işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

Ruh Sağlığını Hayat Enerjiniz Koruyor!

Hayat enerjinizi nasıl verimli kullanacağınızı biliyor musunuz? Fizik kanunlarıyla açıklanamayan ve ruh sağlığımız için çok büyük öneme sahip “yaşam enerjisini” enerjisini Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İhsan Öztekin ile konuştuk.

Şehrin gürültüsü, telaşı, iş hayatındaki stres, yetişmeye çalıştığımız işler derken çoğu zaman bir durgunluk, yorgunluk, halsizlik ve isteksizlik alabiliyor bizi. Çoğu zaman etrafımızda duyduğumuz “ “Enerjim düşük, bugün hiçbir şey yapmak istemiyorum.” gibi ifadelerin yaşam enerjimize bağlı olduğunu biliyor muydunuz?

Türkçe “Ki”, Çince “Chi”, Sanskritce'de “Prana”, Parapsikoloji alanında ise “Psi” enerjisi olarak adlandırılan, fiziksel bedenin çok ötesinde bir enerji olan hayat enerjisini, fizik kanunlarıyla açıklanamayan, tanımlanamayan, beyne bağlı bir enerji değil, bütünsel varlığımıza ait bir enerjidir. Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Nöropsikiyatri Hastanesi Uzm. Klnk. Psk. İhsan Öztekin, günlük yaşantıda en çok ihtiyaç duyduğumuz şeylerden olan yaşam enerjimiz için önemli bilgiler veriyor.

Hayat enerjisi ruh sağlığını koruyor!
“Hayat enerjisini insanoğlu gün içinde pek çok şekilde kullanır ve tüketir. Ancak gün içerisinde bu enerjiyi tekrar kendimizde depo ederiz yani bir anlamda kendimizi sürekli şarj ederiz. Ancak çoğu zaman tükenen bedenimizi yeniden nasıl toparlayacağımızı bilemez ve süreci akışına bırakırız. Fakat günlük akışta blokajlar, kesintiler oluşursa hastalıklar ortaya çıkar. Bu sebeple vücudumuzu ve ruh sağlığımızı dengede tutmaya yarayan hayat enerjimizi nasıl yüksek tutacağımızın bilincinde olmamız gerekir.
Hayat enerjisini nasıl açıklayabiliyoruz?

Öncelikle yaşayan her varlıkta bu enerji mevcuttur. Gün içinde bu enerjiyi pek çok şekilde kullanırız, tüketiriz. Ama sistem içinde yaptıklarımızla tekrar bu enerji ile dolarız yani bir anlamda kendimizi sürekli şarj ederiz. İhtiyacımız olan bu enerjinin büyük bir kısmını, bunu matematikleştirecek olursak yüzde 70 kadarını uyuduğumuz sırada alırız.

Hayat enerjisini nasıl kullanıyoruz?
Hayat enerjisini her an kullanırız, sabahtan akşama kadar düşünürken bile bu enerjiden tüketiriz. Bu enerjiye sahip olduğumuz sırada sıkıntı, dert bizim için anlamını yitirir. Her şeyi yapabilecek güçte ve heveste oluruz. Hayat enerjisi az olan insan üşenen, keyifsiz, isteksiz dolayısıyla tembel insan olur. En basit olaylar, eylemler bile bu kişiler için aşılamaz, halledilemez dertler olarak algılanır. Hayattan zevk almaz, evden çıkmak istemez. Kişiler hayat enerjisini iyi kullanamaz, kendilerini şarj edemez noktasına geldiklerinde depresyona girerler.

Hayat Enerjimizi Yüksek Tutmak İçin Neler Yapmalıyız?
Etrafımızdaki insanların o günkü duruşlarından, beden dilinden bu enerjiye ne kadar sahip olduklarını anlayabiliriz. Bu enerji vücutta belli meridyenler üzerinden akarak vücudun tamamına kozmik bir enerji sağlar. Bu akışta blokajlar, kesintiler oluşursa hastalıklar ortaya çıkar. Blokajları ortadan kaldırıp akışı sağlamak için biyoenerji, reiki, akaapunktur gibi tedavi teknikleri uygulanabilir. Bu sebeple iyi, kaliteli bir uyku hayat enerjisi ile dolmamız için önemlidir. Gün içinde yaptığımız eylemlere bağlı olarak da yaşam enerjisi ile dolmamız mümkündür. Anda kalarak, coşku ve istekle yaptığımız her şey bizi yaşam enerjisi ile şarj eder.

Ki enerjisi soluma refleksi ile bedene girer. Ama bu size bu enerjinin havanın içinde olduğunu düşündürmesin çünkü havanın içinde değildir. Ki enerjisi bir tür etherik enerjidir. Bu enerjinin ana kanalı nefestir. Aldığımız doğru nefeslerle her an kendimizi bilinçli bir şekilde Ki enerjisi ile doldurmamız mümkündür. Bedene burun yolu ile alınarak giren Ki, önce bir baston gibi yukarı sonra da iki kanaldan omuriliklerimizden geçerek birinci çakramıza gelir. Bu sebeple birinci çakramızın (kök çakra) hep açık olması, mıknatıs gibi bu enerjiyi çekmesi önemlidir.

Yaşam gücü enerjisinin bedende çakralar adı verilen bir dizi enerji merkezi boyunca hareket ederler. Hepimiz kuyruk sokumundan kafanın tepesine kadar 7 enerji merkezine sahibizdir. Çakralar gözle görülmeyen güçlü elektrik alanlarıdır.

Çakralardan biri ya da daha fazlası tıkanmışsa veya dönüşü yavaşlamışsa yaşam enerjisinin dolamayacağı söylenir. Bunun sonucunda da hastalıklar ve yaşlılık ortaya çıkar. Bu sebeple çakralarımızın açık ve hızlı dönüşü yaşam enerjimizi iyi kullanabilmemizin şartlarından biridir.

Hayat enerjimizi hızlı tüketen bazı dikkat etmemiz gereken durumlar vardır. Bunları sanki yaşam enerjimizi çalan kaçaklar olarak düşünebilirsiniz.

1. Olumsuz duygu ve düşünceler (öfke, aşırı sinirlilik, stres, üzüntü, korku, kaygı, kıskançlık, değersizlik hissi, özgüven eksikliği v.s.)
Prof. Dr. İhsan Öztekin
2. Uyumsuz ilişkiler (aile ilişkileri, arkadaşlıklar, evlilikler)
3. Yalnız kalmak, sosyal ortamlara girmemek
4. Oksijeni yetersiz ortam
5. Düzensiz uyku
6. Yetersiz veya aşırı beslenme

Bunların dışında yaşanabilecek bazı olumsuzlar karşısında şunları yapabiliriz.

*Öfkemizi kontrol altına almayı öğrenmemiz önemlidir. Öfkelenmeye başladığımızı hissettiğimizde derin nefesler alarak kendimizi sakinleştirebilir.
*Bir ölüm haberi duyduğumuzda olana direnmemek, olanı olduğu gibi kabul etmek önemlidir.
*Öyleyse hayatımızın coşkulu, huzurlu, keyifli akışı için yaşam enerjimize sahip çıkmayı ve iyi kullanmayı öğrenmeliyiz.
*Örneğin, spor yapmak, kitap okumak, açık havada yürüyüş yapmak, çıplak ayakla toprağa basmak, yıkanmak, denize girmek, müzik dinlemek, ilim/bilim öğrenmek, birilerine yardım etmek, gönüllü veya karşılık beklemeksizin birilerine yardım etmek, meditasyon yapmak, dua etmek, ibadette bulunmak veya hoşunuza giden hobiniz ile vaktinizi geçirmek de size enerjinizi güçlendirmek veya bedeninizdeki dolaşımını geliştirmek için tavsiye edilebilir.

0 yorum

Doğum kontrol haplarının bilinmeyen faydaları

Doğum kontrol hapları dendiğinde aklımıza ilk gelen istenmeyen gebelikten korunmaktır. Oysa doğum kontrol haplarının gebelikten korunmanın dışında da faydaları vardır. Hatta bazı durumlarda tedavi amaçlı kullanılırlar. 

KadıköyŞifa Ataşehir Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum uzmanı Op. Dr. Yasemin Yakut doğum kontrol haplarının faydalarını anlatıyor.

Doğum kontrol haplarının gebelikten koruma dışında da pek çok faydaları vardır. Bunlardan bazıları adetlerin düzenlenmesi, kansızlığın giderilmesi, adet sancılarının azaltılmasıdır. Doğum kontrol haplarının faydaları şöyle sıralamak mümkün:

• Adetlerin düzenlenmesi
İçerdikleri östrojen ve progesteron etkisi ile doğal adet siklusunu taklit ettikleri için adet düzensizliği olanlarda adetleri düzenlemek, yirmi sekiz günlük periyotlarda kanamanın olmasını sağlamak için kullanılır.

• Kansızlığın giderilmesi
Adet kanamasının miktarını azalttıkları için çok yoğun kanaması olan ve adet kanaması uzun sürenlerde bu yüzden anemisi (kansızlığı) olanlarda kanama miktarını azaltmak için kullanılır.

• Adet sancılarının azalması
Dismonero dediğimiz çok sancılı adet görenlerde hatta bu yüzden her ay hastanelik olup sürekli iğne yaptıranlarda adet sancılarını azaltır, yok edebilir.

• Premensturel Sendrom'da Azalma
Bazı kadınlarda sıkça görülen adet öncesi gerginlik, bulantı, göğüslerde dolgunluk hissi, iştahsızlık, şişkinlik hissi, depresif tablo, mutsuzluk hissi gibi şikayetlere adet öncesi dönem gerginliğine premenstural sendrom (PMS) denir. PMS’ un azalmasına yardımcı olur.

• Premenepzal Sendrom'da Azalma
Menopoz son adet demektir. Menopoz öncesi perimeopozol dönemde adet düzensizlikleri başlamış ve PMS'da olduğu gibi sıkıntıların baş gösterdiği dönemde OK dediğimiz doğum kontrol hapları kullanıldığında bu sıkıntılar azalır.
Op. Dr. Yasemin Yakut

• Menstruel migrenin azalması
Bazı kadınlarda adet öncesi hâkim olan hormonların etkisi ile migren tipi baş ağrıları olur. Hormonal düzeni sağladıkları için haplar bu ağrıların azalmasına da yardımcı olur.

• Over tümör ve kistlerin insidansında azalma
Haplar yumurtalıkların fazla çalışmasını baskıladıkları için yumurtalık tümörü ve basit kistlerin görülme olasılığını düşürürler.

• Endometrium kanseri riskinde azalma
Rahim için döşeyen ve adet görünce kanayan tabakaya endometrium denir. Endometrium fazla östrojen etkisinde kalırsa kanser riski oluşur. Haplar karşılanmamış östrojen dediğimiz kanser riskini düzenli olarak östrojen ve progesteron salgılattıkları için baskılar ve endometrium kanserini önler.

Tüm bu nedenlerden dolayı biz hekimler doğum kontrol haplarını her zaman gebelikten korunmak için vermeyiz. Yukarıda saydığımız etkilerinden dolayı çoğu zamanda medikal tedavi amaçlı kullanırız.

0 yorum

Kalbinizi artık yenileyin!

Yıllardır kalbiniz çarptı, kalbiniz ağrıdı, kalbiniz kırıldı, gece gündüz çalışan kalbiniz yoruldu mu? Yılların yorgunluğunu kalbinizden atmak ister misiniz?

Pof. Dr. Günsel Şurdum Avcı, sağlıksız beslenmenin, stresin ve düzenli spor yapmamanın kalbi yorduğunu belirterek, yorulan kalbi dinlendirmenin ve güçlendirmenin mümkün olabildiğini belirtiyor.

Prof. Dr. Günsel Şurdum Avcı, Ritmik Masaj (EECP) tedavisinin kalp ve damar sağlığını koruyucu bir yöntem olduğunu, kök hücre aktivitesini arttırarak, organ ve dokularda hücre yenilenmesini sağladığını belirtiyor. Bu yöntemin toplumda sık görülen ve ilerleyici bir hastalık olan damar sertliğinin (ateroskleroz) etkisiyle, kalbi besleyen damarların daralması ve tıkanması sonucu ortaya çıkan koroner kalp hastalığına karşı koruyucu etkisine dikkat çekiyor. Özellikle şeker hastalığı, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, sigara kullanımı, stres, hareketsiz yaşam, genetik riskleri olan kimselerin erken yaşlardan itibaren kalp hastalığına aday olduğunu belirten Prof. Avcı bu kimselerde kalp hastalığı ortaya çıkmadan uygulanacak EECP tedavisinin, aterosklerotik ilerlemeyi önleyerek/geciktirerek kalp hastalığından korunmakta yararlı olacağını vurguluyor.

Prof. Dr. Avcı, tıp dilinde Enhanced External Counter Pulsation“ olarak bilinen, “EECP Tedavisi”nin kalp damarlarında genişleme ve kalbin damar ağında zenginleşme sağlayarak, damarlardaki darlıklar nedeniyle yeterli kan alamayan kalp bölgelerine kan getiren “doğal bypasslar” oluşturduğunu, bu yüzden, “Doğal Bypass Tedavisi” (Natural Bypass Therapy) olarak da tanındığını söylüyor. Bu yöntemin, vücudun belden aşağısına, kalp ritmi ile uyumlu olarak yapılan derin adale masajı niteliğinde bir uygulama olduğunu, vücutta kan dolaşımını canlandırarak, kalbin ve tüm organların kanlanmasını arttırdığını ve doğal bir iyileşme sağladığını belirtiyor.

Nasıl Uygulanıyor?
Günde 1-2 saatten, ortalama 35 saatlik kürler şeklinde uygulanıyor ve çok ağır olmayan hastaların bu tedavi için hastanede yatması gerekmiyor. Günlük tedavilerini aldıktan sonra ev ya da işlerinde yaşantılarını sürdürebiliyor.

Prof. Dr. Avcı, bu yöntemin kansız, ameliyatsız, güvenli bir tedavi olduğunu, hasta seçimine ve uygulamaya özen gösterildiğinde hiçbir riski bulunmadığını belirtiyor.

Prof. Dr. Günsel Şurdum Avcı Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1970 de mezun oldu. Aynı üniversitede 1976 da iç hastalıkları uzmanı olarak çalıştı. Haseki Kardiyoloji Enstitüsü’nde 1984 de Doçent ve Marmara Üniversitesi’nde 1990 da Profesör unvanı aldı. 1985 yılından başlayarak 17 yıl Amerikan hastanesinde çalıştı. 2002 yılından bu yana İstanbul Memorial Hastanesi’nde çalışmaktadır.

Mesleki uygulamalarında her zaman kansız ve risksiz tanı ve tedavi yöntemlerine ilgi duymuş ve uygulamıştır. Londra’da aldığı 15 aylık eğitimden sonra 1980 yılında İstanbul’da ilk Ekokardiyografi uygulamalarını Haseki Kardiyoloji Enstitüsü’nde başlatmış ve uzun yıllar bulunduğu kurumlarda bu yöntemi uygulamıştır. 11 yıl önce kalp hastalarının tedavisinde kansız bir yöntem olan EECP tedavisine ilgi duymuş, Amerika’da Pittsburgh Üniversitesi Hastanesine yaptığı inceleme ziyaretinde, yararlı ve etkili bir tedavi olduğunu gözlemledikten sonra, 2002 yılında İstanbul’da Memorial Hastanesi’nde uygulamaya başlamıştır. Sonraki yıllarda yaptığı yurtdışı ziyaretlerle, EECP tedavisinde dünyaca ünlü bilim adamlarıyla tanışarak bilgi alışverişinde bulunmuştur. Bu tedavi ile ilgili bilgi ve deneyimlerini, katıldığı yurt içi ve yurt dışı bilimsel kongrelerde meslektaşları ile paylaşmakta, katıldığı canlı TV programları, gazete ve dergilere gönderdiği makaleler ve verdiği konferanslarla halkımızı bilgilendirmeye çalışmaktadır.

0 yorum

Hayata bakışınızı değiştirmek elinizde

Yirmili yaşların sonunda göz çevresinde ilk yaşlanma belirtileri kendilerini göstermeye başlar. Yavaşlatıcı ve önleyici müdahalelerle yıpranmayı engelleyebilir, her yaşta bakışlarınızın çekiciliğini koruyabilirsiniz. 

Superplast Estetik Cerrahi Merkezi’nden Estetik Plastik Rekonstrüktif Cerrahi uzmanı Op.Dr. Hüseyin Güner, Göz çevresindeki genel sarkma ve gevşemelerin göz kapaklarına ağırlık yapmasıyla oluşan estetik sorunların , bleferoplasti ile çözülebileceğini belirtiyor.

Yüzde yaşlanmanın ilk ve en belirgin olarak fark edildiği bölge göz çevresidir. Burası hem çok ince yapıda, hem de en yoğun mimiklere sahip bölgedir. Göz kapakları çok hassas olduklarından göz çevresinin en çok yıpranma belirtisi gösteren yeridir ve yaş ilerledikçe göz kapağı düşüklüklerinin görülmesi kaçınılmazdır.

İlk kırışıklıklarda en etkili yöntemler botoks ve dolgu
Superplast Estetik Cerrahi Merkezi’nden ,EstetikPlastik Rekonstrüktif Cerrahi uzmanı Op. Dr. Hüseyin Güner, estetik teknolojilerinin donanımlı uzmanlar tarafından uygulanması gerektiğini belirtti ve şunları ekledi:

“Yirmili yaşların sonlarında göz çevresinde kaz ayağı dediğimiz ince kırışıklıklar için botoks kullanımı oldukça yaygındır ve kırışıkların yerleşmesini önleyerek yaşlanmayı geciktirir. Otuzlu yaşlarla birlikte göz kapaklarının hemen altında, yanak üst sınırında koyu gölgeyle belirginleşmiş oyuklar ortaya çıkar. Bunun nedeni yanakların gevşeyip aşağı doğru sarkmasıdır. Bu oluklar hyalüronik asit ve kişinin kendisinden alınan (otolog) yağ dokusu gibi dolgu malzemeleriyle doldurulabilir.”

Yaş dönemine göre doğru çözümler üretilmeli
Her yaş dönemine ait problemlerin farklı çözümler gerektirdiğini belirten Op. Dr. Güner şöyle devam etti: “Özellikle otuzlu yaşların ortasından sonra önlem alınmazsa yaşlanma etkileri daha hızlı göze çarpmaya başlar, bu dönemde yüzün orta kısmı genellikle aşağıya doğru yer değiştirir.

Aşağıya doğru kayan alınla beraber kaşlar da üst göz kapaklarının üzerine sarkmaya başlar. Sarkan alın ve kaşların ağırlığını kaldıramayan gözkapakları da zamanla aşağı doğru kayar. Kırklı yaşların başında artık botoks ve dolgu yöntemlerinin yeterli olmayacağı bu durumlarda farklı ve bazen kombine çözümler üretilmelidir. Şakak germe (temporal lifting) ile gözlerin üzerine yığılmış kaşlar doğru konumlarına geri getirilebilir ve bölgedeki sarkma ortadan kaldırılarak kaz ayakları yok edilebilir.
Op.Dr. Hüseyin Güner

Her iki göz kapağı için de bu düzeltmeler yapıldıktan sonra bleferoplasti (göz kapağı ameliyatı) ile sadece geriye kalan kas ve deri fazlalıklarını gidermek yeterli olacaktır.”

İleri yaşlarda yüz bütün olarak ele alınmalı
Göz kapağı estetiği ameliyatlarında göz kapağı derisi, deri altındaki ince kas tabakası ve göz torbalarını dolduran yağlar alınmaktadır. Ancak yalnızca tek bir yöntem istenen gençleşmeyi sağlamada yeterli olmayabilir.

Örneğin, ellili yaşlarda artık yüzdeki tüm yapılarda sarkma meydana gelmiş olduğundan, bu noktada artık bleferoplasti ile yüz ve boyun germe ameliyatlarının bir arada gerçekleştirilmesi uygundur. Ancak bu yaşlarda olup neştersiz bir şekilde gençleşme etkisi görmek isteyen kişiler kan dolaşımını düzenleyici bir yöntem olan PRP (platelet rich plasma), kök hücre enjeksiyonları ile birlikte yapılan lazer uygulamaları sonucunda göz çevresinde yıllar öncesindeki canlılık ve tazeliklerine tekrar kavuşabilirler.

0 yorum

Burcunuza Göre Diyet Kuralları

Diyetisyen - Yaşam Koçu Gizem Şeber'in önerileri ile burçlara göre beslenme önerileri…

Koç Burcu: Yaşam sahnesinin başrol oyuncusu olmayı seven koçlar aynı zamanda bağımsızlıklarına düşkündürler. Bu nedenle diyet yaparken en çok güçlük çekecekleri konu, hareketli sosyal yaşamlarına uygun olmayan bir program uygulamak olacaktır. Bağımsızlık düşkünü olan bu burç kişilerinin çeşitlilikten yoksun diyetler uygulaması zor olacaktır. Çünkü kısıtlanmaya gelemezler. Farklı besinlerden oluşan esnek diyet planları Koç burcu için uygun olacaktır. Bu burcun fit olmak için avantajı sporu sevmesidir. Sosyal hayatları sebebi ile düzenli beslenemedikleri günleri egzersiz ile telafi edebilirler.

Boğa Burcu: Hedeflerine bağlı, yeri geldiğinde hırslı ve maddeci olan Boğa insanları, aynı zamanda sabırlı bir yapıya sahiplerdir. Bu nedenle gerçekten karar verdiklerinde hedefledikleri kiloya ulaşmaları daha kolaydır. Diyet yapma sürecini sabırla atlatabilirler. Arkadaşlık ve dostluk ilişkilerine önem verirler. Güzel yemekler yapmayı, sunmayı ve yemeyi sevmeleri; günün yorgunluğunu atmanın en kolay yolunun güzel sofralar ve kimi zaman ona eşlik eden güzel içecekler olduğunu düşünürler. Bu faktör diyetlerini bozmalarına neden olacak en temel sebeptir. Sağlıklı alışveriş ve sağlıklı ve hafif pişirme yöntemlerini öğrenmeleri Boğa burcu olan kişiler için önemlidir.

İkizler Burcu: Burçlar arasında en havai özelliklere sahip olan İkizler, monotonluğa dayanamaz ve tez canlıdır. Bu nedenle özellikle ilk haftalarda motivasyonlarını korumak için hızlı sonuç almak isterler. Monotonluğa gelemeyen İkizler insanı için tek bir diyet listesi, tek bir beslenme çeşidi veya tek bir egzersiz türü yeterli olmayacaktır. Sürekli değişiklik aradıklarından ötürü farklı besinlerden oluşan beslenme programları ve farklı egzersiz çeşitlerine ihtiyaç duyacaklardır. Her konuda biraz da olsa bilgi sahibi olduklarından ötürü elde ettikleri beslenme bilgileri kafalarını karıştırabilir ve yanlış diyetlere yönelebilirler. Bu nedenle emin olmadıkları beslenme programlarından kaçınmaları gerekir.

Yengeç Burcu: Duyarlılıkları, sorumluluk sahibi yapıları ve detaycılıkları ile tanınırlar. Detaycılıkları mükemmeliyetçi olmalarına neden olur. Uygulayacakları beslenme programının en ince detaylarını merak ederler. İnanmadıkları bir diyeti yapmaları neredeyse imkânsızdır. Topluma bağlı, aile sever ve tutuculardır. Yalnız kalmayı çok sevmezler. Sosyal yaşamları diyetlerinin önünde engel oluşturabilir. Sevdikleri ve sevmedikleri şeyler çok net çizgilerle belli olduğundan ötürü diyetlerinde sevdikleri besinler yer almazsa o programı uygulamaları zor olacaktır.

Aslan Burcu: Cömert, iyiliksever Aslan burcu insanları, övülmekten hoşlanırlar. Diyet yaptıkları süre boyunca sosyal çevrelerinde bulunan insanların zayıfladıklarını söylemesi Aslan burcunun motivasyonunu arttıracaktır. Aslan burcunun olumsuz yönü sabit fikirli olmalarıdır. Bu nedenle diyet ve egzersiz konularında yanlış inanışları varsa bunları değiştirmek o kadar kolay olmayacaktır.

Başak Burcu: Hırslı, detaycı, aşırı titiz ve cana yakın olan Başak burcu insanı Yengeç burcu gibi diyet programının bütün ayrıntılarını bilmek ister. Kafasına koyduğu hedefleri gerçekleştirmesi ile tanınan bu burç yüksek olasılıkla hiç mola vermeden hedeflediği kiloya ulaşacaktır. Detaycı ve aşırı titiz olması sebebi ile sağlıklı yeme takıntısı olan “ortoreksiya”ya yakalanma risklerinin diğer burçlara göre daha fazla olabileceği düşünülebilir.

Terazi Burcu: Uyumlu ve idealist olan Terazi insanları bu özellikleri ile diyete kolayca uyum sağlayabilirler. Fakat çabuk fikir değiştirebildiklerinden ötürü diyet sürecini tamamlayamayabilirler. Terazi insanları başkalarının sözlerinin etkisinde daha kolay kalabilirler. Bu nedenle çevrelerinden gelen olumlu ve olumsuz söylemler, diyet süreçlerini etkileyebilir. Yine bu özellikleri nedeniyle sağlıkları açısından uygun olmayan diyetleri deneyebilirler.

Akrep Burcu: Çalışkan, kararlı ve sezgi gücü yüksek olan Akrep burcu insanları, kararlılıkları ile diyet sürecini kolayca tamamlayabilirler. Yüksek analiz gücüne sahip olan Akrepler, diyet programlarına sadık kalır ve uygun olmayan besinler arasında seçim yapmak durumunda kaldıklarında en doğru alternatifleri seçebilirler. Biraz benmerkezci olduklarından ötürü diyet yaptıkları süreçte motivasyonlarını yüksek tutmak için kendilerinde olan değişiklikleri gözlemleyebiliyor olmaları gereklidir.

Yay Burcu: Burçlar arasında en keyifli ve eğlenmeyi bilen burç olan Yay, aynı zamanda her şeyden çok kolay sıkılabilir ve sabırsızdır. Sosyal kişiler olan Yay insanları, sosyal ortamları gereği ve keyifli ortamlarda sıkça bulunmaları nedeniyle diyetlerini kolayca bozabilirler. Monotonluğa gelemeyen Yay burcu insanlarının standart diyet listeleri ile kilo vermeleri zor olacaktır, çünkü kısa sürede sıkılır ve sabırsız olduklarından ötürü diyeti bırakabilirler. Değişik besinlerden oluşacak bir beslenme programı ve değişik egzersizlerden oluşacak bir spor programı Yaylar için daha uzun süre uygulanabilir olacaktır.

Oğlak Burcu: Kararlı, sabırlı ve disiplinli Oğlak burçları uzun süreli bir diyete en iyi adapte olabilecek burçtur. Aynı zamanda biraz dik başlı olan bu burç, bir uzmanla çalışıyor ise uyum sağlamakta biraz güçlük çekebilir. Yüksek disiplini ile zorlu diyetlerin ve egzersiz programlarının üstesinden gelebilir.

Kova Burcu: İdealist olan Kova insanları, hedeflerinin peşinden koşarak ideal kilolarına rahatça ulaşabilir. Fakat değişikliği seven ve yeniliğe meraklı bu burç, tek çeşit besinlerden oluşan bir diyeti uzun süre uygulayamayabilir. Bu nedenle çok çeşitli besinlerden oluşan bir beslenme programı daha rahat hedeflerine ulaşmalarını sağlayacaktır. Geleneksellikten uzak olduklarından ötürü zayıflamak için birçok farklı ve yeni metot deneyebilirler. Uygunsuz beslenme programlarının kilo verseler bile sağlık durumlarını olumsuz etkileyeceğini unutmamalılar.

Balık Burcu: Diğer birçok burca göre daha fazla duygusal olan Balık burcu insanları, diyetlerini duygusal sebeplerden ötürü kolayca bozabilir. Karamsarlığa yatkınlıkları olması ve aşırı duygusal olmaları nedeniyle duygusal durumları nedeniyle tıkanırcasına yemek, aşırı besin ve tatlı tüketimi gibi beslenme bozuklukları ile karşılaşma riskleri diğer burçlara göre daha yüksek olabilir.

0 yorum

Kadınların dikkat etmeleri gerekiyor

Kadınların kafasını karıştıran konulardan biri de erkeklerden daha kolay kilo almalarıdır. Uzmanlar, bu durumun çeşitli nedenlerinin olduğunu belirtiyor.

Kadınların erkeklerden daha kolay kilo almasının dört temel nedeni var: Kadınlık hormonları, kas kitlesinin azlığı, egzersiz eksikliği ve beslenme bozukluklarının kadınlarda daha sık olması.

Dişilik hormonlarının varlığı da, yokluğu da, azlığı da, çokluğu da kiloyu etkiliyor. Özellikle menopoz dönemine yaklaşıldığında hormonların azalması kilo almayı kolaylaştırıyor. Menopoz ile birlikte östrojen yoksunluğuna bağlı kilo alma şekli kadınlarda yavaş yavaş kendini göstermeye başlıyor.

Kadınların yağlanma şekli erkeklerden farklı

Kadınların yağlanma şekli erkeklerden bir hayli farkı oluyor ve kadınların çoğu tıpkı bir küvetin dolması gibi aşağıdan yukarıya doğru yağlanıyor. Yağlar, önce baldırlarda, sonra kalça ve bel çevresinde toplanıyor. Eğer önlem alınmazsa bir süre sonra göğüste, kol altlarında ve ense civarında, gıdıkta da yağ birikmeye başlıyor.

Erkek tipi yağlanma, kadın tipi yağlanmadan biraz farklı. Erkekler daha çok belleri kalınlaşarak, göbek ve karın bölgelerine yağ biriktirerek şişmanlıyor. Bu tip yağlanma sağlık açısından çok daha tehlikeli. Şeker hastalığına, damar sertliğine, karaciğer yağlanmasına, hipertansiyona, gut hastalığına davetiye çıkarıyor. Erkek tipi yağlanma kadınlarda da görülebiliyor. Örneğin “polikistik over sendromu” denilen durumda erkeklik hormonu androjenin fazla salgılanması nedeniyle genç kızlıktan itibaren erkek tipi bir şişmanlama ile karşılaşılabiliyor. Son yıllarda alkol kullanımının kadınlar arasında da yaygınlaşması erkek tipi yağlanan, yani göbeklenen kadınların sayısını artırdı.

Son gelen kilolar ilk gidiyor

Aşağıdan yukarıya doğru yağlanan kadınlar kilo vermeleri halinde süreç tersine işlemeye başlıyor, önce vücudun üst tarafındaki yağlar eriyor. En son bacak ve baldırlardaki yağlara veda ediliyor. Bu durumu bazı beslenme uzmanları “ilk alınan yer, son gidecek yerdir” kuralı olarak tanımlıyor. Kısacası kadınlar hangi diyeti yaparlarsa yapsınlar, hangi egzersizi denerlerse denesinler vücutlarının üst tarafındaki yağlar erimedikçe kalça, baldır ve bacak bölgesindeki yağlar kaybolmuyor.

Kadınların şanssızlığı sadece hormonal etkilerle de sınırlı değil. Kadınlar doğuştan itibaren erkeklerden daha az kasa sahipler. Kas miktarı az olunca da alınan kalorilerin yakılması güçleşiyor. Çünkü metabolizma hızını belirleyen esas faktör kas kitlesi. Bu nedenle kilo kontrolünde başarılı olmak isteyen her kadının güçlü ve formda kaslara sahip olması, kas kitlesini artırması şart.

Kadınlar kas konusunda zayıflar

Ne var ki çoğu kadın ya hiç egzersiz yapmıyor ya da sadece yağ yakan aerobik egzersizlerle yetinip, kas yapan direnç egzersizlerini ihmal ediyor. Özellikle yanlış diyetler ile yağ yerine kas yakan kadınlar bir süre sonra tam birer “kas fakiri” haline geliyor, kas yağ oranlarını daha da bozuyorlar. Kadınların hem kas kazanmaları hem de egzersiz bakımından yaptıkları hataları yapmamaları gerekiyor.

Duygusal yeme ataklarının evde, komşu ziyaretlerinde ya da işyerlerinde atıştırma alışkanlıklarının kadınlar arasında daha yaygın olması da kadınları yağlandıran nedenlerden biri olarak gösteriliyor. Çoğu kadın yaşadığı stresleri yönetemediği, duygu ve düşüncelerini dışarıya yansıtamadığı dönemlerde çözümü yiyeceklerde özellikle şekerli, unlu, yağlı, tuzlu besinlerde arayabiliyor. Bu da önemli bir faktör.

Kısacası kilo alma bakımından kadınların dikkat etmeleri gereken pek çok sorun var. İşleri erkekler kadar kolay değil.

0 yorum

Mutlaka soğuk duş masajı yapın

Kadınların mor kabusu varislerden korunmak için evinizde ve günlük hayatınızda bazı basit ama etkili önlemler alabilirsiniz: Varisten korunmak istiyorsanız kabız olmayın! Bol lifli beslenin, düzenli egzersiz yapın. Balık, kiraz, böğürtlen ve zencefil sofranızın baş tacı olsun. Her gün bacakları 20 dakika yukarı kaldırarak dinlendirin, bacaklarınıza soğuk duş masajı yapın, banyodan sonra kremlerle nemlendirmeyi unutmayın!

Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Mehmet Ümit Ergenoğlu; hem estetik hem de sağlık açısından ciddi sorunlara neden olan varisten korunmak için 15 adımdan oluşan ev reçetesi yazdı:

• Varis; toplardamarların ileri derecede genişlemesiyle ciltte kötü görünüme neden olan ilerleyici, yaşamı olumsuz yönde etkileyen bir hastalıktır. Toplumda görülme oranı ülkeden ülkeye değişiklik gösterse de genel olarak yüzde 15 – 20 oranında gözlenmektedir. Basit olarak, toplumda her 5 - 6 kişiden birisinde hastalık gözlenmektedir.

• Toplumu bu denli etkileyen bu hastalığın oluşum nedenleri konusunda çeşitli nedenler öne sürülse de bunların içinde en kabul edileni kalıtımdır. Ebeveynlerinin birisinde veya ikisinde varis hastalığı bulunanlarda, hastalık daha yüksek oranda ve şiddetli şekilde gözlenmektedir.

• Olumsuz beslenme ve yaşam şartları da hastalığın gözlenmesi ve ilerlemesine katkıda bulunmaktadır. Ancak varis gelişmesini evimizde, yaşantımızda ve beslenme alışkanlıklarımızda yapacağımız değişikliklerle önleyebiliriz. Varise karşı alabileceğimiz basit ama etkili önlemleri şöyle sıralayabiliriz:

1- BOL BOL BALIK YİYİN: Balık, taze sebze ve meyve içeren gıdalar ile dengeli şekilde beslenilmelidir. Dengeli beslenme, günümüzde hemen her hastalığın önlenmesinde etkili bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. Taze lifli sebze ve meyvelerin tüketilmesi sayesinde daha az oranda kabız kalınmakta ve buna bağlı olarak toplardamarlar daha seyrek olarak deforme olmaktadır.
2- KİRAZ DAMARLARA İYİ GELİR: Kiraz, böğürtlen gibi meyveler bolca tüketilmelidir. Her iki meyve, sadece yakınmaların azalmasını sağlamakla kalmaz, hastalığın önlenmesi konusunda da etkilidir. İçerdikleri antioksidan maddeler sayesinde, toplardamar yapısal olarak oksidan maddelerin zararlı etkilerine karşı daha dirençli olmaktadır.
3- ZENCEFİLLE DOST OLUN: Ayrıca zencefil, soğan ve sarımsak tüketilmesi de varis tedavisinde faydalıdır.
4- KABIZLIKTAN KORUNUN: Ağırlıklı olarak lifli gıdaların tüketilmesi; bağırsakların temiz olması ve kabızlığın önlenmesi açısından etkilidir. Kabız kalınması durumunda, varis gelişimi toplardamarlara binen yük nedeniyle hızlanmaktadır.
5- ŞEKER VE TUZA DÜŞMAN OLUN: Şeker, dondurma, kızarmış gıdalar, cips, tütün, tuz ve alkolün aşırı tüketiminden uzak durulmalı. Bu tür lif içeriği düşük gıdaların aşırı olarak tüketilmesine bağlı olarak, kabızlığın gözlenme oranı daha yüksektir.
6- YÜRÜYÜN VE BİSİKLETE BİNİN: Günlük olarak egzersiz yapılmalı. Yürüme, yüzme ve bisiklete binme özellikle dolaşımın sağlıklı olması açısından faydalı egzersizlerdendir. Bu egzersizler, bacaklarda, baldır kas pompasının dinamik olarak çalışmasını sağlarlar.
7- SAKIN KİLO ALMAYIN: Yaşınıza ve boyunuza uygun vücut ağırlığına sahip olmaya özen gösterin. Obezite veya aşırı kilo alma durumlarında, bacaklarda toplardamar sistemine binen yük artar. Buna bağlı olarak, daha kolay bir şekilde varis gelişir.
8- DAR KEMER VE PANTOLON YASAK: Dar giysilerden uzak durun. Bu tür giysiler, sağlıklı dolaşıma engel olmaktadır. Özellikle, bel bölgesinde yaptığı bası nedeniyle dar kemer ve dar pantolon kullanımından özellikle sakınmakta fayda var.
Doç. Dr. Mehmet Ümit Ergenoğlu
9- BACAKLAR 20 DAKİKA DİNLENSİN: Günde en az bir defa, her iki bacağınızı kalp seviyenizin üzerine çıkarıp, 20 dakika süre ile ayaklarınızı dinlendiriniz. Bu sayede, yer çekimi nedeniyle bacak toplardamarlarında oluşan kan birikmesi engellenmiş olur.
10- BACAK BACAK ÜSTÜNE ATMAYIN: Uzun süre ayakta sabit olarak veya oturma pozisyonunda kalmayın. Bacak-bacak üstüne atma pozisyonundan uzak durun. Bacak toplardamarlarınıza yük bindireceğinden ağır eşya kaldırmayın. Tüm sayılan bu durumlarda, bacak baldır kas pompası yeterli olarak çalışmamaktadır.
11- MASA BAŞI MOLALARI VERİN: Eğer masa başı bir işiniz varsa, uzun süre oturmamaya ve belli aralıklarda ayağa kalkıp dolaşmaya özen gösterin. Benzer şekilde, çalışma pozisyonunda bacaklarınızı gerip – gevşeterek, baş parmaklarınızı oynatarak, sağlıklı olarak bacak dolaşımınıza katkıda bulunursunuz.
12- TV İZLERKEN BACAKLARI KALDIRIN: Televizyon seyrederken veya kitap okurken, bacaklarınızı yukarı kaldırın, dolaşıma katkıda bulunun.
13- VARİSLERİ KAŞIMAYIN: Genişlemiş varisli damarlarınızı kaşımayın. Unutmayın ki, incelmiş olan cilt nedeniyle enfeksiyon gelişme riski oldukça yüksektir. Özellikle uzun süredir varisi bulunan hastalarda dolaşıma yardımcı olmak kadar, cilt bakımına da önem vermek gerekir.
14- BACAKLARA SOĞUK DUŞ MASAJI: Aralıklı olarak bacaklarınıza soğuk duşla masaj yapın. Bu, sağlıklı dolaşım için etkili ve gereklidir. Genellikle varis gelişen toplardamarlar, yüzeyel damarlar olup, artmış ısı değişikliklerinden olumsuz olarak kolayca etkilenmektedir.
15- HER BANYO SONRASI NEMLENDİRİN: Her banyo sonrasında, bacaklarınıza yumuşatıcı krem sürerek, hem cildin beslenmesini sağlayın hem de sağlıklı dolaşımı masaj yolu ile sağlayın. İlerlemiş ve uzun süredir varisi mevcut olan hastalarda, bacaklarda toplardamara komşu cilt seviyesinde bir incelme ve buna bağlı olarak enfeksiyona yatkınlık mevcuttur.

0 yorum

Tansiyona İyi Gelen Yiyecekler Nelerdir

Yüksek tansiyon en yaygın görülen rahatsızlıklar biridir ama önlenebilir hastalıklar arasında yer almaktadır. Beslenme düzeniyle kan basıncı kontrol altına alınabilir ve yüksek tansiyonun tetiklediği beyin, kalp, böbrek ve göz hastalıklarından koruma sağlanabilir. Tansiyona iyi gelen yiyecekler arasında meyve, sebze, süt ürünleri ilk sırada gelir. Ayrıca uzmanlar tarafından sodyum tüketimini azaltmanın tansiyonu sağlıklı düzeyde tutmada işe yaradığı söylenmektedir.


Tansiyonu Düşüren Besin Kaynakları

Sebzeler: Sebzeler içerdikleri besin lifi, magnezyum, potasyum ve diğer minerallerle ile tansiyonu düşürmek dışına genel sağlığınızı geliştirmenize de yardımcı olur. Her gün yeşil yapraklı sebzeler düzenli olarak tüketilmeli ve bunun dışında iki de kase farklı renklerdeki sebzeler çiğ ya da haşlanmış olarak yenilmelidir. Tansiyon hastalarına önerilmekte olan besinlerden başlıcaları ise şunlardır
  • Brokoli
  • Patates
  • Ispanak
  • Domates
  • Kabak
Meyveler: Meyveler de aynı sebzeler gibi lif, vitamin ve mineral bakımından zengindir ve yüksek tansiyonu düşürmek de yardımcı olabilir. Taze meyve tüketmek yerine taze sıkışmış meyve suyu içiyorsanız da şeker eklemeden içerseniz aynı etkiyi yaratacaktır. Yüksek tansiyonu dengelemek için iyi seçenekler arasında yer alan meyveler:
  • Muz
  • Elma
  • Çilek
  • Kavun
  • Şeftali
  • Ananas
  • Mango
  • Turunçgiller
Süt Ürünleri: Sütte bulunan kalsiyum damar sağlığı ve damar tıkanıklığını önlemek için gerekli olan minerallerden biridir. Bu bakımdan zengin süt, yoğurt ve peynir gibi besinleri günlük olarak beslenme listesinde olmalıdır. Bu şekilde tansiyonu normal değerlere çekebilirsiniz. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir nokta bulunur. Tüketilen süt ürünlerinin az yağlı ya da tam olarak yağsız olması gerekir. Süt ürünleri tüketmeyi sevmiyor ya da tüketemiyorsanız bu nedenle doktorunuzdan besin takviyesi önerisi almalısınız.

Tam Tahıllar: Lif bakımından zengin olan tahıllar kan basıncını düşürmeye yardımcı olur. Tam tahılları beslenme programınıza ekleyebilir ve beyaz un ya da şeker gibi rafine karbonhidratlar yerine tam tahıllı besinleri düzenli olarak tüketerek tansiyonu kontrol altına alabilirsiniz. Tansiyona iyi gelen yiyecekler arasında:
  • Esmer pirinç
  • Kepekli ekmek
  • Arpa
  • Yulaf
Balık: Protein almak tansiyonu düşürmek için önemlidir. Ancak proteinin hangi kaynaktan alındığı da oldukça önemli olan bir ayrıntıdır. Haftada en az 2 öğün balık tüketmek gerekir ki vücudun ihtiyacı olan ama vücut tarafından üretilmeyen omega yağ asitlerini alınabilsin ve tansiyon nedeniyle sorun yalanmasın. Kaliteli protein kaynağı olarak tüketilebilecek balıklar:
  • Somon
  • Ton
  • Mezgit
  • Diğer soğuk su balıkları
Kuruyemiş: Sağlıklı birer yağ kaynağı olarak her gün kuruyemiş tüketilmelidir. Tansiyona iyi gelen yiyecekler arasında yer alan kuruyemişler:
  • Badem
  • Fındık
  • Ceviz
  • Fıstık
  • Diğer kuruyemişler

Baharatlar: Aşırı tuz tüketiminin tansiyonu yükseltir ancak tuz yerine kurutulmuş baharat kullanarak sodyumun olumsuz etkilerinden korunabilirsiniz.
0 yorum

Kansızlıga İyi Gelen Yiyecekler Nelerdir

Kansızlık çağın sorunlarından biridir. Tek taraflı beslenme nedeniyle ortaya çıkan kansızlık tamamen yiyeceklerle ilgilidir. Vücuda iyi gelen ve kan üretimine destek olan gıdalar tüketerek kansızlık sorunundan uzaklaşabilirsiniz. Kansızlığa iyi gelen yiyecekler nelermiş sizler için araştırdık.



Kansızlığa İyi Gelen Besin Kaynakları
Beyaz Peynir: Beyaz peynir B12 bakımından oldukça zengindir ve 100 gr günlük ihtiyacın tam olarak yüzde 28’ini karşılar. Bunun dışında günlük ihtiyacın yüzde 4’ünü karşılayacak kadar da demir barındırır.

Sığır Eti: Sığır etinin B12, selenyum ve çinko bakımından da zengindir. 100 gramında günlük demir ihtiyacının yüzde 11’i bulunur. Bunun dışında potasyum, B6, niasin, tiamin, E vitamini, riboflavin, kalsiyum, magnezyum, fosfor içeren iyi bir kaynaktır.

Kuzu Ciğeri: Kuzu ciğerinden 100 gram tüketilmesi günlük demir ihtiyacının neredeyse yarısını karşılar. B12 vitamini ihtiyacından çok daha fazla sayıda yaklaşık 12 kat kadar B12 vitamini içerir. Ayrıca A vitamini, bakır, B6 vitamini, K vitamini, çinko, selenyum ve manganez bakımından da zengindir. Ancak kuzu ciğeri yüksek kolesterol içerdiğinden abartılı olmayacak şekilde tüketilmelidir.

Uskumru Balığı: Uskumru balığının 100 gramında günlük B12 ihtiyacının 3 katı bulunur. Ayrıca ton balığı, sardalye veya somon kansızlığa iyi gelen yiyecekler arasında yer alır.

Hindi: Hindinin göğüs etinin 100 gramında günlük demir ihtiyacının yüzde 3’ü yer alır. Aynı zamanda da son derece mükemmel bir selenyum, protein ve fosfor kaynaklarından biridir.

Yumurta: 1 tane orta boy yumurta tüketirseniz günlük demir ihtiyacının yüzde 5’ini karşılamış olduğunuz gibi B12 ihtiyacının da 11’ini karşılarsınız. Ancak yumurta doymuş yağ ve kolesterol bakımından çok zengin olduğundan dikkatle tüketmelisiniz.

Brokoli: Tam bir mineral deposudur. Selenyum, kalsiyum, fosfor, magnezyum, riboflavin, tiamin, K, A, C, ve B6 vitaminlerini içerir. Yüz gram brokoli içinde günlük demir ihtiyacının yüzde 4’ü bulunur.

Portakal: Bir tane orta boy portakal tükettiğinizde günlük demir ihtiyacının yüzde 1’ini karşılayacaksınız. Ayrıca bağışıklık sistemi üzerinde olumlu etkisi olan C vitamini bakımından da oldukça zengindir.

Ispanak: 100 gram çiğ ıspanak tükettiğinizde günlük demir ihtiyacının yüzde 15’ini karşılamış olursunuz. Manganez, potasyum, çinko, kalsiyum ve bakır mineralleri de yoğun olan ıspanak C, K vitamini, A, B6 vitamini ve de folat bakımından zengin olduğu için kansızlığa iyi gelen yiyecekler arasında yer alır.

Kansızlığa İyi Gelen Diğer Besin Kaynakları
Kansızlığa iyi geldiği bilinen B12, demir ve folik asit bakımından zengin diğer besinler yer alıyor.

Yağsız yoğurt, Soya fasulyesi, Kekik, Yağsız süt, Karalahana, Nohut, İstiridye, Balık yumurtası, Balık yağı, Tofu, Fasulye, Mercimek, Greyfurt, Enginar, Kuru erik, Kuru üzüm, Karabiber
Susam, Zeytin, Zerdeçal, Kimyon, Domates, Kuşkonmaz, Fesleğen, Kale, Brüksel lahanası, Dereotu
Maydanoz, Çilek, Yabanmersini, Keten tohumu
0 yorum

Türkiye'de her 600 bebekten 1'i hayata yenik başlıyor

Türkiye’de her 600 bebekten birinde doğum öncesi, doğum sırasında veya doğum sonrası beyinde meydana gelen yaralanma sonucu fonksiyon bozukluğu ortaya çıktığını söylendi.

ABD’de toplam nüfusun 1000’de 2’sinin Serebral Palsy olduğunu belirten Dr. Fzt. Gamze Şenbursa, akraba evlilikleri, hamilelik döneminde geçirilen hastalıklar, doğum şartlarının olumsuzluğu, ilk çocukluk yıllarında bebeklerde bulaşıcı ve ateşli hastalıkların fazlalığı, beslenme yetersizliği gibi nedenlerin Türkiye’deki vaka sayısını artırdığını bildirdi.

Dr. Şenbursa, hayatın ilk anlarında oluşan ancak bireyin tüm yaşamını etkileyen beyin hasarları ve tedavi yöntemleri hakkında şu bilgileri verdi:

YÜZDE 60’I DOĞUM SIRASINDA OLUŞUYOR
“Serebral Palsy’nin doğum öncesi nedenleri %30’luk bir kısım içerir. Anne-baba arasındaki akrabalık veya kan uyuşmazlığı, hamilelik sırasında geçirilen enfeksiyon hastalıklar, kullanılan ilaçlar, geçirilen kazalar bu nedenlerden bazılarıdır. Prematüre doğum ve düşük doğum ağırlığı, sezeryan, morarma, doğum sırasında hatalı forceps (doktorların kullandığı bir materyal) kullanımı, oksijensiz kalma, doğum sırasındaki nedenlerdir ve %60’lık bir kısmı içerir. Travmalar, yüksek ateşli hastalıklar, zehirlenmeler, tümörler, sarılık gibi nedenler doğum sonrası %10’luk kısmı oluşturur.”

BEŞ SINIFA AYRILIR
“Serebral palsy beş şekilde sınıflandırılır. Spastik çocuk CP teşhisi altında etkilenen vücut kısmına göre tanımlanır.

Monoplejik; Sadece tek bacağı/kolu etkilenen,
Diplejik; Bacaklarda baskın tutulma olan,
Kuadriplejik; 2 kol ve bacak etkileyen,
Hemiplejik; Vücudun bir yarısı tutan çeşididir.
Distonik tip kas tonusu bozukluğu ile karakterizedir. En çok atetoid tip görülür, istemsiz ve yılanvari hareketler mevcuttur.”

Ailelerin ortalama 1-1,5 sene içinde çocuklarındaki problemi tespit edemediklerini veya çocuklarına problemi kondurmak istemedikleri için vakit kaybettiklerine dikkati çeken Dr. Şenbursa, psikolojik açıdan yıkılan ebeveynlere şu önerilerde bulundu:

“1 aylık bebekte sürekli ağlama, emme bozukluğu, ısrarlı ve sürekli kusma, çevresinden gelen uyarılara cevap vermeme, havale; 2 aylık bebekte, 1 aylık bebekteki belirtiler, bulunması gereken reflekslerin kaybı, kas kasılma bozuklukları; 3 aylık bebekte gözde istemsiz ritmik hareketler, bel kaslarında oluşan spazm sonucu vücudun yay gibi gerilmesi, bebeğin gülmemesi, annenin yüzüne bakmaması; 4 aylık bebekte baş kontrolünün olmaması, şaşılık, bazı reflekslerin devam etmemesi; 8 aylık bebekte dönme ve oturma aktivitelerinin olmaması, el göz koordinasyonunun yokluğu, tekme atarken iki bacağında geriye gitmesi, uzun oturmada bacakların makaslama hareketi yapması; 10 aylık bebekte emeklemenin olmaması ya da her iki bacağın birden çekilerek, sıçrar tarzda emekleme, ayağa kalkmada zorluk, ismi ile çağırılınca tepki vermemesi, ağızdan salya akması, verilen yiyeceği ağzına almaması ya da ağzına götürememesi; 1 yaşındaki bebekte tutunarak yürüyememe, parmak ucunda yürüme, makaslama şeklinde yürüme gibi belirtiler görülür.”

TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Ailelerin çocuklarını dikkatli gözlemesini ve bu tarz durumlarda bir uzmana başvurmasının erken teşhis olanağı sağladığını vurgulayan Dr. Şenbursa, tedavi yöntemleri hakkında şu bilgileri verdi:

İlaç tedavisi: Hastalığı ilaçla tedavi etmek olanaksızdır. Sadece spastisiteyi bir miktar azaltmak, nöbetleri kontrol altına almak veya salya problemi için kullanılabilir.

Cerrahi Tedavi: Cerrahi sinirlere, kaslara, kemiklere yönelik olabilir. En sık yapılan cerrahiler kas tendon gevşetme, uzatma, transfer, kısaltma veya kemik artrodez ve osteotomidir.

Fizik tedavi ve rehabilitasyon: Cp’li çocuğun klinik tablosu, Cp’nin nedenine, lezyonun şiddetine, şekline ve eşlik eden semptomlara bağlı olarak çocuktan çocuğa değişir. Bu nedenle her çocuğun tedavi ve rehabilitasyon programı farklılık gösterir. Fizik tedavinin amaçları kolların normal veya normale yakın kullanımını sağlamak, bacakların fonksiyonel kullanımı ve yürümeyi arttırmak, çocuğa normal veya normale yakın görünüm kazandırmak, anlaşılabilir konuşma öğretmek, Cp’li çocuğun eğitimi konusunda aileye yol göstermektir.

Ev egzersiz programında dikkat edilmesi gereken konular; egzersizler aile tarafından öğrenilmeli ve evde her gün tekrar edilmelidir. Egzersizler çok uzun ve sıkıcı olmamalıdır, oyun aktiviteleri ile birleştirilerek yaptırılmalıdır. Oturma, emekleme, dizüstü durma, ayakta durma gibi gelişim aşamaları terapistin uygun gördüğü zamanlarda başlatılmalıdır.

İş uğraşı terapisi: Çocuklara motor fonksiyonlarını kullanma becerisi sağlar. Genel amacı çocuklara günlük yaşam aktivitelerinde bağımsızlık kazandırmaktır. El fonksiyon ve kavramalarını geliştirme, tuvalet eğitimi, giyinme ve soyunma, beslenme yönündeki becerileri üzerinde çalışılır.
Klasik tedavilerin yanı sıra uygulanan birçok tamamlayıcı ve alternatif teknik bulunmaktadır. Bu teknikler ile alakalı en önemli sorun alanında uzman olmayan kişiler tarafından yapılan uygulamaların çocuğa verdiği zararlardır. İleri seviyede verilen vaatler gerçekleşmemekle beraber aileyi maddi ve manevi açıdan zora sokmaktadır. Bunun için ailelerin uygulayan kişinin eğitim ve ünvanını sorgulamaları ucuz tedavi yöntemlerine tamah etmemeleri gerekmektedir.

Dr. Fzt. Gamze Şenbursa
Refleks terapi: Refleks Terapi, ayaklara ve yüze uygulanan özel ovma ve basınç hareketleriyle vücudun belli bölgelerinde bloke olmuş enerjiyi çözerek, bedenin kendi kendisini iyileştirme gücünü harekete geçirmesi olarak tanımlanabilir. Refleks Terapi ‘denge’ sağlayan bir terapidir. Refleks Terapisi kişinin kendisini, fiziksel, duygusal ve ruhsal bakımdan iyi hissetmesini sağlar ve kişiye doğal dengesini kazandırır. Refleks Terapi, bedenin tüm bölgelerine, beyine, merkezi sinir sistemine, organlarına ve sistemlerine karşılık gelen refleks noktaları, akapunktur noktaları ve sinir noktalarının ayaklarda ve yüzde olduğu ve bu noktaların beden anatomisinin aynası olduğu prensibine dayanan bir sanattır. Refleks Terapi, özel el ve parmak teknikleriyle bu refleks noktalarına basınç ve ovma yoluyla uygulanır. Derin rahatlama sağlar, kan akışını arttırır ve dengeler, uykusuzluğu azaltır ve derin uyku sağlar, Spastisiteyi (kas kasılması) azaltır, eklem hareketliliğini arttırır, Vücuttan toksinleri temizler, Hormonları dengeler, Sindirim sistem ve bağırsak problemlerini azaltır. Refleks Terapi, refleksoloji tedavisi ile karıştırılmamalıdır. Refleksolojide herkese aynı uygulanan tedavi, refleks terapide çocuğun etkilenen beyin bölgesine, organa ve semptomlara göre tamamen kişisel olarak planlanır. Sonuçlar 1 ay ila 3 ay arasında gözlemlenmeye başlanır. Haftada 1-3 seans arasında değişen sıklıklarla yapılır. Sonuçlar ve tedavinin sonlanması hastada oluşan değişikliklerle paralel olarak değerlendirilir.

0 yorum

İş hayatında başarı için 10 altın kural

Yaşam Koçu Süleyman Akay, iş hayatında başarının 10 altın kuralını açıkladı.

Kişisel Gelişim Uzmanı ve Yaşam Koçu Süleyman Akay, yoğun rekabetin yaşandığı iş hayatında başarıyı getirecek ve farklılaşmayı sağlayacak önerilerini açıkladı. Kariyer basamaklarını hızla tırmanmanın ilk ve temel şartının hedef koymak ve bunun için adım atmak olduğunu ifade eden Akay’a göre stresi yönetebilen bireyler daha başarılı oluyor.

Akay’a göre iş hayatında başarılı olmak için 10 önemli noktayı yaşamamızın bir parçası haline getirmemiz gerekiyor.

1- Hedef koyun
İş hayatında başarılı bir birey olmanın ilk ve temel şartı hedef koymaktır. Hangi işi yaparsanız yapın; net, ulaşılabilir, ölçülebilir, zamanı belli ve spesifik bir hedefe sahip olunmalıdır. Ne istediğinizi ve nereye gittiğinizi bilmezseniz kaybolursunuz.

2- Stresi yönetin
Stresin iş hayatındaki başarıyı doğrudan etkileyen bir faktör olduğu biliniyor. Bir noktaya kadar motive edici bir özelliği olsa da yoğun şekilde stres yaşayan bireylerde dikkat dağınıklığı, verim azalması, motivasyonsuzluk gibi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bunları yenmek için kısa molalar vermek, derin nefesler almak, planlı çalışmak, daha fazla sosyalleşmek etkili birkaç yöntem…

3- Planlı olun ve zamanınızı siz yönetin
Birçok çalışan, üzerindeki iş yükünün çok fazla olduğundan ve hiçbir şeyi yetiştiremediğinden şikayet eder. Bazı vakalarda bu durum doğru olsa da, temel sorun zamanın iyi yönetilememesinden kaynaklanır. Plansız çalışmak, zaman kaybına neden olarak bireylerin başarı oranını da düşürmektedir. Günü planlamak, hangi işin ne kadar zaman aldığını hesaplamak ve en önemlisi de ajanda tutmak, bu sorunu hızla ortadan kaldıracaktır.

4- Esnek olun
Kurallı olmak ve belirli bir disiplin altında çalışmak, verimi artıran sistemlerden biridir. Ancak iş yerinde hiçbir olay ya da kişiye karşı katı olmamak ve içinde bulunulan duruma göre hareket etmek, başarıyı getiren diğer faktörlerden biri. Hızla ortama ve duruma adapte olabilirseniz, sorunları daha hızlı aşarak ileriye bakabilirsiniz.

5- Dış görünüşünüz sizi yansıtsın
Toplumsal ya da kişisel iletişimin yüzde 55’ini beden dili ve hareketler oluşturur. Dış görünüşünüzün ve giysilerinizin sizi yansıtması, karşınızdaki ile iletişiminizi kuvvetlendirecektir. Bu yolla da kendinizi daha iyi ifade edebilirsiniz.

6- Deneyimlerinizi kullanın
Geçmiş dönemde yaşadığınız olaylardan elde ettiğiniz deneyimler, gelecekte nelerle karşılaşabileceğinizi bilmeniz açısından önemlidir. Bir şeyi bilmenin tek yolu onu deneyimlemektir. Bulunduğunuz noktada çok fazla kalmadan üstüne yeni bir şeyler katmalı ve ilerlemelisiniz. Konumunuzun bir üst seviyesini düşünmüyorsanız başarıyı da sevmiyorsunuz demektir.

7- Yaratıcı olun ve bunu gösterin
Birçok işte yaratıcı olmak başarıyı da beraberinde getirir. Yaratıcılık, kişinin ruh halinin de pozitif olduğunu gösterir. Burada önemli olan yaratıcı olduğunuzu çevrenize göstermek, bir anlamda bunu iş hayatında satmaktır. Negatifliklerinizi üzerinizden atarak yaratıcı olabilir ve başarıyı yakalayabilirsiniz.

8- Kısa molalar verin
Kol kuvveti yerine masa başı iş yapan kişilerin ortalama odaklanma süresi 20-40 dakika arasındadır. Ara vermeden, sürekli bir şekilde çalışmak zamanla işe olan motivasyonunuzu azaltacaktır. Ne iş yaparsanız yapın, kısa molalar vererek ya da farklı bir işe odaklanarak kendinize ve beyninize zaman tanıyın. Bu şekilde daha sürdürülebilir bir çalışma temposu yakalayabilirsiniz.

9- Hatalarınızdan dersler çıkarın
Birçok insan hata yapmaktan korkar. Ancak hata ve yanlış yapmadan herhangi bir şeyin doğrusunu öğrenmek mümkün değildir. Önemli olan bu hataların neden kaynaklandığını bularak bir kez daha tekrarlamamaktır. Eğer hatalarımızdan ders çıkarmazsak, sürekli aynı şeyleri tekrar ederiz. Geçmişte yaşanılan her şeyin bize bir deneyim kattığını düşünerek, gelecek için bunlardan bilgi çıkarmak, başarının size daha hızlı gelmesini sağlayacaktır.

10- Ön yargılarınızdan kurtulun
İş hayatında başarılı olmanın ve kariyer basamaklarını hızla tırmanmanın önündeki en büyük engel önyargılardır. Birçok kişi, yeteri kadar bilgi edinmeden ve dinlemeden, karşısındaki bireyler hakkında yargıya varır. Bu da olayları tüm gerçekliğiyle görmemizi engeller. Hayatınıza yeni giren kişiler hakkındaki önyargılarınızı azaltır ve bireyleri olduğu gibi kabul etmeyi öğrenirseniz, hem daha mutlu hem de daha başarılı bireyler olabilirsiniz. Kendinize sürekli farklı sorular sorarak önyargılarınızı ortadan kaldırabilirsiniz.

0 yorum

Dengesiz hava sizi hasta etmesin!

Küresel ısınma, iklimin değişmesi, hava sıcaklığının mevsim normalinde seyretmemesi pek çok kişiyi hasta edebiliyor. Dengesiz hava değişiminden en çok kadınlar şikayetçi. 

Kadıköy Şifa Kadıköy Hastanesi Dahiliye Uzmanı Dr. Deniz Hızlıbacak, dengesiz mevsimlerin yarattığı rahatsızlıklar ve çözümleri 10 maddede anlatıyor.

1. Hava değişiminden etkilenmek ne demek?
Bunun anlamı, o kişinin havadaki en ufak bir değişimi diğer insanlara göre daha kuvvetli bir şekilde algılaması. Kişinin organizması bu tür hava değişimlerine karşı baş ağrısı, uyku sorunu, bulantı, konsantrasyon bozukluğu ve depresyon gibi tepkiler veriyor. Diğer belirtiler ise dolaşım sisteminde bozukluk ve yara izlerinde ağrı. Hava değişiminin bünyede yaptığı etkiyle romatizma, osteoartrit ve astım gibi solunum sisteminde kronik hasarlar meydana gelebilir.

2. Hava değişimine karşı tepkiler arasında fark var mı?
Evet, insanların hava değişimlerine verdiği tepkiler arasında fark var. Halkın üçte biri hava değişimlerine hiç tepki göstermiyorken, diğer bir üçte bir kısım ise en ufak bir hava değişiminde hemen kolayca yoruluyor. Geri kalan kısım ise hava değişimlerine karşı oldukça hassas. Ayrıca kadınların hava değişimlerinden daha fazla etkilendikleri ispatlandı.

3. Bünyenin hava değişimlerinden etkilenmesinin sebebi nedir?
Sağlıklı bir bünye çok güçlü hava değişimleri karşısında bile dayanıklı olabilir. Bu sebepten hava değişimlerine bünyenin verdiği tepkiler çoğu zaman bazı hastalıkların habercisi olmuştur. Mesela her yağmur yağdığında eklemler ağrıyorsa bunun arkasında osteoropoz veya osteoartrit gibi eklem hastalıkları yatabilir. Kadınların hava değişimlerinden daha fazla etkilenmelerinin sebebi ise zaten sürekli bir hormonel değişim yaşadıklarından dolayı, organizmanın daha hassas olması. Bunun dışında kadınların kan basıncı daha düşük olduğundan kış mevsiminde meydana gelen hava değişimlerine karşı daha hassas. Hava değişimi ile birlikte bünyede meydana gelen değişimin asıl sebeplerinden biri de beynin vücut ısısını yeteri kadar hızlı ayarlayamaması.

4. Beynin bu durumla ne ilgisi var?
Beyin organizmanın ısısını düzenleyen klima cihazı görevini görür. Hava şartları ne olursa olsun, beynin görevi vücut ısısını 37 derecede tutmak. Bu alandaki sorunlar sonucunda kişi hava değişimlerine karşı daha hassas oluyor.

5. Bu konuyla ilgili bilimsel araştırmalar var mı?
Yapılan birçok araştırma sonucunda hava ve sağlık arasında ilişki olduğu kanıtlanmıştır. Fransız bilim adamları son on yılda meydana gelen kalp krizi vakalarıyla hava değişimlerini karşılaştırmış. Bunun sonucunda büyük ısı değişimlerinin kalp krizi riskini arttırdığı ortaya çıktı. Ayrıca değişik hava akımlarının da migren krizine sebep olduğu ispatlandı.

6. Hava değişimlerinden bünyemi nasıl koruyabilirim?
Kendini koruma düşüncesiyle evde kalmak yerine iyi veya kötü havada da dışarı çıkıp mutlaka yürüyüşler yapılabilir. Hamam veya sauna ziyaretleri, sıcak soğuk duşlar almak sizi hava değişimlerine karşı daha güçlü yapacaktır.

7. Başka ne gibi takviyelerde bulunabilirim?
Bazı mineraller ve vitaminlerle mesela selen ve E vitamini vücudun hava değişimlerine karşı biraz daha az etkilenmesinde bir rol oynuyor.

8. Hava değişiminden etkilenenler için en zararlı iklim hangisi?
Kan basıncı sabit olan durumlar en az problem yaşanan durumlardır. En sağlıksız hava şartlarından biri sıcak ve nemli hava şartlarıdır. Bu hava şartlarında her türlü rahatsızlık meydana gelebilir: Dolaşım sorunlarından tutun kan dolaşımı sorunlarına kadar her türlü ciddi rahatsızlık meydana gelebilir. Özellikle kalp ve romatizma hastalarının şikayetleri nemli ve yağmurlu havalarda artar. Kış aylarında oluşan hava basıncından dolayı kalp krizi vakaları meydana gelir.

9. Hangi durumlarda doktora başvurmalıyım?
Hava değişiminden sadece hafif etkilenenler bu sorunla baş edebilirler. Fakat romatizmaya bağlı olarak oluşan ağrılarda güçlenme meydana geliyor ve daha hassas olunuyorsa, bu durumda en kısa zamanda bir doktora başvurup mümkün olan tedavi yöntemleri hakkında konuşmakta fayda var.

10. Hava değişiminin iyi geldiği durumlar da var mı?
Evet. Mesela deniz havası alerjisi ve astımı olanlar ayrıca kan basıncı düşük olanlara çok iyi gelir. Çünkü deniz havası dolaşım sistemini harekete geçirir ve bronşları temizler. Deniz havasında alerjik tepkilere yol açacak hiçbir yabancı madde bulunmaz. Yüksek yerlerdeki ince hava ise kan üretiminde etkili. Deniz havasından uzak durması gerekenler ise kalp hastaları, kan basıncı yüksek olanlar ve tiroit bezlerinde sorunları olanlar.

0 yorum

Kadınlara daha güzel bir yaşam için 8 öneri

Kadınların hayattan daha fazla keyif almasını sağlayacak öneriler paylaşan Anadolu Sağlık Ataşehir Tıp Merkezi Merkezi Psikolojik Danışman Necmiye Doğruer, basit adımlar ile daha mutlu bir hayatın mümkün olduğunu hatırlattı. 

Yeni bir bakışaçısının mutluluğa bir kapı açacağını söyleyen Doğruer, “İnanması güç gelse debazı özel koşullar dışında, kadınların kendi yaşamlarını güzelleştirmesi ve iyileştirmesi yine kendi ellerinde. Dokunduğu her alana değer katan kadınlar, kendi hayatlarına dokundukları anda iyimeşmeyi hissedeceklerdir” diye konuştu.

Doğruer, daha mutlu bir yaşamiçin ipuçları verdi.

• Bedeninizi tanıyın; Bizi taşıyan bedenimiz özene ve bakıma ihtiyaç duyar. Bu nedenle bedeninizin size söylediklerine kulak vermeniz gerekir. Beslenmenize dikkat edip; spor, yoga ve meditasyon gibi çalışmalarla bedeninizi destekleyin. Bedeninizin varlığını, ritmini hissetmek ve bu yolla içsel bir bağ kurmak yaşamı algılayışınızı etkileyecektir.

• Kendinizi tanıyın; Sizi belirleyen özellikleri, güçlü ve zayıf yönlerinizi tanıyın. Kendinizi ancak “kendinizi tanırsanız” sevebilirsiniz. Kendinize dair gerçekleri görüp kabul etmek, içinizde oluşacak duyguyla sizi huzurlu ve mutlu bir geleceğe taşıyabilir.

• ‘Keşke’ ve ‘ama’ ları hayatınızdan çıkartın; Gelişmek ve gelişimle renklenen bir yaşam sürmek için “keşke” ve “ama” kelimelerini yaşamınızdan uzak tutun. Yaşam ileri giden bir süreçtir, geçmişi görüp ders çıkartmak iyidir fakat bu iki kelimenin alt anlamlarının da oluşturduğu baskının sıkışmışlığıyla geçmişe takılı kalmayın.

• İşinizi sevin ve önemseyin; Dişil özelliklerinizle iş dünyasında var olmanız sizi hem kendinize hem de yaşama yabancılaşmaktan koruyacaktır. Ancak iş dünyasının sizden beklediği “erkek gibi hissetme ve davranma” kalıbına girmemeye özen gösterin.

• Annenizle zaman geçirin; Kadınların gücü annesinden gelir ve kadınlar yeni oluşumlara, ilişkilere, büyümeye bu güçle yönelirler. Annenizden alabildiklerinizi büyük bir şükranla ve yeterlilik duygusuyla kabul edin.
Psikolojik Danışman
Necmiye Doğruer

• Kadın arkadaşlarınızla bol bol zaman geçirin; Kadınların birbirine verdiği destek ve yakınlık gerçekten çok kıymetlidir. Benzer duygularla benzer olayları yaşayan kişilerin bir arada olması destek ve güvenle yalnızlık hissini giderir.

• Destek istemekten çekinmeyin; İhtiyacınız olduğunda aile bireylerinizin özellikle de hayat arkadaşınızın desteğini istemekten, ihtiyacınızı dile getirmekten ve size gereken desteği almaktan çekinmeyin. Partnerinin desteğini alabilen kadın yaşamın getirdiği zorlukları daha kolay bir biçimde göğüsleyebilir ve ilişkisinden aldığı güçle özünden uzaklaşmadan yaşam mücadelesini sürdürebilir.

• Sevmeye odaklanın; Sevilmeyi değil sevmeyi yaşamınızda öncül kılın. Ama önce kendinizi sevin. Sevgi sadece severken oluşur. Kendisini sevebilen başkalarını da sevebilir. Her kim olursa ve nasıl özelliklere sahip olursa olsun, karşınızdakinin sizin gibi olmasını, size benzemesini beklemeden sevin ve kabul edin.

0 yorum

Bahar depresyonuna yakalanmayın!

Bahar yüzünü gösterdi, yaz aylarının yaklaştığının sinyallerini verdi. Ama kimileri için özellikle bugünler yorgun ve mutsuz geçiyor. Eğer kolunuzu kaldıracak enerjiyi bulamıyor, uykusuzluk yaşıyor ve kendinizi çok mutsuz hissediyorsanız dikkat edin. Çünkü bahar depresyonuna yakalanmış olabilirsiniz. 

Liv Hospital'dan Uzman Klinik Psikolog İrem Can Esenkaya bahar depresyonunu ve nasıl atlatılacağını anlattı.

Bahar depresyonu nedir? Bahar mevsimi nasıl bir etki yapıyor?
Bahar depresyonu, baharda başlayan ve her sene aynı zamanlarda görülen bir depresif duygu durumudur. Bu duruma bahar depresyonu denilmesinin sebebi hep aynı mevsimde tekrar etmesidir. Bahar mevsimi insanların zihninde hep olumlu olaylarla eşleşmiştir. Fakat bahar depresyonu yaşayan kişi yaşadığı olaylar olumlu olsa dahi kendini depresif hissedebilir.

Bahar depresyonunun belirtileri nelerdir?
Kaygılı ve endişeli olmak, uyku bozuklukları, asabilik, telaşlı olmak, kilo kaybı, iştah kapanması veya açılması ve artan cinsel istek bahar semptomlarının arasında sayılabilir. Bu semptomlara önceden zevk alınan aktivitelerden zevk almama ve işlevsellikte düşüş de eklenebilir. Bahar depresyonu yaşayan kişi, okula ya da işe gitmekte sıkıntı yaşayabilir.

Bahar depresyonu ciddiye alınmalı mı? Kişi ne zaman uzmana başvurmalı?
Kaygılı ve endişeli olma durumu, uyku bozuklukları, asabilik, telaşlı olma gibi semptomlar iki haftadan fazla sürdüğü takdirde, bir uzmanla görüşmek, bu sıkıntıları yaşayan kişi için koruyucu olacaktır. Çünkü araştırmalar bize depresyonun tedavi edilmediği takdirde tekrarlama şansının arttığını göstermektedir. Bununla beraber, yaşadığınız sıkıntıların başka bir psikiyatrik hastalığın habercisi olup olmadığını öğrenmek de önemlidir. Özellikle ailede psikiyatrik rahatsızlığı olan başka akrabalar varsa daha dikkatli olunmalıdır.

Ciddiye alınmalı mı?
Kesinlikle. Çünkü yaşanan bahar depresyonu, psikolojik bir sebepten kaynaklanabileceği gibi, tiroid hormonları düzensizliğinden de kaynaklanıyor olabilir. Sebepler arasında bir ayırıcı tanı yapmak için de işinin ehli bir uzmandan yardım almak önemlidir.

Bahar yorgunluğunu yenmek için öneriler
• Günün uzamamasından ve güneşin daha erken doğmasından faydalanıp erken kalkın. Uyku hijyeninizi korumaya, yani her gün aynı saatlerde yatıp kalkmaya özen gösterin.

• Güne taze besinlerle başladığınız bir kahvaltı şekeri dengelediği için ani ruh hali değişimlerini engelleyecektir.

• Daha aktif olun. Günde 30-4- dakika egzersize ayırın. Bunu yapamadığınız zamanlarda, otobüse 2 durak sonra binip, 2 durak erken inmek, bakkala markete giderken arabaya binmek yerine yürümeyi tercih etmek gibi küçük günlük aktivitelerden faydalanın.

• Paketli gıdalar yerine taze sebze, meyve tüketimine özen gösterin.

• Bahar mevsimi hep olumlu yaşam olayları ile eşleştirilir. Fakat bahar ayları da hayatımızın diğer ayları gibi hem olumlu hem olumsuz olayları beraber yaşayacağımız bir ay olacaktır. Bir olumsuzluk ile karşılaştığınızda “baharda herkes mutluyken bile bana böyle oldu” demek yerine, “hayatımda bir sürü olumlu ve olumsuz olay oldu, hepsi gibi bu da geçecek” düşüncesi, size olaylar karşısında kontrolde olma hissi sağlar ve daha iyi hissetmenize yardımcı olur.

0 yorum

Romantizm bebekliğe dayanıyor

Romantizmin bebekliğinize kadar dayandığını ve aslında annenizle kurduğunuz ilişkinin sağlıklı olup olmadığına göre tüm ilişkilerinize yön verdiğinizi biliyor muydunuz?

Yaşadığınız ilişkide karşınızdakine bağlı ya da bağımlı olmanızın temelinin, bebeklik döneminde annenizle olan ilişkinizden kaynaklandığına dikkat çeken Hisar Intercontinental Hospital Uzm. Psikoloğu Gülşah Yahşi; ‘İnsanlar birbirleriyle kurdukları bağlarla beslenir, gelişir ve olgunlaşırlar. Sevilmek ve sevebilmek insan hayatında vazgeçilemez bir ihtiyaçtır. Romantik ilişkilerde aşk, sevmek ve sevilmek en yoğun ve özgün biçimde yaşanır. Herkesin hikayesi başkadır ve özünde tüm aşk hikayeleri bir tamamlanma arzusuyla ilişkilidir.

Aşkta ruhlar birleşir ve çiftlerin arzu ettiği şey, geleceğe amaç ve anlamı birlikte katmaktır. Gelecek şekillenir ve anlamlandırılırken ruhsal dünyanın tüm zenginlikleri kullanılır. Bu, geçmişten getirilen arzular, yoksunluklar, hassasiyetler, korkular gibi pek çok duyguları da beraberinde getirir. Herkes bu duygulara sahiptir, herkesin yaraları vardır; çünkü örselenmemiş çocuk yoktur. Duygusal yaşamdaki kırılmalar, hassasiyetler, zaaflar bizi yaşamın ilk yıllarına kadar götürür. Ruhsal dünyanın temellerinin atıldığı çocukluk yılları romantik ilişkilerde kendi izlerini ortaya koyar. Romantik ilişkilerde yaşanan çatırdamaları anlamak ve çözmek için çocukluğun yetişkinlikteki izdüşümlerini yakalamak doğru olabilir.’ diye konuştu.

Herkes İçin İlk Aşk Annedir…
Anne ilk duygusal ilişkiye girilen kişidir. İlişki kurmak onunla öğrenilir ve anneyle olan ilişki tüm yaşam boyu izlerini gösterir. Romantik ilişkilerde de anneyle kurulan ilişkinin yansımaları yoğun ve çarpıcı şekilde görülür. Anneyle o ilk ve öznel ilişkinin başlangıcı, oral dönem olarak bilinen yaşamın ilk yılıdır. Bebek, ağız bölgesiyle ve meme yoluyla beslenme ihtiyacını karşılar. Kendisini annenin adeta devamı gibi hisseder ve anneden ayrı bir varlık olduğunu algılayamaz; ancak büyüdükçe anneden ayrı bir kendisi olduğunu anlar. Bu zamana kadar geçen süreçte anne bebeğine ruhsal zenginliğini sunar.

Bebeğe değerli, özel ve sevilmeye değer olduğunu hissettirir. Bu dönemde bebek ve anne çoğunlukla birlikte vakit geçiriyor olsalar bile, artık ufak ayrılıkları da yaşamaya başlarlar. Bebek ve annenin zaman zaman ayrı kalıp sonra tekrar bir araya gelmesiyle, bebek anneden ayrı kalabilmeyi ve bunu daha kolay tolere etmeyi deneyimlemiş olur. Anne kısa süreler için gittiğinde, bebek annenin onun hayatında olduğuna ve olmaya da devam edeceğine güven duymaya başlar. Bu ilk deneyimler bebeğin, çevresindeki her şey ile olan ilişkisini etkiler. Bu güvenle dünyayı keşif için heyecanlı olan bebek, arkasını döndüğünde annesinin gülen yüzünü görerek daha da coşkuyla dolar ve anneyle bağımlı bir ilişkiden bağlı bir ilişkiye doğru adım atmaya başlamış olur.

Sağlıklı Bir İlişki Sağlıklı Bir Aile İlişkisine Dayanır!
Oral dönemi sağlıklı geçiren bir kişi hem partnerini hem de kendisini sevilmeye değer bulur. Partnerinden ayrı kaldığında endişeye kapılıp “Ne yaparsam beni terk etmez? Ne yaparsam beni sever?” diye sormaz. Bu gibi sorularla boğuşan kişinin kendi sevilebilirliğine inancı zayıf demektir. Kendi sevilebilirliğine duyulan inancı zayıfsa, yetişkinlikte de eşe göre hareket etme ve ayrılık korkusuyla davranma, doğal sonuçlardan olabilir. Bu da kişiyi hem kendi hayatını hem de partnerinin hayatını kısıtlayan birtakım davranışlara sürükleyebilir ve mutsuzluk, beklenen sonuç olarak çiftin karşısına çıkabilir. Doğumdan itibaren yaşama bakıldığında her dönemin kendine özgü olduğu ve kişilikte ayrı etkiler oluşturduğu görülür. Tüm çocukluk öyküsü aslında bir “ben” yaratma öyküsüdür. Zaman içinde büyümekte-olgunlaşmakta olan bedene ve ruha kültürle, dinle, sosyal çevreyle, aileyle, sahip olunan ve olunmayan her şeyin etkisiyle yeni pencereler eklenir. Bu anlamda düşündüğümüzde, herkes biricik ve kendine özgüdür.

Bir ilişkide esneklik, hoşgörü, anlama hevesi, ilgi yoksa ilişki kaldıramayacağından fazlasını yüklenen bir tahta parçası gibi çatırdamaya başlar. Tahta katıdır, serttir, esneklikten yoksundur, kaldırabileceği yük bellidir. Tahtaya fazlasını yüklerseniz, onu taşıyamaz. Önce çatırdamaya başlar, sonra kırılır. İki ayrı parçaya ayrılır.
Aşkın bir tamamlanma-tamamlama arzusu olduğunu kabul edip, romantik ilişkilerdeki hikayelerin nasıl bir yolculukla yazıldığını anlamak, o hali kabullenmek ve sevmek işleri kolaylaştırabilir. İlişkilerdeki sürtüşmelerin, tartışmaların, çatışmaların altında yatan, geçmiş ile bağlantılı birçok neden olabilir. Çoğu zaman romantik ilişkilerdeki katı tutumlar çocukluk ihtiyaçlarından gelir. Önce kendimizi ve sonra partnerimizi keşfe karşı ne kadar ilgili ve esnek olursak ilişkinizde mutluluğunuz o kadar artar.

0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI