işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

Ankara Haymana Devlet Hastanesi



Haymana Devlet Hastanesi - 0 (312) 658 3041

Adres: Haymana Girişi Emniyet Müdürlüğü Yanı, 06860 Haymana/Ankara

0 yorum

Migrenin şifası parmak uçlarında

Kafanın arkasında veya şakakta zonklayıcı bir ağrı olarak başlar. Başın bir tarafına ya da tümüne yayılır. Gözlerde başlayıp kafa arkasına kadar uzanan ağrı çubuğu şeklinde yerleşir. Ağrı, boyundan aşağıya omuza, bazı durumlarda vücudun aynı tarafındaki kola veya bacağa vurabilir. Başağrısı şiddetlendikçe gözaltları kararır.

Tüm dünyada hekime başvurularda en sık dile getirilen rahatsızlıkların başında gelen migren, Türkiye’de kadınların yüzde 21.8’ini, erkeklerin yüzde 10.9’unu etkiliyor.

Birçoğunun kaynağı bilinemeyen bu kronik hastalıkla başa çıkmak için kullanılan ağrı kesiciler migreni artırıyor, antidepresanlar ise cinsel isteksizliğe kadar birçok rahatsızlığa neden oluyor.

4 SEANSTA RAHATLAMA Dr. Fizyoterapist Gamze Şenbursa, kökleri binlerce yıl öncesine dayanan ilaçsız bir yöntem olan refleks terapiyi, migren hastaları için yeni bir çözüm yolu olarak öneriyor. Ortalama 4 seanstan itibaren hastalarda rahatlama ve atakların şiddetinde azalma sağladıklarını belirten Dr. Fzt. Gamze Şenbursa, yoğun ilgi gören yöntem hakkında şu bilgileri verdi:

“Refleks terapinin migren hastalığında etkinliği çok yüksek olmakla beraber, tedavi protokolü her hastanın ağrısının lokalizasyonu, şiddeti ve şekline göre değişiklik gösterir. Örneğin kafanın ön tarafından gelen ağrı safra kesesi meridyeni ile yakın ilişkidedir. Boyundan gelen ağrı ise mesane meridyeni ile ilişkilidir. Hastanın blokasyon alanlarının tespiti ve genel değerlendirilmesinin ardından kişiye özel tedavi planlanır. Uygulama ortalama olarak haftada 2 kere yapılır, tedavinin süresi hastaya göre değişkenlik göstermektedir. Ortalama 4 seanstan itibaren kişiler rahatlamayı ve atakların şiddetinin azaldığını gözlemlemeye başlar.”

Refleks terapiyi klinik deneyim ve gözlemler sonucu baş ağrılarının tedavisinde kullanıldığını kaydeden Dr. Fzt. Gamze Şenbursa, ‘başağrısı deyip geçmeyin’ diyerek erken teşhisin önemine işaret etti.

İLK NÖBET 5-8 YAŞINDA GELEBİLİRDr. Şenbursa, yaptığı açıklamada, migren hakkında belirtisinden tedavisine kadar faydalı bilgiler verdi:
“Migren şiddeti, sıklığı, lokalizasyonu ve devam etme süresi çok değişken olan, periyodik aralıklarla gelen, genellikle başın bir tarafına lokalize, nöbetlerde sıklıkla, iştahsızlık, bulantı, kusma, ışık hassasiyeti, gürültüden rahatsız olma gibi nörolojik ve otonomik bozuklukların eşlik ettiği zonklayıcı özellikte bir baş ağrısı tipidir. Dünya nüfusunun %10-15’lik bir oranının migrenden yakındığı bildirilmiştir. İlk nöbetin başlangıcı 5-8 yaşlarında olabilirse de sıklıkla 10-20 yaşları arasında başlar. Türkiye’de kadınların yüzde 21.8’ini, erkeklerin yüzde 10.9’unu etkiliyor. Migren sıklıkla aileseldir. Hastalar genel olarak obsesif, ayrıntılara önem veren, aşırı kontrollü, mücadeleci, mükemmeliyetçi, titiz, dakik, hoşgörüsü az ve rijid kişilerdir.”

İŞTAH ARTMASI MİGREN HABERCİSİ“Ruhsal değişiklikler, iştahta artma (özellikle şekerli yiyecekler), aşırı esneme gibi belirtiler her üç migren hastasının birinde görünür. Halusulasyon görme ve karıncalanma, uyuşma şeklinde de olabilir. Işık, koku, ses ağrıyı arttırabilir ve ağrı süresi boyunca aşırı algılanma söz konusu olabilir. Bulantı özellikle kriz ilerledikçe ortaya çıkar ve hastaların %20’sinde ishal bulunur.

MİGRENİ TETİKLEYEN YİYECEKLERYükseklik, uykusuzluk, öğün atlama, soğuk gıdalar, mevsimler, stres, depresyon, anksiyete, stres sonrası gevşeme, dıştan gelen duyusal uyarılar(parlak ışık, yüksek ses, keskin koku), başa gelen ani travma, menstrüasyon, hormon tedavisi, bazı yiyecek ve içecekler (çikolata, eski peynirler, yağlı yiyecekler, portakal, domates, çiğ soğan, salam, sosis, fındık, alkollü içecekler), egzersiz, aşırı kafein alımı migreni tetikleyen faktörlerden bazılarıdır.

MİGRENİN 6 EVRESİ VARBaşlangıç Dönemi: Ağrıdan önceki saatler ve günler içinde yavaşça gelişen semptomlar olup genellikle davranışsal, zihinsel ve bilinçli olarak kontrol edilemeyen değişiklikler ile şekillenir. Aşırı duyarlılık, depresif hissetme, durgunluk, donukluk, konsantrasyon, dikkat azalması, esneme, halsizlik, sık idrara çıkma, açlık-tatlı yeme isteği gibi belirtiler görülür.

Aura Dönemi: Ağrı dönemi başlamadan önceki zamandır. Görme alanları içinde uçuşan parlak, ışıklı noktalar, kırık çizgiler, bazen de parlayıp sönen basit şekillerden ibaret basit görsel tip halüsülasyonlar görülebilir. Özellikle bir yüz yarısında ve ağız çevresinde, dilde aynı taraf el ve kolda uyuşma iğnelenme şeklinde belirtiler verir. Konuşma bozukluğu, kelime bulma güçlüğü yaşanabilir.

Ağrının Başlaması: Genelde hastalar bu dönemde ensede, baş arkasında başın bir tarafında yavaş başlayan bir ağrı, ağırlık, rahatsızlık hissi şeklinde semptomlar hisseder. Çoğu zaman zonklama başlamamış, ağrı belli belirsiz ve lokalizasyonu net değildir. 30 dakika - 2 saat sürer ve atak tedavisine başlamak için en uygun zamandır.

Dördüncü Dönem: Bu dönem çok şiddetli, çoğu zaman zonklayıcı ve başın içinde korkunç bir basınç olarak tanımlanan, tedavi edilmediğinde saatlerce hatta 1-2 gün sürebilen ağrı olabilir. Ağrıya eşlik eden semptomlar bu dönemde artar. Hastaların ense kasları kasılmış olabilir.

Beşinci Dönem: Ağrının sonlandığı bölümdür. Ağrının giderek hafiflediği ve şekil değiştirdiği, zonklayıcı şiddetli ağrının yerini sızlayıcı tarzda, lokalize edilemeyen bir ağrıya bıraktığı hastanın uyuklamaya başladığı dönemdir.

Altıncı Dönem: Ağrı sonrası, hastanın yorgun, bitkin, bezgin hissettiği, giderek atağın yükünün kaybolduğu ve yerini bir rahatlama hissine bıraktığı dönemdir. İştahsızlık yerini acıkma hissine bırakır, hasta sık idrara çıkma gereği duyar.
1 yorum

35 yaş üzeri her 3 kadından biri kısır

İyi bir okul, iyi bir iş, her birimiz için iyi bir gelecek anlamına geliyor. İyi bir geleceği garanti etmeden ne evlilik ne de çocuk düşünülüyor. Özellikle büyük şehirlerde yaşayan kadınlar, belli bir birikime ulaşmadan çocuk hayali bile kurmuyor. Ancak unutulan bir şey var; kadının biyolojik saati.

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Hakan Özörnek, kadınlarda yaş ilerledikçe gebelik şansının azaldığını belirtti.

Üniversite, yüksek lisans, iyi bir iş, iyi bir kariyer derken kriterlerin ardı arkası kesilmiyor. Kiradan kurtulalım, araba alalım, kenara biraz para koyalım ki çocuğumuzu rahat büyütelim hedeflerinin peşinde koşarken kadınların yaşı geçiyor… Son yapılan araştırmalar da Türkiye’de evlilik ve çocuk doğurma yaşının 27’ye yükseldiğini gösteriyor.

Eurofertil Tüp Bebek Merkezi Medikal Direktörü ve Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Hakan Özörnek, kadının 30 yaşından sonra doğurganlığının azaldığını vurgulayarak şu uyarılarda bulundu:

“Kadınların doğurganlık bakımından en verimli oldukları dönem 20 ila 30 yaşları arası. Ancak bize başvuran pek çok hastamızın bu yaşları aştığını gözlemliyoruz. Tabi ki herkesin kendine göre bir hayat planı, hedefi, hayali var ancak unutmamak gerekiyor ki, kadınların biyolojik yapısı gereği yaş ilerledikçe yumurta rezervi ve yumurta kalitesi azalıyor. Çünkü, kadınlar belli bir yumurta rezerviyle doğar ve menopoza kadar sahip oldukları yumurta rezervini harcarlar. Ergenlik döneminden itibaren ayda bir kez yumurtlayan kadın, menopoza kadar ayda ortalama 350 ila 400 yumurta harcar. İlk harcanan yumurtalar da en kaliteli olan yumurtalardır. Bu nedenle, 20’li yaşların sonuna doğru yumurta kalitesi ve sayısı düşmeye başlar. Bu düşüş 35 yaşından sonra daha da hızlanır.”


Dr. Hakan Özörnek, 35 yaş üstü kadınların 3’te birinde, 40 yaş üstü kadınların ise 3'te ikisinde kısırlık görüldüğünü vurgulayarak “30 yaşına kadar yüzde 60’lara dayanan doğurganlık oranı, 35 yaşından sonra yüzde 35’e, 40 yaşından sonra ise yüzde 15’e düşüyor. Bu nedenle, 35 yaş üzeri kadınların 3’te birinde, 40 yaş üstü kadınların ise 3'te ikisinde kısırlık görülüyor.” dedi.

YAŞLA BİRLİKTE DÜŞÜK VE SEZERYAN RİSKİ DE ARTIYORUzm. Dr. Hakan Özörnek, yaşla birlikte düşük ihtimalinin de arttığının altını çizdi. Dr. Özörnek; “Düşük ihtimali, 20’li yaşlarda yüzde 10 civarındayken 35 yaşından sonra iki katına çıkarak yüzde 20’e ulaşır. Aynı ihtimal, 40’lı yaşların başında yüzde 35’e, 45 yaşının üzerinde ise yüzde 50’ye çıkar. Ayrıca, sezaryen oranının da yaşla birlikte arttığı unutulmamalı. 40 yaş civarı kadınlar, 20’li yaşlarındaki kadınlara oranla iki kat fazla sezaryene ihtiyaç duyar.” dedi.
0 yorum

Ağız kokunuz hangi hastalığın habercisi olabilir?

Ağız kokusu, günümüzde, özellikle medeni toplumlarda sosyal ve psikolojik problemlere neden olan bir yakınmadır. Ağız kokusunu bir hastalık olarak tanımlamak zor olmakla beraber bir çok hastalığa eşlik edebilir veya habercisi olabilir.




Diş Hekimi Yeşim Tüfekçi Hemiş'e ağız kokusunun hastalık habercisi olup olmadığını sorduk. İşte bize verdiği çarpıcı açıklamalar...

"Ağızdan gelen rahatsız edici kokuya "ağız kokusu" veya "halitosis" denir. Ağız kokusunu fizyolojik ve patolojik olarak ikiye ayırmak mümkündür.
Fizyolojik diğer bir deyişle normal kabul edilen ağız kokusu birey sabah uyandığında dil sırtında üreyen bakterilerin veya sindirim kanalında biriken gazların oluşturduğu kokudur.

Dişleri ve dil sırtını fırçalamak, gerekirse çinkolu ağız gargaraları kullanmakla önüne geçilebilir.
Beslenme sonrası meydana gelen ağız kokusu da normal kabul edilir. Örneğin sarımsak yiyen kişilerde kanda biriken aromatik gazlar nefes yoluyla atılırken ağız kokusuna neden olurlar. Bu tip kokular tedavi gerektirmez.
Patolojik ağız kokusu ise gerçek halitosis dediğimiz tedavi gerektiren ağız kokusudur.

Ağız kokusunun nedenleri öncelikle ağız içinde aranmalı; ağızda çürük diş, dişeti iltihabı, temizlenemeyen uyumu bozulmuş protezler varsa gerekli tedaviler uygulanmalıdır.
Ağız içinde böyle bir durum yoksa veya tedavi sonrasında da kişi ağız kokusundan şikayet ediyorsa diğer etkenler gözden geçirilmelidir. Bu diğer etkenler arasında

*Üst ve alt solunum yolu iltihapları
*Şeker hastalığı
*Karaciğer veya böbrek yetmezliği
*Metabolizma bozuklukları sayılabilir
*Ayrıca açlık, oruç tutma, diyet, hamilelik gibi durumlarda da ağız kokusu oluşabilir.

Daha önce de belirtildiği gibi ağız kokusunun nedeni öncelikle ağızda araştırılmalıdır. Diş çürükleri ve dişeti iltihabı ağız kokusunun önemli nedenlerindendir. Eskimiş protezler kontrol edilmeli gerekiyorsa değiştirilmelidir. Ağız bakımına önem verilmeli diş hekiminin önerisi doğrultusunda diş fırçalamanın yanı sıra diş ipi, ağız duşu gibi yardımcı ürünlerden faydalanılmalıdır.

Bunların dışında daha fazla su içmek, basit şeker tüketimini azaltmak, lokmaları iyi çiğnemek, sakız, ağız gargarası gibi ürünler kullanmak, sigara içmemek gibi önlemlere başvurulabilir."
0 yorum

Göz altı torbalarına pratik çözüm

Göz altında cilt yüzeyine yakın bölgedeki kan damarları, bu bölgenin daha hassas olmasına ve daha çok bakıma ihtiyaç duymasına neden olur. Oldukça ince ve hassas olan bu bölgede farklı sebeplerden kaynaklanan torbalar oluşabilir.

Evoria uzmanları, göz altı torbaları sorunundan kurtulmak isteyenlere pratik çözüm önerileri sunuyor.

Uykusuzluk ve yorgunluk baş düşman
Yetersiz uyku, tüm ciltle beraber gözlerinde yorgun ve kötü görünmesine sebep oluyor. Yorgun bir cilt göz altlarının daha karanlık ve koyu görünmesine neden olur. Aniden çıkan toplantıya yorgun gözlerle katılmak istemiyorsanız göz altlarına acil çözüm için göz bakım “roll-on” kullanabilirsiniz. Evoria.com’da indirimle satışa sunulan Garnier Kafeinli Göz Roll-On acil durumlarda kurtarıcınız olacaktır. İçindeki kafein sayesinde göz çevresi uyarılır ve yorgun görüntü ortadan kaybolur.

Göz altı torbalarının en büyük nedeni stres
Gün içinde bilgisayar başında uzun saatler çalışmak, hızlı yaşam temposu, stresli iş hayatı gibi etkenlerden dolayı göz altlarında koyu halkalar oluşabilir. Eğer yaşam şeklini değiştiremiyorsanız, dışarıdan destek almalısınız. Evoria uzmanları Shiseido White Lucency Perfect Radiance Brightening Eye Treatment - Göz Çevresi Aydınlatıcı Göz Bakımı’nı öneriyor. Göz çevrenizde oluşan bu kötü görüntü biraz bakımla ortadan kalkabilir.

Kalıtımsal nedenler
Gözlerin altında koyu renkli alanlar, genelde kalıtımsal sebeplerle genetik olarak ortaya çıkıyor. Bu durumda ailenin diğer üyelerinde de benzer etkiler gözlemleniyor. Böyle bir durumda, cilt rengini açacak destekleyiciler kullanmak cildin daha aydınlık daha parlak görünmesini sağlayacaktır. Evoria.com’da satışa sunulan Shiseido White Lucency Perfect Radiance Brightening Eye Treatment - Göz Çevresi Aydınlatıcı Göz Bakımı bu konuda sizin en büyük yardımcınız olacaktır.

Göz altı torbaları için düzenli krem kullanın
Belirli bir yaştan sonra göz çevresindeki deride kırışmalar başlar ve kararmalar meydana gelir. Deri kıvrımları, gözlerin altında kabarıklık yaratmaya başlar. Dışarıdan destekleyerek bu kırışıklar en aza indirilebilir. Evoria.com’da satışa sunulan Physicians Formula Intensive Wrinkle Corrector Eye Cream - Yoğun Kırışıklık Düzeltici Göz Kremi ile göz altı torbalarına çözüm bulabilirsiniz. Düzenli kullanım sonucunda gözle görülebilir değişikliği farkedeceksiniz.

Yatmadan önce makyaj temizlenmeli!
Gün boyu makyajdan dolayı nefes almayan ciltte özellikle hassas yapıya sahip göz altlarında torbalanma görünür. Makyaj temizliği konusunda ihmalkar davranmak göz torbalarının oluşumuna neden olabilir. Makyajı iyi temizlemeden uyumak gibi özensizlikler, göz çevrenizde hemen kendini gösterir. Ayrıca zayıf etkili makyaj temizleyicileri kullanmak da, göz çevresinin zorlanmasına neden olur. Evoria uzmanları Biotherm Biosourche Biocils Special Waterproof - Göz Makyaj Temizleyici gibi ürünlerle göz makyajını kolaylıkla çıkaracak solüsyonlar kullanmanızı öneriyor.

Güneş ışığına dikkat
Güneşe maruz kalındığında göz altındaki melanin seviyesi artar. Artan bir düzeyde deri pigmentasyonu olur. Bunun için güneş ışığına krem sürmeden çıkmamak gerekiyor. Güneş ışığından sağlıklı şekilde yararlanmak için iyi bir nemlendirici kullanmanız yerinde olacaktır. Bunun için Evoria.com’da satışa sunulan Biotherm Rides Therapie Yeux - Göz Çevresi Bakım Kremi kullanabilirsiniz.
0 yorum

Ankara Akademi Mr Hastanesi



Adres: Kavaklıdere Mh., 06700 Ankara
Telefon: 0 (312) 424 0450
0 yorum

Hangi Mantarları Yiyebiliriz?

Kültür mantarları dışında kesinlikle türü bilinmeyen mantarlar tüketilmemelidir. Özellikle doğada kendiliğinden yetişen mantarların tüketilmesi mantar zehirlenmelerine yol açabilir. Mantar zehirlenmesi; doğal alanda yetişen yapısında zehirli maddeler bulunan mantarların tüketilmesiyle oluşan, ölümle de sonuçlanabilen ciddi bir zehirlenmedir. Mantar zehirlenmeleri özellikle yağışların arttığı ilkbahar ve sonbahar aylarında artmaktadır.


0 yorum

Adana çukurova devlet hastanesi adres ve iletişim bilgileri



Adres: Yenibaraj Mh., 01140 Adana
Telefon: (0322) 225 9329
0 yorum

Adana devlet hastanesi adres ve iletişim bilgileri




Adres: Seyhan Mh., 01270 Adana

Telefon: (0322) 321 5753
0 yorum

Hayalinizdeki saçlar için 20 öneri

Saç kreminizden saç kesiminize, saç renginizden kullandığınız şekillendiricilere kadar saçlarınızla ilgili bilmeniz gereken ve hayal ettiğiniz saçlara kavuşmak için 20 öneri...

1. Çok kuru saçlarŞampuanı sadece ellerinizle, ıslak saçın diplerine dağıtın ve hafifçe yedirin. Durularken incelerek saçın içinden akacak olan şampuan, saçları temizlemek için yeterlidir. Böylece saçlarınızın biraz daha kurumasını önlemiş olursunuz.

2. Normal saçlarŞampuanı dairesel hareketlerle saça yedirin, hemen ardından iyice durulayın. Eğer başınızda şampuan artığı kalırsa, saçlarınız matlaşır ve kurur. Kural şu: Şampuanlamak için harcadığınız sürenin üç misli süreyi durulamak için kullanın. Saçlarınızın durulandıktan sonra gıcırdar gibi olması gerekiyor.

3. İkisi bir aradaBu ürünler hem yıkar hem de bakım yapar. Pratiktir ama her gün kullanılmaya uygun değillerdir. Çünkü bu ürünlerin çoğunda silikon yağı vardır. Önce saçları yumuşak yaparlar. Fakat uzun vadede saç tellerinin yüzeyinde birikerek, saçı ağırlaştırabilirler. Haftada sadece 1 kez kullanın.

4. Ilık su ile durulayınKaşmir kazağınızı sıcak suyla tıkayamazsınız. Saçlarımız da aynı derecede hassas olduklarından, çok sıcak suyu sevmezler. Ilık su, saçların zarar görmemesi için ide3aldir. Hatta başarabilenler, saçlarını soğuk su ile yıkamalıdır. Soğuk su , saçlara mükemmel bir parlaklık verir.

5. En iyi fön stratejisiSaçları yıkadıktan sonra dikkatle ayırın. Isıtılmış bir havluyla önden kurutun. Fön makinesini en düşük ayara getirip, saçları çok fazla karıştırmadan tam kuruyana kadar fönleyin: sonra fönü daha yüksek ısıya getirip, yuvarlak bir fırçayla şekillendirme işine girişin. Fön makinesini saçınızdan en az 15 santim uzak tutun.

6. Nazik olunIslak saçlar, hafifçe şişmişlerdir. Dolayısıyla çabuk kırılabilirler. Taramak için ayrık dişli, mümkünse kauçuk veya ahşaptan, el yapımı bir tarak kullanın (Cinsi üstünde yazar. ) Ucuz plastik tarakları tercih etmeyin.

7. Çok mu streslisiniz?Saçlarınızı yıkarken başınıza masaj yaparsanız, mutluluk hormonlarınızı aktive edersiniz. Parmak uçları ile daireler çizerek, şakaklardan saç diplerine doğru masaj yapın. Oradan tekrar kulaklara doğru inin. Sonra ensenize doğru devam edin. Bunları yaparken derin derin nefes alıp verin.

8. Ön yargıları unutunYağlı saçların her gün yıkandıkları zaman daha çabuk yağlandıklarıyla ilgili masalları unutun. Eğer kendinizi daha bakımlı hissedecekseniz, her gün duş alabilirsiniz. Önemli olan, yumuşak bir şampuan kullanmanız. Şampuanı saçınızda bekletmeyin ve hemen yıkayın.

9. Saç kremiKremi özellikle saçın aşağı sarkan kısımlarına ve uçlarına sürün. Saç diplerindeki ilk 3 santime gelmemesini sağlayın. Diplerde çıkan yeni saçların ek bir bakınma ihtiyacı yoktur.

10. Çok ince saçlarİnce telli saçlar, yağlı ürünleri kaldıramazlar. En iyisi, nemli (veya kuru) saçlara nemlendirici sprey sıkmaktır. Sprey, statik elektrik oluşmasını ve saç tellerinin 'uçuşmasını’ engeller.

11. Tatilde bakımTatildeyken saçlarınız şekle girmiyorsa, bu durum bulunduğunuz yerdeki suyun içerdiği mineral oranından kaynaklanıyor olabilir. Çözüm için saçlarınızı yıkadıktan sonra içme suyu ile durulayın.

12. Koruma ve tamirOmega-6 yap asitleri gibi lipit ve seramit içeren ürünler, saçların kırılmasını önler. Çünkü bu maddeler, saç lifleri içindeki çatlakları doldururlar ve fönden gelen sıcağa karşı korurlar.Saç kürleri yumuşacık yapar. Ama hangisini kullanmalı?

13. İnce telli saçlara kür uygulamakYoğun kür, ince telli saçları aşırı derecede yorabilir. Fakat yine de ara sıra böyle ekstra bir bakım uygulayabilirsiniz. Çözümü: Kürü saça, yıkamadan önce yedirin ve 10 dakika beklettikten sonra bildiğiniz şekilde saçlarınızı şampuanlayın.

14. Saç maskeleriMaskeler, özellikle sıcak ortamlarda saça daha iyi nüfuz ederler. En ideali, kür maskesini, havluyla nemini aldığınız saçınıza, ince demetler halinde sürerek yedirin. Sonra saçınızı sıcak fönle ısıtın ve başınızı alüminyum bir folyoyla sarın, üstüne de ısıtılmış bir havlu dolayın. En az yarım saat etki etmesini bekleyin. Çok etkili bir başka yöntem de, buharlı ortamda saç maskesi uygulamaktır (yine aynı şekilde havlu altında)

15. Sarı, kızıl ya da kahveBoyanın ömrünü özel bakım ürünleriyle uzatabilirsiniz. Yıkama sırasında, bakım kürlerinde ya da şekillendirici ürünlerde bulunan maddeler sayesinde saçlardaki renk pigmentleri tazelenir.

16. Çabuk kür uygulamak içinSaçınız uzunsa ve kürler çok vakit alıyorsa, artık dert değil! İnci proteini içeren çabuk kürleri uyguladığınızda saçınızı yıkamanıza gerek yok. Saçlarınızı ipek gibi parlak yapıyor.

17. Doğuştan güçlü ve kalın telli saçlarBu tip saçlar şekil aldıklarında adeta rüya gibidir. Fakat şekil almak istemezler ve asidirler. Doğru stratejiyle onları hükmünüz altına alabilirsiniz: a) Her gün yıkamayın, hatada 1-2 kez yıkamak yeterli.b) Her yıkamadan sonra saç kremini sürün ve her dört yıkamada bir maske uygulayın.

18. Vaks nasıl kullanılır?Genellikle fönle şekil verilen katlı kesim, sürülen vaks yüzünden gene sarkmaya başlar. İste bu yağ krizine karşı bir yöntem var: Önce saçınıza sprey sıkın, biraz kurumasını bekleyin, sonra uçlara vaks sürün. Mükemmel olacak.

19. Çok fazla jöle kaçırdıysanızEğer saçlarınızı çok fazla jölelediyseniz ve taradıysanız, saçlarınız yağlı gözükebilir. Bunu önlemek için ürünü kabında (ya da tüpünde) önce fönle kısa bir süre ısıtın. Ürün daha iyi dağılacağından dolayı otomatik olarak dozu fazla kaçırmanızı da önlemiş olursunuz.

20. Saç spreyi ve parlatıcıHavalandırıcı etki yaratmak için spreyi yukarıdan aşağıya doğru sıkmayın. Yoksa saçlarınızın üstünde ağırlık oluşur ve saçlarınız düzleşir. Onun yerine, saçları bukle bukle elinizle biraz yukarı kaldırın ve spreyi alttan yukarı olarak püskürtün. Uzun saçlarda: Başı geriye atın ve sprey bulutu aşağı doğru düşerken, saçlarınızı hafifçe silkeleyin.
0 yorum

Belki Kalbiniz 3 Kat Daha Fazla Tehlike Altında...

Kronik stres altındaysanız, her şeyin üstünüze geldiğini ve bununla başa çıkamayacağınızı düşünüyorsanız sadece ruhunuz değil kalbiniz de tehlike altında olabilir…



Hisar Intercontinental Hospital Kardiyoloji Bölümü Uzmanı Dr. Fatih Gümüşer’le D tipi kişiliği olanların hayatlarını nasıl yeniden gözden geçirmeleri gerektiğini konuştuk…

D tipi kişiliği olanların kalp damar hastalıkları yönünden normal nüfusa göre 3 kat daha yüksek risk altında bulunduğunu belirten Uzm. Dr. Gümüşer; “Kronik stres altında kalan, endişe, sinirlilik, kasvet gibi olumsuz duygulara eğilimli ve stresle baş etme yöntemlerini bulamayan kişiler, genellikle kendilerini sosyal olarak soyutlamıştır. Suskun ve özgüven eksikliği olan kişilerdir. Olumsuz duygulanıma eğilimlidirler ve bu duygularını kabul görmeme endişesi nedeniyle başkalarıyla paylaşmazlar. Toplumda %21 gibi çok ciddi oranda görülen bu problem kişilerin kalp sağlığını ciddi anlamda olumsuz yönde etkiler.”

D Tipi Kişiliğiniz Varsa Bu Önerileri Dikkate Alın…
• Öncelikle özgüveninizi kazanmak adına harekete geçin. Tek başınıza yapamayacağınızı düşünüyorsanız mutlaka psikolojik destek alın.

• Stres altında çalışıyorsanız; stresin kalp sağlığınız için en önemli tehdit olduğunu unutmayın.

• Stresle başa çıkmayı öğrenin; gerekirse profesyonel yardım alın.

• Düzenli uyuyun. Kaliteli bir uyku sağlıklı yaşamın vazgeçilmezlerindendir.

• Dengeli ve sağlıklı beslenin, spor yapın.

• Sosyal olmak için harekete geçin, hobiler edinin.

• Hayata pozitif bakın (pozitif olun), her şeye sinirlenmeyin.

• Düşmanlık beslemeyin, karamsar olmayın.

• Aile yaşamınızda problem yaşamamak adına ilişkilerinizi gözden geçirin ve düzeltmek için çalışın.

• Dertlerinizi anlatacak sırdaş edinin.

• Sigaranın dert ortağınız olmadığını anlayın ve hemen hayatınızdan çıkarın.

• Stresinizi azaltmak için aşırı yemek yemekten kaçının.

• Hipertansiyon, yüksek kolesterol gibi sağlık problemleriniz, ailenizde kalp hastalığı öyküsü varsa riskinizin daha da arttığını unutmayın ve kontrollerinizi aksatmayın.
0 yorum

Çocuğunuz kısır kalabilir!

Uzmanlar, çocuklarda görülen kasık fıtığına zamanında müdahale edilmediğinde kısırlığa yol açabileceğini bildirdi

Çocuk Cerrahisi Uzmanlarından Dr. Turgut Türkel, her yüz çocuktan yaklaşık üçünde kasık fıtığının oluşabildiğini kaydetti.

Dr. Turgut Türkel, fıtığın anne karnındayken oluşabileceği gibi çok hareketli çocuklarda da görülebileceğini belirtti. Genetik yatkınlığın önem arz ettiği fıtığın şişlik ve ağrıyla kendini gösterdiğini kaydeden Türkel, tedavi edilmediğinde bağırsak düğümlenmeleri, bağırsak ve yumurtalık çürümeleri, kısırlık gibi tehlikeli durumların oluşabileceğini ifade etti.

Kasık fıtığının vakit kaybetmeden müdahale edilmesi gerektiğinin altını çizen Türkel, “Fıtık ameliyathane şartlarında, genel anestezi altında veya bölgesel anestezi ile 15-20 dakika süren bir operasyonla yapılabilir. Küçük bir kesintiyle fıtık kesesine ulaşılır ve etrafındaki damar sperm kanalından ayrılarak dikilir” dedi.

Sol tarafa göre sağ tarafta fıtığın görülme riskinin yüksek olduğuna dikkat çeken Türkel, her iki testisinde torbada olması gerektiğini, torbanın bir veya iki tarafının boş olması durumunun inmemiş testis olarak tanımlandığını belirtti. Türkel, “Muayene sırasında çocuğun ağlaması, ıkınması sırasında karnın içi basınç artışıyla organlardan birinin kasık kanalına doğru ilerlemesiyle ortaya çıkar. Kasıkta şişkinlik göze çarpar” şeklinde konuştu.

Türkel, kasık fıtığının sadece erkeklerde değil, kız çocuklarda da görülebildiğini ancak ilk anda anlaşılmasının zor olduğunu ağrı, şişkinlik gibi belirtilerde mutlaka bir doktora başvurulması gerektiğini sözlerine ekledi.
0 yorum

Yaz Geçerken Varisleriniz Kalıcı Olmasın

Kadınlarda erkeklere oranla çok daha fazla görülen varis, en sık rastlanan damar hastalıklarından biridir. Yaz aylarında artış gösteren ve gün yüzüne çıkan varisler, bir estetik problemi olarak görülürken, tedavi edilmediğinde önemli bir sağlık sorununa dönüşebilir.


Memorial Hizmet Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü Bölüm Başkanı Prof. Dr. Harun Arbatlı, varis ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

Güneş altında değil denizde vakit geçirin
Varis şikayeti olanlar için en zor dönemler yaz mevsimidir. Bu aylar, hem sıcaklık hem de tatil sezonları olması nedenleri ile özellikle varisleri olan kişileri rahatsız eder. Varisler için genellikle bu aylarda çare aranarak daha sık doktora başvurmak gerekmektedir. Yaz aylarında güneş ışınları cildin üst tabakalarını zayıflatır, cildin nemini kaybetmesine yol açmaktadır. Bu iki etki cildin elastikliğini azaltarak, alt tabakadaki venlerin hareket kabiliyeti engellemektedir. Böylece venlerdeki kan akışı yavaşlamakta ve göllenme oluşmaktadır. Bunların yanısıra yüksek ısıya maruz kalan kan damarları genişlemekte, venlerin içindeki kapakçıkların daha fazla stress altında kalmasına sebep olmaktadır Sonuçta varisler ve örümcek ağı tarzında kılcal damarlar belirgin hale gelmektedir.

Varis tedavisi için en ideal zaman sonbahar ve kış aylarıdır
Yaz aylarının sonuna gelirken, varisleri olanlar için rahatlama dönemi başlamaktadır. Ancak tekrar yaz ayı geldiğinde varisler kartopu gibi artacak, büyüyecektir. Bu nedenle sonbahar ve kış ayları varisler için çare aranması gereken dönemlerdir. Varis tedavisi için uygulanan tüm işlemler sonrasında belli bir süre kompresyon bandajları ve varis çorapları kullanmak gerekmektedir. Ayrıca yapılan küçük cerrahi kesilerin ya da "skleroterapi" işlemleri sırasında oluşan küçük morlukların iyileşmesi için en az 6 haftalık bir süreye ihtiyaç vardır. Bu nedenlerle yaz aylarında varis tedavisi konfor açısından çok zordur. Gündelik yaşantımızda kesinti ve güçlükler yaşamamak için varis tedavisinin yapılması için en ideal zamanlama sonbahar ve kış mevsimleridir.

Yaz aylarında varisten koruyan 7 öneri;
* Yüksek koruma faktörü içeren güneş kremleri kullanılmalıdır.

* Uzun süre güneş altında kalmayı gerektiren durumlarda uygun giysiler ile bacaklar güneşten korunmalıdır.

* Özellikle serinletici türden egzersizler seçilmelidir. Yüzme va akşam serinliğinde yapılan yürüyüşler son derece faydalıdır.

* Topuklu ayakkabılar yerine spor ayakkabı ya da rahat sandaletler tercih edilmelidir. Böylece bacak adalelerinin kanı pompalayıcı etkisi artar.

* Bol su içilmelidir. Su cildin kaybettiği nemi karşılayabilmesi için çok önemlidir. Ayrıca ciltte biriken toksik maddelerin uzaklaşmasını kolaylaştırır, elastik yapıyı korumaktadır.

* Antioksidan özellik taşıyan "Diosmin" ve "Hesperidin" içeren turunçgiller, baklagiller ve diğer yeşil sebzelerde bol miktarda tüketilmelidir. Bunun için bir beslenme ve diyet uzmanından destek alınabilir.

* Oluşan varisler için en kolay tedavinin erken yapılan tedavi olduğu unutulmamalıdır.


1 yorum

Bebeğiniz Zamanında Ama Küçük Dünyaya Geldiyse

Haftalarca doğumunu beklediğiniz bebeğiniz tam zamanında doğmasına rağmen beklenenden çok daha düşük kiloda dünyaya gelebilir. Annenin yanlış beslenmesi ya da çoğul gebelik gibi nedenlerle ortaya çıkabilen bu durum sonucunda bebek doğru bir bakımla kısa sürede sağlığına kavuşup yaşıtlarını yakalayabilir.



Memorial Şişli Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Sorumlusu Uz. Dr. Ercan Tutak, SGA (small for gestational age)olarak adlandırılan annenin gebelik zamanına göre küçük doğan bebeklerin bakımı hakkında bilgi verdi.

Annenin sağlığı bebeğin kilosunu belirlerBebekler normal şartlar altında 38-42. doğum haftaları arasında dünyaya gelir. 37. haftadan önce doğan bebeklere ise "prematüre bebek" adı verilir. Tam zamanında doğmasına rağmen 2 bin 500 gramın altında olan bebeklere ise "düşük doğum ağırlıklı bebek" denilmektedir. Doğum haftasını tamamlamasına rağmen bebeğin anne karnında gelişimini gerileten çeşitli nedenler vardır. Bu nedenlerin başında anne adayının hamilelik sürecinde ciddi sağlık problemleri yaşaması ve iyi beslenememesi yatmaktadır. Çünkü beslenme ve anneye ait her türlü ciddi sağlık problemi karnındaki bebeğin de beslenmesinin bozulmasına neden olur. Anne karnında iyi beslenemeyen bebekler tam zamanında doğmasına rağmen yaşıtlarına göre düşük doğum kilolarında olabilir.

Yer darlığı bebeğin kilosunu düşürür Annenin sağlığı genel olarak iyi olduğu durumlarda 2 veya daha fazla bebeğin aynı rahim içerisinde bulunduğu ikiz, üçüz gibi hamileliklerde yer darlığı bebeklerin düşük doğum ağırlığında olmasına neden olabilir. Rahimde büyük yer kaplayan bir kitle(miyom gibi) olduğunda da bebek tek olsa bile yer darlığı düşük doğum ağırlığına neden olur. Anne tamamen normal bebekte ise doğumsal anormallik olması durumunda yine düşük doğum ağırlığı olacaktır. Ancak bebekteki anormallik yaşamla bağdaşmayan bir anormallik ise ana rahmi bebeği genellikle tutmayacak ve çok erken dönemde kayıp ile sonuçlanır. Yaşamla bağdaşan anormallikler ise düşük doğum tartılı olarak doğacaktır. Anne de bebek de normal ancak plasentada bir anormallik varsa, bebeğin beslenmesi anne karnında bozulur ve ağır bir sorun olmazsa yine düşük doğum tartılı olarak doğmasına neden olur. Çok ağır plasenta anormallikleri ise bebek kaybı ile sonlanacaktır. Bazen ikiz olan bebeklerin plasentası tek olur ve iki bebek arasında birinden diğerine kan geçişi olur. Bu durumda kan alan bebek iri, veren bebek ise düşük doğum ağırlıklı doğar.

Bebeğin gelişimi yakından izlenmeli Anne karnında iken ultrason ile bebeklerin ağırlıkları, bacak uzunluğu ve baş çevrelerine göre gelişimleri değerlendirilerek doğum haftasına uygun gelişim gösterip göstermediği tespit edilebilir. Doğduktan sonra da ağırlık boy ve baş çevresi ölçülerek düşük doğum ağırlığı tanısı konabilir. Doğumsal, genetik anormallikler ancak tüp bebek uygulaması yapılan ve daha önce benzer nedenlerle bebek kaybı yaşayan ailelerde embriyo transferleri sırasında çözülebilir. Genetik analizlerle hastalıklı embriyonun tespiti ile anne karnına sağlıklı embriyonun verilmesi ile önlem alınabilir. Ancak bu çok seçilmiş vakalarda yapılır. İkiz eşleri arasında kan geçişi plasentaya yapılacak olan müdahale ile mümkün olabilir ancak yapılacak operasyon doğumu erken başlatabilir. Anneye ait önlenebilir hastalıkların hamilelik öncesi tedavisi de düşük doğum ağırlıklı bebeklerin doğumunun önlenmesine yönelik bir tedbir olabilir. Bebeğe ait nedenlerden dolayı düşük doğum ağırlığı ile doğmuş bebek doğduktan sonra tetkik edilir ve tedavisi yapılır.

Bebek iyi bir bakımla yaşıtlarını yakalayabilirGebelik yaşına göre düşük doğum ağırlıklı bebeklerde daha sonraki yıllarda diyabet ve hipertansiyon hastası olma ihtimalleri normal doğum ağırlığı olan bebeklere göre daha yüksektir. Ancak bu, her düşük doğum ağırlıklı bebeğin şeker ve tansiyon hastası olacağı anlamını taşımaz. Düşük doğum ağırlığı olan bebekler çok çabuk ısı kaybederler bu nedenle oda ısısının 23-25C olmasına özen gösterilmelidir. Taburcu olduğu ilk günlerde günde 3 kez vücut ısıları kontrol edilmesi gerekir. Bu bebeklerde bazen de emme nefes alma ve yutma koordinasyonlarının iyi olmamasına bağlı nefes tutma, morarma atakları olabilir. Bu durumda tekrar doktoru ile görüşülmesi önerilir. Bir an önce yaşıtlarını yakalaması için beslenmeye özellikle dikkat edilmeli, öğünler atlanmamalı, bir gün için önerilen miktar mümkün olduğunca uygulanarak bitirtilmesi gerekir.
0 yorum

Reflüye karşı dikkat edilecek 10 yiyecek!

Mide Reflüsü olarak bilinen Gastro Özofageal Reflü hastalığı, mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçması nedeni ile oluşur. Reflü, asit ,safra ve pankreas sıvısı içeren mide içeriğinin yemek borusuna gelmesi ve uzun süre temas etmesiyle yemek borusunun kendini bu mide içeriğinden koruma özelliğinin yok olmasından kaynaklanır.




Erişkinlerin yaklaşık %20'sinde reflü görülür. KadıköyŞifa Sağlık Grubu Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Levent Eminoğlu, bol miktarda gıda tükettiğimiz Ramazan ayında reflüye yol açabilen yiyecekler hakkında detaylı bilgi veriyor!

Bir reflü hastası her zaman için beslenme konusunda kendi uzmanı olmalı ve kendisini en çok etkileyen gıdaları belirleyip bu gıdaları mümkün olduğunca diyetinden çıkarmalıdır. Her gıda her kişide aynı etkiyi yapmayacaktır. Yediğimiz gıdanın ne olduğunun yanı sıra, yediğimiz miktar, yediğimiz zaman ve yanında tükettiklerimiz, bu gıdaların etkisini değiştirecektir.

Narenciye ve reflüPortakal, greyfurt ve ekşi mandalina ile limon klasik olarak relüyü tetiklerler. Çok asitli olduklarından bu gıdaların tüketilmesi mide ve göğüste yanmaya neden olabilir. Özellikle aç karnına yenmemelidirler. Miktar sınırlandırıldığı ve tok tüketildiği sürece çok sorun yaratmayabilirler.

Domates ve reflüLikopen içermesi nedeni ile özellikle son yıllarda çok sağlıklı bir sebze olarak nitelendirilen domates asidik yapıda olduğundan özellikle yatkınlığı olan kişilerde reflüye neden olabilir. Aç karnına tüketilmesi reflüyü daha da artıracaktır. Pişmiş domatesin böyle bir etkisi yoktur.

Baharatlar ve reflüAcı yeşil biber, kırmızı biber ve karabiber içeren gıdalar reflünün en büyük tetikleyicilerindendir. Baharatlar aşırı tüketildiklerinde reflüsü olmayan kişilerde dahi midenin savunma mekanizması olan alkali örtüye zarar verebilirler. Reflü hastalığı olan kişilerde ise asit salınımını artırarak göğüste yanmayı tetiklerler. Bu nedenle çoğu kez yanma hem mide hem de göğüste algılanabilir.

Nane ve reflüÇoğu kez mide bağırsak hastalıklarında rahatlama ve tedavi amaçlı kullanılan nane aslında bir reflü tetikleyicidir. Yemek borusu ve mide arasındaki kapak düzeneğinde gevşemeye yol açtığından mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçışını artırır ve reflüyü başlatır. Özellikle mide içi basıncının arttığı yemek sonrası dönemde tüketilmemelidir.

Eski kaşar, fıstık, yağlı pirzola ve reflüBu gıdaların ortak paydası hepsinin çok yağlı olmasıdır. Yağlı gıdalar mide boşalımını geciktirir. Mide boşalımı geciktiğinde basınç yüksek kalacağından mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçışı hızlanacak ve kolaylaşacaktır. Özellikle de akşam yemeklerinde yağlı gıdalardan kaçınılmalıdır.

Alkol ve reflüÖzellikle fermente edilmiş alkoller (kırmızı şarap, viski, konyak ve bira) reflüyü arttırır. Özellikle yağlı bir yemeğe eşlik ettiklerinde bu etki çok daha fazla görülecektir. Reflüyü arttırmalarındaki en önemli etken nanede olduğu gibi mide ve yemek borusu arasında çalışan ve reflüye engel olan mide kapak düzeneğinin basıncını düşürmeleri ve reflüyü kolaylaştırmalarıdır.

Kafein ve reflüKahve, çay, tatlandırılmış gazlı içecekler, buzlu çay gibi kafein içeren içecekler çoğu reflü hastasının yakından bildiği gibi reflüyü çok hızlı şekilde tetiklerler. Kahve severlerin sabah kahvesi sonrasında gün sonunda kahve ve kafein içeren diğer içecekleri tüketmemeleri gerekir.

Çikolata ve reflüÇikolata iki nedenle reflüye yol açar. Birincisi özellikle de aç karnına ve çok miktarda tüketildiğinde yemek borusu ve mide arasındaki kapak düzeneğini gevşetmesi, ikincisi ise kendisi tek başına reflü nedeni olan bol kafein içermesidir.

Gazlı içecekler ve reflüGazlı içecekler yemekle birlikte tüketildiğinde zaten artmış olan mide içi basıncını, içerdikleri basınçlı gazın midede serbest hale dönüşmesi ile çok daha fazla arttırırlar. Artmış olan bu basınç ise mide içeriğinin yemek borusuna kaçışını çok kolaylaştırır.
0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI