Kültür mantarları dışında kesinlikle türü bilinmeyen mantarlar tüketilmemelidir. Özellikle doğada kendiliğinden yetişen mantarların tüketilmesi mantar zehirlenmelerine yol açabilir. Mantar zehirlenmesi; doğal alanda yetişen yapısında zehirli maddeler bulunan mantarların tüketilmesiyle oluşan, ölümle de sonuçlanabilen ciddi bir zehirlenmedir. Mantar zehirlenmeleri özellikle yağışların arttığı ilkbahar ve sonbahar aylarında artmaktadır.
Son yazılar
adana çukurova devlet hastanesi,
adres,
iletişim,
telefon numarası,
yol tarifi
Adana çukurova devlet hastanesi adres ve iletişim bilgileri
Adres: Yenibaraj Mh., 01140 Adana
Telefon: (0322) 225 9329
Etiketler:
adana çukurova devlet hastanesi,
adres,
iletişim,
telefon numarası,
yol tarifi
adana devlet hastanesi,
adres,
devlet hastanesi,
iletişim,
telefon,
yol tarifi
Adana devlet hastanesi adres ve iletişim bilgileri
Adres: Seyhan Mh., 01270 Adana
Telefon: (0322) 321 5753
Etiketler:
adana devlet hastanesi,
adres,
devlet hastanesi,
iletişim,
telefon,
yol tarifi
erkek,
güzel saçlar için,
kadın,
öneri,
saç,
saç krem,
saç rengi,
saç şekillendirici,
saçlar
Hayalinizdeki saçlar için 20 öneri
Saç kreminizden saç kesiminize, saç renginizden kullandığınız şekillendiricilere kadar saçlarınızla ilgili bilmeniz gereken ve hayal ettiğiniz saçlara kavuşmak için 20 öneri...
1. Çok kuru saçlarŞampuanı sadece ellerinizle, ıslak saçın diplerine dağıtın ve hafifçe yedirin. Durularken incelerek saçın içinden akacak olan şampuan, saçları temizlemek için yeterlidir. Böylece saçlarınızın biraz daha kurumasını önlemiş olursunuz.
2. Normal saçlarŞampuanı dairesel hareketlerle saça yedirin, hemen ardından iyice durulayın. Eğer başınızda şampuan artığı kalırsa, saçlarınız matlaşır ve kurur. Kural şu: Şampuanlamak için harcadığınız sürenin üç misli süreyi durulamak için kullanın. Saçlarınızın durulandıktan sonra gıcırdar gibi olması gerekiyor.
3. İkisi bir aradaBu ürünler hem yıkar hem de bakım yapar. Pratiktir ama her gün kullanılmaya uygun değillerdir. Çünkü bu ürünlerin çoğunda silikon yağı vardır. Önce saçları yumuşak yaparlar. Fakat uzun vadede saç tellerinin yüzeyinde birikerek, saçı ağırlaştırabilirler. Haftada sadece 1 kez kullanın.
4. Ilık su ile durulayınKaşmir kazağınızı sıcak suyla tıkayamazsınız. Saçlarımız da aynı derecede hassas olduklarından, çok sıcak suyu sevmezler. Ilık su, saçların zarar görmemesi için ide3aldir. Hatta başarabilenler, saçlarını soğuk su ile yıkamalıdır. Soğuk su , saçlara mükemmel bir parlaklık verir.
5. En iyi fön stratejisiSaçları yıkadıktan sonra dikkatle ayırın. Isıtılmış bir havluyla önden kurutun. Fön makinesini en düşük ayara getirip, saçları çok fazla karıştırmadan tam kuruyana kadar fönleyin: sonra fönü daha yüksek ısıya getirip, yuvarlak bir fırçayla şekillendirme işine girişin. Fön makinesini saçınızdan en az 15 santim uzak tutun.
6. Nazik olunIslak saçlar, hafifçe şişmişlerdir. Dolayısıyla çabuk kırılabilirler. Taramak için ayrık dişli, mümkünse kauçuk veya ahşaptan, el yapımı bir tarak kullanın (Cinsi üstünde yazar. ) Ucuz plastik tarakları tercih etmeyin.
7. Çok mu streslisiniz?Saçlarınızı yıkarken başınıza masaj yaparsanız, mutluluk hormonlarınızı aktive edersiniz. Parmak uçları ile daireler çizerek, şakaklardan saç diplerine doğru masaj yapın. Oradan tekrar kulaklara doğru inin. Sonra ensenize doğru devam edin. Bunları yaparken derin derin nefes alıp verin.
8. Ön yargıları unutunYağlı saçların her gün yıkandıkları zaman daha çabuk yağlandıklarıyla ilgili masalları unutun. Eğer kendinizi daha bakımlı hissedecekseniz, her gün duş alabilirsiniz. Önemli olan, yumuşak bir şampuan kullanmanız. Şampuanı saçınızda bekletmeyin ve hemen yıkayın.
9. Saç kremiKremi özellikle saçın aşağı sarkan kısımlarına ve uçlarına sürün. Saç diplerindeki ilk 3 santime gelmemesini sağlayın. Diplerde çıkan yeni saçların ek bir bakınma ihtiyacı yoktur.
10. Çok ince saçlarİnce telli saçlar, yağlı ürünleri kaldıramazlar. En iyisi, nemli (veya kuru) saçlara nemlendirici sprey sıkmaktır. Sprey, statik elektrik oluşmasını ve saç tellerinin 'uçuşmasını’ engeller.
11. Tatilde bakımTatildeyken saçlarınız şekle girmiyorsa, bu durum bulunduğunuz yerdeki suyun içerdiği mineral oranından kaynaklanıyor olabilir. Çözüm için saçlarınızı yıkadıktan sonra içme suyu ile durulayın.
12. Koruma ve tamirOmega-6 yap asitleri gibi lipit ve seramit içeren ürünler, saçların kırılmasını önler. Çünkü bu maddeler, saç lifleri içindeki çatlakları doldururlar ve fönden gelen sıcağa karşı korurlar.Saç kürleri yumuşacık yapar. Ama hangisini kullanmalı?
13. İnce telli saçlara kür uygulamakYoğun kür, ince telli saçları aşırı derecede yorabilir. Fakat yine de ara sıra böyle ekstra bir bakım uygulayabilirsiniz. Çözümü: Kürü saça, yıkamadan önce yedirin ve 10 dakika beklettikten sonra bildiğiniz şekilde saçlarınızı şampuanlayın.
14. Saç maskeleriMaskeler, özellikle sıcak ortamlarda saça daha iyi nüfuz ederler. En ideali, kür maskesini, havluyla nemini aldığınız saçınıza, ince demetler halinde sürerek yedirin. Sonra saçınızı sıcak fönle ısıtın ve başınızı alüminyum bir folyoyla sarın, üstüne de ısıtılmış bir havlu dolayın. En az yarım saat etki etmesini bekleyin. Çok etkili bir başka yöntem de, buharlı ortamda saç maskesi uygulamaktır (yine aynı şekilde havlu altında)
15. Sarı, kızıl ya da kahveBoyanın ömrünü özel bakım ürünleriyle uzatabilirsiniz. Yıkama sırasında, bakım kürlerinde ya da şekillendirici ürünlerde bulunan maddeler sayesinde saçlardaki renk pigmentleri tazelenir.
16. Çabuk kür uygulamak içinSaçınız uzunsa ve kürler çok vakit alıyorsa, artık dert değil! İnci proteini içeren çabuk kürleri uyguladığınızda saçınızı yıkamanıza gerek yok. Saçlarınızı ipek gibi parlak yapıyor.
17. Doğuştan güçlü ve kalın telli saçlarBu tip saçlar şekil aldıklarında adeta rüya gibidir. Fakat şekil almak istemezler ve asidirler. Doğru stratejiyle onları hükmünüz altına alabilirsiniz: a) Her gün yıkamayın, hatada 1-2 kez yıkamak yeterli.b) Her yıkamadan sonra saç kremini sürün ve her dört yıkamada bir maske uygulayın.
18. Vaks nasıl kullanılır?Genellikle fönle şekil verilen katlı kesim, sürülen vaks yüzünden gene sarkmaya başlar. İste bu yağ krizine karşı bir yöntem var: Önce saçınıza sprey sıkın, biraz kurumasını bekleyin, sonra uçlara vaks sürün. Mükemmel olacak.
19. Çok fazla jöle kaçırdıysanızEğer saçlarınızı çok fazla jölelediyseniz ve taradıysanız, saçlarınız yağlı gözükebilir. Bunu önlemek için ürünü kabında (ya da tüpünde) önce fönle kısa bir süre ısıtın. Ürün daha iyi dağılacağından dolayı otomatik olarak dozu fazla kaçırmanızı da önlemiş olursunuz.
20. Saç spreyi ve parlatıcıHavalandırıcı etki yaratmak için spreyi yukarıdan aşağıya doğru sıkmayın. Yoksa saçlarınızın üstünde ağırlık oluşur ve saçlarınız düzleşir. Onun yerine, saçları bukle bukle elinizle biraz yukarı kaldırın ve spreyi alttan yukarı olarak püskürtün. Uzun saçlarda: Başı geriye atın ve sprey bulutu aşağı doğru düşerken, saçlarınızı hafifçe silkeleyin.
2. Normal saçlarŞampuanı dairesel hareketlerle saça yedirin, hemen ardından iyice durulayın. Eğer başınızda şampuan artığı kalırsa, saçlarınız matlaşır ve kurur. Kural şu: Şampuanlamak için harcadığınız sürenin üç misli süreyi durulamak için kullanın. Saçlarınızın durulandıktan sonra gıcırdar gibi olması gerekiyor.
3. İkisi bir aradaBu ürünler hem yıkar hem de bakım yapar. Pratiktir ama her gün kullanılmaya uygun değillerdir. Çünkü bu ürünlerin çoğunda silikon yağı vardır. Önce saçları yumuşak yaparlar. Fakat uzun vadede saç tellerinin yüzeyinde birikerek, saçı ağırlaştırabilirler. Haftada sadece 1 kez kullanın.
4. Ilık su ile durulayınKaşmir kazağınızı sıcak suyla tıkayamazsınız. Saçlarımız da aynı derecede hassas olduklarından, çok sıcak suyu sevmezler. Ilık su, saçların zarar görmemesi için ide3aldir. Hatta başarabilenler, saçlarını soğuk su ile yıkamalıdır. Soğuk su , saçlara mükemmel bir parlaklık verir.
5. En iyi fön stratejisiSaçları yıkadıktan sonra dikkatle ayırın. Isıtılmış bir havluyla önden kurutun. Fön makinesini en düşük ayara getirip, saçları çok fazla karıştırmadan tam kuruyana kadar fönleyin: sonra fönü daha yüksek ısıya getirip, yuvarlak bir fırçayla şekillendirme işine girişin. Fön makinesini saçınızdan en az 15 santim uzak tutun.
6. Nazik olunIslak saçlar, hafifçe şişmişlerdir. Dolayısıyla çabuk kırılabilirler. Taramak için ayrık dişli, mümkünse kauçuk veya ahşaptan, el yapımı bir tarak kullanın (Cinsi üstünde yazar. ) Ucuz plastik tarakları tercih etmeyin.
7. Çok mu streslisiniz?Saçlarınızı yıkarken başınıza masaj yaparsanız, mutluluk hormonlarınızı aktive edersiniz. Parmak uçları ile daireler çizerek, şakaklardan saç diplerine doğru masaj yapın. Oradan tekrar kulaklara doğru inin. Sonra ensenize doğru devam edin. Bunları yaparken derin derin nefes alıp verin.
8. Ön yargıları unutunYağlı saçların her gün yıkandıkları zaman daha çabuk yağlandıklarıyla ilgili masalları unutun. Eğer kendinizi daha bakımlı hissedecekseniz, her gün duş alabilirsiniz. Önemli olan, yumuşak bir şampuan kullanmanız. Şampuanı saçınızda bekletmeyin ve hemen yıkayın.
9. Saç kremiKremi özellikle saçın aşağı sarkan kısımlarına ve uçlarına sürün. Saç diplerindeki ilk 3 santime gelmemesini sağlayın. Diplerde çıkan yeni saçların ek bir bakınma ihtiyacı yoktur.
10. Çok ince saçlarİnce telli saçlar, yağlı ürünleri kaldıramazlar. En iyisi, nemli (veya kuru) saçlara nemlendirici sprey sıkmaktır. Sprey, statik elektrik oluşmasını ve saç tellerinin 'uçuşmasını’ engeller.
11. Tatilde bakımTatildeyken saçlarınız şekle girmiyorsa, bu durum bulunduğunuz yerdeki suyun içerdiği mineral oranından kaynaklanıyor olabilir. Çözüm için saçlarınızı yıkadıktan sonra içme suyu ile durulayın.
12. Koruma ve tamirOmega-6 yap asitleri gibi lipit ve seramit içeren ürünler, saçların kırılmasını önler. Çünkü bu maddeler, saç lifleri içindeki çatlakları doldururlar ve fönden gelen sıcağa karşı korurlar.Saç kürleri yumuşacık yapar. Ama hangisini kullanmalı?
13. İnce telli saçlara kür uygulamakYoğun kür, ince telli saçları aşırı derecede yorabilir. Fakat yine de ara sıra böyle ekstra bir bakım uygulayabilirsiniz. Çözümü: Kürü saça, yıkamadan önce yedirin ve 10 dakika beklettikten sonra bildiğiniz şekilde saçlarınızı şampuanlayın.
14. Saç maskeleriMaskeler, özellikle sıcak ortamlarda saça daha iyi nüfuz ederler. En ideali, kür maskesini, havluyla nemini aldığınız saçınıza, ince demetler halinde sürerek yedirin. Sonra saçınızı sıcak fönle ısıtın ve başınızı alüminyum bir folyoyla sarın, üstüne de ısıtılmış bir havlu dolayın. En az yarım saat etki etmesini bekleyin. Çok etkili bir başka yöntem de, buharlı ortamda saç maskesi uygulamaktır (yine aynı şekilde havlu altında)
15. Sarı, kızıl ya da kahveBoyanın ömrünü özel bakım ürünleriyle uzatabilirsiniz. Yıkama sırasında, bakım kürlerinde ya da şekillendirici ürünlerde bulunan maddeler sayesinde saçlardaki renk pigmentleri tazelenir.
16. Çabuk kür uygulamak içinSaçınız uzunsa ve kürler çok vakit alıyorsa, artık dert değil! İnci proteini içeren çabuk kürleri uyguladığınızda saçınızı yıkamanıza gerek yok. Saçlarınızı ipek gibi parlak yapıyor.
17. Doğuştan güçlü ve kalın telli saçlarBu tip saçlar şekil aldıklarında adeta rüya gibidir. Fakat şekil almak istemezler ve asidirler. Doğru stratejiyle onları hükmünüz altına alabilirsiniz: a) Her gün yıkamayın, hatada 1-2 kez yıkamak yeterli.b) Her yıkamadan sonra saç kremini sürün ve her dört yıkamada bir maske uygulayın.
18. Vaks nasıl kullanılır?Genellikle fönle şekil verilen katlı kesim, sürülen vaks yüzünden gene sarkmaya başlar. İste bu yağ krizine karşı bir yöntem var: Önce saçınıza sprey sıkın, biraz kurumasını bekleyin, sonra uçlara vaks sürün. Mükemmel olacak.
19. Çok fazla jöle kaçırdıysanızEğer saçlarınızı çok fazla jölelediyseniz ve taradıysanız, saçlarınız yağlı gözükebilir. Bunu önlemek için ürünü kabında (ya da tüpünde) önce fönle kısa bir süre ısıtın. Ürün daha iyi dağılacağından dolayı otomatik olarak dozu fazla kaçırmanızı da önlemiş olursunuz.
20. Saç spreyi ve parlatıcıHavalandırıcı etki yaratmak için spreyi yukarıdan aşağıya doğru sıkmayın. Yoksa saçlarınızın üstünde ağırlık oluşur ve saçlarınız düzleşir. Onun yerine, saçları bukle bukle elinizle biraz yukarı kaldırın ve spreyi alttan yukarı olarak püskürtün. Uzun saçlarda: Başı geriye atın ve sprey bulutu aşağı doğru düşerken, saçlarınızı hafifçe silkeleyin.
Etiketler:
erkek,
güzel saçlar için,
kadın,
öneri,
saç,
saç krem,
saç rengi,
saç şekillendirici,
saçlar
kalp,
kronik stres,
stres,
tehlike
Belki Kalbiniz 3 Kat Daha Fazla Tehlike Altında...
Kronik stres altındaysanız, her şeyin üstünüze geldiğini ve bununla başa çıkamayacağınızı düşünüyorsanız sadece ruhunuz değil kalbiniz de tehlike altında olabilir…
Hisar Intercontinental Hospital Kardiyoloji Bölümü Uzmanı Dr. Fatih Gümüşer’le D tipi kişiliği olanların hayatlarını nasıl yeniden gözden geçirmeleri gerektiğini konuştuk…
D tipi kişiliği olanların kalp damar hastalıkları yönünden normal nüfusa göre 3 kat daha yüksek risk altında bulunduğunu belirten Uzm. Dr. Gümüşer; “Kronik stres altında kalan, endişe, sinirlilik, kasvet gibi olumsuz duygulara eğilimli ve stresle baş etme yöntemlerini bulamayan kişiler, genellikle kendilerini sosyal olarak soyutlamıştır. Suskun ve özgüven eksikliği olan kişilerdir. Olumsuz duygulanıma eğilimlidirler ve bu duygularını kabul görmeme endişesi nedeniyle başkalarıyla paylaşmazlar. Toplumda %21 gibi çok ciddi oranda görülen bu problem kişilerin kalp sağlığını ciddi anlamda olumsuz yönde etkiler.”
D Tipi Kişiliğiniz Varsa Bu Önerileri Dikkate Alın…
• Öncelikle özgüveninizi kazanmak adına harekete geçin. Tek başınıza yapamayacağınızı düşünüyorsanız mutlaka psikolojik destek alın.
• Stres altında çalışıyorsanız; stresin kalp sağlığınız için en önemli tehdit olduğunu unutmayın.
• Stresle başa çıkmayı öğrenin; gerekirse profesyonel yardım alın.
• Düzenli uyuyun. Kaliteli bir uyku sağlıklı yaşamın vazgeçilmezlerindendir.
• Dengeli ve sağlıklı beslenin, spor yapın.
• Sosyal olmak için harekete geçin, hobiler edinin.
• Hayata pozitif bakın (pozitif olun), her şeye sinirlenmeyin.
• Düşmanlık beslemeyin, karamsar olmayın.
• Aile yaşamınızda problem yaşamamak adına ilişkilerinizi gözden geçirin ve düzeltmek için çalışın.
• Dertlerinizi anlatacak sırdaş edinin.
• Sigaranın dert ortağınız olmadığını anlayın ve hemen hayatınızdan çıkarın.
• Stresinizi azaltmak için aşırı yemek yemekten kaçının.
• Hipertansiyon, yüksek kolesterol gibi sağlık problemleriniz, ailenizde kalp hastalığı öyküsü varsa riskinizin daha da arttığını unutmayın ve kontrollerinizi aksatmayın.
D tipi kişiliği olanların kalp damar hastalıkları yönünden normal nüfusa göre 3 kat daha yüksek risk altında bulunduğunu belirten Uzm. Dr. Gümüşer; “Kronik stres altında kalan, endişe, sinirlilik, kasvet gibi olumsuz duygulara eğilimli ve stresle baş etme yöntemlerini bulamayan kişiler, genellikle kendilerini sosyal olarak soyutlamıştır. Suskun ve özgüven eksikliği olan kişilerdir. Olumsuz duygulanıma eğilimlidirler ve bu duygularını kabul görmeme endişesi nedeniyle başkalarıyla paylaşmazlar. Toplumda %21 gibi çok ciddi oranda görülen bu problem kişilerin kalp sağlığını ciddi anlamda olumsuz yönde etkiler.”
D Tipi Kişiliğiniz Varsa Bu Önerileri Dikkate Alın…
• Öncelikle özgüveninizi kazanmak adına harekete geçin. Tek başınıza yapamayacağınızı düşünüyorsanız mutlaka psikolojik destek alın.
• Stres altında çalışıyorsanız; stresin kalp sağlığınız için en önemli tehdit olduğunu unutmayın.
• Stresle başa çıkmayı öğrenin; gerekirse profesyonel yardım alın.
• Düzenli uyuyun. Kaliteli bir uyku sağlıklı yaşamın vazgeçilmezlerindendir.
• Dengeli ve sağlıklı beslenin, spor yapın.
• Sosyal olmak için harekete geçin, hobiler edinin.
• Hayata pozitif bakın (pozitif olun), her şeye sinirlenmeyin.
• Düşmanlık beslemeyin, karamsar olmayın.
• Aile yaşamınızda problem yaşamamak adına ilişkilerinizi gözden geçirin ve düzeltmek için çalışın.
• Dertlerinizi anlatacak sırdaş edinin.
• Sigaranın dert ortağınız olmadığını anlayın ve hemen hayatınızdan çıkarın.
• Stresinizi azaltmak için aşırı yemek yemekten kaçının.
• Hipertansiyon, yüksek kolesterol gibi sağlık problemleriniz, ailenizde kalp hastalığı öyküsü varsa riskinizin daha da arttığını unutmayın ve kontrollerinizi aksatmayın.
Etiketler:
kalp,
kronik stres,
stres,
tehlike
çocuğunuz,
kalabilir,
kasık fıtığı,
kısır,
kısırlık
Çocuğunuz kısır kalabilir!
Uzmanlar, çocuklarda görülen kasık fıtığına zamanında müdahale edilmediğinde kısırlığa yol açabileceğini bildirdi
Çocuk Cerrahisi Uzmanlarından Dr. Turgut Türkel, her yüz çocuktan yaklaşık üçünde kasık fıtığının oluşabildiğini kaydetti.
Dr. Turgut Türkel, fıtığın anne karnındayken oluşabileceği gibi çok hareketli çocuklarda da görülebileceğini belirtti. Genetik yatkınlığın önem arz ettiği fıtığın şişlik ve ağrıyla kendini gösterdiğini kaydeden Türkel, tedavi edilmediğinde bağırsak düğümlenmeleri, bağırsak ve yumurtalık çürümeleri, kısırlık gibi tehlikeli durumların oluşabileceğini ifade etti.
Kasık fıtığının vakit kaybetmeden müdahale edilmesi gerektiğinin altını çizen Türkel, “Fıtık ameliyathane şartlarında, genel anestezi altında veya bölgesel anestezi ile 15-20 dakika süren bir operasyonla yapılabilir. Küçük bir kesintiyle fıtık kesesine ulaşılır ve etrafındaki damar sperm kanalından ayrılarak dikilir” dedi.
Sol tarafa göre sağ tarafta fıtığın görülme riskinin yüksek olduğuna dikkat çeken Türkel, her iki testisinde torbada olması gerektiğini, torbanın bir veya iki tarafının boş olması durumunun inmemiş testis olarak tanımlandığını belirtti. Türkel, “Muayene sırasında çocuğun ağlaması, ıkınması sırasında karnın içi basınç artışıyla organlardan birinin kasık kanalına doğru ilerlemesiyle ortaya çıkar. Kasıkta şişkinlik göze çarpar” şeklinde konuştu.
Türkel, kasık fıtığının sadece erkeklerde değil, kız çocuklarda da görülebildiğini ancak ilk anda anlaşılmasının zor olduğunu ağrı, şişkinlik gibi belirtilerde mutlaka bir doktora başvurulması gerektiğini sözlerine ekledi.
Dr. Turgut Türkel, fıtığın anne karnındayken oluşabileceği gibi çok hareketli çocuklarda da görülebileceğini belirtti. Genetik yatkınlığın önem arz ettiği fıtığın şişlik ve ağrıyla kendini gösterdiğini kaydeden Türkel, tedavi edilmediğinde bağırsak düğümlenmeleri, bağırsak ve yumurtalık çürümeleri, kısırlık gibi tehlikeli durumların oluşabileceğini ifade etti.
Kasık fıtığının vakit kaybetmeden müdahale edilmesi gerektiğinin altını çizen Türkel, “Fıtık ameliyathane şartlarında, genel anestezi altında veya bölgesel anestezi ile 15-20 dakika süren bir operasyonla yapılabilir. Küçük bir kesintiyle fıtık kesesine ulaşılır ve etrafındaki damar sperm kanalından ayrılarak dikilir” dedi.
Sol tarafa göre sağ tarafta fıtığın görülme riskinin yüksek olduğuna dikkat çeken Türkel, her iki testisinde torbada olması gerektiğini, torbanın bir veya iki tarafının boş olması durumunun inmemiş testis olarak tanımlandığını belirtti. Türkel, “Muayene sırasında çocuğun ağlaması, ıkınması sırasında karnın içi basınç artışıyla organlardan birinin kasık kanalına doğru ilerlemesiyle ortaya çıkar. Kasıkta şişkinlik göze çarpar” şeklinde konuştu.
Türkel, kasık fıtığının sadece erkeklerde değil, kız çocuklarda da görülebildiğini ancak ilk anda anlaşılmasının zor olduğunu ağrı, şişkinlik gibi belirtilerde mutlaka bir doktora başvurulması gerektiğini sözlerine ekledi.
Etiketler:
çocuğunuz,
kalabilir,
kasık fıtığı,
kısır,
kısırlık
erkekler,
estetik,
kadınlar,
varis,
varis tedavisi,
yaz
Yaz Geçerken Varisleriniz Kalıcı Olmasın
Kadınlarda erkeklere oranla çok daha fazla görülen varis, en sık rastlanan damar hastalıklarından biridir. Yaz aylarında artış gösteren ve gün yüzüne çıkan varisler, bir estetik problemi olarak görülürken, tedavi edilmediğinde önemli bir sağlık sorununa dönüşebilir.
Memorial Hizmet Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü Bölüm Başkanı Prof. Dr. Harun Arbatlı, varis ve tedavisi hakkında bilgi verdi.
Güneş altında değil denizde vakit geçirin
Varis şikayeti olanlar için en zor dönemler yaz mevsimidir. Bu aylar, hem sıcaklık hem de tatil sezonları olması nedenleri ile özellikle varisleri olan kişileri rahatsız eder. Varisler için genellikle bu aylarda çare aranarak daha sık doktora başvurmak gerekmektedir. Yaz aylarında güneş ışınları cildin üst tabakalarını zayıflatır, cildin nemini kaybetmesine yol açmaktadır. Bu iki etki cildin elastikliğini azaltarak, alt tabakadaki venlerin hareket kabiliyeti engellemektedir. Böylece venlerdeki kan akışı yavaşlamakta ve göllenme oluşmaktadır. Bunların yanısıra yüksek ısıya maruz kalan kan damarları genişlemekte, venlerin içindeki kapakçıkların daha fazla stress altında kalmasına sebep olmaktadır Sonuçta varisler ve örümcek ağı tarzında kılcal damarlar belirgin hale gelmektedir.
Varis tedavisi için en ideal zaman sonbahar ve kış aylarıdır
Yaz aylarının sonuna gelirken, varisleri olanlar için rahatlama dönemi başlamaktadır. Ancak tekrar yaz ayı geldiğinde varisler kartopu gibi artacak, büyüyecektir. Bu nedenle sonbahar ve kış ayları varisler için çare aranması gereken dönemlerdir. Varis tedavisi için uygulanan tüm işlemler sonrasında belli bir süre kompresyon bandajları ve varis çorapları kullanmak gerekmektedir. Ayrıca yapılan küçük cerrahi kesilerin ya da "skleroterapi" işlemleri sırasında oluşan küçük morlukların iyileşmesi için en az 6 haftalık bir süreye ihtiyaç vardır. Bu nedenlerle yaz aylarında varis tedavisi konfor açısından çok zordur. Gündelik yaşantımızda kesinti ve güçlükler yaşamamak için varis tedavisinin yapılması için en ideal zamanlama sonbahar ve kış mevsimleridir.
Yaz aylarında varisten koruyan 7 öneri;
* Yüksek koruma faktörü içeren güneş kremleri kullanılmalıdır.
* Uzun süre güneş altında kalmayı gerektiren durumlarda uygun giysiler ile bacaklar güneşten korunmalıdır.
* Özellikle serinletici türden egzersizler seçilmelidir. Yüzme va akşam serinliğinde yapılan yürüyüşler son derece faydalıdır.
* Topuklu ayakkabılar yerine spor ayakkabı ya da rahat sandaletler tercih edilmelidir. Böylece bacak adalelerinin kanı pompalayıcı etkisi artar.
* Bol su içilmelidir. Su cildin kaybettiği nemi karşılayabilmesi için çok önemlidir. Ayrıca ciltte biriken toksik maddelerin uzaklaşmasını kolaylaştırır, elastik yapıyı korumaktadır.
* Antioksidan özellik taşıyan "Diosmin" ve "Hesperidin" içeren turunçgiller, baklagiller ve diğer yeşil sebzelerde bol miktarda tüketilmelidir. Bunun için bir beslenme ve diyet uzmanından destek alınabilir.
* Oluşan varisler için en kolay tedavinin erken yapılan tedavi olduğu unutulmamalıdır.
Güneş altında değil denizde vakit geçirin
Varis şikayeti olanlar için en zor dönemler yaz mevsimidir. Bu aylar, hem sıcaklık hem de tatil sezonları olması nedenleri ile özellikle varisleri olan kişileri rahatsız eder. Varisler için genellikle bu aylarda çare aranarak daha sık doktora başvurmak gerekmektedir. Yaz aylarında güneş ışınları cildin üst tabakalarını zayıflatır, cildin nemini kaybetmesine yol açmaktadır. Bu iki etki cildin elastikliğini azaltarak, alt tabakadaki venlerin hareket kabiliyeti engellemektedir. Böylece venlerdeki kan akışı yavaşlamakta ve göllenme oluşmaktadır. Bunların yanısıra yüksek ısıya maruz kalan kan damarları genişlemekte, venlerin içindeki kapakçıkların daha fazla stress altında kalmasına sebep olmaktadır Sonuçta varisler ve örümcek ağı tarzında kılcal damarlar belirgin hale gelmektedir.
Varis tedavisi için en ideal zaman sonbahar ve kış aylarıdır
Yaz aylarının sonuna gelirken, varisleri olanlar için rahatlama dönemi başlamaktadır. Ancak tekrar yaz ayı geldiğinde varisler kartopu gibi artacak, büyüyecektir. Bu nedenle sonbahar ve kış ayları varisler için çare aranması gereken dönemlerdir. Varis tedavisi için uygulanan tüm işlemler sonrasında belli bir süre kompresyon bandajları ve varis çorapları kullanmak gerekmektedir. Ayrıca yapılan küçük cerrahi kesilerin ya da "skleroterapi" işlemleri sırasında oluşan küçük morlukların iyileşmesi için en az 6 haftalık bir süreye ihtiyaç vardır. Bu nedenlerle yaz aylarında varis tedavisi konfor açısından çok zordur. Gündelik yaşantımızda kesinti ve güçlükler yaşamamak için varis tedavisinin yapılması için en ideal zamanlama sonbahar ve kış mevsimleridir.
Yaz aylarında varisten koruyan 7 öneri;
* Yüksek koruma faktörü içeren güneş kremleri kullanılmalıdır.
* Uzun süre güneş altında kalmayı gerektiren durumlarda uygun giysiler ile bacaklar güneşten korunmalıdır.
* Özellikle serinletici türden egzersizler seçilmelidir. Yüzme va akşam serinliğinde yapılan yürüyüşler son derece faydalıdır.
* Topuklu ayakkabılar yerine spor ayakkabı ya da rahat sandaletler tercih edilmelidir. Böylece bacak adalelerinin kanı pompalayıcı etkisi artar.
* Bol su içilmelidir. Su cildin kaybettiği nemi karşılayabilmesi için çok önemlidir. Ayrıca ciltte biriken toksik maddelerin uzaklaşmasını kolaylaştırır, elastik yapıyı korumaktadır.
* Antioksidan özellik taşıyan "Diosmin" ve "Hesperidin" içeren turunçgiller, baklagiller ve diğer yeşil sebzelerde bol miktarda tüketilmelidir. Bunun için bir beslenme ve diyet uzmanından destek alınabilir.
* Oluşan varisler için en kolay tedavinin erken yapılan tedavi olduğu unutulmamalıdır.
anne,
anne olma,
bebek,
bebeklerde,
doğum,
gebelik,
hamilelik,
kadın,
küçük bebek
Bebeğiniz Zamanında Ama Küçük Dünyaya Geldiyse
Haftalarca doğumunu beklediğiniz bebeğiniz tam zamanında doğmasına rağmen beklenenden çok daha düşük kiloda dünyaya gelebilir. Annenin yanlış beslenmesi ya da çoğul gebelik gibi nedenlerle ortaya çıkabilen bu durum sonucunda bebek doğru bir bakımla kısa sürede sağlığına kavuşup yaşıtlarını yakalayabilir.
Memorial Şişli Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Sorumlusu Uz. Dr. Ercan Tutak, SGA (small for gestational age)olarak adlandırılan annenin gebelik zamanına göre küçük doğan bebeklerin bakımı hakkında bilgi verdi.
Annenin sağlığı bebeğin kilosunu belirlerBebekler normal şartlar altında 38-42. doğum haftaları arasında dünyaya gelir. 37. haftadan önce doğan bebeklere ise "prematüre bebek" adı verilir. Tam zamanında doğmasına rağmen 2 bin 500 gramın altında olan bebeklere ise "düşük doğum ağırlıklı bebek" denilmektedir. Doğum haftasını tamamlamasına rağmen bebeğin anne karnında gelişimini gerileten çeşitli nedenler vardır. Bu nedenlerin başında anne adayının hamilelik sürecinde ciddi sağlık problemleri yaşaması ve iyi beslenememesi yatmaktadır. Çünkü beslenme ve anneye ait her türlü ciddi sağlık problemi karnındaki bebeğin de beslenmesinin bozulmasına neden olur. Anne karnında iyi beslenemeyen bebekler tam zamanında doğmasına rağmen yaşıtlarına göre düşük doğum kilolarında olabilir.
Yer darlığı bebeğin kilosunu düşürür Annenin sağlığı genel olarak iyi olduğu durumlarda 2 veya daha fazla bebeğin aynı rahim içerisinde bulunduğu ikiz, üçüz gibi hamileliklerde yer darlığı bebeklerin düşük doğum ağırlığında olmasına neden olabilir. Rahimde büyük yer kaplayan bir kitle(miyom gibi) olduğunda da bebek tek olsa bile yer darlığı düşük doğum ağırlığına neden olur. Anne tamamen normal bebekte ise doğumsal anormallik olması durumunda yine düşük doğum ağırlığı olacaktır. Ancak bebekteki anormallik yaşamla bağdaşmayan bir anormallik ise ana rahmi bebeği genellikle tutmayacak ve çok erken dönemde kayıp ile sonuçlanır. Yaşamla bağdaşan anormallikler ise düşük doğum tartılı olarak doğacaktır. Anne de bebek de normal ancak plasentada bir anormallik varsa, bebeğin beslenmesi anne karnında bozulur ve ağır bir sorun olmazsa yine düşük doğum tartılı olarak doğmasına neden olur. Çok ağır plasenta anormallikleri ise bebek kaybı ile sonlanacaktır. Bazen ikiz olan bebeklerin plasentası tek olur ve iki bebek arasında birinden diğerine kan geçişi olur. Bu durumda kan alan bebek iri, veren bebek ise düşük doğum ağırlıklı doğar.
Bebeğin gelişimi yakından izlenmeli Anne karnında iken ultrason ile bebeklerin ağırlıkları, bacak uzunluğu ve baş çevrelerine göre gelişimleri değerlendirilerek doğum haftasına uygun gelişim gösterip göstermediği tespit edilebilir. Doğduktan sonra da ağırlık boy ve baş çevresi ölçülerek düşük doğum ağırlığı tanısı konabilir. Doğumsal, genetik anormallikler ancak tüp bebek uygulaması yapılan ve daha önce benzer nedenlerle bebek kaybı yaşayan ailelerde embriyo transferleri sırasında çözülebilir. Genetik analizlerle hastalıklı embriyonun tespiti ile anne karnına sağlıklı embriyonun verilmesi ile önlem alınabilir. Ancak bu çok seçilmiş vakalarda yapılır. İkiz eşleri arasında kan geçişi plasentaya yapılacak olan müdahale ile mümkün olabilir ancak yapılacak operasyon doğumu erken başlatabilir. Anneye ait önlenebilir hastalıkların hamilelik öncesi tedavisi de düşük doğum ağırlıklı bebeklerin doğumunun önlenmesine yönelik bir tedbir olabilir. Bebeğe ait nedenlerden dolayı düşük doğum ağırlığı ile doğmuş bebek doğduktan sonra tetkik edilir ve tedavisi yapılır.
Bebek iyi bir bakımla yaşıtlarını yakalayabilirGebelik yaşına göre düşük doğum ağırlıklı bebeklerde daha sonraki yıllarda diyabet ve hipertansiyon hastası olma ihtimalleri normal doğum ağırlığı olan bebeklere göre daha yüksektir. Ancak bu, her düşük doğum ağırlıklı bebeğin şeker ve tansiyon hastası olacağı anlamını taşımaz. Düşük doğum ağırlığı olan bebekler çok çabuk ısı kaybederler bu nedenle oda ısısının 23-25C olmasına özen gösterilmelidir. Taburcu olduğu ilk günlerde günde 3 kez vücut ısıları kontrol edilmesi gerekir. Bu bebeklerde bazen de emme nefes alma ve yutma koordinasyonlarının iyi olmamasına bağlı nefes tutma, morarma atakları olabilir. Bu durumda tekrar doktoru ile görüşülmesi önerilir. Bir an önce yaşıtlarını yakalaması için beslenmeye özellikle dikkat edilmeli, öğünler atlanmamalı, bir gün için önerilen miktar mümkün olduğunca uygulanarak bitirtilmesi gerekir.
Annenin sağlığı bebeğin kilosunu belirlerBebekler normal şartlar altında 38-42. doğum haftaları arasında dünyaya gelir. 37. haftadan önce doğan bebeklere ise "prematüre bebek" adı verilir. Tam zamanında doğmasına rağmen 2 bin 500 gramın altında olan bebeklere ise "düşük doğum ağırlıklı bebek" denilmektedir. Doğum haftasını tamamlamasına rağmen bebeğin anne karnında gelişimini gerileten çeşitli nedenler vardır. Bu nedenlerin başında anne adayının hamilelik sürecinde ciddi sağlık problemleri yaşaması ve iyi beslenememesi yatmaktadır. Çünkü beslenme ve anneye ait her türlü ciddi sağlık problemi karnındaki bebeğin de beslenmesinin bozulmasına neden olur. Anne karnında iyi beslenemeyen bebekler tam zamanında doğmasına rağmen yaşıtlarına göre düşük doğum kilolarında olabilir.
Yer darlığı bebeğin kilosunu düşürür Annenin sağlığı genel olarak iyi olduğu durumlarda 2 veya daha fazla bebeğin aynı rahim içerisinde bulunduğu ikiz, üçüz gibi hamileliklerde yer darlığı bebeklerin düşük doğum ağırlığında olmasına neden olabilir. Rahimde büyük yer kaplayan bir kitle(miyom gibi) olduğunda da bebek tek olsa bile yer darlığı düşük doğum ağırlığına neden olur. Anne tamamen normal bebekte ise doğumsal anormallik olması durumunda yine düşük doğum ağırlığı olacaktır. Ancak bebekteki anormallik yaşamla bağdaşmayan bir anormallik ise ana rahmi bebeği genellikle tutmayacak ve çok erken dönemde kayıp ile sonuçlanır. Yaşamla bağdaşan anormallikler ise düşük doğum tartılı olarak doğacaktır. Anne de bebek de normal ancak plasentada bir anormallik varsa, bebeğin beslenmesi anne karnında bozulur ve ağır bir sorun olmazsa yine düşük doğum tartılı olarak doğmasına neden olur. Çok ağır plasenta anormallikleri ise bebek kaybı ile sonlanacaktır. Bazen ikiz olan bebeklerin plasentası tek olur ve iki bebek arasında birinden diğerine kan geçişi olur. Bu durumda kan alan bebek iri, veren bebek ise düşük doğum ağırlıklı doğar.
Bebeğin gelişimi yakından izlenmeli Anne karnında iken ultrason ile bebeklerin ağırlıkları, bacak uzunluğu ve baş çevrelerine göre gelişimleri değerlendirilerek doğum haftasına uygun gelişim gösterip göstermediği tespit edilebilir. Doğduktan sonra da ağırlık boy ve baş çevresi ölçülerek düşük doğum ağırlığı tanısı konabilir. Doğumsal, genetik anormallikler ancak tüp bebek uygulaması yapılan ve daha önce benzer nedenlerle bebek kaybı yaşayan ailelerde embriyo transferleri sırasında çözülebilir. Genetik analizlerle hastalıklı embriyonun tespiti ile anne karnına sağlıklı embriyonun verilmesi ile önlem alınabilir. Ancak bu çok seçilmiş vakalarda yapılır. İkiz eşleri arasında kan geçişi plasentaya yapılacak olan müdahale ile mümkün olabilir ancak yapılacak operasyon doğumu erken başlatabilir. Anneye ait önlenebilir hastalıkların hamilelik öncesi tedavisi de düşük doğum ağırlıklı bebeklerin doğumunun önlenmesine yönelik bir tedbir olabilir. Bebeğe ait nedenlerden dolayı düşük doğum ağırlığı ile doğmuş bebek doğduktan sonra tetkik edilir ve tedavisi yapılır.
Bebek iyi bir bakımla yaşıtlarını yakalayabilirGebelik yaşına göre düşük doğum ağırlıklı bebeklerde daha sonraki yıllarda diyabet ve hipertansiyon hastası olma ihtimalleri normal doğum ağırlığı olan bebeklere göre daha yüksektir. Ancak bu, her düşük doğum ağırlıklı bebeğin şeker ve tansiyon hastası olacağı anlamını taşımaz. Düşük doğum ağırlığı olan bebekler çok çabuk ısı kaybederler bu nedenle oda ısısının 23-25C olmasına özen gösterilmelidir. Taburcu olduğu ilk günlerde günde 3 kez vücut ısıları kontrol edilmesi gerekir. Bu bebeklerde bazen de emme nefes alma ve yutma koordinasyonlarının iyi olmamasına bağlı nefes tutma, morarma atakları olabilir. Bu durumda tekrar doktoru ile görüşülmesi önerilir. Bir an önce yaşıtlarını yakalaması için beslenmeye özellikle dikkat edilmeli, öğünler atlanmamalı, bir gün için önerilen miktar mümkün olduğunca uygulanarak bitirtilmesi gerekir.
Etiketler:
anne,
anne olma,
bebek,
bebeklerde,
doğum,
gebelik,
hamilelik,
kadın,
küçük bebek
gastro,
mide,
mide reflüsü,
reflü,
reflüden korunma,
yemek borusu
Reflüye karşı dikkat edilecek 10 yiyecek!
Mide Reflüsü olarak bilinen Gastro Özofageal Reflü hastalığı, mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçması nedeni ile oluşur. Reflü, asit ,safra ve pankreas sıvısı içeren mide içeriğinin yemek borusuna gelmesi ve uzun süre temas etmesiyle yemek borusunun kendini bu mide içeriğinden koruma özelliğinin yok olmasından kaynaklanır.
Erişkinlerin yaklaşık %20'sinde reflü görülür. KadıköyŞifa Sağlık Grubu Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Levent Eminoğlu, bol miktarda gıda tükettiğimiz Ramazan ayında reflüye yol açabilen yiyecekler hakkında detaylı bilgi veriyor!
Bir reflü hastası her zaman için beslenme konusunda kendi uzmanı olmalı ve kendisini en çok etkileyen gıdaları belirleyip bu gıdaları mümkün olduğunca diyetinden çıkarmalıdır. Her gıda her kişide aynı etkiyi yapmayacaktır. Yediğimiz gıdanın ne olduğunun yanı sıra, yediğimiz miktar, yediğimiz zaman ve yanında tükettiklerimiz, bu gıdaların etkisini değiştirecektir.
Narenciye ve reflüPortakal, greyfurt ve ekşi mandalina ile limon klasik olarak relüyü tetiklerler. Çok asitli olduklarından bu gıdaların tüketilmesi mide ve göğüste yanmaya neden olabilir. Özellikle aç karnına yenmemelidirler. Miktar sınırlandırıldığı ve tok tüketildiği sürece çok sorun yaratmayabilirler.
Domates ve reflüLikopen içermesi nedeni ile özellikle son yıllarda çok sağlıklı bir sebze olarak nitelendirilen domates asidik yapıda olduğundan özellikle yatkınlığı olan kişilerde reflüye neden olabilir. Aç karnına tüketilmesi reflüyü daha da artıracaktır. Pişmiş domatesin böyle bir etkisi yoktur.
Baharatlar ve reflüAcı yeşil biber, kırmızı biber ve karabiber içeren gıdalar reflünün en büyük tetikleyicilerindendir. Baharatlar aşırı tüketildiklerinde reflüsü olmayan kişilerde dahi midenin savunma mekanizması olan alkali örtüye zarar verebilirler. Reflü hastalığı olan kişilerde ise asit salınımını artırarak göğüste yanmayı tetiklerler. Bu nedenle çoğu kez yanma hem mide hem de göğüste algılanabilir.
Nane ve reflüÇoğu kez mide bağırsak hastalıklarında rahatlama ve tedavi amaçlı kullanılan nane aslında bir reflü tetikleyicidir. Yemek borusu ve mide arasındaki kapak düzeneğinde gevşemeye yol açtığından mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçışını artırır ve reflüyü başlatır. Özellikle mide içi basıncının arttığı yemek sonrası dönemde tüketilmemelidir.
Eski kaşar, fıstık, yağlı pirzola ve reflüBu gıdaların ortak paydası hepsinin çok yağlı olmasıdır. Yağlı gıdalar mide boşalımını geciktirir. Mide boşalımı geciktiğinde basınç yüksek kalacağından mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçışı hızlanacak ve kolaylaşacaktır. Özellikle de akşam yemeklerinde yağlı gıdalardan kaçınılmalıdır.
Alkol ve reflüÖzellikle fermente edilmiş alkoller (kırmızı şarap, viski, konyak ve bira) reflüyü arttırır. Özellikle yağlı bir yemeğe eşlik ettiklerinde bu etki çok daha fazla görülecektir. Reflüyü arttırmalarındaki en önemli etken nanede olduğu gibi mide ve yemek borusu arasında çalışan ve reflüye engel olan mide kapak düzeneğinin basıncını düşürmeleri ve reflüyü kolaylaştırmalarıdır.
Kafein ve reflüKahve, çay, tatlandırılmış gazlı içecekler, buzlu çay gibi kafein içeren içecekler çoğu reflü hastasının yakından bildiği gibi reflüyü çok hızlı şekilde tetiklerler. Kahve severlerin sabah kahvesi sonrasında gün sonunda kahve ve kafein içeren diğer içecekleri tüketmemeleri gerekir.
Çikolata ve reflüÇikolata iki nedenle reflüye yol açar. Birincisi özellikle de aç karnına ve çok miktarda tüketildiğinde yemek borusu ve mide arasındaki kapak düzeneğini gevşetmesi, ikincisi ise kendisi tek başına reflü nedeni olan bol kafein içermesidir.
Gazlı içecekler ve reflüGazlı içecekler yemekle birlikte tüketildiğinde zaten artmış olan mide içi basıncını, içerdikleri basınçlı gazın midede serbest hale dönüşmesi ile çok daha fazla arttırırlar. Artmış olan bu basınç ise mide içeriğinin yemek borusuna kaçışını çok kolaylaştırır.
Erişkinlerin yaklaşık %20'sinde reflü görülür. KadıköyŞifa Sağlık Grubu Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Levent Eminoğlu, bol miktarda gıda tükettiğimiz Ramazan ayında reflüye yol açabilen yiyecekler hakkında detaylı bilgi veriyor!
Bir reflü hastası her zaman için beslenme konusunda kendi uzmanı olmalı ve kendisini en çok etkileyen gıdaları belirleyip bu gıdaları mümkün olduğunca diyetinden çıkarmalıdır. Her gıda her kişide aynı etkiyi yapmayacaktır. Yediğimiz gıdanın ne olduğunun yanı sıra, yediğimiz miktar, yediğimiz zaman ve yanında tükettiklerimiz, bu gıdaların etkisini değiştirecektir.
Narenciye ve reflüPortakal, greyfurt ve ekşi mandalina ile limon klasik olarak relüyü tetiklerler. Çok asitli olduklarından bu gıdaların tüketilmesi mide ve göğüste yanmaya neden olabilir. Özellikle aç karnına yenmemelidirler. Miktar sınırlandırıldığı ve tok tüketildiği sürece çok sorun yaratmayabilirler.
Domates ve reflüLikopen içermesi nedeni ile özellikle son yıllarda çok sağlıklı bir sebze olarak nitelendirilen domates asidik yapıda olduğundan özellikle yatkınlığı olan kişilerde reflüye neden olabilir. Aç karnına tüketilmesi reflüyü daha da artıracaktır. Pişmiş domatesin böyle bir etkisi yoktur.
Baharatlar ve reflüAcı yeşil biber, kırmızı biber ve karabiber içeren gıdalar reflünün en büyük tetikleyicilerindendir. Baharatlar aşırı tüketildiklerinde reflüsü olmayan kişilerde dahi midenin savunma mekanizması olan alkali örtüye zarar verebilirler. Reflü hastalığı olan kişilerde ise asit salınımını artırarak göğüste yanmayı tetiklerler. Bu nedenle çoğu kez yanma hem mide hem de göğüste algılanabilir.
Nane ve reflüÇoğu kez mide bağırsak hastalıklarında rahatlama ve tedavi amaçlı kullanılan nane aslında bir reflü tetikleyicidir. Yemek borusu ve mide arasındaki kapak düzeneğinde gevşemeye yol açtığından mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçışını artırır ve reflüyü başlatır. Özellikle mide içi basıncının arttığı yemek sonrası dönemde tüketilmemelidir.
Eski kaşar, fıstık, yağlı pirzola ve reflüBu gıdaların ortak paydası hepsinin çok yağlı olmasıdır. Yağlı gıdalar mide boşalımını geciktirir. Mide boşalımı geciktiğinde basınç yüksek kalacağından mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçışı hızlanacak ve kolaylaşacaktır. Özellikle de akşam yemeklerinde yağlı gıdalardan kaçınılmalıdır.
Alkol ve reflüÖzellikle fermente edilmiş alkoller (kırmızı şarap, viski, konyak ve bira) reflüyü arttırır. Özellikle yağlı bir yemeğe eşlik ettiklerinde bu etki çok daha fazla görülecektir. Reflüyü arttırmalarındaki en önemli etken nanede olduğu gibi mide ve yemek borusu arasında çalışan ve reflüye engel olan mide kapak düzeneğinin basıncını düşürmeleri ve reflüyü kolaylaştırmalarıdır.
Kafein ve reflüKahve, çay, tatlandırılmış gazlı içecekler, buzlu çay gibi kafein içeren içecekler çoğu reflü hastasının yakından bildiği gibi reflüyü çok hızlı şekilde tetiklerler. Kahve severlerin sabah kahvesi sonrasında gün sonunda kahve ve kafein içeren diğer içecekleri tüketmemeleri gerekir.
Çikolata ve reflüÇikolata iki nedenle reflüye yol açar. Birincisi özellikle de aç karnına ve çok miktarda tüketildiğinde yemek borusu ve mide arasındaki kapak düzeneğini gevşetmesi, ikincisi ise kendisi tek başına reflü nedeni olan bol kafein içermesidir.
Gazlı içecekler ve reflüGazlı içecekler yemekle birlikte tüketildiğinde zaten artmış olan mide içi basıncını, içerdikleri basınçlı gazın midede serbest hale dönüşmesi ile çok daha fazla arttırırlar. Artmış olan bu basınç ise mide içeriğinin yemek borusuna kaçışını çok kolaylaştırır.
Etiketler:
gastro,
mide,
mide reflüsü,
reflü,
reflüden korunma,
yemek borusu
erkek,
erkekler,
orta yaş,
sendrom,
testosteron,
yaşlılık
Yaşlanan Adam Sendromu Olmadan
Orta yaştan sonra yaşam hanesine eklenen her yeni yıl, erkeklik hormonu testosteronun düşmesine yol açıyor. Bunun sonucunda da erkeklerde göbek çevresinde yağlanmadan cinsel sorunlara, uyku bozukluklarından depresif ruh haline kadar pek çok sorun ortaya çıkıyor. Bu tür sağlık problemlerinin önüne geçebilmek içinse her sağlıklı erkeğin 45 yaşından sonra ürolojik muayenesini yaptırması gerekiyor!
Yaşlanmayla birlikte erkekler, kadınlardaki menopoza benzeyen bir süreç yaşıyor. Kadında östrojen hormonunun eksikliğiyle başlayan bu sürecin erkekteki tetikleyicisi ise testosteron seviyesinin düşmesi oluyor. Her ne kadar erkekte kadınlardaki kadar büyük bir kayıp olmasa da, azalan erkeklik hormonu yüzünden bazı sıkıntılar yaşanabiliyor. Andropoz, bir başka deyişle ‘Yaşlanan Adam Sendromu’ olarak adlandırılan bu rahatsızlıkla ilgili olarak en çok merak edilen soruları Acıbadem Kocaeli Hastanesi Üroloji Uzmanı Doç. Dr. Serkan Deveci yanıtladı.
- ’Yaşlanan Adam Sendromu’ nedir?‘Yaşlanan Adam Sendromu’ aynı zamanda erkek menopozu, andropoz ya da yaşlanan adamda hipogonodizm olarak da adlandırılıyor. Her erkek 30’lu yaşlardan sonra 10 yılda bir, kanında bulunan testosteronun yüzde 10’unu, 50 yaşından sonra ise yüzde 25’ini kaybediyor. Testosteron denince herkesin aklına ilk olarak cinsellik gelse de, aslında bu sadece cinsellikle ilgili bir hormon değil. Testosteron hem erkekte hem de kadında ruh halini düzenliyor. Cesaret, iyi olma hali, entelektüel aktivite, kas gücü, karın bölgesinde zayıflama ve kilo artışı da bu hormonla ilgili oluyor. Testosteron seviyesi düşen erkeğin psikolojisi olumsuz etkileniyor, kaslarında zayıflama başlıyor, göbek bölgesinde yağlanma oluşuyor ve entelektüel aktivitesi zayıflıyor. Bununla birlikte depresif ruh hali, uyku bozuklukları, cilt değişiklikleri, cinsel isteksizlik ve ereksiyon problemleri de ortaya çıkıyor. Tüm bu belirtilerin toplamı, ‘Yaşlanan Adam Sendromu’nu oluşturuyor. Yani düşen testosteron seviyesi, sadece cinsellikle ilgili olmayan, yaşamın bütününü ve iş hayatını da kapsayan bir takım sorunlara yol açıyor.
- Erkekler kaç yaşından itibaren ürolojik takip yaptırmalı?Kesin bir yaş olmasa da, 45 yaşından sonra tüm erkeklerin ürolojik olarak takibe alınmaları gerekiyor. Bu takip, prostat kanserinin ve ‘Yaşlanan Adam Sendromu’nun erken tanısı için önem taşıyor.
- Takiplerde rutin olarak neler yapılıyor?‘Yaşlanan Adam Sendromu’ ve prostat kanserinin takibi farklı olduğu için değerlendirmeler ayrı ayrı yapılmalı. Prostat kanserine erken tanı konulabilmesi için toplumda gereken bilinç oluştu. Ancak ‘Yaşlanan Adam Sendromu’ henüz bilinmiyor. Bu sendrom prostat hastalıklarından farklı değerlendiriliyor. Yaşlanan Adam Sendromu’nda, yaşlanma ile erkeklik hormonu olan testosteron seviyesindeki düşüş bir arada seyrediyor.
- Bu şikayetlerle ilgili olarak doktora başvuru oranı nedir?45 yaşından sonra prostat hastalıkları açısından muayene olma alışkanlığı gelişse de, bu muayene kapsamında ‘Yaşlanan Adam Sendromu’ değerlendirilmiyor. Çünkü hastalık çok iyi bilinmiyor. Entelektüel aktivitede zayıflama, göbek çevresinde yağlanma ve kaslarda zayıflama, yaşlanmanın doğal bir sonucu olarak görüldüğü için bu durumun üzerinde fazla durulmuyor. Ancak ‘Yaşlanan Adam Sendromu’ önemli bir sağlık sorunu olduğu için tüm bu belirtilerin önemsenmesi ve gerekli önlemlerin alınması gerekiyor.
- Tanı nasıl konuyor?Testosteron düzeyi, kan örneği alınarak ölçülüyor. Bu uygulamanın, sabah 08:00-10:00 saatleri arasında yapılması gerekiyor. Çünkü bu saatlerde, erkeklik hormonu en yoğun seviyede oluyor. Testosteron düzeylerinde düşüklük varsa ve hastalığın semptomları görülüyorsa, hastaya ‘Yaşlanan Adam Sendromu’ tanısı konuluyor ve testosteron hormon replasmanına başlanıyor.
- Testosteron takviyesine hangi aşamada karar veriliyor?Bundan 5 yıl önce, testosteron replasmanının (azalan hormonu yerine koymanın) prostat kanseri riskini artıracağı düşünülüyordu. Ancak araştırmalar bu iddianın gerçeği yansıtmadığını gösterdi. Günümüzde prostat kanseri olanlara bile testosteron replasmanı yapmak mümkün olabiliyor. Hormon replasmanı prostat kanseri riskini artırmadığı gibi, prostat kanserlilerde kanserin ilerlemesini artırmadığı konusunda son dönemlerde yayınlar bulunuyor.
- Testosteron takviyesi uygulaması hangi durumlarda sakıncalı?Erkeklerde görülen meme kanserinde, uyku apnesinde ve bu durumdan etkilenebilecek olan diğer bazı hastalıkları olanlarda testosteron replasmanı yapılması sakıncalı bulunuyor.
- Testosteron da östrojen gibi birlikte mi veriliyor?Kadın ve erkek mekanizmaları birbirinden farklı olduğu için kadınlarda replasman yapılırken östrojen ve testosteron birlikte kullanılıyor. Çünkü testosteronun aktif olması için östrojen de gerekiyor. Ancak erkeklerde böyle bir durum söz konusu olmadığı için sadece testosteron replasmanı yapılıyor. Replasmanı uygulamanın farklı yöntemleri var. Replasman ağızdan, damar içine ya da cilde sürme yoluyla yapılabiliyor. Bu uygulama teknikleri arasında cilt üzerine jel sürme, en basit ve yaygın olanı. Hastanın jeli cildinin üzerine, günde bir kez, sabahları uygulaması yeterli oluyor. Tedavide yaş sınırlaması olmadığı gibi, tedavi ömür boyu da sürebiliyor. Ayrıca biz artık yaşamın her evresinde sağlıklı ve mutlu bir hayat sürmenin mümkün olduğuna inanıyoruz.
- ’Yaşlanan Adam Sendromu’ nedir?‘Yaşlanan Adam Sendromu’ aynı zamanda erkek menopozu, andropoz ya da yaşlanan adamda hipogonodizm olarak da adlandırılıyor. Her erkek 30’lu yaşlardan sonra 10 yılda bir, kanında bulunan testosteronun yüzde 10’unu, 50 yaşından sonra ise yüzde 25’ini kaybediyor. Testosteron denince herkesin aklına ilk olarak cinsellik gelse de, aslında bu sadece cinsellikle ilgili bir hormon değil. Testosteron hem erkekte hem de kadında ruh halini düzenliyor. Cesaret, iyi olma hali, entelektüel aktivite, kas gücü, karın bölgesinde zayıflama ve kilo artışı da bu hormonla ilgili oluyor. Testosteron seviyesi düşen erkeğin psikolojisi olumsuz etkileniyor, kaslarında zayıflama başlıyor, göbek bölgesinde yağlanma oluşuyor ve entelektüel aktivitesi zayıflıyor. Bununla birlikte depresif ruh hali, uyku bozuklukları, cilt değişiklikleri, cinsel isteksizlik ve ereksiyon problemleri de ortaya çıkıyor. Tüm bu belirtilerin toplamı, ‘Yaşlanan Adam Sendromu’nu oluşturuyor. Yani düşen testosteron seviyesi, sadece cinsellikle ilgili olmayan, yaşamın bütününü ve iş hayatını da kapsayan bir takım sorunlara yol açıyor.
- Erkekler kaç yaşından itibaren ürolojik takip yaptırmalı?Kesin bir yaş olmasa da, 45 yaşından sonra tüm erkeklerin ürolojik olarak takibe alınmaları gerekiyor. Bu takip, prostat kanserinin ve ‘Yaşlanan Adam Sendromu’nun erken tanısı için önem taşıyor.
- Takiplerde rutin olarak neler yapılıyor?‘Yaşlanan Adam Sendromu’ ve prostat kanserinin takibi farklı olduğu için değerlendirmeler ayrı ayrı yapılmalı. Prostat kanserine erken tanı konulabilmesi için toplumda gereken bilinç oluştu. Ancak ‘Yaşlanan Adam Sendromu’ henüz bilinmiyor. Bu sendrom prostat hastalıklarından farklı değerlendiriliyor. Yaşlanan Adam Sendromu’nda, yaşlanma ile erkeklik hormonu olan testosteron seviyesindeki düşüş bir arada seyrediyor.
- Bu şikayetlerle ilgili olarak doktora başvuru oranı nedir?45 yaşından sonra prostat hastalıkları açısından muayene olma alışkanlığı gelişse de, bu muayene kapsamında ‘Yaşlanan Adam Sendromu’ değerlendirilmiyor. Çünkü hastalık çok iyi bilinmiyor. Entelektüel aktivitede zayıflama, göbek çevresinde yağlanma ve kaslarda zayıflama, yaşlanmanın doğal bir sonucu olarak görüldüğü için bu durumun üzerinde fazla durulmuyor. Ancak ‘Yaşlanan Adam Sendromu’ önemli bir sağlık sorunu olduğu için tüm bu belirtilerin önemsenmesi ve gerekli önlemlerin alınması gerekiyor.
- Tanı nasıl konuyor?Testosteron düzeyi, kan örneği alınarak ölçülüyor. Bu uygulamanın, sabah 08:00-10:00 saatleri arasında yapılması gerekiyor. Çünkü bu saatlerde, erkeklik hormonu en yoğun seviyede oluyor. Testosteron düzeylerinde düşüklük varsa ve hastalığın semptomları görülüyorsa, hastaya ‘Yaşlanan Adam Sendromu’ tanısı konuluyor ve testosteron hormon replasmanına başlanıyor.
- Testosteron takviyesine hangi aşamada karar veriliyor?Bundan 5 yıl önce, testosteron replasmanının (azalan hormonu yerine koymanın) prostat kanseri riskini artıracağı düşünülüyordu. Ancak araştırmalar bu iddianın gerçeği yansıtmadığını gösterdi. Günümüzde prostat kanseri olanlara bile testosteron replasmanı yapmak mümkün olabiliyor. Hormon replasmanı prostat kanseri riskini artırmadığı gibi, prostat kanserlilerde kanserin ilerlemesini artırmadığı konusunda son dönemlerde yayınlar bulunuyor.
- Testosteron takviyesi uygulaması hangi durumlarda sakıncalı?Erkeklerde görülen meme kanserinde, uyku apnesinde ve bu durumdan etkilenebilecek olan diğer bazı hastalıkları olanlarda testosteron replasmanı yapılması sakıncalı bulunuyor.
- Testosteron da östrojen gibi birlikte mi veriliyor?Kadın ve erkek mekanizmaları birbirinden farklı olduğu için kadınlarda replasman yapılırken östrojen ve testosteron birlikte kullanılıyor. Çünkü testosteronun aktif olması için östrojen de gerekiyor. Ancak erkeklerde böyle bir durum söz konusu olmadığı için sadece testosteron replasmanı yapılıyor. Replasmanı uygulamanın farklı yöntemleri var. Replasman ağızdan, damar içine ya da cilde sürme yoluyla yapılabiliyor. Bu uygulama teknikleri arasında cilt üzerine jel sürme, en basit ve yaygın olanı. Hastanın jeli cildinin üzerine, günde bir kez, sabahları uygulaması yeterli oluyor. Tedavide yaş sınırlaması olmadığı gibi, tedavi ömür boyu da sürebiliyor. Ayrıca biz artık yaşamın her evresinde sağlıklı ve mutlu bir hayat sürmenin mümkün olduğuna inanıyoruz.
kadın,
kadın hastalıkları,
rahim,
rahim ağzı,
rahim sarkması
Rahim Sarkması Tedavisi
Eğer rahim sarkması hafif bir vakaysa, belirti göstermiyorsa veya rahatsız edici belirtiler göstermiyorsa tedaviye ihtiyaç yoktur. Ancak pelvik taban zaman içinde daha da gevşeyiprahim sarkmasını daha kötü bir hale getirebilir. Bu sebeple düzenli muayenelere gidilmesi tavsiye edilir. Kegel egzersizleri gibi kendi kendine yapılabilen tedavi edici uygulamalar işe yaramazsa daha çabuk etki gösteren tedaviler mevcuttur.
Vajinal pesari vajinanın içine yerleştirilir ve rahmi yerinde tutar. Kalıcı veya geçici bir tedavi olabilen vajinal pesari farklı boyutlarda veya şekillerde olabilir. Doktorunuz gerekli ölçümleri yaparak doğru aracı seçmenize yardım eder. Ayrıca pesariyi takmayı çıkarmayı ve temizlemeyi öğrenmeniz gerekir. Eğer çok ileri evrede rahim sarkması varsa vajinal pesari yeterince faydalı olmayabilir. Ayrıca vajinal dokuları tahriş ederek yara oluşumuna yol açma ve cinsel ilişkiyi etkileme ihtimali vardır.
Zayıflamış pelvik taban kaslarını tamir etmek için doktorların çoğu vajinal yoldan ameliyatı, bazıları ise karın ameliyatını kullanırlar. Rahmin alınması olan histerektomi de gerekli olabilir. Vajinal veya karın ameliyatına alternatif olarak doktor laparoskopik ameliyatı da önerebilir. Bu operasyonda daha küçük kesiklerden kamera ve ameliyat gereçleri içeri sokularak müdahale yapılır. Bazı vakalarda hastanın kendi dokusuyla, donörün dokusuyla veya yapay bir dokuyla zayıflamış pelvik taban dokuları güçlendirilir. Hangi ameliyatın yapılacağı hastaya göre değişir. Eğer hamile kalmayı planlıyorsanız rahim sarkmasını tedavi etmek için ameliyat en iyi tercih olmayabilir. Hamilelik ve doğumun rahme uyguladığı baskı ameliyatın düzelttiklerini tekrar bozabilir.
Vajinal pesari vajinanın içine yerleştirilir ve rahmi yerinde tutar. Kalıcı veya geçici bir tedavi olabilen vajinal pesari farklı boyutlarda veya şekillerde olabilir. Doktorunuz gerekli ölçümleri yaparak doğru aracı seçmenize yardım eder. Ayrıca pesariyi takmayı çıkarmayı ve temizlemeyi öğrenmeniz gerekir. Eğer çok ileri evrede rahim sarkması varsa vajinal pesari yeterince faydalı olmayabilir. Ayrıca vajinal dokuları tahriş ederek yara oluşumuna yol açma ve cinsel ilişkiyi etkileme ihtimali vardır.
Zayıflamış pelvik taban kaslarını tamir etmek için doktorların çoğu vajinal yoldan ameliyatı, bazıları ise karın ameliyatını kullanırlar. Rahmin alınması olan histerektomi de gerekli olabilir. Vajinal veya karın ameliyatına alternatif olarak doktor laparoskopik ameliyatı da önerebilir. Bu operasyonda daha küçük kesiklerden kamera ve ameliyat gereçleri içeri sokularak müdahale yapılır. Bazı vakalarda hastanın kendi dokusuyla, donörün dokusuyla veya yapay bir dokuyla zayıflamış pelvik taban dokuları güçlendirilir. Hangi ameliyatın yapılacağı hastaya göre değişir. Eğer hamile kalmayı planlıyorsanız rahim sarkmasını tedavi etmek için ameliyat en iyi tercih olmayabilir. Hamilelik ve doğumun rahme uyguladığı baskı ameliyatın düzelttiklerini tekrar bozabilir.
Etiketler:
kadın,
kadın hastalıkları,
rahim,
rahim ağzı,
rahim sarkması
beyin,
kemo,
kemobeyin,
nedir?
Kemo Beyin Nedir?
Kemo beyin, kanser tedavisi sonrası ortaya çıkabilen düşünme ve hafıza sorunlarını tanımlamak için hayatta kalanların yaygın olarak kullandığı bir terimdir. Kemo beyin aynı zamanda kemo bulanıklık, bilişsel değişiklikler veya bilişsel işlev bozukluğu olarak da adlandırılır.
dikkat dağınıklığı,
dikkat eksikliği,
dürtüsellik,
hareketlilik,
hiperaktivite
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu
Dikkat Eksikliği - Dikkat Dağınıklığı ve Hiperaktivite Bozukluğu, bireyin akademik başarısı, aile hayatı, sosyal ilişkileri ve benlik saygısı üzerine çeşitli olumsuz etkileri olan ve oldukça sık görülen psikiyatrik bir bozukluktur. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun çocuk ve ergenlerde görülme sıklığı %5-10 , erişkinlikte %4 civarındadır.
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunun en sık gözlenen temel belirtileri şunlardır:
- Hareketlilik
- Dikkat eksikliği
- Dürtüsellik
Bozulukta her üç belirti birada görülebileceği gibi, dikkat eksikliği - dikkat dağınıklığı ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) özellikle dikkatsizliğin ön planda olduğu ve hiperaktivite ve dürtüselliğin ön planda olduğu alt tipler şeklinde kendisini gösterebilir.
Bir kişide Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu ( DEHB ) varlığından söz edebilmek için, bu belirtilerin 7 yaştan önce başlamış olması, birden fazla ortamda görülüyor olması, sürekli olması ve kişinin günlük yaşamını etkileyecek boyutta olması gerekir.
DİKKAT EKSİKLİĞİ
Dikkat Eksikliği ifadesinden kastedilen aslında dikkatin olmaması değil, daha ziyade dikkati belli bir süreyle özellikle zihinsel uğraşı gerektiren ders çalışma, problem çözme veya çocuk için çok da eğlenceli olmayan bir görev esnasında kendisini gösteren bir konsantre olamama durumudur. Dikkat eksikliği - dikkat dağınıklığı ve hiperaktivite bozukluğu olan çocuklar tam tersi eğlenceli, ilgilerini çeken, renkli ve canlı görüntülerin olduğu televizyon ve bilgisayar oyunları karşısında saatlerce sıkılmadan durabilmektedirler.
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğuna (DEHB) sahip çocukların dikkatlerinin dış uyaranlarca kolayca çelinebilmesi nedeniyle, sıklıkla bizlerin farketmedikleri ayrıntıları farkedebilir bu nedenle yanlışlıkla fazlaca dikkatli olarak değerlendirilebilirler. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan öğrencilerin öğretmenleri sıklıkla öğrencinin derste dalgın olduğunu, kendisini dinlemiyormuş göründüğü veya kalemi silgisi veya etrafıyla ilgilendiğinden şikayetçidirler.
Dikkat eksikliği - dikkat dağınıklığı ve hiperaktivite bozukluğuna sahip çocuklar sınav sırasında dikkatsizce hatalar yapma ve soruları okumadan işaretleme eğilimindedirler.
HAREKETLİLİK
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğuna sahip hiperaktif çocuklarda görülen ve sorun olarak kabul edilen hareketlilik ise genellikle amaca yönelik olmamasıyla normal bir hareketlilikten ayırt edilebilir. Şiddetine göre, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocuk oturduğu yerde kıpır kıpır olabilir veya motor takılmış gibi veya düz duvara tırmanırcasına hareketli olabilir.
DÜRTÜSELLİKDürtüsellik, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocuklarda sıklıkla: sırasını bekleyememe, konuşurken söz kesme, düşünmeden hareket etme şeklinde gösterir. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocuklar sıklıkla oyun ve okul kurallarına uymakta güçlük çekerler.
Bu davranışları plansız ve istemeden gerçekleştiği için sıklıkla arkasından pişmanlık ve üzüntü duygusu baş gösterir. Yapılan araştırmalar Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu ile birlikte başta " Karşı Gelme Bozukluğu” olmak üzere öğrenme sorunları, davranım bozuklukları, depresyon ve kaygı bozukluklarının oldukça sık görüldüğünü göstermektedir. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) tedavisi sırasında bu durumların atlanmaması tedavi başarısını olumlu yönde etkileyecektir.
Peki, Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) olan çocuklarda, bu sorunu yaşamayan çocuklarla kıyaslandığında beyin düzeyinde ne gibi farklılıklar vardır?
Bu bozuklukla ilgili bugüne kadar yapılmış çok sayıda çalışma vardır ve sorun çok boyutlu olarak incelenmiştir. Dikkat eksikliği - dikkat dağınıklığı ve hiperaktivite bozukluğu olan çocuklarda beyin görüntüleme çalışmalarıyla, beynin hacim ve işlevselliğindeki değişiklikler incelenmiş, beyinden salgılanan Noradrenalin, Dopamin, Serotonin gibi nörokimyasal maddelerin düzeyleriyle ilgili çalışmalar yapılmış ayrıca bu bozukluğa sahip çocuklar nöropsikolojik testlerle değerlendirilmiş, elektrofizyolojik ve genetik çalışmalar yapılmıştır.
Tüm bu çalışmalar sonucunda Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu`nun (DEHB) gerçekten bir bozukluk olduğu, bu çocukların planlama, çevresel gerekliliklere göre davranışın düzenlenmesi, uygunsuz tepkilerin baskılanması, dikkat işlevleri gibi alanlarda zorluk yaşadıkları, bunun sebebinin bu işlevlerle ilgili alanlarda birtakım işlevsel ve nörokimyasal düzensizlikler olduğu , genetik ve çevresel faktörlerin de hastalığın ortaya çıkmasında rol oynadığı gösterilmiştir.
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocukların sosyal ve akademik alanda yaşadıkları sıkıntılar olduğu gibi, diğer çocuklarla kıyaslandığında olumlu yanlarının da olduğu göze çarpmaktadır. Dikkat eksikliği - dikkat dağınıklığı ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) olan çocuklarda en çok göze çarpan özellikler, daha yaratıcı olmaları, enerjik, sıcakkanlı, hiperaktif, cana yakın ve dürüst olmalarıdır. Ancak dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocuklar, sıklıkla insanlara çabuk güvenebilirler ve kolaylıkla risk alabilirler. Arkadaş çevresi ve kötü niyetli insanlar tarafından bu yönleri kötüye kullanılabilir. Bu nedenle dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğuna sahip çocuklar, uygunsuz çetelere ve gruplara karışma, alkol ve madde kötüye kullanımı ve suç işlemeye yönlendirilme riski altındadırlar.
Uzm Dr. Gökçe Küçükyazıcı
Çocuk ve Ergen Psikiyatristi
http://www.cocukvegenc.com
Tel: 0 216 688 14 74
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunun en sık gözlenen temel belirtileri şunlardır:
- Hareketlilik
- Dikkat eksikliği
- Dürtüsellik
Bozulukta her üç belirti birada görülebileceği gibi, dikkat eksikliği - dikkat dağınıklığı ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) özellikle dikkatsizliğin ön planda olduğu ve hiperaktivite ve dürtüselliğin ön planda olduğu alt tipler şeklinde kendisini gösterebilir.
Bir kişide Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu ( DEHB ) varlığından söz edebilmek için, bu belirtilerin 7 yaştan önce başlamış olması, birden fazla ortamda görülüyor olması, sürekli olması ve kişinin günlük yaşamını etkileyecek boyutta olması gerekir.
DİKKAT EKSİKLİĞİ
Dikkat Eksikliği ifadesinden kastedilen aslında dikkatin olmaması değil, daha ziyade dikkati belli bir süreyle özellikle zihinsel uğraşı gerektiren ders çalışma, problem çözme veya çocuk için çok da eğlenceli olmayan bir görev esnasında kendisini gösteren bir konsantre olamama durumudur. Dikkat eksikliği - dikkat dağınıklığı ve hiperaktivite bozukluğu olan çocuklar tam tersi eğlenceli, ilgilerini çeken, renkli ve canlı görüntülerin olduğu televizyon ve bilgisayar oyunları karşısında saatlerce sıkılmadan durabilmektedirler.
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğuna (DEHB) sahip çocukların dikkatlerinin dış uyaranlarca kolayca çelinebilmesi nedeniyle, sıklıkla bizlerin farketmedikleri ayrıntıları farkedebilir bu nedenle yanlışlıkla fazlaca dikkatli olarak değerlendirilebilirler. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan öğrencilerin öğretmenleri sıklıkla öğrencinin derste dalgın olduğunu, kendisini dinlemiyormuş göründüğü veya kalemi silgisi veya etrafıyla ilgilendiğinden şikayetçidirler.
Dikkat eksikliği - dikkat dağınıklığı ve hiperaktivite bozukluğuna sahip çocuklar sınav sırasında dikkatsizce hatalar yapma ve soruları okumadan işaretleme eğilimindedirler.
HAREKETLİLİK
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğuna sahip hiperaktif çocuklarda görülen ve sorun olarak kabul edilen hareketlilik ise genellikle amaca yönelik olmamasıyla normal bir hareketlilikten ayırt edilebilir. Şiddetine göre, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocuk oturduğu yerde kıpır kıpır olabilir veya motor takılmış gibi veya düz duvara tırmanırcasına hareketli olabilir.
DÜRTÜSELLİKDürtüsellik, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocuklarda sıklıkla: sırasını bekleyememe, konuşurken söz kesme, düşünmeden hareket etme şeklinde gösterir. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocuklar sıklıkla oyun ve okul kurallarına uymakta güçlük çekerler.
Bu davranışları plansız ve istemeden gerçekleştiği için sıklıkla arkasından pişmanlık ve üzüntü duygusu baş gösterir. Yapılan araştırmalar Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu ile birlikte başta " Karşı Gelme Bozukluğu” olmak üzere öğrenme sorunları, davranım bozuklukları, depresyon ve kaygı bozukluklarının oldukça sık görüldüğünü göstermektedir. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) tedavisi sırasında bu durumların atlanmaması tedavi başarısını olumlu yönde etkileyecektir.
Peki, Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) olan çocuklarda, bu sorunu yaşamayan çocuklarla kıyaslandığında beyin düzeyinde ne gibi farklılıklar vardır?
Bu bozuklukla ilgili bugüne kadar yapılmış çok sayıda çalışma vardır ve sorun çok boyutlu olarak incelenmiştir. Dikkat eksikliği - dikkat dağınıklığı ve hiperaktivite bozukluğu olan çocuklarda beyin görüntüleme çalışmalarıyla, beynin hacim ve işlevselliğindeki değişiklikler incelenmiş, beyinden salgılanan Noradrenalin, Dopamin, Serotonin gibi nörokimyasal maddelerin düzeyleriyle ilgili çalışmalar yapılmış ayrıca bu bozukluğa sahip çocuklar nöropsikolojik testlerle değerlendirilmiş, elektrofizyolojik ve genetik çalışmalar yapılmıştır.
Tüm bu çalışmalar sonucunda Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu`nun (DEHB) gerçekten bir bozukluk olduğu, bu çocukların planlama, çevresel gerekliliklere göre davranışın düzenlenmesi, uygunsuz tepkilerin baskılanması, dikkat işlevleri gibi alanlarda zorluk yaşadıkları, bunun sebebinin bu işlevlerle ilgili alanlarda birtakım işlevsel ve nörokimyasal düzensizlikler olduğu , genetik ve çevresel faktörlerin de hastalığın ortaya çıkmasında rol oynadığı gösterilmiştir.
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocukların sosyal ve akademik alanda yaşadıkları sıkıntılar olduğu gibi, diğer çocuklarla kıyaslandığında olumlu yanlarının da olduğu göze çarpmaktadır. Dikkat eksikliği - dikkat dağınıklığı ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) olan çocuklarda en çok göze çarpan özellikler, daha yaratıcı olmaları, enerjik, sıcakkanlı, hiperaktif, cana yakın ve dürüst olmalarıdır. Ancak dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocuklar, sıklıkla insanlara çabuk güvenebilirler ve kolaylıkla risk alabilirler. Arkadaş çevresi ve kötü niyetli insanlar tarafından bu yönleri kötüye kullanılabilir. Bu nedenle dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğuna sahip çocuklar, uygunsuz çetelere ve gruplara karışma, alkol ve madde kötüye kullanımı ve suç işlemeye yönlendirilme riski altındadırlar.
Uzm Dr. Gökçe Küçükyazıcı
Çocuk ve Ergen Psikiyatristi
http://www.cocukvegenc.com
Tel: 0 216 688 14 74
Etiketler:
dikkat dağınıklığı,
dikkat eksikliği,
dürtüsellik,
hareketlilik,
hiperaktivite
tedavi,
üveit,
üveit tedavisi
Uvea dokusunun tedavisi zordur. Bu nedenle mutlaka bu konuda eğitim almış uzman bir göz hekimi tarafından yapılmalıdır.
Çünkü üveitler genel olarak tekrarlayıcıdır. Yerleşirler ve yaptıkları her harekette gözde bir hasar bırakırlar. Yapışıklık bırakırlar, kataraktın artmasına neden olurlar, retinaya yerleşirler ve görme azlığı yapabilirler.
Tedavileri ise uzun ve zordur. Kortizonlu damlalar, göz çevresine yapılan ilaçlar, gözbebeğini büyüten ilaçlar ve gerekirse ağızdan sistemik ilaçlar verilerek, aylarca süren hatta bazen senelerce sürebilen tedavilere ihtiyaç duyulur.
Her üveit vakası farklıdır
Her üveit ve tedavisi mutlaka bu şekilde olmak zorunda değildir. Fakat üveitin cinsini ayırmak, bunun sürekli tedavisini yapmak ve kontrol altında tutmak çok önemlidir.
Üveitler tekrarlayıcı ve atak yapan rahatsızlıklardır. Her bir rahatsızlığın ve atağın ayrı ayrı ele alınıp değerlendirilmesi ve ona göre tedavi yapılması gerekir. Bu tedavilerin arasında da koruyucu olarak ilaç kullanılması gerekebilir.
Bu nedenle üveitin, özellikle hastanelerin uvea hastalıklarıyla uğraşan kısımlarında ve bu konuda eğitimli doktorlar tarafından tedavi takip edilmesi oldukça önemlidir.
Üveitin tedavisi
Uvea dokusunun tedavisi zordur. Bu nedenle mutlaka bu konuda eğitim almış uzman bir göz hekimi tarafından yapılmalıdır.
Çünkü üveitler genel olarak tekrarlayıcıdır. Yerleşirler ve yaptıkları her harekette gözde bir hasar bırakırlar. Yapışıklık bırakırlar, kataraktın artmasına neden olurlar, retinaya yerleşirler ve görme azlığı yapabilirler.
Tedavileri ise uzun ve zordur. Kortizonlu damlalar, göz çevresine yapılan ilaçlar, gözbebeğini büyüten ilaçlar ve gerekirse ağızdan sistemik ilaçlar verilerek, aylarca süren hatta bazen senelerce sürebilen tedavilere ihtiyaç duyulur.
Her üveit vakası farklıdır
Her üveit ve tedavisi mutlaka bu şekilde olmak zorunda değildir. Fakat üveitin cinsini ayırmak, bunun sürekli tedavisini yapmak ve kontrol altında tutmak çok önemlidir.
Üveitler tekrarlayıcı ve atak yapan rahatsızlıklardır. Her bir rahatsızlığın ve atağın ayrı ayrı ele alınıp değerlendirilmesi ve ona göre tedavi yapılması gerekir. Bu tedavilerin arasında da koruyucu olarak ilaç kullanılması gerekebilir.
Bu nedenle üveitin, özellikle hastanelerin uvea hastalıklarıyla uğraşan kısımlarında ve bu konuda eğitimli doktorlar tarafından tedavi takip edilmesi oldukça önemlidir.
Etiketler:
tedavi,
üveit,
üveit tedavisi
karaciğer,
kolestrol,
menopoz,
risk faktörleri
Kolesterol, karaciğerde üretilen, süt ürünleri, yumurta ve et gibi hayvanlardan elde edilen belli gıdalarda da bulunan mumsu, yağ benzeri bir maddedir. Vücut, fonksiyonlarını düzgün yürütmek için bir miktar kolesterole ihtiyaç duyar. Buna karşın, çok fazla kolesterol, kişinin kalp hastalığına yakalanma riskini artırır. Yüksek kolesterol oluşumuna katkıda bulunan bazı faktörler vardır. Bazıları kontrol edilebilirken, diğerleri kontrol edilemez.
Kontrol edilemeyen yüksek kolesterol risk faktörleri
Cinsiyet: Menopoz sonrası bir kadının LDL kolesterol seviyesi (“kötü” kolesterol), tıpkı kalp hastalığı riskinde olduğu gibi yükselir.
Yaş: Yaşınız ilerledikçe riskiniz de artar. 45 yaş ve üstü erkekler ve 55 yaş ve üstü kadınlarda yüksek kolesterol riski artar.
Aile geçmişi: Eğer babanız veya ağabeyiniz erken yaşta kalp hastalığına yakalanmışsa (55 yaşından önce), anneniz veya kız kardeşiniz erken yaşta kalp hastalığına yakalanmışsa (65 yaşından önce) riskiniz artacaktır.
Kontrol edilebilen yüksek kolesterol risk faktörleri
Diyet: Yediğiniz gıdalardaki doymuş yağ, toplam kolesterol ve LDL kolesterol seviyesini yükseltir.
Kilo: Aşırı kilolu olmak LDL kolesterol seviyenizin yükselmesine ve HDL seviyenizin düşmesine neden olur.
Fiziksel aktivite/egzersiz: Artan fiziksel aktiviteleriniz, LDL kolesterolünüzün düşmesine ve HDL kolesterol (“iyi” kolesterol) seviyesinin yükselmesine yardımcı olacaktır. Aynı zamanda kilo vermeniz için de yararlıdır.
Yüksek Kolesterol Risk Faktörleri
Kolesterol, karaciğerde üretilen, süt ürünleri, yumurta ve et gibi hayvanlardan elde edilen belli gıdalarda da bulunan mumsu, yağ benzeri bir maddedir. Vücut, fonksiyonlarını düzgün yürütmek için bir miktar kolesterole ihtiyaç duyar. Buna karşın, çok fazla kolesterol, kişinin kalp hastalığına yakalanma riskini artırır. Yüksek kolesterol oluşumuna katkıda bulunan bazı faktörler vardır. Bazıları kontrol edilebilirken, diğerleri kontrol edilemez.
Kontrol edilemeyen yüksek kolesterol risk faktörleri
Cinsiyet: Menopoz sonrası bir kadının LDL kolesterol seviyesi (“kötü” kolesterol), tıpkı kalp hastalığı riskinde olduğu gibi yükselir.
Yaş: Yaşınız ilerledikçe riskiniz de artar. 45 yaş ve üstü erkekler ve 55 yaş ve üstü kadınlarda yüksek kolesterol riski artar.
Aile geçmişi: Eğer babanız veya ağabeyiniz erken yaşta kalp hastalığına yakalanmışsa (55 yaşından önce), anneniz veya kız kardeşiniz erken yaşta kalp hastalığına yakalanmışsa (65 yaşından önce) riskiniz artacaktır.
Kontrol edilebilen yüksek kolesterol risk faktörleri
Diyet: Yediğiniz gıdalardaki doymuş yağ, toplam kolesterol ve LDL kolesterol seviyesini yükseltir.
Kilo: Aşırı kilolu olmak LDL kolesterol seviyenizin yükselmesine ve HDL seviyenizin düşmesine neden olur.
Fiziksel aktivite/egzersiz: Artan fiziksel aktiviteleriniz, LDL kolesterolünüzün düşmesine ve HDL kolesterol (“iyi” kolesterol) seviyesinin yükselmesine yardımcı olacaktır. Aynı zamanda kilo vermeniz için de yararlıdır.
Etiketler:
karaciğer,
kolestrol,
menopoz,
risk faktörleri