işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

Kan grubu AB olanlar bunamaya daha yatkın



Araştırma sonuçları Neurology dergisinde yayımlandı.




Kan grubu AB olanların ileri yaşta hafıza kaybından daha fazla etkilendiği belirlendi.

Amerikalı bilim adamları, kan grubu AB olan kişilerin ileri yaşta bunamaya kadar giden düşünme ve hafıza sorunlarıyla diğer kan grubundan olan kişilerden yüzde 82 fazla karşılaştığını ortaya koydu.

Araştırmaya hafıza sorunu bulunmayan 30 binden fazla kişi katıldı. Yaklaşık 4 yıl boyunca yapılan araştırmada 495 kişide düşünme ve hafıza sorunlarına rastlandı. Bu kişiler sorun yaşamayan 587 kişiyle karşılaştırıldı.

Kan grubu AB olanların hafıza sorunlarının çok daha fazla olduğu belirlendi.

Araştırmanın sonuçları "Neurology" dergisinde yayımlandı.

Daha önceki araştırmalar kan grubu 0 olan kişilerin hafıza kaybı ya da bunamayı artırabilen kalp hastalıkları ve felç riskinin daha az olduğunu göstermişti.

AA

0 yorum

Annenin stresi, bebeğe gaz yapıyor



Bebekteki gaz sancısında, annelerin yaşadığı stresin etkili olduğu belirtildi.




Gaziantep Üniversitesi (GAÜN) Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Metin Kılınç yaptığı açıklamada, özellikle 0-8 ay arasındaki bebeklerin yaşadığı gaz sancısının, ebeveynleri en çok tedirgin eden konuların başında geldiğini söyledi.

Gaz sancısının adeta bebeklerin ortak derdi olduğunu ifade eden Kılınç, "Bebeklerin bu sıkıntısı karşısında ebeveynlerin yanlış tutumları da eklenince durum daha can sıkıcı hale geliyor. Aslında gaz sancıları zarar verici olmayan, belli süreyle sınırlı fizyolojik bir olaydı" dedi.

Sancının, bebekteki sağlık sorunlarına bağlı gündeme gelebileceğini belirten Kılınç, şöyle konuştu:

"Bebeğinizin bu problemi yaşamasını istemiyorsanız, stresten uzak durun. 20 yıllık meslek hayatımda, stresini ortadan kaldırdığımız annelerin bebeklerinin ancak yüzde 1'inde gaz sancısı devam etti. O da çocuklardaki çeşitli sağlık sorunlarından kaynaklanıyordu. Bugün yaşanan gaz sancılarının neredeyse tamamının altında annenin yaşadığı stres yatıyor. Bu stres de genellikle ilk gebeliğini yaşayan annelerde sıklıkla görülüyor. Çünkü tecrübesiz olan anneler, birçok konuda 'şimdi ne yapacağım' endişesi taşıyor."

Kılınç, stresten uzak duran annelerin ise bu sıkıntıyı yaşamamak için bazı tedbirler alabileceğini vurguladı.

Bebeklerin emerken hava yutabildiklerine işaret eden Kılınç, "Bebeği emzirdikten sonra halk arasında 'tıpışlamak' olarak tabir edilen bebeği omza yatırıp sırtına vurmak gerekir. Her beslenmeden sonra yapacağımız bu işlemi 'gark' sesi gelinceye kadar sürdürmeliyiz. Ayrıca bebeği yatırırken yaklaşık 30 derecelik açıyla dik olacak şekilde arkadan desteklemek, hava yutmasını engelleyecektir" diye konuştu.

Kılınç, halk arasında emziren kadınların "nohut yeme bebeğe gaz yapar" gibi söylemlerle bazı besinlerden mahrum bırakıldığını ifade etti.

Bilimsel olarak nohut yiyen annenin sütünde bebeğe gaz yapacak herhangi bir bulguya rastlanmadığını dile getiren Kılınç, şunları kaydetti:

"Dolayısıyla bu söylem biraz yanlış. Bu gibi yanlış ifadeler anneyi bazen sevdiği yiyeceklerden mahrum bırakabiliyor. Oysa biz, tüm annelere 'sevdiğiniz ve günlük hayatta sizi rahatsız etmeyen herşeyi gebelik ve emzirme döneminde de tüketmeye devam edin' diyoruz. Ayrıca emziren annelerin sıvı besin tüketmeye ve günlük en az 2 litre su tüketmeye dikkat etmeleri de bebek için yararlı olacaktır."
1 yorum

Kalp krizinden korunmak için su için



Yaşam kaynağı olan suyun vücuda bir çok önemli faydası var.




Suyun iştahı azaltarak kilo vermeye yardımcı olduğunu söyleyen Uzman Diyetisyen Şebnem Kandıralı, “Vücudun susuz olduğu zaman yağ hücrelerinin yıkılması zorlaşır bu açıdan diyet yapanlar yeterince su içmezlerse kilo vermeleri zorlaşır.

Kandıralı, “Su, kalp sağlığını korumaya, desteklemeye yardımcıdır. Kasların en sıkı ve ağır çalışanı olarak tam hızda çalışabilmesi için suya gereksinim vardır. Susuz kaldığınızda kanınız kalınlaşır bu durumda kalbin daha fazla çalışması gerekir. Eğer kalbiniz zayıfsa ilerleyen yıllarda ciddi kalp problemleri görülebilir. Günde 5 bardaktan fazla su içinler ile 2 bardaktan az içenler karşılaştırıldığında, 5 bardaktan fazla içenlerin kalp krizi riskine yakalanması riski yüzde 41 daha az olarak bulunmuş” diye konuştu.

Suyun kişinin enerjisini artıracağını da dile getiren Uzman Diyetisyen Şebnem Kandıralı daha sonra şunları kaydetti; “ Nasıl yetersiz su içilmesi beyninizi yavaşlatıyorsa aynısı vücut içinde geçerlidir. Kaslarınızın yüzde 75 i kemiklerinizin yüzde 22 si kanınızın yüzde 83 ü su ile doludur. Susuz kaldığınızda bu vücut bölümleri yeterince işlev göremez ve bu da enerji eksikliği, yorgunluk ve bitkinlik ile ilişkilidir. Baş ağrısı ve baş dönmesini azaltır.

Baş ağrısında hemen aspirine sarılmanıza gerek yoktur. Vücudunuzun susuz kaldığının bir sinyali olabilir ve su içildikçe kaybolur. Yorgunluk ve bitkinlik hali de susuz kaldığınızın göstergesidir. Cildinizi temizler. Temiz bir cilt oluşumu sağlar. Akne belirtilerinin azaltılmasına yardımcıdır. Kuru bir cildiniz varsa su içmek daha bir nem kazandırır. Su vücuttan toxinlerin atımına yardımcıdır, vücudu bakteri ve gereksiz materyallerden temizler Konsantrasyonu arttırır. Beynin yüzde 85 sudan oluşur. Susuz kalındığında bu durum otomatikman konsantrasyonu ve kısa dönem hafızayı etkiler. Susuzluk beynin enerji seviyelerinin azalmasına sebep olur.”

0 yorum

Bilinçsiz diyet kalbe zarar verebilir



Görenek, son yıllarda zararlı olan diyetlerin sıklıkla önerildiğini söyledi.






Avrupa Kardiyoloji Derneği Eğitim Komitesi Üyesi Prof. Dr. Bülent Görenek, son yıllarda gerçekte işe yaramayan hatta zararlı olan diyetlerin sıklıkla önerildiğini savunarak, "Kalp hastaları için mucize bir diyet yoktur" dedi.

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi de olan Görenek, yaptığı açıklamada, koroner kalp hastalıklarının günümüzde ölümlerin en önemli nedenleri arasında yer aldığını söyledi.

Kalp hastalarına önerilen diyet programlarına değinen Görenek, şöyle konuştu:

"Son yıllarda özellikle diyet konusunda hastaların zihinleri karıştırılıyor. Hastaların duymak istedikleri 'mucizevi' ancak gerçekte işe yaramayan hatta zararlı olan diyetlerin önerildiğine sıklıkla tanık oluyoruz. Kalp hastaları için mucize bir diyet yoktur. İlaç alır gibi antioksidan, vitamin ya da omega asit kullanılması,kalp krizi riskini azaltmamaktadır. Dengeli ve kalp dostu bir diyetle beslenen kalp hastası, sigara da içmiyorsa kendisine en büyük iyiliği yapmış olur. Gerekli olan vitaminlerin ve omega asitlerinin besinlerden alınması gereklidir. Doğal yolla yani besinlerle alınmayan hiçbir vitamin, kalp hastalarında faydalı değildir. Tabii bunun bir istisnası var; kişi bir hastalığı nedeniyle düzenli beslenemiyorsa takviye gerekebilir."

Görenek, diyet meyve ve sebze ağırlıklıysa, kişi haftada 2-3 gün derin deniz balığı tüketiyorsa, kuru baklagilleri seviyorsa, kırmızı et ve hamur işlerinden uzak kalabiliyorsa bunun kalp hastaları için sağlıklı olacağını vurguladı.

Kalp hastalarının yemeklerin hazırlanmasında sıvı yağların tercih edilmesi gerektiğini anlatan Görenek, şunları kaydetti:

"Aslında en doğrusu, bu tür beslenme alışkanlığının çocukluktan edinilmesidir. Hekimi aksini söylemiyorsa günde 30-45 dakika hızlı tempolu yürümelidir. Karışık egzersiz programlarına da ihtiyaç yoktur. Bu kadar basit. Başka mucizevi söylemlere itibar etmeyin. Hekiminizin gerekli gördüğü durumlarda kolesterol düşürücü ilaçlarını kullanmaktan da kaçınmayın. Unutmayın siz tereddüt ettikçe, yanlış beslendikçe ve mucize peşinde koştukça damarlarınız tıkanmaya devam ediyor."

0 yorum

Lenfoma 'yaşlıları' esir alıyor



Kan kanseri türü olan lenfoma, en sık yaşlı nüfusta görülüyor.





Kan kanseri türü olan lenfoma, en sık yaşlı nüfusta görülürken; yaşam kalitesinin artması ve doğru tedaviler ile birlikte yaşam süresinin uzamasına bağlı olarak hasta sayısının gelecek yıllarda daha da artacağı tahmin ediliyor.

Lösemi-Lenfoma, Miyelom Hastaları ve Araştırma Eğitim Birliği (LLMBİR) Başkanı Prof. Dr. Muhit Özcan yaptığı açıklamada, lenf sisteminden meydana gelen kanserlerin "lenfoma" olarak isimlendirildiğini belirtilerek, lenflerin vücudun bağışıklık sisteminin önemli bir bileşeni olduğunu söyledi.

Lenflerin, özellikle enfeksiyonlarla mücadelede önemli rol üstlendiğini vurgulayan Özcan, lenfomaların, bu sistemdeki lenfositlerin kontrolsüz çoğalması ile görülen kanserler olduğunu belirtti. Özcan, lenfomaların kötü huylu kanserler arasında olduğundan doğru, uygun ve zamanında tedavi yapılmadığında ölümcül olduğunu ifade etti.

Özcan, ABD verilerine göre her yıl 100 bin kişiden yaklaşık 20 kişinin lenfoma hastası olduğunu dile getirerek, "Türkiye'de ise Sağlık Bakanlığının verilerine göre her 100 bin kişide 10'unun lenfoma olduğu belirtiliyor. Ancak, biz bu rakamların ABD seviyesinde olduğunu düşünüyoruz" dedi.

Lenfoma hastalarının en sık boyun, koltuk altı ya da kasıklarında beze şikayeti ile hekime başvurduğunun altını çizen Özcan, bu bezenin büyüklüğünün fındık veya portakal büyüklüğünde olabildiğine işaret etti. Özcan, "Ağrı şikayeti bulunmaz. Hastalarda, sebepsiz kilo kaybı görülür. Geceleri, çarşafı ıslatacak kadar terleme ile karşılaşılır. Bunun dışında hiçbir enfeksiyon bulunmamasına karşın 38-39 derece ateş yüksekliği görülür. Lenfomanın bir türünde (Hodgkin) özellikle yıllarca kaşıntı şikayetinde bulunur. Tümör nerede yerleşmişse, o organa ilişkin sorunlar çıkar" diye konuştu.

Yeni tanı konulan hastaların beş yıl sonra yaklaşık yüzde 70'inin hayatta kaldığına dikkati çeken Özcan, bunun hastalığın tipi, evresi, hastanın yaşına göre değiştiğini bildirdi.

Özcan, yaşlılığın, enfeksiyon, çeşitli bakteri ve virüslerin, uzun süre bağışıklık sistemini baskılayan ilaç kullanmak zorunda kalan transplantasyon olan hastaların, haşereler ile mücadelede kullanılan kimi zirai ilaçlara maruz kalan kişilerin, romatizmal hastalıkları bulunanların lenfoma açısından riskli grubunda yer aldıklarını söyledi.

Bunların dışında sigara, alkol, saç boyası, obezite, meme operasyonlarında kullanılan slikonların de lenfoma riskini artırdığına yönelik araştırmaların yapıldığını vurgulayan Özcan, bunların henüz netleşmediğini ancak çalışmaların devam ettiğini kaydetti.

Özcan, hastalıktan korunmak ya da tedavi başarısını artırmak için gün içinde bol su tüketilerek vücuttan toksinlerin atılabildiğini ve ilaçların yan etkisinin en aza indirilebildiğini ifade ederek, kimyasallardan uzak durulması, doğru beslenilmesi ve fiziksel aktiviteye ağırlık verilmesi gerektiğini anlattı.

UZUN SÜRE YAŞAM ŞANSI YÜZDE 70
Özcan, lenfomanın özellikle yaşlı nüfusta görülme sıklığının yüksek olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:

"Lenfoma her yaşta görülmekle birlikte genellikle ileri yaş hastalığıdır. Ortalama 45 yaş üzerinde görülme sıklığı artmaya başlar ve 65-66 yaşında en sık görüldüğü yaştır. Tüm lenfomaların sadece yüzde 1.5'u 20 yaş altındadır.

Yaşlı nüfusun artmasıyla birlikte lenfomaların görülme sıklığı da artmaktadır. ABD verileri, 10 yılda her yıl lenfoma sıklığının yüzde yarım arttığını göstermektedir. İnsanların yaşam koşulları iyileştikçe, erken tanı ve tedavi oranları arttıkça yaşlı nüfus da giderek artmaktadır. Bugün Türkiye'deki 65 yaş üstü nüfusun gelecek 10 yıl içinde 3 katına çıkması öngörüldüğünden, lenfomalı hasta sayısı da ciddi oranda artacaktır."

YENİ AJANLAR YOLDA
Lenfoma tedavisinde zamanında tanı konulmasının önemine değinen Özcan, lenfomanın 50'den fazla alt tipinin bulunduğunu, buna bağlı olarak da tedavi şeklinin değiştiğini söyledi. Özcan, kimi lenfomaların hemen tedavi edilmesi gerekirken, kimisinin tedavisinin belli bir süre sonrasına bırakılabildiğini bildirdi.

Özcan, lenfoma tedavisinde çok ciddi gelişmeler olduğunu ifade ederek, hedefe yönelik ilaçlar üzerinde çalışıldığını ve tümörü yok ederken çevre dokulara en az hasarı veren yeni ajanların kullanılmaya başlandığını kaydetti.

Buna yönelik ilaçların ABD ve birçok Avrupa ülkesinde uygulandığını dile getiren Özcan, Türkiye'de de bir kısım ilacın kullanımda olduğunu söyledi.

0 yorum

İnmede ilk 4 saat hayati önem taşıyor



Doç. Dr. Yakup Krespi, inme (ani felç) ve tedavisi hakkında bilgi verdi.




İnme, dünya genelinde ilk, Türkiye’de ise üçüncü sakatlık sebebi arasında yer alıyor. Yaş ilerledikçe artan inme riskinde, yaşam tarzı önemli rol oynuyor. Diyabet, sigara kullanımı, yüksek kolesterol ve aşırı kilo inmeye sebep oluyor. Doç. Dr. Yakup Krespi, inme ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

İNME ANİDEN ORTAYA ÇIKIYOR
İnme bir hastalık değil, durumdur. Aniden ortaya çıkan ve hiçbir habercisi olmayan bir beyin fonksiyonu kaybıdır. Bu durum, halk arasında felç olarak adlandırılmaktadır ki kısmen doğrudur. Hasta o sırada konuşamazsa, konuşma fonksiyonu; yutamazsa, yutma fonksiyonu; göremezse, görme fonksiyonu felç olur. Kısacası beynin bir fonksiyonu kaybolduğunda ortaya felç çıkar. Ani felçle gelen hastaların yüzde 80-85’inde damar tıkanması sorunu görülmektedir. İnmeye yol açan riskler; kol ve bacakta güç kaybı, ani konuşma bozukluğu, ani görme kaybı, ani duyu kaybı, baş dönmesi, dengesizlik, çift görme, baş ağrısına bağlı olarak bulantı ve kusma şeklinde sıralanabilir.

KALP KRİZİ VE İNME ARASINDA YAKIN İLİŞKİ VAR
Kalp krizi riski, genç yaşta; inme riski, daha ileri yaşta ortaya çıkmaktadır. Kalp krizi geçiren bir hastada inme riski; inme geçirmiş bir hastada, kalp krizi geçirme riski yüksektir. İnme geçiren bir hasta iyi tedavi edilmez, riskleri iyi bir şekilde azaltılmaz ise, kalp krizi geçirme ve kalp krizinden hayatını kaybetme riski de artar. Aynı şekilde kalp krizi geçirmiş bir hastanın riskleri iyi yönetilmezse, yaslandıkça inme geçirme riski artacaktır. Bazı kalp rahatsızlıkları inme riskini direkt artırmaktadır. Bunlardan biri, kalpteki ritim bozukluklarıdır. “Atrial Fibrilasyon” denilen ritim bozukluğu, kalpteki pıhtı gelişmesine zemin hazırlamakta, inme riskini de yükseltmektedir. Bu sebeple ritim bozukluğunun erkenden tanınması, varsa da kan sulandırıcı ilaçlarla inmenin engellenmesi gerekmektedir.

İNME TEDAVİSİ ZAMANLA BİR YARIŞ
İnme tedavisinin karşısında duran en büyük engel bireylerdir. Genellikle inmenin tedavi edilebildiği bilinmediği için hastaların hastaneye ulaştırılmasında çok geç kalınmaktadır. İnme tedavisinde başarılı olunması için tıkanan damarın en kısa sürede açılması gerekir. Bu, ya toplardamar yoluyla verilen bir pıhtı eritici ilaç tedavisi ya da kalpte olduğu gibi anjiyografik yöntemle, tıkalı damarın açılmasıyla yapılır. Eğer zamanında müdahale edilmezse, açılan damarın bir hükmü kalmıyor. Hatta damar geç açılmışsa, beyinde kanama riski de artıyor. Pıhtı eriticinin inme geçirildikten sonraki ilk 4,5 saat içinde, anjiyografik tedavinin ise ilk 8 saatte hastaya mutlaka uygulanabilmiş olması gerekiyor. Toplardamar yoluyla yapılan ilaç tedavisi ilk 1,5 saatte gerçekleşirse, tedavi edilen üç hastanın birinde; ilk üç saatte yapılırsa, 7 hastanın birinde; ilk 4,5 saatte yapılırsa, 11 hastanın birinde felç ortadan kalkar.

İNME UYKUDA YAKALIYOR
İnmelerin önemli bir kısmı uyurken ortaya çıkıyor. İnmenin ne zaman gerçekleştiği bilinmediği için tedavi de zorlaşıyor. Bu nedenle inme belirtileri ortaya çıktığında, hasta yalnız değilse, yanındaki kişiye önemli görevler düşüyor. Yüzdeki felci anlamak için hastanın gülümseyip, dişlerini göstermesi istenebilir; bu şekilde yüzün bir tarafa kayıp kaymadığı görülebilir. İki kolunu havaya kaldırması söylenebilir; eğer biri erken düşerse sıkıntı var demektir. Kişi ayağa kalkmaya çalışırken kalkamıyor, konuşmakta güçlük çekiyor ve düzgün cümle kuramıyorsa felç geçiriyor demektir. Bütün bu belirtilerin farkındaysak beklememeli, vakit kaybetmeden hastayı tam teşekküllü bir hastaneye götürmeliyiz. Hastanın yüzüne su serpmek, başını soğuk suyun altına tutmak gibi işlemlerle vakit kaybedilmemelidir. Eğer ambulansın gelmesi uzun sürecekse, kendi arabanızla hastanın olabilecek en kısa sürede hastaneye götürülmesi gerekmektedir.

DOĞRU ZAMANDA DOĞRU TEDAVİ HASTAYI ESKİ YAŞANTISINA KAVUŞTURUYOR
İnme geçirmiş bir hastanın şanslı kabul edilebilmesi için ilk 4,5 saatte “tedavinin yapıldığı” hastaneye ulaştırılması gerekmektedir. Doğru zamanda doğru tedaviler alan bir hasta, %70 eski yaşantısına geri dönebilmektedir.
0 yorum

Gastrit mide kanseri yapıyor



Gastrit, tedavi edilmezse kronikleşerek mide kanserine doğru yol açabilir.




Mide bölgesinde ağrı, şişkinlik, gaz, açlık hissi ve sık yemek yeme isteği ile kendini belli eden gastrit, tedavi edilmezse kronikleşerek mide kanserine doğru giden bir tabloya yol açabilir. Gastritin başlıca sebepleri, alkol, sigara, çeşitli ilaçların uzun süreli kullanımı ve “helikobakter pilori” denilen bir bakteridir. Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Zülfikar Polat, kronik gastrit ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi:

GASTRİT BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ YETERSİZ KALDIĞINDA KRONİKLEŞEBİLİR
Kronik gastritin en yaygın görülen sebeplerinden biri yüzde 80-85 oranda mide sıvısı altında yaşayabilen helikobakter piloridir. Bunun dışında kimyasal gastrit, otoimmun gastrit gibi sebeplerle de kronik gastrit gelişebilmektedir. Helikobakter pilori, genellikle çocukluk çağlarında bağışıklık sistemi tam olarak oturmamışken, kirli sulardan bulaşmaktadır. Bakteri mide hücrelerinin yüzeyinde, asit tabakasının altında kolonize olarak yaşamaktadır. İlk bulaştığında akut enfeksiyon yapmakta ve bağışıklık sistemi tarafından bertaraf edilemeyince enfeksiyon kronikleşmektedir.

GASTRİT DOKU DEĞİŞİKLİKLERİ KANSERE SEBEP OLUYOR
Kronik gastrit ilerledikçe mide bezlerinde çekilmeye ve doku değişikliklerine (atrofik gastrit ve intestinal metaplazi) sebep olabilmektedir. Bu durum da genetik yatkınlığı olan ve özellikle kanserojen maddelere maruz kalan bireylerde kansere gidişe zemin hazırlamaktadır. Mide bezlerinde doku değişiklikleri olan hastalarda mide kanseri dört kat daha fazla görülmektedir. Bu doku değişiklikleri mideden endoskopi ile alınan biyopsilerle saptanabilmektedir. Bu sebeple bu tür hastaların belli zaman aralıklarında endoskopik olarak takip edilmeleri gerekmektedir. Midede ileri derece doku değişikliği saptandığı zaman hasta çok daha yakından takip edilmelidir. Bu bölgeler özel endoskoplarla veya boyama yöntemleri ile tam olarak saptanmalı, endoskopik veya cerrahi yöntemlerle çıkarılmalı ve hastada kanser oluşmadan tedavi edilmiş olmalıdır.

YANMIŞ GIDALAR VE SİGARA EN ÖNEMLİ TETİKLEYİCİLER
Midede ileri derece doku değişikliği, başlangıç evre kanser ile eş anlamlıdır. Bu noktada beslenme alışkanlıkları oldukça önemlidir. Özellikle yanmış tütsülenmiş gıdalar, yağlı ve fazla miktarda kırmızı et tüketimi, ızgara ve çok pişmiş etler risk yaratabilmektedir. Salamura gıdalar, gıdalarda koruyucu olarak kullanılan nitrat içeren gıdalar nitritlere çevrilerek tetiği çekebilmektedir. Bunun yanı sıra antioksidanlar, C ve E vitaminlerinin koruyucu olduğu bilinmektedir. Sigara içimi de mide kanseri riskini en az dört kat artırmaktadır.

TAZE SEBZE MEYVE TÜKETİN
Kronik gastrit sorunu yaşayan kişiler vakit kaybetmeden bir hekime danışarak tedavi olmalıdırlar. Gelişen teknoloji ve endoskopi sayesinde bu hastalığın tanısı kolaylıkla konulmakta ve uygun yöntemle tedavi edilebilmektedir. Ayrıca kronik gastritin mide kanserine sebep olmaması için bol miktarda taze sebze ve meyve tüketilmeli, sigaradan uzak durulmalı ve tespit edilmiş ise helikobakter pilori ortadan kaldırılmalıdır.
0 yorum

Tüp bebekte devlet desteği çiftlerin yüzünü güldürecek



Prof. Dr. Faruk Buyru tüp bebek denemesiyle ilgili açıklamalarda bulundu





İstanbul Üniversitesi (İÜ) İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Buyru, "Torba Yasa" ile SGK kapsamında tüp bebek denemesinin 2'den 3'e çıkarıldığını hatırlatarak, bunun olumlu bir değişiklik olduğunu belirtti.

Buyru, AA muhabirine yaptığı açıklamada, birtakım sosyal nedenlerle anne olma yaşının ertelendiğini ifade ederek, 35 yaşından sonra kadınların anne olmasının biyolojik sebeplerle güçleştiğini söyledi.

Bu nedenle çocuk sahibi olmak isteyenler için tüp bebek gibi yardımcı üreme tekniklerinin öneminin büyük olduğunu vurgulayan Buyru, yakın bir zamanda yürürlüğe giren "Torba Yasa" ile SGK kapsamında tüp bebek denemesinin ikiden üçe çıkarıldığını kaydetti.

Bunun önemli bir değişiklik olduğunu vurgulayan Buyru, "Böylelikle daha önceki denemelerde gebe kalamayan çiftler, üçüncü uygulamayı da devlet desteğiyle yaptırabilecek. Bunun karşılığında her deneme için 300-400 lira gibi bir ücret ödemeleri gerekecek. Tüp bebek tedavisinin büyük bir kısmının devlet tarafından karşılanması, bu tedaviye daha fazla insanın ulaşmasını kolaylaştırıyor. Bu olumlu bir değişiklik" diye konuştu.

Prof. Dr. Faruk Buyru, yeni düzenlemeyle ikinci evliliğinden çocuk isteyenlerin tüp bebek yaptırmasının da yolunun açıldığını dile getirdi.

Buyru, "Daha önceki evliliklerinden çocuğu olanlar, tekrar evlenip çocuk sahibi olamadıklarında tüp bebeğe başvuruyorladı. Fakat devlet 'daha önceki evliliğinizden çocuğunuz var' diye bunu karşılamıyordu. Düzenlemeyle yeni evliliklerinde çocuk sahibi olamıyorlarsa bunu devlet karşılar hale geldi. Devlet güvencesinde tüp bebek deneme yaşı da 23-38 arası oldu" bilgisini verdi.

Çocuk sahibi olmak isteyen çiftlerin yüzde 15'inin gebe kalamama sorunu yaşadığını dile getiren Buyru, bunların bir kısmının yumurtalıkları uyarıcı tedaviyle aşılama ya da başka yöntemlerle bazılarının da tüp bebek tedavisiyle çocuk sahibi olabildiğini anlattı.

Tüp bebek tedavisinin toplumda yüksek bir oranı ilgilendirdiğini belirten Buyru, "Bu tedaviye başvuran insan sayısı giderek artıyor. Çünkü giderek tüp bebekte başarı oranı artıyor ve tedavi kolaylaşıyor. Tüp bebek, çocuk sahibi olamayanlar için büyük bir umut" dedi.
1 yorum

Ebolada B planı hazır



Bakanlık, “Olası bir durum için B planı olarak 45 referans hastane belirlendi”.




Türkiye Hudut Sahiller Sağlık Genel Müdürü Hüsem Hatipoğlu, "Ülkemizde bugüne kadar herhangi bir Ebola vakası yoktur. Olası bir durum için de Sağlık Bakanlığımız tarafından B planı olarak 45 referans hastane belirlenmiştir" dedi.

Hatipoğlu yaptığı açıklamada, Dünya Sağlık Örgütü'ne (WHO) göre Ebola'da vaka sayısının 5 bin 843'e ve ölümlerin 2 bin 803'e ulaştığını söyledi.

Salgının görüldüğü Batı Afrika'nın bazı bölgelerinde halkın hastaneye gitmek istemediğine dikkati çeken Hatipoğlu, şunları kaydetti:

"Halkın Ebola'dan hastanede yatan hastalardaki yüksek ölüm hızı nedeniyle hastaneye gitmek istemediği ve geleneksel yöntemlerle bu virüse karşı çare aradığına dair bilgilerimiz mevcut. Hatta Sierra Leone Hükümeti 3 günlük sokağa çıkma yasağı uygulamaya başlamıştır. Böylece tecrit uygulaması boyunca sağlık yetkililerinin kapı kapı dolaşarak Ebola taraması yapmayı ve bu uygulamayla resmi makamlara bildirilmeden evlerde gizlice tedavi edilmeye çalışılan Ebola hastalarını tespit etmeyi amaçlamaktadır."

SALGIN ÇATIŞMA VE KRİZLERİ ALEVLENDİREBİLİR
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi salgının bölgede önü alınan çatışma ve krizlerin yeniden alevlenmesine neden olabileceği uyarısında bulunduğunu hatırlatan Hatipoğlu, şöyle devam etti:

"Ebola salgınının tarihte eşi benzeri görülmemiş boyutlar kazandığını bildirmiş ve bölgeye ulaştırılan acil yardımların arttırılmasını istemiştir. Bölgede sahra hastanesi, sağlık personeli ve tıbbı malzeme sıkıntısı çekildiği vurgulanmıştır. Salgına gerekçe göstererek sınırlarını kapayan veya kısıtlamalar koyan üçüncü ülkeler eleştirilmiş ve dışlanmaya yol açan bu durumun kaldırılması çağrısı yapılmıştır. Aslında Ebola virüs salgını tüm ülkeler için önemli bir uyandırma çağrısıdır. Dünya ülkeleri acilen, ortaya çıkan salgın eğilimli hastalıklar için hazırlıklarını geliştirmelidir ve insanlığı tehdit eden bu gibi salgınlarda süratli davranmanın yanında yardımlaşmanın da yollarını bulmalıdır."

OLASI BİR DURUMDA 45 REFERANS HASTANE
Batı Afrika bölgesindeki manzaranın, Ebola salgınının hızla artığı ve kontrolden çıkma eğiliminde olduğunu gösterdiğini dile getiren Hatipoğlu, "Sağlık Bakanlığı olarak yakından takip ettiğimiz bu salgına karşı tüm tedbirlerimizi almış durumdayız. Ülkemizde bugüne kadar herhangi bir Ebola vakası yoktur. Olası bir durum için de Sağlık Bakanlığımız tarafından B planı olarak, 36 şehir, 25 sağlık hizmet bölgesinde 45 referans hastane belirlenmiştir" şeklinde konuştu.
0 yorum

Zerdeçal beyni iyileştiriyor!



Zerdeçalın, beynin kendini iyileştirme kabiliyetini artırabileceği belirtildi.




Alman bilim adamları tarafından yapılan ve "Stem Cell Research and Therapy" dergisinde yayımlanan bir araştırma, zerdeçalda bulunan bir maddenin, beynin iyileşmesinde rol alan sinir hücrelerinin gelişimine yardımcı olduğunu gösterdi.

Almanya'nın Jülich kentinde bulunan Nörobilim ve Tıp Enstitüsü'ndeki araştırmacılar, zerdeçalın içinde bulunan aromatik-turmeron isimli bir bileşenin fareler üzerindeki etkilerini inceledi.

Bileşenin enjekte edildiği farelerin beyinleri incelendiğinde, sinir hücrelerinin gelişimiyle bağlantılı olduğu bilinen beynin bölgelerin daha aktif olduğu görüldü.

Yapılan diğer araştırmalar, zerdeçalda bulunan kurkumin adlı maddenin, hem kanserin tedavisinde hem de kanserin önlenmesinde oldukça etkili olduğunu gösteriyor.

Bilim adamları, fareler üzerinde yaptıkları deneylerde elde ettikleri bulgulara dayanarak, felç ve alzeihmer hastalıkları için ilerde ilaç üretilebileceğini, fakat insanlar üzerinde denenmesi için daha fazla araştırma yapılması gerektiğini belirtiyor.

0 yorum

Kırmızı meyvenin faydaları



"Kırmızı meyveler çocuklarda beyin fonksiyonlarını artırıyor"




Beslenme ve Diyet Uzmanı Gülay Hamzaoğlu Öztürk, okul çağındaki çocuklarda özelikle kırmızı renkli meyve tüketiminin, beyin fonksiyonlarını artırdığını ve geliştirdiğini söyledi.

Öztürk yaptığı açıklamada, omega 3 kaynağı olarak bilinen balık ve cevizin yanı sıra kırmızı renkli meyvelerin de beyin fonksiyonlarını artırdığını anlattı.





Mevsimsel geçişi kısa olan kızılcık, ahududu, böğürtlen gibi kırmızı renkli meyvelerin zamanında tüketilmesi gerektiğini vurgulayan Öztürk, şöyle konuştu: "Okul dönemindeki çocukların 4 besin grubundan her gün bir çeşit tüketmesi yararlıdır.

Ekmek grubu, enerji harcamasının yüzde 55-60'ını oluşturuyor. Dolayısıyla her gün bir ya da iki dilim ekmeğe mutlaka yer verelim. Genelde çocuklarda eksik kalan sebze meyve grubunda 3-4 porsiyon ve mevsimindeki meyve ve sebzelerden öğünler oluşturulmalıdır. Süt ürünleri grubundan süt, yoğurt, ayran gibi çocuğunuzun sevdiği ürünlerden günlük iki su bardağı öğünlere yayarak verebilirsiniz.

Çocukların büyüme ve gelişiminde özellikle de kas oluşumunu destekleyen protein kaynaklı et, yumurta, bakliyat gibi ürünleri çocukların menüsünde yer verilmelidir”.



Öztürk, okul başarısında önemli etken olan kahvaltılarda, proteince zengin yumurtanın mutlaka her gün, doğru pişirilme yöntemleriyle hazırlanarak çocuklara yedirilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

0 yorum

Kalp hastaları, kırmızı eti kontrollü tüketmeli



Kalp hastaları, kımızı eti, az yağlı, az tuzlu ve az miktarda tüketebilirler.




Kamu Hastaneleri Birliği Çekmece Bölgesi Genel Sekreteri Prof. Dr. İhsan Bakır, kalp ve damar hastalarının az tuzlu ve az yağlı veya eti haşlama olarak ve az miktarda tüketmelerinde sakınca olmadığını belirtti.

Bakır, Kurban Bayramı'nda kalp hastalarının et tüketimine ilişkin yaptığı yazılı açıklamada, koroner kalp hastalığı veya genetik yatkınlığı olan kişilerin, kırmızı eti kontrollü tüketmeleri gerektiğine işaret etti.

Yağlı ette doymuş yağların fazla miktarda bulunduğuna değinen Bakır, alınan yüksek miktarda etin, ilaveten tuzlu olarak tüketilmesinin kalp damar hastalığı, diyabet ve hipertansiyonu olan kişilerde sorun oluşturduğuna dikkat çekti.

Bakır, koroner kalp hastalığı olan diyabetik ya da hipertansif hastaların bayramda "miktar olarak az" ve "özellikle yağsız" etleri tercih etmesinin, sağlık açısından daha faydalı olacağını vurguladı.

Özellikle, yüksek tansiyon, kalp damar hastalarının, tuzlu ve yağlı kavurma ürünlerinden uzak durmasını tavsiye eden Bakır, şu bilgileri verdi:

AZ MİKTARDA TÜKETİLMELİDİR

"Tuz ve iç yağın aşırı tüketilmesi artan tansiyon atakları, nefes darlığı, göğüs ağrısı gibi şikayetlerle ağır ve sıkıntılı hastalık tabloları ile hastanelere başvuruları artıracaktır. Kurban bayramlarında, sakatat denilen, kurbanın, karaciğeri, dalağı, böbreği ve mumbarları yoğun kolesterol içeriği nedeniyle kalp hastalarına yedirilmemelidir. Ancak kalp ve damar hastalarının az tuzlu ve az yağlı veya eti haşlama olarak ve az miktarda tüketmelerinde bir sakınca yoktur. Kavurma yenecekse de az yağlı ve az tuzlu olmasına dikkat edilmelidir. Ateşe direkt maruz kalmış, yanmış, katranlaşmış ette kanser riski vardır. Bu bakımdan eti pişirirken dikkat etmeliyiz. Et tüketirken, yeşillik, taze salata gibi antioksiden besinlerin, etin olası zararlarını önleyebileceği unutulmamalıdır."

Kamu Hastaneleri Birliği Çekmece Bölgesi Genel Sekreteri Prof. Dr. İhsan Bakır, kalp hastalarının ölçülü olmak kaydıyla bayramda pişirilen etten rahatlıkla tüketebileceğini belirterek, şunları kaydetti:

"Balon stent yaptığımız hastalar taburcu olduktan sonra çok yağlı ve çok yoğun olmamak kaydıyla et tüketebilir. Kalp yetmezliği olan hastalarımız yine tuzlu olmamak kaydıyla kurban etinden tüketebilirler. Baypaslı hastalarımız da hastaneden çıktıktan sonra yine kurban etini rahatlıkla tüketebilir. Haşlama gibi daha tuzsuz tüketilmesi daha zararsız olabilir. Tansiyon hastaları da tuzsuz olmak kaydıyla kurban etinden rahatlıkla yiyebilir. Diyabet, kalp ve tansiyon hastalarının aşırı tatlı tüketimine dikkat etmesi gerekir. Bu hastalar, tatlı alımını en az düzeye indirmeli, hafif olan sütlü tatlıları tüketmelidirler. Kalp, tansiyon ve diyabet hastalarının, her dönem olduğu gibi bayram süresinde de ilaçlarını aksatmamaları, fiziksel egzersizlerine devam etmeleri gerekmektedir."
0 yorum

Mers nedir belirtileri neler virüs öldürür mü?

Mers virüsüne Şanlıurfa'da 2 kişi daha yakalandı peki mers hastalığı nedir, nasıl bulaşır, belirtileri nasıl anlaşılır tedavisi var mıdır?

Mers virüsü Türkiye'nin yeni kabusu olacak gibi Suudi Arabistan'dan dönen bir çiftte daha Mers hastalığı ortaya çıktı, peki Mers virüsünün belirtileri nedir, öldürür mü, bulaştığı nasıl anlaşılır?

Mers virüsü ilk kez 2012 yılında Suudi Arabistan’da tanımlanan ve yeni bir coronavirüsün neden olduğu bulaşıcı solunum yolu hastalığıdır.

Coronavirüsler ise hafif soğuk algınlığından ağır hastalığa (SARS) kadar farklı belirtilere neden olabilen geniş bir virüs ailesidir.

SARS'TAN BİLE DAHA TEHLİKELİ

İlk kez Suudi Arabistan’da develerden ya da keçilerden insana geçtiği tahmin edilen MERS virüsü 2002-2003 yılları arasında Asya’da büyük paniğe yol açan ve 7 bini aşkın kişinin yakalandığı SARS gibi solunum yollarını etkiliyor. Ateş, öksürük, nefes darlığı, karın ağrısı, ishal ve kusma belirtilerini sırasıyla gösteriyor. Kuluçka süresi ortalama 12 gün. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre şu ana dek MERS virüsüne dünyada 238 kişi yakalandı, bunların 92’si öldü. Bu da 21’inci yüzyılın en tehlikeli virüsü olan MERS’i SARS virüsüne göre 8 kat daha ölümcül yapıyor.

Mers virüsü Sars'tan bile daha tehlikeli olan öldürücü bir virüstür.

ORTADOĞU VİRÜSÜ

MERS, çoğunlukla Suudi Arabistan’da olmak üzere Ortadoğu ülkelerinin birçoğunda meydana gelmektedir. Orta Doğu dışındaki ülkelerde çok daha az sayılarda görülen MERS hastalarının Orta Doğu’ya seyahat geçmişleri vardır.

MERS HASTALIĞI BELİRTİLERİ

Ateş, öksürük ve nefes darlığıdır. Hastaların muayenelerinde de genellikle zatürre bulunur. Bazı hastalarda ishal gibi sindirim sistemi belirtileri de meydana gelmiştir. Hastalık şiddetli olduğunda yoğun bakım ve solunum cihazına gerek duyulmaktadır. Bazı hastalarda da özellikle böbreklerde organ yetmezliği meydana gelmiştir.



MERS ÖLDÜRÜR MÜ?

MERS hastalarının yaklaşık %30’u maalesef hayatını kaybetmiştir. Bağışıklık sistemleri zayıflamış olanlar, yaşlı insanlar ve şeker, kanser, kronik akciğer hastalığı olanlarda MERS daha şiddetli meydana gelmektedir.

MERS VİRÜSÜNÜN KAYNAĞI

Şu an için MERS virüsünün develerden kaynaklandığından şüphelenilmektedir. Ancak hastalığın insanlara nereden ve nasıl bulaştığı henüz kesin olarak bilinmemektedir. Hastalık insandan insana yakın temas ile bulaşabilmektedir ancak şu an için hızla yayılmamaktadır. İnsandan insana olan bu bulaşma aile bireyleri, hastanelerdeki hastalar ve sağlık çalışanları arasında olmuştur.


MERS VİRÜSÜ TEDAVİSİ VAR MI?
MERS için şu anda aşı ve özel bir tedavi yoktur. MERS hastalarının tedavisi hastaların durumlarına göre destekleyici (iyileştirici) olarak yapılır.

TÜRKİYE'DE MERS VİRÜSÜ
Sağlık Bakanlığı MERS’i çok yakından izlemektedir. Bu konuda alanlarında uzman kişilerden oluşan Bilim Kurulu’nun katkılarından da sık sık yapılan toplantılar neticesinde faydalanmaktadır. MERS hakkında ülkemizdeki tüm hekimlerle birlikte tüm sağlık personelleri sürekli bilgilendirilmekte ve bu sayede şüpheli kişiler belirlenebilmektedir. Sağlık kurumlarımız MERS’e tanı koyma ve tedavi etme kapasitelerindedir.

SUUDİ ARABİSTAN'A GİDENLER DİKKAT!
Suudi Arabistan bölgesinde MERS hastalığının görülmeye devam etmesi nedeniyle elbette Hacı ve Umre ziyaretçilerinin bu hastalığa yakalanma riskleri vardır.

Hacı ve Umre ziyaretçileri Suudi Arabistan’dan dönüşte 14 gün boyunca MERS hastalığı açısından bağlı bulundukları aile hekimleri tarafından takip edilecek ve gerekli görülürse kendilerine test yapılacaktır. Bu nedenle Suudi Arabistan ziyaretinden gelince aile hekiminizle mutlaka görüşünüz.

Suudi Arabistan ziyaretinden sonraki 14 gün içerisinde ateş ile birlikte alt solunum yolu hastalığı belirtileri (öksürük, nefes darlığı) olan kişiler bir sağlık kuruluşuna başvurmalı ve başvurduğu hekime seyahatine dair bilgi vermelidir.

0 yorum

Sağlık Bakanına göre paniğe gerek yok

Sağlık Bakanı "Paniğe gerek yok, tüm önlemleri aldık" dedi.




Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Türkiye'de Ebolalı hastanın bulunmadığını, Mers ön tanısı konulan ama teşhisi kesinleşmeyen 7 hastanın da tedavi altında olduğunu belirtirken, tüm önlemlerin alındığını vurguladı. Sağlık Bakanı "Paniğe gerek yok, tüm önlemleri aldık" dedi. Katıldığı bir televizyon yayınında sağlık gündemini değerlendiren Bakan Müezzinoğlu, Türkiye açısından gerek Mers, gerek Ebola konusunda toplumu alarma götürecek olağanüstü bir durumun söz konusu olmadığını dile getirdi. Sağlık Bakanı şöyle konuştu: "Seyahat Sağlığı Danışma Hattımız var, seyahate giden dünyanın neresine giderlerse Seyahat Sağlığı Danışma Hattımız 24 saat hizmet veriyor. 444 77 34 sağlığı ile ilgili herhangi bir sıkıntı duyduğunda buradan destek alabilir. Takip ettiğimiz, Mers şüphelisi dediğimiz 7 vaka takipte. 

           Hemen bir gün sonra teşhisi konuluyor, yoktur veya vardır deniliyor, şu anda şüpheli teşhis sonucu beklediğimiz 7 vakamız var. Şu ana kadar Ebola teşhisi koyduğumuz bir vaka yok. Bizim şüpheli gördüğümüz vakalarda yaptığımız tetkiklerde 8 vakanın 8'i de sıtma çıktı. Ama kamuoyu da şunu gördü ki; bir, uçak aşamasında takibimizin olduğunu görüyor, uçaktan inerken alınan tedbirlerimizi görüyor, hastaneye götürürken ve o bir gün içinde teşhis konuluncaya kadar olan tedbirlerimizi kamuoyu görüyor. 

           Bu anlamda Bakanlık olarak her türlü tedbiri alıyoruz. Bazen Valilerimiz havaalanını dezenfekte ediyor, buna gerek olmadan bunu yapmak toplumda ayrı bir psikolojik sorun oluşturuyor. Dün itibariyle onlara hangi koşullarda, hangi tedbirleri alacaklarını gerek Halk Sağlığı Müdürlüklerimize, gerekse Valiliklerimize bildirdik. Ben olayı bir panik havası kampanyasına medyamızın da sürüklememesini istiyorum. Alınacak tedbirleri azamiye alıyoruz, dünyanın en ileri ülkelerinden daha duyarlı tedbirler alıyoruz. Ama bunu abartmaya, bunu bir paniğe, toplumsal bir 'büyük sağlık riski' gibi algıya vesile olacak haberlerden de yayınlardan da veya tavırlardan da, tedbirlerden de kaçınmamız lazım. -"1 YILDIR ALARM DURUMUNDAYIZ"-


 Biz Bakanlık olarak Mers ile 1 yıldır alarm durumundayız, Ebola'da 5-6 aydır alarm durumundayız. Kamuoyu bizim duyarlılığımıza güvenmeli. 36 ilimizde 45 hastanemizi bu anlamda hem tedbir açısından yapılması gerekenler hem de bu şüphelilerin, çünkü bu 36 ilimiz daha çok giriş çıkış illerimiz. Gerek havaalanı, gerek sınır kapılarımız. Bu 36 ilde 45 hastanemiz bu anlamda hazırlandı. Tedbirlerin hepsi en üst düzeyde alındı. 

Uçağın kapısı açıldığında onunla muhatap olan kitlemiz, sonra ambulans sedyelerimiz, ambulansa transferimiz ve sağlık elemanlarımız en üst düzeyde korunacak bilgilendirmeye ve kıyafetleri onlara temin edildi. Biz burada hizmet verenin sağlık güvenliği açısından da her türlü tedbiri aldık, bilgilendirmeleri de yaptık." (ANKA)
0 yorum

Çocuklarda Kronik Yorgunluk Sendromu

Çocuklukta yaşanan bir travma, yeni bir çalışmaya göre ileri yaşlarda kronik yorgunluk sendromuna yol açabilir.

Kronik yorgunluk sendromu (KYS), altı aydan sonrasında bile geçmeyen ve bir şekilde açıklanamayan bir yorgunlukla karakterize edilir. Yorgunluk, günlük faaliyetlere engel olacak kadar ağırdır ve kas ağrısı, hafıza ve konsantrasyon sorunları, baş ağrısı ve boğaz ağrısı gibi başka belirtileri de vardır. Altında yatan nedenin ne olduğu açık değildir ve durumun tedavi edilmesi oldukça zor olabilir.

Emory Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, 60 kişilik kontrol grubu ile KYS’li 43 kişiyi karşılaştırdılar. Onlara duygusal, fiziksel ve cinsel taciz ve duygusal ve fiziksel ihmal gibi çocukluk tecrübeleri hakkında sorular sordular. KYS’liler daha yüksek toplam travma değerlerine sahiptiler – aslında duygusal ihmal ve cinsel taciz gibi travmalara maruz kalmak KYS riskini üç ile sekiz kat daha fazla arttırmıştır. KYS’li bütün hastalar çocukluk travması yaşamamıştır, ancak çocukluk travması yaşayanlar daha kötü belirtiler göstermeye eğilimli hale gelmişlerdir.


KYS’li hastalarda aynı zamanda depresyon, kaygı ve travma-sonrası stres bozukluğu gibi psikiyatrik bozukluklar görülme olasılığı daha fazladır. Bu durumlar da çocukluk travması ile ilişkilendirilir. Araştırmacılar, çocukluk travmasının kişiyi hem kronik yorgunluğa hem de psikiyatrik sorunlara daha hassas yapacak şekilde beyni etkileyebildiğini savunmaktadır.
1 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI