işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

Dengesiz hava sizi hasta etmesin!

Küresel ısınma, iklimin değişmesi, hava sıcaklığının mevsim normalinde seyretmemesi pek çok kişiyi hasta edebiliyor. Dengesiz hava değişiminden en çok kadınlar şikayetçi. 

Kadıköy Şifa Kadıköy Hastanesi Dahiliye Uzmanı Dr. Deniz Hızlıbacak, dengesiz mevsimlerin yarattığı rahatsızlıklar ve çözümleri 10 maddede anlatıyor.

1. Hava değişiminden etkilenmek ne demek?
Bunun anlamı, o kişinin havadaki en ufak bir değişimi diğer insanlara göre daha kuvvetli bir şekilde algılaması. Kişinin organizması bu tür hava değişimlerine karşı baş ağrısı, uyku sorunu, bulantı, konsantrasyon bozukluğu ve depresyon gibi tepkiler veriyor. Diğer belirtiler ise dolaşım sisteminde bozukluk ve yara izlerinde ağrı. Hava değişiminin bünyede yaptığı etkiyle romatizma, osteoartrit ve astım gibi solunum sisteminde kronik hasarlar meydana gelebilir.

2. Hava değişimine karşı tepkiler arasında fark var mı?
Evet, insanların hava değişimlerine verdiği tepkiler arasında fark var. Halkın üçte biri hava değişimlerine hiç tepki göstermiyorken, diğer bir üçte bir kısım ise en ufak bir hava değişiminde hemen kolayca yoruluyor. Geri kalan kısım ise hava değişimlerine karşı oldukça hassas. Ayrıca kadınların hava değişimlerinden daha fazla etkilendikleri ispatlandı.

3. Bünyenin hava değişimlerinden etkilenmesinin sebebi nedir?
Sağlıklı bir bünye çok güçlü hava değişimleri karşısında bile dayanıklı olabilir. Bu sebepten hava değişimlerine bünyenin verdiği tepkiler çoğu zaman bazı hastalıkların habercisi olmuştur. Mesela her yağmur yağdığında eklemler ağrıyorsa bunun arkasında osteoropoz veya osteoartrit gibi eklem hastalıkları yatabilir. Kadınların hava değişimlerinden daha fazla etkilenmelerinin sebebi ise zaten sürekli bir hormonel değişim yaşadıklarından dolayı, organizmanın daha hassas olması. Bunun dışında kadınların kan basıncı daha düşük olduğundan kış mevsiminde meydana gelen hava değişimlerine karşı daha hassas. Hava değişimi ile birlikte bünyede meydana gelen değişimin asıl sebeplerinden biri de beynin vücut ısısını yeteri kadar hızlı ayarlayamaması.

4. Beynin bu durumla ne ilgisi var?
Beyin organizmanın ısısını düzenleyen klima cihazı görevini görür. Hava şartları ne olursa olsun, beynin görevi vücut ısısını 37 derecede tutmak. Bu alandaki sorunlar sonucunda kişi hava değişimlerine karşı daha hassas oluyor.

5. Bu konuyla ilgili bilimsel araştırmalar var mı?
Yapılan birçok araştırma sonucunda hava ve sağlık arasında ilişki olduğu kanıtlanmıştır. Fransız bilim adamları son on yılda meydana gelen kalp krizi vakalarıyla hava değişimlerini karşılaştırmış. Bunun sonucunda büyük ısı değişimlerinin kalp krizi riskini arttırdığı ortaya çıktı. Ayrıca değişik hava akımlarının da migren krizine sebep olduğu ispatlandı.

6. Hava değişimlerinden bünyemi nasıl koruyabilirim?
Kendini koruma düşüncesiyle evde kalmak yerine iyi veya kötü havada da dışarı çıkıp mutlaka yürüyüşler yapılabilir. Hamam veya sauna ziyaretleri, sıcak soğuk duşlar almak sizi hava değişimlerine karşı daha güçlü yapacaktır.

7. Başka ne gibi takviyelerde bulunabilirim?
Bazı mineraller ve vitaminlerle mesela selen ve E vitamini vücudun hava değişimlerine karşı biraz daha az etkilenmesinde bir rol oynuyor.

8. Hava değişiminden etkilenenler için en zararlı iklim hangisi?
Kan basıncı sabit olan durumlar en az problem yaşanan durumlardır. En sağlıksız hava şartlarından biri sıcak ve nemli hava şartlarıdır. Bu hava şartlarında her türlü rahatsızlık meydana gelebilir: Dolaşım sorunlarından tutun kan dolaşımı sorunlarına kadar her türlü ciddi rahatsızlık meydana gelebilir. Özellikle kalp ve romatizma hastalarının şikayetleri nemli ve yağmurlu havalarda artar. Kış aylarında oluşan hava basıncından dolayı kalp krizi vakaları meydana gelir.

9. Hangi durumlarda doktora başvurmalıyım?
Hava değişiminden sadece hafif etkilenenler bu sorunla baş edebilirler. Fakat romatizmaya bağlı olarak oluşan ağrılarda güçlenme meydana geliyor ve daha hassas olunuyorsa, bu durumda en kısa zamanda bir doktora başvurup mümkün olan tedavi yöntemleri hakkında konuşmakta fayda var.

10. Hava değişiminin iyi geldiği durumlar da var mı?
Evet. Mesela deniz havası alerjisi ve astımı olanlar ayrıca kan basıncı düşük olanlara çok iyi gelir. Çünkü deniz havası dolaşım sistemini harekete geçirir ve bronşları temizler. Deniz havasında alerjik tepkilere yol açacak hiçbir yabancı madde bulunmaz. Yüksek yerlerdeki ince hava ise kan üretiminde etkili. Deniz havasından uzak durması gerekenler ise kalp hastaları, kan basıncı yüksek olanlar ve tiroit bezlerinde sorunları olanlar.

0 yorum

Kadınlara daha güzel bir yaşam için 8 öneri

Kadınların hayattan daha fazla keyif almasını sağlayacak öneriler paylaşan Anadolu Sağlık Ataşehir Tıp Merkezi Merkezi Psikolojik Danışman Necmiye Doğruer, basit adımlar ile daha mutlu bir hayatın mümkün olduğunu hatırlattı. 

Yeni bir bakışaçısının mutluluğa bir kapı açacağını söyleyen Doğruer, “İnanması güç gelse debazı özel koşullar dışında, kadınların kendi yaşamlarını güzelleştirmesi ve iyileştirmesi yine kendi ellerinde. Dokunduğu her alana değer katan kadınlar, kendi hayatlarına dokundukları anda iyimeşmeyi hissedeceklerdir” diye konuştu.

Doğruer, daha mutlu bir yaşamiçin ipuçları verdi.

• Bedeninizi tanıyın; Bizi taşıyan bedenimiz özene ve bakıma ihtiyaç duyar. Bu nedenle bedeninizin size söylediklerine kulak vermeniz gerekir. Beslenmenize dikkat edip; spor, yoga ve meditasyon gibi çalışmalarla bedeninizi destekleyin. Bedeninizin varlığını, ritmini hissetmek ve bu yolla içsel bir bağ kurmak yaşamı algılayışınızı etkileyecektir.

• Kendinizi tanıyın; Sizi belirleyen özellikleri, güçlü ve zayıf yönlerinizi tanıyın. Kendinizi ancak “kendinizi tanırsanız” sevebilirsiniz. Kendinize dair gerçekleri görüp kabul etmek, içinizde oluşacak duyguyla sizi huzurlu ve mutlu bir geleceğe taşıyabilir.

• ‘Keşke’ ve ‘ama’ ları hayatınızdan çıkartın; Gelişmek ve gelişimle renklenen bir yaşam sürmek için “keşke” ve “ama” kelimelerini yaşamınızdan uzak tutun. Yaşam ileri giden bir süreçtir, geçmişi görüp ders çıkartmak iyidir fakat bu iki kelimenin alt anlamlarının da oluşturduğu baskının sıkışmışlığıyla geçmişe takılı kalmayın.

• İşinizi sevin ve önemseyin; Dişil özelliklerinizle iş dünyasında var olmanız sizi hem kendinize hem de yaşama yabancılaşmaktan koruyacaktır. Ancak iş dünyasının sizden beklediği “erkek gibi hissetme ve davranma” kalıbına girmemeye özen gösterin.

• Annenizle zaman geçirin; Kadınların gücü annesinden gelir ve kadınlar yeni oluşumlara, ilişkilere, büyümeye bu güçle yönelirler. Annenizden alabildiklerinizi büyük bir şükranla ve yeterlilik duygusuyla kabul edin.
Psikolojik Danışman
Necmiye Doğruer

• Kadın arkadaşlarınızla bol bol zaman geçirin; Kadınların birbirine verdiği destek ve yakınlık gerçekten çok kıymetlidir. Benzer duygularla benzer olayları yaşayan kişilerin bir arada olması destek ve güvenle yalnızlık hissini giderir.

• Destek istemekten çekinmeyin; İhtiyacınız olduğunda aile bireylerinizin özellikle de hayat arkadaşınızın desteğini istemekten, ihtiyacınızı dile getirmekten ve size gereken desteği almaktan çekinmeyin. Partnerinin desteğini alabilen kadın yaşamın getirdiği zorlukları daha kolay bir biçimde göğüsleyebilir ve ilişkisinden aldığı güçle özünden uzaklaşmadan yaşam mücadelesini sürdürebilir.

• Sevmeye odaklanın; Sevilmeyi değil sevmeyi yaşamınızda öncül kılın. Ama önce kendinizi sevin. Sevgi sadece severken oluşur. Kendisini sevebilen başkalarını da sevebilir. Her kim olursa ve nasıl özelliklere sahip olursa olsun, karşınızdakinin sizin gibi olmasını, size benzemesini beklemeden sevin ve kabul edin.

0 yorum

Bahar depresyonuna yakalanmayın!

Bahar yüzünü gösterdi, yaz aylarının yaklaştığının sinyallerini verdi. Ama kimileri için özellikle bugünler yorgun ve mutsuz geçiyor. Eğer kolunuzu kaldıracak enerjiyi bulamıyor, uykusuzluk yaşıyor ve kendinizi çok mutsuz hissediyorsanız dikkat edin. Çünkü bahar depresyonuna yakalanmış olabilirsiniz. 

Liv Hospital'dan Uzman Klinik Psikolog İrem Can Esenkaya bahar depresyonunu ve nasıl atlatılacağını anlattı.

Bahar depresyonu nedir? Bahar mevsimi nasıl bir etki yapıyor?
Bahar depresyonu, baharda başlayan ve her sene aynı zamanlarda görülen bir depresif duygu durumudur. Bu duruma bahar depresyonu denilmesinin sebebi hep aynı mevsimde tekrar etmesidir. Bahar mevsimi insanların zihninde hep olumlu olaylarla eşleşmiştir. Fakat bahar depresyonu yaşayan kişi yaşadığı olaylar olumlu olsa dahi kendini depresif hissedebilir.

Bahar depresyonunun belirtileri nelerdir?
Kaygılı ve endişeli olmak, uyku bozuklukları, asabilik, telaşlı olmak, kilo kaybı, iştah kapanması veya açılması ve artan cinsel istek bahar semptomlarının arasında sayılabilir. Bu semptomlara önceden zevk alınan aktivitelerden zevk almama ve işlevsellikte düşüş de eklenebilir. Bahar depresyonu yaşayan kişi, okula ya da işe gitmekte sıkıntı yaşayabilir.

Bahar depresyonu ciddiye alınmalı mı? Kişi ne zaman uzmana başvurmalı?
Kaygılı ve endişeli olma durumu, uyku bozuklukları, asabilik, telaşlı olma gibi semptomlar iki haftadan fazla sürdüğü takdirde, bir uzmanla görüşmek, bu sıkıntıları yaşayan kişi için koruyucu olacaktır. Çünkü araştırmalar bize depresyonun tedavi edilmediği takdirde tekrarlama şansının arttığını göstermektedir. Bununla beraber, yaşadığınız sıkıntıların başka bir psikiyatrik hastalığın habercisi olup olmadığını öğrenmek de önemlidir. Özellikle ailede psikiyatrik rahatsızlığı olan başka akrabalar varsa daha dikkatli olunmalıdır.

Ciddiye alınmalı mı?
Kesinlikle. Çünkü yaşanan bahar depresyonu, psikolojik bir sebepten kaynaklanabileceği gibi, tiroid hormonları düzensizliğinden de kaynaklanıyor olabilir. Sebepler arasında bir ayırıcı tanı yapmak için de işinin ehli bir uzmandan yardım almak önemlidir.

Bahar yorgunluğunu yenmek için öneriler
• Günün uzamamasından ve güneşin daha erken doğmasından faydalanıp erken kalkın. Uyku hijyeninizi korumaya, yani her gün aynı saatlerde yatıp kalkmaya özen gösterin.

• Güne taze besinlerle başladığınız bir kahvaltı şekeri dengelediği için ani ruh hali değişimlerini engelleyecektir.

• Daha aktif olun. Günde 30-4- dakika egzersize ayırın. Bunu yapamadığınız zamanlarda, otobüse 2 durak sonra binip, 2 durak erken inmek, bakkala markete giderken arabaya binmek yerine yürümeyi tercih etmek gibi küçük günlük aktivitelerden faydalanın.

• Paketli gıdalar yerine taze sebze, meyve tüketimine özen gösterin.

• Bahar mevsimi hep olumlu yaşam olayları ile eşleştirilir. Fakat bahar ayları da hayatımızın diğer ayları gibi hem olumlu hem olumsuz olayları beraber yaşayacağımız bir ay olacaktır. Bir olumsuzluk ile karşılaştığınızda “baharda herkes mutluyken bile bana böyle oldu” demek yerine, “hayatımda bir sürü olumlu ve olumsuz olay oldu, hepsi gibi bu da geçecek” düşüncesi, size olaylar karşısında kontrolde olma hissi sağlar ve daha iyi hissetmenize yardımcı olur.

0 yorum

Romantizm bebekliğe dayanıyor

Romantizmin bebekliğinize kadar dayandığını ve aslında annenizle kurduğunuz ilişkinin sağlıklı olup olmadığına göre tüm ilişkilerinize yön verdiğinizi biliyor muydunuz?

Yaşadığınız ilişkide karşınızdakine bağlı ya da bağımlı olmanızın temelinin, bebeklik döneminde annenizle olan ilişkinizden kaynaklandığına dikkat çeken Hisar Intercontinental Hospital Uzm. Psikoloğu Gülşah Yahşi; ‘İnsanlar birbirleriyle kurdukları bağlarla beslenir, gelişir ve olgunlaşırlar. Sevilmek ve sevebilmek insan hayatında vazgeçilemez bir ihtiyaçtır. Romantik ilişkilerde aşk, sevmek ve sevilmek en yoğun ve özgün biçimde yaşanır. Herkesin hikayesi başkadır ve özünde tüm aşk hikayeleri bir tamamlanma arzusuyla ilişkilidir.

Aşkta ruhlar birleşir ve çiftlerin arzu ettiği şey, geleceğe amaç ve anlamı birlikte katmaktır. Gelecek şekillenir ve anlamlandırılırken ruhsal dünyanın tüm zenginlikleri kullanılır. Bu, geçmişten getirilen arzular, yoksunluklar, hassasiyetler, korkular gibi pek çok duyguları da beraberinde getirir. Herkes bu duygulara sahiptir, herkesin yaraları vardır; çünkü örselenmemiş çocuk yoktur. Duygusal yaşamdaki kırılmalar, hassasiyetler, zaaflar bizi yaşamın ilk yıllarına kadar götürür. Ruhsal dünyanın temellerinin atıldığı çocukluk yılları romantik ilişkilerde kendi izlerini ortaya koyar. Romantik ilişkilerde yaşanan çatırdamaları anlamak ve çözmek için çocukluğun yetişkinlikteki izdüşümlerini yakalamak doğru olabilir.’ diye konuştu.

Herkes İçin İlk Aşk Annedir…
Anne ilk duygusal ilişkiye girilen kişidir. İlişki kurmak onunla öğrenilir ve anneyle olan ilişki tüm yaşam boyu izlerini gösterir. Romantik ilişkilerde de anneyle kurulan ilişkinin yansımaları yoğun ve çarpıcı şekilde görülür. Anneyle o ilk ve öznel ilişkinin başlangıcı, oral dönem olarak bilinen yaşamın ilk yılıdır. Bebek, ağız bölgesiyle ve meme yoluyla beslenme ihtiyacını karşılar. Kendisini annenin adeta devamı gibi hisseder ve anneden ayrı bir varlık olduğunu algılayamaz; ancak büyüdükçe anneden ayrı bir kendisi olduğunu anlar. Bu zamana kadar geçen süreçte anne bebeğine ruhsal zenginliğini sunar.

Bebeğe değerli, özel ve sevilmeye değer olduğunu hissettirir. Bu dönemde bebek ve anne çoğunlukla birlikte vakit geçiriyor olsalar bile, artık ufak ayrılıkları da yaşamaya başlarlar. Bebek ve annenin zaman zaman ayrı kalıp sonra tekrar bir araya gelmesiyle, bebek anneden ayrı kalabilmeyi ve bunu daha kolay tolere etmeyi deneyimlemiş olur. Anne kısa süreler için gittiğinde, bebek annenin onun hayatında olduğuna ve olmaya da devam edeceğine güven duymaya başlar. Bu ilk deneyimler bebeğin, çevresindeki her şey ile olan ilişkisini etkiler. Bu güvenle dünyayı keşif için heyecanlı olan bebek, arkasını döndüğünde annesinin gülen yüzünü görerek daha da coşkuyla dolar ve anneyle bağımlı bir ilişkiden bağlı bir ilişkiye doğru adım atmaya başlamış olur.

Sağlıklı Bir İlişki Sağlıklı Bir Aile İlişkisine Dayanır!
Oral dönemi sağlıklı geçiren bir kişi hem partnerini hem de kendisini sevilmeye değer bulur. Partnerinden ayrı kaldığında endişeye kapılıp “Ne yaparsam beni terk etmez? Ne yaparsam beni sever?” diye sormaz. Bu gibi sorularla boğuşan kişinin kendi sevilebilirliğine inancı zayıf demektir. Kendi sevilebilirliğine duyulan inancı zayıfsa, yetişkinlikte de eşe göre hareket etme ve ayrılık korkusuyla davranma, doğal sonuçlardan olabilir. Bu da kişiyi hem kendi hayatını hem de partnerinin hayatını kısıtlayan birtakım davranışlara sürükleyebilir ve mutsuzluk, beklenen sonuç olarak çiftin karşısına çıkabilir. Doğumdan itibaren yaşama bakıldığında her dönemin kendine özgü olduğu ve kişilikte ayrı etkiler oluşturduğu görülür. Tüm çocukluk öyküsü aslında bir “ben” yaratma öyküsüdür. Zaman içinde büyümekte-olgunlaşmakta olan bedene ve ruha kültürle, dinle, sosyal çevreyle, aileyle, sahip olunan ve olunmayan her şeyin etkisiyle yeni pencereler eklenir. Bu anlamda düşündüğümüzde, herkes biricik ve kendine özgüdür.

Bir ilişkide esneklik, hoşgörü, anlama hevesi, ilgi yoksa ilişki kaldıramayacağından fazlasını yüklenen bir tahta parçası gibi çatırdamaya başlar. Tahta katıdır, serttir, esneklikten yoksundur, kaldırabileceği yük bellidir. Tahtaya fazlasını yüklerseniz, onu taşıyamaz. Önce çatırdamaya başlar, sonra kırılır. İki ayrı parçaya ayrılır.
Aşkın bir tamamlanma-tamamlama arzusu olduğunu kabul edip, romantik ilişkilerdeki hikayelerin nasıl bir yolculukla yazıldığını anlamak, o hali kabullenmek ve sevmek işleri kolaylaştırabilir. İlişkilerdeki sürtüşmelerin, tartışmaların, çatışmaların altında yatan, geçmiş ile bağlantılı birçok neden olabilir. Çoğu zaman romantik ilişkilerdeki katı tutumlar çocukluk ihtiyaçlarından gelir. Önce kendimizi ve sonra partnerimizi keşfe karşı ne kadar ilgili ve esnek olursak ilişkinizde mutluluğunuz o kadar artar.

0 yorum

Diyet menüsünün vazgeçilmezleri

Diyetlerin başarılı olmasının önündeki en büyük engel kuşkusuz açlık hissidir. Uzmanlar, yapılan diyete olumsuz etkisi olmadan açlık hissini bastırmak için tüketilecek 10 besin maddesini tavsiye ediyor.

İşte diyet menüsünün vazgeçilmezi olan ve tok tutma özelliği ile diyet yapmayı kolaylaştıran 10 besin maddesi…

Yumurta

Örnek protein kaynağı olan yumurtanın tokluk süresini uzattığına dair bilimsel veriler vardır. Sabah kahvaltılarında bir adet haşlanmış yumurta tüketerek tokluk süreni uzatabilirsin.

Kırmızı acı biber

Acı biberin içerdiği kapsaisin adlı maddenin metabolik hızı arttırabileceği bilimsel çalışmalar ile saptanmıştır. Yemeklere ve salatalara katacağın bir miktar acı kırmızıbiber ile bedenine canlılık, menülerine lezzet ekleyebilirsin. Ayrıca kapsaisin adlı maddenin iştahı azalttığına dair bilimsel veriler de bulunmakta…

Yeşil çay

Güçlü antioksidan etkisi ile bedenimizi zehirli maddelerden temizlemesinin yanı sıra, yeşil çay içerdiği bileşikler ile metabolik hızı da artırıyor. Günde 1-2 fincan yeşil çay tüketerek metabolizmanı enerjik hale getirebilir, aynı zamanda bedenine dost antioksidanları da alabilirsin.

Badem

Yağlı kuruyemişlerden olan badem birçok vitamin, mineral ve posadan zengindir. Bunun yanı sıra kalp sağlığını koruyan Omega-3 yağ asitlerini de içerir. Yapılan son bilimsel araştırmalar, beslenme programında yeterli miktarda (aşırı değil) badem bulunan kadınların, badem tüketmeyen kadınlara göre daha kolay kilo verdiğini göstermiştir.

Sirke

Salatalara ekleyeceğin sirke tokluk süreni uzatabilir. Yapılan bilimsel çalışmalar, sirkenin içinde bulunan asetik asidin sindirim hızını yavaşlattığını ortaya koymuştur. Böylece kan şekerin daha dengeli yükselir ve daha uzun süre kendini tok hissedersin.

Tarçın

İşte başka bir iştah azaltıcı tarçın. Üzerinde yapılan çalışmaların sonucunda, tarçının özellikle şeker hastalarında kan şekeri dengeleyici bir etkisi olduğunu ortaya koymaktadır. Şeker hastasıysan ve diyet yapıyorsan hem daha uzun süre tok hissetmek hem de kan şekerini dengelemeye yardımcı olmak adına, günde ¼ – ½ çay kaşığı kadar tarçın ile menülerini süslemeyi deneyebilirsin.

Zeytinyağı

Günlük yağ gereksiniminin bir kısmı tekli doymamış yağ asitlerinden karşılandığında yani zeytinyağı tüketimi yeterli olduğunda metabolizmanın desteklendiği ve kilo vermenin kolaylaştığı bilimsel çalışmalar ile gösterilmiştir.

Salata

Öğünlere koca bir kâse salata ile başlamak veya öğün içerisinde bolca salata tüketmek, öğünde alınan kaloriyi azaltabilir. Sebzeler yüksek posa yoğunlukları ile midede yer tutarak daha çabuk doymamıza yardımcı olurlar. Ayrıca zayıflama diyetlerinde görülebilecek bir sorun olan kabızlığın da çözümünde önem taşırlar.

Etli, sütlü veya yumurtalı çorba

Çorbalar öğünde daha az enerji tüketmek için farklı bir yoldur. Su içerdiklerinden ve midede oluşturdukları basınç nedeni ile daha kısa sürede doymamızı sağlarlar. İlginç bir bilimsel veri de, protein içeriği yüksek çorbaların gün boyunca enerji alımını azaltmada diyet yapanlara yardımcı olmasıdır.

Peynir

İçeriğinde yer alan proteinler iştahı baskılamakta yardımcı olur. Bunun dışında yüksek kalsiyum içeriği ile de zayıflamaya yardımcı etkisi olabilir. Yapılan bilimsel çalışmalar yetersiz kalsiyum tüketiminin kilo vermeyi zorlaştırdığını ortaya koymuştur.

0 yorum

Reflüye İyi Gelen Yiyecekler Nelerdir

Aşırı yemek yemek, belirli gıdalar ve mide asidinin fazla üretilmesi reflü şikayetlerine neden olur. Ancak bazı besinler mideden yemek borusuna geçen asidin yukarı çıkmasını engelleyebilir. Buna neden olmak için çikolata, domatesli yemekler, kızarmış ve yağlı gıdalar gibi besin kaynaklarından uzak durulması gerekir. Ayrıca kafeinli içeceklerin de tüketilmemesi yararlı olacaktır. Mideyi zorlayan besinler sindirim sistemine geç gönderilir ve bu nedenle öğütülmek için mide asidi salgılar. Mide asidi salgılanmasını engelleyerek reflü sorunundan uzak durulabilir. Bunun dışında reflüye iyi gelen yiyeceklerden de yardım alınabilir.

Reflü İçin Beslenme Önerileri
Bitkisel Protein Alımı: yapılan araştırmalarda bitkisel kaynaklardan alınan proteinler sayesinde mide asidinin yemek borusuna geçişini sağlayan özofagus kası zorlanmıyor. Ayrıca bu kasın gelişimine katkıda bulunarak reflü sorununu ortadan kaldırıyor. Hayvansal besinlerden alınan protein yerine bitkisel besinlerin tercih edilmesi daha yerinde bir karar olacaktır. Özellikle mercimek ve siyah fasulye tüketilmesi reflüyü azaltacaktır. Siyah fasulye zengin lif kaynağıdır ve antioksidan içerir.

Lifli Gıdalar Tüketme: Lif sahibi besinler midede aşırı asit salgılanmasının önüne geçer. Tam tahıllı gıdalar ve lif bakımından zengin meyve sebzeler ile reflü sorunu ortadan kaldırabilirsiniz.


Reflü için tüketilmemesi gereken lifli gıdalar:
  • Domates
  • Portakal
  • Mandalina
  • Greyfurt
Reflü için tüketilebilecek lifli gıdalar:
  • Muz
  • Elma
  • Armut
  • Şeftali
  • Çilek
  • Kavun
  • Esmer pirinç
  • Yulaf ezmesi
  • Makarna
Sebze Tüketimi: Domates dışında kalan tüm sebzeler tüketilebilir. Ancak sebzelerle hazırlanan yemek ve salatalar az yağlı olmalıdır. Mineral ve vitamin bakımından zengin olan lahana gibi omega 3 yap asitleri bulunan sebzeler özellikle tüketilmelidir.
  • Muz
  • Elma
  • Havuç
  • Patates - fırında ya da haşlama
  • Brokoli
  • Tavuk göğsü - haşlama
  • Lahana
  • Yağsız krem peynir
  • Fasulye
  • Yağsız kıyma
  • Balık
  • Yumurta akı
  • Beyaz peynir
  • Soya peyniri
  • Ekmek
  • Kepek
  • Yulaf
  • Esmer pirinç
  • Beyaz pirinç
  • Mısır ekmeği
Yukarıdaki liste reflü sorunu yaşayanların tüketebileceği reflüye iyi gelen yiyeceklerden sebze ve meyveleri gösteren tam bir listedir.
Reflüyü Arttıran Besin Kaynakları
  • Domates
  • Sarımsak
  • Soğan
  • Gazlı içecekler
  • Yağlı gıdalar
  • Baharatlı yemekler
  • Naneli şeker
  • Nane çayı
  • Taze nane
  • Portakal
  • Portakal suyu
  • Limon
  • Limon suyu
  • Muzlu süt
  • Greyfurt
  • Kızılcık suyu
  • Pastane ürünleri
  • Yağlı et
  • Yağlı kıyma
  • Kızartma tavuk
  • Ekşi krema
  • Kahve
  • Dondurma
  • Likör
  • Çay
  • Şarap
  • Bira
  • Çikolata
  • Kızartma
  • Mısır cipsi
  • Patates cipsi
  • Koruyucu içeren konserve gıdalar

Relfüden korunmak için reflüye iyi gelen yiyeceklerden yardım alabileceğiniz gibi yukarıda listelenen yiyecek ve içeceklerden uzak durmanız da reflü sorununu önemli ölçüde azaltacaktır.
0 yorum

Bu hastalığın tedavisi Antik Çağ’da

Hamilelikte değişen hormon seviyeleri tüm sistemleri etkilediği gibi ellerde de bir takım şikayetlere yol açıyor. Özellikle “Karpal Tünel Sendromu” adı verilen ve elleri ciddi anlamda yoran bir süreç başlıyor. 

Gebeliğin son aylarında ve lohusalık döneminde sıklıkla karşılaşılan bu durum uzun vadede de kalıcı etkiler bırakabilir.

GÜÇSÜZLÜK, HİSSİZLİK...

Zaman zaman ellerde uyuşma, karıncalanma, yanma, ağrı, sızlama gibi belirtilerle kendini gösteren Karpal Tünel Sendromu, ilerleyen durumlarda güçsüzlük, hissizlik gibi şikayetlere de zemin hazırlıyor. Özellikle başparmak, 1. ve 2. parmak ile 3. parmağın yarısında bu şikayetlerden yakınan anne adayları bir eşyayı tutarken zorlandığını hatta elinden düşürdüğünü söyler.

BEŞİNCİ AYDAN SONRA GÖRÜLÜR

Karpal Tünel Sendromu‘nda esas sıkıntı median sinirin altından geçtiği bağın aşırı kalınlaşması sonucu sinire bası yapmasıdır. Fakat yapılan araştırmalarda hamilelerde bağın kalınlığının normal olduğu gösterilmiştir. Ama tünelin içinde oluşan ödem yani dokular arasındaki şişlik ve hormonal değişiklikler sinire bası yaparak karpal tünel bulguları yaratır. Gebelikte özellikle 5. aydan sonra görülür çünkü bu aylardan sonra vücutta kilo artması, su tutulması, şişme (ödem) artar.

HER ÜÇ GEBELİKTEN İKİSİNDE GÖRÜLÜYOR

Okan Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa’nın verdiği bilgiye göre, son 50 yılda yapılan 120’ye yakın bilimsel çalışmanın verileri bir araya getirildiğinde her üç gebelikten ikisinde karpal tünel hastalığının gözlendiği tespit edilmiş. Hiç de küçümsenmeyecek bir çoğunlukta rastlanan bu sendrom, doğumdan sonra 3 yıl geçmiş olmasına rağmen %85 ‘lik bir popülasyonda da etkilerini devam ettiriyor.

Doğum sonrasındaki ilk iki haftada kilo kaybı ve ödemin çözülmesine bağlı olarak her dört hastadan üçünde (% 75) ağrı ve diğer bulgular azalıyor. Bu nedenle tedavinin ilk aşamasında hedef doğum sürecine kadar hastanın şikâyetlerinin azaltılması ve rahatlamasını sağlamaya yöneliktir.

Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, bu amaçla uygulanabilecek en etkili yöntemin manuel terapi olduğunu söylüyor. Yrd. Doç. Dr. Şenbursa, hem doğal bir yöntem olması hem de hiçbir yan etkisinin olmaması nedeniyle hamileler için en güvenli terapi yöntemi hakkında şu bilgileri verdi:

5-8 SEANSTA KURTULMAK MÜMKÜN

“Tarihi antik çağlara kadar uzanan manuel terapi yöntemi ile dokular üzerinde ödemin oluşturduğu bası el ile yapılan mobilizasyon ve gevşetme teknikleriyle azaltılarak o bölgede ilk seanstan itibaren genel bir rahatlama sağlar. Aynı zamanda manuel terapi ile birlikte kinezio-bant uygulaması ile ödemin azaltılması desteklenir ve bağlar üzerindeki bası azaltılabilir. Kısacası manuel terapi yöntemi ile 5-8 seansta karpal tünel sendromunun etkilerinden hamilelik döneminde kurtulmak mümkün.”

0 yorum

Doğumdan sonra spora hazır mısınız?

Doğum yaptıktan sonra koşmak ve spor yapmak vücudunuzdaki enerji seviyesini geliştirir ve sizin kendinize biraz zaman ayırmanızı sağlar. Fakat kendinizi koşmaya ve spor yapmaya yeterli gördüğünüz zaman bunu yapmanız gerekir.

Bazı anneler doğum yaptıktan hemen sonra koşmanın kaslar ve bağlar için zorlayıcı olduğunu düşünür. Doğum çeşidinize ve iyileşme sürecinize bağlı olarak, doktorunuz belki tamamıyla spor yapmaktan sizi bir süreliğine alıkoyabilir. Fakat doktorunuzu ve kendinizi dinleyip ikisini harmanladıktan sonra, ne zaman tekrar spor yapıp koşmaya geri döneceğinize siz karar verebilirsiniz.

Buggy’e binmekten tutun da günde 10 km koşmaya kadar yeni anne olmuş bayanlar için spora ve koşmaya başlamak için bir sürü yol vardır.

Hatta yeni anne olmuş bayanların farklı egzersizleri yaptıktan sonra anne sütünün değiştiği bile gözlemlenmiştir.

Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, doğumdan sonra tekrar spora ve koşmaya başlamak için en iyi önerileri sizler için kaleme aldı:

KEYİF ALMAYI UNUTMAYIN
Koşmak sizin için sıkıcı bir iş haline gelmemeli. Tekrar spora başlamanız için neden sporun veya koşmanın sizi mutlu ettiğini düşünün ve böyle motive olun. Bitik olsanız dahi, kendinize ayıracak biraz zaman bulabilirisiniz ve tekrar egzersize başlamak sizin daha enerji dolu hissetmenizi sağlar.

SPORA KOŞU BANDINDA BAŞLAYIN
Vücut geliştirmeye başlamak sizin için iyi bir başlangıç olabilir. Diziniz ve ayak bileği ekleminiz için koşu bandı daha yumuşak olacaktır. Üstelik genel vücut sıhhatinizi yüksek tutacak diğer makineler de sporda size yardımcı olacaktır. Bunun için çocuk bakım bölümleri bulunan spor salonlarını tercih ediniz.

ACELE ETMEYİN, ZAMANA İHTİYACINIZ OLACAK
Hemen değişiklik beklemeyin. Eğer performansınız doğum yapmadan öncekinden daha düşükse sakın kendinizi kötü hissetmeyin. Her yeni anne spora farklı bir hızla başlar yani siz en iyisi kendi vücudunuzu dinleyin. Kısa ve az yoğun bir koşuyla başlayın ki vücudunuz tekrar koşmaya alışsın.

YENİ BİR SPOR VE KOŞMA PLANI YAPIN
Yeni bebek sahibi olduğunuz için artık eski spor yapma şekliniz size uygun olmayacaktır. Fakat sizin için belli bir koşma veya spor yapma planı geçerli olmayacaktır. Dolayısıyla eğer belli bir sürede her gün veya her hafta spor yapmak istiyorsanız bebeğinizin emin ellerde olduğundan emin olun.

İYİ BESLENİN VE BOL BOL SU İÇİN
Beslenme ve sıvı alımı her şeyden çok daha önemlidir. Koşarken ve spor yağarken yeterince su içtiğinizden emin olun. Bir de tabii öncekinden daha fazla yemek yiyeceksiniz. Eğer emziriyorsanız her gün 500 ekstra kaloriye ihtiyacınız var.

KENDİNİZ VE BEBEĞİNİZ İÇİN RUNNİNG BUGGY ALIN
Running buggy hem bebeğinizi pusetle gezdirmenizi hem de koşmanızı sağlayacak. Bu koşuya ve spora başlamanızın en iyi yoludur ve aynı zamanda bebeğinizle kaliteli zaman geçirmenizi sağlayacaktır.

KENDİNİZE BELLİ KRİTERLER KOYUN
Bulunduğunuz şehirde eğer basit bir koşu yarışı düzenleniyorsa sırf spora tekrar başlamak ve motive etmek için kendinizi bu yarışa hazırlayın.

0 yorum

Aşı Hayat Kurtarır

Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi’nin bir girişimi olan Avrupa Aşılama Haftası’nın bu yıl 10’uncusu düzenleniyor. Aşılama, hem çocuk hem de tüm toplum sağlığını iyileştirmede insanlığın attığı en büyük adımlardan biridir. Yıllar içinde geliştirilen aşılar sayesinde birçok enfeksiyon hastalığının kontrol altına alınması, azaltılması ve hatta ortadan kaldırılması mümkün olmuştur. 

Hijyen kurallarına uymak, iyi beslenmek veya bağışıklık sistemini güçlendirdiği düşünülen takviyeler kullanmak hastalıklardan korunmada asla aşıların yerini alamaz. Aşılanmayan çocuklarda görülen bulaşıcı hastalıklar hastanede yatmayı gerektirecek kadar ağır hatta ölümcül dahi olabildiğini söyleyen Liv Hospital Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Eda Balanlı “Anne babaların bebek ve çocuklarını bu hastalıklardan korumada en önemli silahları aşılardır.

Bağışıklama yaşamın erken döneminde başlamalıdır çünkü bebek ve küçük çocuklar bulaşıcı hastalıklara karşı daha savunmasızdır, hastalıkları diğer bireylere göre çok daha ağır geçirir” diyor. Uzm. Dr. Eda Balanlı çocuklarda aşılamanın önemini anlattı.

Günümüzde rutin aşılama şemasında olan birçok hastalık geçmişte binlerce çocuğun sakat kalmasına ve ölmesine sebep olmuştur. Örneğin 1950’lerde çocuk felci sadece ABD’de yılda 37.000 çocuğun sakat kalmasına, 1.700 çocuğun da ölümüne neden olmaktaydı. Difteri aşısından önce her yıl yaklaşık 15.000 kişi bu hastalıktan hayatını kaybetmekteydi. Her yıl 70.000 çocuk rotavirüse bağlı ishal nedeniyle hastaneye yatmaktaydı. Bunlar gibi birçok bulaşıcı hastalığı aşılar sayesinde artık nadiren görüyoruz. Yine de tamamen ortadan kalkmış değiller, bazı ülkelerde halen sık görülüyor. Aşılama oranları azaldığında tekrar benzer sıklıklarda görülebilirler. Bu nedenle çocuklarımızı aşılamaya devam etmeliyiz.

Unutulmamalıdır ki aşısız veya eksik aşılı kişiler hem kendilerini hem de yaşadıkları toplumaki diğer bireyleri riske atmış olurlar.

Aşılar nasıl korur?

Vücudumuz bir mikropla karşılaşıp yendiğinde geriye hastalığı yenmeye yarayan ‘antikor’ denilen koruyucu maddeler kalır. Aynı mikropla yeniden karşılaştığımızda hücrelerimiz mikrobu hızla tanır ve daha önce oluşturduğumuz antikorlar mikrobu ortadan kaldırır. Aşılar da enfeksiyonu ‘taklit’ ederek bağışıklık sistemini güçlendirir ancak bu ‘taklit’ hastalık oluşturmaz çünkü aşılama işleminde hastalık yapan canlı mikrop yerine zayıflatılmış veya ölü mikrop ya da mikrobun yapısal bir parçası veya bir ürünü işlemden geçirilerek vücuda verilir. Bu sayede bağışıklık sisteminin gerçek bir enfeksiyona vereceği yanıtı vermesi sağlanır. Diğer bir deyişle hastalanmadan vücutta o mikroba karşı koruyucu antikorlar yapılır.

Vücut o mikroorganizma ile karşılaştığında hızla tanır, daha önceden üretilen antikorlar sayesinde mikroorganizma yok edilir. Hamileliğin son haftalarında annenin koruyucu antikorları bebeğe geçer. Bu antikorlar bebeğe kısmen koruma sağlar. Ancak antikorlar hızla ömürlerini tamamlar. Bu nedenle aşılanmamış bebekler potensiyel tehlikeli hastalıklar karşısında tamamen savunmasız hale gelir.

Ne zaman aşı yapılmaz?

Aşıların ciddi bir neden olmadan geciktirilmesi doğru değildir. Aşı dozlarının gereksiz geciktirildiği çocuklar, önlenebilir bulaşıcı hastalıklar açısından risk altındadır. Hafif seyreden ateşli veya ateşsiz hastalıklar, antibiotik kullanmak veya hastalığın iyileşme döneminde olmak aşılanmaya engel değildir. Ancak orta-ağır derecede hastalık halinde veya aşının içeriğine karşı ciddi alerjik reaksiyon gelişmişse aşı yapılmaz. Anaflaktik ağırlıkta olmayan basit alerjiler aşılanmaya engel değildir. Bunun dışında canlı aşıların bağışıklık sisteminin bozulduğu durumlarda yapılması sakıncalıdır. Değişik aşılar bir arada ve aynı gün uygulanabilir. Birden fazla aşının aynı gün uygulanması istenmeyen etki olasılığını arttırmaz, bebeğe ‘ağır’ gelmez. Bu uygulama güvenli ve etkindir; bağışıklık sistemini zayıflatmaz, tersine kuvvetlendirir.

Ne mutlu ki geçmişte çok yıkıcı sonuçları olan birçok bulaşıcı hastalık artık ülkemizde çok nadir görülmekte veya hiç görülmemektedir. Fakat dünyanın birçok yerinde bulaşıcı hastalıklara bağlı salgınların halen devam ettiği unutulmamalıdır. Bu nedenle çocuklarımızı aşılamaya ve onları korumaya devam etmeliyiz.

0 yorum

Özgüven eksikliği kabızlığa neden oluyor

Çağın en büyük sorunu haline gelen kabızlığın altında yatan sebepler, sadece beslenme düzensizliği ya da fiziksel bir hastalık olmayabilir. Kronikleşen ve tüm tedavi yöntemlerine rağmen geçmeyen kabızlık, gelecek endişesi ve özgüven eksikliğinin sonucu oluşabiliyor.

Kendisini sınırlı gören, hayatında yenilikten korkan, geçmişe takılı kalıp yaşayan kişilerde kronik kabızlık sorunun sık görüldüğünü söyleyen Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Beslenme ve Diyet Uzmanı Arzu Gökmen, kabızlıkla ilgili şu bilgileri verdi:

Kabızlık veya konstipasyon, bağırsak hareketlerinin yetersiz olması (haftada 3 kez veya daha az sayıda) veya bağırsak hareketlerinin yüzde 25'inden çoğunda görülen dışkılama güçlüğüdür.

Kabızlığa neden olan fizyolojik ve çevresel nedenlerin yanında, psikolojik nedenler de bu sorunun çözülememesi ve kronikleşmesine neden olan etmenlerdir.

PSİKOLOJİK BOYUTLARI ELE ALINMALI
Genel olarak bakıldığında, kabızlığın fizyolojik nedenleri dikkate alınarak çeşitli tedavi yaklaşımları uygulanır. Hastayı ilk olarak bir gastroenterolog görür, gerekli tetkikler yapılır ve medikal tedaviye başlanır. Daha sonra bir diyetisyen kontrolünde kabızlık için olmazsa olmaz olan diyet tedavisi uygulanır ve hasta takibe alınır. Gerekli koşullarda bitkisel tedaviden de yararlanılarak hasta tedavi edilir.

Ancak çoğu zaman kişi, en uygun medikal tedavi ve diyet tedavisini almasına karşın, kabızlık problemi çözülemeyebilir. İşte tam da bu noktada üzerinde durulması gereken önemli bir diğer konu, kabızlığa neden olan altta yatan psikolojik durumun ne olduğudur. Hastalığın psikolojik boyutu da değerlendirilerek, tedavi yöntemleri belirlenmelidir.

GEÇMİŞTE YAŞAMAK KABIZ YAPIYOR
Beslenme tedavisi ve medikal tedavinin yanında bir de kabızlık yapan duygu ve düşünceleri değiştirmek gerekir. Kabızlığa zemin hazırlayan duygu ve düşünceleri şöyle sıralayabiliriz;

• Kişinin kendisini çok sınırlı görmesi kabızlık sebebi olabilir. “İşte ben bu kadarım, daha fazlası elimden gelmez” gibi düşüncelerini net bir şekilde değiştirmesi gerekir.
• Bir şeyi bırakırsam yerine yenisini koyamam düşüncesi de kabızlık sebebi olabilir. Kişiyi mutsuz ettiği halde işinden, parasından, eşyasından vazgeçememesi kabızlığa yol açabilir.
• Geçmişte yaşamak, geçmişten ayrılamamak.
• Kişinin kendisine artık zarar veren, ona iyi gelmeyen birisini hayatından çıkarma cesaretini gösterememesi
• Yeni bir şey denemekten, hayatına yeni bir şey girmesinden korkmak.
Beslenme ve Diyet Uzmanı
Arzu Gökmen
• Gelecek endişesi de nedenler arasındadır.

EVDE İŞE YARAMAYAN EŞYALARI ATIN
Siz zihninizdeki işe yaramayan duygu ve düşüncelerin gitmesine izin verirseniz, size hiçbir fayda sağlamayan eşya ve kişilerden kurtulursanız, bedeniniz de buna uyum sağlayarak, içinde işine yaramayan her şeyi dışarı bırakacaktır.

Bir süre kendinizle baş başa kalın, kendinizi dinleyin. Zihninizde böyle duygu ve düşünceler var mı diye kendinizi sorgulayın. Eğer bu tip inançların olduğuna kanaat getirmişseniz iş başına geçin. Evinizde yıllardır birikmiş ve işe yaramayan eşya varsa dağıtın veya atın. Bitmiş ilişkileri içinizde tutmayın, kalbinizden atın.

Size katkısı olmayan, aksine size kötü geldiğini düşündüğünüz ilişkilerinizi sonlandırın. Geçmişle vedalaşın ve yüzünüzü her zaman geleceğe çevirin. Anı yaşayın. İçinde bulunduğunuz andan zevk alın. Zihniniz ve yüreğinizi özgürleştirirseniz bedeniniz de özgürleşecektir.

0 yorum

Piknik keyfi sağlığınızı bozmasın

Havaların ısınmasıyla birlikte birçok kişi kendini yeşil alanlara atıyor. Ancak alerji ve astım hastaları için piknik alanları birçok gizli tehlikenin oluşturduğu rahatsızlıklara da neden olabiliyor. 

 Alerji uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak, ağaçların, çayır çimenin ve yabani otların en çok alerji yapan bitkiler olduğunu belirterek bu konuda hassasiyeti olan kişilerin önlem almasını ve piknik alanı seçimine dikkat etmesi gerektiğini söyleyerek önemli açıklamalarda bulunuyor.

Genellikle bahar ve yaz aylarında insanlar kış mevsiminde özlemini çektikleri güneşten ve temiz havadan doyasıya yararlanmak için kendilerini park ve bahçelere, piknik alanlarına atarlar. Ancak böyle ortamlar astım ve alerji hastaları için kimi kez büyük tehlike oluşturmaktadır. Saman nezlesi diye adlandırılan alerjik rinit (nezle) hastalığında alerji yapan bitkilerin sanıldığı gibi parlak, renkli çiçekler değil, yeşil yapraklı gösterişsiz bitkiler olduğunun altını çizen Prof. Dr. Yonca Tabak, ağaçların, çayır çimeni ve yabani otların bu anlamda en çok alerji yapan bitkiler olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Yonca Tabak, polen alerjisinin alerjik nezleye neden olduğu gibi aynı şekilde akciğerleri de etkileyerek alerjik bronşit ve astıma yol açtığını belirtti. Prof. Dr. Yonca Tabak, bu maddelere bir şekilde alerji geliştirmiş kişilerin Mart ayı ortasından Haziran ayı sonuna kadar devam edebilen bir süreçte polenlerden etkilendiğinde hastalık alevlenmesi yaşayabileceğine dikkat çekti. Bu etkilenmenin yeşillik ve ormanlık alanlarda daha fazla olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Yonca Tabak, polen alerjilerinin genellikle ergenlik çağında ortaya çıktığını belirtti. Prof. Dr. Yonca Tabak, etkilenmeden en geç bir saat sonra hapşırık, burun akıntısı, burun tıkanıklığı, burun ve göz akıntısı gibi alerjik nezle yakınmaları veya öksürük, nefes darlığı ve hırıltılı solunum belirtilerinin ortaya çıktığını söyledi.

Bu tür yakınmaların, hastaların yeşillik veya ormanlık alandan ayrılması için bir işaret olduğunu belirten Prof. Dr. Yonca Tabak, “Eğer tanılandırılmamış bir yakınma söz konusu ise bu hastaların en yakın zamanda alerjinin neye karşı olduğu konusunda teste tabi tutulmaları gerekmektedir” dedi.

Piknik alanlarındaki mangal dumanına da dikkat çeken Prof. Dr. Tabak, herhangi bir şeye alerjisi olan astım ve alerjik nezle tedavisi altında olan kişilerin ilaç tedavileri sürse bile mangal dumanından etkilendiklerini söyledi. Bu konuda özellikle alerjiye bağlı olarak gelişmiş hassas bir havayolu sorunu olan çocukların açık havada bile olsa içilen bir sigaradan etkilenebileceğini anlatan Prof. Dr. Yonca Tabak, “Sigara dumanı beklenmedik bir astım atağı ile sonuçlanabilmektedir. Bu nedenle dumandan uzak durulması gerekmektedir” diye konuştu.

Yeşil Alanlarda Küfe Dikkat!
Yeşillik alanlardaki küf alerjisine de dikkat çeken Prof. Dr. Yonca Tabak, ağaçların yoğun olduğu yerlerde fazla bilinmeyen bir tehlikenin bulunduğunu söyleyerek şöyle konuştu.

“Küf yalnızca ev içlerinde bulunan bir alerjik madde değildir. Özellikle gölge olan fazla güneş almayan çürümüş yaprakların bol olduğu alanlarda Alternaria alerjisi başta olmak üzere birçok küf alerjisi hastalarda alevlenmeye neden olabilmektedir. Piknik alanı seçilirken bu yönde uygun tercih yapılması önemlidir.”

Mangal Keyfiniz Sağlığınızı Bozmasın
Piknik yapmanın klasik bir ritüeli haline gelen mangalda pişirilecek etlerin astım hastalarına uygun hazırlanması gerektiğini belirten Prof. Dr. Yonca Tabak, “Bu hastalarda yüzde 80 oranında var olan reflüyü tetikleyecek gıdalardan uzak durulması gerekmektedir.

Prof. Dr. Yonca Tabak
Yağlı, acılı ve baharatlı gıdaların reflüyü artırdığı bilinmektedir. Reflü artınca yemek borusundan yukarı çıkarak solunum sistemine kaçan asitli mide içeriği astım ve sinüzit alevlenmesi yapabilmektedir. Özellikle sucuk gibi baharatlı gıdalar, aşırı soğanlı, baharatlı veya yağlı köfteler, etler veyahut yağda kızartılmış börek ve benzeri gıdalar, kolalı içeceklerle birlikte tüketildiklerinde astım hastaları için piknik keyfini eziyete dönüştürebilmektedir” dedi.

ALERJİ HASTALARI İÇİN PİKNİK ÖNERİLERİ
• Mangal ve sigara dumanından uzak bir alan seçilmeli.
• Küf maruziyetinin önlenmesi için piknik alanının aşırı gölgelik ve çürümüş yaprakların bulunmadığı bir alanı seçilmeli.
• Yeşillik alanlara gitmeden önce koruyucu ilaçlar alınmalı.
• Çocuklar,yedikten hemen sonra aşırı aktiviteden uzak tutulmalı.
• Tüketilecek gıdaların aşırı yağlı, baharatlı ve acı olmamasına özen gösterilmeli.

0 yorum

Boyun Ağrısını Ciddiye Alın

Günümüzde en sık şikayet edilen durumlardan biri boyun ağrısı. Pek çoğumuz ağrının kendi kendine geçebileceğini düşünse de tedavi edilemeyen şiddetli ağrılar, daha ciddi rahatsızlıklara neden olabiliyor. 

Liv Hospital Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü Uzm. Dr. Elif Gürkan’a göre son yıllarda teknolojinin getirdiği rahatlıkla beraber artan bilgisayar kullanımı, özellikle çalışan kişilerde boynun şeklinin değişmesine hatta ilerleyerek fıtık oluşumuna sebebiyet veriyor. Liv Hospital Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Ömür Kasımcan ise bu ağrıların altında yatan asıl sebebin basit bir kas spazmı olabileceği gibi cerrahi müdahale gerektirebileceği konusunda uyarıyor.

Boynumuz neden ağrıyor?
Başlangıçta sadece kas ağrısı ve kas tutulması şeklinde kendini gösteren bu rahatsızlık; hareketsizlik, ters ve ani hareketler, ağır kaldırma, boynu öne doğru zorlama, yanlış egzersiz, stres ve genetik olarak bağ dokularının zayıf olması gibi pek çok faktörden etkileniyor. Gürkan, “Hastaların yeni başlayan akut ağrıları ve tutulmalardan birkaç hafta içerisinde kurtulması mümkün. Ancak ağrıların omurlar arasındaki disklerde hasara yol açması, oradan taşan maddelerin sinire dokunması ve bununla beraber kolumuzda da ağrı oluşması durumunda mutlaka doktor muayenesi yapmak gerekir” diyor.

 Teşhiste kişinin tüm omurgasını mutlaka görmek gerektiğinin altını çizen Gürkan, “Kıyafetle yapılan bir muayene bile yanlış sonuca götürebilir. Boyun ve sırttaki eğrilikler, kas zayıflıkları, asimetrik görünümler, bir omzun düşük olması, kürek kemiğinin daha çıkıntılı olması, boyun hareketlerindeki kısıtlanmalar ve ağrılar, boynun tam dönmemesi ya da tam arkaya gitmemesi anormal durumlardır” diyor.

Boyun Ağrılarında Fizik Tedavi
Uzm. Dr. Elif Gürkan’a göre fizik tedavide hastanın kaslarındaki sıkışan noktaları açılıyor. Eğer ciddi bir kuvvet kaybı veya fıtık düşüncesi varsa emar ve röntgen düşünülüyor. Gürkan, “Fizik tedavi egzersiz programları doğru yapıldığı, özellikle manuel tedavi ile birleştirildiği zaman son derece faydalı. Özellikle problem ilerlemeden yapılırsa hastanın uzun dönemde şikâyetlerinin azalmasına ve ilerleyen zamanlar için ciddi bir önleyici tedavi olma önemine sahip” diyor. Gürkan, boyun etrafındaki omurganın derinlerine yerleşen kasların kuvvetlenmesine ve eklem kısıtlama hareketlerinin açılmasına yönelik germe hareketleri ve esnetme hareketlerinin aynı anda yapılmasının da önemli olduğunu vurguluyor.

Liv Hospital’a gelen hastalar günlük yaşamlarına bu egzersizleri adapte etme ve ağrısız bir yaşam sürmeleri için gerekli koşullar konusunda da bilgilendiriliyor.

Ne Zaman Cerrahi Müdahale Gerekir?
Yrd. Doç. Dr. Ömür Kasımcan, hastanın zaman zaman boyun ağrılarında cerrahi müdahaleye ihtiyaç duyabildiğinin altını çiziyor. Boyun fıtığına kola yayılan ağrının eşlik ettiği hasta grubunda tercih edilen cerrahi yaklaşımın Anterior Servikal Mikrodiskektomi ve Füzyon olduğunu söyleyen Kasımcan; “Boynun ön sağ tarafından yapılan yaklaşık 2-3 cm kesiyle hastanın omurgasının ön yüzüne ulaşılır. Burada mikroskop altında servikal disk hernisi ve ağrıya neden olan osteofitik çıkıntılar temizlenir. Tamamen boşaltılan diskin yerine diskin yüksekliğini korumak amacıyla PEEK kafes konularak ameliyat sonlandırılır. Gerektiği durumlarda Anterior plak- vida sistemi konulması gerekebilir” diyor. Kasımcan, boyun ağrılarına yürüme güçlüğü, ellerde kuvvetsizlik ve idrar kaçırmanın eşlik ettiği durumlarda ise Servikal Laminektomi ve Posterior Füzyon ile boynun arkasında orta hatta yapılan bir kesi ile boyun omurlarının arka arkı çıkarılarak omurilikte mevcut basının ortadan kaldırılabileceğini de sözlerine ekliyor.

Mekanik dengenin bozulması halinde, laminektomi ile birlikte omurganın sabitlenmesinin gerekli olabileceğini de belirten Kasımcan, “Bu durumda arkadan yaklaşımda Lateral mass vidaları ya da pedikül vidaları ile omurganın stabilizasyonu (enstrumasyonu) sağlanır” diyor.

0 yorum

Rahim ağzı kanseri aşısı hayat kurtarıyor!

Rahim ağzı kanseri, kanserden ölümler arasında ikinci sırada yer almaktadır. Her yıl dünyada 500.000 kadın rahim ağzı kanserine yakalanıyor ve bu sayının yarısı hayatını kaybediyor. Ülkemizde de rahim ağzı kanseri nedeniyle yılda 556 ölüm olmaktadır. 

KadıköyŞifa Ataşehir Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum uzmanı Op. Dr. Yasemin Yakut rahim ağzı kanseri hakkında bilgi veriyor ve HPV aşısının yararlarını anlatıyor!

Rahim ağzı kanseri 45 yaş altı kadınlarda en sık görülen kanserdir. Yine kanserden ölümlerin ikinci nedenidir. Dünya genelinde her yıl yaklaşık 500.000 yeni rahim ağzı kanseri vakası yakalanmakta ve bunların yarısı da bu nedenler kaybedilmektedir.

Her iki dakikada bir kadaın rahim ağzı kanserinden ölüyor!

Başka bir nedenle her yıl dünyada iki dakikada bir, bir kadın rahim ağzı kanserinden ölmektedir. Globacan 2008 verilerine göre, ülkemizde serviks kanserinden yılda 556 ölüm olmakta ve 1434 yeni vaka görülmektedir. Rahim ağzı kanserinin %99.7’si HPV (Human Papiloma Virus) enfeksiyonu sonucu gelişmektedir. HPV deri ve mukozayı tutan bir ağacın dalları kadar çok tipe sahip geniş bir virüs ailesidir. Bu ailenin en az 40 tipi genital sistemi etkilemekte, bunların da en az 15’i rahim ağzı kanserine neden olmaktadır.
HPV erkekte de anagenital sistem kanserinde etkendir. 1976 yılında Alman Kanser Araştırma merkezinde Prof.Dr. Hausen, HPV ile rahim ağzı kanseri arasındaki ilişkiyi göstermiştir. Bu bilgi 2008 yılında Nobel Tıp ödülüne layık bulunmuştur.

Dünya Sağlık Örgütü HPV aşısının yapılmasını öneriyor!

1980’li yılların başından bu yana teknolojik gelişmeler sonucunda HPV enfeksiyonunu ve neden olduğu sonuçları önlemeye yönelik aşılar üretmeye, kullanılmaya başlanmıştır. 2 farklı HPV aşısı geliştirilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) HPV aşısının rutin olarak yapılmasını ve aşının ulusal immünizasyon programlarına dahil edilmesini önermiştir.

HPV erkeklerde de penis ve anal kansere neden olduğu için erkeklerde aşılanmaktadır. Avusturalya, Fransa, Meksika, İngiltere ve ABD’de gibi 75 ülkede erkeklerde aşı uygulanması onaylanmış ve ulusal aşı programına alınmıştır.

İmmün cevabın belirgin olması ve cevabın kalıcılığı açısından erken yaşta aşılama başlatılmalı ve mümkünse ilk seksüel ilişkiden önce ya da en kısa sürede aşılanmalıdır.

Kimlere HPV aşısı yapılabilir?

HPV aşısı için bir risk grubu söz konusu değildir. HPV her kadında enfeksiyon ve buna sekonder kansere neden olabileceğinden 9 - 45 yaş arası her kadın aşılanmalıdır.

Aşılı kadının yaşamı boyunca pap-smear gibi kanser tarama programları devam etmelidir.

HPV aşısı canlı bir aşı olmadığından immün yetmezliği olanlarda da yapılabilir ancak beklenen immün yanıt düşük olacağı unutulmamalıdır.

Gebelikte aşı yapılmaz, kadının aşı yapıldıktan sonra gebe olduğu anlaşılırsa aşının teratojenik etkisi olmadığından gebeliğin sonlandırılması gerekmez. Emziren kadına aşı yapılabilir. Aşı koldan 6 ay içinde 3 doz olacak şekilde yapılır. Aşının istenmeyen yan etkisi %0,1’in altında gözlenir. Bunlarda ağrı, şişlik, alerjik reaksiyonlar ve senkoptur.

0 yorum

Bu Bahar Eşinizle Zayıflayın

Şişmanlık ne yazık ki bulaşıcı. Yapılan araştırmalar da aynı sonucu gösteriyor; aileden biri şişman ise diğer aile fertlerinin de şişman olma riski artıyor.

Diyetisyen &Yaşam Koçu Gizem Şeber'in verdiği bilgilere göre, virüslerle ve bakterilerle bulaşmıyor olsa da, sosyal olarak bulaşıcı bir durum obezite. Yapılan bir araştırmaya göre; aileleri veya arkadaşları şişman olanlar, şişmanlık üzerinde çok fazla objektif değerlendirmede bulunamıyorlar ve kilo almaya oldukça eğilimliler. Ve kişinin sosyal çevresinde fazla kilolu insanların sayısı arttıkça kişinin fazla kilolu olma riski de bir o kadar artıyor.

Eşler arasında da fazla kiloların bulaşıcı olması şaşırtıcı değil. Evlilik, düzenli bir hayatı da birlikte getirdiği için yeni evlenenlerin daha kolay kilo aldığını sizde sıkça görmüşsünüzdür. Evlilik vücut ağırlığının artmasına yol açan faktörlerden biri ve en az iki yıllık evli olanların vücut ağırlıkları ve kilolarının boylarına göre olan oranı birbirine çok benzer. Evlenen kişilerin kilo almaya eğilimli olmasının nedenleri arasında ilk sırayı beslenme düzeni alır.

Evlenen kişiler, yalnız yaşadıkları zaman dilimine veya öğrencilik hayatlarına nazaran daha düzenli beslenirler ve eşleri ile uzayan akşam yemeleri ve gece atıştırmaları kilo almalarına neden olur. Evlilik-fazla kilo ilişkisinde diğer önemli konu ise işin psikolojik boyutu. Uzmanlara göre, evlenen kişi zayıf kalma konusunu fiziksel görüntü açısından önemsemiyor. Evlenmeden önce karşı cinse çekici görünmeye çalışan eşler, evlendikten sonra bu durumu daha az önemsemeye başlıyor. Ve sonuçta beraberce kilo alıyorlar.

Fakat eşler gene de yalnız zayıflamaya çalışanlara göre daha şanslı. Yapılan araştırmalar, eşlerin zayıflama konusunda birlikte hareket ettiklerinde yalnız başına zayıflamaya çalışanlara göre çok daha fazla başarılı olduklarını göstermiştir. Bu yalnız başına zayıflanmaz anlamına gelmiyor fakat her konuda olduğu gibi zayıflama konusunda da birlikten kuvvet doğuyor.

Yapılan bir başka çalışmada, eşlerin fiziksel aktivite düzeyleri ile ilişkili. Bu çalışmada da, evli olanların düzenli fiziksel aktiviteye daha çok bağlı kaldıkları gösterilmiştir. Bunun nedeninin eşe karşı duyulan sorumluluktan kaynaklandığı söylenebilir.

Evlilerin Zayıflama Konusunda Şanslı Olma Nedenleri

• Diyet yapmak uzun sürdüğünde sıkıcı bir hal alabilir. Diyet motivasyonu eşle birlikte diyet yapıldığında yükselir.
• Evde sağlıklı beslenme kuralları geçerli olmaya başlar. Zamanla alışkanlık haline gelen bu kurallar, kilo korumada da başarılı olunmasını sağlar.
• Yapılan diyette yasaklar varsa mutlaka insana çekici gelir. Motivasyonun kırıldığı anlarda diyeti bozmak kolay bir hal alır. Eşlerin birbirine duyduğu sorumluluk bu durumun önüne geçer.
• Eşler, sosyal yaşamda bir arada olmayı severler. O nedenle beraber spor yapmaya gitmek, daha keyifli bir hal alır.
• Yan yana oldukları için sıkılmayan çiftler daha uzun süre egzersiz yaptıklarının farkına bile varmazlar.
• Misafirliklerde ve sosyal ortamlarda yapılan ikramlara iki kişi “hayır” demek daha kolaydır.

0 yorum

Çölyak hastalığında hazır gıdalar

‘Gluten’ proteinine karşı duyarlılık oluşturan çölyak hastalığı, dünyada her 130 kişiden 1’inde görülüyor. Kronik ishal, yorgunluk, kilo kaybı, anksiyete gibi birçok rahatsızlığa neden olan bu hastalık, insan sağlığını ciddi anlamda tehdit ediyor. 

Geç teşhis edildiğinde ince bağırsak kanserine neden olabilen çölyak hastalığının yeterince bilinmediğini söyleyen Medical Park Bahçelievler Hastanesi Gastroentereloji Uzmanı Yard. Doç. Dr. Muhammet Fatih Aydın, bilinmesi gerekenleri anlattı:

Çölyak hastalığı, genetik olarak yatkın kişilerde glüten denilen buğday, arpa ve çavdarda bulunan bir proteinin alınmasıyla oluşan vücudun kendi kendine yaptığı iltihabi durumdur. Glüten alındığında ince bağırsakta iltihap oluşmaya başlar. Vücudumuz kendisini yabancı maddelere karşı korur. Genetik olarak yatkın kişilerde glüten alınmasıyla beraber vücut, glüteni yabancı madde olarak algılar. Bu antijene karşı antikor oluşturur. Oluşan antikorlar iltihabi sistemi devreye sokarak ince bağırsak yüzeyine hasar oluşturur. Villi denilen, besinlerin emilimini sağlayan yapılarda atrofi yani körelme oluşur. Vücudumuz için gerekli mineral ve vitaminlerin emilimi bozulur. Bu eksikliklere bağlı diğer hastalıklar da oluşmaya başlar.

KOZMETİK ÜRÜNLERE DİKKAT
Glüten esas olarak buğday, arpa ve çavdarda olmasına rağmen günümüzde ilaçlar, dudak kremleri, paketlenmiş ürünlerde de kullanılmaktadır. Bazen çölyak hastalığı ağır bir cerrahi operasyon, gebelik, doğum, viral enfeksiyon ve ciddi psikolojik durumlar sonrasında aktifleşebiliyor veya tetiklenebiliyor. Çölyak tanısı, şüphelenilen kişilerde hastalığa ait antikor testlerinin çalışılması ile konur. Kesin tanıda ise endoskopi ile ince bağırsaktan biyopsi alınması altın standarttır. Ailesinde çölyak hastalığı olan kişilerde asemptomatik çölyak hastalığı olabileceği için bunlarda tarama amacıyla kan testlerinin çalışılması faydalıdır.

KADINLARDA DAHA SIK GÖRÜLÜYOR
Çölyak hastalığı buğday alerjisi değildir. Buğday alerjisi erişkinlerde nadir olsa da çocuklarda yüzde 0.4-0.5 oranında görülebilir. Deri döküntüleri olur, glütensiz diyetten fayda görülür. Çölyak olmayan glüten hassasiyetinde ise kanda çölyak antikorları negatiftir. Fakat çölyak hastalık belirtileri mevcuttur. Gluten alındığı zaman gaz, şişkinlik, ishal, karın ağrısı şikayetleri olur. İnce bağırsakta hasar oluşmaz. Emilim bozukluğu yoktur. Çölyaktan daha fazla oranda görülür. Çölyak hastalığı Dünyada ortalama 130 kişide 1 görülüyor. Birinci derece akrabasında çölyak hastalığı olanlarda görülme sıklığı ise 10’da bir. Çölyak hastalığı glütenin alınmasıyla beraber herhangi bir yaşta da ortaya çıkabiliyor. Çölyak hastalığı kadınlarda, erkelere oranla daha sık rastlanıyor.

UZUN SÜRE ANNE SÜTÜ ALANLARDA GÖRÜLME YAŞI GECİKİYOR
Genetik yatkınlığın yanı sıra down sendromu gibi genetik hastalıklarda çölyak hastalığına yakalanma riski daha fazladır. Bunun yanı sıra çevresel, psikolojik, fiziksel etkenler de hastalığın oluşumunda etkili olabilir. Hastalık, kişilerde farklı seyrettiği için tanısı zor olan bir hastalıktır. Daha doğrusu akla gelme ihtimali daha azdır. Toplumda tanısı konmamış birçok hasta olduğu düşünülüyor. Gaz şişkinlik şikayetleri ve demir eksikliği anemisi olanların çölyak hastalığı ve laktoz intoleransı başta olmak üzere değerlendirilmeleri gerekiyor. Tüm vücuda ait 300’e yakın belirti ve şikayet çölyak hastalığı ile ilişkili olabilir. Kişiler ve semptomlar arasında fark olması, hastalığın ne zaman ve nasıl olacağı çeşitli faktörlere bağlı değişebilir. Meme ile emzirme süresi, glüten ile karşılaşma zamanı, bir seferde alınan glüten miktarı bunlardan bazılarıdır. Meme ile emzirme süresi uzayan kişilerde çölyak görülme yaşı geç olmaktadır. İnce bağırsakta hasarın derecesi ve hastalığın oluşma yaşına göre şikayet ve bulgular değişkenlik gösterebilir. Bu yüzden ileri yaşta şikayetler belirgin olmadığından hastalık atlanabilir.

İYİ BİR ETİKET OKUYUCUSU OLUN
Çölyak hastalığı çocukluk çağında karında gaz, şişkinlik, ishal, kabızlık, kusma, yağlı dışkılama, pis koku, kilo kaybı, yorgunluk, diş problemleri, büyüme ve gelişme geriliği, kısa boy, hiperaktivite bozuklukları ile kendini gösterir. Erişkinlerde ise sebebi açıklanamayan demir eksikliği, yorgunluk, eklem ağrıları, kemik erimesi, depresyon, anksiyete, cilt lezyonları gibi belirti ve şikayetlere sebep olabilir. Güncel tedavisi yaşam boyunca sıkı glütensiz diyettir. İçinde glüten bulunan hiçbir şey tüketilmemelidir. Hastalığın başlangıç döneminde eksik olan vitamin ve minerallerinde tedaviye eklenmesi de önemlidir. Diyet sonrası düzelme birkaç günden birkaç yıla kadar uzayabilir. Çocuklarda genelde 3-6 ay içinde düzelme olur. Glütenin az miktarda bile alınması bağırsakta hasar oluşturur. Özellikle hazır gıdalar alırken dikkatli olunmalıdır. Bazı firmalar üzerine glüten içerdiğine ait kırmızı işaret koyarken, bazıları bunu koymaz. İçinde malt veya hidrolize bitki proteini yazan gıdalar glüten açısından sorgulanmalı ve dikkatli kullanılmalıdır. Kişiler bu hastalığı hayatlarını bir parçası olarak kabul etmeli, yaşam tarzlarının buna göre şekillendirmelidirler. Çok iyi bir etiket okuyucusu olunmalı, ilaçlar, kozmetik ürünleri, şampuan, kremlerin de glüten içeriklerine dikkat edilmelidir.

HAZIR GIDALARA DİKKAT
Çölyak hastalarının mutlaka hayat boyu diyet yapmaları gerekir. Ufak kaçamaklar, şikayete sebep olmasa da bağırsaktaki hasara neden olduğu için komplikasyonların gelişmesine neden olabilir. Çölyak hastaları tüm sebzeleri, meyveleri, bakliyatları tüketebilir. Ayrıca katkısız katı ve sıvı yağlar, yumurta, bal, reçel, zeytin, et, balık, tavuk, una batırılmamış konserve çeşitleri, mısır, pirinç gibi birçok ürün de besin hazırlamada kullanılabilir. Ayrıca kestane unu, nohut unu, soya unu, üzüm çekirdeği unu, evde çekilmiş güvenli baharatların da zararı yoktur. Öte yandan buğday, arpa, çavdar ve yulaf katkılı her türlü ürüne ek olarak bulgur, irmik, makarna, şehriye, kuskus, ekmek, kek, pasta, kurabiye, börek, simit, dondurma külahı, unlu tatlılar, glüten içeren hazır salça, ketçap, un ilave edilen çorbalar, soslar, tarhana, yarma gibi ürünlerden kaçınmak gerekir. Una batırılarak kızartılmış tavuk, balık gibi et ürünleri, malt kullanılan içecekler, glüten içeren hazır çorbalar, köfte, pane harçları gibi hazır çeşniler de tüketilmemelidir. Hastalığın ilk zamanlarında süt tolere edilmeyebilir. Süt ilk zamanlarda diyetten çıkarılmalıdır.

0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI