işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

Bilecik Devlet Hastanesi

Adres: Ertuğrulgazi Mh., 11040 Bilecik

Telefon:(0228) 212 1195

0 yorum

Sakarya Kadın Doğum Ve Çocuk Bakımevi

Adres: Yeni Doğan Mah., Fabrika Cd, Adapazarı Merkez/Sakarya (Adapazari)

Telefon:(0264) 274 5080

0 yorum

Sakarya Devlet Hastanesi

Adres: Adnan Menderes Caddesi, Sağlık Sokak No: 193, 54100 Sakarya

Telefon:(0264) 275 1014

0 yorum

Beyin Kanaması Tedavisi

Beyin kanaması kafatası içerisinde meydana gelen damarlarda yaşanan sorunlar nedeni ile beyinin içinde ya da üzerinde kan birikmesine bağlı olarak meydana gelen rahatsızlıktır. Beyin kanaması kafaya alınan şiddetli travmalar sonrasında yaşanabileceği gibi ani tansiyon yükselmesi gibi sağlık sorunlarına bağlı olarakta yaşanabilir.

Beyin dokusunun kendisini yenileme yeteneği olmadığı için beyin kanamaları büyük risk oluşturmaktadır. Kanamanın meydana geldiği bölgedeki beyin hücreleri yenilenemeyecek şekilde yok oldukları için kalıcı hasarların oluşma riski her zaman yüksektir. Beyin kanaması sonucu ortaya çıkan fazla kan beyin hücrelerini kapalı kafatası içerisinde basınç oluşturarak sıkıştırır ve bu sıkıştırma sonucunda beyin hücreleri ölmeye başlar. Hastaya hemen müdahale edilmesi halinde bu basınç boşaltılacağı için hasar minimum seviyeye iner.

Beyin kanaması tedavisi kesinlikle doktor tarafından yapılmalıdır. Hastaya yapılacak müdahalenin zamanlaması ve kanamanın boyutunun yanı sıra hastanın yaşı ve genel sağlık durumu gibi önemli kriterler bir araya toplanarak uygulanacak tedavi yöntemi belirlenir. Cerrahi müdahale ilk saatler içerisinde yapılırsa hasta eski sağlığına kalıcı olarak kavuşabilir. Beyin kanamasına bağlı olarak komanın gelişmesi halinde ise cerrahi müdahale sonrasında uzun bir yoğun bakım süreci yaşanabilir. Ayrıca yine beyin kanaması sonrası felç yaşanma riski de yüksektir. Bu riski belirleyen ise kanama sonucu ölen beyin hücresi sayıdır. Yine kanamanın beyinin hangi noktasında meydana geldiği de risklerin yükselmesine neden olan önemli bir faktördür.

0 yorum

Bebeklerde Alerjisine Dikkat

Antalya Hastane Kompleksi Çocuk Alerjisi ve İmmünoloji Hastalıkları Bölümü'nden Uzman Dr. Zafer Berber, besin alerjisi tanısı kesinleşmiş hastalar için radikal bir tedavi yönteminin olmadığını belirtti. Medical Park Antalya Hastane Kompleksi Çocuk Alerjisi ve İmmünoloji Hastalıkları Bölümü'nden Uzman Dr. Zafer Berber, "Hastanın alerjik olduğu besin ve ürünlerinden kaçınması reaksiyonları önlemenin tek yoludur. Çok az miktarda alımlarda bile şiddetli reaksiyon olabileceği için mutlak kaçınma şarttır. Önemli bir besin diyetten çıkarılmışsa beslenme bozukluğunun önlenmesi için diyetin düzenlenmesi gereklidir" dedi. "AİLEYE ACİL EYLEM PLANI VERİLMELİDİR" Besin alerjisi tanısı konulan çocuğun ailesinin, bakıcı ve okul personelinin belirtileri tanıması ve gerekirse acil tedavi konusunda bilgilendirilmesi gerektiğini söyleyen Uzman Dr. Berber, "Aileye bir acil eylem planı verilmelidir, ciddi reaksiyonlarda Adrenalin otomatik enjektörü kullanımı konusunda eğitilmelidir. Besin alerjisi olan çocuk arkadaşlarından, yabancılardan veya satış yapan yerlerden yiyecek almamalıdır" şeklinde konuştu. "ALIŞVERİŞ ESNASINDA BESİN ETİKET VE İÇERİKLERİNE DİKKAT" İşlenmiş, dondurulmuş veya paketlenmiş gıdaların gizli besin proteinleri içerebileceğini, alışveriş sırasında besin etiket ve içeriklerinin dikkatle okunması gerektiğini ifade eden Uzman Dr. Berber, "Restoranlarda yenen yemeklerde de gizli besin alerjenleri olabilir; hazırlayan kişilerden yiyecek içerikleri hakkında mutlaka bilgi alınmalıdır. Bu nedenle aileler bu konuda da titizlikle davranmalıdır" ifadelerini kullandı. "İNEK SÜTÜ ALERJİSİ OLAN BEBEK İÇİN ANNE SÜTÜ YETERLİ" İnek sütüne alerjisi olan çocukların sütün her formundan hatta diğer hayvanların sütlerinden kaçınması gerektiğinin altını çizen Uzman Dr. Berber, "Tereyağı, margarin, kaymak, hayvansal yağ, yoğurt, puding, krema, sütlü tatlılar, peynir, krem peynir, lor, peynir altı Suyu, Kefir, ekşi krema, kesilmiş süt gibi yiyeceklerden uzak durmalı. İnek sütü alerjisi olan bebekler için ilk 6 ayı içindeyse sadece Anne Sütü yeterlidir" dedi. "SÜT ALERJENİ İÇERMEYEN MAMALAR TERCİH EDİLMELİ" Bebeklerde ilk 6 aydan sonra inek sütünün yerini tutabilecek, normal büyüme ve gelişmeyi devam ettirecek ancak süt alerjeni içermeyen mamaların kullanılabileceğini belirten Uzman Dr. Berber, şunları kaydetti: "Bu mamalar giderek artan koruyuculuk sırasına göre; soya mamaları (6 ayın altındaki bebeklerde önerilmez), yüksek derecede hidrolize mamalar ve esansiyel aminoasit mamalar olarak sıralanabilir. İnek sütüne alerjisi olan bebeklerin yüzde 30 ila 50 kadarının soya bazlı mamalara, yüzde 10 kadarının da hidrolize mamalara reaksiyon gösterir. Bu çocuklara esansiyel aminoasit mamaları verilmelidir. Bu özel mamaları yeterince alamayan bebeklerin diyetinde diğer Protein ve kalori kaynaklarının arttırılması ve mutlaka kalsiyum ve vitamin desteği verilmesi gereklidir."(İHA)
0 yorum

Kaşıntı Önemli Hastalıkların Habercisi Olabilir

Antalya'nın Kemer ilçesinde düzenlenen 25. Ulusal Dermatoloji Kongresi devam ediyor. Dermoskopinin, derinin yüzeyel mikroskopik incelemesi ile koyu renkli lekelere tanı koymak amacıyla kullanılan bir muayene yöntemi olduğunu belirten Türk Dermatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Ertan Yılmaz, tecrübeli bir uzmanın bu yöntemle melanomları kolaylıkla tanıyabildiğini kaydetti. Prof. Dr. Ertan Yılmaz, "Dermoskopi için yüksek kaliteli büyütücü bir merceğe ve de kuvvetli bir ışık sistemine ihtiyaç vardır. Bu yöntemle derinin yapısı ve dokusu büyütülerek daha rahat algılanabilir. Bu amaçla hazırlanmış birçok cihaz vardır. Bazı aletler ile incelenen bölgelerin fotoğraflarını da çekmek mümkündür" dedi. DERMOSKOPİNİN AVANTAJLARI Dermoskopinin şüpheli lezyonlarda hekimin karar vermesine yardımcı olduğunu vurgulayan Türk Dermatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Ertan Yılmaz, "Örneğin büyümekte olan bir benin alınmasının gerekli olup olmadığını dermoskopi söyleyebilir. Böylece hastayı bu tip cerrahi girişimlerden koruyabilir. Çıplak gözle çok rahatsız edici görünen bir benin, dermoskopla bakıldığında çok masum olduğu anlaşılabilir. Tam tersine sorunsuz bir ben de dermoskopla bakıldığında çok farklı görülebilir ve biyopsi alınması gerekebilir. Bu cihazlarla kombine edilen bilgisayar yazılımları muayene görüntülerini arşivlemeyi, uzmanın tanısını ve rapor çıkarabilmesini sağlar. Hastaların eski benlerinin fotoğrafları arşivlenebildiğinden, ta kip döneminde benlerde değişiklik olup olmadığı kontrol edilebilmekte, eğer riskli bir değişiklik varsa bunu erkenden tedavi edebilme şansı doğmaktadır" şeklinde konuştu. KAŞINTI ÖNEMLİ HASTALIKLARIN HABERCİSİ OLABİLİR Kaşıntının, deri hastalıkları dışında, kansızlıktan parazite kadar pek çok hastalığın belirtisi olabildiğine dikkat çeken Türk Dermatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Ertan Yılmaz, şunları söyledi: "Bu nedenle uzun süren kaşıntıları ciddiye almak gerekir. Egzemadan bitlenmeye, ilaç döküntülerinden uyuza ve mantar hastalıklarına kadar pek çok hastalıkta, bireyi hekime yönelten en önemli yakınma kaşıntıdır. Kimi zaman en az ağrı kadar hastayı rahatsız eden; uykusuzluğa ve Depresyona yol açan, hatta intiharın eşiğine getiren bu bulguya, pek çok iç hastalığı da eşlik edebilmektedir. Kaşıntı için vücudun bir çeşit uyarısı ya da derinin bir tepkisi demek mümkün. Basit gibi görünse de, kaşıntı bazen oldukça karmaşık sorunlarla birliktelik gösterebilir.Barsak parazitlerinden kansere kadar pek çok hastalık kaşıntıya neden olabilir. Kaşıntının nedenleri araştırılırken hastanın yaşı, var olan hastalıkları, kullandığı ilaçlar, banyo alışkanlıkları ve hastanın psikolojik durumu gibi faktörler dikkate alınmalıdır. Bazı ilaç alerjilerinde, deride görünen herhangi bir şey olmaksızın kaşıntı gelişebileceği unutulmamalıdır. Barsak parazitleri, diyabet, iç organ kanserleri (safra kesesi, karaciğer, barsak kanseri); safra kesesi taşları ya da viral hepatit (sarılık) gibi nedenlerle ortaya çıkan safra yolu tıkanıklıkları, lösemi ve lenfoma gibi malign (kötü huylu) kan hastalıkları, böbrek yetmezliği, AIDS gibi sistemik (birçok organı tutan) hastalıkların gidişi sırasında ya da bazen bu hastalıkların ilk belirtisi olarak yaygın ve nedensiz kaşıntılar ortaya çıkabilir." EN SIK RASTLANAN KAŞINTI NEDENİ CİLT KURULUĞU Kaşıntının en sık rastlanan nedenlerinden birisinin deri kuruluğu olduğunu söyleyen Prof. Dr. Ertan Yılmaz, "Yaşlı hastalarda çok sık rastlanan bir türdür. Çünkü insan yaşlandıkça deri fonksiyonları, derinin esnekliği ve Su tutabilme özelliği azalır. Sert Alkali sabunlarla ve çok Sıcak su ile sık banyo yapılması, derideki bu bozulmayı daha da arttırıp, koruyucu lipid tabakasını zayıflatarak, deri kuruluğuna ve kaşıntıya yol açar. Ülkemizde yaygın olan liflenme ve keselenme alışkanlığının da derinin kuruyup kaşınmasında önemli rolü vardır. Deride görünür herhangi bir şey yokken, hasta kaşıntıdan yakınıyorsa, bu durum aksi kanıtlanana dek, altta yatan bir hastalığın belirtisi olarak kabul edilmelidir" şeklinde konuştu. İLK BAŞVURULAN HEKİM DERMATOLOG Genellikle kaşıntısı olan kişilerin ilk başvurdukları hekimin dermatolog olduğunu belirten Türk Dermatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Ertan Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü: "Dermatologlar, deri muayenesi ve genel muayene ile kaşıntının nedenini belirlemeye çalışırlar. Deride herhangi görünür bir bulgu yoksa muayene bulgularına göre Kansızlık (demir eksikliği), karaciğer ya da böbrek hastalıkları, tiroid hastalıkları, barsak parazitleri ya da yukarıda belirtilen diğer klinik tablolar yönünden incelemeler yapılır. Tüm bu araştırmaların sonuçlarına göre, gerekirse ilgili diğer dallardan uzman hekimlerin de yardımına başvurulur." KAŞINTI TEDAVİSİ Kaşıntıda öncelikle nedene yönelik tedavi yapılması gerektiğini bildiren Türk Dermatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Ertan Yılmaz, var olan deri hastalıklarının uygun ilaçlarla tedavi edildiğini, kaşıntı tedavisinde çok sık olarak kullanılan antihistaminlerin, ürtiker (kurdeşen) dışındaki kaşıntılarda etkisinin olmadığını kaydetti. Prof. Dr. Yılmaz, "Birinci kuşak diye tanımlanan ve sedatif (uyku verici) özellikleri olan antihistaminler, bu özellikleri nedeniyle kullanılabilir. Mentollü krem ya da pudraların, uzun süreli kullanımda, tahrişe neden olabileceği unutulmamalıdır. Yine de, kısa süreli olarak vazelinli, kortikosteroidli pomatlarla birlikte kullanılabilir" dedi. DERİ KURULUĞUNU ÖNLEMEK İÇİN Prof. Dr. Yılmaz, deri kuruluğu nedeniyle oluşan kaşıntıdan kaçınmak için yapılması gerekenleri ise şöyle sıraladı: "Banyo ılık Suyla yapılmalı, kısa sürmeli ve gerekmedikçe haftada ikiyi geçmemelidir. Banyolarda sabun yerine syndet diye tanımlanan, sert (alkali yapılı) olmayan ve derinin Asit ve lipid örtüsünü bozmayan ürünler kullanılmalıdır. Kese ve lif kullanılmamalı, temizleyici ürün vücuda elle sürülmelidir. Banyo sonrasında, yumuşak bir havluyla deriyi fazla tahriş etmeden kurulanmalı ve ilk 3 Dakika içinde, henüz daha deri kuruyup gerilmeden, derideki nemliliğin sürmesini sağlayacak nemlendirici, yağlayıcı pomat ya da emülsiyonlar yaygın olarak sürülmelidir.Kolonya, Alkol gibi Maddelerin, kaşıntı giderici jel ve Sulu pudraların deriyi kurutarak kaşıntının daha da artışına neden olacağı unutulmamalıdır. Derisi kuru ve kaşıntıya eğilimli bireylerde, vücuda ilk temas eden giysilerin pamuklu olması gerekir. Sentetik ürünlerin ya da yünlü giysilerin deriye doğrudan teması kaşıntıyı arttırır. Yüksek ısılı ve düşük nemli ortamların da, deri kuruluğu ve kaşıntıya yol açabileceği akılda tutulmalıdır." PSİKİYATRİK SORUNLAR DA KAŞINTIYA NEDEN OLUYOR Türk Dermatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Ertan Yılmaz, uzun süren ve bir nedene bağlanamayan kaşıntılarda, hastanın bir psikiyatrist ile konsülte edilmesi gerektiğine dikkat çekti. Prof.Dr. Yılmaz, "Neden ne olursa olsun, serin ve klimalı bir ortam, pamuklu, hafif giysi ve yatak takımlarının kullanılması, aşırı terlemeden kaçınılması kaşıntıyı azaltır. Kalın, yünlü ya da sentetik giysilerin giyilmesi, çok sıkı giyinilmesi; hem deriyi tahriş etmekte, hem de vücut ısısını arttırarak kaşıntıyı tetikleyebilmektedir. Alkol alımından, sıcak ve baharatlı yiyeceklerle, sıcak içeceklerden kaçınılması uygun olacaktır. Bu maddeler deride vazodilatasyona (damarların genişlemesine) neden olarak kaşıntıyı arttırabilirler" diye konuştu. FAST-FOOD TÜKETENLERDE DERİ SORUNLAR DAHA SIK GÖRÜLÜYOR Yoğun biçimde fast-food tüketenlerin daha az meyve, sebze tükettiklerini ve daha az su içtiklerinin gözlemlendiğini vurgulayan Türk Dermatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Ertan Yılmaz, "Bu Sağlıksız beslenme şekli, kişinin genel görüntüsünü ve güzelliğini olumsuz etkiliyor. Az vitaminli yiyeceklerle beslenmek, yağda eriyen vitaminler dediğimiz A, D, E, K vitaminlerini eksik almak cilt güzelliğini bozuyor. E ve A vitamini; güzel, sağlıklı ve kırışıksız bir cilt için olmazsa olmaz. Beslenmenin cilt sağlığındaki önemi tartışılmaz. Günlük diyette yeşil yapraklı çiğ sebzeler ile meyve tüketimine dikkat edilmesi gerekir. Öte yandan su tüketimi de cilt sağlığı için çok önemli. Su, cildimizin nem oranını etkiler, susuz kaldığımızda cildimiz de susuz kalıp nem kaybına uğrayacağı için yeterli miktarda su içmeliyiz, bu da Günde en az 1,5 Litre yani 5-6 bardak su içilmesi gerekliliğine işaret eder. Güzelliğin en önemli unsurları arasında yer alan bitkisel Proteinler, özellikle tahıllarda bulunan B vitamini saç ve tırnak güzelliği için çok önemlidir" ifadelerini kullandı.(İHA)
0 yorum

Stresli Hayat Alzheimer Riskini Artırıyor

Özellikle kadınlarda orta yaş dönemlerinde bazı stresli travmalar yaşamaları sonucu vücutta birtakım hormonal değişikliklerin meydana geldiği belirtildi. Medical Park Antalya Hastane Kompleksi Nöroloji Bölümü'nde görevli Uzman doktor Ayşenur Durna, "Stresli travmalarda aynı zamanda vücuttan bazı enflamatuar Maddelerin salındığı ortaya çıkmıştır. Bu hormonal ve enflamatuar değişiklik başta beyin olmak üzere tüm vücutta zararlı etkiler ortaya çıkarmaktadır" diye konuştu. "YAŞLANMA SÜRECİNİ TETİKLEMEKTE" Kişiler ne kadar fazla travmatik stres yaşadılarsa alzheimer hastalığına yakalanma risklerinin de o kadar artış gösterdiğini belirten Uzman Dr. Durna, "Kişiler bu stresli travmalardan uzaklaşsalar bile vücutta bir kez başlayan bu değişim etkisini devam ettirmekte ve son bulmamaktadır. Bu durum ilerleyen dönemlerde beynin dejeneratif yaşlanma sürecini hızlandırmakta veya tetiklemektedir" dedi. "HAREKETSİZ VE İÇE KAPANIK YAŞAM RİSKİ ARTIRIYOR" Yapılan çalışmaların bu stresör travmaların başında, eş ya da çocuk kaybı, evde herhangi birinin kronik ilerleyici hastalığının olması, boşanma süreci, herhangi bir saldırı, tecavüz veya benzeri durum, hırsızlık olayları, Araba kazası, kişinin kendi kronik hastalıkları ve finansal problemlerin geldiğini hatırlatan Uzman Dr. Durna, "Özellikle kişinin şeker hastalığı, tansiyon, obezite ve kan yağları yüksekliği gibi risk faktörleri varsa ve hareketsiz, içe kapanık bir yaşam sürüyorsa bu risk artmaktadır" diye konuştu.(İHA)
0 yorum

Bu Uyarıları Dinleyin, Kanserden Uzaklaşın

Kanserin sanayileşmeye paralel artan bir hastalık olduğuna dikkat çeken uzmanlar, işlenmiş gıdaların, fast food tüketiminin, hareketsiz yaşamın, mevsimsiz sebze meyve tüketimi ve pişirme yöntemlerinin hastalığın yaygınlaşmasına davetiye çıkardığını belirtiyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Gülay Hamzaoğlu Öztürk, sadece beslenmeye dikkat ederek kansere karşı önemli ölçüde önlem alınabileceğini ifade etti "PİŞİRME YÖNTEMLERİNE DİKKAT" "Kanserden korunmada öncelikle mutfağınızı düzenleyin" diyen Öztürk, "Bundan kasıt, pişirme yöntemlerine dikkat etmeniz. Yiyecek hazırlarken ızgara, buğulama, benmari ve fırında pişirme yöntemlerini kullanmak gerekiyor. Yağsız et tüketmek, tavuk ve hindinin kesinlikle derisini yememek, balık tüketimini artırmak önemli. Güne kızarmış ekmekle mi başlayacaksınız, ekmeği çok kızartmamak hiçbir şeklide yakmamak gerekiyor. Zira gıdaların yüksek ısıya maruz kalması ile Protein yapısı bozulup zararlı Maddelere dönüşebiliyor. Ekmekteki yanmış bölgeler de işte bu zararlı dönüşümü içeriyor. Yine eti mangal yerine normal ızgarada pişirmek bu kapsamda son derece önemli. Bunu kesinlikle alışkanlık haline getirmek gerekiyor" dedi. "KIŞIN Domates VE BİBER YEMEYİN" Sebze ve meyvelerin mevsiminde tüketiminin önemli olduğunu kaydeden Öztürk, "Tüm sebze ve meyve gruplarının hangi mevsimde yetiştiğini öğrenin ve alışverişinizi bu yönde düzenleyin. Mevsimi dışında yer alan gıdalarda ilaç ve Hormon gibi maddelerin kullanımı vücudumuza geçiyor ve bu da risk oluşturuyor. Çocuklarda son dönemlerde artan hızlı ergenliğe giriş bunun bir göstergesi. Kışın domates ve biberden vazgeçemiyor iseniz, kendinize bir derin dondurucu temin edin ve yaz mevsiminden içini mevsim sebzeleri ile doldurun. Kışa Sağlıklı hazırlık yapın. Salam, sucuk, sosis gibi koruyucu madde kullanımı gerektiren gıdaları mutfağınızdan uzaklaştırmanız gerekiyor. Ancak vazgeçemiyorsanız uygun koşullarda ve hiçbir katkı maddesi kullanmadan kasabınıza sadece sizin tüketebileceğiniz ölçülü miktarlarda sucuğunuzu hazırlatabilirsiniz" diye konuştu. "ANTİOKSİDAN ÖZELLİĞİ YÜKSEK GIDALARI TERCİH EDİN" İnsan vücudunun yoğun çalışma ortamında stres altında olduğunu hatırlatan Diyetisyen Öztürk, "Bu nedenle vücudun savunmasını sağlaması için ona göre beslenmek çok büyük önem taşıyor. Antioksidan özelliği yüksek gıdalar savunmayı artırmaya yardımcı oluyor. Bu kapsamda mevsiminde domates, havuç, Limon, zencefil, Sarımsak, koyu yeşil yapraklı sebzeler ve tahıllara soframızda daima yer vermemiz gerekiyor. Yeterli ve dengeli beslenmeyi bir alışkanlık haline getirmek ve tüm yaşantınız boyunca sürdürmeniz önemli. Çeşitli ve renkli sebze-meyvelerin tüketimi kanserle mücadelede son derece büyük rol oynuyor. Tüm besin gruplarından her Gün ve dengeli bir şekilde faydalanmak gerekiyor. Kefir, probiyotik yoğurt, çiğ sebze, soğan ve bazı kök Bitkilerin tüketimine önem vermek, bunları tüketmeyi unutmamak şart. Kanser ile mücadele ve sağlıklı yaşam fazla kilolardan kurtulmak şüphesiz son derece önemli. Zira aşırı kilolar başta meme kanseri olmak üzere, kalın bağırsak, rahim, yemek borusu, böbrek, pankreas, prostat ve yumurtalı kanseri ile çok yakın ilişkili olduğundan kilo vererek kanser riskini belirgin şekilde azaltmak mümkün. Ancak kilo verirken bilinçsizce yapılan diyetler de bir o kadar kansere davetiye çıkarıyor" diye konuştu. "HAREKET ŞART, GÜNDE 2 LİTRE Su İÇİN" Hareketsiz bir yaşantının hastalıklara davetiye çıkardığını ifade eden Öztürk, "Zira vücutta yağ oranı artış gösterirken, kanser hücreleri de yağlı bir ortamda daha fazla faaliyet gösterme eğilimine sahip oluyor. Dolayısıyla hareketsizliğe son vermek gerekiyor. Egzersiz yapmak, tempolu yürüyüş ve haftada en az üç kere yapılacak yaklaşık yarım Saatlik spor hastalıklarla mücadelede ve sağlıklı yaşantıda önemli. Düzenli egzersiz yapanlarda özellikle meme, kalın bağırsak, rahim ve Prostat Kanseri daha az görülüyor. Günlük önerilen su tüketimine uymaya özen göstermek gerekiyor. İş yaşantısı ve sosyal yaşantının yol açtığı fazla çay ve kahve tüketimi su alımını engelleyici faktörler. Bu tür içeceklerden gelen Sıvı, günlük su ihtiyacını karşılamıyor aksine vücuttan su atımını hızlandırıyor. O nedenle Suyu su olarak içmemiz gerekiyor. Ancak şunu bilin ki, her şeyin fazlası zarar. Yani günlük 2-2,5 Litre su tüketiminin üzerine çıkmak da faydalı değil aksine zararlı" şeklinde konuştu.(İHA)
0 yorum

Her Karın Ağrısı Masum Değil

Karın boşluğundaki Aort damarlarının genişlemesi sonucu oluşan Abdominal Aort Anevrizması, sinsi seyrediyor ve belirti vermiyor. Genişleyen damarlar fark edilmezse patlıyor ve ölümle sonuçlanabiliyor. Marmara Üniversitesi, Pendik Eğitim Araştırma Hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Selim İsbir, hastalığın daha çok 60 yaş üstü sigara içen Hipertansiyonu olan erkeklerde gördüğünü kaydetti. Prof.Dr. İsbir, hastaların büyük çoğunluğunun anevrizma patladığı zaman bu hastalıktan haberdar olduklarını vurgulayarak, ''Çok az sayıda hastada öncesinde karın ve bel bölgelerinde ağrı ortaya çıkar ki bu belirtiler hastalığa özel belirtiler değildir. Kanımca toplumda yeterince bilinmemesinin en önemli nedeni hastalığa özel bir belirtisinin olmaması vede aort damarının bu süreçte sinsice büyümeye devam etmesidir" dedi. Prof.Dr. İsbir, anevrizma patlamadan önce hastada karın ağrısının en sık karşılaştıkları belirti olduğunu ifade ederek, ''Damarın patlaması ve karın boşluğuna kanamanın başlaması ki halk arasında "iç kanama" olarak da isimlendirilir ani tansiyon düşmesi ve buna bağlı belirtiler ortaya çıkar. Eğer hasta şanslı ise kanama kendi kendini sınırlar ve hasta bu ameliyatın yapılabileceği Kalp Damar Cerrahisi merkezi olan bir hastaneye ulaşabilirse kurtulma şansı olabilir. Ama çoğunlukla bu tablo aksi yönde gelişir ve hastalar anevrizma patladığında hayatlarını kaybederler. Anevrizması patlayan ve hastaneye ulaşan hastalarda ise aşırı kan kaybına bağlı böbrek yetmezliği, eğer altta yatan bir kalp hastalığı mevcut ise kalp krizi ve hatta felç ortaya çıkabilmektedir'' diye konuştu. Prof.Dr. isbir çoğunlukla karın ağrısı ile başvuran hastalarda basit bir ultrasonografi ile tanı konulduğuna dikkat çekerek, ''Çoğunlukla karın ağrısı ile başvuran hastalarda basit bir ultrasonografi ile tanı koymak mümkündür. Karın ağrısı yapan diğer hastalıklarla karıştırmak mümkündür. Ancak karın ağrısı ile beraber hastalarda bir şok tablosu da olduğundan akla abdominal aort anevrizması gelmelidir'' dedi. Hastalığın genetik yatkınlığı olduğunu belirten İspir, ailesinde anevrizma öyküsü olanlarda daha sık görüldüğünü ifade ederek, "Ayrıca damar sertliğine bağlı (kireçlenme) kalp hastalığı olanlarda daha sık görülür. Bu noktada yüksek tansiyon, sigara ve erkek cinsiyet en önemli risk faktörleridir. Patlayan anevrizmalarda hastanın en kısa sürede bu ameliyatların yapılabileceği " Kalp Damar Cerrahisi" merkezlerine yönlendirilmesi gerekir. Hastaya Sıvı ve kan desteği yapılmalı ve eğer merkez "endovasküler " tedavi yapabiliyor ise süratle bu tedavi uygulanmalıdır. Endovasküler tedavide kasık bölgesinden "endovasküler greft" adını verdiğimiz bir stent anevrizmanın olduğu aort bölgesinde yerleştirilir ve kanama durdurularak anevrizma tedavi edilir. Ancak her hasta bu yöntem için uygun olmayabilir bu takdirde klasik cerrahi yöntemle karın bölgesinden yapılan bir ameliyatla anevrizma bölgesine bir suni damar yerleştirilir" dedi. ENDOVASKÜLER TAMİRLE DENEYİMLİ MERKEZLERDE ÖLÜM ORANI YÜZDE 0'DIR Prof.Dr. Selim İsbir, endovasküler tamirin son yıllarda hastalığın tedavisinde çok önemli bir yenilik olduğunu ve hastaların hayatta kalma oranını büyük bir oranda artırdığını kaydetti. İsbir, şunları söyledi: ''Abdominal aort anevrizmalarına yönelik açık cerrahi yöntem olarak adlandırdığımız yöntemde eğer hasta anevriması patlamadan tanısı konmuş ve de Ameliyata alınmış ise Ameliyat esnasında ölüm oranı yüzde 5-6 civarındadır. Bu rakam endovasküler teknikte yüzde 1 civarında hatta deneyimli merkezlerde yüzde 0'dır. Anevrizması patlayan hastalarda açık cerrahi yöntemde bu oran yüzde 15-20 lerdedir. Endovasküler Tamir yönteminde, özel bir stent kasıktan katater yardımı ile anevrizmanın içine yerleştirilmekte ve anevrizmayı devre dışı bırakmaktadır''. ENDOVASKÜLER TAMİR HER MERKEZDE YAPILMIYOR Prof.Dr. Selim İsbir, abdominal aort anevrizması tamirinin her merkezde yapılamadığının altını çizerek, ''Abdominal aort anevrimalarına yönelik endovasküler tedavi Ameliyathane şartlarında kalp damar cerrahları, girişimsel radyoloji uzmanları, kalp damar cerrahisi Anestezi uzmanları,deneyimli teknisyenler ve hemşirelerden oluşan geniş bir ekiple tedavi edilirler. Bu ameliyathanelerde greftin yerleştirilmesi esnasında Anjiyografi cihazı adı verilen görüntüleme cihazının olması gerekmektedir. İşlemin ameliyathane şartlarında yapılması özellikle enfeksiyonun önlenmesi vede işlem sırasında stentin yerleştirilememesi durumunda açık ameliyata geçilmesi durumunda önemlidir. Ülkemizde ameliyathane ortamında anjiyografi cihazı bulunan Kalp Damar Cerrahisi merkezlerinin sayısı oldukça azdır. Çoğunlukla kardiyoloji ve radyoloji bölümlerinin anjiyografi laboratuarlarında yapılmaktadır ki bu durum kanımca risk taşımaktadır'' dedi. Prof.Dr. Selim İsbir, tarama için kalp damar cerrahisi merkezlerine başvurulması gerektiğini, sonrasında radyoloji bölümlerinde yapılan ultrasonografi ve detaylı tomografik incelemler ile tanı koymanın mümkün olduğunu sözlerine ekledi.(İHA)
0 yorum

Cildin Yaşlanmasına Engel Olunabilir mi ?

Memorial Antalya Hastanesi Dermatoloji Bölümü'nde görevli Uzman Dr. Oya Ermiş, yaşlanmış cildin kuruduğu, pullandığı ve kalınlaştığını belirterek, "Ciltte çiller, güneş lekeleri, damarlar ortaya çıkar. İleri yaşlarda yaşlılık lekeleri belirir. Alında, kaş arasında ve yanaklarda mimik çizgileri kendini gösterir. Özellikle göz çevresinde ince çizgi ve kırışıklıklar; dudak üzerinde çizgiler ortaya çıkar. Ayrıca, ciltte morarma ve kanamalar daha kolay oluşur" dedi. PRP YÖNTEMİ Yaşlanmış bir cilde ait bu görüntülerin PRP, Lazer, peeling, mezolifting ve roller gibi yöntemlerle ortadan kaldırılabileceğini vurgulayan Dr. Oya Ermiş, "Kişinin kendi kanının yine kendi vücuduna enjekte edilmesiyle gençleşmeyi sağlayan PRP yöntemi kozmetik dermatolojide ortalama 2-4 hafta aralıklar ile yapılan 3-4 seanslık uygulamadır. Vücuda herhangi yabancı Madde veya ilaç vermeden tamamen doğal bir gençleşme sağlar. PRP sayesinde ilk seanslardan itibaren öncelikle cildin kuru ve mat görünümünde düzelme başlar. Takip eden uygulamalar ile kırışıklarda hafifleme, cildin elastikiyetinde artma gözlenir" dedi. Güzellik ve estetik kaygılarına yol açan güneş lekeleri, doğumsal lekeler ve çiller, dövmeler, yara ve sivilce izleri, doğum ya da kilo alıp verme sonrası oluşan çatlak, kırışıklıklar, istenmeyen tüyler, deride gevşeme ve sarkmalar lazer dokunuşları sayesinde başarı ile tedavi edilebildiğini kaydeden Dr. Oya Ermiş, şunları söyledi: "Derideki yaşlanma belirtilerini engellemek için kullanılan profesyonel yöntemler arasında peeling, soyma ve mikrodermabrazyon (mekanik cilt soyma yöntemi) işlemleri öne çıkmaktadır. Peeling işlemi değişik derinliklerde soyulma sağlayan farklı kimyasal ajanlarla yapılır. Derideki yaşlanma belirtilerinin oluşmasını azaltan peeling uygulaması için en uygun mevsim kış aylarıdır. Yaşlanmayı önlemek için kullanılan kremler daha çok derinin üst tabakasını etkiler. Ancak cildin asıl destek görevini yapan, canlılığını sağlayan ve kozmetik açıdan temel işlevini sağlayan ise dermiş denilen alt tabakadır. Mezolifting (Mezoterapi) tedavisi, yüz, boyun, dekolte bölgesindeki kırışıklıklar için A, C, E vitaminlerinin, derinin bağ dokusunda bulunan Su tutma kapasitesine sahip destek ve gerginliği sağlayan hiyalüronik asitin enjeksiyon şeklinde mikropuntur yöntemiyle çok ince uçlu iğneler kullanarak deri içine uygulanma işlemidir." CİLTEKİ TÜM SORUNLAR İÇİN ROLLER UYGULAMASI Dermapen tedavisinin, üzerinde belli sayıda ve uzunlukta iğneleri olan tıbbi bir Alet ile cilt üzerinde mikrokanallar açılma yöntemi olduğunu belirten Dr. Oya Ermiş, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu mikrokanallar deri tarafından yara gibi algılandığından deri kendi içindeki büyüme faktörlerini harekete geçirerek cildin yara tamir mekanizmalarını çalıştırır. Oysa gerçek anlamda yara olmadığından üretilen kolojen, hiyalüronik Asit ve kırışıklık giderici etki yaratacak şekilde fayda sağlar. Bu yöntem kırışıklık gidermesinin yanı sıra, hafif, orta derecede çukurluk şeklindeki akne izleri, yanık izleri, cilt lekeleri, göz çevresi kırışıklıkları ve gözaltı morlukları tedavisinde uygulanır." BİRDEN FAZLA YÖNTEM BİR ARADA KULLANILMALI Yaşa bağlı oluşan renk değişikliği, kırışıklık ve sarkmaların tümünün tek bir yöntemle giderilmesinin mümkün olmayabildiğini de söyleyen Dr. Oya Ermiş, "Çoğunlukla birden fazla yöntemin bir arada kullanılması daha etkili olmaktadır. Özellikle hafif ve orta düzeydeki yaşlanma belirtilerinin giderilmesinde, biraz daha derin soyulma sağlayan, kimyasal ve Mekanik cilt soyma işlemleri, Lazerler, PRP ve roller uygulamaları iyi birer seçenektir" dedi.(İHA)
0 yorum

Göğsüm Ağrıyor Acaba Kanser Miyim?


Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Kemal Yandakçı, meme ağrısı yaşayan kadınların genellikle Kanser olduğunu düşündüğünü belirterek, "Kanser hastalarında genellikle meme ağrısı görülmez. Kanser genellikle sert, ağrısız, düzensiz bir kitle ile başlar. Kanserde ağrı ancak hastaların yüzde 15'inde görülür" dedi. Op. Dr. Kemal Yandakçı, ülkemizde kadınların meme, Hemoroid ve kadın doğum muayenelerinden utandığını ve çoğu zaman bu nedenle hekime gitmediğini ifade ederek, "Hekimler için hastaların organları arasında bir fark yoktur" şeklinde konuştu. Op. Dr. Kemal Yandakçı, meme ağrısı, nedenleri ve tedavisine ilişkin şu bilgileri verdi: "Meme ağrısı, kadınların yüzde 70'inin ömrü boyunca bir şekilde karşılaştığı bir yakınmadır. 30-50 yaş arası kadınlarda oldukça yaygındır. Meme ağrısı tek veya çift taraflı olabilir ve meme ağrısını tarif eden kadınların önemli bir kısmı, bu durumun adet düzeniyle ilişkili olduğunu bilerek, bir bulgu olarak kabullenmişlerdir. Ancak yüzde 10-20'lik bir kesim, şiddetli ağrıyı tarif ederek, günlük iş ve cinsel aktivitelerinin kısıtlandığından ve bu durumun kendilerini Depresyona sevk ettiğinden şikayetçidirler. Adet düzeniyle ilişkili olan ağrılar bazen çok şiddetli olabilirler. Meme ağrısı yaşayanların yaklaşık 1/3'ü bu şikayetle doktora başvurma gereği hissetmişlerdir. Adet düzeniyle ilişkili olan ağrıların nedeni henüz kesin olarak bilinmemektedir. Ağrının adet düzeniyle birlikte ortaya çıkması, memelerde şişme, hassasiyet olması ve menopoz ile ağrı şikayetlerinin gerilemesi, kadınlık Hormonu olan östrojen etkisine bağlı olduğuna dair delilleri kuvvetlendirmektedir. Kanser hastalarında genellikle meme ağrısı görülmez. Kanser genellikle sert, ağrısız, düzensiz bir kitle ile başlar. Kanserde ağrı ancak hastaların yüzde 15'inde görülür. Meme ağrıları dört ana grupta sınıflandırılabilir. Bunlar adet düzeniyle ilişkili olan ağrılar, adet düzeniyle ilişkili olmayan ağrılar, göğüs duvarı ağrıları ve göğüs duvarı dışı ağrılardır. 

ADET DÜZENİYLE İLİŞKİLİ OLAN AĞRILAR 

 Genelde 30'lu yaşlardaki kadınlarda sık görülür. Genelde 3-7 Gün süren adet öncesi memede gerginlik, şişme ve hassasiyet şikayeti ile kendini gösterir. Ağrı genelde iki taraflıdır ve hastalar dokunmakla memenin hassas olduğundan da şikayet ederler ve ağrı genelde memenin üst dış bölümünde daha çok hissedilir. Ağrı koltuk altına ve üst kola da yayılma eğilimindedir. Ağrının şiddeti her adet döneminde değişmekle beraber, yıllarca ısrarla süren ağrı olarak tarif edilebilir. Menopoz ile tipik olarak ağrılar ortadan kalkar. Ağır eşya kaldırma ve kolu zorlama gibi fiziksel aktiviteler ağrıda artışa neden olur. 

ADET DÜZENİYLE İLİŞKİLİ OLMAYAN AĞRILAR

 Menstrüel döngüden bağımsız ve hem menopoz öncesi hem de menopoz sonrası kadınlarda gözlenebilen ağrı şeklidir. Ağrı genelde yanma şeklinde tarif edilir. Altta yatan neden hassas bir meme kisti, iltihap, çarpma olabileceği gibi, çoğu zaman ağrıyı açıklayacak bir neden gösterebilmek oldukça güçtür. Genelde çay, kahve, kola, çikolata gibi kafeinli gıda alımı, sigara ve Alkol tüketimi ve stresle ilgilidir.

 GÖĞÜS DUVARI AĞRISI 

 Kas-iskelet sisteminden köken alan ağrı çoğu zaman tek taraflıdır ve ağrının tariflendiği alana baskı uygulamakla ağrı artar. Memede tariflenen bıçak saplanması veya batma tarzındaki ağrılar, çoğu zaman kas-iskelet sisteminden kaynaklanan ağrılar olup bölgenin komşulukları nedeniyle meme ağrısı olarak kadınlarca tariflenmektedir. Bu şikayetlerle başvuran hastalarda sinir kök ağrıları ve kaburga ağrıları da araştırılmalıdır.

 GÖĞÜS DUVARI DIŞI AĞRI 

 Bu grup ağrılar kas-iskelet sistemi dışında safra kesesi taşı veya kalp kökenli ağrıları içermekte olup memede ağrı şikayetiyle başvuran hastalarda batın muayenesi ve kalp ile ilgili hikaye de dikkatle alınmalıdır.

 NE YAPMALI?

 Mutlaka bir genel cerrahi uzmanına başvurarak muayene olmalıyız. Ülkemizde bayanlar meme, hemoroid ve kadın doğum muayenelerinden utanmakta ve çoğu zaman bu nedenle hekime gelmemektedirler. Hekimler için hastaların organları arasında bir fark yoktur. 40 yaş altı bayanların meme muayenesi ve meme USG yaptırmaları, 40 yaştan sonraki bayanlarda ise 70 yaşa kadar her 8 kadından birinde gelişebilecek meme kanser riski nedeni ile yılda bir 70 yaştan sonra iki yılda bir meme USG ve mamografi yaptırmaları gereklidir. Muayene ve tetkiklerinde sorun saptanmayan hastalara kafein içeren gıdaların azaltılması, sigara ve Alkolden kaçınılması, spor yapılması, Sağlıklı beslenme koşullarına uyulması ve stresten uzak durması önerilir. Buna rağmen ağrıları devam eden hastalarımıza ağrı seviyelerine göre ilaç tedavi seçenekleri vardır."(İHA)
0 yorum

Annelerin korkulu rüyası olan Rotavirüs


Annelerin korkulu Rüyası olan Rotavirüs, yılda bir milyondan fazla çocuğun ölümünden sorumlu tutuluyor. Uzmanlar, her çocuğun 5 yaşını doldurmadan Rotavirüs geçireceğini belirtirken, "Rotavirüs, en çok kış aylarında görülen bir hastalık. Tüm dünyada her yıl milyonlarca çocuğu etkileyen bir virüs. Ağır geçirilen hastalık, yüksek ateş yapıyor. Aşırı kusma, şiddetli ishal gibi belirtilerle kendini gösteriyor. Vücutta çok hızlı şekilde Su kaybına yol açtığı için, kaybedilen Sıvı takviye edilemezse ölüme yol açabiliyor" diyor Çocuk Hastalıkları Uzmanı Mesut Özel, antibiyotiğin tedavide yeri olmadığını söylüyor; anne-babalara önemli uyarı ve önerilerde bulunuyor.

 ANİ ATEŞ, ŞİDDETLİ İSHAL VE KUSMA

 Rotavirüs'ün daha çok kış hastalığı olarak bilindiğini ifade eden Dr Mesut Özel, "Rotavirüse bağlı ağır ishaller sıklıkla 3 ay-2 yaş arasındaki çocukları etkiliyor. Yaklaşık 2-4 günlük kuluçka dönemi sonrasında ani yüksek ateşe yol açıyor, aşırı kusma ve şiddetli ishal gibi belirtilerle kendini gösteriyor. Rotavirüs ishallerinde diğer etkenlere ait ishallerden daha fazla Sulu ishal, bulantı, kusma, iştah kaybı, karın ağrısı görülmektedir. Rotavirüs enfeksiyonu sebebiyle hastaneye yatırılan çocukların çoğunluğunda ateş, kusma ve ishal bileşiminden oluşan bir klinik görülür. Ancak rotavirüs ishalinin tanısı konulsa bile, hastalığa yönelik özel bir tedavisi bulunmuyor. Rotavirüs tanısını doğrulamak için birkaç laboratuar yöntemi kullanılabilir. Rotavirüs ishalinin özel tanısının konulması, tedavi yaklaşımını değiştirmez. Özel bir antiviral tedavi yoktur" diye konuştu. 

ANTİBİYOTİĞE YER YOK 

 "Viral ishallerde Antibiyotik fayda etmiyor. Bir başka değişle, rotavirüs tedavisinde antibiyotiğe yer yok" diyen Özel sözlerini şöyle sürdürdü: "Aksine, antibiyotik kullanımı bağırsak florasını bozarak, ishalin uzamasına ve ağırlaşmasına yol açabiliyor. Rotavirüs ishaline karşı tek korunma yöntemi olarak aşı gösteriliyor. Rotavirüs aşısı Türkiye'de rutin aşı takvimine alınmış değil. Aileler kendi isteği doğrultusunda ilgili hekime yaptırabiliyor. Halen piyasada olan aşı 2006 yılından beri ABD ve birçok Avrupa ülkesinde güvenli bir şekilde uygulanıyor. Aşının uygulanmaya başlamasıyla birlikte aşı yapılan grupta hastaneye yatış oranında yüzde 85 oranında azalma kaydedildiğini belirtiyor. Rotavirüs aşısının etkinliğinin yüzde 74 ile yüzde 98 arasında olduğu bilimsel yayınlarlarla ispatlanmış durumda. Rotavirusgastroenteriti çok sayıda ayaktan poliklinik ve hastane yatış oranları nedeniyle ülke ekonomisine ve ailelere büyük yük getiriyor"

 ROTAVİRÜSTEN KORUNMANIN YOLLARI 

 Rotavirüs ishaline karşı korunmada öncelikli yöntem aşı. Bunun yanı sıra temizlik ve hijyene çok dikkat etmek gerekiyor. Zira rotavirüs, ishal bir kişinin dışkısı ile kolaylıkla çevreye yayılabiliyor. Kişinin dokunduğu kapı kolları, Telefon, Asansör düğmesi, oyuncak, bardak gibi çok çeşitli araçlarla çevredeki diğer kişilere kolayca bulaşabiliyor. Rotavirüs kuru yüzeylerde 6 ile 60 Gün arasında Canlı kalabiliyor. Dr. Özel, milyonlarca çocuğu tehdit eden rotavirüsten korunmak için gerekli kuralları şöyle sıralıyor: - Temiz olduğuna inanılan Sular içilmeli - Bebek temizlendiğinde kullanılan suların temiz olmasına dikkat edilmeli - Çocuklarda yalnızca pastörize süt ve şişelenmiş meyve Suyu verilmeli - Taze meyve ve sebzeler yenilmeden önce mutlaka bol su ile yıkanmalı - Et, balık ve deniz ürünleri mutlaka iyi pişirilmeli - Yemekten önce ve sonra, tuvalete çıktıktan sonra ve bebeğin altı değiştirildikten sonra eller mutlaka iyice yıkanmalı.(İHA)
0 yorum

Kanserde Akıllı İlaç Devri


Gediz Üniversitesi'nde akıllı ilaçlar üzerine çalışan TÜBİTAK Bilim Ödülü sahibi Prof. Dr. Mehmet Emin Şengün Özsöz, "Akıllı ilaçlar 5-10 yıl içinde hayatımıza girerek Kanser tedavisinde çığır açacak" dedi. Türkiye'nin sayılı nanoteknolojive biyomedikal laboratuvarlarından birine sahip olan Gediz Üniversitesi'nde akıllı ilaçlar üzerine çalışılıyor. Bu yöndeki araştırmaların başında elektrokimyasal biyosensörler alanında dünya çapında tanınan Gediz Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürü ve Biyomedikal Mühendisliği Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Emin Şengün Özsöz bulunuyor. Ülkemizin Nobel'i olarak bilinen TÜBİTAK Bilim Ödülü'nün sahibi Özsöz, insanlığın geleceğinin aptamer adı verilen akıllı ilaçlara bağlandığına, bilimin bu alana odaklandığına dikkat çekti.

 "KEMOTERAPİ SAĞLIKLI HÜCRELERİ DE ÖLDÜRÜYOR"

 Akıllı ilaçların özellikle kanser tedavisinde hem başarı oranını artıracağını hem de yan etkileri azaltacağını dile getiren Özsöz, sözlerini şöyle sürdürdü: "Şu an kanser hastalarına uygulanan Kemoterapi ile kanserli hücreler yok edilmeye çalışılıyor. Ancak bu ilaçlar Sağlıklı ve kanserli hücreleri ayırt edemediğinden tüm vücudu etkiliyor, sağlıklı hücreleri de öldürüyor. Hücre kaybı yüzünden saçlar dökülüyor, vücut direnci azalıyor, hasta kendini yorgun ve bitkin hissediyor. Bu da tedavi şansını azaltıyor. Akıllı Moleküller aptamer ile sentezlenen yeni ilaçlar doğrudan kanserli dokuya yönelecek, tümörü bulup sadece bu bölgeye etki edecek.Hedefe kilitlenen akıllı ilaçlar sayesinde kanser tedavisinde önemli bir başarı elde edilmiş olunacak." 

BİYOLOJİ ASRINDAYIZ 

 Akıllı ilaçların 5-10 yıl içinde uygulama aşamasına gelmesinin beklendiğini ifade eden Özsöz, şöyle konuştu: "Biyoloji asrını yaşıyoruz. Özellikle moleküler biyolojide hızlı bir gelişim süreci var, her 10 yılda devrim niteliğinde buluş hayatımıza giriyor çığır açıyor. ABD'li araştırmacı Weihong Tan ve arkadaşlarının ilk ortaya çıkardığı akıllı ilaçlar da bunlardan biri olacak. Gediz Üniversitesi olarak biz de bu alanda yoğun çalışma yürütüyoruz. Ülkemizin, ABD başta olmak üzere dünyanın odaklandığı bu alanın gerisinde kalmaması, biyolojik devrimin bir parçası olabilmesi için özellikle biz biyomedikal mühendislerine büyük görev düşüyor. Bu bilinçle çalışıyoruz, bilgi ve birikimlerimizi genç araştırmacılarımıza da aktarıyoruz."

 TÜBİTAK BİLİM ÖDÜLÜ SAHİBİ Gediz Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürü ve Biyomedikal Mühendisliği Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Emin Şengün Özsöz, elektrokimyasal DNA biyosensörleri üzerine yıllardır çalışıyor. Bulaşıcı ve genetik hastalıkların daha kısa sürede, daha az maliyetle teşhis edilmesini sağlayan yöntemlerin mimarlarından olan Özsöz, kan şekerini ölçen cihazların geliştirilmesinde de görev aldı. Mikro RNA tayininde P19 proteinini kullanarak uluslararası alanda tanınan Özsöz, 2008 yılında TÜBİTAK Bilim Ödülü'yle onurlandırıldı. 68 yaşındaki bilim adamı, araştırmalarını kanser biyobelirteçleri üzerinde sürdürüyor.(İHA)
0 yorum

Bebeklerde İnek Sütüne Dikkat

Uzman Diyetisyen İpek Ağaca, inek sütünün bebeklerde en önemli ve yaygın alerjik besin türü olduğunu ve dikkat edilmesi gerektiğini söyledi. Ağaca yaptığı açıklamada, inek sütü proteinlerinin deride, sindirim ve solunum sisteminde immün kaynaklı hassasiyet reaksiyonlarına neden olabildiğini vurgulayarak, "Bu durum; inek sütü intoleransı (duyarlılık) veya aşırı duyarlılık olarak da isimlendirilmektedir. İnek sütü özellikle çocuklarda en önemli ve en yaygın alerjik besin türüdür, çünkü çocuklarda diyette birincil besindir" dedi. İnek sütü Proteini alerjisinin çoğunlukla bebeklerde ve çocuklarda görüldüğüne dikkat çeken Ağaca, şunları kaydetti: "İnek sütü proteinlerine bağlı alerjik reaksiyonlar yaşamın ilk haftalarında, ortalama 3. ayda başlamakta ve bağırsağın fonksiyonel ve morfolojik yapısının gelişmesi sonucu 2-3 yaşlarında ortadan kalkmakta ve şikayetler gitgide azalmaktadır.

Yeni doğan bebeklerde sıklıkla görülmesine karşın, son dönemlerde yapılan çalışmalar süte karşı duyarlılığın yetişkinlerde de yaygın olduğunu göstermektedir." Ağaca, süt alerjisinin laktoz intoleransı ile karıştırılmaması gerektiğini ifade ederek, "Süte karşı reaksiyon iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Birincisi laktoz intoleransı yani laktaz enziminin eksikliğinden (veya yokluğunda) ileri gelen duyarlılık, ikincisi ise süt proteini intoleransı gibi immünolojik mekanizma tarafından oluşturulan süt duyarlılığıdır.

 Laktoz intoleransı kısaca laktoz intoleransı; laktaz enzimi yetersizliği veya yokluğu nedeniyle laktozun sindirilememesi sonucu karın bölgesinde ağrı, şişkinlik, bulantı ve ishal gibi gastrointestinal semptomların görülmesidir" diye konuştu. Ağaca, çocuğun inek sütüne alerjisi olduğunun ise şöyle anlaşılacağın söyledi: "Sağlıklı olan bir bebekte inek sütü verilmeye başlandıktan sonra ishal ve kusma gözlenirse, bazen dışkısında kan varsa ve çocukta huzursuzluk ve ağlama varsa inek sütü alerjisi akla gelmelidir.


İnek sütü alerjisinde ailesel geçmişin önemli rolü vardır. Çocuğun inek sütüne alerjisi varsa, süt az yağlı, yarım yağlı, süt tozu, süt proteinleri, diğer hayvan sütleri, inek sütüne alerjisi olan bir çocuk çapraz duyarlılık söz konusu olduğu için koyun ve keçi sütlerine de duyarlılığı olabilir. Bu yüzden bu sütleri de tüketmemelidir. Tereyağı, tereyağı aromalı diğer yağlar, margarin peynir çeşitleri, yoğurt, krema, muhallebi, laktalbumin, laktoglobulin, laktoz, laktuloz içeren ürünler, aroma katıcı Maddeler ve süt bazlı mamalardan uzak durulmalı. Çocukta büyüme ve gelişmeyi engellemeden tanının konması çok önemlidir. Çocuğun beslenme programında süt ve süt ürünlerine yer verilmez. Temel besin, Anne Sütü olmalıdır.

Çocuğa soya bazlı mamalar, sebze çorbaları, meyve suları, yumurta ve et verilerek klinik tablonun düzeltilmesi sağlanmalıdır." Ağaca, yapılan birçok çalışmada inek sütü proteinine intolerans gösteren birçok bebekte soyaya, Buğdaya ve yumurta proteinlerine de duyarlılık gelişebildiğini, bu noktaya dikkat edilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.(İHA)
0 yorum

Çikolata Kisti Tedavi Edilmezse

kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Opr. Dr. Ahmet Canbaz, üreme çağındaki kadınlarda görülen çikolata kistinin (endometriozisin) tedavi edilmemesi halinde kısırlığa neden olabileceğini söyledi. Medical Park Samsun Hastanesi Kadın Doğum ve Hastalıkları Kliniğinden Opr. Dr. Ahmet Canbaz "endometriozis(çikolata kisti)" hakkında bilgi verdi. Dr. Canbaz, "Endometrium hücrelerinin overe (yumurtalık) yerleşmesi ve oluşan kanamaların yumurtalıkta birikerek oluşturdukları kistlere endometriozis (çikolata kisti) adı verilir. Kistin içinde biriken Sıvının renginin genellikle koyu kahverengi olması ve görüntüsünün de çikolataya benzetilmesi nedeniyle bu ismi almıştır" dedi. Opr. Dr. Ahmet Canbaz, " 'Çikolata kisti' olarak bilinen endometriozisin, özellikle üreme çağındaki kadınlarda yaygın görülen kronik bir hastalıktır. Dünyada yaklaşık 200 milyon kadın ve genç kız bu hastalıkla mücadele etmektedir" ifadelerini kullandı. Hastalığın her kadında aynı şekilde görülmediğini söyleyen Dr. Canbaz, "Kimisinde çok az, kimisinde şiddetli olabilir ve bıraktığı izler veya yarattığı değişiklikler farklı olabilir. Bireylerin cevap varyasyonları ve algılama eşiklerine de bağlı olarak kişiden kişiye farklı düzeyde bulgular göstermektedir.

Yani çok hafif düzeyde hastalığı olan kişide çok şiddetli sorunlar olurken ileri düzey hastalığı olan kişilerde hiç bulgu olmayabiliyor" diye konuştu. Endometriozis tedavi edilmez ise kısırlığa neden olabileceğini söyleyen Dr. Ahmet Canbaz, "Özellikle adet dönemini ağrılı geçiren, kasık ağrısı çeken kadınlarla cinsel ilişki sırasında ağrı yaşayan kadınlarda endometriozisden şüphelenilmelidir. Endometriozis tedavi edilmez ise kısırlığa neden olabilir. Hastalığın tanısı için, semptomları taşıyan kadınlara bu konuda Altın standart olan laparoskopiyle karın içinin gözlemlenmesi ve biyopsi aldırma yöntemleri uygulanabilir. Ayrıca, yumurtalık endometriozisi ultrasonda kolayca tanınabildiği için bir başka yöntem olarak, tanıda ultrason da kullanılabilir" şeklinde konuştu.


 Opr. Dr. Ahmet Canbaz sözlerini şöyle tamamladı: "Tedavi yöntemi hastanın yaşı, doğurganlık beklentisi ve şikayetleri ile paralel olarak her hastaya göre farklılık gösterse de genellikle 4 cm altındaki kistlerde cerrahi yaklaşım tercih edilmemektedir. Kist boyutlarında hızlı artma, gebe kalma güçlüğü ya da ağrı nedeni ile cerrahi, öncelik kazanabilmektedir. İlaçla tedavide doğum kontrol hapları, hormonlu spiral ve progesteron Hormonu içeren ilaçlar kullanılmaktadır. Kadınların jinekolojik muayenelerini yaptırmaları ve doğru tedavi planına doktorları ile birlikte karar vermeleri çok önemlidir."(İHA)
0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI