işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

Klostrofobikler neden Marmaray’ı kullanamıyor?

Asya ile Avrupa’yı denizin altından tünelle bağlayan “Asrın projesi” olarak ifade edilen Marmaray’da yolcu sayısı her geçen gün artarken bir kesim var ki onlar Marmaray’ı hiç kullanamıyor. 

Klostrofobi yani kapalı alan korkusu yaşayan kişiler kapalı alanlarda kaygı ve korkuya kapıldıkları için, bir kısmı boğazın altında bulunan Marmaray’ı kullanamıyor. Üsküdar Üniversitesi Feneryolu Polikliniği Psikiyatri Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Uğur Hatıloğlu bu kişilerin korku ve kaygılarını yenmedikleri sürece Marmaray’ı kullanamayacaklarını ifade ediyor.

Hastalığın tedavisinin mümkün olduğunu vurgulayan Hatıloğlu Klostrofobiye ilişkin şu değerlendirmelerde bulunuyor.

“Kapalı alan korkusu nedir?
Kapalı alan korkusu herkeste olabilir. Dar olanlarda kalamama gibi de kendini gösterebilir. Hastalık olarak tanımlamayabilmemiz için bazı kriterlerin olması gerekir. Her kapalı alandan korkanı hasta olarak tanımlamak doğru değil.

Belirtileri nelerdir?
Kişi kendini boğuluyor gibi hisseder, çarpıntı, terleme, bayılacak hissi ve baş dönmesi yaşar. Panik belirtileriyle ortaya çıkması hastalık için ayırıcı olur. Kişi bu durumun birkaç kere başına gelmesiyle korku yaşar ve aynı davranıştan kaçınmaya başlar. Her zaman bir erteleme, alternatif bulma arayışına girer.

Ben böyleyim demek doğru değil!
Kişilerin böyle rahatsızlıkları daha çok beyin MR’ı çekilme, yüksek yerde oturamama durumlarında ortaya çıkıyor. Kişi durumun kişisel özelliğinden kaynaklandığını düşünerek yaşamlarını ona göre planlıyor. Aslında bu bir fobi, kaygı bozukluğudur. Ben böyleyim deyip geçiştirmesi doğru değil.

Kişiler bu hali normalleri olarak kabul eder. Kişisel özellik gibi algılar. Bu korku çocukluktan başlıyor. Birden bire ortaya çıkmıyor. Bir yerlerde kapalı, kilitli kalma gibi hikâyeleri var bu kişilerin. Anne babaları çok evhamlı olan ve bir yerde kitli kalma yaşantısı olan kişilerde görülme sıklığı daha fazla.

Bu kişiler her türlü kapalı alana girmekten çekinirler mi?
Asansör, toplu taşıma araçları, sinema, sınıflar, evin bazı kısımları gibi yerlerde rahatsızlık duyabilirler. Bu kişiler daha çok çıkışa yakın yerleri tercih eder. Sinema salonlarında biletleri kapıya, çıkışa yakın yerler olur. Yanlarında birilerini götürürler. Güvenlik arayıcı davranışta bulunurlar. Güvenlik eşyaları taşırlar. Örneğin bir şişe su, nefes açıcı, mendil ya da bir kişi alırlar.

Klostrofobikler neden Marmaray’ı kullanamıyor?
Asansöre binemeyen kişilerin Marmaray’ı kullanması zor olabilir. Boğazın altında yer alan tüp kısmından geçiyor olmaktan çekinecekler ve kaçınacaklardır. Özellikle son günlerde birtakım aksaklıkların yaşandığı yönündeki haberler de bu kişilerin kaygı ve korkularını daha da artırıyor. Projenin yeni olması ve birtakım aksaklıkların yaşanması ister istemez kapalı alanda kalmaktan korkan kişileri olumsuz etkiliyor. Hafif sıkıntı yaşayanlar binebilir ancak ağır sorun yaşayanlar binemeyecektir.

Marmaray’ı kullanmak mümkün mü?
Kişide kaygı varsa başıma bir şey gelecek diye düşünür hep. Düşündükçe de gerginlik artar ve panik belirtiler ortaya çıkar. Kişi bu durumda kaygısını yenmeye çalışmalı. Dikkatini başka noktaya yönlendirmeli. Örneğin bir kitap okuyabilir, bir şey seyredebilir. Bu durumda doğru nefes almak çok önemli. Kaygıdan ötürü kişilerin nefes alışverişleri bozulabilir.

Hangi durumda ilaç tedavisi şart?
Panik ataklar hayatın vazgeçilmezi olduysa, kişi hiçbir şekilde kapalı alana giremiyorsa, ofis, bürolara giremiyorsa, günü azap gibi geçiyorsa ve de arkadaşlarıyla plan yapamıyorsa kişinin yaşam kalitesi düşecektir. Bu durumda tedavi kaçınılmaz. Kişi bu durumu ertelemeye giriyorsa ileride depresyon, panik bozukluk yaşayabilir.

İlaçsız tedavi de mümkün!
Mutlaka psikoterapi uygulanıyor bu durumda. İşlevselliği çok bozuksa ilaç tedavisi kullanıyor. Her durumda psikiyatrik tedavi de gerektirmeye biliyor. Hafif ve orta durumda olan vakalarda bilişsel davranış terapiyi bilen psikolog ile sorun aşılabiliyor.

Kapalı alan korkusu üzerine giderek geçer mi?
Korku ve kaygının üzerine gidilebilir. Örneğin Marmaray projesini kullanamayan birinin birden Marmaray’ ı kullanması doğru olmaz. Adım adım bu konuda duyarsızlaşmak gerekiyor. Öncesinde daha kısa tünellerden geçilebilir. Ben buradan çıkamazsam, boğulursam…vs. Aksi halde birden korkunun üzerine gidilirse travmaya dönme riski vardır ve giderek de tablo ağırlaşabilir. Benzer durumlarla karşılaştıkça da korku daha da pekişebilir. Ve korku o kişinin yanında arkadaş gibi kalır. Her şeyden kaçınır.

0 yorum

Anne ile bebek Ten Tene Temas etmeli

En modern kuvöz bile bebeğe, anne göğsünde olmak kadar “yoğun bir bakım” sağlamıyor. Güney Amerika’da geliştirilen, “skin-to-skin care” (ten tene temas ile bakım) ya da diğer adıyla kanguru bakımı anne ve bebek arasında sağlıklı sürecin kurulmasına olanak veriyor.

İstanbul Doğum Akademisi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Hakan Çoker TTT (ten tene temas) ile ilgili verdiği bilgilerde Prematür bebeklerin yoğun bakım servislerindeki bakımını iyileştirmek için Güney Amerika’da geliştirilen Ten Tene Temas (TTT) bakımının aslında doğal bir süreç olduğuna dikkat çekiyor.

Hakan Çoker konuya ilişkin yaptığı değerlendirmede; “Hastanelerde alışılageldiği gibi bebeğin doğar doğmaz kordonunun kesildiği ve başka bir odaya götürüldüğü uygulamalardan farklı olarak, basitçe bebeğin çıplak olarak annenin çıplak göğsüne yerleştirilmesi, kuru ve sıcak tutmak için battaniye ile örtülmesidir. İdeal olarak Ten Tene Temas’ın doğumdan hemen sonra veya kısa bir süre sonra başlaması ve bebeğin ilk emzirilmesi bitene kadar kesintisiz olarak anne göğsünde kalması gerekmektedir. Bebeği annenin elbisesi veya bir havlu üstüne koymak, giyinik ya da bir beze sarılmış haldeki bebeği anneye vermek ya da sadece yanak yanağa birkaç saniyeliğine anneyle bebeği buluşturma Ten Tene Temas değildir” dedi.

Dr. Keith Moore ve ekibi tarafından 2012 yılında yayınlanan 34 randomize kontrollü çalışmaya göre 3. ve 6. ayda sadece anne sütü ile beslenme oranının TTT yapılan bebeklerde 2 kat fazla olduğu tespit ediliyor. Çalışmada, TTT yöntemi uygulanan annenin, üçüncü günde meme ağrısının daha az olduğu ve üçüncü günde daha az endişe yaşadığı, bebeğin, ilk emzirmede daha etkili emdiği, 12 kat daha az ağladığı, kalp atışı, solunum ve vücut ısısının daha sabit olduğu ve kan şekerinde anlamlı bir yükseklik olduğunu sonuçları yer alıyor.
Kadın Hastalıkları ve
Doğum Uzmanı
Hakan Çoker

Doğumhanelerin ve ameliyathanelerin TTT'yi rutin bir uygulama haline getirmeleri yeni nesillerin sağlığı için önemli...

Dünya Sağlık Örgütü’nün 2003 yılından beri bebeğin kilosu, gebelik haftası, doğum şekli, klinik durumu ne olursa olsun tüm yeni doğanlar için TTT bakımı önerdiğine değinen Dr. Hakan Çoker, ailelerin bugün kendileri için TTT'yi talep etmeleri gerektiğini, en kısa zamanda doğumhanelerin ve ameliyathanelerin TTT'yi rutin bir uygulama haline getirmelerinin yeni nesillerin sağlığı için şart olduğunu belirtiyor.

İstanbul Doğum Akademisi bünyesinde verilen doğuma hazırlık kurslarında konuyu sık sık gündeme getiren Hakan Çoker anne ve baba adaylarına; “Doktorunuzdan veya ebenizden doğumdan hemen sonra, tıbbi acil bir sorun yoksa bebeğinizin doğrudan kucağınıza verilmesini ve ilk kontrollerinin de orada yapılmasını talep edin. Bakım adı altında başka bir odaya götürülmesi yerine mümkün olan en uzun süre kendi göğsünüzde kalmasını ve ilk emzirmenin de orada gerçekleşmesini isteyin ” tavsiyelerinde bulunuyor Bu yapıldığında bebeğin kendiliğinden memeyi bulduğunu ve emmeye başladığını söyleyen Çoker, “ Yeter ki talep edin ve bebeğinize bu yeteneğini göstermesi için fırsat ve süre tanıyın” dedi.

0 yorum

Lifli Yiyecekler Nelerdir

Lifli yiyecekler nelerdir sorusuna aranan cevaplardan önce bilinçli bir tüketici olmak için lif nedir ve neye yarar bunlardan bahsedelim. Lif bir enzim türüdür. Bağırsaklarda hareket eder ve kabızlık ve şişkinliği ortadan kaldırarak ani şeker düşüş ve yükselişlerinin dengelemektedir. Lif vücutta bulunması gereken bir besin aynı zamanda vücudun direnci ve sağlıklı çalışması için olmazsa olmazlar arasında bir gıdadır.


Lifli gıdalar kaç çeşittir?
Lifli yiyecekler nelerdir ve kaç çeşittir öncelikle çeşitliliklerinden bahsedelim.
Lifli yiyecekler suda çözünebilen ve suda çözünemeyen olmak üzere iki farklı guruba ayrılmaktadırlar. Bu iki farklı gurup ayrı ayrı sorunların tedavisine yardımcı olmaktadır. Suda çözüne bilen ve suda çözünemeyen lifli gıdaları şu yönden ayırmak mümkün. Suda çözüne bilen gıdalar adından da anlaşılacağı gibi suda çözünür ağız yoluyla alınan bu gıdalar bağırsaklara ulaştığında enzimler dolayısıyla jel kıvamına gelen bir maddeye dönüşür. Bu yapışkan madde adeta bağırsak sisteminizi yavaşlatmaya, tokluk hissinizi artırmaya ve böylece şeker oranını dengeleyerek az ve sık yemenize sebep olmaktadır. Bağırsak sistemini yavaşlattığı için bu diyet yapan hastalara pek önerilmez özellikle kabızlık sorunu yaşayanların suda çözünür lifli yiyeceklere ağırlık vermemesi önerilir.

Suda çözünebilen lifli yiyecekler nelerdir
Tam tahıllar yulaf arpa gibi tam tahıl besinler suda çözünür ve tokluk hissini artırır. günlük tahıl ihtiyacı yulaflı gıdalardan gevreklerden temin edilebilir. Keza kuru meyvelerde suda çözünebilen besinler arasındadır. Kuru erik, armut ve naranciye çeşitleri bu katagoride yer alır. Baklagillerde suda çözünebilen lifli gıdalardır. Sarı ve kırmızı mercimek, nohut, fasulye ve bakla lif barındıran besinler arasındadır.

Suda çözünemeyen lifli yiyecekler nelerdir
sorusunu yanıtlamadan önce kabızlık sorununuz, bağırsak hareketlerinde düşüş ve şişkinlik şikayetleriniz varsa suda çözünemeyen lifli gıdalar tüketmelisiniz. Çünkü bu besinler bağırsak yolu ile sindirimi artırır. bağırsak kasılmasına ve hareketlerine oldukça faydalı olan bu besinler bağırsaklarda çalışma hızını artırdığı için kabızlık ve şişkinlik sorunları olanların sıkça tüketmeleri gereken gıdalar arasında ilk sıralarda yer almalıdır. Suda çözünmeyen lifli yiyecekler nelerdir; öncelikle çiğ sebzeler bu kategoridedir. Çiğ salatalık, ciğ marul, karnabahar, lahana, havuç, brüksel lahanası, yeşil yapraklı sebzeler ve yeşil rengindeki biberde bu kategoride yer alır. Meyve olarak çekirdekli ve kabuklu meyveler bu alanda yer alıyor. 

Özellikle kabızlık sorunu yaşayanlara uzmanlar elma kabuğu öneriyorlar. Kabuklu elma yiyenlerin bağırsak hareketlerini artırdığı görülmektedir. Keza kiraz, üzüm, kayısı vb gıdalarda suda çözünmeyen lifli yiyecekler arasındadır. Tahıllı gıdalarda buğday ve çavdar ağırlıklı olarak tercih edilmektedir. Besinlerde lifli gıdalar ile beslenmek sadece bağırsak hareketlerine değil vücut için oldukça faydaları uzmanlar tarafından sıkça dile getiriliyor. Suda çözünebilen veya suda çözünemeyen herhangi bir lifli gıda tüketen kişilerin tüketmeyenlere oranla daha az kalp damar ve cilt rahatsızlıkları görüldüğü gözlemlenmektedir. 
0 yorum

Karbonhidratlar Hangi Besinlerde Bulunur

Karbonhidratların temel görevi vücudun ihtiyacı olan enerjiyi vermektir. Karbonhidratlar vücuttaki sindirim sistemi sayesinde kan şekerine dönüşür ve hücrelerin kendisini yenilemesine yardımcı olur. Eğer ki vücudunuza gereğinden fazla karbonhidrat aldı iseniz bu fazlalık karaciğerde depolanarak daha sonra kullanılır. Karbonhidratlar hangi besinlerde bulunur sorusunun cevabı için iki tip karbonhidrat tanınmalıdır. Basit karbonhidratlar meyvede, sebzede, sütte ve ürünlerinde bulunuyor. Kompleks karbonhidratlar ise ekmeklerde, simitlerde, nişastalı gıdalarda ve baklagillerde bulunuyor. Lifli yiyecekler denilen ürünler genellikle kompleks karbonhidratlardır. Gıda tüketimi yaparken ekstra şeker ilave edilecek olan gıdalardan uzak durmak gerekiyor. Çünkü ilave şeker her zaman vücutta deformasyona neden oluyor. Şeker ilavesi yapmak yerine kompleks karbonhidratları barındıran yiyecekleri tüketmek çok daha avantajlı ve sağlıklıdır.

Herkes karbonhidratların kilo aldırdığı konusunda hemfikirdir. Fakat bu önyargı yanlıştır. Çünkü karbonhidratlar vücut için gerekli olan vitamin ve mineralleri barındırıyor. Dengeli tüketildiğinde vücudun gerekli olan enerjisini sağlamak adına oldukça önemli ve yararlıdır. Özellikle başında beyaz ifadesi geçen hiçbir karbonhidrat tüketilmemelidir. Beyaz ekmek, beyaz şeker, beyaz pirinç kötü karbonhidratlar arasında yer alıyor. Besin değeri düşük olan bu besinlerin lifleri azdır. karbonhidratlar hangi besinlerde bulunur diye düşünüyor iseniz size detaylıca anlatacağım.

Sağlıklı Bir Yaşam İçin Karbonhidratlar Hangi Besinlerde Bulunur?
Özellikle iyi karbonhidratlar olarak sınıflandırılan sebzeler, meyveler, tahıllı ekmekler, esmer bulgur, pirinç, mercimek karbonhidrat olarak vücuda fayda sağlamaktadır. Kalori alma sıkıntınız var ise kilo vermek istiyor iseniz karbonhidrat kullanırken doğru besinleri seçmelisiniz. Mesela aldığını karbonhidrat kötü karbonhidrat sınıfında ise kilo alırsınız. Güne başlarken tam tahıllı besinler tüketmeye özen gösterin. Özellikle kahvaltılarınız yaparken müsli ya da şeker ilavesiz gevrek yiyebilirsiniz. Eğer kepek ekmek tüketmek isterseniz bu da doğru bir tercih olur. Beyaz ekmeği kesinlikle hayatınızdan çıkarın. Beyaz ekmek yerine tam tahıllı buğday ekmeğini tercih etmelisiniz. Kepekli makarna, kepekli pirinç, kepekli bulgur kilo aldırmayan sağlıklı karbonhidratlardır. Fasulye çeşitleri hem tokluk hissi sağlar hem de kilo vermenize yardımcı olur. Hem karbonhidrat hem de protein içeren fasulye karbonhidratlar hangi besinlerde bulunur sorusunun en doğru cevabıdır.

Diyet yaparken karbonhidratlardan uzak duruluyor. Karbonhidrat almayan vücut enerjisini sağlayamaz ve tempoya yenik düşer. Bu nedenle diyet yaparken karbonhidrat tüketimi önem taşıyor. Diyetisyenler dahi diyet için başvuran hastalarına günde 4-5 dilim ekmek tavsiye ediyor. Fakat bu ekmeğin beyaz ekmek olmaması önemli bir ayrıntıdır. Tam tahıllı ekmekler, kepekli ürünler diyet yapan insanların en önemli besinleridir. Lifli yapıları ile tokluk hissi veren bu yiyecekler aynı zamanda vücuda gereken tüm enerjiyi verir. Böylece aç kalmadan dengeli beslenerek kilo verebilirsiniz. Karbonhidrat tüketimi vücudun ihtiyacı olan besinleri depolayabilmesi için çok önemlidir. Sizde hem günlük hayatınızda hem de diyet yaparken karbonhidrat tüketmeyi ihmal etmeyin.
0 yorum

Kalori Saymadan Kilo Vermenin 10 Yolu

Kalori Saymadan Kilo Vermenin 10 Yolu
Kalori saymak yerine beslenmeyi öğrenip yaşam tarzınızda ufak değişiklikler yaparak kalıcı çözümler bulabilirsiniz. ART Tıp Merkezi Diyet ve Beslenme Uzmanı Simge Çıtak bunun için 10 adımlık bir rehber hazırladı!

1. Besin gruplarını öğrenin
Yediğiniz bir yemeğin 500 kalori olduğu bilmek size pek bir şey kazandırmaz. Önemli olan yediğiniz yemeğin hangi besin grubundan olduğunu bilmeniz. Bunu bilirseniz, günlük beslenmenizi ona göre ayarlayabilirsiniz. Diyelim ki günlük ihtiyacınız 1.500 kalori. 1.500 kaloriyi geçmeyecek şekilde tüm gün boyunca makarna yediniz. Doğru mu yapmış olursunuz? HAYIR!
Vücudumuzun tüm besin gruplarına farklı miktarlarda ihtiyacı var. Süt grubu, et grubu, ekmek grubu, sebze ve meyve grubu, yağ gruplarından kişiye göre değişen oranlarda her gün almalıyız. Denge herkes için aynıyken, yeterlilik kişiye göre değişir.

2. Yediğinizin yarısını yiyin
Özellikle dışarıda yemek yediğinizde, porsiyon miktarları sizin kontrolünüzde değildir ve siz de o anda doyup doymadığınızı düşünmeden önünüze gelen bütün yemeği yersiniz. Bu nedenle yarım porsiyon ısmarlamayı alışkanlık haline getirin ya da yanınızdaki kişiyle yemeğinizi paylaşın. Evde yemek yerken de her zaman yediğiniz miktarın önce yarısını tabağınıza alın, doymazsanız yine alabileceğinizi unutmayın. Kullandığınız tabakların boyutlarını küçültün. Yemeğin yanına mutlaka bol salata koyun ve yemeğe salatayla başlayın.

3. Yavaş yiyin ve çok çiğneyin
Yavaş yemeyi ve çok çiğnemeyi alışkanlık haline getirebilirsiniz. Her lokmayı en az 10 kere çiğneyin. Hem sindirim sisteminize yardım edersiniz hem de yediklerinizin miktarını azaltırsınız. Çünkü hızlı yediğinizde beynin açlık merkezine sinyal ulaşana kadar siz ihtiyacınızdan daha fazla yemeği yemiş olursunuz. Açlık merkezinin sinyali alabilmesi için en az 10 dakika gereklidir. Ayrıca her lokmadan sonra, çatalınızı ve bıçağınızı bırakmak yemek yeme hızınızı azaltmanıza yardım eder.

4. Daha çok su, daha az yemek
Su içmek için susamayı beklemeyin. Su tüketiminiz arttıkça iştahınızı daha rahat kontrol altına aldığınızı göreceksiniz. Ayrıca su, aldığınız besinlerin termik etkisini artırarak daha fazla enerji harcamanıza yardım eder. Su içmek öğrenilebilen bir alışkanlıktır. Su içmeyi sevmiyorsanız; suyun içine meyve dilimleri atarak içmeyi deneyin. Ya da içmekten keyif alacağınız su ısısını keşfedin. Belki daha soğuk ya da daha sıcak suyun tadını sevebilirsiniz.

5. Stresinizi egzersizle atın
Stresten tamamen uzaklaşamadığımıza göre, atmanın yollarını bulmalıyız. En güzel yolu da hayatımıza sevdiğimiz egzersizi katmak. Ancak ağır egzersizler yapmaya çalışmayın, gerçekleşmesi zor hedefler belirlemeyin. Sadece kendinize yeni bir stres kaynağı yaratırsınız. Onun yerine uygulayabileceğiniz değişiklikler yapın. Doğada yürümeyi deneyin, hem ruhunuzu, hem bedeninizi besleyin. Vaktiniz yoksa en azından evde dans etmeyi deneyin.

6. Yiyeceklere duygusal anlamlar yüklemeyin
Bazı insanlar mutlu olunca, mutsuz olunca, yalnız hissettiğinde yani duyguları baş edemediği noktaya gelince yemeye yönelir. Aslında geçekte aç oldukları için yemezler. Siz de bunlardan birini yaşadığınızda yemek yiyorsanız, yemek yerine kendinize başka bir aktivite bulun. Mesela şarkı söyleyin, müzik dinleyin.

7. Başka birşeyle ilgilenirken yemek yemeyin
Televizyon izlerken ya da çalışırken yemek yerseniz ne yediğinizin ve ne kadar yediğinizin farkında olmazsınız. Hatta doyduğunuzu bile anlayamazsınız. Yemek saatinde sadece yemek yiyin.

8. Dolap temizliği yapın
Evinizi sizi yoldan çıkaran, kalori değeri yüksek, besin değeri düşük yiyeceklerden arındırın. Onun yerine sağlıklı besinlerden oluşan yeni bir dolap hazırlayın. Atıştırma alışkanlığınız varsa sağlıklı atıştırmalıklar olan kuru meyve, leblebi ve tarhana cipsi bulundurun. Ama bunların da miktarlarına dikkat edin.

Buzdolabına yaptığınız temizliği giysi dolabınızda da mutlaka yapmalısınız. Kilo verdikten sonra eski kilonuza göre olan büyük giysilerinizi mutlaka verin. O kıyafetleri vermediğinizde bilinçaltınız 'tekrar kilo almak' isteyebileceğinizi düşünüyor.

9. Kahve randevusu verin
Dostlarınızla buluşmalarınızı ya da iş toplantılarınızı yemekte değil kahve ya da çay içerek yapın. Eğlence için yemek yerine, sinemaya, tiyatroya ya da dansa gidin.

10. Ulaşmak istediğiniz görüntünüzü hayal edin
Her an istediğiniz kiloya indiğinizdeki görüntünüzü, kıyafetinizi, davranışlarınızı, diğer kişilerin gözündeki etkisini hayal edin; düşünün. Bu canlandırmalar sizi ulaşmak istediğiniz yolda motive eder.

0 yorum

Günümüzde "Yeme Bozukluğu" artıyor!

Yeme bozuklukları gençler arasında bir çığ gibi büyüyor! Kimileri karşı konulmaz bir zayıf olma isteği duyarken, kimileri kontrol edilemez bir şekilde aşırı yemek yiyor, kimileri ise sağlıklı beslenmeyi takıntı haline getiriyor.

KadıköyŞifa Kadıköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Dyt. Rabia Yurdagül'ün verdiği bilgilere göre, ergenlerde yeme bozukluğu görülme sıklığı yüzde 5 ve bu oran giderek artıyor. Özellikle 15-19 yaşlarındaki yeme bozuklukları nedeniyle meydana gelen ölümler, bu yaşlardaki doğal nedenlerle (kardiyak aritmi, enfeksiyon vb.) ölümlerden 5 kat daha fazla.

Açlık Hastalığı: Anoreksiya Nervosa

Vücut şeklinden aşırı rahatsızlık duyma, karşı konulmaz bir zayıf olma isteği ve özellikle anorektik bireylerde görülen yemek düşünceleriyle aşırı bir zihin meşguliyeti durumu söz konusu. Açlık hastalığı olarak adlandırılan Anoreksiya Nervoza’da besin alımına, kiloya ve zayıflığa karşı aşırı takıntı bulunuyor. Zayıf olunduğu halde (BKİ 17.5 kg/m2'den daha düşük) kişiler kendilerini aynada kilolu olarak görüyor ve daha fazla kilo verebilmek için çok düşük kalorili diyetler uyguluyor veya kendilerini aç bırakıyor. Bu kişilerde amenore (menstürasyonun olmaması), kansızlık, vücut su - tuz dengesinin bozulması, kanda kolesterol ve üre düzeylerinin artışı, karaciğer enzimlerinin yükselmesi, tiroid bezi hormonlarının düşmesi, kadınlarda östrojen, erkeklerde testesteron hormon düzeylerinde azalma sonucu cinsel sorunlar, cilt ve saç sorunları, kilo kaybıyla birlikte beyin kütlesinde azalma ve beyindeki kimyasal reaksiyonlarda değişiklik, kalp atımında azalma ve düzensizlikler oluşuyor, uyuşturucu madde kullanımı, sosyal çevreden kendini soyutlama davranışı, sürekli spor ve ağır egzersiz yapma eğilimleri görülüyor.

Yemekten Suçluluk Duyma: Bulimia Nervoza

Bulimia Nervoza ise psikolojik temelli bir hastalık olup anormal yeme alışkanlığı ile kendini belli eden ve daha sonra kilo almayı önlemek için uygunsuz davranışların (kusma, laksatif ve diüretik kullanımı, aç kalmak, aşırı egzersiz yapmak gibi) sergilendiği bir yeme bozukluğu. Tıkanırcasına yemek yedikten sonra suçluluk duygusuyla yenilen yiyecekleri çıkarma yoluna başvuruluyor. Sürekli kusmaya bağlı elektrolit dengesizlikleri, mide asidinin ağza gelmesi ile diş çürükleri, mide delinmeleri görülüyor. Depresif bozukluklar yanında alkol ve madde bağımlılığı da görülebiliyor.

Tıkanırcasana Yemek Yeme Bozukluğu: Binge Eating Disorders

Tıkanırcasına yeme bozukluğu olarak ifade edilen ve üçüncü tür yeme bozukluğu olarak tanımlanan Binge Eating Disorders, düzenli olarak haftada 2 veya daha fazla aşırı miktarda yemek yeme davranışı ile karakterize bir hastalık. Atak sırasında bu bireyler, kontrol edilemeyen bir şekilde umulmayacak kadar çok yiyeceği kısa zamanda tüketiyorlar ve Bulimik hastaların aksine kusma gibi davranışlar göstermiyorlar. Bu bireylerde duygu durumunda ve ilişkilerde sürekli bir tutarsızlık gözlemleniyor. Günlük enerjinin minimum yüzde 25’ini akşam yemeği ile ertesi sabah arasında geçen sürede alıyorlar. Obezlerin belli bır kısmında tıkanırcasına yeme bozukluğu görülüyor ve çeşitli uyku bozukluklarının gece yemelerine neden olabileceği belirtiliyor.

Sağlıklı Yemek Yeme Takıntısı: Ortoreksiya Nervoza

Son yıllarda Ortoreksiya Nervoza (sağlıklı yemek yeme takıntısı) yeni bir kavram olarak yeme bozukluklarına eklendi. 'Ortho' Yunanca' da 'doğru' ve 'normal' anlamına geliyor. Yani doğru yemek yeme de bir takıntıya dönüşebiliyor. Ortoreksiya Nervoza özellikle büyük kentlerde yaşayan 'beden imgesi' ağırlıklı düşünen takıntılı kişilerin yakalandığı bir hastalık. Her besinin aşırı sağlıklı olması insanı tek boyutlu beslenmeye kadar götürebiliyor ve ilerleyen ölçütlerde Anoreksiya ile karşı karşıya getirebiliyor. Oysaki aşırı derecede takıntı yapmak yerine dengeli beslenme konusunda bilinçli olmak gerekiyor.

Yeme bozukluğu fazla yeme ve devamlı rejim yapma takıntısı şeklinde olduğu gibi kişinin her yediğinin sağlıklı olup olmadığını kontrol etme takıntısı şeklinde de kendini gösteriyor. Bu kişiler için yiyeceklerin saf, katkısız ve işlenmemiş olması oldukça önemli. Bu yüzden bu bireyler pek çok sebze ve meyveyi çiğ tüketiyorlar. Çoğu da vejetaryen oluyor. Kendi bildiklerinin tek doğru olduğuna inanıyorlar ve inandıkları çerçevesinde hareket ediyorlar. Yaşamları, bir sonraki öğünü planlamak, sağlıklı yiyecek satan marketleri dolaşmak, yemek hazırlamak ve yemek gibi bir kısır döngünün içine girebiliyor.

Ortorektik misiniz?

Bu sorulara "evet" cevabı veriyorsanız, ortoreksiya belirtisi gösteriyor olabilirsiniz.

1- Yemek yerken yediklerinizin kalorisine dikkat eder misiniz?
2- Çeşitli yiyeceklerin olduğu bir yerde yiyecek seçmek durumunda kalırsanız kararsızlık yaşar mısınız?
3- Son üç ay içerisinde besinler konusunda endişelendiğiniz oldu mu?
4- Sağlığınızla ilgili endişeleriniz besin seçiminizi etkiler mi?
5- Yemeğinizin sağlıklı olması sizin için lezzetli olmasından daha mı önemlidir?
6- Daha sağlıklı, daha taze besinler satın almak için daha fazla para harcar mısınız?
7- Sağlıklı beslenme ile ilgili düşünceler sizi günde üç saatten fazla meşgul eder mi?
8- Sağlıksız olduğunu düşündüğünüz besinleri yediğiniz olur mu?
9- Sizce ruhsal durumunuz yeme düzeninizi etkiler mi?
10- Besinler içerisinde sadece sağlıklı olanlarını tüketmek kendinize olan güveninizi arttırır mı?
11- Uyguladığınız beslenme tipi yaşam tarzınızı değiştirir mi? (dışarıda yeme sıklığı, arkadaşlar vb. açısından)
12- Sağlıklı beslenmenin dış görünümünüzü daha iyi hale getirebileceğini düşünür müsünüz?
13- Sağlıksız beslendiğinizde kendinizi suçlu hisseder misiniz?
14- Piyasada sağlıksız besinlerin de satıldığını düşünür müsünüz?
15- Son zamanlarda yemeklerinizi özellikle tek başınıza yemeği tercih eder misiniz?

Yeme Bozukluklarında Tedavi

Yeme bozukluklarının tedavisi zordur, profesyonel yardım alınmalıdır. En iyi tedavi yöntemi tıbbi, psikolojik ve beslenme konsültasyonunu içeren kombine bir çalışma ile gerçekleşmektedir. Anoreksiyalı kişi tehlikede olmadığına ve yardıma gerek duymadığına inanır, Bulimialı kişi ise sorunun farkındadır ama tekrar kilo alma korkusu ile tedavi görmek istemez. Tedavi süreci birkaç aydan birkaç yıla kadar sürebilir. Ancak tedaviden sonra da tekrarlayabilmesi hala bir sorun olmaya devam edebilir.

Tedavi sırasında doktor, diyetisyen, psikolog veya psikiyatrdan oluşan multidisipliner bir ekip çalışması başarılı sonucun elde edilebilmesi adına oldukça önemlidir. Bu tür bozukluklarda tekrarlama ihtimali yüksektir. Diyetisyen bireyin beslenme durmunu, bilgi düzeyini, yemek yeme ve yemeğe karşı tutumunu değerlendirerek beslenme programını oluşturup bireyin takibini yaparken diğer ekip üyeleriyle sürekli iletişim halinde olmalıdır.

0 yorum

Yogurt Kilo Aldırır Mı

Yoğurt kilo aldırır mı sorusu akıllarda soru işareti bırakıyor. Yoğurdun önemli bir besin ve protein kaynağı olduğu herkes tarafından biliniyor. Yoğurt pek çok diyetin de ana ürünüdür. Yoğurt basen ve bel bölgesindeki yağları eritmede oldukça etkili bir besindir. Vücudunuzun ihtiyacı olan protein, vitamin ve mineralleri içerdiği için yoğurt en temel besin kaynaklarından biri olarak anımsanıyor. Zayıflamak, kilo vermek ve aynı zamanda sağlığınızı korumak istiyor iseniz yoğurt tüketmek size bu istediklerini verecektir. 

Yoğurt kilo aldırır mı sorusunun cevabı hayırdır. 
Yoğurdun metabolizmayı hızlandırıcı etkisi sayesinde kilo vermenizi kolaylaştırıyor. Yoğurdun zayıflatabilmesi için yağsız ya da az yağlı yoğurt tüketmek gerekiyor. Az yağlı yoğurtlar sayesinde diyetlerinize lezzetli besinler üretebilirsiniz. Diyetisyenlerin de tercihi ve hastalarına önerdiği yağsız yoğurt tüketimidir.

Yoğurdun Faydaları Arasında Neler Vardır?
Yoğurdun pek çok faydası bulunuyor. Yoğurt kilo aldırır mı sorusunun yerine yoğurdun faydaları konuşulmalıdır. Yoğurdun suyu özellikle B vitamini içermesi nedeni ile oldukça önemlidir. Yoğurt suyu ile birlikte tüketildiğinde vücudun ihtiyacı olan tüm besinleri verir. Süzme yoğurt tüketilmesi bu nedenle tavsiye edilmemektedir. Günün her saati gönül rahatlığı ile tüketilebilecek olan yoğurdun faydaları oldukça uzun bir liste oluşturuyor. Şeker hastalarının da gönül rahatlığı ile tüketebileceği yoğurdun bu hastalar tarafından tüketilecek şeklinde kaymak olmamalıdır. Sabah yenen yoğurt sindirimi hızlandırarak bağırsakların çalışmasını sağlıyor. Böylece metabolizmanız hızlanır ve kilo verimi elde edersiniz. Fakat dikkat edilmelidir ki onikiparmak bağırsağında ülser problemi yaşayan hastalar yoğurt tüketiminden uzak durmalıdır. Çünkü asitli içeriği rahatsızlık verici etkiler yaratır. 

Yoğurt süte ve süt ürünlerine oranla daha hafif bir besindir. Sindirimi kolaydır ve hassas bünyeler tarafından tüketilmesi olağandır. Bağırsaklarda bulunan hastalık yapan bakterilerin bağırsakta oluşmasına ve yayılmasına engel olan yoğurt sayesinde ishal ve tifo gibi rahatsızlıkların önüne geçilebilir. Tüberkülozlu hastaların yoğurt tüketmesi antibiyotik etkisi sağlamalarına yardımcı olur. Yoğurdun kullanıldığı pek çok bakım maskesi de bulunuyor. Daha parlak cilt ve saçlar için yoğurt maskelerini kullanmak size avantaj sağlayacaktır.

Yoğurdun faydaları nelerdir ve yoğurt kilo aldırır mı gibi soruları bir kenara bırakmak gerekiyor. Yoğurdun vücuda sağladığı yararlar ortadadır. Yoğurt tüketerek daha fit bir görünüm elde edebilir, fazla yağlarınızdan kurtulabilirsiniz. Böylelikle hem sağlıklı bir yaşam sürer hem de vücudunuz için gereken besinleri alırsınız. Özellikle yağsız yoğurt tüketimi vücut için çok daha önemlidir. Yoğurdun suyunu da tüketir iseniz daha sağlıklı bir yaşam sürebilirsiniz. B vitamininin bulunduğu yoğurdun suyu ayran yapımında da içeriğe katılmalıdır. Böylelikle yoğurdun ayran versiyonunu da kolaylıkla tüketebilirsiniz. Ayrana tuz koymamanız yağ yakımı sağlamak için çok önemlidir. Tuzsuz yemekler ve yoğurt sayesinde kilo verebilir, sağlıklı bir vücuda sahip olabilirsiniz. 
0 yorum

Balın Faydaları Nedir? Kaliteli Bal Nasıl Anlasılır

Bal en faydalı besinlerin başında gelmektedir. Balın kaliteli olması, barındırdığı faydalara da etki ediyor. Kaliteli bal üretildiği yere, kullanılan arılara ve üretim sürecindeki işlemlere bağlıdır. Özellikle balın hangi çiçekten elde edildiği çok önemlidir. Balların içerdiği besinler, içerdiği şekerler hangi arı tarafından üretildiği ile alakalı bir durumdur. Balın saf olması için dışarıdan şeker takviyesi yapılmaması gerekir. GDO içeren ürünlerin nasıl doğallığı bozuluyor ise sonradan şeker ilavesi de balın kalitesini ve faydalarını düşürmektedir. Balın faydaları binlerce yıldır kullanılmasından da ortaya çıkabileceği gibi oldukça fazladır. Eskiden bal insanların yaralarının iyileşmesi için kullanılıyordu. Özellikle balın antioksidan özelliği iltihaplı yaraların tedavisinde kullanılıyordu. Günümüzde bile balın bu faydası ilaç üretiminde kullanılmaktadır.

Balın içerisinde pek çok doğal şeker bulunuyor. Glikoz, früktoz, levüloz ve daha pek çok doğal şeker balın %80’lik hacmini oluşturuyor. Çokça şeker içermesi tarih boyunca tatlandırıcı olarak kullanılmasına vesile olmuştur. Fakat bal şekerli bir ürün olduğu için fazla kullanımı insan sağlığını olumsuz etkilemektedir. Doğal bal tüketimi vücuda pek çok fayda sağlıyor. Fakat daha sonradan şeker ilavesi yapılan, rafine edilen, işlenen ve filtrelenen ballar insan sağlığına zarar veriyor. Balın faydaları konusunda pek çok alt başlığa erişebiliriz. İlk olarak bal doğal tatlandırıcıdır. Eğer şeker tüketiminin önüne geçemiyor iseniz, yediğiniz ürünlere şeker yerine bal koyabilirsiniz. Hem şekere oranla daha az kalori alırsınız hem de sağlığınızı korursunuz.

Balın faydaları vücudunuzdaki yaraları antioksidan etkisi ile bakterilerden arındırmasıdır. Her ne kadar merhemler ve ilaçlar tedavi edici özellik taşısa da balında tedavi etme özelliği bulunuyor. Balın bu antioksidan özelliği pek çok rahatsızlığın önüne geçmenize de yardımcı oluyor. Doğal bal kullanarak kalp rahatsızlıklarının, karaciğer yetmezliklerinin önüne geçebilirsiniz. Bal doğal bir enerji kaynağıdır. Früktoz, glikoz gibi doğal şekerler vücudunuzun ihtiyacı olan enerjiyi size sağlıyor. 1 yemek kaşığı bal tüketerek tüm gün yetecek kadar enerji depolayabilirsiniz. Herkesin de bildiği gibi balın öksürük geçirici özelliği bulunmaktadır. Sıcak suya 1 yemek kaşığı bal ve 2-3 damla limon ekleyerek öksürük krizlerinin önüne geçebilirsiniz. Kötü kolesterol olarak adlandırılan LDL, bal sayesinde olması gereken değere kolaylık ile düşüyor. Ayrıca alternatif olarak bal sayesinde saçlarınıza parlaklık sağlarken, sivilce problemlerinizi de çözebilirsiniz.

Kaliteli Bal Nasıl Anlaşılır?
Balın görünüşünden ya da tadına bakarak ne yazık ki kaliteli olup olmadığını anlayamazsınız. Balın kaliteli olması ilave şeker içermemesi ve üretildiği çiçek ile alakalıdır. Eğer ambalajlı bir bal satın alıyor iseniz içindekiler bölümünü dikkatli okumalı, ilave şeker içermediğinden emin olmalısınız. Balın kaliteli oluşu sadece ilave şeker içermemesi ile alakalı değildir. Ayrıca işlenme şekli, nereden geldiği de önemlidir. Yine de en kaliteli bal filtrelenmemiş, hiçbir işlemden geçirilmemiş baldır. Balın faydaları balın kalitesi ile alakalıdır.
0 yorum

Ruh eşini internet üzerinden arayanlar

Güvenli içerik ve tehdit yönetimi çözümleri lideri Kaspersky Lab, hayatının aşkını internet üzerinden arayanları uyarıyor. “Ruh eşimi bulayım” derken tatlı tuzakların kurbanı olmamak için bu önerilere göz atmanızda fayda var!

Yalnız geçirdiğiniz “Sevgililer Günü” hala içinizde bir acı mı? O halde, bir sonraki 14 Şubat için şimdiden hazırlıklarınızı yapmaya başlamış olabilirsiniz. Yalnız, bunu internetten yapıyorsanız, bazı riskleri de göz ardı etmemeniz gerekiyor.

Kaspersky Lab uzmanları internetten ruh eşini arayanların karşılaşabileceği bazı tehlikelerin altını çizdi. Evlilik vaadiyle yanaşan birçok dolandırıcı ve diğer belirsiz kişilerin ruh eşini bulmak isteyen insanların duygularıyla oynayacağını tahmin etmek hiç de zor değil. Çeşitli sanal “tatlı tuzaklar” günümüzde oldukça yaygın; aynı zamanda bir anlık tutkuyla kapana kıstırıldığında kişinin birden bire parasız kalması ya da bilgisayarının çökmesi içten bile değil.

Match.com, Badoo.com ya da Mamba.ru gibi global popüler flört sitelerinin yanı sıra Türkiye’deki aynı amaçlı siteler, dolandırıcıların dikkatinden kaçmıyor. Neredeyse tüm ana diller için geliştirilmiş, popüler flört sitelerinden geliyormuş gibi gösterilen spam e-postalar artık oldukça yaygın. Kullanıcı, bu e-postalardan gelen linkleri tıkladığında, yabancı birgüzelin fotoğraflarını görmek yerine, bilgisayarına yüklenen zararlı bir yazılımla karşılaşıyor.

Üstelik sahte flört siteleri, sadece zararlı yazılım ya da kimlik hırsızlığı gibi sonuçlar doğurmakla kalmıyor; aynı zamanda gafil avlanan kullanıcının parasını da tehlikeye atıyor. 0.30 ile 12 dolar arasında değişen ücretiyle mesaj üzerinden yaş doğrulaması ya da kayıt isteyen tek bir dolandırıcılık e-postası kullanıcının finansal verilerine ulaşım sağlıyor. Ancak, bir kez para harcandıktan sonra hiçbir şekilde geri dönüş olmuyor. Çünkü erişim sağlanabilecek hiçbir içerik bulunmuyor.

EN POPÜLERİ NİJERYA’DAN GELENLER
Yıllar boyunca popülerliğini kaybetmeyen en yaratıcı junk e-postası “sözde” Nijerya’ya özgü spam mesajları olmaya devam ediyor. Gönderilen mektupların romantik yazarları, flört sitelerine kayıtlı potansiyel kurbanları hedef alıyor.

Hikayeler aslında klasik. Bu e-postaları yazdığı “iddia edilen” kız, genellikle uzak, savaş mağlubu Afrika ülkelerinde yaşıyor. Hemen sonrasında, potansiyel damat, nişanlısı olan kızın milyon dolarlık bir servete konduğunu ve kendisiyle bu varlığı paylaşmaya hazır olduğunu öğreniyor. Ancak, gelini ve parasını ülke dışına çıkarmak için, damadın ödemesi gereken bazı yasal hizmetler bulunuyor. Bu taktiklerin gerçekleşebilmesi için uzun süren yazışmalara ihtiyaç oluyor; çünkü çok az kişi bu denli yüksek miktarları hemen ödemeyi kabul ediyor. Potansiyel kurbandan gelen ilk e-postalar bir robot tarafından cevaplanıyor. Ancak dolandırıcılar, ortada bir fırsat olduğunu fark ettiklerinde, yazışmalara müdahale ediyorlar. Kurbanı ikna etmek uzun sürebiliyor. Bu durumda, bireysel yaklaşım ve psikolojiyi bilmek de oldukça önem taşıyor.

“Nijeryalı” gelinlerin aksine, “Rus” gelinlerin hayallerindeki erkekle tanışmaları için tek ihtiyacı olan bir uçak bileti. Tabii ki, bu para dolandırıcılar için kolay lokma sayılıyor.

İnternetteki bu tatlı tuzaklarla ilgili olarak Kaspersky Lab Baş Spam Sorumlusu Tatyana Kulikova, “İnternet, iletişim için bol miktarda fırsatlar sunuyor. Ancak, aşkı aramak için her zaman doğru bir yer olduğu söylenemez. Biz sadece, sizleri internette bekleyen birkaç tatlı tuzaktan bahsettik. Hayal kırıklığından kaçınmak için, şu güvenlik kurallarını uygulayın: Özellikle spam e-postalarında reklamı yapılan, bilinmeyen flört sitelerini ziyaret etmeyin. Bilinmeyen kişilerden gelen e-postaları açmayın; ve eğer şüpheli görünüyorsa, cevap vermeyin.”

0 yorum

Kendi küçük ama derdi büyük hastalık

Ağızda kötü koku, dilde renk değişimi, diş çürüğünüz, dişlerde sararma varsa diş hekimine görünmenin vakti çoktan gelmişte geçiyor demektir.

Hisar Intercontinental Hospital Ağız ve Diş Sağlığı Bölümü Uzmanı Dt. Banu Okur Çakmakçı, en sık karşılaşılşan ağız ve diş sağlığı problemlerini anlattı.

DİŞ ETİ HASTALIĞI
Diş eti sınırı boyunca bakteri plağı birikmesi uzun süre orda kalması diş eti hastalıklarına yol açabilir. Gingivitis, dişeti hastalığının ilk aşamasıdır. Sigara kullanımı, kötü beslenme, stres, kötü ağız hijyeni nedeniyle oluşan diş eti hastalıklarının ilk belirtileri kırmızı, şiş ve kanamalı diş etleridir. Doğru ağız hijyeni ve tedaviyle diş eti hastalıklarından korunmak mümkündür.

PERİODONTİTİS (İLERLEMİŞ DİŞ ETİ HASTALIĞI)
Diş eti hastalıklarının ilerlemiş aşaması olan peridontitis diş eti enfeksiyonudur. Artan diş eti iltihabı tedavi edilmezse özellikle yetişkinlerde diş kaybının en önemli nedenlerinden biridir.

AĞIZ KOKUSU
Yiyecek artıkları diş çevresinde birikerek bakterilerin de yardımıyla kötü ağız kokusuna sebep olur. Sürekli kötü ağız kokusu veya ağzınızda kötü bir tat olması, devamlı ağzınızdan nefes aldığınızın, ağız kuruluğunun, dişeti hastalığının hatta diyabetin belirtisi olabilir. Ağız kokusu ile savaşmak için dil ve diş fırçalamak, bol su içmek, ağız kokusu yapan gıdalardan kaçınmak gerekir. Bütün bu önlemlere rağmen ağız kokunuz devam ediyorsa mutlaka diş hekiminize başvurun.

AFTÖZ ÜLSERLER
Çok bilinmeyen, küçük ama ağız içerisindeki ağrılı kabarcıklarla kendini gösteren aftöz lezyonlar, aşırı duyarlılık, enfeksiyon, hormonlar, stres nedeniyle tetiklenebilir. Hekim kontrolünde ilaç tedavisi ile iyileşir.

SİYAH KILLI DİL
Kremden kahverengiye değişen renklenme dil sırtında lokalize olur. Antibiyotik kullanımı, kötü ağız hijyeni, sigara, alkol, yoğun çay-kahve tüketimi nedeniyle dilin üzerinde yaşayan bakterilerin oluşturduğu bir hastalıktır. Dil siyah görünümlü ve tüylüdür. Etkenin ortadan kaldırılmasıyla dilin fırçalanmasıyla tedavi edilir.

COĞRAFİK DİL
Dilin içerisinde kendiliğinden oluşan irili ufaklı çatlakların görünümü haritaya benzer. Coğrafik dil zararsızdır, genellikle herhangi bir tedavi gerekmez. Acı varsa, ağrı kesici ve anti-enflamatuar ilaçlar yardımcı olabilir.

AĞIZ KANSERİ
Sigara kullanımı, güneşe aşırı maruz kalma gibi nedenlerle ortaya çıkan ve yüzde açıklanamayan uyuşma, ağız ve boyun ağrısı belirtileriyle kendisini gösteren ağız kanseri; çiğneme, konuşma ve yutkunmada zorluğa yol olabilir. Erken dönemde teşhis edildiğinde tedavi edilebilir.

TEMPROMANDİBULAR EKLEM RAHATSIZLIĞI
Tempromandibular Eklem Rahatsızlığı çene, yüz, kulak ve boyunda şiddetli ağrıya; diş sıkma, gıcırdatmaya neden olabilir. Ağız koruyucusu, ilaç tedavisi ve gerektiğinde ameliyatla tedavi edilir.

PAMUKÇUK
Candida mantarının neden olduğu pamukçuk bebekler ve daha yaşlı yetişkinlerde görülür. Zayıflayan bağışıklık sistemi, yoğun antibiyotik kullanımı, diyabet gibi nedenlerle tetiklenen hastalık ağrıya neden olarak özellikle bebeklerin beslenmesinde problem yaratabilir. Mutlaka hekime başvurarak kişiye uygun tedaviye başlamak gerekir.

DİŞ ÇÜRÜKLERİ, APSELER, RENK DEĞİŞİKLİĞİ
Düzenli diş hekimi ziyareti, günlük fırçalama ve diş ipi ile temizlik sayesinde dişlerinizi çürük, apse ve renk değişikliklerinden koruyabilirsiniz. Ancak dişiniz ağrıyor ve buna kulak ağrısı ya da ateş eşlik ediyorsa mutlaka diş hekiminize başvurun.

0 yorum

'Kadınlara özel' teknolojik kazalar

Kadınların en çok karşı karşıya kaldığı teknolojik kazaları araştırıldı. 

Kazaların büyük bir çoğunluğu, kadınların hiçbir zaman hayatlarından eksik olmayacak gereksinimlerinin çıkarmış olduğu hasarlardan oluşuyor. Çıkan sonuçlara göre masum sandığınız birçok kadınsı ürün, aslında birer teknoloji düşmanı olabilir.

Sizler de elektronik cihazlarınızın başına gelen garip kazalardan mustaripsinizdir. Hiç beklenmedik anda çıkan bu sorunlar can sıkıcı bir hâl alır. Genellikle kadınların başına gelen bu ilginç kazalara karşı daha dikkatli olmak istemez miydiniz? İşte kadınların başına en çok gelen teknolojik kazalar…

Bir kadının cep telefonuyla yaşadığı en ilginç ve en bilinen kazaların başında telefonunun tuvalete düşmesi geliyor. Teknokask verilerine göre %45 oran ile en çok karşılaşılan sorun bu. Böyle bir sorunla karşılaşmamak için telefonunu çantada taşımak akıllıca görünebilir. Ancak cihazınızın başına çantanızda neler gelebileceğinden henüz haberdar değilsiniz.

Çantanızdaki anahtarlarınız, bilezikleriniz cihazınızın ekranına hasar veriyor. %25 oranıyla en çok karşılaşılan ikinci sorun bu olurken, ekran üzerindeki koruyucu filme bile hasar verebilecek düzeyde çizilmeler oluşuyor.

Teknolojik cihazları çantanızda bekleyen diğer bir tehlike ise, fondöten ya da parfüm gibi kozmetik ürünler. Bu ürünlerin akma, sızıntı yapma durumlarında görülen hasarların oranı ise %20. Yani kadınlar bazen çok sevdiği makyaj malzemelerinin mağduru olabiliyor.

Teknolojik cihazlara zarar veren kozmetik ürünlerin arasında kremler de yer alıyor. Ellerinize narin bir yumuşaklık hissi vermek için sürdüğünüz krem, elinizden telefonunuzu veya notebookunuzu alabilir. Kadınların yaşadığı teknolojik kazalar arasında %10’luk bir dilime sahip olan bu sorun, krem sürdükten hemen sonra ele alınan ve yere düşürülerek hasar gören teknolojik cihazların da az olmadığını gösteriyor.


0 yorum

3 ayda alerji tedavisi artık mümkün

Avrupa ve Amerika'da 30 yıldır uygulanan, Türkiye'de ise yeni tanınmaya başlanan biorezonans tedavisi.

Egzama, astım, saman nezlesi, çölyak, besin-bahar ve toz alerjilerinin giderilmesinde yüzde 90'ın üzerinde başarılı sonuç veriyor. Biorezonans Uzmanı Dr. Sinan Akkurt iyileşme süresinin 10 - 12 hafta sürdüğünü açıkladı. Akkurt, en çok başvuruyu kaşıntı, kabarıklık, burun ve geniz akıntısı gibi şikayetleri olan hastalardan aldıklarını belirtti.

Biorezonans Uzmanı Dr. Sinan Akkurt'un verdiği bilgilere göre, tedavi alerji testi ile başlıyor. Testle hastanın kaç maddeye alerjisi olduğu saptandıktan sonra ana alerjenlere öncelik verilerek kişiye özel biorezonans tedavisi planı uygulanıyor. Haftada bir kez, yaklaşık bir saat süren seanslar sonunda ortalama 10 - 12 hafta içinde iyileşme sağlanıyor.

Biorezonans tedavisini Türkiye'ye tanıtan Dr. Sinan Akkurt, en çok başvuruyu yüzde 83'lük dilimle genel alerji başlığı altındaki kaşıntı, kabarıklık, burun ve geniz akıntısı gibi şikayetleri olanlardan aldıklarını söyledi. Bunu yüzde 8 ile alerjik astım, bronşit ve ürtiker hastalıklar izliyor. Tedavi, anne sütü dahil olmak üzere süt ve süt ürünleri tüketemeyen galaktozemi hastası bebeklere de uygulanabiliyor. Akkurt, başarılı sonuçlara bir örnek olarak çölyak tanısı nedeniyle askerden muaf sayılan, tedavi bittikten iki ay sonra askere kabul edilen 21 yaşındaki hastayı gösterdi.

Ağrısız, acısız ve yan etkisiz bir yöntem olan biorezonans tedavisi, insanların yaydıkları elektromanyetik frekansların özel bir cihazla anlaşılmasına ve hastalıklı dokulara yaydıklarının tam aksi yönde frekans yollayarak iyileştirilmelerine dayanıyor.

0 yorum

Kalıtsal meme kanseriniz olabilir

Günümüzde genetik alanında yaşanan gelişmeler, meme kanserine yatkınlığı belirleyen genlerdeki değişimlerin tespit edilmesine ve risk altındaki bireylerde kanser ortaya çıkmadan önlem alınmasına olanak sağlıyor. 

Kadıköy Şifa Ataşehir Hastanesi Meme Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Münire Kayahan kalıtsal meme kanseri teşhis ve tedavisi ile ilgili en önemli soruları yanıtladı!

Kalıtsal meme kanseri sık mıdır?
Zannedildiği kadar sık değildir. Kalıtsal meme kanserleri tüm meme kanserlerinin yaklaşık %10’unu oluşturur. Geri kalan grupta ise kanser gelişiminde çevresel ve kişiye özel faktörler rol oynar.

Kalıtsal meme kanserlerinin özellikleri daha mı farklıdır?
Meme kanseri sıklığı yaşla artar ancak kalıtsal kanserler genellikle erken yaşta ortaya çıkar. Kanserin genç yaşta görülmesi, iki memede birden olması, her iki yumurtalıkta ortaya çıkması, diğer kanser tipleri ile birlikte olması gibi durumlarda kalıtsal kanserler düşünülmelidir.

Kalıtsal meme kanseri gelişimi için kimler risk altındadır?
Yakın akrabalarda meme ya da yumurtalık kanseri tespit edilmesi, yakalanma yaşının 35 yaş altında olması, ailede erkek akrabada meme kanseri bulunması gibi durumlarda meme kanseri görülme riski artar.
Kalıtsal meme kanseri gelişme riskini belirlemede kullanılan genetik testi herkes yaptırmalı mıdır?
Hayır. Belirli risk faktörleri varlığında, test sonucuna göre doktor tarafından önerilecek koruyucu girişimleri kabul eden kişilerde uygulanması önerilir. Test sonuçlarının kişinin psikolojisi üzerine olan etkileri hafife alınmamalıdır.

Risk belirlemede en sık kullanılan genetik testler hangileridir?
BRCA1 ve BRCA2 genlerindeki mutasyonların meme ve yumurtalık kanseri gelişimi ile ilintili olduğu bilinmektedir. Kan örneği alınarak bu genler değerlendirilir. BRCA1 geninde mutasyon saptanması halinde bir kadının meme kanserine yakalanma riski %85, yumurtalık kanserine yakalanma riski ise %45-50 civarındadır. BRCA2 geninde saptanan mutasyonlarda ise meme kanserine yakalanma riski %40-45, yumurtalık kanserine yakalanma riski ise %15 olarak bildirilir. Ancak bu rakamlar hayat boyu riski belirler, kimse kanserin kaç yaşında ortaya çıkacağını öngöremez.

Meme kanseri gelişimine neden olan başka genlere ait mutasyonlar var mıdır?
BRCA1 ve BRCA2 dışında TP53, PTEN gibi başka genlerde oluşan mutasyonlar da meme kanseri gelişimine neden olabilir, ancak daha az sıklıkta. Çok sayıda geni analiz eden testler de vardır.
Genetik testlerde risk olmadığı görülürse meme kanserine kesin yakalanmayacağımız söylenebilir mi?
Genetik testlerin negatif çıkması halinde sadece kalıtsal meme kanserine yakalanma olasılığı büyük ölçüde ortadan kalkar. Kişi bu durumda genetik dışı nedenlerle edinilen meme kanseri için toplumdaki bireylerle aynı riske sahiptir.

Genetik test kimlere önerilir?
Ailede bir kişide BRCA1/BRCA2 gen mutasyonunun tespit edilmesi halinde diğer aile fertlerine test yaptırması önerilebilir. Bunun dışında kabaca söylemek gerekirse, erkek aile ferdinde meme kanseri olması, 45 yaş altında meme kanseri tanısı alan bir kişinin yakın akrabalarında meme, yumurtalık ya da karın zarı kanseri hikayesinin olması, meme kanserinin yumurtalık, karın zarı kanserleri ile birlikte görülmesi ve birbirinden bağımsız iki meme kanserinin aynı kişide tespit edilmesi gibi durumlarda belirli kriterler gözetilerek hekim tarafından genetik test önerilebilir.

Genetik meme kanseri gelişme riski belirlenen kişilerde nasıl bir yol izlenir?
Op. Dr. Münire Kayahan
Genetik testlerle risk belirlenmesi halinde cerrahi girişim önerilir. Bu amaçla her iki memenin çıkartılması (mastektomi) ve hastanın kendi dokuları ya da protez kullanılarak yeni meme yapılması (rekonstrüksiyon) işlemleri uygulanır. Protez kullanılacaksa mastektomi işlemi, meme cildi ve meme başı korunarak yapılabilir. Ancak bu durumda bırakılan dokularda gelişebilecek kanser nedeniyle risk sıfırlanamaz. Yumurtalık kanseri gelişimine karşı her iki yumurtalığın laparoskopik yani kapalı ameliyatla çıkartıldığı ooforektomi işlemi uygulanır.

Risk varlığında uygulanacak önlemler test öncesi konuşulmalıdır. Ameliyat istemeyen kişilerde test kararı alınırken, test sonuçlarının hastada yaratabileceği psikolojik sonuçlar iyi değerlendirilmelidir. Test yapılmamış fakat ailevi kanserler nedeniyle yüksek risk altında olduğu tespit edilen kişilerde yakın takip önerilir.

Test yerine yakın takibi tercih eden yüksek risk altındaki kişilerde nasıl bir yol izlenir?
Meme kanseri taramalarına normalde 40 yaşında başlanırken, genetik meme kanseri için yüksek risk altında olduğu belirlenen kişilerde uygun yöntem belirlenerek taramaya daha erken yaşta başlanır. Yakın akrabalarında meme, yumurtalık, erkek meme kanseri gibi kanserler varsa kadınların, yaş gözetmeksizin, bir meme cerrahına başvurarak risk analizi yaptırması ve takipte nasıl bir yol izleneceğinin belirlenmesi uygundur.

0 yorum

Neden boşanıyoruz?

Fransa’da boşanma davalarını hızlandırmak için hazırlanan yasa tasarısı, tüm dünyada sonrasında yaşanabilecek psikolojik sorunlarla ilgili tartışmaları da beraberinde getirdi. Peki, gerçekten ani bir kararla verilen ve kısa sürede sonuçlanan boşanma davaları bireylerin psikolojisini nasıl etkiler? 

Sorunun cevabını DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Klinik Psikolog Zeynep Zat verdi.

Fransa Adalet Bakanı Christiane Taubira’nın, mahkemelerdeki yoğunluğu azaltmak için anlaşmalı boşanmalara ilişkin yeni bir düzenleme hazırlatmaya başlaması yalnızca Fransa’da değil tüm dünyada yeni bir tartışma başlattı.

Boşanma sürecinin ardından
Aralarında anlaşan çiftlerin, hakimler yerine yetkili bir zabıt katibi tarafından boşanabilecek olmasının hukuk camiasındaki yankıları sürerken, düzenlemeyi yanlış bulanlar arasına psikiyatri dünyasından isimler de dahil oldu. Boşanmaların kolaylaşmasının aile kurumuna zarar vereceğini belirten pek çok uzman ani bir kararla, üzerinde düşünmeden dahil olunan boşanma sürecinin ardından gelecek duygusal çöküntülere dikkat çekiyor.

Peki, gerçekten de çok kısa bir zamanda sona erdirilme kararı alınan aile kurumunun üyeleri, boşanma süreci sonrasında nasıl etkilenir?

DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Klinik Psikolog Zeynep Zat, söz konusu vakayı Türkiye’deki örnekler üzerinden değerlendiriyor. Zat, “Türkiye’de boşanma sürecinden çiftlerin ve çocuklarının nasıl etkileneceği kişilerin özelliklerine bağlıdır. Yani, kısa sürede boşanmanın tüm çiftlere iyi ya da kötü geleceğini söyleyemeyiz “diyor.

Çiftlerin yasal mercilere başvurmadan önce boşanma kararı üzerine konuşup anlaşmaya varmasının ‘kolaylaştırıcı’ olabildiğine dikkat çeken Zat, “Ancak ani alınan karalar genellikle tek tarafın daha çok istediği, üçüncü kişilerin karıştığı durumlar oluyor. Boşanma ve boşanma sonrasındaki yaşam ile ilgili her iki tarafın da hemfikir olmadığı durumlarda boşanma sürecinin hızlı olması çiftlerden en azından birini olumsuz etkileyebiliyor” diyor.

Kararın nedeni önemlidir…
Çiftlerin boşanma kararını neden aldığı ve boşanmanın ne getireceğinin farkında olmalarının önemine de dikkat çeken Zat, “Boşandıktan sonra kimin hangi evde yaşayacağı, kişilerin görüşmeye devam edip etmeyeceği, çocukların kimde kalacağı, maddiyatın nasıl düzenleneceği gibi konularda eşlerin açık ve net bir tablo üzerinde anlaşması gerekir. Bu sağlandığında boşanma süreci çift, aileleri ve çocuklar için daha az hasar ile atlatılabilir bir hal alırken; sonrasındaki hayat ile ilgili belirsizlikler de ortadan kalkar. Dolayısı ile eğer boşanma kısa sürede gerçekleşecekse de önemli olan çiftin başvurudan önce tüm bunları düzenleyebilecekleri zamanı kendisine vermesidir” dedi.

Klinik Psikolog Zeynep Zat 
Boşanmanın çocuklar üzerindeki olumsuz etkisini en aza indirebilmek için bazı konulara özen gösterilmesi gerektiğini anlatan Zat, “Çocuklar söz konusu olduğunda boşanma sürecinin kısa yahut uzun olmasından daha önemli olan diğer bir nokta durumun çocuklara nasıl ve ne zaman söyleneceğidir. Çiftlerin arasındaki düzenlemeler netleştikten sonra çocuklar ile bu konuyu paylaşmak daha sağlıklı olur” diyor.

“Boşanma sürecinin ne kadar zaman alacağının çocuklar ile paylaşılması ve onların durumdan haberdar olması daha sağlıklıdır” diyen Zat: “Sonraki süreçte çocuğun kimi ne kadar süre ile göreceği, kiminle nerede yaşayacağı, akademik yaşamdaki düzeninin devamı gibi konularda çocukların görüşünün alınması ve bilgilendirilmesi gerekir. Boşanmadan sonra eş olmak sona erse de ebeveynlik sonsuza dek sürecektir. Çocuğun bunu bilmesi ve ‘yaşaması’ boşanmanın onun üzerindeki olumsuz etkiyi azaltmadaki en önemli kriterlerden biridir”.

0 yorum

‘Soluksuz kalmak’ uykuda öldürüyor

Eşiniz son zamanlarda çok şiddetli horladığınızı söylüyorsa, ne kadar uyursanız uyuyun yorgun uyanıyor ve gün içerisinde uyukluyorsanız uyku apnesi (uykuda solunum duraklamaları) yaşıyor olabilirsiniz.

Erkeklerde kadınlara göre 2 kat fazla görülen uyku apnesinin nedenlerini Hisar Intercontinental Hospital Baş Boyun Cerrahisi ve Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Tayfun Demirel’le konuştuk…

Yunanca’da ‘soluksuz kalmak’ anlamına gelen uyku apnesinin daha çok orta yaş üzerindeki erişkinlerde görüldüğünü belirten Op. Dr. Tayfun Demirel; ‘Obstrüktif Uyku Apnesi Sendromu uyku boyunca üst solunum yolunun tekrarlayıcı tıkanmaları ile karakterizedir. Buna genellikle kan oksijen düzeyindeki düşmeler eşlik edebilir. Diğer bir ifade ile hava yolu çeşitli seviyelerde tıkanır. Tıkayan faktörler üst solunum yolunu çevreleyen dokulardaki şişkinlikler, büyük bademcikler, büyük dil ve uykuda gevşeyen üst solunum yolu kaslarıdır. Diğer bir tıkanma noktası da burundur. Çenenin küçük olması ve üst solunum yolu yapısı da tıkanma yapabilir.

Tıbben ciddi kabul edilen tıkanmaya bağlı uyku nefessizliğinin toplum içinde yaygınlığı yüksektir. Uyku apnesi orta yaştaki kilolu erkeklerin hastalığıdır şeklindeki izlenim yanlıştır. Ayrıca hastaların 1/4'ü şişman değildir. Gerçekte şişman erkeklerin çoğu ve kilolu bayanların çok büyük bir kısmında apne yoktur. Kadınların en az %2'sinde ve erkeklerin %4'ünde görülür. Bu rakamlar hastalığın en az astım ve şeker hastalığı kadar yaygın olduğunu gösterir.’ açıklamasında bulundu.

Uyku Apnesi nasıl oluşur?
Tıkayıcı tipte uyku apnesi boğazdaki kasların havanın geçeceği alanı kapatacak şekilde gevşemesiyle oluşur. Bu kaslar yumuşak damağa, küçük dile, yutağa ve dile aittir. Kaslar gevşediğinde nefes alma sırasında hava yolu daralır ve bir süre için solunum durur. Bunun sonucunda kandaki oksijen miktarı azalır, beyin bu azalmayı algılar ve uyku derinliğini azaltarak hava yolunun tekrar açılmasını sağlamaya çalışır.

Uyku derinliğinin azalmasını takiben bazı kişilerde bir iki kısa derin nefes alma ile bazı kişilerde ise şiddetli horlama ve yutkunma sesleri ile solunum tekrar başlatılır. Bu durum bütün gece saatte 20-30 kere tekrarlayabilir ve sık derecede uyku apnesi olduğunda derin uykuya geçmek mümkün olmaz. Kişi bütün uykusunu solunum çabası içinde geçirir ve gündüz uyuma ihtiyacı duyar. Uyku apnesi olan kişiler genellikle uykularının bölündüğünün farkında değildir ve iyi uyuduklarını zannederler.

Bu Belirtiler Varsa Riskiniz Yüksek Olabilir!
• Kilo fazlalığı: Boynun kısa ve kalın olması boğazda hava yolunun daralmasına neden olur. Kilo fazlalığı nedeniyle boyun ve boğaz çevresindeki yağ dokusunun artması uyku apnesini şiddetlendiren önemli bir etkendir. Boyun çevresinin, yani gömlek yakası numarasının erkeklerde 43 cm'den, kadınlarda 40 cm'den fazla olması uyku apnesi için risk faktörüdür. Ancak uyku apnesi zayıf kişilerde de görülebilir.
• Büyümüş bademcikler ve geniz eti varlığı: Bademciklerin normalden büyük olması ve geniz eti bulunması daha çok çocuklarda görülen uyku apnesinin nedenidir; ancak bazen erişkinlerde de sorumlu olabilir.
• Boğazın dar yapıda olması: Bazı kişilerde boğazın şekli doğuştan dar yapıda olabilir.
• Erkek cinsiyet: Uyku apnesi erkeklerde kadınlardan 2 kat sık görülür. Ancak, kilo fazlası olan kadınlarda da sık görülebilir.

Yunanca’da ‘soluksuz kalmak’ anlamına gelen uyku apnesi daha çok orta yaş üzerindeki erişkinlerde görülüyor.

• Yaş: Uyku apnesi orta yaş üzerindeki erişkinlerde gençlere göre 2-3 kat daha sıktır.
• Alkol, sakinleştirici ve uyku ilaçlarının kullanımı: Bu maddeler boğaz kaslarının uyku sırasında gevşemesine neden olur.
• Kalp ve damar sistemi sorunları: Apne sırasında kandaki oksijenin ani düşmeleri kan basıncının artmasına, kalp ve damar sisteminin zorlanmasına neden olur. Uyku apnesi olan kişilerin hemen yarısında hipertansiyon vardır ve bu da kalp yetmezliği ile beyin kanaması riskini artırır. Kalp hastalığı olan kişilerde uyku apnesinin neden olduğu oksijen düşüşlerinin kalp krizine bağlı uykuda ani ölüm riskini artırdığı bilinmektedir.
• Gündüz uyuklama: Uykudaki bölünmeler nedeniyle derin bir gece uykusu mümkün olmadığında gündüz uyuklamaları, halsizlik ve sinirlilik görülür. Uyku apnesi olan kişiler işte çalışırken, televizyon seyrederken, okurken, otobüste ve hatta araba kullanırken uyuklayabilirler. Uyku apnesi olup araç kullanan kişilerde trafik kazası geçirme riski 3 ile 5 kat arasında yükselir. Çocuklardaki uyku apnesi genellikle okul başarısındaki düşme ile kendini gösterir.
• Başka nedenlerle yapılması gerekebilecek tıbbi tedavilerle ilgili sorunlar: Tıkayıcı tipte uyku apnesi olan kişilerde başka nedenlerle yapılması gerekebilecek ameliyatlarda genel anesteziyle ilgili solunum sistemi sorunları ile karşılaşılabilir.
• Eşle ilgili sorunlar: Uyku apnesi ile birlikte şiddetli horlama da varsa yatak partnerinin uyuyamaması; hatta oda değiştirmesi gibi sosyal bir sorun da ortaya çıkar.
• Beyin faaliyetleriyle ilgili sorunlar: Uyku apnesi olan kişiler unutkanlık; yorgunluk ve bezginlik, geceleri sık idrara çıkma ve impotans sorunları yaşayabilirler. Çocuklarda hiperaktivite ve dikkat bozukluğu sendromu görülebilir.

Nasıl Tedavi Olabilirim Diyorsanız…
Öncelikle bu belirtileriniz varsa hekiminizin detaylı muayenesinin ardından uyku testi olarak da bilinen Polisomnografi Testi yapılarak bu testin sonucuna göre hareket edilir. Bazı hastalarda kilo verme, alkol kullanmama, sigara ve kafein bırakma gibi davranışsal tedaviler yeterli olsa da bazı hastalarda CPAP (Hastanın gece boyunca burnunu tamamen kaplayan bir maske yardımıyla verilen pozitif basınçlı hava çökmüş hava yolunu açık tutarak hastanın tıkanmasını engeller) yöntemi kullanılır.

Çoğu hasta 1-3 aylık CPAP tedavisi ile birlikte kilo vererek hem tedaviye devamda motivasyon sağlaması hem de cerrahi tedaviye hazırlık anlamında fayda görür. Cerrahi tedavi çoğu vaka için en iyi tedavi şeklidir. Cerrahi tedavi ile hastanın hava yolundaki tıkayıcı unsurlar yeniden şekillendirilerek hava yolunun açılması sağlanır.

0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI