işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar
bebek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bebek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çalışan Anne Mutluluğu Hedeflemeli!

Son yıllarda iş hayatında daha sık yer alan kadınların yaşadığı rol çatışmaları da günlük hayatı biraz daha meşakkatli hale getiriyor. Eş, ev hanımı ve anne rollerini de iş hayatıyla birlikte sürdüren kadınlar hayatlarında zaman zaman aksaklıklar ve sorunlar yaşayabiliyorlar. 

Roller arasında sıkışıp kalan kadınlar, hangi role öncelik vereceği konusunda ise çoğu zaman bir karmaşa yaşıyor. Bu süreçte ise kadını duygusal anlamda en fazla annelik rolü yıpratıyor. Üsküdar Üniversitsi Etiler Polikliniği Uzman Psikoloğu Aynur Sayım, roller arasında çatışma yaşayan annelere önemli önerilerde bulundu.

Çalışan kadın rolünün yanında iyi bir de anne olabilme gayretinde olan kadınlar, çocuklarının yanında olamadıkları için çoğu zaman suçluluk duygusu yaşasa da sahip oldukları rollerin sorumluluklarını yerine getirebilmek adına yoğun çaba harcarlar. Bu tempo birçok kadının şikâyetçi olduğu durumdur aslında. Her biri pek çok rol arasında sıkışıp kalmaktan dert yakınır. Yoğun tempo arasında çocuklarını ihmal ettiklerini düşünen anneler çocuklarının her istediğini yaparken bazen de geri kalan tüm vakitlerini onlara ayırdıklarını görebiliriz. Hele eş sorunları ve annenin işiyle ilgili sorunları da var ise sorun daha da işin içinden çıkılmaz hale gelebiliyor.

Üsküdar Üniversitesi Etiler Polikliniği Uzman Psikoloğu Aynur Sayım, doğumun ardından izin süresi biten annenin bir takım kaygılar yaşadığını, bazı sorulara ise cevaplar aradığını vurguluyor. Sayım bu konuların başında ise "Çocuğumdan nasıl ayrılırım, o bensiz ne yapar, başkası ona benim gibi bakabilir mi, ben yanında olmayacağım için çocuğum çok etkilenir mi?" gibi endişeler geldiğini belirtiyor.

Kadının bu endişeyle işe başladığının altını çizen Sayım, asıl önemli olanın annenin olaylara yaklaşımı ve çocukla kurduğu ilişki şeklinde olduğunu kaydediyor. Sayım'a göre eğer anne çocuğuna karşı çok korumacı, kaygılı bir anne ise çocuk da bu kaygıyı alıyor. Eğer anne sakin kalabiliyor ve işe dönme sürelerini kademeli olarak artırabiliyorsa ideali bu oluyor.

Çocuğun ancak bu durumda kendini güvende hissedebileceğinin altını çizen Sayım, ayrılma kaygısı olan çocuklarda anneden ayrılamama, anne giderken ağlama, sonrasında agresivite, uyum güçlükleri gibi birtakım sorunların görülebileceğini ifade ediyor. Sayım bu sorunların tamamen anne-çocuk ilişkisinden kaynaklandığını da söylüyor.

Çocuğun anneye güvenli bağlanmasının önemine dikkat çeken Uzm. Psk. Aynur Sayım ilk 3 yaşın önemini vurguluyor.

Birliktelikte nicelik değil nitelik önemli
"İlk 3 yaş anneye güvenli bağlanma açısından kritik dönemdir. Sağlıklı anne-çocuk ilişkisi sürekli birlikte olmak demek değil, birlikte oldukları zaman dilimlerindeki sağlıklı ilişki demektir. Ve çocuğu değişimlere yavaş yavaş adapte etmektir. Yani anne, çocuğu 6 aylıkken işe dönecekse bakım verecek kişiye bir bağlanma oluşması için daha erken dönemde aynı ortamda bulunmalıdır. Ve kendi stres yönetimini başarabiliyor olması gereklidir. Bu dönemde annede depresyon gelişebilmektedir. Bu konuda bir uzman yardımı almak anneyi rahatlatacaktır."

Çalışma zamanı gelmeden annenin çocuğundan kısa sürelerde ayrılmalarda bulunması gerektiğinin altını çizen Sayım, bu ayrılmaların anneanne, babaanneye bırakmalar şeklinde olabileceğini kaydediyor.

Çocuk çok küçükse bu şekilde alıştırılmanın doğru olacağını vurgulayan Sayım, büyük çocuklarda ise sözlü sözlerle durumu anlatmanın yeterli olacağını belirtiyor. Bu noktaya kadar sürecin sağlıklı işlemesiyle sorunların yaşanmayacağını ifade eden Sayım, eğer sorun çıkıyorsa bunun nedeninin hatalı tutumlar olduğunu dile getiriyor.

Anne kadar babanın da bu süreçte önemli olduğunu belirten Sayım;
"Olumlu ve gerçekçi düşünerek 'Önemli olan benim çocuğuma doğru davranmam. İyi bir anne olmam hep çocuğumun yanında olmam değil, ona karşı davranışlarıma bağlı' düşüncesini benimseyerek, anne bu süreci yönetebilir. Anne bu konuda zorlanıyorsa yardım istemeli ve yardım almalıdır."

Bu süreçte anne kaygılı mı ya da anne her şeye yetişme çabasının içinde gerçekten çocuğu duygusal olarak ihmal ediyor mu? Bunların araştırıp çözümlenmesi gerektiğini kaydeden Sayım çocuklarla kurulacak en iyi iletişim dilinin ise onlarla geçirilen süre ve bu sürede birlikte yapılan aktiviteler olduğunu hatırlatıyor.

Sayım, çocuk sahibi olmadan önce eşlerin kurdukları aile içindeki rolleri, birbirleriyle olan ilişkilerini gözden geçirmeleri ve şu soruları kendilerine sormaları gerektiğini vurguluyor.

 Aile bireyleri özgüven ve bağımsızlık duygusu olan kişiler mi?
 Kendi aralarında yaşanan problemleri çözme becerisini oluşturabildiler mi?
 Dışarıdan gelen olumsuz etkilerden sıyrılıp aile bütünlüklerini koruyabiliyorlar mı?
 Eşler arasında birbirlerinin gelişmesini destekleyen sevgi dolu bir ilişki var mı?
 Sorumluluk alma duygusuna sahipler mi?
 Doğru iletişim dilini kullanıyorlar mı?
 Birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlar mı?
 Aileye yeni katılacak çocuğun tüm ihtiyaçlarını karşılamaya hazırlar mı?
 Eşler birbirlerine değer veriyorlar mı?
 Ebeveynlik becerilerine sahipler mi?

0 yorum

Çocuğun ilk diş muayenesini oyuna çevirin

Çocukların kalıcı dişlerinin sağlıklı olabilmesi “geçici diş” diye önemsenmeyen süt dişlerinin doğru kontrolünden geçiyor. 

Ağız ve diş sağlığı için çocukların 6 aylıkken diş hekimi ile tanıştırılması gerektiğini söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk Diş Hekimi Uzman Dr. Pınar Tunçbilek, ilk diş kontrolünde çocuğun korkutulmamasının “diş hekimi korkusu” açısından çok önemli olduğunu söyleyerek , “Çocuğu ‘korkma hiç acımayacak’ diye kandırmaya çalışmak doğru bir yöntem değil” dedi.

İlk diş muayenesi hem çocuğun ağız ve diş sağlığı açısından büyük önem taşıyor hem de ebeveyinlerin çocuklarının ağız bakımını nasıl yapacaklarını öğrenmelerini sağlıyor.İlk diş muayenesinin hekim tarafından doğru yönetilmesi çocuğun “diş hekimi korkusu”na kapılmamasını da sağlıyor.

Ağız ve diş sağlığına özen göstermeye erken yaşlarda başlanmasını tavsiye eden Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk Diş Hekimi Uzman Dr. Pınar Tunçbilek, “Geçiçi oldukları için süt dişleri ebeveynler tarafından yeterince önemsenmiyor. Ancak bu ihmal ileride daimi dişlerde de sorunlara neden olabiliyor” dedi. Hayat boyu sürecek ağız ve diş bakımının altı ay ile bir yaş arasında başlaması gerektiğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk Diş Hekimi Uzman Dr. Pınar Tunçbilek, bebeklik döneminde dişlerin nasıl temizlenmesi gerektiğini ebeveynlere göstermenin çocuğun diş sağlığı için gerekli olduğunu ifade etti. Dr. Tunçbilek, halk arasında biberon çürüğü olarak da adlandırılan ve yanlış beslenme alışkanlıklarına bağlı gelişen çocukluk çağı çürüklerinden korunabilmek için de küçük yaşta yapılan muayenenin önemli olduğunu söyledi.

İlk muayeneyi oyuna çevirin

İlk yaş muayenesinde amacın beslenme konusunda ailelere yol göstermek ve koruyucu uygulamalar hakkında bilgi vererek bebeğin diş sağlığını korumak olduğunu belirten Dr. Tunçbilek, bu muayene bebek, ebeveynin yanındayken gerçekleştirilir ve her türlü ani hareketten kaçınılır dedi.

Bebekte korku oluşmaması için ilk muayenede ebeyenlere ve diş hekimlerine büyük iş düştüğünü söyleyen Dr. Tunçbilek, “İşlemler yapılırken kullanılan tüm aletler çocuğa tanıtılıyor ve bazı aletleri onların denemesine izin veriliyor. İlk muayenede canı yanmayan, hatta oynanan oyunlar sayesinde odadan mutlu ayrılan çocuk bir sonraki randevuya çok daha rahat geliyor” dedi.

Diş Hekimi ziyareti öncesi uyarılarda bulunan Dr. Tunçbilek, yapılması ve yapılmaması gerekenler konusunda aileler için şu önerileri sıraladı:

• Tedavi öncesinde “korkma, hiç acımayacak” gibi cümleler kurmayın. Bu tür ifadeler içindeki korkuyu tetikleyici etki yapar.
• Bunun sağlık için gerekli olduğunu anlaması için hediye yöntemi ile ödüllendirmeyi denemeyin.
• Korku dolu hikayeler kullanarak çocuğu diş hekimine götürmeye çalışmayın.

Hangisi doğru hangisi yanlış ?

• Çocuklarda ağız bakımı doğumdan itibaren başlar. İlk dişler genelde bebek 6 aylık civarındayken çıkar. İlk dişlerin bakımı karbonatlı su ve gazlı bezle yapılır. DOĞRU

• Eğer çocuğun dişlerinde o zamana kadar herhangi bir belirgin sorun olmamışsa, ilk rutin diş kontrolünün 2 yaşında yapılması uygundur. YANLIŞ

• 6 ay – 1 yaş arasında bebeklerin dişleri çıkarken, dişler çocuk doktoru tarafından takip edilmelidir. YANLIŞ

• Bebeğin ağzında 20 diş olduğunda, arkada yer alan sut azılarının kalıcı olduğu akılda tutularak özel bakım yapılmalı, bu dişler çıktığında, çürümeyi önlemek için özel kaplama yapılmalıdır. YANLIŞ

0 yorum

Bebeğinizi kucağınıza aldığınızda

Hamileliğin ardından, bebeğinizi kucağınıza aldığınız an, hayatınızın en mutlu anlarından bir tanesidir. Kendi canınızdan bir parçanın sağlıklı doğması, ailenize katılması, hayatınızda yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bu yeni başlangıç bazen yeni doğum yapan kadınlarda strese, psikolojik olarak değişikliğe yol açabilir. Bu stres normaldir ancak uzun sürerse doğum sonrası depresyonu yaşıyor olabilirsiniz…

Terapi İstanbul’dan Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer doğum sonrası depresyonu şu şekilde değerlendirdi;
Kadınlar, bir şekilde, doğumun otomatik olarak keyif ve neşe oluşturduğunu öğrenmişlerdir. Çocuk doğurmayı takip eden dönemin hayatlarının en mutlu zamanı olması gerektiğine inanmaya yönlendirilmişlerdir. Gerçekte ise, ailenin yaşam döngüsündeki en stresli ve endişe üreten dönemlerden birisidir. Bu dönemde kadının eşinin, ailesinin ve yakınlarının annelik rolüne uyum sağlamaya çalışan anneye psikolojik destek vermesi gereklidir.

Her sene, doğum yapan kadınların yarısından fazlasında ruhsal sorunlar görülmektedir. Bu kadınlardan yüzde 10 ile 15'i çocuk doğurmayı takip eden dönemde, uykusuzluk, kafa karışıklığı, annelik durumuna alışma endişesi gibi problemler yaşamaktadır.

Doğan çocuğun attığı ilk çığlıktan sonra, sorulan ilk soru, ‘‘Kız mı oğlan mı’, ikincisi de ‘‘Annenin sağlığı nasıl?’’dır. Bu soruyla merak edilen annenin fiziksel sağlığıdır. Ve ‘‘İyi’’ cevabı alındıktan sonra ‘‘doğum olayı’’ başkaları için bitmiştir. Oysa anne için doğumun sadece fiziksel aşaması sona ermiş ve annelik rolüne uyum sağlamasını gerektiren, ruhsal problemlerin yaşanabileceği bir dönem başlamıştır. Bu dönem gündelik sorunların yaşanıp profesyonel yardım olmadan aşılabileceği gibi yardım gerektirecek kadar ciddi problemler de görülebilir.

Yeni anneler, doğumdan sonraki ilk sene içinde her an depresyona yatkındırlar. Bir çocuğun bakımını üstlenmekle birlikte insanın eşiyle geçirdiği zamanın kaybı, yetişkin arkadaşlıklarının kaybı, özgürlüğün ve alışılmış gündelik hayatın kaybı da yanında gelmektedir. Yaşamlarının bir daha asla eskisi gibi olmayacağının bilinciyle, yeni yaşam tarzına uyum sağlamaya çalışırken bu bütün aile için de bir uyum zamanıdır.

Gözardı Edilen Ruhsal Sıkıntılar
Doğum sonrasında annelere tıbbi bakım eksiksiz verilirken, ruhsal sorunlar göz ardı edilebilir. Doğum yapan kadınlarda annelik hüznü %50-70, doğum sonrası depresyon %10-15 oranında görülebilir. Doğum sonrası dönemdeki ruhsal sorunlar için risk faktörleri şunlardır: Evlilikle ilgili sorunlar, geçmişteki ruhsal sıkıntılar (depresyon, bunaltı, kaygılar), ailede ruhsal hastalık, evli olmama, istenmeyen gebelik, annelik rolü için hazırlıksız olma, ilk gebelik, doğum korkuları, sosyal desteğin olmayışı sayılabilir. Doğumla birlikte değişen rol tanımları (çift olmaktan anne baba olmaya geçiş) ve bebek bakımının getirdiği psikososyal stresler ruhsal sorunların ortaya çıkmasını tetikleyebilir.

Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer; “Doğum sonrası depresyon genellikle birkaç ay içinde düzelir”
Doğum sonrası depresyon, doğumdan sonraki ilk 6 hafta içinde sinsice başlar, bir hatta iki yıl sürebilir. Klinik tablo hafif depresif duygu durumdan melankoliye kadar değişebilir. Doğum sonrası depresyon genellikle birkaç ay içinde düzelir. Orta ve ağır şiddette ise mutlaka bir uzman tarafından tedavi edilmelidir. Tekrarlama riski hem sonraki doğumlarda hem de hamilelik dışı dönemlerde yüksektir. Eğer geçmişte depresyon öyküsü yoksa doğum sonrası depresyon riski %10-15, depresyon öyküsü varsa %25’tir.
Doğum sonrası depresyon tedavi edilmezse uzun sürer ve anneye verdiği duygusal zararın yanı sıra çocuğun gelişimini de olumsuz yönde etkiler.

Doğum sonrası depresyon belirtileri nelerdir?

• Normalden daha fazla ağlama
• Çoğunlukla üzgün hissetme
• Konsantre olamama ve sıkıntı içinde hissetme
• Eşyaları nereye koyduğunuzu hatırlamakta zorluk çekme
• Eskiden keyif aldığınız şeylerden keyif alamama
• Çok yorgun olduğunuz halde bebeğiniz uyuduktan sonra bile hala uyuyamama
• Günün çoğunda yorgun olma
• Hep böyle hissedecekmiş gibi hissetme
• Yalnız kalmaktan korkma
• Böyle hissetmeye daha fazla devam etmek durumunda olmaktansa ölmüş olmayı isteme

Tedavi Yöntemleri;
* Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer
Genellikle, belirtiler fark edilmeden geçer çünkü bunlar yeni bir bebeğin bakımının getirdiği stresin birer parçası sanılabilir.

Bir bebeği göğüsten emzirmek ve adetlerin geri dönmesi, vücudun biyokimyasını değiştirebilecek ve bir depresyonun zamanlamasını etkileyebilecek önemli hormonal olaylardır.

Hamilelik, doğum ve doğum sonrası döneme ilişkin verilen eğitim ve gevşeme teknikleri anneyi pasif konumdan çıkararak korkusunu kontrol altına almasına yardımcı olmaktadır. Psikiyatrik ilaçların bebek üzerindeki etkileri konusunda bilinenler azdır. Zorunlu olmadıkça, özellikle ilk üç ayda ilaç kullanımından kaçınılmalıdır.

Ruhsal duruma bağlı olarak annenin beslenmesi ve bakımı önemli ölçüde bozuluyorsa ya da kendisi, bebeği ve çevresi için risk oluşturuyorsa en düşük risk grubundan ilaçlar, etkili en düşük dozda kullanılabilir.

0 yorum

Anne Sütü Nasıl Arttırılır

Bebeklerin sağlıklı gelişimleri için özellikle de ilk 6 ay boyunca anne sütü ile beslenmeleri çok büyük bir önem taşımaktadır. Anne sütü içerisinde barındırdığı önemli enzimler ve etken maddeler sayesinde bebeğinizin daha sağlıklı beslenmesini sağlarken aynı zamanda onu gelecek yaşamında hastalıklardan da koruyacak sihirli bir formül olarak görülmektedir. Anne sütünün faydaları çok fazla olduğu için doktorunuz aksini söylemedikçe kesinlikle ek gıdaya geçiş için acele edilmemelidir.

Günümüzde pek çok anne sütü yeterli olduğu halde bebeklerinin doymadığını düşünerek ek gıdalara çok erken dönemlerde geçiş yapmaya başlamaktadır. Oysa ki size sütünüzün yetmediğini söyleyebilecek tek kişi doktorunuzdur. Bu nedenle kayınvalideniz, anneniz, komşunuz ya da bir arkadaşısınız çocuğunuz çok zayıf olduğunu, doymadığı için ağladığını söylerse yapmanız gereken tek şey buna kulaklarınızı tıkamanızdır. Yapılan tüm bilimsel çalışmalar sanılanın aksine şişman bebeğin sağlıklı bebek olmadığını ortaya koymaktadır. Sütün gerçekten az olduğu anneler ise anne sütünü arttıran besinler ve içeceklerden daha fazla tüketmektir.

Anne sütü nasıl arttırılır sorusunun ilk ve tartışmasız yanıtı kesinlikle annenin stresten uzaklaşması, bebeğini severek ve isteyerek emzirmesi ve asla sütüm yetmeyecek endişesi yaşamamalarıdır. Sütüm yetmiyor endişesi yaşayan ya da sütün yetmiyor diye eleştirilen annelerin sütleri ne zayık ki gerçekten azalmaktadır. Üzüntü, sıkıntı ve stres anne sütünü azaltan en önemli faktörlerdir. Daha mutlu olan anneler bebeklerini daha sağlıklı şekilde besleyebilecektir. Anne sütünü arttıran gıdalar arasında ilk sırayı marul almaktadır. Ayrıca rezene ve ısırgan otu kullanılarak yapılan bitkisel çaylarda anne sütünü arttırmakta etkilidir. Bunlara ek olarak annelerin bol bol sıvı tüketmeleri de anne sütü için önemlidir. Ayrıca kırmızı mercimek çorbasının içine mısır unu, kimyon ve yulaf unu katılması anne sütünü arttırmaktadır. Anne sütünü arttıran sebzeler arasında ise en çok bilineni maruldur. Ayrıca şalgam ve turp da anne sütünü arttırmaktadır. Ancak turp aynı zamanda gaz oluşmasına neden olduğu ve anne sütünden bebeğe de taşındığı için aşırı derecede tüketilmesi önerilmemektedir. Anne sütünü arttırmak için dikkat edilmesi gereken en önemli nokta günde en az 3 litre sıvı tüketilmesi ve bunun en az 10 bardağının saf sudan oluşmasıdır.  
0 yorum

Bebeklerde İnek Sütüne Dikkat

Uzman Diyetisyen İpek Ağaca, inek sütünün bebeklerde en önemli ve yaygın alerjik besin türü olduğunu ve dikkat edilmesi gerektiğini söyledi. Ağaca yaptığı açıklamada, inek sütü proteinlerinin deride, sindirim ve solunum sisteminde immün kaynaklı hassasiyet reaksiyonlarına neden olabildiğini vurgulayarak, "Bu durum; inek sütü intoleransı (duyarlılık) veya aşırı duyarlılık olarak da isimlendirilmektedir. İnek sütü özellikle çocuklarda en önemli ve en yaygın alerjik besin türüdür, çünkü çocuklarda diyette birincil besindir" dedi. İnek sütü Proteini alerjisinin çoğunlukla bebeklerde ve çocuklarda görüldüğüne dikkat çeken Ağaca, şunları kaydetti: "İnek sütü proteinlerine bağlı alerjik reaksiyonlar yaşamın ilk haftalarında, ortalama 3. ayda başlamakta ve bağırsağın fonksiyonel ve morfolojik yapısının gelişmesi sonucu 2-3 yaşlarında ortadan kalkmakta ve şikayetler gitgide azalmaktadır.

Yeni doğan bebeklerde sıklıkla görülmesine karşın, son dönemlerde yapılan çalışmalar süte karşı duyarlılığın yetişkinlerde de yaygın olduğunu göstermektedir." Ağaca, süt alerjisinin laktoz intoleransı ile karıştırılmaması gerektiğini ifade ederek, "Süte karşı reaksiyon iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Birincisi laktoz intoleransı yani laktaz enziminin eksikliğinden (veya yokluğunda) ileri gelen duyarlılık, ikincisi ise süt proteini intoleransı gibi immünolojik mekanizma tarafından oluşturulan süt duyarlılığıdır.

 Laktoz intoleransı kısaca laktoz intoleransı; laktaz enzimi yetersizliği veya yokluğu nedeniyle laktozun sindirilememesi sonucu karın bölgesinde ağrı, şişkinlik, bulantı ve ishal gibi gastrointestinal semptomların görülmesidir" diye konuştu. Ağaca, çocuğun inek sütüne alerjisi olduğunun ise şöyle anlaşılacağın söyledi: "Sağlıklı olan bir bebekte inek sütü verilmeye başlandıktan sonra ishal ve kusma gözlenirse, bazen dışkısında kan varsa ve çocukta huzursuzluk ve ağlama varsa inek sütü alerjisi akla gelmelidir.


İnek sütü alerjisinde ailesel geçmişin önemli rolü vardır. Çocuğun inek sütüne alerjisi varsa, süt az yağlı, yarım yağlı, süt tozu, süt proteinleri, diğer hayvan sütleri, inek sütüne alerjisi olan bir çocuk çapraz duyarlılık söz konusu olduğu için koyun ve keçi sütlerine de duyarlılığı olabilir. Bu yüzden bu sütleri de tüketmemelidir. Tereyağı, tereyağı aromalı diğer yağlar, margarin peynir çeşitleri, yoğurt, krema, muhallebi, laktalbumin, laktoglobulin, laktoz, laktuloz içeren ürünler, aroma katıcı Maddeler ve süt bazlı mamalardan uzak durulmalı. Çocukta büyüme ve gelişmeyi engellemeden tanının konması çok önemlidir. Çocuğun beslenme programında süt ve süt ürünlerine yer verilmez. Temel besin, Anne Sütü olmalıdır.

Çocuğa soya bazlı mamalar, sebze çorbaları, meyve suları, yumurta ve et verilerek klinik tablonun düzeltilmesi sağlanmalıdır." Ağaca, yapılan birçok çalışmada inek sütü proteinine intolerans gösteren birçok bebekte soyaya, Buğdaya ve yumurta proteinlerine de duyarlılık gelişebildiğini, bu noktaya dikkat edilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.(İHA)
0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI