işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

Kolestrolü Dengede Tutmak İçin


Baklagiller ailesinin küçük fakat besleyici değeri güçlü bir üyesi olan kurutulmuş bezelye, iyi bir kolesterol düşürücü lif kaynağı olmasıyla dikkat çekiyor. Taze bezelye bulunmadığında ya da daha nişastalı, daha sert aromalı bir baklagiller çeşidi istediğinde, kurutulmuş bezelye en iyi seçenek olarak öne çıkıyor. Tüm yıl boyunca süpermarketlerde bulunabilen kuru bezelye, fasulye ve mercimekle birlikte aynı bakliyat ailesinden olmakla birlikte, hazırlanma şeklinden ötürü genellikle ayrı bir grup olarak kabul ediliyor. Baklagiller ailesinin küçük fakat besleyici değeri güçlü bir üyesi olan kurutulmuş bezelye, iyi bir kolesterol düşürücü lif kaynağıdır. Kurutulmuş bezelye kolesterolü düşürmesinin yanında, yüksek lif içeriği sayesinde kan şekeri düzeyinin yemekten sonra aniden yükselmesini önlediği için, kan şekeri bozukluklarını yönetmede özellikle yararlı. Bir Su bardağı pişmiş bezelye tanesi, günlük lif değerinin yüzde 65'ini sağlıyor. Kurutulmuş bezelye aynı zamanda B vitamini (folat ve tiyamin), Magnezyum, fosfor ve potasyum gibi Mineraller kaynağı. Kurutulmuş bezelye Protein içeriği açısından da zengin. Bezelye, yağ içermediği gibi kan Şekerini stabilize ederken yakacak enerji sağlıyor. İç Hastalıkları Uzmanı Uzmanı doktor Baha Aydoğ'a göre; Çözünebilir lif, sindirim sistemi ve kalbe yararlı etkilerine ilave olarak, kan şekeri düzeyini stabilize etmeye yardımcı oluyor. Aydoğ, lifli gıdalarla ilgili şu bilgileri verdi: "İnsülin direnciniz, hipoglisemi ya da diyabetiniz varsa, kurutulmuş bezelye ve Mercimek gibi baklagiller istikrarlı, yavaş yanan enerji sağlarken, kan şekeri düzeyini dengelemenize de yardımcı olabilir. Yüksek lifli diyetler ve kan şekeri düzeyine ilişkin çalışmalar, bu yüksek lif içerikli gıdaların sağladığı önemli yararları göstermiştir." Araştırmacılar farklı miktarlarda lif içeriği yüksek gıdalarla beslenen tip 2 diyabetli iki grup insanı karşılaştırdı. Bir grup Günde 24 gram lif içeren standart Amerikan Diyabetik diyetindeyken, diğer grup ise günde 50 gram lif içeren bir diyetteydi. Lif içeriği daha yüksek olan diyetteki kişilerde hem plazma glikozu (kan şekeri) hem de insülin (kan şekerinin hücrelere girmesine yardım eden hormon) düzeyinin daha düşük olduğu görüldü. Yüksek lif grubu toplam kolesterolü neredeyse yüzde 7 oranında, trigliserit düzeylerini yüzde 10,2 ve VLDL'yi (çok düşük yoğunluklu lipoprotein - kolesterolün en tehlikeli biçimi) de yüzde 12,5 oranında düşürdü. Kurutulmuş bezelye, yüksek lif içeriğinin yanında, diğer sağlığa yararlı besin Maddelerini de içeriyor. İyi bir potasyum kaynağı olan bezelye, kan damarı plaklarının büyümesi ve gelişimini azaltabilir ve yüksek tansiyonu düşürmeye de yardımcı olur.(İHA)
0 yorum

Panik Ataklar Şifayı Yanlış Adreste Arıyor


Şifa Üniversitesi Hastanesi Psikiyatristi Yrd. Doç. Dr. Haluk Aksu, panik atak hastalarının 3-4 kardiyoloğa gittikten sonra ancak psikiyatristlere başvurduklarını belirtti. Panik atak hastalığı günümüzde bir çok insanın yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor. Panik atak hastalığının belirtileri, ilk etapta yaşamı tehdit eden başka hastalıkları akla getiriyor. Bu durum hastaların korkusunu daha da büyütüyor. Panik atak hastalarının genellikle 3-4 kez kardiyoloğa gittikten sonra kendilerine başvurduğunu belirten Şifa Üniversitesi Hastanesi Psikiyatristi Yrd. Doç. Dr. Haluk Aksu, 30 yaşın altındaki hastaların bile panik atağında öncelikle acil servislere veya kardiyologlara başvurduğunu söyledi. Panik atağın beklenmedik bir anda ortaya çıkan yoğun korku ve kaygı duygusu olarak tanımlandığını belirten Yrd. Doç. Dr. Aksu, "Bu yoğun korku ve kaygıya dayalı 13 tane belirtisi var. Başta çarpıntı, nefes darlığı, terleme olmak üzere aklını kaçırma korkusu, bulantı, karın ağrısı, göğüs bölgesinde sıkışma tarzı ağrı, düşüp bayılacakmış hissi, ölüm korkusu, çevrenin değişiyormuş gibi algılanması vb. belirtiler buna eşlik eder. Bu duyguları yaşayan kişi 'aklımı kaçırır mıyım', 'tuhaf bir şey yapar mıyım' veya 'çocuğuma zarar verir miyim' gibi bir çok farklı korkular yaşamaya başlar. Bu da korkuyu daha da büyütür. doktor 

BİLE İKNA EDEMİYOR 

Kişi göğüs ağrısı eşliğinde sol tarafında da uyuşma hissettiğinde;bu panik atağın belirtilerinden biridir, el ve ayaklarda uyuşma, karıncalanma da hissedilir. Bu durumda hasta 'eyvah kalp krizi geçiriyorum' diyerek hemen kardiyoloğa ya da en yakın hastanenin acil servisine koşturur. İşin en ilginç yanı, panik atak hastaları en son bize, yani psikiyatristlere gelirler. Hatta çoğu bize gelene kadar da 4-5 tane kardiyolog dolaşmış oluyor. Kardiyolog 'bir şeyin yok' dediğinde de kişi tatmin olmuyor. Çünkü insanlar ruhsal rahatsızlıkları çok zor kabullenirler. O yüzden bir sıkıntı olduğunda onun psikolojik değil fiziki bir rahatsızlık olduğunu düşünürler" diye konuştu.

 PSİKİYATRA YÖNLENDİRİN 

Kardiyolog veya acil servis hekimlerinin gerekli tetkikleri yaptıktan sonra çoğunlukla, 'önemli bir şeyin yok, sıkıntıdandır, sen kafana takma geçer' diyerek hastayı tekrar evine gönderdiğini belirten Aksu, "Oysa bu tür hastaların mutlaka psikiyatriste yönlendirmesi gerekiyor. Kişi psikiyatriste gitmediği için de hastalığın belirtilerini tam olarak tanımıyor. Aynı belirtileri yaşadığında tekrar tekrar kardiyoloğa gidebiliyor. Ya da 'ben felç oluyorum' diyerek nöroloğa koşuyor" dedi. TEDAVİSİ MÜMKÜN Panik atağının 15 Dakika, nadiren de bir Saat sürdüğünü belirten Aksu, "Bir kere hastanın mutlaka psikiyatriste gitmesi gerekiyor. Bazen kan şekeri düşüklüğü, bir takım kalp hastalıkları, kullanılan ilaçlar, troid hastalıkları gibi psikolojik temelli olmayan, fiziki rahatsızlıklar da panik atağa neden olabiliyor. Hasta doğrudan bize gelse bile fiziki bir hastalığı olup olmadığını tespit etmek için öncelikle tam teşekküllü bir tıbbi muayeneden geçiriyoruz. Panik atak tanısı konulduktan sonra psikiyatrist ile terapi ve gerekirse ilaç tedavisine başlıyoruz" bilgisini verdi.(İHA)
0 yorum

Beyin Tümörlerinin Erken Teşhisi


Acıbadem Ankara Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Nejat Akalan, beyin tümörünün erken teşhisinin hayat kurtarabileceğini söyledi. Beyin tümörlerinin erkenden teşhis edilebilmesi, çoğu kez hastanın hayatını ve yaşam kalitesini etkiliyor. Bunun için hastanın bedeninde olan değişiklikleri erkenden fark edebilmesi ve vakit kaybetmeden hekime başvurması gerekiyor. Acıbadem Ankara Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Nejat Akalan, son zamanlarda artan beyin tümörleri hakkında bilgi verdi. Kafatası içerisinde yer alan beyin dokusu, sinirler ya da beyin zarlarını oluşturan bir hücre grubunun kontrolsüz ve Anormal bölünmeyle çoğalması sonucu oluşan kitlelerin genelde beyin tümörü olarak adlandırıldığını ifade eden Prof. Dr. Akalan, "Kafatası gibi sert, esnek olmayan bir koruyucu içinde sabit bir hacimde bulunan beyin dokusu, kan ve omurilik sıvısının oluşturduğu kafa içi Basınç dengelerinin büyümekte olan bir yabancı dokunun yol açtığı basınç artışıyla bozulması özellikle sinir sisteminin çalışma düzenini aksatır. Oluşan kitlenin yeri ve büyüklüğünün yol açtığı kafa içi basınç artışı yanında kontrolsüz olarak çoğalan hücre grubunun beyin dokusunu istila etmesi, Elektrik uyarımını aksatması ya da baskı sonucu sinirsel iletimi bozmasıyla belirti ve bulgular ortaya çıkar" diye konuştu.

 TÜMÖRÜN İYİ VEYA KÖTÜ OLMASINI NE BELİRLER?

 Tümörün köken aldığı hücre tipi, tümör hücresinin çoğalma hızı ve yerleşim yerinin beyin tümörlerinin neden olduğu yakınmaları, belirtileri ve tedavi yöntemlerini belirlediğini kaydeden Prof. Dr. Akalan, "Vücudun diğer tümörlerine benzer şekilde beyin tümörleri de kötü huylu-malign ya da iyi huylu-benign olabilir. Bir tümörün iyi ya da kötü huylu olmasını belirleyen özellik, tümör hücresinin köken aldığı normal hücreden ne derecede farklı olduğuyla belirlenir. Tümör hücresi ne kadar ilkel halini andıran bir değişim geçirdiyse o derecede hızlı büyüme, normal dokuyu istila etme ve diğer vücut bölgelerine taşınarak gittikleri organlarda da büyüme özelliği (metastaz) gösterir. Beyin tümörlerinin kötü huylu olarak sınıflanan malign formları da, sinir sistemi dışına çıkarak metastaz yapma dışında tüm bu özellikleri taşırlar. İyi huylu tümörler ise yapı olarak köken aldıkları hücrelerden çoğalma hızı dışında çok farklılık göstermeyen, çevre dokuları istila etmeden sadece baskı yaparak belirti veren, çıkarıldıktan sonra yenilenmesi beklenmeyen tümörlerdir" ifadelerini kullandı.

 BEYİN TÜMÖRLERİNİN OLUŞMA NEDENLERİ NELERDİR? 

 Prof. Dr. Akalan konuşmasına şöyle devam etti: "Beyin tümörlerinin oluşmasına neden olan normal bir hücredeki değişimin mekanizması iyi bilinmekle birlikte bir hücrenin neden hayatın bir döneminde ilkel haline dönerek kontrolsüz bir çoğalma özelliği kazandığı bilinmiyor. Travma, virüs, ailevi yatkınlık gibi etmenleri ortaya çıkarmaya yönelik çalışmalar mevcut. Bazı tümörler belirgin bir biçimde 'embriyonal' ve doğumsal olabilirken, bazıları da yaşamın ileri evrelerinde ortaya çıkar."

 BEYİN TÜMÖRLERİNİN TEDAVİSİ NASIL OLUR? 

 Beyin tümörü tedavisinin tümörün tipi, yeri ve kişide yol açtığı belirti ile bulgulara göre planlandığını belirten Prof. Dr. Akalan, "İyi ya da kötü huylu olsun, genelde tüm tümörler için tedavinin ilk basamağını cerrahi tedavi oluşturur. Tümör kitlesinin ortadan kaldırılması; tümöre bağlı basınç artışı ve bası bulgularının önüne geçilmesine, tümör tipinin belirlenmesiyle hastaya ek bir tedavi gerekmediğinin tespitine yarar. Beyin dokusu; kendisini yenileme yeteneği olmayan, dış etkiler sonucu bozulan fonksiyonun diğer dokulara göre çok zor geri kazanıldığı bir sistemdir. Bu nedenle iyi ya da kötü huylu bir tümörün beyin dokusuna olan etkisinin kaldırılması, ilk başta hastanın hayat kalitesini doğrudan etkiler. Ancak bir tümörün tamamen temizlenmesinin önündeki en büyük engel, uygulanan cerrahi işlemlerin Sağlıklı dokuyu etkileme riskidir. Cerrahi tedavide bir tümörün tamamen çıkarılabilmesi tümör cinsi ve yeriyle yakından ilgilidir; cerrahinin niteliği tümörün tamamen çıkarılmasının getireceği riskle kalıntının hastalık sürecine etkisi karşılaştırılarak yapılır. Özellikle kötü huylu tümörlerde cerrahi olarak tümörün tamamen çıkarılmış olması bile tekrarlamayı önlemez. Bu tip tümörlerde kalıntı olsun olmasın nüksleri geciktirmek için radyoterapi ve Kemoterapi gibi ek yöntemlerin kullanılması gerekir" dedi.(İHA)
1 yorum

Göz Tansiyonuna Dikkat


Göz tansiyonunun (Glokom), özellikle kırklı yaşlardan sonra ortaya çıkan ve sinsice ilerleyerek hiçbir belirti vermeden, ani körlüğe sebep olabilecek bir hastalık olduğu belirtildi. Dünya Göz Hastanesi Medical Koordinatörü Op. Dr. Cüneyt Karaarslan, dünyadaki körlük nedenleri arasında ilk sıralarda yer alan glokomun, genellikle göz içi Basıncının yükselmesi nedeniyle görme sinirinin hasara uğraması ile oluştuğunu söyledi. 

"ERKEN DÖNEMDE BELİRTİ VERMEZ" 

Dr. Cüneyt Karaarslan, göz tansiyonunun yükselen Basınç nedeniyle göz sinirine zarar verdiğini belirterek, "Hasar gören sinir hücreleri sonucu yavaş yavaş görme kaybı ortaya çıkar. Eğer tedavi edilmezse en sonunda görme kaybı yüzde 100'e ulaşır. Görme kaybı çevreden merkeze doğru gerçekleşir. Hastalık genelde erken dönemde belirti vermez ve hastalar tarafından ancak görme kaybı ortaya çıktıktan sonra fark edilir. Genelde 40-45 yaşlarından sonra ortaya çıkar ve ilk belirtisi göz içi basıncının artmasıdır. Eğer görme kaybı başlamışsa geri dönüşü olmaz. Bu nedenle düzenli göz muayenesi erken tanı açısından çok önemlidir. Ayrıca vücut tansiyonunun normal olması göz tansiyonu hastalığının olmadığı anlamına gelmez" şeklinde konuştu. 

"İYİ BİR GÖZ MUAYENESİ ŞART" 

Göz tansiyonunun erken dönemde herhangi bir belirti vermediğini belirten Dr. Cüneyt Karaarslan, "Hastalık yavaş ilerlediğinden ve çevreden merkeze doğru bir kayıp olduğundan belirli bir görme alanındaki kayıp fark edilmez. Erken teşhis ile glokomun ilerlemesi durdurulabilir. Fakat bunun için iyi bir göz muayenesi şarttır. Göz tansiyonunun nadir görülen türünde bulantı, kusma, ağrı, görme bulanıklığı olabilir. Açı kapanması göz tansiyonu dediğimiz bu türü hastaların az bir kısmını oluşturduğu için, diğer göz tansiyonu hastalarında bu tür belirtiler ortaya çıkmayabilir" dedi. 

"HASTALIĞIN ÖNEMİ BİLİNMELİ" 

Glokomun sinsi seyreden ve yavaş ilerleyen bir hastalık olduğunu belirten Dr. Cüneyt Karaarslan, "Bu hastalık, erken dönemde herhangi bir belirti vermediğinden teşhisi zordur. Kronik bir hastalıktır ve tamamen görme kaybına yol açar. Bu yüzden mutlaka hasta, hastalığının önemini bilmelidir. Çünkü birçok kişi herhangi bir sorun olmadığını düşünerek tedaviye devam etmez ve bunun sonucunda da gözünü kaybeder" diye konuştu. 

"KONTROL ALTINDA TUTULMALI" 

"Nasıl ki yüksek tansiyonun tedavisi yok ve tansiyon sürekli kontrol altında tutulmak zorunda ise göz tansiyonunun tedavisi de bu şekildedir" diyen Karaarslan konuşmasına söyle devam etti: "Bu hastalığı tamamen ortadan kaldırmak mümkün değildir. Göz tansiyonu olan kişilerde uygulanan tedavi şekillerinden birisi göz damlalarının kullanılmasıdır. Göz damlası kullanıldıktan sonra göz bir süre kapalı tutularak ilacın etkisi arttırılır. Mutlaka doktorun önerdiği dozda ve şekilde kullanılmalıdır. Gözde eğer batma ya da yanma meydana geliyorsa korkulacak bir durum yoktur. Bu kısa süreli bir durumdur. Eğer göz damlaları göz tansiyonu için yeterli değilse hap şeklinde ilaçlar kullanılır. Bu ilaçların oluşturduğu yan etkiler mutlaka doktora bildirilmelidir. Eğer ilaçlar da yeterli bir tedavi sağlayamıyorsa cerrahi tedavi uygulanır."(İHA)
0 yorum

Sosyal Fobi En Sık Görülen Ruhsal Hastalıklardan Biri


Medical Park Trabzon Hastanesinde görev yapan Psikolog Niltem Hürfikir, sosyal fobinin toplum içinde konuşurken ya da herhangi bir eylem yaparken yüzün kızarma, ellerin titremesi, terleme ve kendini küçük düşürecek yanlış bir şey yapma korkusu olarak tanımlandığını söyledi. Hürfikir, sosyal anksiyete bozukluğunda kişi sosyal ortamlarda başkalarının kendisine baktığı, kendisini incelediğini, insanların kendisini eleştirebileceği ve yargılayabileceği düşüncesiyle aşırı ölçüde kaygı duyduğunu belirterek, "Kişi ise böyle ortamlarda bulunmaktan kaçar. Kaçamadığı durumlarda ise konuşmalara katılmayıp, ilginin çok az olduğu yada hiç olmadığı yerleri tercih eder. Sosyal fobi, toplum içinde konuşurken ya da herhangi bir eylem yaparken yüzün kızarma, ellerin titremesi, terleme ve kendini küçük düşürecek yanlış bir şey yapma korkusu olarak tanımlanır. Sık görülen sosyal fobiler arasında ise topluluk içine girmek ve konuşmak, yemek, içmek, dikkatin odağı olmak ya da halka açık tuvaletleri kullanmak sayılabilir" dedi.


         Sosyal fobinin en sık görülen ruhsal hastalıklardan biri olduğunu kaydeden Hürfikir, "Bilinen tek bir sebebi yoktur. Araştırmacılar biyolojik, psikolojik ve çevresel faktörlerin bu fobinin gelişiminde rol oynadığını ileri sürmektedir. Ayrıca sosyal fobi, panik, obsesif-kompülsif bozukluk ve Depresyon gibi diğer zihinsel rahatsızlıklarla bağlantılı olabilir. Sosyal fobinin yaşam boyu görülme oranı yüzde 2-13 arasındadır. En sık görülen ruhsal hastalıklardan biridir. kadınlarda erkeklere oranla daha fazla görülmektedir. Sosyal fobi alt tipine göre değişmekle birlikte erken ve geç ergenlik dönemi arasında başlar. Yaygın tipin daha erken yaşta başladığına dair bilgiler vardır" ifadelerini kullandı. Çocukluk çağından itibaren aşırı çekingen olan kişilerde, gelecekte sosyal fobi görülme riskinin daha fazla olduğunu ifade eden Hürfikir, " Maddi durumu ve sosyal konumu, yetersiz, işsiz ve eğitim düzeyi yüksek olmayanlarda, hiç evlenmemiş kişilerde sık görülmekle birlikte, hastalığın erken dönemlerinde toplum içine yeterince çıkmama da risk etmenleri arasındadır. Kalıtımdan daha çok, çocuk yetiştirme tarzı, ailenin başkalarıyla yeterince görüşmemesi ve ebeveyn modeli önemlidir. Sosyal fobide ilaç tedavisi ve psikoterapi uygulanır. 


    Hastanın durumuna göre bazen tek başına psikoterapi, bazen ilaç tedavisi uygulansa da genelde her ikisinin beraber uygulanmasında başarı daha yüksektir. Tedavi edilmeyen sosyal fobi; kişinin okul, iş, sosyal aktiviteler ve ilişkiler de dahil olmak üzere günlük rutinini bozabilmektedir" diye konuştu.(İHA)
0 yorum

Tekirdağ İsitme Merkezi



Adres: Hükümet Cad. Yavuz Mah. Peştemalcı Cad. Yenice Karahalil İş Hanı No:22/19, 59000 Tekirdağ

Telefon:0533 746 6863

0 yorum

Tekirdağ Devlet Hastanesi


Adres: Eskicami-ortacami Mh., 59030 Tekirdağ

Telefon:(0282) 262 5355

0 yorum

Balıkesir Devlet Hastanesi



Adres: Atatürk Mh. Turgut Reis Cd. 10000 Merkez Balıkesir

Telefon:(0266) 245 9020
0 yorum

Balıkesir Atatürk Devlet Hastanesi


ADRES : Yıldız Mahallesi Soma Caddesi / Balıkesir

0 266 221 35 10 / 0 266 221 35 11 / 0 266 221 35 12

FAKS : 0 266 221 35 16

balikesirdhs14@saglik.gov.tr
0 yorum

Özel Yalova Hastanesi



Adres : Fevzi Çakmak Mh. Şehit Ömer Faydalı Cd. Fırın Sk. No:33 YALOVA 

Telefon : 0226 811 22 44 (pbx) 

Fax : 0226 813 73 24 

E-Mail : info@ozelyalovahastanesi.com.tr
0 yorum

Yalova Devlet Hastanesi



Adres: İsmet Paşa Mh., 77100 Yalova

Telefon:(0226) 811 5200

0 yorum

Kolon Kanseri Tedavisi


İnsan vücudunda iki metre uzunluğunda ve sindirim sisteminin ince bağırsaktan sonra gelen kısma verilen ad kolon bağırsağıdır. 
Kolon bağırsağı kalın olduğundan dolayı “ Kolon “ adı verilmiştir.
Kolon kanseri hastalığı dünyada yaygın bir hastalık olmakla birlikte en çok Batılı bölgelerde sıklıkla rastlanan bir hastalıktır. Uzmanların yapmış oldukları araştırmalara göre 10.000’de 5 dolayında görülen bu hastalık özellikle batı dünyası için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. 


Kadın ve erkeklerde görülebilen hastalık ilerlediği zaman ölümlere bile yol açabiliyor. Kolon kanseri net bir teşhise bağlı kalarak neden meydana geldiği henüz netlik kazanmayan bir hastalık türü olmakla birlikte bu güne kadar yapılan incelemelerde daha çok genetik bir hastalık olarak kabul edilmiştir. Ayrıca bu bilgilerin yanı sıra meme kanseri ve yumurtalık kanseri denen hastalığa yakalanmış insanlarda daha sık rastlandığı da bulgular arasında yer almaktadır.

Kolon Hastalıgında Beslenmenin Önemi
Hastalıkların genel olarak bağlı olduğu en büyük sebeplerden biri beslenmedir. Kolon kanseri hastalığında da yine beslenmenin büyük bir önemi bulunmaktadır. Bağırsakların sindirim sistemlerine bağlı olmasından dolayı beslenmeye dikkat etmeyen ya da yaptıkları diyetlerde yanlış yol izleyenlerde daha çok görülebilen bir hastalıktır. Bu nedenle uzmanlar kolon kanserine karşı tedbir alınırken beslenme konusunuda dikkate almaları gerektiğinin altını çiziyorlar. Özellikle son yıllarda besin kaynaklarının doğallığını yitirerek içerisinde kimyasal maddelerin bulunması, besin gıdalarındaki kanser riskini arttırmaktadır. Bu nedenle, doğal gıdalarla beslenme kolon kanserinin önüne geçmekte oldukça faydalıdır.



Kolon Kanserinin Belirtileri Nelerdir
Bağırsak hastalıklarının genelinde olduğu gibi kolon kanserinde de belirtiler hemen hemen aynıdır. İştahsızlık, karında şişlik hissi, hafif derecede karın ağrısı, kilo kaybı, çabuk yorulma ve ishal gibi belirtiler özellikle kendini gösterir. Bunun haricinde kabızlık durumlarına da rastlanabilmektedir. Hastalığın farkında olmayanlar, kabızlık ilaçlarını kullanmalarına rağmen rahatsızlıklarından kurtulamıyorlarsa kolon kanseri şüphesi ile uzman doktorlara başvurmalarında fayda vardır. Hastalık ilk başladığı zamanlarda kendini göstermeyebilir. Özellikle saydığımız şikâyetleri bulunan hastaların doktora başvurmamalarından dolayı hastalığın ülkemizde daha çok ilerlemesi halinde anlaşılmaktadır. Bu nedenle uzman doktorlar, hastalık belirtileri bulunan kişilerin en kısa zamanda doktorlarına gitmelerini tavsiye etmektedirler.

Kolon Kanserinin Belirtileri
Bağırsak ameliyatlarında olduğu gibi, tümörün bulunduğu yerin cerrahi yöntemler kullanılarak çıkartılır. Ameliyatın şekli yine tümörün bulunduğu yere bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Tedavisi hastalığın durumuna bağlı olarak uzun veya kısa sürede tamamlanır.

0 yorum

Kadına Şiddet Utancı Sürüyor!



Her gün binlerce kadın evde, okulda, işyerinde, sokakta şiddete maruz kalıyor. Kadın cinayetlerinin bir türlü ardı arkası kesilmiyor.
Kadın hakları alanında olup biten tüm olumsuzluklar ve ihlaller her geçen gün artıyor ve tehlikeli bir noktaya gidiyor. Kadın sorunlarının gündeme geldiği 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Türk kadınının durumunu masaya yatıran Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) Genel Başkanı Dr. Cem Keçe, oldukça çarpıcı tespitler yaptı. Kadın haklarının kazanılmasında nerelerden başlandığının ve bugünlere nasıl gelindiğinin hatırlanması için 8 Mart’ı özel bir gün olarak nitelendiren Dr. Keçe, her şeyde olduğu gibi, önemli manaları ve büyük meseleleri bir güne sığdırmanın, sadece o günde konuşmanın ve hatırlamanın da suni bir etkiden öteye gidemediğinin altını çizdi.

Şiddet Utancı Sürüyor!
Dr. Keçe’nin günümüz Türk kadınının yaşadığı sorunlara yönelik tespitleri oldukça önemli:
"Ülkemizde ne yazık ki kadına yönelik şiddet utancı hala yaşanmaktadır. 21. yüzyılın Türkiye’sinde hala töre veya namus cinayeti, cinsel şiddet, aile içi şiddet, kadınlarımızın hor görülmesi, dövülmesi, kız çocuklarının küçük yaşta evlendirilmesi gibi olaylar yaşanmaktadır. Bir kadının sokak ortasında eşi ya da sevgilisi tarafından katledilmesinin veya küçük yaşta bir kız çocuğunun uğradığı tecavüz olayının medyada yer almadığı bir haftayı bile geçiremez olduk."

Şiddet Normalleştirildi
Kadına şiddetin temel nedenleri arasında cinselliğin de yattığını belirten Cem Keçe, "Bekaret, kızlık zarı ve cinsellik üzerine kurgulanmış olan hurafeler, ailelerde bir baskı yaratmakta, namus kavramının sadece kendi üzerine yüklenmesi ile kadına şiddet toplumda kabul görmektedir. Yani kadına yönelik her türlü şiddet bir şekilde normalleştirilmektedir" diye konuşuyor.

Sorunların Temeli Hurafeler
Dr. Keçe’ye göre sorunların temelinde eğitimsizlik var:
"Kadına şiddeti durdurmak adına alınan kolluk önlemlerinin tek başına bu sorunun önüne geçmek için yetersiz olduğu aşikardır. Sorunun kaynağında ise her olumsuzlukta olduğu gibi eğitimsizlik yatmaktadır. Bugün halen kendi bedenini bile tanımaktan uzak, sorunlarıyla başa çıkabilmekten korkan ve hurafelere, tabulara inanmayı daha kolay gören insanların çoğunlukta olduğu bir toplum süregelmektedir. Kadına şiddet başta olmak üzere, toplumdaki birçok sorunun kaynağı olan hurafelerle ve yanlış inançlarla mücadelenin tek etkin yolu eğitim, özellikle de cinsel eğitimdir."

Cinsel Eğitim ve Evllik Öncesi Eğitim Şart
Cinsel ve evlilik öncesi eğitimin önemine de dikkat çeken Cem Keçe, şu açıklamalarda bulunuyor:
"CİSED olarak kurulduğumuz günden bu yana ilan ettiğimiz deklarasyonumuzda olduğu gibi diyoruz ki: Anaokulundan başlayarak Cinsel Eğitim yasal olarak şart olmalıdır. Ergenlik Öncesi Cinsel Danışmanlık ve Rehberlik Hizmetleri yasal olarak şart olmalıdır. Evlilik Öncesi Cinsel Danışmanlık ve Rehberlik Hizmetleri yasal olarak şart olmalıdır. Evlilik Öncesi Anne, Baba ve Eş Eğitimleri yasal olarak şart olmalıdır. Tüm bu görüşlerin ışığında, Türk kadınının 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü canı gönülden kutlar, bu günün sembolizminden ziyade, kadın hakları için samimi ve net önlemlerin pratiğe yansıdığı bir gün olmasını dilerim."

0 yorum

Benlerimizden Ne Zaman Korkmalıyız?

Divan Edebiyatı’nda güzelliği artırıcı unsur olarak kabul edilen, şiirlere konu olan benlerin gerçekte embriyonel kaynaklı hatalı dokular olduğunu biliyor muydunuz?

İnsan ömrü uzadıkça, güneşin zararlı etkileri arttıkça ve çevremiz giderek kirlendikçe kanser de artıyor. Hisar Intercontinental Hospital Dermatoloji Uzmanı Dr. Funda Ataman’la tüm dünyada her geçen yıl giderek artan deri kanserlerini ve benlerimizden ne zaman korkmamız gerektiğini konuştuk.

Ben Kanserlerinin Yarısı Ben Olmayan Normal Dokulardan Gelişir!
Benler ve benden kaynaklanabilen melanoma dediğimiz deri kanserleri hepimizin bilmesi gereken konulardır. Ben kanserleri erken evrede tanınırsa, etkin bir şekilde tedavi edilebilir. Gecikildiğinde ise yaşamsal risk oluşturabilir.

Benler; • Embriyonel kaynaklı hatalı dokulardır.
• Ben kanserlerinin yarısı benlerden; yarısı ise ben olmayan normal dokulardan gelişir.
• Yenidoğan bebeklerde ya hiç ben yoktur ya da ailenin hatırlayacağı 1-2 ben vardır.
• Benlerimiz zaman içinde oluşur.
• Her yaşta yeni ben çıkabilir.
• Bazı benler kendiliğinden dejenere olup yok olur.
• Ben sayısı genetik yapımıza bağlıdır. Beyaz ırkta erişkin yaşta 20-50 adet ben bulunur.
• Ben sayısının fazlalığı, özellikle 100’den fazla olması bir risk faktörüdür.
• Ben kanseri beyaz tenli, sarışın ve açık renk gözlülerde daha sıktır.
• Ailesinde melanoma olanlarda risk 20 kat daha fazladır.
• Çocukluğunda şiddetli güneş yanığı geçirenlerde ben kanseri riski artmıştır.

Benlerinizde Bu Değişimleri Gözlemliyorsanız Hekime Başvurmanızda Fayda Var!• Benleriniz hızla büyüyorsa,
• Asimetrikse,
• Düzensiz kenarlar içerisinde siyah, mor, kırmızı gibi çok sayıda renk oluşmuşsa,
• Nodül tarzı sertlik ve kabarıklık varsa,
• Ana benin çevresinde yavru benler oluşmuşsa,
• Benleriniz kaşınıyor, ağrıyor, kızarıyorsa,
• Benlerinizin yakınındaki lenf bezlerinde şişmeler görüyorsanız dermatoloji uzmanına başvurmanızda yarar var.

Deri Kanserinden Korunmak İçin…• Güneşten kaçının.
• Düzenli ve dengeli beslenin.
• Sigara içmeyin.
• Stresten uzak durmaya çalışın.
• Vücudunuzdaki değişimleri takip edin.
• Düzenli tıbbi kontrollerinizi yaptırın.
0 yorum

Bir erkek neden kadına karşı güç kullanır?

Kadına karşı şiddet olayları yüzyıllardan beridir devam eden, toplum tarafından benimsenmese de aile içinde giderek artış gösteren bir durum.

Toplumda yaşanan kadına şiddetin nedenleri nelerdir? Aile içinde kadınlara karşı şiddet uygulayan erkeklerin kamusal alanda kadına uygulanan şiddete tepki göstermelerinin nedeni nedir? Kadına uygulanan şiddeti tetikleyen faktörler nelerdir, bu faktörlerin çözüm yolları var mıdır? Kadına şiddetin nedenleri hakkında merak edilen tüm soruları konunun uzmanları yanıtlıyor.

Kadına karşı yüzyıllardan buyana süregelen şiddet olayları, toplumda benimsenmese de aile içinde artarak devam ediyor. Uzmanlar, kadına şiddetin nedenleri, dini boyutunu, kadına şiddeti tetikleyen faktörleri ve şiddet olaylarının asgari düzeye indirilmesi için yapılması gerekenler hakkında merak edilen soruları cevaplandırdı.

Günümüzde kadına yönelik şiddet gazetelerin üçüncü sayfalarında öne çıkıyor. Kadına şiddet denince toplumda nasıl bir algı oluşuyor?

Aslında kara rakamlardır bunlar. Yani, bilinen sayı asıl gerçeği yansıtmamakta, asıl gerçeğin altında olmakta. Bunun nedeni de aile içi şiddetin mahrem sayılması, ayrıca kadınların şiddet yaşadıklarını söylemekten utanmaları, söyleseler de bir yardım alamayacaklarını düşünmeleri…

Şiddet denildiğinde hala toplumun büyük bir kesiminde tokat atmak, tekmelemek, yumruk atmak, bıçakla saldırıda bulunmak ve ya tehdit etmek, itmek, ısırmak gibi fiziksel hasara neden olan eylemler algılanmaktadır. Oysa bu eylemler sadece fiziksel şiddet kapsamında değerlendirilebilecek unsurlardır. Şiddeti bu eylemlerle sınırlı tutmak, şiddet algısının yeterince gelişmesini engeller ve sığ bir bakış açısı olmasına yol açar.

Erkeklerin iki yüzü
Kadına şiddet nasıl tanımlanmalı? Erkeğin kadına karşı yaptığı hangi davranışlar şiddet olarak algılanmalı?

Kadına şiddet özel alanda aile içinde eşi tarafından uygulanınca, hala bazı kesimler tarafından doğal sayılmakta… Fakat kadın kamusal alanda şiddete maruz kaldığında aile içinde eşine şiddet uygulayan erkekler bile bu duruma tepki göstermektedir.

Kadına yönelik şiddet, cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona zarar veren, fiziksel, cinsel, ruhsal hasarla sonuçlanma olasılığı bulunan, aile dışında ya da aile içinde ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranış olarak tanımlanabilir.

Kadın, sadece fiziksel şiddete değil, kadının aşağılanmasının, hakarete uğramasının, küçük görülmesi, küfredilmesi gibi duygusal, kadının çalışmasına izin vermemek, çalışıp kazandığı paraya el koymak, kariyerini geliştirecek fırsatları engellemek ve çok kısıtlı harçlık vermek gibi ekonomik, kadına cinsel bir eşyaymış gibi davranmak, aşırı kıskançlık ve şüphecilik göstermek, cinselliği bir cezalandırma yöntemi olarak kullanmak, açıkça karsı cinse ilgi göstermek, kaba kuvvet kullanarak cinsel ilişkiye zorlamak, duygusal baskı kullanarak cinsel ilişkiye zorlamak, tecavüz etmek, istenmeyen cinsel pozisyonlara zorlamak, fuhuşa zorlamak gibi şiddete maruz kalabilmekte, maddi ve manevi ihtiyaçlarının karşılanmaması, yok sayılması gibi ihmale maruz kalabilmektedir.

Toplumun ekonomik ve kültür düzeyi düşük olan kesimlerinde şiddetin yaygın olduğunu söyleyebilir miyiz?

Dünyada ulusal düzeyde yapılmakta olan araştırmaların sonuçları, pek çok kadının sürekli olarak birlikte yasadıkları erkekler veya kocaları tarafından şiddete maruz bırakıldıklarını ve bu şiddetin sınıf, etnik köken veya sosyoekonomik düzey gözetmeksizin uygulandığını ortaya koymaktadır.

Aile içi şiddet her yasta, toplumda, eğitim düzeyinde ve sosyoekonomik grupta meydana gelen yaygın bir problemdir.

Erkekler saldırgan yapıda

Bir erkek neden kadına karşı güç kullanır?
Erkeklerin kadınlara karsı şiddet uygulama nedenleri çok çeşitli ve karmaşıktır. Kültürel yapının erkeği 'saldırgan', kadını ise 'edilgin' olarak kabul etmesi bir anlamda erkeğin şiddet eylemlerini meşru kılması anlamına gelmektedir. Erkek saldırgan bir eylem yaptığında kadına göre daha fazla haklı olma olanağına sahiptir, çünkü o erkektir, ruhsal ve biyolojik olarak saldırgan olma hakkına doğuştan sahiptir.

Kadına yönelik şiddet nedenlerini, biyolojik bakıldığında şizofreni, paranoid şizofreni gibi bazı akıl hastalıkları ile antisosyal kişilik bozukluğu gibi bazı ruhsal bozukluklar sayılabilir.

Sosyal açıdan bakıldığında ise şiddet uygulama, öğrenilebilen bir davranıştır. En önemli öğrenme kaynağı ise, şiddeti uygulayan kişinin kendi ailesidir. Çocukluk ve gençlik dönemlerinde, aile içi şiddetin uygulandığı bir ortamda yetişenlerin, şiddet gösterme eğilimine sahip oldukları gösterilmiştir. Ayrıca şiddetin, toplum tarafından paylaşılan bir değer yargısı olarak kabul edilmesi ve kuşaktan kuşağa aktarılarak bazı kültürlerce desteklenmesi de sosyal bir neden olarak kabul edilmektedir.

Görücü usulü evliliklerde şiddetin daha yaygın olduğunu söyleyebilir miyiz?
Evlenme biçimi ile şiddet görme arasındaki ilişki incelediğinde her gruptaki kadının şiddete maruz kaldığı görülmektedir. Görücü usulü ile flört ederek evlenmeyi karşılaştırdığımızda, şiddet görme oranı açısından pek bir fark olduğunu söyleyemeyiz. Bazı araştırmalara göre, anlaşarak evlenenlerde meydana gelen kadına şiddet, görücü usulü evlenenlere göre yüzde 8 ile 3 arasında değişen oranda daha az olduğu belirtilmiştir. Ama bu oran, anlamlı değildir. Böyle bir ayrım pek gerçekçi olmamakla birlikte toplum genelini yansıtmayabilir.

Dinsel etkenlerin de kadına uygulanan şiddette bir rolü var mıdır?
Din davranış ve düşüncelerimize kutsallık kazandırmak, bireyin iç dünyasında olup bitenleri, ferdin inanç ve bilinçlerini, bilgi ve tezlerini, toplumsal kurumları, siyasal ve toplumsal düzeni, onlara nihai olarak geçerli ontolojik süreçler bahsetmekle, yani onları kutsal ve kozmik referanslar çerçevesine yerleştirmek suretiyle meşrulaştırır. Başka bir ifadeyle beşeri açıdan tanımlanan realiteyi, nihai, evrensel ve kutsal bir realiteye bağlayarak sübjektif ve objektif düzeyde haklılaştırır. Din, sosyal düzeni legal, moral ve gelenek normları vasıtasıyla meşrulaştırır.

Günümüzde kadınların karşı çıktıkları ve mücadele ettikleri birçok sorun, kadın ve erkek kimlikleri ve rolleri konusunda toplum ve kültür tarafından belirlenmiş imgeler, ön kabuller ve kalıp yargılarla ilgilidir. Bu imgeler, dinlerin ve kültürlerin yüzyıllar boyunca oluşturduğu geleneklerin hem ürünü hem parçasıdır.

Medya cinsiyetçi yapıya sahip

Şiddet olaylarında medyanın rolü nedir?
Kitle iletişim araçları kadına yönelik şiddetin artmasında etkili olmuştur. Medya cinsiyetçi bir yapıya sahiptir. Kadına sürekli toplumsal, geleneksel rollerini hatırlatan, bunları uygulaması gerektiğini dayatan bir yapıya sahiptir. Şiddet olgusunu normalize eden programlar veya haberlerle şiddetin yayılmasında etkilidir.

Medyada 'kadına şiddete hayır' konulu bir eğitici program 5 dakikalık bir görüntü ile geçiştirilirken, kadın programlarında, dizilerde ve filmlerde kadına uygulanan şiddet görüntüleri gün boyu yayınlanarak şiddetin normal bir durummuş gibi algılanmasına yol açmaktadır.

Kadına şiddet olayları asgari düzeye indirilebilir mi?
Şiddet olgusunun ortaya çıkışı insanlık tarihiyle paraleldir. Arkeologlar, kadına şiddet olaylarını 3 bin yıl öncesine götürmektedir. Erkek mumyaların kemiklerinde yüzde 9-20 kırığa rastlanırken, kadın mumyalarda bu oran yüzde 30-50′dir. Bu kırıklar savaştan çok bireysel kavgaya dönüşen kafa kırıklarıdır. Kadının eşi tarafından yöneltilen şiddet davranışıyla karşı karşıya kaldığı her dönem ve her toplumda bildirilmesine karşın buna aile içinde çözülmesi daha uygun kişisel bir sorun olarak bakılmış, bu konu bilim insanlarının pek ilgisini çekmemiştir. Yani kadına yönelik şiddet binlerce yıldır süregelen ve hala engellenmeyen bir durumdur.

Ancak cinsiyet eşitliğiyle çözülebilir

Kadına şiddet nasıl kökten çözülebilir?
Kız ve erkek çocukların, sosyal ve kültürel örüntü, önyargı ve basmakalıp cinsiyet rollerinden kaçınan ve özgüvenlerinin geliştirilmesine yönelik temel eğitim almaları sağlanmalıdır. Kız çocukları, erkek kardeşleri ya da ağabeyleri tarafından yönetilmemeli veya onlara hizmet etmesi zorunlu bireyler olarak düşünülmemelidir.

Erkek çocukları ise, kız kardeşleri ve ya ablalarından farklı bir konumda olmadıkları ve onları yönetmemeleri konusunda bilinçlendirilmelidir. Bazı gelenek ve göreneklerin, toplumsal cinsiyet eşitliğini gerçekleştirme doğrultusunda yapılan çalışmalarda olumsuz bir unsur olması nedeniyle etkinliğinin kırılması gerekmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitliğini gerçekleştirmek üzere kısa ve uzun vadeli, zaman sınırlı hedefler konulmasının, yeterli insan gücü ile mali kaynak tahsis edilmesinin ataerkil toplumlarda görülen kadına yönelik şiddetin azalmasında etkili olacağı düşünülmektedir.

Kadına şiddet cehaletten mi kaynaklanıyor? Eğitim durumu yüksek ailelerde de bu söz konusu mudur?
Kadın eğitimi ve yetişkin kadın eğitiminin önemine yapılan vurgu, erkeğin eğitimi için de yapılmalıdır. Şiddet uygulayan erkeklerin eğitim düzeyleri ise şiddet uygulamayan erkeklere göre daha düşüktür. Şiddete maruz kalma açısından kadınların eğitim düzeyi bir fark oluşturmazken, erkeklerin eğitim düzeyi arttıkça uyguladıkları şiddet azalmaktadır. Buna karsın araştırmada kapsamındaki okuryazar, okuryazar olmayan, ilkokul mezunu, ortaokul mezunu, lise mezunu ve üniversite mezunu olmak üzere her eğitim düzeyindeki erkek grubundan esine şiddet uygulayan erkeğe rastlanmaktadır.

Kadınlarla birlikte, erkekler de bilinçlendirilmeli ve erkeklerin eylemlerinden sorumlu olmaları gerektiği vurgulanmalıdır. Erkekleri şiddet mekanizmalarını tahlil edip çözmeye ve farklı bir davranış tarzı benimseye teşvik ederek, kadınlara yönelik erkek şiddeti konusunda duyarlılık artırıcı çalışmalar yapılmalıdır.
0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI