorunlar saptanırsa tedavi ile güçlü bir irade geliştirilebilir.

Tedavi Gerekir mi?
Hayır diyememek eğer depresyondan kaynaklanıyorsa tedavisi ile de ortadan kalkar. Yapısal sorunlar ise ancak terapi ile yok edilebilir. Yıllar boyu hayır diyemediği için depresyona giren kişiler de vardır. Bu kişilerde hem ilaç tedavisi hem de terapi birlikte uygulanmalıdır. Eğer ilaçla depresyonu tedavi eder ve suni bir iyilik hali yakalanır, zemindeki kişilik yapısına müdahale edilmez ise tedavinin ardından yine aynı tablo karşımıza çıkacaktır.

“Hayır” diyemeyenlere 5 öneri
1. Dürtülerinizin (nefsinizin) ne dediğine kulak vermelisiniz.
2. Mantığınızın ve vicdanınızın ne dediğine kulak vermelisiniz.
3. Dış dünyanın ne dediğine kulak vermelisiniz.
4. bütün bu sesleri duyduktan sonra en doğru kararı verip iradenizle bu kararı uygulamalısınız.
5. Eğer kararınız hayır değilse ve içinizde büyük bir sıkıntı hissediyorsanız bir psikiyatristten yardım talep etmelisiniz. “

0 yorum

Dar ve idialı kıyafetler giyebilirsiniz

Kadınların özellikle hamilelik sonrası düz bir karına sahip olmak için bıçak altına yattıkları karın germe operasyonu sadece estetik bir görünüş kazandırmakla kalmıyor kalp krizi riskini de azaltıyor. 

Esteworld Plastik Cerrahi Hastanaler Grubu’ndan Op. Dr. Tamer Şakrak, özellikle 40 yaşın üzerindeki insanların kalp krizi riskinin bel çevresi ile doğru orantılı arttığını söyleyerek, “Bu nedenle karın germe ameliyatı 40 yaş üzeri hastalarda kalp krizi geçirme riskini direk olarak azaltmaktadır” dedi.

Kadınların hamilelik sonrası kurdukları hayallerinin başında yeniden düz ve estetik bir karına sahip olmak geliyor. Ancak karın duvarının direncini ve estetik duruşunu sağlayan kaslar, hamileliğin son aylarında karnın aşırı büyümesi ile oluşan gerilime dayanamayarak birbirinden uzaklaşıyor. Tekrarlayan gebelikler sonrası ise karın ön duvarı tüm direncini yitirmiş oluyor.

Doğum sonrası kadınlar ideal kilolarına kavuşmuş olsa bile karın sarkması, yemek sonrası hazım problemleri, şişkinlik hissi gibi problemlerle karşılaşabiliyorlar. Karın duvarının yeterli direnci gösterememesi de midenin rahatlıkla genişlemesine ve devamlı kilo almaya yol açıyor. Bu durumda kadınların tekrar düz ve estetik bir karına sahip olmasını engelleyebiliyor.

4 beden incelebilirsiniz

Op. Dr. Tamer Şakrak, hamilelik sonrası kadınların karın germe operasyonu ile yeniden düz ve estetik bir karına sahip olabileceklerini söyledi. Karın germe operasyonu ile karnın üst ve yan taraflarındaki yağ dokularının liposuction yöntemi ile çekildiğini belirten Op. Dr. Şakrak, “Daha sonra karın altına sarkmış olan fazla cilt ve cilt altı doku çıkarılarak gergin bir karın cildi elde edilir. Karın ön duvarında deforme olan kaslar plikasyon yöntemi ile birbirine yaklaştırılarak, iç karın olarak bilinen bölgedeki doğuma bağlı deformasyonlar giderilir” dedi.

Op. Dr. Tamer Şakrak, operasyon sonrası hastaların 2 beden inceldiklerini vurgulayarak, şunları söyledi: “Takip eden süreçte hastaların sadece karbonhidrattan uzak ve sıvı ağırlıklı beslenirler ile 2 beden daha incelmeleri hayal değildir. Öncelikle karın germe ameliyatı sonrası hastanın belli bir diyet programına uyması çok daha kolaydır. Çünkü ameliyata bağlı fiziksel değişim hastayı ileri derecede motive etmektedir. Karın duvarına yapılan plikasyon mideyi önden sıkıştırmakta, mide eskisi gibi rahat genişleyememekte ve dolayısıyla doyma hissi çok daha çabuk ortaya çıkmaktadır. Son olarak da önceki kiloları nedeniyle hareket zorluğu çeken hasta çok daha kolay hareket edebildiği için hareketsiz bir yaşam tarzından uzaklaşmakta, kalori tüketimini artırmaktadır.”

Dar ve idialı kıyafetler giyebilirsiniz

Op. Dr. Tamer Şakrak, karın germe ameliyatı ve sonrasına ilişkin olarak şu bilgileri verdi:

1- Karın germe ameliyatı yaklaşık 2 saat içerisinde tamamlanır.
2- Hasta ameliyathaneden üzerinde 6 hafta kalacak bir korse ile çıkar.
3- Hasta hastanede 2 gün misafir edilir.
4- Hasta ameliyat sonrası 6. saatte yürümeye başlar.
5- Hastaneden taburcu olduğunuzda kendiniz yürüyor, tuvalet ve temizlik ihtiyacınızı karşılıyor olacaksınız.
6- Ameliyatın 1. haftası bittiğinde kot pantolonunuzu giyip çarşıda dolaşabilirsiniz.
7- 2. hafta bittiğinde araba kullanabilirsiniz.
8- 3. - 4. aylarda giyim tarzlarınız değişebilir, daha dar ve iddialı kıyafetler seçebilirsiniz.


0 yorum

Romatizma Sadece Yaşlılıkta Görülmez!

Yazdan kalma günlerin aniden başlayan soğuklarla sona ermesiyle sadece ruhumuzu değil; bedenimizi de zorlayan hastalıklar yavaş yavaş bizleri ziyaret etmeye başladı. Bunlardan biri de romatizma…

Hisar Intercontinental Hospital İç Hastalıkları ve Romatoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Soy ile Dünya Artrit Gününde kışın alevlenen romatizmal hastalıklar konusunda doğru bilinen yanlışları konuştuk…

Romatizma hastalıklarının toplumda çok sık görülen hastalıklar olduğunu dile getiren Prof. Dr. Soy; ‘Romatizmal hastalıklar yaşayan kişiler günlük yaşamlarının etkilenmesi, yaşam kalitelerinin düşmesi ve ülkemizde yeterli sayıda romatoloji uzmanı olmaması gibi nedenlerle ne yazık ki sıklıkla kulaktan dolma bilgilere başvuruyorlar. Bu da beraberinde doğru bilinen yanlışları getiriyor.’ açıklamasında bulundu.

Yanlış: Romatizma sadece eklemleri tutan bir hastalıktır.
Doğru: Romatizmaların bir kısmı sadece eklemleri tutsa da önemli bir kısmı eklemler dışında deri, mukozalar, göz, kan elemanları, akciğer, böbrekler başta olmak üzere birçok doku ve organı etkileyebilir. Hatta bazen eklem dışında bir yakınma da (tekrarlayan aftlar: Behçet hastalığı, gözde Üveitler: Ankilozan Spondilit ve Sarkoidoz, Ateş: SLE, Ailesel Akdeniz Ateşi) romatizma belirtisi olabilir.

Yanlış: Romatizma sadece yaşlılarda görülen bir hastalıktır, gençlerde olmaz.
Doğru: Halk arasında kireçlenme olarak bilinen Osteoartrit sıklıkla yaşlılarda görülmekle birlikte diğer birçok romatizma türü genç ve orta yaşlı hastalarda ortaya çıkar. Sistemik Lupus Eritematozus, Behçet Hastalığı, Ailesel Akdeniz Ateşi, Ankilozan Spondilit gibi hastalıklar ülkemizde ve özellikle genç yaş grubunda yaygın olarak görülür.

Yanlış: Romatizma sadece kadınların hastalığıdır.
Doğru: Romatizmal hastalıkların çoğunun kadınlarda daha sık görüldüğü doğrudur. Ancak birçok romatizmal hastalık erkekleri de en az kadınlar kadar etkiler. Sistemik Lupus Eritematozus (SLE), Antifosfolipid Sendromu, Sjögren Sendromu ön planda kadınlarda sık görülürken bazı vaskülit türleri erkekleri daha fazla etkiler. Ayrıca erkeklerde Behçet Hastalığı ve Ankilozan Spondilit grubu bazı hastalıklar daha ağır seyreder.

Yanlış: Romatizmalar sadece soğukta ortaya çıkar.
Doğru: Osteoartrit gibi bazı romatizmaların soğuk ve yağışlı havalarda hastayı daha fazla rahatsız ettikleri doğrudur. Muhtemelen dış ortamdaki basınç değişikliklerinin ekleme yansıması nedeni ile daha fazla yakınma olur. Öte yandan güneş bazı hastalıklara iyi gelse de, Sistemik Lupus Eritematozus gibi romatizmaları alevlendirebilir. Yani romatizmalar sadece soğukta ya da kışın ortaya çıkmaz, her mevsimde ortaya çıkabilir.

Yanlış: Romatizmaların tedavisi yoktur.
Doğru: Eskiden romatizma hastalarının tedavisi kısıtlı idi. Gerek romatizmal hastalıklar uzmanı sayısının yetersizliği gerekse de tedavi imkânlarının kısıtlı olması nedeni ile birçok romatizmal hastalık yeterince tedavi edilemiyordu. Günümüzde birçok romatizmal hastalık için modern tedavi yöntemleri geliştirilmiştir. Özellikle romatoid artrit, Ankilozan Spondilit gibi hastalıkların tedavisinde önemli başarılar sağlanmıştır.

Yanlış: Eklem sıvısının alınması zararlıdır
Doğru: Eklem sıvısı normalde eklemler içinde az miktarlarda bulunan ve eklemlerin rahat hareket etmesini sağlayan kaygan bir sıvıdır. Ancak iltihabi ya da travmatik birçok nedenle eklem sıvısında artış olabilir. Bu durumlarda sıvının mikroskopta incelenmesi, kültürünün yapılması gibi tanısal amaçlarla veya fazla sıvıyı alıp eklemi rahatlatmak için alınması gerekebilir. Bu durumlarda uygun şekilde yapıldığında, sıvı alınmasının ekleme herhangi bir zararı söz konusu olmayıp aksine yararı olur.

Yanlış: Kortizon kullanılması kesinlikle zararlıdır.
Doğru: Elbette her ilaçta olduğu gibi kortizonun da gereksiz yere kullanılması zararlıdır. Ancak bazı durumlarda ilaçları zorunlu olarak kullanmamız gerekir. Hatta bazen kullanılmazsa daha fazla zarar görmemiz mümkündür. Kortizon da böyle bir grup ilaçtır. Gereksiz yere kullanılırsa zarar verebilir ancak gerekli olduğu durumlarda da kullanılmazsa, hasta zarar görebileceğinden zorunlu olarak hastalarımıza yeterli doz ve miktarlarda reçete edilmektedir. Kortizon iltihaplı romatizmaların tedavisinde sıklıkla başvurulan ana ilaçlardan biridir. Bu hastalıkların birçoğunun özellikle alevlenme dönemlerinde kullanılır. Doktorun önerdiği şekilde kullanılması ile zararları en aza iner. Başka şekilde önerilmedi ise sabahları tek dozda alınması önerilir. Ayrıca mümkün olan en düşük dozda ve sürede kullanılmadır. Bu nedenle özellikle yüksek dozda kortizon kullanması gereken hastaların sık sık doktoruyla görüşmesi gereklidir. Yine vücuttan kalsiyum ve D vitamini dengesini bozabileceğinden kalsiyumdan zengin beslenilmesi, D vitamini takviyesi alınmasında yarar vardır. Tuzdan, yağdan ve karbonhidrattan kısıtlı, proteinden zengin gıdalar alınmalıdır. Ayrıca, potasyumdan zengin olan patates, muz, narenciye türleri gibi sebze ve meyvelerin tüketilmesi yararlı olur.

Yanlış: Bitkisel ilaçlar zararsız olup romatizmaya daha iyi gelirler.
Doğru: Çeşitli bitkisel ilaçlar, çeşitli madenlerden yapılmış olan bilezikler ve daha birçok alternatif tıp ürünü halk arasında yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak bilimsel olarak bunların hiçbirisinin işe yaradığına dair kanıt yoktur. Üstelik almakta olduğunuz başka ilaçlarla etkileşip zarar da verebilirler. Hekiminize danışmadan, bu tür ilaçları kullanmak doğru değildir.

0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI