işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

Vücuttaki Titreme ve İstemsiz Kasılmaların Tedavisi

Parkinson hastalığı, el, ayak ve vücut titremeleri, istemsiz kasılma ve seğirmelerle seyreden hareket bozukları, sadece yaşlılarda değil gençlerde de ortaya çıkabilir. Tedavi edilmediği takdirde iş ve sosyal yaşamı ciddi ölçüde etkileyen bu rahatsızlıkların tedavisinde cerrahi yöntemler önemli rol oynuyor. 

Memorial Ankara Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Hakan Oruçkaptan, vücutta titreme ve kasılmaya neden olan rahatsızlıklar hakkında bilgi verdi.

Parkinson hastalığında öncelik ilaç tedavisidir
Parkinson hastalığı, özelleşmiş dopamin düzeni ile ilgili bazı sinir hücrelerinin kaybı veya azalması ile kendini gösteren ilerleyici bir hastalıktır. Çoğu zaman vücudun bir tarafında hareketlerin ileri derecede yavaşlaması, dinlenme halindeyken görülen titreme, kasların düzensiz kasılması sonucu oluşan sertlik tablosu ve duruş bozukluklarıyla ortaya çıkar. Hastalık ile mücadele için öncelikle ilaç tedavisi uygulanmaktadır. Burada amaç eksik olan dopaminin yerine konulması veya bu maddenin ortamda yıkımının geciktirilmesidir. Bu tedaviye yanıt alınamaması veya tedaviye zaman içinde direnç gelişmesi halinde cerrahi tedavi tercih edilmektedir.

Titreme günlük yaşamınıza engel oluyorsa…
Genellikle Parkinson hastalığının bir belirtisi olarak görülen titremenin başka nedenleri de bulunmaktadır. Titreme şikayeti olan hastaların önemli bir kısmında esansiyel tremor sorununun nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bu hastalarda sıklıkla aile öyküsü bulunur, titreme hareketle artar ve genellikle hafif derecededir. Kaygı bozukluklarıyla şikayetler belirginleşir ancak hastalar genellikle tedaviye gerek kalmadan veya bazı ilaçların yardımı ile yaşamlarını sorunsuz olarak sürdürebilirler. Bu hastaların bir kısmında tremor hastanın günlük yaşamını yardımsız sürdürmesini engelleyebilir. Bu durumlardaki kişilerde ilaç tedavisine yanıt genellikle sınırlı olduğu için cerrahi tedavi tartışılmalıdır.

İstemsiz kasılma ve seğirmelere botoks ya da cerrahi tedavi uygulanıyor
Sık görülen hareket bozukluklarından bir diğeri “distoni” olarak adlandırılan, vücudun tamamında ya da bir kısmında gerçekleşen istemsiz kasılmalara ve seğirmelere sebep olan nörolojik hareket bozukluklarıdır. İstemsiz kasılma ve seğirmelere yönelik ilaç tedavisi genellikle çok etkin olmamaktadır. Hastaların büyük bir kısmında tıbbi tedavi botoks uygulaması ile sürdürülmektedir. Bu tedavinin yetersiz kaldığı veya tolere edilemediği durumlarda cerrahi tedavi uygulanır.

Cerrahi tedavilerin etkinlik süreleri değişiklik gösterebilir
Hareket bozukluklarının cerrahi tedavisi hedef ve amacı ne olursa olsun mutlaka bir ekip çalışmasını gerektirir. Hareket bozuklukları grubu olarak isimlendirilen bu ekipte ideal olarak hareket bozuklukları konusunda deneyimli bir nöroloji ve nöroşirürji uzmanı, psikolog veya psikiyatrist yer almalı, hastalar grup içinde her yönüyle incelendikten sonra ideal tedavi yaklaşımı belirlenmelidir. Cerrahi tedavinin etkinlik süresi hastalığa ve yapılan işleme göre değişiklik gösterir. Örneğin titremeye yönelik tedavilerde etkinlik uzun süreli olup, tekrarlama ihtimali oldukça düşüktür. Yine distonilerde cerrahi tedavinin etkinliği uzun sürelidir. Buna karşın Parkinson hastalığında cerrahi tedavinin etkisi zaman içinde kısmen azalır. Aslında bu tedavinin etkinlik süresindeki azalma, hastalığın zaman içinde ilerlemesi ve bazı semptomların yeniden belirgin hale gelmesine bağlıdır.

0 yorum

Doğum Sonrası Egzersizleri

Hamilelik sırasında her anne adayı muhakkak az veya çok kilo alır. Doğumdan sonra kilo vermek için dengeli beslenmek çok önemlidir. Bununla birlikte doğru egzersiz, hem kilo verilmesine yardımcı olacak hem de gebelik sırasında bozulan vücut şeklinin düzelmesini sağlayacaktır. 

Anne olan kadınların eski formlarına sağlıklı bir şekilde geri dönmeleri için Özel Çamlıca Medicana Tıp Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. A. Can Şener, Doğum sonrası doğru egzersiz hareketleri hakkında bilgi verdi.

KALÇALAR İÇİN EGZERSİZLER
• Sırtüstü yatarak, tabanlarınız yere değecek şekilde dizlerinizi bükün ve aralayın. Baseni yerden yukarı doğru kaldırarak kalça kaslarınızı sıkıştırın, bu pozisyon 8-10 saniye kadar kalın.
• Dört ayak pozisyonunda bacaklardan biri gergin olarak kaldırın. Bacağı dizden bükün. Hareketi bacak değiştirerek tekrarlayın.
• Bacaklarınızı öne doğru uzatarak yere oturun. Avuçlar yere değecek şekilde kollarınız yanlara açın. Sağ kolunuzda kuvvet alarak sol kalçanızı yerden kaldırıp öne doğru ilerlemeye çalışın. Hareketi diğer kolunuzun üzerinde deneyin.
• Tüm hareketler kalça kasları sıkıştırılarak yapılmalıdır.

• BACAKLAR İÇİN EGZERSİZLER
• Ellerinizi duvara dayayarak ayakta durun değiştirerek tekrarlayın.
• Bir ayağınızın topuğunu kaldırarak diğer ayağınızı gergin bir şekilde yana uzatın. Hareketi ayak değiştirerek tekrarlayın.
• Bir önceki egzersizin zıplayarak uygulanması etkilidir.
• Bir önceki pozisyonu bozmadan ayağınızı gergin tutarak içeri doğru sallayın.

• BEL ÇEVRESİ İÇİN EGZERSİZ
• Ayakta durarak bacaklarınızı iki yana açın. Ellerinizi belinize koyarak vücudunuzun üst kısmını yanlara doğru esnetin.
• Ayakta durarak bacaklarınızı iki yana açın. Kollarınızı dirsekten kırarak göğüs hizasında birleştirin. Bu pozisyonda bedeninizi sağa ve sola çevirin.

• GÖĞÜS KASLARI İÇİN EGZERSİZLER
• Bu egzersizler hamilelikte ve süt verme dönemlerinde göğüslerinizin sarkmasını önlemektedir.
• Bağdaş kurarak oturun. Avuç içleri yukarı bakacak şekilde kollarınız iki yana açın ve gergin olarak geriye doğru esnetin.
• Aynı pozisyonda kolları yukarı doğru uzatın. Gergin bir şekilde geriye doğru esnetin.
• Ayakta durarak bacaklarınızı iki yana açın. Yumruklarınızı sıkıp kollarınızı öne doğru çapraz uzatın. Kollarınızı değiştirip harekete devam edin.
• Bağdaş kurarak oturun. Kollarınızı dirsekten yukarı doğru bükün. Geriye doğru esnetin.

0 yorum

Grip streslileri seçiyor!

Stresli zamanlarda vücudumuz enfeksiyonlara karşı daha savunmasız oluyor. Yapılan bilimsel çalışmalara göre işsizlik ya da aile içi tartışmalar yaşayan kişilerde soğuk algınlığı ve grip gibi enfeksiyonlar daha sık yaşanıyor. Verem, zona, ülser ve diğer birçok bulaşıcı hastalıkların da stresle yakından ilişkisi olduğu biliniyor.

Mali sıkıntılar, boşanma, üniversite sınavı derken hepimiz günlük yaşamımızda bizi baskı altına alan ve sıkıntıya sokan durumlarla karşılaşıyoruz. Stres, aşırı derecede yaşandığı taktirde zihinsel, ruhsal ve fiziksel açıdan sağlımızı olumsuz yönde etkiliyor. Peki stresli zamanlarda vücudun enfeksiyonlara karşı daha savunmasız olduğunu biliyor musunuz?

Medical Park Ankara Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Mine Işık Arıgün, yapılan araştırmaların stresli dönemlerde soğuk algınlığı ve grip gibi enfeksiyonların daha sık yaşandığı gösterdiğini ifade etti. Uzm. Dr. Mine Işık Arıgün, stresle bulaşıcı hastalıklar arasındaki ilişki hakkında şu bilgileri verdi:

HER İNSAN STRESE FARKLI TEPKİ VERİR
Çoğu kişi günlük yaşamında stresi bir dereceye karşı yönetebilir ve kısa süreli "akut" streslere karşı uyum yollarını bulur. Şiddetli, uzun süreli "kronik" stres durumlarında ise enfeksiyonlara karşı vücudumuzun bağışıklık sistemini etkileyen olumsuz etkiler oluşur. Stres durumlarında vücudumuzda enfeksiyon riski artar.

Yapılan çalışmalar stres düzeyi yüksek ve uzun süreli olan kişilerde bazı bulaşıcı hastalıklara yakalanma riskinin daha yüksek olduğunu göstermektedir. Ancak stres seviyelerine ve çeşitlerine (duygusal, mali v.b.) göre kişilerin verdiği yanıt bireysel farklılıklar içerir. Bir kişi için önemli bir stres kaynağı olan bir durum, bir başka kişi için aynı etkiye sahip olmayabilir.

SOĞUK ALGINLIĞI RİSKİ STRESLE ORANTILI
1991 yılında yayınlanan Carnegie Mellon Üniversitesi'nde yapılan ortak bir çalışmada, soğuk algınlığı riskinin bir kişinin hayatında stres derecesiyle orantılı olduğunu göstermiştir. 1998 yılında bir başka çalışmada ise en az bir ay süreyle (işsizlik ya da aile içi tartışmalar gibi yaşam olayları için) kronik stres yaşayan insanlarda soğuk algınlığı, grip gibi enfeksiyonların daha sık yaşandığı ortaya çıkmıştır.

HİV VİRÜSÜ BİLE STRESİ SEVİYOR
2000 yılında yayınlanan bir UNC-Chapel Hill çalışmasında, hayatlarında kronik stres olan HIV ile enfekte erkeklerde hastalığın daha hızlı ilerlediği tespit edilmiştir. Her artmış stresli bir olay için AIDS hastalarında klinik olarak ilerleme veya hastalığın ağırlaşması riski 2 katına çıkmaktadır.
Kronik tüberküloz (verem), herpes simpleks virüsü reaktivasyonu (tekrarlayan uçuklar), zona zoster, ülser (bulaşıcı Helikobakter pilori bakterisinin neden olduğu) ve diğer birçok bulaşıcı hastalıkların da stresle bağlantıları gösterilmiş ve stres yönetimi iyi olmayan kişilerde tekrarlayan hastalıklar görülmüştür.

BEYAZ KAN HÜCRELERİ BAĞIŞIKLIK TEPKİSİ VERİYOR
Hastalık yapan mikroplar vücudumuza girdiklerinde özellikle beyaz kan hücrelerimiz tarafından hedef alınırlar. Beyaz kan hücreleri, mikropların ortadan kaldırılması ve bağışıklık yanıtı oluşturmak için çalışmaya başlarlar. Bulaşıcı mikroplara derhal tepki verilir. Bu ilk savunma mekanizmasında akyuvarlarda "doğuştan" bağışıklık tepkisini vardır.

KRONİK STRESTE AKYUVARLARIN İŞLEVİ AZALIYOR
Akut stres dönemlerinde salgılanan stres hormonları nedeniyle akyuvarlar daha da aktif olarak vücuda giren mikro organizmalara karşı savaşırlar. Kronik stres dönemlerinde ise vücutta sürekli olarak yüksek seviyede bulunan stres hormonları yüzünden akyuvarların işlevleri azalabilir. Böylece vücudumuzun hastalıklara karşı savaşma yeteneği de azalır. Bu durum özellikle bağışıklık sistemi zaten zayıflamış olan ileri yaştaki kişilerde daha belirgin görülür.

STRES KİŞİNİN KENDİSİNİ ALGILAMASINI AZALTIR
Stres kişinin kendisine olan algısını azaltır. Strese verilen tepki kişiye göre değişeceğinden, kişilerin de bu nedenle geçirebileceği bulaşıcı hastalıklar çeşitlenir. Bireylerin stresli zamanlarda olaylara tepkisi nasıl farklıysa, çeşitli enfeksiyonlara yakalanma ihtimalleri de diğer faktörlere göre (sigara, alkol kullanımı, obezite vb.) değişiklikler gösterecektir.

STRES TÜRÜNE GÖRE VÜCUDUN YANITI DEĞİŞİR
Akut Stres yanıtı:
Stresli bir olaya vücudumuzun hızla verdiği bir yanıttır. Vücudumuz hemen tepki enerjisini üretmek için kullanılan "stres hormonları" olarak adlandırılan kimyasalları salgılar. Bu durumlarda enerji, kas ve beyin dokularında yönlendirilir. Bağışıklık sisteminin belirli hücreleri (akyuvarlar) daha etkin hale gelir.
Kronik Stres yanıtı: Kişilerde sürekli akut stres yanıtları olduğunda kronik stres durumu oluşur. Zamanla damarların hasarlanması ve kalp hastalığına neden olabilir. Örneğin artan kan basıncı gibi vücutta sürekli değişiklikler olabilir. Kronik stres sonucunda stres hormonlarının sürekli artışı enfeksiyonların da oluşma riskine yol açar. Bu da bağışıklık sisteminin ve beyaz kan hücrelerinin bastırılmasına neden olabilir.
 Psikososyal yardımlar başta olmak üzere stresle başa çıkmak için çok farklı stratejiler vardır. Bazı ilaçlar da belirli bozuklukların neden olduğu stresi azaltmada yardımcı olabilir. Eğer stresle başa çıkma konusunda yardıma ihtiyacınız varsa, doktorunuza görüşmeniz yerinde olacaktır.

0 yorum

Diyabet hastaları ayak bakımı yaptırmalı!

Diyabet (şeker hastalığı) ayak başta olmak üzere birçok organda bozukluklara yol açabilir. Bu nedenle ayak sağlığı ve bakımı diyabetlilerde çok önemlidir. 

Diyabet ayaktaki sinir uçlarının hasar görmesine yol açtığı için sıcak - soğuk algısı, ağrı hissi olmayabilir. Ayrıca kan damarlarının hasar görmesine sebep olduğu için azalan kan akımı nedeniyle ayak ülserleri ve yaraların geç iyileşmesine neden olur. KadıköyŞifa Ayak Sağlığı Merkezi uzmanları diyabet hastalarının ayak bakımı konusunda nelere dikkat etmesi gerektiğini ve diyabet hastalarında ayak bakımının nasıl olması gerektiğini anlatıyor!

Diyabet hastalarının en sık yaptıkları hatalar

Vücudun ağırlığını taşıyan ve en çok baskı altında kalan organlardan biri olan ayaklarda yaralanmalara sık rastlanır. Diyabetli hastada nöropati oluşmuşsa ayakkabı içindeki herhangi bir cisim hissedilemez buda küçük yaralanmalara, tahrişe neden olur. Ağrı hissi olmadığı için durum farkedilmez ve iltihaplanmaya zemin hazırlar.
Ayaklar çoğunlukla üşüdüğünden ısınmak için kullanılan soba, kalorifer, sıcak su torbası vb. şeylerle yanık tehlikesi, ortaya çıkabilir.

Tırnakların derin kesilmesi, nasırların kesici aletlerle alınmaya çalışılması, ince ve hassas derinin ponza taşı ile temizlenmeye çalışılması ciddi yaralanmalara yol açacağından ayakların mutlaka ayak bakım uzmanı tarafından kontrolü ve bakımı yapılmalıdır. Böylece kişinin yaşam kalitesi korunabilir.

Ayak Sağlığında uzmanlar hangi hizmetleri sunar?

• Ayak tırnaklarınız diyabetliler için özel olarak tasarlanmış tırnak makası ile kesilir
• Ayakta ve tabanda oluşan nasırlar, keratin tabakalar podiatri cihazı ve özel frezler yardımıyla temizlenir. Diyabetliler için kullanılan özel kremler ile hassas deri koruma altına alınır
• Basış bozukluğu ya da kemik deformiteleri mevcut ise ihtiyaç görülen tabanlık ya da destek malzemesi önerisinde bulunur.
• Uzmanlar ayakta su kabarcıkları, renk değişikliği ya da kaşıntı farketmesi halinde mutlaka doktora yönlendirir.

Diyabet hastaları kişisel bakımda nelere dikkat etmeli?

• Ayak temizliğinize özen gösteriniz. Ayaklarınızı hergün ılık su ile ve cildinizi tahriş etmeyecek bir sabun ile yıkayınız.
• Yumuşak beyaz bir havlu ile parmak aralarınız başta olmak üzere ayağınızı iyice kurutunuz. (Herhangi bir kanama riskine karşı, farkına varabilmek için beyaz havlu kullanınız)
• İyi bir nemlendirici ile (parmak aralarınız hariç ) ayaklarınızı koruma altına alınız. Parmak aralarına sürülen krem o bölgede mantar enfeksiyonuna neden olabilir.
• Dikişsiz, yüzde yüz pamuk ve mümkünse gümüş içerikli çorap tercih ediniz ve her gün çoraplarınızı değiştiriniz.
• Ayakkabı seçiminiz yumuşak deri, önü geniş ve rahat olmalıdır. Ayakkabı ayağınızı sıkmamalı, parmaklarınız içeride rahat hareket etmelidir. Ayakkabınızı giymeden önce mutlaka içini kontrol ediniz (taş vb. şeyler açısından). Önü açık terlik yada sandalet tercih etmeyiniz.

0 yorum

İyot yetersizliği zeka düzeyini etkiliyor!

Normal büyüme, gelişme ile beyin ve vücut işlevleri için mutlak gerekli bir element olan iyotun eksikliği, pek çok önlenebilir sağlık sorununu da beraberinde getiriyor. Uzmanlar iyotlu tuz kullanımının gerekliliğinin altını çiziyor.

İyot, beyin ve sinir sisteminin normal büyüme ve gelişmesi, vücut ısısı ve enerjisinin devamı için gerekli olan tiroid hormonlarının önemli bir bileşeni. Besinlerle iyot alımı yetersiz kaldığında , çeşitli iyot eksikliği hastalıkları görülüyor. Tiroid bezinden kana geçen hormonlar yeterli miktarda üretilemiyor, hemen hemen tüm organların büyümesi, gelişmesi ve işlevlerinde sorunlar ortaya çıkıyor, boy uzaması duruyor ve zihinsel işlevler geriliyor.

Yapılan bilimsel çalışmalara göre, doğumdan itibaren iyot yetersizliği zeka düzeyinde 13.5 puanlık düşmeye neden oluyor, çocuklarda öğrenme yeteneğinde azalma ve algılama güçlüğü ve bunun sonucu olarak da okul başarısında düşme gibi sorunlara yol açıyor. Hamilelerde iyot eksikliği ise erken doğuma, düşüklere ve bebeğin zeka gelişiminde olumsuzluklara sebebiyet veriyor.

İyotlu tuz kullanımı konusunda bilinçlenme gerekiyor.
Dünyada 1,6 milyon insan iyot yetersizliği hastalıkları açısından risk altında. 750 milyon kişide guatr var, 43 milyon kişi önlenebilir beyin özürlü. Sağlık Bakanlığı Anne Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü, ODTÜ ve UNICEF tarafından birlikte gerçekleştirilen Türkiye ölçeğindeki ‘Hanehalkı İyotlu Tuz Tüketimi Araştırması’ na göre Türkiye’de sofrada iyotlu tuz kullanımında bölgeler arasında ciddi farklılık var. ODTÜ araştırmasınca kapsanan hanelerden %64’ü iyotlu tuz kullanıyor. İyotlu tuz kullanan hanelerin oranı kentsel yerleşimlerde %70 civarında iken, kırsal alanlarda bunun yarısı kadar.

Tuzun iyotlanması Türkiye’de 1998 yılından bu yana yasal zorunluluk haline geldi. Ne var ki, piyasada bulunan iyotlu tuz miktarı hakkında elde bilgi olsa bile, bu tuzun ülkeye nasıl dağıldığı hakkında bilgi olmadığından ve kullanım da kişilerin ağız tadına göre değiştiğinden, fiili kullanım hakkında yeterli veri yok. Açık olan bir gerçek var ki; iyotlu tuz kullanımının önemi konusunda bilinçlenme gerekiyor

0 yorum

Kışın turp gibi olmak için turp yiyin

Kışın beslenmemizde yapacağımız ayarlamalar, kışı turp gibi sağlam geçirmemizde son derece etkilidir. Turp gibi bir kış geçirmek için kış soframızda turp olmalı.

Kışın soğuktan korunmak için kıyafetlerimizi değiştirip kalın kışlık kıyafetlere geçmemiz son derece doğal ve kendiliğinden olan bir davranış. Kıyafetlerimizin kışa uygun olması oldukça normal. Hatta bu konuyu gündeme getirmek bile abes.

Kıyafetlerimizi kışa uyarlamak ne kadar gerekliyse, soframızı da kışa uyarlamak o ölçüde gerekli bir düzenlemedir. Kış sofrası bizi kış mevsiminin oluşturacağı sağlık problemlerinden koruyacak etkidedir. Hatta kışın beslenmemizde yapacağımız ayarlamalar, kışı turp gibi sağlam geçirmemizde son derece etkilidir. Turp gibi bir kış geçirmek için kış soframızda turp olmalı.

Kış mevsiminin baharatımsı tadı ile lezzet sipektrumu oluşturan turp, kış sofralarının koruyucu kalkan yapısının temel yiyeceğidir. Turpu salatalarımıza rendeleyebileceğimiz gibi doğrayıp söğüş şeklinde de tüketebiliriz. Sebze çorbasının içine 1 adet turp atmak kış çorbanızın tadını ve besin değerini zenginleştirir. Siyah turpun içini oyup 1 tatlı kaşığı bal ilave edip, 5-6 saat beklettikten sonra turpun içindeki balı yemek üst solunum yolu enfeksiyonuyla savaşımızda yardımcı etken niteliğindedir.

Beslenme ve Diyet Uzmanı
Nil Şahin Gürhan
Turpun içerdiği demir, bağışıklık sisteminizi güçlendirmenin yanında günü maksimum enerjik geçirmeniz için de destek sağlar. İçeriğinde bulunan kalsiyum ve potasyum ise dolaşımı hızlandırarak ödem oluşmasını engellediği gibi bağışıklık sistemimizi kuvvetlendiren bir başka faktördür.

Turp; enerji metabolizmasında başrol oyuncusu olan B2 vitamini, diğer adıyla riboflovin yönünden de zengindir. Böylece turpun içindeki B2 vitamini ile kilo kontrolümüze de destek sağlamış oluruz. B2 vitamini ayrıca diğer B grubu vitaminleri ile simbiyotik birliktelikle cilt, saç, tırnak sağlığında ve güzelliğinde pozitif etki gösterir.

Kışın bol bol turp yiyelim; daha az hastalanalım, daha enerjik olalım, kilomuzu daha kolay kontrol edelim, cildimiz daha pürüzsüz, saçlarımız daha parlak, gözlerimiz daha canlı olsun.



0 yorum

Kan şekerini dengede tutmanın püf noktaları

Bu 5 hata, bayılma atakları, baş dönmesi ve göz kararmasına neden olabilir!

Dünyada her geçen gün unlu, şekerli, doymuş yağlardan zengin gıdaların, şeker veya fruktoz (meyve şekeri) içeren içeceklerin ve fast food türü besinlerin tüketiminin artmasına paralel olarak obezite (şişmanlık) ve Tip 2 diyabetin görülme oranı yükseliyor. Tip 2 diyabet gelişmeden önce oluşan aşırı insülin salgısı sonucunda da “hipoglisemi”, bir başka deyişle kan şekeri düzeyinin 70 mg/dl veya altına düşmesi tablosu gelişiyor.

Glikoz düzeyinin çok düşük olması tehlikeli bir durum. Çünkü beyin tek enerji kaynağı olarak sürekli glikoza, bir başka deyişle ‘kan şekerine’ bağımlı oluyor. Kan şekeri düştüğünde göz kararması, bayılma atakları, halsizlik, baş dönmesi ve titreme gibi sonuçlar ortaya çıkabiliyor. Peki ama hangi beslenme hataları hipoglisemiye neden oluyor?

Hipoglisemi; obezite ve Tip 2 diyabet oranındaki artışa paralel olarak yükseliyor. Genellikle tip 2 diyabetin erken dönemi olsa da, sadece bu nedenlerden dolayı ortaya çıkmıyor. Yoğun çalışma temposu ve aşırı stres nedeniyle yeteri miktarda kalori veya karbonhidrat alınamadığında veya ağır egzersiz durumlarında kan şekeri belirli bir düzeye erişemediğinde de hipoglisemi görülebiliyor.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Olcay Barış kan şekerinin düşmesine yol açan beslenme hatalarını ve kan şekerini dengede tutmanın püf noktalarını anlattı.

1. HATA: Sık beslenmek yerine, vücudu aç bırakmak, öğün atlamak
Zamanında yenilmesi gereken öğünün atlanması, geciktirilmesi veya ara öğünlerin atlanması kan şekeri düşüklüğüne sebep olarak halsizlik, baş ağrısı, titreme, terleme, çarpıntı ve konsantrasyon güçlüğü gibi yakınmalara sebep olabiliyor.

DOĞRUSU: Öğünleriniz arasında en fazla 3 saat olsun: Açlık ataklarını kontrol altına almanız gerekiyor. Bunun için açlık hissine göre değil, saate göre beslenin. Uyandıktan itibaren belli aralıklarla 3 ana öğün, 3 de ara öğün yapın ve öğünler arasının en fazla 3 saat olmasına dikkat edin. Öğle ve akşam yemeğinizin arası uzunsa, bir ara öğün daha ekleyin. Böylece insülin hormonu düzgün bir şekilde salınır ve kan şekerinin sabit düzeyde kalmasını sağlar.

2. HATA: Şekerleme ve fastfood tipi beslenme
Çikolata, pasta ve fast food tipi besinlerden uzak durun. Çünkü bu besinlerde bulunan basit şeker ile yağ, kan şekerinin hızlı bir şekilde yükselip daha sonra bir anda düşmesine sebep oluyor.

DOĞRUSU: Basit şeker yerine kompleks şekerli besinleri tüketin: Basit şekerler kolay sindiriliyor, hızla kana karışıyorlar. İnsülin hormonunu salımını arttırarak hızla kan şekerini düşürüyorlar. Bunun aksine kompleks şekerlerin sindirimleri uzun sürdüğü için kan şekerini hızla yükseltmiyor, kandaki şeker düzeyinin sabit kalmasına yardımcı oluyorlar. Kızartma yerine ızgara, haşlama, fırında hazırlanan yiyecekleri tüketin. Basit şeker (çikolata, şeker, jelibon) yerine kompleks şeker içeren tam tahıllı ekmek, bulgur pilavı, kepekli makarna, meyve, bakliyat ve proteinli ürünleri (süt, peynir, yoğurt, ayran) tercih edin.

3. HATA: Çok düşük kalorili şok diyetler uygulamak
Çok düşük kalorili diyet planları baş ağrısı, baş dönmesi ve açlık ataklarına sebep olabiliyor. "Açlığı açlıkla terbiye etmeyin". Hipoglisemide amaç hipogliseminin nedenini belirleyip tedavi etmek olmalı. Bu yapılmadan başlanılan bilinçsiz diyetler yalnızca baş ağrısı ve yorgunluk yapmakla kalmıyor, aynı zamanda panik atak nöbetlerine de yol açabiliyor.

DOĞRUSU: Düşük kalorili diyetler asla uygulanmayın: Diyet kişiye özeldir. Bu nedenle enerji, protein, yağ ve karbonhidrat dengesi ihtiyacınıza göre düzenlenip beslenme planı ona göre bir uzman tarafından oluşturulmalı

4. HATA: Aç karnına egzersiz yapmak
Egzersiz kan şekeri kontrolünde fayda sağlıyor. Ancak aç karnına yapıldığında göz kararması ve baş dönmesi oluşabiliyor.

DOĞRUSU: Egzersiz öncesinde sağlıklı atıştırın: Egzersize gitmeden 45-60 dakika önce mutlaka kepekli ekmek, peynir, meyve veya süt, diyet bisküvi, 10 fındık gibi dengeli bir öğün yapın.

5. HATA: Alkol ve kafein miktarına dikkat etmemek
Alkol, kan şekerini önce yükseltip sonra düşürdüğü için tüketiminden mümkün olduğunca kaçının. Kafein glikoz dengesini yeniden kazanmak için yardım etmesinin dışında bu durumun kötüleşmesine de zaman zaman neden olabiliyor.

DOĞRUSU: Sınırlı miktarda tüketin: Alkolü aç karnına değil, dengeli bir öğünle tercih edin. Kahve, çay ve çikolatalı içeceklerden de kaçının veya bunları sınırlı sayıda tüketin.

0 yorum

Asit Reflü’nün Nedenleri

Asitli mide içeriğinin yemek borusuna gelmesi ve burada uzun bir süre boyunca temas etmesi sonucunda yemek borusunun asitten kendisini koruma özelliğinin yok olmasına asitli reflü denmektedir. Halk arasında mide fıtığı olarak de tanımlanmakta olan bu hastalığın oluşma aşamasına katkı sağlayan nedenlerin sayısı ise bir hayli fazladır. Öncelikle, asit reflü’nün nedenleri konusuna uzun uzun değinmeden önce, bu tarz bir hastalığın önüne geçebilmek adına izlenilecek yollardan bahsedilmesinde fayda var. Nitekim, vücudun sağlıklı ve katkısız maddeler ile beslenmesi asit reflü gibi bir hastalığın oluşmasını engelleyecektir. Tüm bunların yanı sıra, kişinin midesi ile yemek borusuna gereğinden fazlaca önem vermesi lazımdır. Nitekim, pek çok hastalığın türemesinin başlıca nedeni, bu iki organın sağlıksız bir şekilde muhafaza edilmesinden kaynaklanmaktadır.

Asit Reflü Hastalığına Neden Olan Başlıca Etkenler
Günlük hayatınızın ve beden işleyşinin sekteye uğramasına sebebiyet veren Asit reflü hastalığının oluşmasında pek çok etken bulunmaktadır. Özellikle de bedenin dengesiz bir şekilde beslenmesi bu hastalığı tetikleyen en önemli unsurlardan birisidir. Tüm bunların yanı sıra, Asit Reflü’nün nedenleri olarak aşırı miktarda karbonhidrat yüklenmesini de gösterebilmemiz mümkündür. Keza bu tarz sıkıntıların oluşmasının yegane sebeplerinde bir diğeri de düzensiz bir kilo kontrolü içerisinde hareket etmektir. 

Asit Reflü’nün nedenlerini geniş ve maddeler halinde sıralayacak olursak eğer;
Kişinin aşırı kilo fazlalığı asit reflü,nün en büyük tetikçisidir. Başta fast food ürünleri olmak üzere, pek çok asitli içecek ve abur cuburun bu tarz hastalıkların doğmasına sebep olduğunu söyleyebiliriz.
Geç vakitte yemek yeme alışkanlığı da, asit reflü’nün nedenleri arasında gösterilmektedir. Özellikle vücudun en pasi olduğu dönem gecelerdir. Gece yenilen yemeğin hazmı gerçekleştirmesi de zor olduğundan dolayı, vücutta türeyen asitler yemek borusuna zarar vermek zorunda kalırlar.
Kişinin aşırı bir şekilde stres içerisinde olması da, asit reflüyü tetikleyen bir diğer etkendir. Nitekim, özellikle de sınav ile iş stresi yaşayan pek çok insanda asit reflü belirtilerinin olduğu gözlemlenmiştir.
Düzensiz bir uyku çeken insanlarında asit reflü hastalığıyla karşılaşma durumu çok fazladır.

Asit Reflü’nün nedenleri ve mevcut sıkınıtılarını göz önünde bulundurursak, bu hastalıktan kurtulabilmek adına atılacak ilk adım, sağlıklı diyet programı uygulamak olmalıdır. Nitekim kalori hesaplama ile hızlı yağ yakma yöntemleri sayesinde fazla kilo sıkıntınızı en aza indirerek, asit reflü hastalığından kurtulabilir ya da bu tarz bir sıkıntının önüne geçebilirsiniz. Her ne kadar bu hastalıkla karşılaştıktan sonra küçük çaplı bir karamsarlığın içerisine dahil olsanız da, dengeli bir beslenme sistemi ile düzenli bir hayat sizin iyileşmenize yardımcı olacaktır. Tabi bu aşamaların hızlıca gerçekleşmesi için en büyük görev sizlere düşmektedir. Asit reflü ve benzeri pek çok hastalığı, uzman doktor ve düzenli tedavi yöntemleri sayesinde tamamen alt edebilirsiniz.
0 yorum

1 Haftada Göbek Eritme Yontemleri

Kadınların ve erkeklerin en çok muzdarip olduğu konulardan bir tanesi göbek bölgesinde meydana gelen yağlanmalardır. Bu yağlanmalar nedeni ile bireyler rahat bir biçimde hareket edememektedirler. Erkekler bu konuyu çok fazla kafalarına takmasalar da kadınlar için durum böyle değildir. Kadınlar kıyafetlerden çıkan fazlalıklar ile çok fazla mücadele etmektedir. Düzgün ve fit bir görünüme sahip olmak isteyen hiç bir kadının göbeğe tahammülü yoktur. Söz konusu olan şey fiziksel güzellikten çok daha ötedir. Bu konu sağlık ile doğrudan doğruya ilgisi olan bir durumdur. Vücut sağlığını direkt olarak etkileyen göbek yağlanması kalp krizini bile tetikleyen bir etmen haline dönüşebilmektedir. 1 haftada göbek eritme yöntemleri bütün bireyler tarafından uygulanmalı ve sağlıklı günlere geri dönüş yaşanmalıdır. Bu durum göbek çevresi yağlanması olarak bilinsede durumun asıl açıklaması bel çevresi yağlanmasıdır.

Göbek Çevresinde Oluşan Yağlanmaların Nedenleri Nelerdir?
Göbek çevresinde meydana gelen yağlanmalar birçok şeyin habercisi olabilmektedir. Göbek çevresi yağlanması belki de vücudunuzun size gönderdiği uyarı sinyallerinden bir tanesidir. Peki, göbek yağlanmasının asıl nedeni nedir? Hangi besinler veya hangi durumlar göbek yağlanmasını tetikler?
  • Kandaki insülin miktarının dengesizliği
  • Yüksek şeker oranına sahip besinlerin alımı
  • Hareketsizlik
Göbek Yağlarından Kurtulmak İçin Hangi Besinler Tüketilmelidir?
Göbek bölgesinde meydana gelen yağlanmaların ortadan kalkması için bazı yiyeceklerin aktif bir biçimde tüketilmesi gerekmektedir. 1 haftada göbek eritme yöntemleri içerisinde önemli bir yere sahip olan bir yöntem de besinlerle bu yağlardan kurtulmaktır. Sonuç olarak bu yağlanmanın baş mimarı besinler ise, durumu çözecek olan kilit aktör de besinler olmalıdır. Hangi besinler sık bir biçimde tüketilmelidir. Bu besinlerin listesi şu şekilde sıralanmaktadır;
  • Avakado
  • Ceviz
  • Zeytin yağı
  • Zeytin
  • Çekirdek
  • Bitter çikolata 
Bu besinlerin sık bir biçimde kullanılması göbek bölgesindeki yağların azalması için gerekli olan adımlardan bir tanesidir. tekli yağlar olarak bilinen bu besinler doymamış yağların ortaya çıkardığı göbek yağlarınızı mümkün olan en kısa sürede yok etmeye çalışacaktır. 1 haftada göbek eritme yöntemleri uygulanıyorsa mutlaka yenilen besinlere de çok dikkat edilmesi gerekmektedir.

Hangi Egzersizler Göbek Yağlarından Kurtulmaya Yardımcı Olur?
Kilo verme aşamasında en olmazsa olmaz parçalardan bir tanesi hiç kuşkusuz ki egzersizlerdir. Göbek çevresinde bulunan yağlardan da kurtulmak için egzersizin ihmal edilmemesi gerekmektedir. Yapılabilecek egzersizler ise kısaca şöyledir;

  • Öncelikle yere uzanmanız gerekmektedir. Ayaklarınızı düz bir biçimde yukarı uzattıktan sonra üst vücudunuzu yere sabitlemeniz gerekmektedir. Bunun ardından yukarı kaldırdığınız bacaklarınızı sağa ve sola hareket ettirmeniz yeterli olacaktır.
  • Halk arasında mekik olarak bilinen bu hareket 1 haftada göbek eritme yöntemleri arasında olmazsa olmazlardan bir tanesidir. Dizlerinizi düz veya yarım dik bir biçimde yere sabitledikten sonra üst vücudunuz aşağı ve yukarı istikametinde hareket ettirmeniz gerekmektedir. 
0 yorum

Sedef Hastalıgı Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri

Sedef hastalığı, tıp dilinde “Psoriasis” olarak adlandırılan, halk dilinde ise görünümü nedeni ile “sedef” olarak nitelendirilen bir deri hastalığıdır. Vücutta sınırları belirli, üzeri sedef rengi pullanmalarla kaplı para ya da daha büyük kızarıklıklarla seyreden hastalık, sıklıkla 20 – 40 yaşlar arasında görünmesine karşın hemen her yaştan insanın yaşayabileceği bir sorundur. 
Çoğunlukla genetik bir hastalık olarak tanımlanan sedef, kişiye öncelikle görüntüsüyle büyük rahatsızlık veren bir hastalıktır. Derinin dış yüzeyine yerleşerek zaman zaman kepekli dökülmelere neden olduğu için hastalar, fiziksel rahatsızlığın yanı sıra psikolojik olarak da oldukça etkilenmekte ve sosyal yaşama kısıtlı bir şekilde katılmak zorunda kalmaktadırlar. 

Deride ölü hücre sayısını artıran ve böylelikle derinin üst tabakasını kalınlaştırarak vücudun yerleştiği bölgesinde kızarıklığa, sedef rengi pullanmalara ve deri döküntüsüne yol açan hastalık, sıklıkla dirseklerde, dizlerde, saçlı deride, bel bölgesinde ve tırnaklarda görülmektedir. Hastalığın seyri bazen hafif bazen ise alevlenmelerle şiddetlidir. Müzmin olmasına karşın bulaşıcı değildir ve tedavi edilebilen bir rahatsızlıktır.

Hastalığın kesin bir nedeni bulunmamakla birlikte, sıklıkla kalıtımsal faktörlerin rahatsızlığa yol açtığı düşünülmektedir. Ailesinde daha önce bu hastalığı yaşayanların bulunduğu kişilerin sedef hastalığına yakalanma oranlarının daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Ayrıca beyaz kan hücrelerindeki anormallikler de hastalığın olası nedenleri arasında sayılmaktadır. Bunun yanı sıra kesikler, kaşımalar, aşırı güneş yanığı, bağışıklık sisteminin gücünü azaltan ilaçlar ve vücutta kalsiyum yetersizliği de sedef hastalığına neden olan faktörlerdir. 

Sedef hastalığı belirtileri yaşlara göre farklılıklar gösterebilir. Çocuklarda hafif kızarıklıklar halinde görülebilen rahatsızlık, yetişkinlerde daha belirgin kızarıklık ve pullanmalarla kendini gösterir. Yaşlılarda ise derinin iyice kalınlaşmasıyla rahatsızlık üst boyutlara taşınmaktadır. Öncelikle saçlı deride görülen sedef, daha sonra vücudun birçok yerine yayılabilir. Yüz bölgesinde pek rastlanmasa da hastalığın ilerleyen dönemlerinde bu bölgede de görünmesi olasıdır. Önce küçük kızarıklıklar halinde başlasa da sedef, giderek genişleyen bir ivme gösterebilir. Pullanmalar elle dokunulduğunda toz şeklinde dökülmelere yol açar. Kaşınması durumunda ise kanamalara yol açabilmektedir. Bu durum mikrobik rahatsızlıkları da beraberinde getirebilmektedir. Eklem iltihaplanmasıyla beraber sedef hastalığını yaşayan kişilerin sayısı hiç de az değildir. Bu tür bir rahatsızlık yaşayan kişilerin sedef hastalığı belirtileri konusunda daha titiz olmaları gerekmektedir. Çünkü sedef hastalığı eklemlerde şişmeye ve hareket kısıtlılığına da neden olur. Bu durum hastaya daha da çok sıkıntı verebilir. 

Hastalığın nedeni bilinmediğinden tedavisi nedene değil daha çok alevli süreçleri rahatlatmaya yöneliktir. Tedavisi zor ancak olanaksız değildir. Işın, kortizon ve ilaçlarla gerçekleştirilen tedavilerin süresi hastaya göre değişmekle birlikte çoğunlukla olumlu sonuç vermektedir. Sedef hastalıgı belirtileri hakkında bilgi sahibi olmak rahatsızlığın baştan yakalanarak daha da büyümesine ve tedavisinin zorlaşmasına engel olacaktır. 
0 yorum

Çocuğunuz 15-16 kez denemeli

Uzmanlara göre bir çocuğun yeni bir besini kabul etmesi, aynı besini 15-16 kez denemesini gerektirebiliyor. 

Annelerin en büyük ihtiyacının sabır olduğunu belirten uzmanlar, şiddetle reddedilen bir yemeğin farklı pişirme yöntemleriyle sunulmasını öneriyor.

Annelerin çocuklarının beslenmeleriyle ilgili sıkıntı çektikleri konuların biri de onları yeni besinlerle tanıştırmak. Oysa bir çocuğun yeni bir besini kabul etmesi 15-16 kez denemesini gerektirebiliyor. Konuyla ilgili olarak annelere önerilerde bulunan Diyetisyen Ece Nevra Durukan, bu denemelerin ardarda olmamasını ve eğer şiddetle reddedilen bir yemek varsa farklı pişirme yöntemleriyle sunulmasını öneriyor.

Yemekleri eğlenceli göstermenin de faydalarına dikkat çeken Durukan, “Yemekleri beraber hazırlaryabilir, kereviz ve havuçtan sarman kedi şeklinde salata yaparak sebzeleri yedirebilirsiniz. Ayrıca çocuklar süper kahramanlara çok meraklıdır ve hep onlar gibi olmak isterler. Sen süperkahraman olsan ne yerdin oyunu oynamak yeni besine alışma sürecinde çok keyifli ve yardımcı olabilir. Sence bu süperkahraman bu kadar güçlü olmak için her gün süt içiyor mudur? diye sorduğunuzda tekrar durup düşünmesini sağlayabilirsiniz” diyor. 

Çocuğunuzun en sevdiği süperkahramanın ağzından “bugün kaç tane meyve yedin” gibi notları buzdolabına koymanın da etkili bir yöntem olacağını belirten Durukan, “Sevmediği besinin bir fotoğrafını kesin, ona gözler saçlar yaparak sevimli bir hale getirin. ‘Merhaba ben pırasa, sabahtan beri seni dolapta sabırsızlıkla seni bekliyorum’ gibi notlar ekleyin. Çocuğunuzun bakış açısını değiştirmesine yardımı olacaktır” şeklinde konuştu.

Tüm bu denemelere rağmen çocuğunuz istediğiniz yemekten hala hoşlanmıyorsa annelerin buna fazla üzülmemeleri gerektiğini anlatan Durukan, pek çok yiyeceğin benzer besin öğelerine sahip olduğunu, muadilinin yenmesinin de yeterli olacağını kayderek şu örneği verdi:

“Eğer çocuğunuzla sabahları kahvaltı savaşı yaşıyorsanız tam tahıllı kahvaltılık gevrekleri deneyebilirsiniz. Böylece sadece bir avuç kahvaltılık gevrek ile çocuğunuz severek süt içmiş, tam tahıl almış ve günlük vitamin, mineral ihtiyacının önemli bir bölümünü alarak güne sağlıklı ve mutlu bir başlangıç yapmış olur.”

0 yorum

Mide Sağlığınızı Doğru Beslenerek Koruyun

Midenizi ne kadar tanıyorsunuz ya da ona ne kadar dikkat ediyorsunuz? Midenizle ilgili doğru bildiğiniz yanlışları ve mide sağlığınız için dikkat etmeniz gerekenleri Hisar Intercontinental Hospital Gastroentereloji Bölümü Uzmanı Doç. Dr. Erdoğan Arıkan’dan öğrendik…

Stres ülser yapar.
Helikobakter pilori bulunmadan önce stresin ülser yaptığına dair birçok yazı vardı. Ancak bakteri bulunduktan sonra bu konu tartışmalıdır. Altta yatan Helikobakter pilori enfeksiyonu olanlarda stres ile şikayetlerde artma olabilir.

Fazla baharat ülsere neden olur.
Fazla baharat ile ülser arasında kesin bir ilişki gösterilememiştir. Zayıf bir bağ olabilir.

Belli besinleri tüketirseniz mide kanseri olursunuz.
Bunun bir ölçüde doğruluk payı vardır. Özellikle nitrat, gıda koruyucuları, yüksek tuz, aşırı yağ ve aflatoksin içeren besinler mide kanseri riskini artırır. Aynı zamanda alkol ve sigara tüketimi de kanseri tetikleyici unsurlar arasındadır.

Sigara içmek mide kanseri yapar.
Mide kanseri riskini 1.5 kat artırır.

Midenizle ilgili şikayetleri dikkate alın! Başka hastalıkların habercisi olabilir.
Ağrı, yanma, bulantı, kusma, yutma güçlüğü, kilo kaybı, gece uykudan uyanma, ailede mide bağırsak kanseri hikayesi varsa mutlaka en kısa zamanda hekime başvurmalısınız. Çünkü bu şikayetler reflüden kanamaya; ülserden kansere kadar pek çok hastalığın habercisi olabilir. Bu nedenle hekiminizin önerisiyle endoskopi yaptırmanız gerekebilir.

Mide Sağlığınızı Korumak İçin…
• Yüksek yağlı ve tuzlu, aşırı nitrat ve koruyucu içeren gıdalardan uzak durun.
• Yavaş, az ve sık yiyin.
• Yemeğinizi çok iyi çiğneyin.
• Çikolata ve kahveden uzak durun.
• Sigara ve alkol tüketmeyin.
• Kırmızı et yerine daha fazla balık tüketin.
• Taze sebze ve meyve tüketin.
• Yemek yedikten sonra en az 2 saat uzanmayın veya uyumayın

0 yorum

Ruh Haliniz Ellerinizden Anlaşılıyor

Son zamanlarda tek rahat ettiğiniz alan evinizse, eviniz dışındaki hayatı kontrol edemediğinizi hissettikçe geriliyorsanız, üstelik evde aile bireylerinin dokunduğu eşyalara dokunurken bile sürekli temiz mi endişesi yaşıyorsanız dikkat edin; takıntılı olmaya başlamış olabilirsiniz…

Halk arasında takıntı hastalığı olarak bilinen Obsesif Kompulsif Bozukluğu Hisar Intercontinental Hospital Psikiyatri Bölümü Uzmanı Dr. Bilal Ersoy’la konuştuk... Obsesif Kompulsif Bozukluğun takıntılı düşünce ve bunları bertaraf etmeye yönelik takıntılı davranışların anksiyetenin şekil değiştirmiş biçimleri olarak karşımıza çıktığını dile getiren Uzm. Dr. Ersoy; ‘Kişi bu ısrarlı düşünceleri kendi zihninin ürünü olarak görür, ancak bu düşüncelerin mistik, davranışların törensel bir tarafı vardır. Nadiren farkındalık yoktur, çoğu hasta takıntılı düşüncelerini ve davranışlarını “abartılı” veya “saçma” bulur.’ diye konuştu.

Gereğinden Fazla Temizlik Yapıyorsanız Dikkat Edin!
Takıntılar çok farklı biçimlerde ayrı ayrı veya bir arada bulunabilir. En sık görülen saplantılar bulaşma-kirlilik takıntılarıdır. Eşyaların, ortamın veya insanların kirli olduğu, temasa geçildiğinde bu kir veya mikrobun kendisine ve yakınlarına bulaşabileceği endişesi yaşanır. Bulaşma-kirlilik takıntısında eller anahtar bir rol oynar. Çünkü dış dünyaya ve diğer insanlara en çok ellerimizle temas ederiz. Öte yandan ellerimiz, sürekli gözümüzün önündedir. Bu tür takıntıları olanlar için ellerin hijyeni, tırnakların uzunluğu, başkalarının ellerini ne kadar temiz tuttukları çok önemlidir. Bulaşma ve kirlilik saplantısı olanlar, bunaltı yaratan düşünceleri yatıştırmak için zorunlu bir biçimde temizlik yapar, yıkanır veya bu durumlardan kaçındığını düşünerek umuma açık yerlerde ortak kullanılan eşyalara dokunmaz. Kapılar, koltuklar, kalemler, para, kısaca birçok elin değdiği şeylere dokunmaktan kaçınırlar. Mecburen dokunduklarında, ellerini kolonyalı mendille veya yıkayarak temizlemek isterler. Evin dışındaki hayat, kontrol edilemediğinden tekinsizdir, kendilerini en çok evde rahat hissederler. Hem evi hem de aile bireylerini kendi temizlik şartlarına uydurmaya çalışırlar. Bazıları için temizlik takıntısı dayanılmaz hale gelmiştir. Dışarıdan eve gelen herkesin derhal banyoya gidip kıyafetlerini çamaşır makinesine atmasını ister. Evdeki en küçük dağınıklığa veya kırıntıya tahammülleri yoktur. Sıkça temizlik yaparak kendilerini yorarlar. Sıvı sabun, çamaşır, bulaşık deterjanı gibi “hijyenik” maddeler normalin üzerinde kullanılır. Kıyafetler ve çarşaflar sıkça yıkanır. Sürekli su ve kimyasallarla temasta olduklarından ellerde egzama, çatlama, yıpranma, buruşma gözlenebilir. Kısaca bu hastalığa sahip olanların elleri çabuk yaşlanır. Saplantılar şiddetliyse bazen kişi temizlik dışında başka bir şey yapamayacak hale gelir.

Tedbirli misiniz? Kontrol delisi mi?
Kuşku-emin olamama diğer sık görülen obsesyonlardandır. Bunun yarattığı sıkıntıyı yatıştırmak için kapı kilidi, ocak, pencereler defalarca kontrol edilir. Kimi hastalar yaşam alanlarındaki her şeyin simetrik olması veya belirledikleri bir düzen içinde kalması için uğraşır. Bazen istifleme olarak adlandırılan biriktirme davranışı aşırıya kaçabilir.

Herkesin Saplantısı Vardır; Önemli Olan Bunlara Saplanıp Kalmamaktır!
Çoğumuzun zihninde, sıklığı ve şiddeti değişen irili ufaklı saplantılar bulunur. Ancak obsesif-kompülsif bozukluğu olanlar bu takıntılarla boğuşur ve yorulurlar. Takıntılarını fazla takarlar. Hastalık ilerlediğinde başka şeylere zaman ayıramadan gün boyu bu düşünce ve davranışlarla uğraşırlar. Çoğu zaman yapılan bir işin şekli, işlevinin önüne geçer. Örneğin kirlilik takıntıları olan biri için elini belli bir sayıda sabunlamak elini temizlemenin önüne geçer. Veya kıldığı namazın şeklen uygun olmadığını düşünen biri için şekil, ibadetin önüne geçer. Bazı takıntılar o kadar farklı ve mahrem olabilir ki kişi bunları anlatmaktan utanabilir veya çekinebilir. Böyle takıntılar nedeniyle kendilerini ahlaki olarak yargılayıp suçlayabilirler. Bazen bu takıntılar hastaları, diğer sorumluluklarına zaman ayıramayacak biçimde yavaşlatır (obsesif yavaşlık). Hasta iş yerinde veya evde çevresi tarafından eleştirilebilir. Hastalar fark etmeden, takıntılarını diğer kişilere de bulaştırma eğilimindedir. Bu yakın ilişkilerde sorunlara neden olur. Obsesif-kompulsif Bozukluğa, depresyon, tik bozuklukları, yeme bozukluğu, kleptomani, hipokondriyazis (Hastalık hastası) eşlik edebilir. Diğer psikiyatrik durumların birçoğunda olduğu gibi, Obsesif-Kompulsif Bozukluğu olanlar yakınları tarafından eleştirilir ve kınanırlar. Takıntıları kendilerinin yarattığı ve iradeyle bunların üstesinden gelinebileceği kanısı yaygındır.

Obsesif Bir Kişiliğiniz Var mı?
Obsesif kişilikler (hastalık boyutunda olmadığında) genellikle mükemmeliyetçi, ayrıntıcı, düzenli, tutumlu ve inatçıdırlar. Prensiplerinden ödün vermezler. Ciddi ve olgun görünürler. Onurlu ve gururludurlar, yaptıkları iş nedeniyle laf işitmek istemezler. Hata yapmaktan korkarlar, eleştiri yapmayı severler. Bu özellikler hem meslek seçiminde hem de kariyerlerinde önemli rol oynar. Ancak hastalık ağırsa sosyal ve mesleki işlevselliği bozar, o zaman tedavi gerektirir. Tedavisi sabır ve zaman isteyen ruhsal bir hastalıktır. İyileşme yavaş olur. Tedavide hedef takıntıların tamamen değil yeterince geçmesi olarak belirlenmelidir. İlaç tedavisine ek olarak bilişsel davranışçı terapi yöntemleri uzun süreli iyileşme için vazgeçilmezdir.

0 yorum

Ayda ikiden fazla baş ağrın varsa doktora

Kış aylarında soğuk havaların gelmesiyle birlikte herkes baş ağrısının şiddetinden ve görülme sıklığından şikayet ediyor. 

Liv HOSPITAL Baş Ağrısı Merkezi'nden Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Ertaş "Özellikle migreni olan hastalar çok dikkatli olmalı" diyor ve uyarıyor: "Kesinlikle banyo yapıp dışarı çıkmayın ve başınıza bere takın."

Neden başımız ağrıyor?
Baş ağrısının en çok yaşandığı durumlar; migren ve gerilim tipi baş ağrıları. Gerilim tipi baş ağrıları daha çok sinirsel nedenlerle oluyor ve hafif geçiyor. Sıkıştırıcı bir ağrı olmuyor, zonklamıyor, bulantı yapmıyor, başı oynatmakla artış göstermiyor, çok şiddetli geçmiyor. Bu tip ağrılar aslında doğrudan doğruya stresle bağlantılı. Sadece gerilim tipi baş ağrısı yaşayanların oranı migren ağrısı yaşayanlara göre çok daha az. Baş ağrısı çekenlerde akla ilk gelen migren olmalı. Türkiye'de her dört kadından biri migren ağrıları yaşıyorken erkeklerde bu oran 12 erkekte bire düşüyor. Hiç migreni olmayıp sadece stres baş ağrılarından yakınan hastaların oranı ise yüzde 5 dolayında. Migren fiziksel bir hastalık. Migreni herhangi bir şey tetiklediğinde beyin zarında iltihaplanma, damarlarda şişme ve ağrı oluyor.

Migren kadınları daha çok vuruyor
Soğuk baş ağrılarını tetikleyebilir ama lodos kadar değil. Sadece gerilim tipi ve stresten baş ağrısı çekenler için soğuk bir tetikleyici değildir ama migren için tetikleyici olabilir. Bir migren atağı sırasında atağı durdurmanın hızlı ve etkili yollarından birinin başa çok soğuk uygulamak olduğunu unutmamak lazım. Başın üzerine buz konabilir ya da soğuk suyla yıkanabilir.

En büyük tetikleyici hava değişimi
Soğuk hava migrende tetikleyici de olabilir. Lodos ise migrende özellikle tetikleyicidir. Hava değişim dönemleri yani mevsim dönümleri daha çok tetikleyicidir. Kadınlarda çok daha fazla migren görülüyor ve hastaların önemli bir kısmı ev hanımı. Migrenli ev hanımları lodoslu günlerde dışarıyla temastan kaçınmalı. Migren tetikleyicisi olarak hava değişimi erkeklerde ilk sırayı, kadınlarda ise ikinci sırayı alıyor. Lodosla taşınan havanın üzerindeki bazı mikropartiküller migren için tetikleyici olabilir, iltihabi duruma sürükleyebilir. Hava durumu raporlarında da artık "Sahra çöl tozları yağmuru var" diye söylüyorlar. Diğer rüzgârlarla taşınan tozların böyle bir etki yapmadığı biliniyor ama lodosun böyle bir etkisi var. Bu yüzden pek çok migren hastası havanın lodoslu olduğunu baş ağrısından anlayabilir.

Bazı ağrılar günlük hayattan kopartır
Yineleyici veya rahatsız edici baş ağrısı olanlar doktora gitmeli. Bu ağrı sık oluyorsa mutlaka gidilmeli. Kadınlar erkeklerden 3 kat daha fazla migren ağrısı çekiyor. Ve kadınlarda ağrı erkeklere göre daha uzun sürüyor. Kadınlarda ortalama süre bir buçuk gün, erkeklerde ise bir gün. Bulantı ve kusma kadınlarda daha sık görülüyor. Kadınların daha şiddetli migren atakları olabilir. Hastaların çoğu genellikle ağrılarının çok şiddetli olduğundan yakınır. Ve genellikle günlük hayata devam edemeyecek, iş bile yaptırmayacak ağrılar çekerler.

Felç riski artıyor
Bir hastanın bir ayda ikiden fazla atağı oluyorsa mutlaka düzenli bir tedaviye alınmalı. Her gün ilaç alınarak migren ortadan kaldırılmaya çalışılmalı. Bir ayda iki defadan daha az ağrı çekenler de doktora gitmeli. Migren hastalarının beşte birinden auralı diye tabir edilen baş ağrısı görülüyor. Bu hastalarda bir tarafı görememe, gözünde ışık çakma, çizgiler görme gibi belirtiler oluyor. Ve bu belirtilere sahip olanların doğum kontrol hapı, östrojen içeren ilaçlar kullanması ya da sigara içmesi durumunda topluma göre 15 kat daha fazla felç riski ortaya çıkıyor. Auralı migreni olan bir kadın hem doğum kontrol hapı kullanır hem de sigara içerse bu risk 30 katına kadar çıkabiliyor. Bu yüzden migrenin tipinin ayırt edilmesi önemli. Özellikle auralı migrene sahip olanlar ayda bir ya da iki ayda bir ağrı çekiyorlar. Sık ağrı çekmedikleri için "Doktora gitmeme gerek yok" diye düşünmemeliler. Bu hastalığın tespiti için doktora başvurmak şart.

Bu kurallara uyun, ağrıdan kurtulun
• Soğuk ve rüzgarlı havalarda başınızı bere, atkı gibi koruyucu bir şeyler örtün.
• Sabah banyo yapıp sokağa çıkmayın. Gece banyo yapıp saçınızı iyice kurutun. Banyo yapıp dışarı çıkarsanız başınız, soğuğu esintiyi daha çok hissedecektir.
• Rüzgarda durmayın. Başa doğrudan gelen rüzgarı önlemek çok önemli.
• Ev veya araçta klimayı doğrudan yüzünüze üfletmeyin. Çok şiddetli çalıştırmayın.
• Migreninizi lodos tetikliyorsa o gün dışarı çıkmamaya çalışın. Kapıyı bile açıp o havayı içeri aldığınızda evinizde lodosun etkisini yaşama şansınız var.
• Araba yolculuğunda pencereyi esintiyi hissedeceğiniz şekilde açmayın. Kapalı ortam migren için tetikleyici olabilir. Sigara gibi mesela. Ama yine de arabada içeri hava girsin diye doğrudan yüzünüze esecek şekilde camı açmayın.
• Saç kurutma makinesini ılık ayarda kullanın. Ne çok sıcak ne de çok soğuk olmalı. Vücut ısısına yakın olmalı ve hızlı üflememeli.
• Jöle sürmeyin. Çünkü jöle iletkenliği artırıyor. Aslında anneler çocuklara kızmakta çok haklı. Genç migrenli hastalarla büyük bir sıkıntımız bu.

0 yorum

Özgürce Gülümsemek Elinizde

Güldüğünüzde diş etleriniz çok görünüyorsa, dişleriniz istediğiniz kadar beyaz ve düzgün değilse; en önemlisi kendinden emin ve daha estetik bir gülüş istiyorsanız laminate veneer (kaplamalar) sizin için iyi bir seçenek olabilir…

Hisar Intercontinental Hospital Ağız ve Diş Sağlığı Bölümü Uzmanı Dt. Banu Okur Çakmakcı ile estetik diş hekimliğini konuştuk…

Diş hekimliğinin ağız ve diş sağlığının yanı sıra estetik olarak da görev yaptığının altını çizen Dt. Çakmakcı; ‘Estetik diş hekimliğinde en sık kullanılan ve yaprak porselen olarak da adlandırılan tedavi şekli kaplamalardır (laminate veneer). Bu yöntemde diğer porselen diş yöntemlerinin aksine dişten çok az bir mine dokusu kaldırılır ve diş daha az hasar görür. Yaprak porselenler sağlam, renkleri bozulmayan ve dayanıklı malzemelerden üretilirler. Çok ince, ışık geçirgenliği olan ve metal içermeyen bu porselenler daha estetik sonuçlar alınmasına imkan verir. Böylece küçük bir müdahale ile çok kısa sürede sağlıklı ve doğal bir görünüş elde edilir.’ diye konuştu.

Diş Estetiği İçin Uygun muyum?
• Güldüğünüzde diş etleriniz çok görünüyorsa,
• Dişlerinizde şekilsel bozukluklar varsa,
• Dişlerinizin aralıklı olmasından memnun değilseniz,
• Dişlerinizde çapraşıklık var; ancak ortodontik tedaviden kaçınıyorsanız,
• Diş beyazlatma yöntemlerine rağmen dişlerinizde renkleşme sizin için yeterince azalmadıysa,
• Ön bölge dişlerinizde eskimiş büyük dolgularınız varsa,
• Diş yüzeyleriniz aşınmışsa,
• Kırık dişleriniz varsa,
• En önemlisi yepyeni bir gülüş istiyorsanız.
Bu maddelerden herhangi birine yanıtınız evetse diş estetiği uygulamalarından faydalanabilirsiniz.

Nasıl Uygulanır?
Öncelikle dişlerinizin ölçüsü alınır. Laboratuvarda dişlerinize hiçbir müdahalede bulunmadan dişlerinizde oluşacak değişim 3 boyutlu olarak gösterilerek prova çalışması yapılır. Hekiminizle verdiğiniz ortak kararla uygulamaya başlanır. Lokal anestezi ile dişleriniz belirli ölçüde aşındırılarak ölçüsü alınır ve geçici dişleriniz hazırlanır. Kaplama (laminate veneer) dişlerinizin laboratuvardan geliş süreci beklenir. Gelen dişler ağzınıza yerleştirilerek ağız ve yüzünüzle uyumu kontrol edilir. Beklentiler karşılandıysa özel yapıştırıcılarla yapıştırılır. Kaplamalar (laminate veneer) lekelenme ve aşınmaya karşı çok daha fazla dirençlidirler. İyi ve düzenli bir ağız bakımı gerçekleştirirseniz, çok sert gıdaları ısırmaktan, tırnak yemek gibi kötü alışkanlıklardan kaçınırsanız, laminate veneerleri 15-20 yıl sorunsuz kullanabilirsiniz. Yine de her 4-5 yılda bir hekiminiz tarafından kontrol edilmeniz gerekir. Böylece ortaya çıkabilecek olumsuzlukların da önüne geçmiş olursunuz.

0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI