işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

Kan şekerini dengede tutmanın püf noktaları

Bu 5 hata, bayılma atakları, baş dönmesi ve göz kararmasına neden olabilir!

Dünyada her geçen gün unlu, şekerli, doymuş yağlardan zengin gıdaların, şeker veya fruktoz (meyve şekeri) içeren içeceklerin ve fast food türü besinlerin tüketiminin artmasına paralel olarak obezite (şişmanlık) ve Tip 2 diyabetin görülme oranı yükseliyor. Tip 2 diyabet gelişmeden önce oluşan aşırı insülin salgısı sonucunda da “hipoglisemi”, bir başka deyişle kan şekeri düzeyinin 70 mg/dl veya altına düşmesi tablosu gelişiyor.

Glikoz düzeyinin çok düşük olması tehlikeli bir durum. Çünkü beyin tek enerji kaynağı olarak sürekli glikoza, bir başka deyişle ‘kan şekerine’ bağımlı oluyor. Kan şekeri düştüğünde göz kararması, bayılma atakları, halsizlik, baş dönmesi ve titreme gibi sonuçlar ortaya çıkabiliyor. Peki ama hangi beslenme hataları hipoglisemiye neden oluyor?

Hipoglisemi; obezite ve Tip 2 diyabet oranındaki artışa paralel olarak yükseliyor. Genellikle tip 2 diyabetin erken dönemi olsa da, sadece bu nedenlerden dolayı ortaya çıkmıyor. Yoğun çalışma temposu ve aşırı stres nedeniyle yeteri miktarda kalori veya karbonhidrat alınamadığında veya ağır egzersiz durumlarında kan şekeri belirli bir düzeye erişemediğinde de hipoglisemi görülebiliyor.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Olcay Barış kan şekerinin düşmesine yol açan beslenme hatalarını ve kan şekerini dengede tutmanın püf noktalarını anlattı.

1. HATA: Sık beslenmek yerine, vücudu aç bırakmak, öğün atlamak
Zamanında yenilmesi gereken öğünün atlanması, geciktirilmesi veya ara öğünlerin atlanması kan şekeri düşüklüğüne sebep olarak halsizlik, baş ağrısı, titreme, terleme, çarpıntı ve konsantrasyon güçlüğü gibi yakınmalara sebep olabiliyor.

DOĞRUSU: Öğünleriniz arasında en fazla 3 saat olsun: Açlık ataklarını kontrol altına almanız gerekiyor. Bunun için açlık hissine göre değil, saate göre beslenin. Uyandıktan itibaren belli aralıklarla 3 ana öğün, 3 de ara öğün yapın ve öğünler arasının en fazla 3 saat olmasına dikkat edin. Öğle ve akşam yemeğinizin arası uzunsa, bir ara öğün daha ekleyin. Böylece insülin hormonu düzgün bir şekilde salınır ve kan şekerinin sabit düzeyde kalmasını sağlar.

2. HATA: Şekerleme ve fastfood tipi beslenme
Çikolata, pasta ve fast food tipi besinlerden uzak durun. Çünkü bu besinlerde bulunan basit şeker ile yağ, kan şekerinin hızlı bir şekilde yükselip daha sonra bir anda düşmesine sebep oluyor.

DOĞRUSU: Basit şeker yerine kompleks şekerli besinleri tüketin: Basit şekerler kolay sindiriliyor, hızla kana karışıyorlar. İnsülin hormonunu salımını arttırarak hızla kan şekerini düşürüyorlar. Bunun aksine kompleks şekerlerin sindirimleri uzun sürdüğü için kan şekerini hızla yükseltmiyor, kandaki şeker düzeyinin sabit kalmasına yardımcı oluyorlar. Kızartma yerine ızgara, haşlama, fırında hazırlanan yiyecekleri tüketin. Basit şeker (çikolata, şeker, jelibon) yerine kompleks şeker içeren tam tahıllı ekmek, bulgur pilavı, kepekli makarna, meyve, bakliyat ve proteinli ürünleri (süt, peynir, yoğurt, ayran) tercih edin.

3. HATA: Çok düşük kalorili şok diyetler uygulamak
Çok düşük kalorili diyet planları baş ağrısı, baş dönmesi ve açlık ataklarına sebep olabiliyor. "Açlığı açlıkla terbiye etmeyin". Hipoglisemide amaç hipogliseminin nedenini belirleyip tedavi etmek olmalı. Bu yapılmadan başlanılan bilinçsiz diyetler yalnızca baş ağrısı ve yorgunluk yapmakla kalmıyor, aynı zamanda panik atak nöbetlerine de yol açabiliyor.

DOĞRUSU: Düşük kalorili diyetler asla uygulanmayın: Diyet kişiye özeldir. Bu nedenle enerji, protein, yağ ve karbonhidrat dengesi ihtiyacınıza göre düzenlenip beslenme planı ona göre bir uzman tarafından oluşturulmalı

4. HATA: Aç karnına egzersiz yapmak
Egzersiz kan şekeri kontrolünde fayda sağlıyor. Ancak aç karnına yapıldığında göz kararması ve baş dönmesi oluşabiliyor.

DOĞRUSU: Egzersiz öncesinde sağlıklı atıştırın: Egzersize gitmeden 45-60 dakika önce mutlaka kepekli ekmek, peynir, meyve veya süt, diyet bisküvi, 10 fındık gibi dengeli bir öğün yapın.

5. HATA: Alkol ve kafein miktarına dikkat etmemek
Alkol, kan şekerini önce yükseltip sonra düşürdüğü için tüketiminden mümkün olduğunca kaçının. Kafein glikoz dengesini yeniden kazanmak için yardım etmesinin dışında bu durumun kötüleşmesine de zaman zaman neden olabiliyor.

DOĞRUSU: Sınırlı miktarda tüketin: Alkolü aç karnına değil, dengeli bir öğünle tercih edin. Kahve, çay ve çikolatalı içeceklerden de kaçının veya bunları sınırlı sayıda tüketin.

0 yorum

Asit Reflü’nün Nedenleri

Asitli mide içeriğinin yemek borusuna gelmesi ve burada uzun bir süre boyunca temas etmesi sonucunda yemek borusunun asitten kendisini koruma özelliğinin yok olmasına asitli reflü denmektedir. Halk arasında mide fıtığı olarak de tanımlanmakta olan bu hastalığın oluşma aşamasına katkı sağlayan nedenlerin sayısı ise bir hayli fazladır. Öncelikle, asit reflü’nün nedenleri konusuna uzun uzun değinmeden önce, bu tarz bir hastalığın önüne geçebilmek adına izlenilecek yollardan bahsedilmesinde fayda var. Nitekim, vücudun sağlıklı ve katkısız maddeler ile beslenmesi asit reflü gibi bir hastalığın oluşmasını engelleyecektir. Tüm bunların yanı sıra, kişinin midesi ile yemek borusuna gereğinden fazlaca önem vermesi lazımdır. Nitekim, pek çok hastalığın türemesinin başlıca nedeni, bu iki organın sağlıksız bir şekilde muhafaza edilmesinden kaynaklanmaktadır.

Asit Reflü Hastalığına Neden Olan Başlıca Etkenler
Günlük hayatınızın ve beden işleyşinin sekteye uğramasına sebebiyet veren Asit reflü hastalığının oluşmasında pek çok etken bulunmaktadır. Özellikle de bedenin dengesiz bir şekilde beslenmesi bu hastalığı tetikleyen en önemli unsurlardan birisidir. Tüm bunların yanı sıra, Asit Reflü’nün nedenleri olarak aşırı miktarda karbonhidrat yüklenmesini de gösterebilmemiz mümkündür. Keza bu tarz sıkıntıların oluşmasının yegane sebeplerinde bir diğeri de düzensiz bir kilo kontrolü içerisinde hareket etmektir. 

Asit Reflü’nün nedenlerini geniş ve maddeler halinde sıralayacak olursak eğer;
Kişinin aşırı kilo fazlalığı asit reflü,nün en büyük tetikçisidir. Başta fast food ürünleri olmak üzere, pek çok asitli içecek ve abur cuburun bu tarz hastalıkların doğmasına sebep olduğunu söyleyebiliriz.
Geç vakitte yemek yeme alışkanlığı da, asit reflü’nün nedenleri arasında gösterilmektedir. Özellikle vücudun en pasi olduğu dönem gecelerdir. Gece yenilen yemeğin hazmı gerçekleştirmesi de zor olduğundan dolayı, vücutta türeyen asitler yemek borusuna zarar vermek zorunda kalırlar.
Kişinin aşırı bir şekilde stres içerisinde olması da, asit reflüyü tetikleyen bir diğer etkendir. Nitekim, özellikle de sınav ile iş stresi yaşayan pek çok insanda asit reflü belirtilerinin olduğu gözlemlenmiştir.
Düzensiz bir uyku çeken insanlarında asit reflü hastalığıyla karşılaşma durumu çok fazladır.

Asit Reflü’nün nedenleri ve mevcut sıkınıtılarını göz önünde bulundurursak, bu hastalıktan kurtulabilmek adına atılacak ilk adım, sağlıklı diyet programı uygulamak olmalıdır. Nitekim kalori hesaplama ile hızlı yağ yakma yöntemleri sayesinde fazla kilo sıkıntınızı en aza indirerek, asit reflü hastalığından kurtulabilir ya da bu tarz bir sıkıntının önüne geçebilirsiniz. Her ne kadar bu hastalıkla karşılaştıktan sonra küçük çaplı bir karamsarlığın içerisine dahil olsanız da, dengeli bir beslenme sistemi ile düzenli bir hayat sizin iyileşmenize yardımcı olacaktır. Tabi bu aşamaların hızlıca gerçekleşmesi için en büyük görev sizlere düşmektedir. Asit reflü ve benzeri pek çok hastalığı, uzman doktor ve düzenli tedavi yöntemleri sayesinde tamamen alt edebilirsiniz.
0 yorum

1 Haftada Göbek Eritme Yontemleri

Kadınların ve erkeklerin en çok muzdarip olduğu konulardan bir tanesi göbek bölgesinde meydana gelen yağlanmalardır. Bu yağlanmalar nedeni ile bireyler rahat bir biçimde hareket edememektedirler. Erkekler bu konuyu çok fazla kafalarına takmasalar da kadınlar için durum böyle değildir. Kadınlar kıyafetlerden çıkan fazlalıklar ile çok fazla mücadele etmektedir. Düzgün ve fit bir görünüme sahip olmak isteyen hiç bir kadının göbeğe tahammülü yoktur. Söz konusu olan şey fiziksel güzellikten çok daha ötedir. Bu konu sağlık ile doğrudan doğruya ilgisi olan bir durumdur. Vücut sağlığını direkt olarak etkileyen göbek yağlanması kalp krizini bile tetikleyen bir etmen haline dönüşebilmektedir. 1 haftada göbek eritme yöntemleri bütün bireyler tarafından uygulanmalı ve sağlıklı günlere geri dönüş yaşanmalıdır. Bu durum göbek çevresi yağlanması olarak bilinsede durumun asıl açıklaması bel çevresi yağlanmasıdır.

Göbek Çevresinde Oluşan Yağlanmaların Nedenleri Nelerdir?
Göbek çevresinde meydana gelen yağlanmalar birçok şeyin habercisi olabilmektedir. Göbek çevresi yağlanması belki de vücudunuzun size gönderdiği uyarı sinyallerinden bir tanesidir. Peki, göbek yağlanmasının asıl nedeni nedir? Hangi besinler veya hangi durumlar göbek yağlanmasını tetikler?
  • Kandaki insülin miktarının dengesizliği
  • Yüksek şeker oranına sahip besinlerin alımı
  • Hareketsizlik
Göbek Yağlarından Kurtulmak İçin Hangi Besinler Tüketilmelidir?
Göbek bölgesinde meydana gelen yağlanmaların ortadan kalkması için bazı yiyeceklerin aktif bir biçimde tüketilmesi gerekmektedir. 1 haftada göbek eritme yöntemleri içerisinde önemli bir yere sahip olan bir yöntem de besinlerle bu yağlardan kurtulmaktır. Sonuç olarak bu yağlanmanın baş mimarı besinler ise, durumu çözecek olan kilit aktör de besinler olmalıdır. Hangi besinler sık bir biçimde tüketilmelidir. Bu besinlerin listesi şu şekilde sıralanmaktadır;
  • Avakado
  • Ceviz
  • Zeytin yağı
  • Zeytin
  • Çekirdek
  • Bitter çikolata 
Bu besinlerin sık bir biçimde kullanılması göbek bölgesindeki yağların azalması için gerekli olan adımlardan bir tanesidir. tekli yağlar olarak bilinen bu besinler doymamış yağların ortaya çıkardığı göbek yağlarınızı mümkün olan en kısa sürede yok etmeye çalışacaktır. 1 haftada göbek eritme yöntemleri uygulanıyorsa mutlaka yenilen besinlere de çok dikkat edilmesi gerekmektedir.

Hangi Egzersizler Göbek Yağlarından Kurtulmaya Yardımcı Olur?
Kilo verme aşamasında en olmazsa olmaz parçalardan bir tanesi hiç kuşkusuz ki egzersizlerdir. Göbek çevresinde bulunan yağlardan da kurtulmak için egzersizin ihmal edilmemesi gerekmektedir. Yapılabilecek egzersizler ise kısaca şöyledir;

  • Öncelikle yere uzanmanız gerekmektedir. Ayaklarınızı düz bir biçimde yukarı uzattıktan sonra üst vücudunuzu yere sabitlemeniz gerekmektedir. Bunun ardından yukarı kaldırdığınız bacaklarınızı sağa ve sola hareket ettirmeniz yeterli olacaktır.
  • Halk arasında mekik olarak bilinen bu hareket 1 haftada göbek eritme yöntemleri arasında olmazsa olmazlardan bir tanesidir. Dizlerinizi düz veya yarım dik bir biçimde yere sabitledikten sonra üst vücudunuz aşağı ve yukarı istikametinde hareket ettirmeniz gerekmektedir. 
0 yorum

Sedef Hastalıgı Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri

Sedef hastalığı, tıp dilinde “Psoriasis” olarak adlandırılan, halk dilinde ise görünümü nedeni ile “sedef” olarak nitelendirilen bir deri hastalığıdır. Vücutta sınırları belirli, üzeri sedef rengi pullanmalarla kaplı para ya da daha büyük kızarıklıklarla seyreden hastalık, sıklıkla 20 – 40 yaşlar arasında görünmesine karşın hemen her yaştan insanın yaşayabileceği bir sorundur. 
Çoğunlukla genetik bir hastalık olarak tanımlanan sedef, kişiye öncelikle görüntüsüyle büyük rahatsızlık veren bir hastalıktır. Derinin dış yüzeyine yerleşerek zaman zaman kepekli dökülmelere neden olduğu için hastalar, fiziksel rahatsızlığın yanı sıra psikolojik olarak da oldukça etkilenmekte ve sosyal yaşama kısıtlı bir şekilde katılmak zorunda kalmaktadırlar. 

Deride ölü hücre sayısını artıran ve böylelikle derinin üst tabakasını kalınlaştırarak vücudun yerleştiği bölgesinde kızarıklığa, sedef rengi pullanmalara ve deri döküntüsüne yol açan hastalık, sıklıkla dirseklerde, dizlerde, saçlı deride, bel bölgesinde ve tırnaklarda görülmektedir. Hastalığın seyri bazen hafif bazen ise alevlenmelerle şiddetlidir. Müzmin olmasına karşın bulaşıcı değildir ve tedavi edilebilen bir rahatsızlıktır.

Hastalığın kesin bir nedeni bulunmamakla birlikte, sıklıkla kalıtımsal faktörlerin rahatsızlığa yol açtığı düşünülmektedir. Ailesinde daha önce bu hastalığı yaşayanların bulunduğu kişilerin sedef hastalığına yakalanma oranlarının daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Ayrıca beyaz kan hücrelerindeki anormallikler de hastalığın olası nedenleri arasında sayılmaktadır. Bunun yanı sıra kesikler, kaşımalar, aşırı güneş yanığı, bağışıklık sisteminin gücünü azaltan ilaçlar ve vücutta kalsiyum yetersizliği de sedef hastalığına neden olan faktörlerdir. 

Sedef hastalığı belirtileri yaşlara göre farklılıklar gösterebilir. Çocuklarda hafif kızarıklıklar halinde görülebilen rahatsızlık, yetişkinlerde daha belirgin kızarıklık ve pullanmalarla kendini gösterir. Yaşlılarda ise derinin iyice kalınlaşmasıyla rahatsızlık üst boyutlara taşınmaktadır. Öncelikle saçlı deride görülen sedef, daha sonra vücudun birçok yerine yayılabilir. Yüz bölgesinde pek rastlanmasa da hastalığın ilerleyen dönemlerinde bu bölgede de görünmesi olasıdır. Önce küçük kızarıklıklar halinde başlasa da sedef, giderek genişleyen bir ivme gösterebilir. Pullanmalar elle dokunulduğunda toz şeklinde dökülmelere yol açar. Kaşınması durumunda ise kanamalara yol açabilmektedir. Bu durum mikrobik rahatsızlıkları da beraberinde getirebilmektedir. Eklem iltihaplanmasıyla beraber sedef hastalığını yaşayan kişilerin sayısı hiç de az değildir. Bu tür bir rahatsızlık yaşayan kişilerin sedef hastalığı belirtileri konusunda daha titiz olmaları gerekmektedir. Çünkü sedef hastalığı eklemlerde şişmeye ve hareket kısıtlılığına da neden olur. Bu durum hastaya daha da çok sıkıntı verebilir. 

Hastalığın nedeni bilinmediğinden tedavisi nedene değil daha çok alevli süreçleri rahatlatmaya yöneliktir. Tedavisi zor ancak olanaksız değildir. Işın, kortizon ve ilaçlarla gerçekleştirilen tedavilerin süresi hastaya göre değişmekle birlikte çoğunlukla olumlu sonuç vermektedir. Sedef hastalıgı belirtileri hakkında bilgi sahibi olmak rahatsızlığın baştan yakalanarak daha da büyümesine ve tedavisinin zorlaşmasına engel olacaktır. 
0 yorum

Çocuğunuz 15-16 kez denemeli

Uzmanlara göre bir çocuğun yeni bir besini kabul etmesi, aynı besini 15-16 kez denemesini gerektirebiliyor. 

Annelerin en büyük ihtiyacının sabır olduğunu belirten uzmanlar, şiddetle reddedilen bir yemeğin farklı pişirme yöntemleriyle sunulmasını öneriyor.

Annelerin çocuklarının beslenmeleriyle ilgili sıkıntı çektikleri konuların biri de onları yeni besinlerle tanıştırmak. Oysa bir çocuğun yeni bir besini kabul etmesi 15-16 kez denemesini gerektirebiliyor. Konuyla ilgili olarak annelere önerilerde bulunan Diyetisyen Ece Nevra Durukan, bu denemelerin ardarda olmamasını ve eğer şiddetle reddedilen bir yemek varsa farklı pişirme yöntemleriyle sunulmasını öneriyor.

Yemekleri eğlenceli göstermenin de faydalarına dikkat çeken Durukan, “Yemekleri beraber hazırlaryabilir, kereviz ve havuçtan sarman kedi şeklinde salata yaparak sebzeleri yedirebilirsiniz. Ayrıca çocuklar süper kahramanlara çok meraklıdır ve hep onlar gibi olmak isterler. Sen süperkahraman olsan ne yerdin oyunu oynamak yeni besine alışma sürecinde çok keyifli ve yardımcı olabilir. Sence bu süperkahraman bu kadar güçlü olmak için her gün süt içiyor mudur? diye sorduğunuzda tekrar durup düşünmesini sağlayabilirsiniz” diyor. 

Çocuğunuzun en sevdiği süperkahramanın ağzından “bugün kaç tane meyve yedin” gibi notları buzdolabına koymanın da etkili bir yöntem olacağını belirten Durukan, “Sevmediği besinin bir fotoğrafını kesin, ona gözler saçlar yaparak sevimli bir hale getirin. ‘Merhaba ben pırasa, sabahtan beri seni dolapta sabırsızlıkla seni bekliyorum’ gibi notlar ekleyin. Çocuğunuzun bakış açısını değiştirmesine yardımı olacaktır” şeklinde konuştu.

Tüm bu denemelere rağmen çocuğunuz istediğiniz yemekten hala hoşlanmıyorsa annelerin buna fazla üzülmemeleri gerektiğini anlatan Durukan, pek çok yiyeceğin benzer besin öğelerine sahip olduğunu, muadilinin yenmesinin de yeterli olacağını kayderek şu örneği verdi:

“Eğer çocuğunuzla sabahları kahvaltı savaşı yaşıyorsanız tam tahıllı kahvaltılık gevrekleri deneyebilirsiniz. Böylece sadece bir avuç kahvaltılık gevrek ile çocuğunuz severek süt içmiş, tam tahıl almış ve günlük vitamin, mineral ihtiyacının önemli bir bölümünü alarak güne sağlıklı ve mutlu bir başlangıç yapmış olur.”

0 yorum

Mide Sağlığınızı Doğru Beslenerek Koruyun

Midenizi ne kadar tanıyorsunuz ya da ona ne kadar dikkat ediyorsunuz? Midenizle ilgili doğru bildiğiniz yanlışları ve mide sağlığınız için dikkat etmeniz gerekenleri Hisar Intercontinental Hospital Gastroentereloji Bölümü Uzmanı Doç. Dr. Erdoğan Arıkan’dan öğrendik…

Stres ülser yapar.
Helikobakter pilori bulunmadan önce stresin ülser yaptığına dair birçok yazı vardı. Ancak bakteri bulunduktan sonra bu konu tartışmalıdır. Altta yatan Helikobakter pilori enfeksiyonu olanlarda stres ile şikayetlerde artma olabilir.

Fazla baharat ülsere neden olur.
Fazla baharat ile ülser arasında kesin bir ilişki gösterilememiştir. Zayıf bir bağ olabilir.

Belli besinleri tüketirseniz mide kanseri olursunuz.
Bunun bir ölçüde doğruluk payı vardır. Özellikle nitrat, gıda koruyucuları, yüksek tuz, aşırı yağ ve aflatoksin içeren besinler mide kanseri riskini artırır. Aynı zamanda alkol ve sigara tüketimi de kanseri tetikleyici unsurlar arasındadır.

Sigara içmek mide kanseri yapar.
Mide kanseri riskini 1.5 kat artırır.

Midenizle ilgili şikayetleri dikkate alın! Başka hastalıkların habercisi olabilir.
Ağrı, yanma, bulantı, kusma, yutma güçlüğü, kilo kaybı, gece uykudan uyanma, ailede mide bağırsak kanseri hikayesi varsa mutlaka en kısa zamanda hekime başvurmalısınız. Çünkü bu şikayetler reflüden kanamaya; ülserden kansere kadar pek çok hastalığın habercisi olabilir. Bu nedenle hekiminizin önerisiyle endoskopi yaptırmanız gerekebilir.

Mide Sağlığınızı Korumak İçin…
• Yüksek yağlı ve tuzlu, aşırı nitrat ve koruyucu içeren gıdalardan uzak durun.
• Yavaş, az ve sık yiyin.
• Yemeğinizi çok iyi çiğneyin.
• Çikolata ve kahveden uzak durun.
• Sigara ve alkol tüketmeyin.
• Kırmızı et yerine daha fazla balık tüketin.
• Taze sebze ve meyve tüketin.
• Yemek yedikten sonra en az 2 saat uzanmayın veya uyumayın

0 yorum

Ruh Haliniz Ellerinizden Anlaşılıyor

Son zamanlarda tek rahat ettiğiniz alan evinizse, eviniz dışındaki hayatı kontrol edemediğinizi hissettikçe geriliyorsanız, üstelik evde aile bireylerinin dokunduğu eşyalara dokunurken bile sürekli temiz mi endişesi yaşıyorsanız dikkat edin; takıntılı olmaya başlamış olabilirsiniz…

Halk arasında takıntı hastalığı olarak bilinen Obsesif Kompulsif Bozukluğu Hisar Intercontinental Hospital Psikiyatri Bölümü Uzmanı Dr. Bilal Ersoy’la konuştuk... Obsesif Kompulsif Bozukluğun takıntılı düşünce ve bunları bertaraf etmeye yönelik takıntılı davranışların anksiyetenin şekil değiştirmiş biçimleri olarak karşımıza çıktığını dile getiren Uzm. Dr. Ersoy; ‘Kişi bu ısrarlı düşünceleri kendi zihninin ürünü olarak görür, ancak bu düşüncelerin mistik, davranışların törensel bir tarafı vardır. Nadiren farkındalık yoktur, çoğu hasta takıntılı düşüncelerini ve davranışlarını “abartılı” veya “saçma” bulur.’ diye konuştu.

Gereğinden Fazla Temizlik Yapıyorsanız Dikkat Edin!
Takıntılar çok farklı biçimlerde ayrı ayrı veya bir arada bulunabilir. En sık görülen saplantılar bulaşma-kirlilik takıntılarıdır. Eşyaların, ortamın veya insanların kirli olduğu, temasa geçildiğinde bu kir veya mikrobun kendisine ve yakınlarına bulaşabileceği endişesi yaşanır. Bulaşma-kirlilik takıntısında eller anahtar bir rol oynar. Çünkü dış dünyaya ve diğer insanlara en çok ellerimizle temas ederiz. Öte yandan ellerimiz, sürekli gözümüzün önündedir. Bu tür takıntıları olanlar için ellerin hijyeni, tırnakların uzunluğu, başkalarının ellerini ne kadar temiz tuttukları çok önemlidir. Bulaşma ve kirlilik saplantısı olanlar, bunaltı yaratan düşünceleri yatıştırmak için zorunlu bir biçimde temizlik yapar, yıkanır veya bu durumlardan kaçındığını düşünerek umuma açık yerlerde ortak kullanılan eşyalara dokunmaz. Kapılar, koltuklar, kalemler, para, kısaca birçok elin değdiği şeylere dokunmaktan kaçınırlar. Mecburen dokunduklarında, ellerini kolonyalı mendille veya yıkayarak temizlemek isterler. Evin dışındaki hayat, kontrol edilemediğinden tekinsizdir, kendilerini en çok evde rahat hissederler. Hem evi hem de aile bireylerini kendi temizlik şartlarına uydurmaya çalışırlar. Bazıları için temizlik takıntısı dayanılmaz hale gelmiştir. Dışarıdan eve gelen herkesin derhal banyoya gidip kıyafetlerini çamaşır makinesine atmasını ister. Evdeki en küçük dağınıklığa veya kırıntıya tahammülleri yoktur. Sıkça temizlik yaparak kendilerini yorarlar. Sıvı sabun, çamaşır, bulaşık deterjanı gibi “hijyenik” maddeler normalin üzerinde kullanılır. Kıyafetler ve çarşaflar sıkça yıkanır. Sürekli su ve kimyasallarla temasta olduklarından ellerde egzama, çatlama, yıpranma, buruşma gözlenebilir. Kısaca bu hastalığa sahip olanların elleri çabuk yaşlanır. Saplantılar şiddetliyse bazen kişi temizlik dışında başka bir şey yapamayacak hale gelir.

Tedbirli misiniz? Kontrol delisi mi?
Kuşku-emin olamama diğer sık görülen obsesyonlardandır. Bunun yarattığı sıkıntıyı yatıştırmak için kapı kilidi, ocak, pencereler defalarca kontrol edilir. Kimi hastalar yaşam alanlarındaki her şeyin simetrik olması veya belirledikleri bir düzen içinde kalması için uğraşır. Bazen istifleme olarak adlandırılan biriktirme davranışı aşırıya kaçabilir.

Herkesin Saplantısı Vardır; Önemli Olan Bunlara Saplanıp Kalmamaktır!
Çoğumuzun zihninde, sıklığı ve şiddeti değişen irili ufaklı saplantılar bulunur. Ancak obsesif-kompülsif bozukluğu olanlar bu takıntılarla boğuşur ve yorulurlar. Takıntılarını fazla takarlar. Hastalık ilerlediğinde başka şeylere zaman ayıramadan gün boyu bu düşünce ve davranışlarla uğraşırlar. Çoğu zaman yapılan bir işin şekli, işlevinin önüne geçer. Örneğin kirlilik takıntıları olan biri için elini belli bir sayıda sabunlamak elini temizlemenin önüne geçer. Veya kıldığı namazın şeklen uygun olmadığını düşünen biri için şekil, ibadetin önüne geçer. Bazı takıntılar o kadar farklı ve mahrem olabilir ki kişi bunları anlatmaktan utanabilir veya çekinebilir. Böyle takıntılar nedeniyle kendilerini ahlaki olarak yargılayıp suçlayabilirler. Bazen bu takıntılar hastaları, diğer sorumluluklarına zaman ayıramayacak biçimde yavaşlatır (obsesif yavaşlık). Hasta iş yerinde veya evde çevresi tarafından eleştirilebilir. Hastalar fark etmeden, takıntılarını diğer kişilere de bulaştırma eğilimindedir. Bu yakın ilişkilerde sorunlara neden olur. Obsesif-kompulsif Bozukluğa, depresyon, tik bozuklukları, yeme bozukluğu, kleptomani, hipokondriyazis (Hastalık hastası) eşlik edebilir. Diğer psikiyatrik durumların birçoğunda olduğu gibi, Obsesif-Kompulsif Bozukluğu olanlar yakınları tarafından eleştirilir ve kınanırlar. Takıntıları kendilerinin yarattığı ve iradeyle bunların üstesinden gelinebileceği kanısı yaygındır.

Obsesif Bir Kişiliğiniz Var mı?
Obsesif kişilikler (hastalık boyutunda olmadığında) genellikle mükemmeliyetçi, ayrıntıcı, düzenli, tutumlu ve inatçıdırlar. Prensiplerinden ödün vermezler. Ciddi ve olgun görünürler. Onurlu ve gururludurlar, yaptıkları iş nedeniyle laf işitmek istemezler. Hata yapmaktan korkarlar, eleştiri yapmayı severler. Bu özellikler hem meslek seçiminde hem de kariyerlerinde önemli rol oynar. Ancak hastalık ağırsa sosyal ve mesleki işlevselliği bozar, o zaman tedavi gerektirir. Tedavisi sabır ve zaman isteyen ruhsal bir hastalıktır. İyileşme yavaş olur. Tedavide hedef takıntıların tamamen değil yeterince geçmesi olarak belirlenmelidir. İlaç tedavisine ek olarak bilişsel davranışçı terapi yöntemleri uzun süreli iyileşme için vazgeçilmezdir.

0 yorum

Ayda ikiden fazla baş ağrın varsa doktora

Kış aylarında soğuk havaların gelmesiyle birlikte herkes baş ağrısının şiddetinden ve görülme sıklığından şikayet ediyor. 

Liv HOSPITAL Baş Ağrısı Merkezi'nden Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Ertaş "Özellikle migreni olan hastalar çok dikkatli olmalı" diyor ve uyarıyor: "Kesinlikle banyo yapıp dışarı çıkmayın ve başınıza bere takın."

Neden başımız ağrıyor?
Baş ağrısının en çok yaşandığı durumlar; migren ve gerilim tipi baş ağrıları. Gerilim tipi baş ağrıları daha çok sinirsel nedenlerle oluyor ve hafif geçiyor. Sıkıştırıcı bir ağrı olmuyor, zonklamıyor, bulantı yapmıyor, başı oynatmakla artış göstermiyor, çok şiddetli geçmiyor. Bu tip ağrılar aslında doğrudan doğruya stresle bağlantılı. Sadece gerilim tipi baş ağrısı yaşayanların oranı migren ağrısı yaşayanlara göre çok daha az. Baş ağrısı çekenlerde akla ilk gelen migren olmalı. Türkiye'de her dört kadından biri migren ağrıları yaşıyorken erkeklerde bu oran 12 erkekte bire düşüyor. Hiç migreni olmayıp sadece stres baş ağrılarından yakınan hastaların oranı ise yüzde 5 dolayında. Migren fiziksel bir hastalık. Migreni herhangi bir şey tetiklediğinde beyin zarında iltihaplanma, damarlarda şişme ve ağrı oluyor.

Migren kadınları daha çok vuruyor
Soğuk baş ağrılarını tetikleyebilir ama lodos kadar değil. Sadece gerilim tipi ve stresten baş ağrısı çekenler için soğuk bir tetikleyici değildir ama migren için tetikleyici olabilir. Bir migren atağı sırasında atağı durdurmanın hızlı ve etkili yollarından birinin başa çok soğuk uygulamak olduğunu unutmamak lazım. Başın üzerine buz konabilir ya da soğuk suyla yıkanabilir.

En büyük tetikleyici hava değişimi
Soğuk hava migrende tetikleyici de olabilir. Lodos ise migrende özellikle tetikleyicidir. Hava değişim dönemleri yani mevsim dönümleri daha çok tetikleyicidir. Kadınlarda çok daha fazla migren görülüyor ve hastaların önemli bir kısmı ev hanımı. Migrenli ev hanımları lodoslu günlerde dışarıyla temastan kaçınmalı. Migren tetikleyicisi olarak hava değişimi erkeklerde ilk sırayı, kadınlarda ise ikinci sırayı alıyor. Lodosla taşınan havanın üzerindeki bazı mikropartiküller migren için tetikleyici olabilir, iltihabi duruma sürükleyebilir. Hava durumu raporlarında da artık "Sahra çöl tozları yağmuru var" diye söylüyorlar. Diğer rüzgârlarla taşınan tozların böyle bir etki yapmadığı biliniyor ama lodosun böyle bir etkisi var. Bu yüzden pek çok migren hastası havanın lodoslu olduğunu baş ağrısından anlayabilir.

Bazı ağrılar günlük hayattan kopartır
Yineleyici veya rahatsız edici baş ağrısı olanlar doktora gitmeli. Bu ağrı sık oluyorsa mutlaka gidilmeli. Kadınlar erkeklerden 3 kat daha fazla migren ağrısı çekiyor. Ve kadınlarda ağrı erkeklere göre daha uzun sürüyor. Kadınlarda ortalama süre bir buçuk gün, erkeklerde ise bir gün. Bulantı ve kusma kadınlarda daha sık görülüyor. Kadınların daha şiddetli migren atakları olabilir. Hastaların çoğu genellikle ağrılarının çok şiddetli olduğundan yakınır. Ve genellikle günlük hayata devam edemeyecek, iş bile yaptırmayacak ağrılar çekerler.

Felç riski artıyor
Bir hastanın bir ayda ikiden fazla atağı oluyorsa mutlaka düzenli bir tedaviye alınmalı. Her gün ilaç alınarak migren ortadan kaldırılmaya çalışılmalı. Bir ayda iki defadan daha az ağrı çekenler de doktora gitmeli. Migren hastalarının beşte birinden auralı diye tabir edilen baş ağrısı görülüyor. Bu hastalarda bir tarafı görememe, gözünde ışık çakma, çizgiler görme gibi belirtiler oluyor. Ve bu belirtilere sahip olanların doğum kontrol hapı, östrojen içeren ilaçlar kullanması ya da sigara içmesi durumunda topluma göre 15 kat daha fazla felç riski ortaya çıkıyor. Auralı migreni olan bir kadın hem doğum kontrol hapı kullanır hem de sigara içerse bu risk 30 katına kadar çıkabiliyor. Bu yüzden migrenin tipinin ayırt edilmesi önemli. Özellikle auralı migrene sahip olanlar ayda bir ya da iki ayda bir ağrı çekiyorlar. Sık ağrı çekmedikleri için "Doktora gitmeme gerek yok" diye düşünmemeliler. Bu hastalığın tespiti için doktora başvurmak şart.

Bu kurallara uyun, ağrıdan kurtulun
• Soğuk ve rüzgarlı havalarda başınızı bere, atkı gibi koruyucu bir şeyler örtün.
• Sabah banyo yapıp sokağa çıkmayın. Gece banyo yapıp saçınızı iyice kurutun. Banyo yapıp dışarı çıkarsanız başınız, soğuğu esintiyi daha çok hissedecektir.
• Rüzgarda durmayın. Başa doğrudan gelen rüzgarı önlemek çok önemli.
• Ev veya araçta klimayı doğrudan yüzünüze üfletmeyin. Çok şiddetli çalıştırmayın.
• Migreninizi lodos tetikliyorsa o gün dışarı çıkmamaya çalışın. Kapıyı bile açıp o havayı içeri aldığınızda evinizde lodosun etkisini yaşama şansınız var.
• Araba yolculuğunda pencereyi esintiyi hissedeceğiniz şekilde açmayın. Kapalı ortam migren için tetikleyici olabilir. Sigara gibi mesela. Ama yine de arabada içeri hava girsin diye doğrudan yüzünüze esecek şekilde camı açmayın.
• Saç kurutma makinesini ılık ayarda kullanın. Ne çok sıcak ne de çok soğuk olmalı. Vücut ısısına yakın olmalı ve hızlı üflememeli.
• Jöle sürmeyin. Çünkü jöle iletkenliği artırıyor. Aslında anneler çocuklara kızmakta çok haklı. Genç migrenli hastalarla büyük bir sıkıntımız bu.

0 yorum

Özgürce Gülümsemek Elinizde

Güldüğünüzde diş etleriniz çok görünüyorsa, dişleriniz istediğiniz kadar beyaz ve düzgün değilse; en önemlisi kendinden emin ve daha estetik bir gülüş istiyorsanız laminate veneer (kaplamalar) sizin için iyi bir seçenek olabilir…

Hisar Intercontinental Hospital Ağız ve Diş Sağlığı Bölümü Uzmanı Dt. Banu Okur Çakmakcı ile estetik diş hekimliğini konuştuk…

Diş hekimliğinin ağız ve diş sağlığının yanı sıra estetik olarak da görev yaptığının altını çizen Dt. Çakmakcı; ‘Estetik diş hekimliğinde en sık kullanılan ve yaprak porselen olarak da adlandırılan tedavi şekli kaplamalardır (laminate veneer). Bu yöntemde diğer porselen diş yöntemlerinin aksine dişten çok az bir mine dokusu kaldırılır ve diş daha az hasar görür. Yaprak porselenler sağlam, renkleri bozulmayan ve dayanıklı malzemelerden üretilirler. Çok ince, ışık geçirgenliği olan ve metal içermeyen bu porselenler daha estetik sonuçlar alınmasına imkan verir. Böylece küçük bir müdahale ile çok kısa sürede sağlıklı ve doğal bir görünüş elde edilir.’ diye konuştu.

Diş Estetiği İçin Uygun muyum?
• Güldüğünüzde diş etleriniz çok görünüyorsa,
• Dişlerinizde şekilsel bozukluklar varsa,
• Dişlerinizin aralıklı olmasından memnun değilseniz,
• Dişlerinizde çapraşıklık var; ancak ortodontik tedaviden kaçınıyorsanız,
• Diş beyazlatma yöntemlerine rağmen dişlerinizde renkleşme sizin için yeterince azalmadıysa,
• Ön bölge dişlerinizde eskimiş büyük dolgularınız varsa,
• Diş yüzeyleriniz aşınmışsa,
• Kırık dişleriniz varsa,
• En önemlisi yepyeni bir gülüş istiyorsanız.
Bu maddelerden herhangi birine yanıtınız evetse diş estetiği uygulamalarından faydalanabilirsiniz.

Nasıl Uygulanır?
Öncelikle dişlerinizin ölçüsü alınır. Laboratuvarda dişlerinize hiçbir müdahalede bulunmadan dişlerinizde oluşacak değişim 3 boyutlu olarak gösterilerek prova çalışması yapılır. Hekiminizle verdiğiniz ortak kararla uygulamaya başlanır. Lokal anestezi ile dişleriniz belirli ölçüde aşındırılarak ölçüsü alınır ve geçici dişleriniz hazırlanır. Kaplama (laminate veneer) dişlerinizin laboratuvardan geliş süreci beklenir. Gelen dişler ağzınıza yerleştirilerek ağız ve yüzünüzle uyumu kontrol edilir. Beklentiler karşılandıysa özel yapıştırıcılarla yapıştırılır. Kaplamalar (laminate veneer) lekelenme ve aşınmaya karşı çok daha fazla dirençlidirler. İyi ve düzenli bir ağız bakımı gerçekleştirirseniz, çok sert gıdaları ısırmaktan, tırnak yemek gibi kötü alışkanlıklardan kaçınırsanız, laminate veneerleri 15-20 yıl sorunsuz kullanabilirsiniz. Yine de her 4-5 yılda bir hekiminiz tarafından kontrol edilmeniz gerekir. Böylece ortaya çıkabilecek olumsuzlukların da önüne geçmiş olursunuz.

0 yorum

Sahura Kalkmadan Oruç Tutmak Metabolizmayı Yoruyor

Yeterli ve dengeli beslenme hayatın her döneminde olduğu gibi Ramazan ayında da büyük önem taşıyor. Ramazan’da sağlığın ve ideal kilonun korunması için en kritik öğün sahurun atlanmaması gerekiyor. 

Memorial Ataşehir Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Uz. Dyt. Sevil Ürer, beslenmenin önemi hakkında bilgi verdi.

Gece yemek yiyip yatmayın
Ramazan ayında sahur vaktinin geçmiş yıllardaki gibi sabaha karşı değil gecenin ilk saatlerinde olması uyku problemlerine neden olduğu için pek çok insan gece yiyip yatmayı ya da tek öğün beslenmeyi tercih etmektedir. Ancak sahurun yapılmaması metabolizmayı zayıflatırken, oruç tutarken kısa sürede acıkmaya da sebep olmaktadır. Sahur yapılırken tüketilen besinlere de dikkat edilmelidir. Çok baharatlı ve tuzlu yiyecekler, gün içinde daha çok su ihtiyacına neden olur. Sahurda süt, yumurta, peynir çeşitleri gibi uzun süreli tokluk sağlayacak protein içeriği yüksek besinler ve bol söğüş veya 1 su bardağı yarım yağlı süt veya yoğurt meyve ile tam tahıllı gevrekler tercih edilebilir.

Metabolizma hızınızı artırın
Ramazan ayında uyku ve beslenme düzenindeki değişiklikler metabolizmanın çalışma hızının değişmesine sebep olur. Bu dönemde sıcaklık ve neme bağlı olarak vücut ısısı artmakta, vücut bu yeni duruma adapte olmaya çalışmaktadır. Sıcaklığın etkisiyle terleme ile birlikte artan sıvı kayıpları ise telafi edilmelidir. İftar ve sahur arasında en az 2-2,5 litre su içilmeli, ayran, taze sıkılmış meyve ve sebze suları, çorba, komposto gibi içeceklerle sıvı alımı artırılmalıdır. Sıvı tüketimini artırmak için iftarda ilk yemek olarak çorba tercih edilebilir.

“Kontrollü beslenme programı”nı hayata geçirin
Ramazan sonrası tansiyon, kalp hastalıkları gibi sorunlar yaşamamak ve hızla kilo almamak için kontrollü bir beslenme programının uygulanması gerekir. Ramazan ayında bireylerin yaş, cinsiyet ve fiziksel aktivitelerine göre günlük almaları gereken enerji, protein, karbonhidrat, yağ, vitamin ve mineral oranları değişmez. Sağlığın ve ideal kilonun korunması için bu dönemde de sağlıklı ve çeşitli besin seçenekleri ile yeterli ve dengeli beslenme planının uygulanması gerekir.

Ağır iftar yemekleri kalbe yük bindirir
Ramazan'ın yemek kültürü açısından en bilinen özelliği iftar sofralarındaki çeşitlilik ve bolluktur. İftar sofralarında bir insana yetecek yemeğin 2-3 kat fazlası bulunabilmektedir. İftarda kan şekeri çok düşük olduğundan kısa sürede çok miktarda besin tüketme isteği doğar. Fakat uzun bir açlık sonrası ağır yemekler tüketmek kalbin yükünü artırır ve ani kalp krizleri, yüksek tansiyon, beyin kanaması ve felç gibi olumsuzluklara yol açabilir.

Çorba sonrası 5 dakika mola fazla kalori almanızı engeller
Su ve istenirse hurmayla oruç açıldıktan sonra peynir çeşitleri, domates, salatalık gibi tuzlu ve aşırı yağlı olmayan kahvaltılıklar, çorba ve salata gibi hafif besinlerle iftara devam edilmelidir. Ana yemeğe geçmeden önce 5-10 dakika kadar bir mola vermek hem mideyi rahatlatacak hem de daha az yemeği sağlayacaktır. Verilen aradan sonra ana yemekte etli-etsiz sebze veya ızgara et yemeği, 1-2 dilim tam buğday ekmeğiyle veya az miktarda pilav/makarna/bulgur pilav ile tercih edilebilir. Yanına yoğurt, ayran ya da cacık tüketilebilir. İftarda yemeği yavaş yemek ve lokmaları iyi çiğnemek sindirim açısından çok önemlidir.

İftarda kızartma keyfinin faturası fazla kilolar
İftarda kızartmalar, tereyağı ile hazırlanmış ağır tencere yemekleri, hamurla yapılan ağır tatlılar, fazla miktarda tüketilen pilav ve makarna gibi yemekler vücutta yağlanmayı artırmaktadır. Yağlanma ve kilo alımı ağırlık hissini artıracağından kişi kendini zinde değil yorgun ve bitkin hisseder. Yemek sonrası tatlı tüketimine de dikkat edilmelidir. Yemekten 1-2 saat sonra meyve veya tatlı tüketilebilir. Şerbetli hamur tatlıları yerine özellikle mevsim meyvelerinden yapılan tatlılar, sütlü tatlılar (sütlaç, güllaç, muhallebi) ya da dondurma tercih edilmelidir.

0 yorum

Büyümenin anahtarı doğru beslenme

Beslenme, büyüme ve gelişme sürecinin çok hızlı olduğu bebeklik ve çocukluk döneminde ayrı bir önem taşıyor. Yeterli ve dengeli beslenen çocukların sağlıklı büyüme ve gelişimi sağlanıyor, hastalıklara karşı direnci artıyor ve okul performansında artış görülüyor. 

Düzgün ve doğru beslenen çocuğun hastalıklara yakalanma riski de azalıyor. Bebeklere ilk 6 ay sadece anne sütü verilmesi, altıncı aydan sonra en az 2 yıl kadar ek gıdalarla destekleyerek devam ettirilmesinin obezite ve kronik hastalık riskini azaltabileceğini söyleyen Liv HOSPITAL Çocuk Sağlığı Bölümü’nden Uzm Dr. Nur Özden Çalışkan, bazı yiyecek ve içeceklerin zararlarından bahsediyor.

Çalışkan, kolalı içecekler, gazozlar, hazır meyve suları, çikolata, gofret, şeker gibi karbonhidrattan zengin ve kızarmış yiyecekler gibi yağdan zengin gıdaların kısıtlanması gerektiğini söylüyor.

0-1 yaş: Süt çocukluğu dönemi
Bebeğin gelişimi normal seyirde ilerliyorsa ilk 6 ayda besin kaynağı sadece anne sütü olmalı. 6. ayın sonunda ek gıdalara başlanmalı. 6-9 ay arasında günde sadece 200 ek kaloriye ihtiyaç duyan bebeklerde bu değer 9-12 ay arasında 300 ek kalori olmalı. Ek gıdalar bebeklere dikkatle verilmeli. Ek gıdalara önce tek tek başlanmalı, sonra da diğer ek gıdalar yine tek tek eklenmeli. İlk 1 yaşta bebeklere tuz ve şeker kullanılması kesinlikle yasak.

1-3 yaş: Oyun çocukluğu ve 4-6 yaş okul öncesi dönem
Çocuklar 1 yaşından sonra ebeveyninde gördüklerini taklit eder. Bu nedenle anne-baba ve bakıcı gibi çocuğun bakımından sorumlu kişilerin kendi beslenme davranışlarına da dikkat etmesi gerekir. Bu dönemde ebeveynler özellikle yemek seçimleri, içecek seçimleri ve yemek yeme alışkanlıklarına dikkat etmeliler. Ebeveynlerin dikkatli olmaları gereken bir diğer konu ise yemek porsiyonları. Çocuklarının sürekli az yediğinden şikayet eden ebeveynler, kendi ölçülerine göre değil çocuğun gereksinimlerine ve yaşına uygun porsiyonlar hazırlamalı. Bu dönemde çocuklar kendileri için önem taşıyan gıdaları farklı sebeplerden dolayı reddedebilirler. Ebeveynler bu durumun geçici bir süreç olduğunu unutmamalı ve çocuğun reddettiği besinleri daha eğlenceli bir halde sunmalı.

6-12 yaş: Okul dönemi
Çocuk artık evden çıkmış ve ne yemek istediğine kendi karar verir bir konuma geçmiştir. Aileler okul menülerinde bulunan yemekleri ve içeriklerini takip etmeli ve çocuklarıyla konuşarak doğru tercih yapmaları konusunda onları yönlendirmeliler. Ara öğün her yaşta olduğu gibi okul döneminde de beslenme konusunda oldukça önemli. Ara öğün alışkanlığı olmayan çocuklar sağlıksız atıştırmalıklara daha düşkün oluyor. Bu yüzden çocukların çantalarına mutlaka sağlıklı atıştırmalıklar konulmalıdır.

Beslenme çantasında atıştırmalık neler olmalı?
• Taze ve kuru meyveler
• Fındık, ceviz, badem gibi yemişler
• 1 kutu süt ya da ayran
• 1 dilim ev yapımı kek ya da kurabiye

Adölesan (ergenlik) ve gençlik dönemi
Gençler bu dönemde kimlik arayışı içindedir, bağımsız olmaya, kabul görmeye çabalar ve dış görünüşleri ile fazla ilgilidir. Düzensiz öğün ve öğün aralarında atıştırma, ev dışında yemek yeme alışkanlığı ve ayaküstü beslenme biçimi de bu dönemde ağırlık kazanır. Sağlıksız beslenme alışkanlıkları yaşla birlikte artış gösterir, bu konuda ailelerin bilinçli hareket etmesi ve erken dönemden başlayarak sağlıklı beslenme alışkanlıklarını çocuklara kazandırması gerekir.

Çocuklarda obezite nasıl önlenir?
• Bebeklere ilk 6 ay sadece anne sütü verilmesi, 6.aydan sonra da anne sütünün en az 2 yıl kadar ek gıdalarla destekleyerek devam ettirilmesi kısa ve uzun dönemde obezite ve kronik hastalık riskini azaltabilir.
• Bebeklikten sonraki dönemlerde çocukların dengeli ve yeterli beslenmesine ve 3 ana, 3 ara öğün alışkanlığının küçük yaştan itibaren kazandırılmasına özen gösterilmesi gerekir.
Uzm Dr.
Nur Özden Çalışkan

• Çocukla birlikte sofraya oturulmalıdır, yararlı besinleri yemesi halinde ödül olarak pasta, tatlı, çikolata, şekerleme önerilmemelidir. Ancak bu gıdalar daha çekici olmaması açısından yasaklanmamalıdır.
• Kolalı içecekler, gazozlar, hazır meyve suları, çikolata, gofret, şeker gibi karbonhidrattan zengin ve kızarmış yiyecekler gibi yağdan zengin gıdalar kısıtlanmalı.
• Hızlı yemek yemenin, yemek aralarında abur cubur atıştırılmasının ve gece yatmadan önce yüksek kalorili yiyeceklerin alınmasının önlenmesi gerekir.
• Çocukların günde en az 30 dakika fiziksel aktivite yapmalarını sağlayacak ortam ve yaşam biçimi oluşturulmalıdır.
• Çocukların saatlerce televizyon ve bilgisayar önünde zaman geçirmesi engellenmelidir.
• Gerektiğinde çocukla birlikte oyun oynanmalı, top, ip, raket gibi fiziksel faaliyet gerektiren oyuncaklar alınmalı, basit aile yürüyüşleri yapılmalıdır.
• Çocuğun okul spor faaliyetlerine katılımı (basketbol, voleybol, futbol, yüzme) teşvik edilmelidir.

0 yorum

Protein İçeren Yiyecekler Nelerdir

Protein yaşamın devam edebilmesi için en gerekli yapıtaşıdır. Protein içeren yiyecekler hücrelerin ve organların en önemli besinidir. Vücudun %15’lik bir enerjisinin kaynağı proteinlerdir. Çocukluktan yetişkinliğe kadar proteinin yeri çok ayrıdır. Genellikle hayvansal ürünlerin içerisinde bulunan protein, miktarları çeşitlere göre farklılık göstermektedir. Proteinler birbiri arasında farklılık göstermektedir. Hayvansal proteinler, bitkisel proteinler birbiri arasında önemli ölçülerde değişiklikler göstermektedir. Hayvansal proteinlerden bahsedecek olur isek bu proteinler aminoasit açısından vücudun neredeyse tüm ihtiyacını karşılamaktadır. Kırmızı et protein açısından çok zengin olmasına rağmen fazla tüketilmesi kolesterole neden olmaktadır. 

Doymuş yağ bakımından fazla olan kırmızı et, fazla tüketildiğinde kalp rahatsızlığına kadar pek çok hastalığa neden oluyor. Az yağlı ama aynı proteini sağlayan ve kırmızı et yerine tüketilebilecek olan tavuk eti, balık ve kümes hayvanları vücut için daha avantajlıdır. Bazı insanlar et, tavuk gibi hayvansal ürünleri tüketemiyor. Bu insanlar protein ihtiyaçlarını protein içerikli sebzelerden sağlıyor. Her ne kadar protein içeren yiyecekler arasında yer alan sebzeler de olsa hayvansal ürünler kadar aminoasit sağlayamaz. 

Eğer hayvansal ürünleri tüketemiyor iseniz protein içeren sebzeleri dengeli tüketmeli, vücudun ihtiyacı olan proteini almalısınız.Hayvansal ürünlerin protein içeriklerini inceleyecek olur isek göğüs etinin 100 gramında 30 gram protein, balığın 100 gramında 26 gram protein, süzme peynirin 100 gramında 32 gram protein, az yağlı sığır etinin 100 gramında 36 gram protein bulunuyor. Ayrıca tofunun 100 gramında 7 gram protein, barbunyanın 100 gramında 17 gram protein, yumurtanın 100 gramında 13 gram protein, yoğurdun 100 gramında 6 gram protein bulunuyor.

Günlük Protein İhtiyacı Ne Kadardır?
Saygın üniversitelerin araştırmacı profesörlerinin yayınladıkları yazılarda belirtilen miktar kadınlar için 45 gram, erkekler için 55,5 gramdır. Günlük protein ihtiyacını karşılamak için her gün 1-2 öğünde protein içeren yiyecekler tüketilmelidir. Türk mutfağınsa hayvansal ürünler sıkça kullanılıyor. Bu nedenle Türk mutfağının protein ağırlıklı olduğu söylenebilir. Fakat aşırı yağlı yiyeceklerin sağlıklı olduğunu söyleyemeyiz. Yetişkinlerde protein ihtiyacını belirtmiştik. Çocuklarda ise bu ihtiyaç 22 gram ile 28 gram arasında farklılık göstermektedir. Bu farklılık yaş, cinsiyet ve kilodan kaynaklanmaktadır.

Diyet yapan, kas yapan herkes protein tüketmek zorundadır. Protein vücudun en temel yapıtaşıdır. Özellikle vücudun en son tükettiği besin proteinlerdir. Protein alarak vücudunuzun ihtiyacı olan her türlü besini karşılayabilirsiniz. Diyetlerdeki öğünler protein ağırlıklıdır. Çünkü protein vücutta yağa dönüşmeyen tek besindir. Böylelikle vücudun ihtiyacı olan vitamin ve mineraller alınarak yağa dönüştürülmez. Kaliteli ve sağlıklı uzun bir yaşam için protein tüketmeye özen göstermelisiniz. Çünkü protein eksikliği olan insanlarda çeşitli sağlık problemleri ortaya çıkıyor. Daha güçlü bir vücut için protein tüketmek şarttır. Sizde daha sağlıklı olan Protein içeren yiyecekler tüketerek hayat kalitenizi yükseltebilirsiniz. 
0 yorum

Kontakt Lens Kullanımının Püf Noktaları


Eskiden beri insanoğlu gözün kırma kusurlarıyla mücadele ediyor. Şişe dibi gibi gözlükler, cerrahiler, lazerler... Gözlük kullanımının yerini günümüzde %90 oranında kontakt lensler almış durumda. Büyük rahatlık, konfor evet ama dikkatli kullanılmazsa enfeksiyon ve sonrasında körlüğe kadar gidebilecek lensleri en uygun şekilde kullanmanın püf noktaları neler?

Kontakt lensler geçen seneden itibaren artık uzman hekim reçetesiyle satılmaya başlandı. Bu da bilinçsiz ve hatalı kullanımın önüne geçen en önemli devrimlerden biri oldu şüphesiz.

-Lensler her gece, hatta akşam eve geldiğiniz andan itibaren gözden çıkarılmalı, oksijen geçirgenliği en yüksek olan lenslerle bile uyunmamalıdır. Geceleri gözlerimiz kapalı olduğundan gözler yeterince hava alamaz ve lenslerin de kurutucu özelliği olduğundan, ilerleyen dönemlerde göz kuruluğu ve ülserasyonlar gelişebilir. Korneanın dolaşımı bozulur.

-Lensler mutlaka özel solüsyonlarında dezenfekte edilmelidir. Çeşme suyu ve diğer sıvılar asla kullanılmamalıdır.

-Lens çıkarıp takarken tırnaklar mutlaka kısa ve eller temiz olmalıdır. Aksi takdirde lenslerinize kendi ellerinizle mikrop bulaştırabilir veya yüzeyine zarar verebilirsiniz.

-Makyaj yapmadan önce, gözler temizken lensler takılmalıdır. 

-Göz makyajı, lensler çıkarıldıktan sonra silinmelidir. Çıkarılma imkanı elde yoksa, asla pamukla ovuşturarak makyaj çıkarılmamalı, mümkünse bebe şampuanı ile gözler yıkanmalıdır. Bu işlem, kirpik dibi enfeksiyonlarının da önüne geçer.

-Lensler asla ağzı açık kutuda bırakılmamalıdır, kuruyup kullanılmaz hale gelmesine yol açar.

-Eğer doktor muayenesinde ortaya çıkan bir göz kuruluğu sorunu varsa, tedavi edilmeden lens kullanılmamalıdır. Zaten lens kendi kendine sağlıklı gözü bile kurutabilen bir materyaldir.

-Banyo yapmadan önce lensler çıkarılmalıdır. Böylece lenslere çeşme suyu, şampuan, sabun değmesi engellenir.

-Lensleri ilk kullanmaya başlayınca, takıp çıkarirken baş dönmeleri, mide bulantıları, ışığa hassasiyet gibi durumlar olabilir. Gözler de vücut dengesinin bir komponenti olduğundan bunlar normaldir. Panik yapılmamalı, zamanla alışılacağı unutulmamalıdır.

-Allerji, uyuşmazlık gibi sorunlar olmadıkça lenslerin ve solüsyonunun markası doktor denetimi olmadan asla değiştirilmemelidir.

-Gözlerde lens olsa dahi gün içinde numaralı gözlükler, seyahat boyu solüsyon ve lens kabı taşınmalıdır. Lensleriniz gözlerinizi rahatsız ettiğinde gözleri yıkamak, ovuşturmak, elleri gözün içine sokmak gibi davranışlarda bulunmamalı, hemen lensleri çıkarıp gözlüklerinizi takmalısınız.

-Lensleriniz gözlerinizi kurutuyorsa doktorunuza danışıp suni göz yaşı damlaları kullanabilirsiniz.

-Bitirdiğiniz lenslerin kutusunu asla atmayın. Yenisini alırken çaplarına bakmak için gerekli olacaktır.

-''Yanımda solüsyon yoktu, lensleri tükrükle temizleyip taktım.'' şeklindeki hurafelere asla inanmayın, bu yönteme başvurup gözlerini kaybeden insanlar bulunmaktadır.

-Bir paket kontakt lens, 1 ay dolduğunda gözünüzü rahatsız etmese bile çıkarılıp atılmalıdır, yeni paket açılmalıdır.

-Deniz ve havuza asla ama asla lenslerle girilmemelidir. Bu ortamlar kirli ve mikrop taşıyan yerlerdir, lens keratiti gelişme olasılığı yüksektir.


Unutmayın, göz bozukluğu insanın kendi kendine yarattığı bir durum olmadığı gibi, lens veya gözlük kullanmak asla bir kusur değildir.

Kontaks lens kullanımı ile ilgili tüm sorularınız için ''cerengumusel@hotmail.com'' adresine mail atabilirsiniz.


Sağlıklı sayfam güzel günler diler...
0 yorum

Sütte Bulunan Vitaminler

Süt hem yetişkinlerde hem de çocuklarda kullanılan önemli besinlerden biridir. Kalsiyum deposu olarak anılan süt ve süt ürünleri A vitamini, B vitamini, B2 vitamini, B3 vitamini, B9 vitamini, B6 vitamini ve B12 vitamini içermekte, çocukların tüketmesi gereken bir besindir. Özellikle kemik sağlığı için gerekli olan süt, kemiklerin güçlenmesi ve gelişmesi için en önemli besindir. Sütlerin antioksidan özelliği nedeni ile yaraların iyileşmesinde, bağışıklık sisteminin güçlenmesinde sütün etkileri tartışılmaz. Sindirime yardımcı oluşu ve rahatlatıcı etkisi nedeni ile yatarken ve uyanıldığında kullanılması önerilmektedir. Gut hastalığı riskini azaltmak için de süt kullanılan bir besindir. Süt kullanırken işlenmemiş süt kullanmalı, ambalajlı sütler yerine %100 doğal sütleri tercih etmek sağlık açısından çok daha önemlidir. İnek sütü işlendiğinde sağladığı faydaları kaybetmekte aksine insan sağlığına zarar vermektedir. Sütte bulunan vitaminler  sorusunun cevabı A vitamini, D vitamini, B1 vitamini/Tiamin, B2 vitamini/Riboflavin, B3 vitamini/Niasin, B6 vitamini, B9 vitamini/Folat, B12 vitamini, B5 vitamini/Pantotenik asit sütün içeriğinde yer alan süt vitaminleridir. 

Organik Süt Tüketiminin Önemi
İnek sütü işlendiği takdirde içeriğindeki faydaları kaybediyor. Pastörize ve homojenize işlemleri sütün içeriğini bozduğundan sütün kalitesini düşürmektedir. Hatta bazen sütten hastalık kapma imkanı da bulunuyor. Bu nedenle süt satın alır iken dikkatli davranmak gerekiyor. Amerikan Kanser Derneği yaptığı araştırmalarda daha çok süt vermesi için ineklere yapılan antibiyotik takviyesi insan sağlığına olumsuz yönde etki ediyor. Yine Amerikan kanser Derneği rekombinant denilen ineklerin daha çabuk büyümesini sağlayan hormon insanların kansere yakalanma riskini arttırmaktadır. Sütte bulunan vitaminler  konusunda araştırma yapan bu dernek aynı sonuçlara erişmişlerdir. Organik sütün sağladığı birçok fayda bulunuyor. Antibiyotik kullanarak büyütülen ve daha çok süt vermesi için kimyasal ilaçlar kullanılan ineklerin sütleri insanlara faydadan çok zarar vermektedir.

Sütün sağladığı yararlar arasında süt hücre oluşumunda ve kendini yenilemesinde büyük rol oynar. Özellikle çocuklarda büyüme ve gelişme konusunda büyük önem taşır. Saç ve tırnak bakımı için süt tüketmek saç ve tırnakların güçlenmesine yardımcı olur. Kas kasılması için süt kullanılmaktadır. Ödem yapan vücudun rahatlaması için de yine süt tüketilmektedir. İçerisinde 23 adet aminoasit barındıran sütte hayati öne taşıyan proteinler de bulunmaktadır.

Göbek yağlarının yakılmasında büyük rol oynayan süt, günde 2 bardak tüketildiğinde hem doyurucu özelliği ile daha az yemek tüketirsiniz hem de yağ yakarsınız. Daha güçlü kemikler için mineral açısından zengin olan sütü tüketmek gerekiyor. Antioksidan içerdiği için cildin yıpranmasını engelliyor, gergin bir cilde sahip olmanız için rol oynuyor. Yaşlanmayı da geciktiriyor. Özellikle beyin hücrelerinin ihtiyacı olan enerjiyi günde 2 bardak süt tüketerek alabilirsiniz. Kalp damar hastalıkları ile baş etmek için süt içmek büyük önem taşıyor. Tansiyonu dengeleyen yapısı ile tansiyon hastaları için oldukça faydalıdır. 
0 yorum

Zencefilin Bilinmeyen Faydaları

Zencefil ve zencefilin birçok çeşidi arasında yer alan kakule, havlıcan, zerdeçal Asya, Hint ve Arap mutfaklarının vazgeçilmez tatlandırıcılarındandır. Yemeklere tat katan bu bitkiler, faydaları ile de sağlığa büyük yararlar sağlamaktadır. Özellikle Çin’de pek çok hastalığın tedavisinde zencefil kullanılıyor. Mide ağrısından hazımsızlığa, mide bulantısından sindirim sorunlarına kadar çok hastalığa iyi gelen zencefil en yararlı bitkiler arasında yerini çoktan almış durumda. Zencefil yağ halinde, toz halinde, taze halde kullanılabiliyor.


Zencefilin Sağladığı Yararlar
Zencefilin faydaları oldukça uzun bir liste oluşturuyor. İlk olarak mide bulantısına iyi gelen zencefil hamilelikte dahi kullanılıyor. Özellikle hamilelik döneminde şiddetli mide bulantısı çeken hanımlar zencefili ilaç yerine kullanıyor. Tamamen doğal bir mide ilacı olan zencefil, mideyi rahatlatır ve sindirim problemlerine son verir. Zencefil ve türevleri içerisinde gingerol maddesi iltihap geçirici özelliğe sahiptir. Osteoartrit, ramotoid gibi şiddetli ağrı içeren hastalıkların tedavisinde zencefil kullanılıyor. Diz ağrısı, eklem ağrısı gibi rahatsızlıklarda ağrı geçirici görevi gören zencefil aynı zamanda kolon kanserinin de bir numaralı ilacıdır.

Kolon kanserini araştıran ve bunu üzerinde makaleler yazan ünlü profesörler zencefilin kolon kanseri rahatsızlığında kanserin yayılmasını engellediğini söylemektedir. Kansere neden olan ve farklılaşan hücrelerin değişimini engelleyen zencefil tümörlerin büyümesini engelliyor. Yumurtalık kanserinde de durum aynı. Zencefilin faydaları yumurtalık kanserinde de kendini gösteriyor. Yumurtalıkları küçülterek tümörlerin yayılmasını engelleyen zencefil, hareket darlığı çeken kişilere de fayda sağlıyor. Grip ve nezle vücuttan terleme yoluyla atılıyor. Zencefil grip iken tüketildiğinde vücut ısısını dengeleyerek terlemeyi kolaylaştırıyor. Bağışıklık sistemini güçlendiren zencefil ile hastalıklara önlem alabilirsiniz.

Astım son yılların en popüler hastalığıdır. Astıma iyi gelen zencefil, rahat nefes almanızı sağlıyor. Zencefilin içerisinde buluna bazı bileşenler astım ilaçlarında ana madde olarak kullanılıyor. Böylelikle daha ferah ve kolay nefes almanız sağlanıyor. Zencefilin faydaları bunlar ile sınırlı değil. Şeker hastalığının önlenmesi ve tedbiri zencefil tüketerek sağlanıyor. Zencefil ile diyabet hastalarının tedavisi yapılabiliyor. Özellikle ağrı kesici etkisi olan zencefil, şiddetli adet ağrılarına da iyi geliyor. Yapılan araştırmalara göre 3 gün önceden zencefil tüketen kadınların %83’ünün adet sancıları hafiflemiştir. Kas ağrılarının geçmesi için de 4-5 çay kaşığı zencefil kullanır iseniz çok kolay ağrılardan kurtulabilirsiniz. 

Kilo vermek isteyen insanların çaresi yine zencefildedir. Zencefil özellikle bel çevresindeki yağları eritmek için oldukça kullanışlıdır. Kafein içermediği halde kafein etkisi yaratan zencefil, vücuda enerji vererek tüm gün dinç kalmanızı sağlar. Düzenli olarak zencefil tüketen insanların karaciğerleri diğer insanlara göre daha sağlam ve sağlıklıdır. Ağızda yara çıkmasının sebebi bağışıklık durumunun düşüte olmasından kaynaklanıyor. Zencefil kullanan insanların ağızlarında salya üretimi kullanmayan kişilere göre daha fazladır. Böylelikle diş eti sıkıntıları daha az yaşanıyor. Sizde zencefilin faydaları sayesinde sağlıklı bir yaşam sürmek istiyor iseniz hemen tüketmeye başlamalısınız.
0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI