işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

Boyun Ağrısını Ciddiye Alın

Günümüzde en sık şikayet edilen durumlardan biri boyun ağrısı. Pek çoğumuz ağrının kendi kendine geçebileceğini düşünse de tedavi edilemeyen şiddetli ağrılar, daha ciddi rahatsızlıklara neden olabiliyor. 

Liv Hospital Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü Uzm. Dr. Elif Gürkan’a göre son yıllarda teknolojinin getirdiği rahatlıkla beraber artan bilgisayar kullanımı, özellikle çalışan kişilerde boynun şeklinin değişmesine hatta ilerleyerek fıtık oluşumuna sebebiyet veriyor. Liv Hospital Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Ömür Kasımcan ise bu ağrıların altında yatan asıl sebebin basit bir kas spazmı olabileceği gibi cerrahi müdahale gerektirebileceği konusunda uyarıyor.

Boynumuz neden ağrıyor?
Başlangıçta sadece kas ağrısı ve kas tutulması şeklinde kendini gösteren bu rahatsızlık; hareketsizlik, ters ve ani hareketler, ağır kaldırma, boynu öne doğru zorlama, yanlış egzersiz, stres ve genetik olarak bağ dokularının zayıf olması gibi pek çok faktörden etkileniyor. Gürkan, “Hastaların yeni başlayan akut ağrıları ve tutulmalardan birkaç hafta içerisinde kurtulması mümkün. Ancak ağrıların omurlar arasındaki disklerde hasara yol açması, oradan taşan maddelerin sinire dokunması ve bununla beraber kolumuzda da ağrı oluşması durumunda mutlaka doktor muayenesi yapmak gerekir” diyor.

 Teşhiste kişinin tüm omurgasını mutlaka görmek gerektiğinin altını çizen Gürkan, “Kıyafetle yapılan bir muayene bile yanlış sonuca götürebilir. Boyun ve sırttaki eğrilikler, kas zayıflıkları, asimetrik görünümler, bir omzun düşük olması, kürek kemiğinin daha çıkıntılı olması, boyun hareketlerindeki kısıtlanmalar ve ağrılar, boynun tam dönmemesi ya da tam arkaya gitmemesi anormal durumlardır” diyor.

Boyun Ağrılarında Fizik Tedavi
Uzm. Dr. Elif Gürkan’a göre fizik tedavide hastanın kaslarındaki sıkışan noktaları açılıyor. Eğer ciddi bir kuvvet kaybı veya fıtık düşüncesi varsa emar ve röntgen düşünülüyor. Gürkan, “Fizik tedavi egzersiz programları doğru yapıldığı, özellikle manuel tedavi ile birleştirildiği zaman son derece faydalı. Özellikle problem ilerlemeden yapılırsa hastanın uzun dönemde şikâyetlerinin azalmasına ve ilerleyen zamanlar için ciddi bir önleyici tedavi olma önemine sahip” diyor. Gürkan, boyun etrafındaki omurganın derinlerine yerleşen kasların kuvvetlenmesine ve eklem kısıtlama hareketlerinin açılmasına yönelik germe hareketleri ve esnetme hareketlerinin aynı anda yapılmasının da önemli olduğunu vurguluyor.

Liv Hospital’a gelen hastalar günlük yaşamlarına bu egzersizleri adapte etme ve ağrısız bir yaşam sürmeleri için gerekli koşullar konusunda da bilgilendiriliyor.

Ne Zaman Cerrahi Müdahale Gerekir?
Yrd. Doç. Dr. Ömür Kasımcan, hastanın zaman zaman boyun ağrılarında cerrahi müdahaleye ihtiyaç duyabildiğinin altını çiziyor. Boyun fıtığına kola yayılan ağrının eşlik ettiği hasta grubunda tercih edilen cerrahi yaklaşımın Anterior Servikal Mikrodiskektomi ve Füzyon olduğunu söyleyen Kasımcan; “Boynun ön sağ tarafından yapılan yaklaşık 2-3 cm kesiyle hastanın omurgasının ön yüzüne ulaşılır. Burada mikroskop altında servikal disk hernisi ve ağrıya neden olan osteofitik çıkıntılar temizlenir. Tamamen boşaltılan diskin yerine diskin yüksekliğini korumak amacıyla PEEK kafes konularak ameliyat sonlandırılır. Gerektiği durumlarda Anterior plak- vida sistemi konulması gerekebilir” diyor. Kasımcan, boyun ağrılarına yürüme güçlüğü, ellerde kuvvetsizlik ve idrar kaçırmanın eşlik ettiği durumlarda ise Servikal Laminektomi ve Posterior Füzyon ile boynun arkasında orta hatta yapılan bir kesi ile boyun omurlarının arka arkı çıkarılarak omurilikte mevcut basının ortadan kaldırılabileceğini de sözlerine ekliyor.

Mekanik dengenin bozulması halinde, laminektomi ile birlikte omurganın sabitlenmesinin gerekli olabileceğini de belirten Kasımcan, “Bu durumda arkadan yaklaşımda Lateral mass vidaları ya da pedikül vidaları ile omurganın stabilizasyonu (enstrumasyonu) sağlanır” diyor.

0 yorum

Rahim ağzı kanseri aşısı hayat kurtarıyor!

Rahim ağzı kanseri, kanserden ölümler arasında ikinci sırada yer almaktadır. Her yıl dünyada 500.000 kadın rahim ağzı kanserine yakalanıyor ve bu sayının yarısı hayatını kaybediyor. Ülkemizde de rahim ağzı kanseri nedeniyle yılda 556 ölüm olmaktadır. 

KadıköyŞifa Ataşehir Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum uzmanı Op. Dr. Yasemin Yakut rahim ağzı kanseri hakkında bilgi veriyor ve HPV aşısının yararlarını anlatıyor!

Rahim ağzı kanseri 45 yaş altı kadınlarda en sık görülen kanserdir. Yine kanserden ölümlerin ikinci nedenidir. Dünya genelinde her yıl yaklaşık 500.000 yeni rahim ağzı kanseri vakası yakalanmakta ve bunların yarısı da bu nedenler kaybedilmektedir.

Her iki dakikada bir kadaın rahim ağzı kanserinden ölüyor!

Başka bir nedenle her yıl dünyada iki dakikada bir, bir kadın rahim ağzı kanserinden ölmektedir. Globacan 2008 verilerine göre, ülkemizde serviks kanserinden yılda 556 ölüm olmakta ve 1434 yeni vaka görülmektedir. Rahim ağzı kanserinin %99.7’si HPV (Human Papiloma Virus) enfeksiyonu sonucu gelişmektedir. HPV deri ve mukozayı tutan bir ağacın dalları kadar çok tipe sahip geniş bir virüs ailesidir. Bu ailenin en az 40 tipi genital sistemi etkilemekte, bunların da en az 15’i rahim ağzı kanserine neden olmaktadır.
HPV erkekte de anagenital sistem kanserinde etkendir. 1976 yılında Alman Kanser Araştırma merkezinde Prof.Dr. Hausen, HPV ile rahim ağzı kanseri arasındaki ilişkiyi göstermiştir. Bu bilgi 2008 yılında Nobel Tıp ödülüne layık bulunmuştur.

Dünya Sağlık Örgütü HPV aşısının yapılmasını öneriyor!

1980’li yılların başından bu yana teknolojik gelişmeler sonucunda HPV enfeksiyonunu ve neden olduğu sonuçları önlemeye yönelik aşılar üretmeye, kullanılmaya başlanmıştır. 2 farklı HPV aşısı geliştirilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) HPV aşısının rutin olarak yapılmasını ve aşının ulusal immünizasyon programlarına dahil edilmesini önermiştir.

HPV erkeklerde de penis ve anal kansere neden olduğu için erkeklerde aşılanmaktadır. Avusturalya, Fransa, Meksika, İngiltere ve ABD’de gibi 75 ülkede erkeklerde aşı uygulanması onaylanmış ve ulusal aşı programına alınmıştır.

İmmün cevabın belirgin olması ve cevabın kalıcılığı açısından erken yaşta aşılama başlatılmalı ve mümkünse ilk seksüel ilişkiden önce ya da en kısa sürede aşılanmalıdır.

Kimlere HPV aşısı yapılabilir?

HPV aşısı için bir risk grubu söz konusu değildir. HPV her kadında enfeksiyon ve buna sekonder kansere neden olabileceğinden 9 - 45 yaş arası her kadın aşılanmalıdır.

Aşılı kadının yaşamı boyunca pap-smear gibi kanser tarama programları devam etmelidir.

HPV aşısı canlı bir aşı olmadığından immün yetmezliği olanlarda da yapılabilir ancak beklenen immün yanıt düşük olacağı unutulmamalıdır.

Gebelikte aşı yapılmaz, kadının aşı yapıldıktan sonra gebe olduğu anlaşılırsa aşının teratojenik etkisi olmadığından gebeliğin sonlandırılması gerekmez. Emziren kadına aşı yapılabilir. Aşı koldan 6 ay içinde 3 doz olacak şekilde yapılır. Aşının istenmeyen yan etkisi %0,1’in altında gözlenir. Bunlarda ağrı, şişlik, alerjik reaksiyonlar ve senkoptur.

0 yorum

Bu Bahar Eşinizle Zayıflayın

Şişmanlık ne yazık ki bulaşıcı. Yapılan araştırmalar da aynı sonucu gösteriyor; aileden biri şişman ise diğer aile fertlerinin de şişman olma riski artıyor.

Diyetisyen &Yaşam Koçu Gizem Şeber'in verdiği bilgilere göre, virüslerle ve bakterilerle bulaşmıyor olsa da, sosyal olarak bulaşıcı bir durum obezite. Yapılan bir araştırmaya göre; aileleri veya arkadaşları şişman olanlar, şişmanlık üzerinde çok fazla objektif değerlendirmede bulunamıyorlar ve kilo almaya oldukça eğilimliler. Ve kişinin sosyal çevresinde fazla kilolu insanların sayısı arttıkça kişinin fazla kilolu olma riski de bir o kadar artıyor.

Eşler arasında da fazla kiloların bulaşıcı olması şaşırtıcı değil. Evlilik, düzenli bir hayatı da birlikte getirdiği için yeni evlenenlerin daha kolay kilo aldığını sizde sıkça görmüşsünüzdür. Evlilik vücut ağırlığının artmasına yol açan faktörlerden biri ve en az iki yıllık evli olanların vücut ağırlıkları ve kilolarının boylarına göre olan oranı birbirine çok benzer. Evlenen kişilerin kilo almaya eğilimli olmasının nedenleri arasında ilk sırayı beslenme düzeni alır.

Evlenen kişiler, yalnız yaşadıkları zaman dilimine veya öğrencilik hayatlarına nazaran daha düzenli beslenirler ve eşleri ile uzayan akşam yemeleri ve gece atıştırmaları kilo almalarına neden olur. Evlilik-fazla kilo ilişkisinde diğer önemli konu ise işin psikolojik boyutu. Uzmanlara göre, evlenen kişi zayıf kalma konusunu fiziksel görüntü açısından önemsemiyor. Evlenmeden önce karşı cinse çekici görünmeye çalışan eşler, evlendikten sonra bu durumu daha az önemsemeye başlıyor. Ve sonuçta beraberce kilo alıyorlar.

Fakat eşler gene de yalnız zayıflamaya çalışanlara göre daha şanslı. Yapılan araştırmalar, eşlerin zayıflama konusunda birlikte hareket ettiklerinde yalnız başına zayıflamaya çalışanlara göre çok daha fazla başarılı olduklarını göstermiştir. Bu yalnız başına zayıflanmaz anlamına gelmiyor fakat her konuda olduğu gibi zayıflama konusunda da birlikten kuvvet doğuyor.

Yapılan bir başka çalışmada, eşlerin fiziksel aktivite düzeyleri ile ilişkili. Bu çalışmada da, evli olanların düzenli fiziksel aktiviteye daha çok bağlı kaldıkları gösterilmiştir. Bunun nedeninin eşe karşı duyulan sorumluluktan kaynaklandığı söylenebilir.

Evlilerin Zayıflama Konusunda Şanslı Olma Nedenleri

• Diyet yapmak uzun sürdüğünde sıkıcı bir hal alabilir. Diyet motivasyonu eşle birlikte diyet yapıldığında yükselir.
• Evde sağlıklı beslenme kuralları geçerli olmaya başlar. Zamanla alışkanlık haline gelen bu kurallar, kilo korumada da başarılı olunmasını sağlar.
• Yapılan diyette yasaklar varsa mutlaka insana çekici gelir. Motivasyonun kırıldığı anlarda diyeti bozmak kolay bir hal alır. Eşlerin birbirine duyduğu sorumluluk bu durumun önüne geçer.
• Eşler, sosyal yaşamda bir arada olmayı severler. O nedenle beraber spor yapmaya gitmek, daha keyifli bir hal alır.
• Yan yana oldukları için sıkılmayan çiftler daha uzun süre egzersiz yaptıklarının farkına bile varmazlar.
• Misafirliklerde ve sosyal ortamlarda yapılan ikramlara iki kişi “hayır” demek daha kolaydır.

0 yorum

Çölyak hastalığında hazır gıdalar

‘Gluten’ proteinine karşı duyarlılık oluşturan çölyak hastalığı, dünyada her 130 kişiden 1’inde görülüyor. Kronik ishal, yorgunluk, kilo kaybı, anksiyete gibi birçok rahatsızlığa neden olan bu hastalık, insan sağlığını ciddi anlamda tehdit ediyor. 

Geç teşhis edildiğinde ince bağırsak kanserine neden olabilen çölyak hastalığının yeterince bilinmediğini söyleyen Medical Park Bahçelievler Hastanesi Gastroentereloji Uzmanı Yard. Doç. Dr. Muhammet Fatih Aydın, bilinmesi gerekenleri anlattı:

Çölyak hastalığı, genetik olarak yatkın kişilerde glüten denilen buğday, arpa ve çavdarda bulunan bir proteinin alınmasıyla oluşan vücudun kendi kendine yaptığı iltihabi durumdur. Glüten alındığında ince bağırsakta iltihap oluşmaya başlar. Vücudumuz kendisini yabancı maddelere karşı korur. Genetik olarak yatkın kişilerde glüten alınmasıyla beraber vücut, glüteni yabancı madde olarak algılar. Bu antijene karşı antikor oluşturur. Oluşan antikorlar iltihabi sistemi devreye sokarak ince bağırsak yüzeyine hasar oluşturur. Villi denilen, besinlerin emilimini sağlayan yapılarda atrofi yani körelme oluşur. Vücudumuz için gerekli mineral ve vitaminlerin emilimi bozulur. Bu eksikliklere bağlı diğer hastalıklar da oluşmaya başlar.

KOZMETİK ÜRÜNLERE DİKKAT
Glüten esas olarak buğday, arpa ve çavdarda olmasına rağmen günümüzde ilaçlar, dudak kremleri, paketlenmiş ürünlerde de kullanılmaktadır. Bazen çölyak hastalığı ağır bir cerrahi operasyon, gebelik, doğum, viral enfeksiyon ve ciddi psikolojik durumlar sonrasında aktifleşebiliyor veya tetiklenebiliyor. Çölyak tanısı, şüphelenilen kişilerde hastalığa ait antikor testlerinin çalışılması ile konur. Kesin tanıda ise endoskopi ile ince bağırsaktan biyopsi alınması altın standarttır. Ailesinde çölyak hastalığı olan kişilerde asemptomatik çölyak hastalığı olabileceği için bunlarda tarama amacıyla kan testlerinin çalışılması faydalıdır.

KADINLARDA DAHA SIK GÖRÜLÜYOR
Çölyak hastalığı buğday alerjisi değildir. Buğday alerjisi erişkinlerde nadir olsa da çocuklarda yüzde 0.4-0.5 oranında görülebilir. Deri döküntüleri olur, glütensiz diyetten fayda görülür. Çölyak olmayan glüten hassasiyetinde ise kanda çölyak antikorları negatiftir. Fakat çölyak hastalık belirtileri mevcuttur. Gluten alındığı zaman gaz, şişkinlik, ishal, karın ağrısı şikayetleri olur. İnce bağırsakta hasar oluşmaz. Emilim bozukluğu yoktur. Çölyaktan daha fazla oranda görülür. Çölyak hastalığı Dünyada ortalama 130 kişide 1 görülüyor. Birinci derece akrabasında çölyak hastalığı olanlarda görülme sıklığı ise 10’da bir. Çölyak hastalığı glütenin alınmasıyla beraber herhangi bir yaşta da ortaya çıkabiliyor. Çölyak hastalığı kadınlarda, erkelere oranla daha sık rastlanıyor.

UZUN SÜRE ANNE SÜTÜ ALANLARDA GÖRÜLME YAŞI GECİKİYOR
Genetik yatkınlığın yanı sıra down sendromu gibi genetik hastalıklarda çölyak hastalığına yakalanma riski daha fazladır. Bunun yanı sıra çevresel, psikolojik, fiziksel etkenler de hastalığın oluşumunda etkili olabilir. Hastalık, kişilerde farklı seyrettiği için tanısı zor olan bir hastalıktır. Daha doğrusu akla gelme ihtimali daha azdır. Toplumda tanısı konmamış birçok hasta olduğu düşünülüyor. Gaz şişkinlik şikayetleri ve demir eksikliği anemisi olanların çölyak hastalığı ve laktoz intoleransı başta olmak üzere değerlendirilmeleri gerekiyor. Tüm vücuda ait 300’e yakın belirti ve şikayet çölyak hastalığı ile ilişkili olabilir. Kişiler ve semptomlar arasında fark olması, hastalığın ne zaman ve nasıl olacağı çeşitli faktörlere bağlı değişebilir. Meme ile emzirme süresi, glüten ile karşılaşma zamanı, bir seferde alınan glüten miktarı bunlardan bazılarıdır. Meme ile emzirme süresi uzayan kişilerde çölyak görülme yaşı geç olmaktadır. İnce bağırsakta hasarın derecesi ve hastalığın oluşma yaşına göre şikayet ve bulgular değişkenlik gösterebilir. Bu yüzden ileri yaşta şikayetler belirgin olmadığından hastalık atlanabilir.

İYİ BİR ETİKET OKUYUCUSU OLUN
Çölyak hastalığı çocukluk çağında karında gaz, şişkinlik, ishal, kabızlık, kusma, yağlı dışkılama, pis koku, kilo kaybı, yorgunluk, diş problemleri, büyüme ve gelişme geriliği, kısa boy, hiperaktivite bozuklukları ile kendini gösterir. Erişkinlerde ise sebebi açıklanamayan demir eksikliği, yorgunluk, eklem ağrıları, kemik erimesi, depresyon, anksiyete, cilt lezyonları gibi belirti ve şikayetlere sebep olabilir. Güncel tedavisi yaşam boyunca sıkı glütensiz diyettir. İçinde glüten bulunan hiçbir şey tüketilmemelidir. Hastalığın başlangıç döneminde eksik olan vitamin ve minerallerinde tedaviye eklenmesi de önemlidir. Diyet sonrası düzelme birkaç günden birkaç yıla kadar uzayabilir. Çocuklarda genelde 3-6 ay içinde düzelme olur. Glütenin az miktarda bile alınması bağırsakta hasar oluşturur. Özellikle hazır gıdalar alırken dikkatli olunmalıdır. Bazı firmalar üzerine glüten içerdiğine ait kırmızı işaret koyarken, bazıları bunu koymaz. İçinde malt veya hidrolize bitki proteini yazan gıdalar glüten açısından sorgulanmalı ve dikkatli kullanılmalıdır. Kişiler bu hastalığı hayatlarını bir parçası olarak kabul etmeli, yaşam tarzlarının buna göre şekillendirmelidirler. Çok iyi bir etiket okuyucusu olunmalı, ilaçlar, kozmetik ürünleri, şampuan, kremlerin de glüten içeriklerine dikkat edilmelidir.

HAZIR GIDALARA DİKKAT
Çölyak hastalarının mutlaka hayat boyu diyet yapmaları gerekir. Ufak kaçamaklar, şikayete sebep olmasa da bağırsaktaki hasara neden olduğu için komplikasyonların gelişmesine neden olabilir. Çölyak hastaları tüm sebzeleri, meyveleri, bakliyatları tüketebilir. Ayrıca katkısız katı ve sıvı yağlar, yumurta, bal, reçel, zeytin, et, balık, tavuk, una batırılmamış konserve çeşitleri, mısır, pirinç gibi birçok ürün de besin hazırlamada kullanılabilir. Ayrıca kestane unu, nohut unu, soya unu, üzüm çekirdeği unu, evde çekilmiş güvenli baharatların da zararı yoktur. Öte yandan buğday, arpa, çavdar ve yulaf katkılı her türlü ürüne ek olarak bulgur, irmik, makarna, şehriye, kuskus, ekmek, kek, pasta, kurabiye, börek, simit, dondurma külahı, unlu tatlılar, glüten içeren hazır salça, ketçap, un ilave edilen çorbalar, soslar, tarhana, yarma gibi ürünlerden kaçınmak gerekir. Una batırılarak kızartılmış tavuk, balık gibi et ürünleri, malt kullanılan içecekler, glüten içeren hazır çorbalar, köfte, pane harçları gibi hazır çeşniler de tüketilmemelidir. Hastalığın ilk zamanlarında süt tolere edilmeyebilir. Süt ilk zamanlarda diyetten çıkarılmalıdır.

0 yorum

Doğumda güven ararken hastalık kapmayın

Uzmanlar Özge Namal ile gündeme gelen son günlerin trendi evde doğumun altında güven duygusunun yattığını belirtirken steril ortamdan uzak kalmanın sakıncasına da dikkati çekiyorlar

Helpa Akademi kurucusu Klinik Psikolog Gülşah Sam Orhan: “Evde doğum özellikle sosyete arasında hızla yayılıyor. Ancak hipnodoğum veya doğum koçundan yardım alarak hastanede güvenli ellerde doğum, en doğrusu"

Son dönemde yurt dışında başlayan, ülkemizde de özellikle sosyete arasında hızla yaygınlaşan evde doğum modasının temelinde “ev=sığınak=güven” bilinçaltı kodlamasının yattığı, buna karşın güven ararken steril olmayan ev ortamlarında enfeksiyon riskinin de beraberinde geldiği belirtildi.

Uzun süredir hipnodoğum ve doğum koçluğu hizmeti veren Helpa Akademi’nin kurucusu Klinik Psikolog Gülşah Sam Orhan, ünlüler ve cemiyet hayatının medyaya da yansıyan evde doğum modasının önümüzdeki günlerde çok sayıda kişi tarafından tercih edileceğini tahmin ettiklerini kaydetti.

Doğumlarda sezaryanın pek çok kişiyi ameliyat psikolojisine sokarak, doğumdan korkuttuğunu, sancı korkusunun sezaryene, ameliyat korkusunun evde doğuma yönlendirebildiğinin vurgulayan Orhan, buna karşın geçmişte ninelerimizin “tarlada doğurur, sonra işine devam eder” mantığının günümüz şartlarında geçerli olmadığının altını çizdi.

-Ev güvenli değil-
Orhan, ameliyata girmeden önce psikolojik yardım alan danışanlarının ameliyat odalarını genellikle “ölüm soğukluğu”na benzettiklerini kaydederek, şunları söyledi:

“Burada zihnimizin bizi korkulara itmesinin en büyük sebeplerinden biri ‘anesteziden uyanamama’ korkusudur. Kişiler anestezi altına girdiklerinde kontrollerini kaybedeceklerini ve bir daha uyanamayacaklarını düşünürler. Ev ortamı bu tarzda düşünenler için her zaman daha güvenli gelir. Çünkü bilinçaltı kodlamalarımızda ev=sığınak=güven manası taşımaktadır. Bu nedenle yurt dışında çok sayıda kadın bu güvenli ortamın bebek ve anne sağlığı açısından daha iyi olacağını düşünerek evde doğuma yöneliyor. Ancak hafızalarımızı tazelersek eskiden doğum anında ölen kadınların hikayeleri azımsanmayacak kadar çok. Bunların en büyük sorumlusu doğumların işin ehli olmayan kişilerce yapılması. Doğum anında ve sonrasında anne enfeksiyonlara açık hale gelir. Bazen bu enfeksiyonlar hayatı tehdit edici boyutta olabilir. Doğumun hastanenin steril ortamında yapılması durumunda, bu tarz komplikasyonlar engellenebilir. Evde hastane ortamında yer alan sıhhi teçhizat olmayabilir. Ani durumlar için aslında ev güvenli bir ortam değildir. Dolayısıyla doğumun sezaryen veya normal doğum olmasına bakılmaksızın hastane ortamında yapılması gerekir.”

-Hastanede korkusuz doğum nasıl yapılır?
Klinik Psikolog Gülşah Sam Orhan, hastanede korkusuz doğumun hipnodoğum ve doğum koçluğu olmak üzere iki yolu olduğunu belirterek, “Hipnodoğum kişinin bilinçaltı kodlamalarını silme tekniğiyle doğum korkusundan arınarak doğuma girmesidir. Hipnodoğum uzmanı kişiyi korkularından özgürleştirir ve güvenle doğuma girmesini sağlar. Bu terapide kullanılan hipnotekniği ameliyat korkusu olan bireylerde de rahatça kullanılır. Size güç ve motivasyon veren bir doğum koçunuzun olması ise her zaman kendinizi iyi hissetmenizi sağlayacaktır. Doğum koçunuz doğumda ve sonrasında emzirmeyi de kapsayan süreçte sizin yanınızda olacak ve size yapmanız gerekenleri öğretecektir. Böylece doğum stresine girmeden rahat bir doğum geçirebileceksiniz” dedi.

0 yorum

Kendisi Küçük; Derdi Büyük: Tırnak Batması…

Havalar soğuk ayaklarımızı kalın ayakkabıların içerisine hapsettiğimiz dönemi yaşıyoruz. Bir de üzerine tırnak batması problemi yaşıyorsanız bu yazıyı okumanızda fayda var.

Tırnak batmasının nedenlerini ve tedavisini Hisar Intercontinental Hospital Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. İlker Abcı ile konuştuk…

Tırnak batması nedir ve neden olur?
Genellikle ergenlik çağında ve genç erişkinlerde daha çok görülen tırnak batması, sert tırnağın yumuşak dokuyu sıkıştırıp tahriş etmesi sonucu oluşan enfeksiyon durumu ve kronik yaradır. Ayaklarda ve birinci parmakta görülür. Parmakta kızarıklık, şişlik ve şiddetli ağrı olabilir. Bu şikayetler sebebiyle ayakkabı giyilemez. Ayrıca çorabı kirleten akıntı ve koku oluşabilir. Parmakları sıkıştıran dar ayakkabı giyme, yanlış tırnak kesimi (çok kısa kesmek ve törpülememek), darbeler ile oluşan tahriş, kilo sebebiyle tırnağın derinde kalması ve ailevi yatkınlık gibi nedenlerle görülür.

Bu tür şikayetlerin hepsi tırnak batmasında mı olur? Başka tırnak problemleriyle karışma olabilir mi?
Bazen tırnak mantarı, tırnak etrafı dokuların iltihabı, tırnağın kubbeleşme ya da uzayıp kalınlaşma şeklindeki anormallikleri de tırnak batması zannedilebilir. Bu durumların tedavisi cerrahi değildir.

Tırnak batması nasıl tedavi edilir?
Tedavi açısından tırnak batmasını iki kısma ayırırız. Birincisi tırnak batmasının yeni geliştiği, henüz işlem gerekmeyen hafif vakalar; ikincisi ise birkaç haftadır devam eden, iyileşmeyen kronikleşmiş vakalardır. Her tırnak batması durumunda bir cerrahi işleme gerek yoktur. Hafif batma durumunda tırnağın batan kısmının altına bir pamuk parçası koymak ve bunu günlük değiştirmek uygun olabilir. Böylece tırnak ile cilt arasında bir tampon alan oluşturup tırnağın ete batmadan büyümesi sağlanır. Tırnak büyüyünce kavisli değil düz şekilde kesilir. Parmağı sıkıştırmayan geniş veya ucu açık ayakkabı giymek gerekir. Bu sırada batma sebebiyle enfeksiyon varsa ağızdan veya merhem şeklinde antibiyotikler kullanılabilir. İleri olgularda ise cerrahi işlem yani anormal dokunun alınması ve tırnak kökünün kısmi olarak kazınması uygun bir işlem olacaktır. İşlem sonrası aynı yerden batmayı engellemek amacıyla tırnak kökünün batan tarafı tahrip edilir. Bu işlem cerrahi olarak yapılabildiği gibi, fenol veya gümüş nitrat ile kimyasal olarak da yapılabilir. Bazen hastalar kendileri tırnaklarının kenarlarını keserek bu durumu düzeltmeye çalışırlar. Bu genellikle tam aksine daha çok batmaya sebep olur. İyileşmeyen şiş doku oluşmuşsa pedikür ile tırnak kenarının kesilip çıkarılması da tırnak batmasını iyileştirmez ve kalıcı çözüm olmaz.

Tırnak çekimi zor ve ağrılı bir işlem midir?
İşlem için tırnak yatağı uyuşturulur, böylece çekim sırasında ağrı olmaz. İşlem sonrasında da ağrı kesici ilaçlar kullanılır. İşlem yapıldığı gün ağrı kesici almak, istirahat etmek, ayakları kalp seviyesinin üzerine yükseltmek, bazen pansuman üzerine soğuk uygulamak faydalı olur. Tırnak batması iltihaplı ve kişide şeker hastalığı gibi bağışıklık sistemini etkileyen hastalıklar mevcutsa antibiyotik kullanılır. İşlem sonrası parmağı sıkıştırmayan ayakkabı giymek ağrı oluşmasını engeller. Eğer pansumanı geçip dışarı akan bir kanama veya şiddetli ağrı olursa tekrar hekime görünmekte fayda vardır. Yara iyileştikten sonra düzelme olmazsa ortopedi ve cildiye hekimleriyle ile konsültasyon yapılıp ek hastalık olup olmadığı araştırılır. İlk 1-2 gün parmağa ağırlık vermeden yürünebilir. Daha sonra parmağı sıkıştırmayan, ucu açık ayakkabı giyilebilir. 2-3 gün yarayı ıslatmamak, ıslanırsa hemen pansumanı değiştirmek gerekir. İşlemden bir hafta sonraki kontrolde bir problem yoksa normal ayakkabı giyilebilir ve işe dönülebilir. Eğer işinizde ayağınızı yüksekte tutmak ve terlik giymek mümkünse daha erken de dönebilirsiniz. Yaklaşık bir hafta kadar sonra yara iyileşir. Ama tırnağın tekrar kesilecek kadar uzaması için 3-4 ay geçebilir. Bu sürede kişinin ayağını kullanmasında bir engel bulunmaz. Parsiyel tırnak matriks eksizyonu yapılan kısımdan yeni tırnak büyümesi olmayacağı için büyüyen tırnak beklendiği üzere biraz daha dar olacaktır.

Çekilen tırnak tekrar batar mı?
Anormal, iyileşmeyen dokuların alındığı durumlarda batmanın tekrar etmesi beklenmez. Sadece tırnağın çekilip iltihaplı ve anormal dokunun alınmadığı durumda tekrar tırnak batması oluşması beklenir.

Tırnak batmasından nasıl korunabiliriz?
Tırnağı düzgün (düz kesim ve törpüleme) kesmek gerekir. Dar veya çok geniş ayakkabı giymemek gerekir. Ayakta basma problemi varsa düzeltilmelidir. Tırnak mantarı varsa tedavi edilmelidir.

0 yorum

Aşk bittiyse sevgi de mi bitti...

Aşkın ömrü kaç yıldır bilinmez ama ilk günkü gibi sürmediğini de artık herkes biliyor. Peki aşk bitince ilişkiyi çöpe mi atacağız? Tabiki hayır! Aşk bittiyse sevgi de mi bitti... 

Hemen paniğe gerek yok, ayların yılların hatrına biraz daha emek harcayarak, rutinleri biraz değiştirerek, ilişkinizin ilk günkü heyecanını yakalaması hiç de zor değil.

1- Sekste yeniliklere açık olun 
Uzun zamanlı ilişkilerde seks de zamanla aynı sebeplerin aynı sonuçları yaratacağı döngüdeki yerini alır. Ancak böyle durumlarda hatırlamanız gereken ayrıntı, en önemli seks organınızın beyniniz olduğu gerçeğidir! Kendinizi yeni olasılıklara açık tutup partnerinizi de bu yenilikler için teşvik etmelisiniz. Cinsel soğukluk kimi zaman tahrik yöntemlerini fazla kullanamamaktan ileri gelebilir. "Hayatınızın Geri Kalanında Nasıl Muhteşem Bir Cinsel Yaşamınız Olur?" kitabında Val Sampson, öncelikle sekse odaklanmayı ön koşul olarak veriyor.

Günün geri kalan saatlerinde yaşadığınız saatleri unutmalı ve sadece o an yaşadıklarınıza odaklanmalısınız. Eğer böyle yaparsanız, beyniniz ilişkiye girmeden önce kendini bu ilişki için hazır hissetmeye başlayacak. Mesela ona romantik notlar yazın ve cebine koyun. Cep telefonunun telesekreterine hoş mesajlar bırakın. Ve son olarak da ilişkiye girmeden önce ne yaptığınızı düşünün ve eğer alışkanlığınız televizyon seyretmekse o zaman bunu değiştirin. İki kişilik yapılabilecek aktivitelerde bulunun, yürüyüşe çıkın, bara gidip bir içki için veya sadece el ele tutuşun.

2- Zaman zaman ayrılın! 
İlişki uzmanı Philip Hodson'a göre eğer birey olarak var olabiliyorsanız o zaman ilişkilerde yere daha sağlam basmanız mümkün.
Farklılıklarınızı keşfedin ve onları taçlandırın. Çünkü bu sayede birbirinize anlatacak daha çok şeyiniz olacak. Ayda en azından bir hafta sonunu ayrı geçirin ki tekrar bir araya geldiğinizde paylaşacak anılarınız olsun. Kısa ayrılıklarda çiftler birbirini özler ve bu özlem neden beraber olmayı seçtiğinizi tekrar hatırlatır. Dışarı çıkın, arkadaşlarınızla zaman geçirin. Yeni şeyler keşfedin, yalnız seyahata çıkın. Sakın “Bir elmanın iki yarısıyız.” masalına inanmayın. Unutmayın ki, siz bir bireysiniz ve bu ilişki siz bir çilek o da bir elma olduğu için güzel.

3- Üçüncü kişiden hoşlanmaktan korkmayın 
Bir çok insan, ilişki yaşayan insanların bir başkasından etkilenmesini ilişki için büyük bir problem olarak görür. İlişki uzmanları bunun öyle olmadığını söylüyor. Psikoterapist Paula Hall, karşı cinsten hoşlanmanın insan doğasından olduğunu bu nedenle aşıksanız bile sizi etkileyebilecek üçüncü kişiler olduğunu doğruluyor. Bu konuda önemli olan konuyla nasıl baş ettiğiniz. Partnerinizle duygularınızı paylaşmaktan çekinmeyin. Ancak bunu duyarlı bir biçimde yapmalısınız, çünkü konuşarak işleri olduğundan fazla büyütmeniz kimsenin işine yaramaz.Partneriniz onu sevdiğinizi ve sadece onunla beraber olmak istediğinizi bilsin yeter.

4- Tartışın, ama 5 dakika!
Hiç tartışmayan çiftler olduğu mitine inanmayın. İlişkilerde tartışmalar olur ve zaman zaman tartışılması ilişki açısından sağlıklı sonuçlar doğurur. Önemli olan daha iyi tartışmayı öğrenmektir. Psikoterapistler bu durumda en iyi yolun tartışmaları kısa tutmak olduğunu söylüyorlar. 5-10 dakikayı aşan tartışmalarda bir yürüyüşe çıkmanız iyi bir fikir olabilir. Önemli olan eski defterleri açmamaya çalışmak ve birbirinize karşı suçlayıcı olmamak. Kırgınlıklarınızı ufakta olsa hemen söyleyip içinizden atarsanız o zaman bu kırgınlıkIar birikip bir dağ oluşturmaz.
                 
5- Paylaşılan hayaller, paylaşılan bir gelecek 
Uzun süreli ilişkilerde çiftler artık birbirlerine hayallerinden fazla bahsetmiyor. Ancak ilişkide zaman zaman ilişkide kişiler birbirlerine hayallerini sormalı ve kendi hayallerini anlatmalı.Arabanızı bile bakıma sokuyorsunuz peki ya ilişkiniz için aynı özeni gösteriyor musunuz? Ayda bir kendinize ve ilişkinize uzaktan bakmayı deneyin. Neleri isteyerek yaptınız, neleri istemeden? Hangi davranışlarınız partnerinizi de mutlu ettiği için sizin için bir zevkti? Peki ya nelere kırıldınız? İlişkiye başladığınız zamanlarda ne hayalleriniz vardı ve şimdi neler var? Gelecek için heyecanlanıyorsanız, bunu partnerinizle paylaşın.

6- Her şeyi ciddiye almayın 
Hayata olumlu bakmaya çalışın. Bardağı dolu tarafından görmek ilişki içindeyken de sizi rahatlatır. Tatilde olduğunuz zamanları düşünün. Geçtiğimiz yaz, güney sahillerinde ne güzel de anlaşıyordunuz. Peki neden? Çünkü sıklıkla aynı fikirde oluyordunuz. Tatildeyken ‘Şimdi ne yapalım’ sorusunun cevabı çoğunlukla ‘Sen nasıl istersen’ idi. Elbette ki bu kendi isteklerinizden vazgeçmeniz anlamına gelmiyor. Ancak küçük anlaşmazlıkları büyük tatsızlıklara vardırmadan çözmek sizin elinizde. Bırakın bir seferde ayakkabısını halının üzerinde giysin. Vişne suyunu beyaz koltuğun üzerinde içsin. Akşam seyredeceğiniz film konusunda tartışacağınıza ortak bir karara varmaya çalışın. Siz sakin ve huzurlu davrandığınızda karşınızdakinin de size karşı davranışı değişecektir.

7- Rol modelleri yaratın 
Rol modellerine ihtiyacı olan sadece çocuklar değildir. Yetişkinlerinde kendilerine rol modelleri seçmeleri kimi zaman çok yararlı olacaktır. Londra Üniversitesi'nden İlişki Uzmanı Dr. Petra Boynton, sizin ilişkiniz açısından bir rol modeli çift belirlemenizin ne kadar önemli olabileceğine değiniyor ve "kendinize istediğiniz herhangi bir rol modeli belirleyin ve o çiftin davranış kalıplarının size uyup uymayacağını görün" diyor.

Rol modeli çift elbette ki ilişkiden ilişkiye farklılık gösterecektir. Çevrenizi gözleyin. En yakın arkadaşınız ilişkilerinde çok soğukkanlı ve ona özeniyor musunuz? Kuzeniniz kocasıyla çok yakın arkadaş, peki bunu başarıyorlar? Çevrenizdeki olumlu olayları kendi yaşamınıza uygulamak çoğunlukla olumlu sonuçlar doğurur. Kimbilir belki sizin ilişkinizi de kendisine uzaktan rol modeli yapacak bir tanıdığınız vardır.


0 yorum

İstenmeyen Yağlar Aşı Oldu

Yaş aşısı... Yapısal yağ aşılamaları, son yıllarda başta Plastik Cerrahi olmak üzere pek çok tıp alanında heyecan uyandıran yeni bir gelişme. 

Plastik ve Estetik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Akın Yücel, yağ aldırma yöntemiyle elde edilen kök hücreden zengin yağların artık her türlü iyileşmeyen yara, deri kalitesini bozan durumlar, yara izleri, radyoterapi hasarları, kanser sonrası doku kayıpları gibi sorunların tedavisinde aşılama yöntemi ile yaygın olarak kullanılmaya başladığına dikkat çekiyor.

Hollywood yıldızlarından bakımlı kadın ve erkeklerin en gözde estetik uygulaması olan; yağ aldırma işleminde elde edilen yağlara “recycle modeli” geliyor. Vücuttan alınan yağlar diğer bölgelerde dolgu malzemesi olarak kullanılıyor.

Yağ dokusunun kök hücreden zengin bir içeriğe sahip olduğu gerçeğinin bulunması, estetik cerrahideki pek çok operasyon ve uygulamanın da içeriğini değiştirdi. Öyle ki, kemik iliğinden yaklaşık 200 kat daha zengin bir kök hücre içeriğine sahip bu kaynak, artık aşı şeklinde iyileştirici ve onarıcı olarak pek çok vaka türünde kullanılıyor. Bunların başında ise özellikle kanser sonrası memesinin tamamı yahut bir bölümü alınmış kadınların tedavisi geliyor.

Yapısal yağ greftlerinin ya da yapısal yağ aşılamalarının, son yıllarda başta Plastik Cerrahi olmak üzere, pek çok tıp alanında heyecan uyandıran yeni bir gelişme olarak görüldüğünü anlatan Plastik ve Estetik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Akın Yücel, “Embriyolojik kök hücre çalışmalarında yaşanan duraksama sonrasında tıp dünyası, yağ kökenli kök hücrelere yöneldi. Nispeten kolay bir cerrahi teknikle alınabilen ve vücutta pek de istenmeyen yağ dokusunda, kemik iliğinden yaklaşık 200 kez daha yoğun kök hücre bulunduğunun anlaşılması ile mezenkimal kök hücre çalışmaları yağ dokusu üzerinde gerçekleştirilmeye başlandı. Yağ enjeksiyonları sonrasında dokularda gözlenen iyileştirici-onarıcı etkinin, aslında aktarılan yağ dokusunun içerdiği çok sayıda kök hücreye bağlı olduğu düşünülüyor. Yapısal yağ greftleri artık her türlü iyileşmeyen yara, deri kalitesini bozan durumlar, yara izleri, radyoterapi hasarları, doku kayıpları tedavisinde yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Bunların yanı sıra yüz ve el gençleştirme, meme büyütme ve popo estetiği gibi alanlarda da çok sık kullanıyoruz” diyor.

Dikkat edilmesi gereken noktalar da var…
Yağ greftlerinin en önemli sorununun sonuçlarının fazla öngörülebilir olmaması olduğuna değinen Yücel, “Verilen yağın ne kadarının kaldığı, işlemin kaç kere tekrarlanması gerektiği tartışmalıdır. Ancak kesin olan bir gerçek, yağın alınması ve verilmesi aşamalarında kaydedilen ilerlemeler sonucunda, tutma oranlarının giderek yükseldiğidir. Kas içi gibi kanlanan bölgelerde tutma oranları çok daha yüksektir. Artık yağın alınmasında özel kanüller kullanılmakta, alınan yağ santrifüj, yıkama ve süzme, ya da kapalı sistemlerde işlenme gibi çeşitli saflaştırma yoğunlaştırma işlemlerinden geçirilmekte, yine özel kanüller ve teknikler yardımı ile dokuların içerisine verilmektedir. Her bir teknik deneysel çalışmalarla test edilmektedir. Şu anda yaşanmakta olan belirsizliğin de bir süre sonra yerini kanıtlanmış kurallara bırakacağına inanıyorum” diyor.

En büyük tartışma memede yağ greftleri konusunda…
Prof. Dr. Akın Yücel
Memeye yağ enjeksiyonlarının, belki de en çok tartışılan bölümü olduğunun altını çizen Yücel, bu alandaki çekinceleri şöyle sıralıyor. Yücel: “Memeye yağ enjeksiyonları, geniş yağ enjeksiyonu yelpazesinin en çok tartışılan bölümüdür. Buradaki çekincelerden ilki, yaşamayan yağ parçalarının kireçlenerek radyolojik incelemelerde kanser görüntüsünü taklit etmesi ve radyoloğu yanıltmasıdır. İkincisi ise, verilen kök hücrelerin yeni kanser gelişimini tetiklemesidir. Yeni geliştirilen uygulama teknikleri ile yağ dokusu, çok küçük parçacılar halinde çeşitli doku katmanları arasına verilmektedir. Bu hem yağın tutma oranını arttırmakta, hem de kireçlenmeleri en aza indirmektedir. Ayrıca yağ enjeksiyonları sadece deri altına ya da göğüs adalesi içerisine yapılmakta, kesinlikle meme dokusunun içerisine verilmemektedir. İşlemin öncesinde mutlaka bir radyoloğun ve meme cerrahının görüşü alınmalı ve hasta bu konuda yeterince bilgilendirilmelidir. Yağ enjeksiyonları ile verilen kök hücreler embriyolojik olmadığından, kanseri tetiklemesi beklenmez”.

Uygulama esnasında yağ dokusundan özel yöntemlerle kök hücrelerin ayıklanması ve yağ greftlerinin bu kök hücreler ile desteklenmesi gerekliliğine dikkat çeken Yücel, “Kök hücreden zenginleştirilmesi yağ grefti adı verilen bu uygulama çok sık yapılmamaktadır. ABD’de yağ enjeksiyonları meme kanseri sonrası onarımlarda neredeyse rutin olarak kullanılmaktadır. Kanser sonrası onarımlarda yağ enjeksiyonları tek başına değil, ama yardımcı bir yöntem olarak çok sık uygulanır. Avrupa’da da kanser sonrası onarımlarda yağ greftleri daha yaygın kullanılmakta. Dünyada Plastik Cerrahi konusunda önder ülkelerden olan Türkiye’de yağ enjeksiyonlarını uyguluyor. Memede yağ enjeksiyonları konusu başkanı olduğum Türk Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği Meme Çalışma Grubu’nun da önde gelen ilgi alanlarından birisini oluşturuyor” dedi.


0 yorum

Modern Yöntemlerle Bebek Sahibi Olabilirsiniz

Bebek sahibi olmak isteyen çiftlerin en önemli sorunlarının başında tüp bebek tedavi yöntemlerinden hangisinin uygulanması gerektiğine karar verememeleri gelmektedir. Tam donanımlı bir merkezde doğru seçenekler uygulanmadan gerçekleştirilen denemeler genellikle başarısızlıkla sonuçlanmadır. 

Memorial Ankara Hastanesi Tüp Bebek Merkezi başkanı Prof. Dr. Aygül Demirol, tüp bebek tedavisinin çiftlere özel planlanması gerektiğini belirterek modern tedavi yaklaşımları hakkında bilgi verdi.

Detaylı bir değerlendirilme yapılmalı
Gebeliğe giden yolda kendiliğinden kolaylıkla sonuca ulaşılamıyor ise tüp bebek-mikroenjeksiyon teknolojileri, annenin yumurtası ve babanın spermini laboratuvar ortamında sağlıklı ve kontrollü şekilde birleştirerek çiftlere yardımcı olmaktadır. Tüp bebek ve kısırlık tedavisinde en önemli unsur, çiftlerin doğru değerlendirilmesi ve ardından nedene yönelik tedavi seçeneklerinin doğru bir şekilde sunulmasıdır. Çiftlere yeterli zaman ayrılarak tüm soruları cevaplanmalı ve tedavi yöntemi bireyselleştirilerek aileye özel olarak uygulanmalıdır.

Tüp bebek tedavisinde merkez seçimi çok önemli
Tüp bebek hizmetinin tam donanımlı bir hastanede sunulması, çiftlere birçok yönden avantaj sağlamaktadır. Bu avantajların başında hastaların, hastanenin tüm alt yapı imkânlarından faydalanabilmesi gelmektedir. Tüp bebek uygulamasının tam donanımlı bir hastane ortamında gerçekleştirilmesi, tedavinin kalitesini ve başarısını artırmaktadır. Bunun yanı sıra hastanedeki tüm bölümlerle işbirliği halinde çalışılması daha başarılı sonuçlar alınmasına büyük katkı sağlamaktadır.

Tekrarlayan başarısızlıkların nedeni iyi araştırılmalı
Tekrarlayan tüp bebek tedavisi başarısızlıklarında öncelikle bu sonuçların hangi faktörlere bağlı olabileceği detaylı iyi bir şekilde araştırılmalıdır. Ardından bu süreç çifte en doğru şekilde aktarılmalı ve yeni bir tedavi planı çizilmelidir.

İlaçsız tüp bebek yöntemi(IVM): IVM, tüp bebek teknolojilerinde çığır açan önemli ve yeni bir yöntemdir. Tıbbi olarak ispat edilmiş, güvenilir bu yöntem sayesinde dünyada şuan anda doğan 1000 üzerinde bebek vardır. Bu bebeklerde herhangi bir sağlık sorunu ve genetik bir probleme de rastlanmamıştır. IVM, dünyada az sayıda saygın merkezde uygulanmaktadır. Üst düzey bir teknoloji, profesyonellik, yoğun uğraş ve sabır gerektirdiği için tüm merkezlerde henüz yoğun uygulamaya geçmemiştir. Tanım olarak; herhangi bir yumurtlama tedavisi için uygulanan enjeksiyonlar verilmeksizin, yumurtalıklardan ufak yani olgunlaşmamış yumurtaların alınıp laboratuvar koşullarında olgunlaştırılması, (bu aşama 24-48 saat almaktadır) olgunlaşan yumurtalara mikroenjeksiyon yöntemi ile spermin enjekte edilmesi sonucu, embriyoların elde edilerek transferi anlamına gelmektedir.

IVM tekniği ile elde edilen embriyolar, aynen normal tüp bebek tekniklerinde olduğu gibi, genetik tanı yani PGD ile analiz edilebilmekte, ileri evre transfer yani blastosist transferi yapılabilmektedir. Ayrıca tedaviden artan embriyolar daha sonra kullanılmak üzere saklanabilmekte yani dondurulabilmektedir.

Ko-Kültür yöntemi: Ko-kültür, embriyo gelişimini destekleyen ek bir besi ortamıdır. Bu yöntemde, yumurta ve spermin döllenmesinden embriyonun gelişimine ve anne rahmine yerleştirilmesine kadar embriyo, laboratuvarda özel sıvılar içerisinde geliştirilmektedir. Bu sıvılar anne rahmi ve tüplerdeki sıvıları taklit eden niteliktedirler. Ko-kültür vasatı ek bir besi ortamı olarak embriyonun gelişimine salgıladığı büyüme faktörleri ile katkıda bulunmaktadır. Böylece daha kaliteli embriyolar elde edilerek gebelik şansı yükseltilmektedir.

Gebelik aşısı: Anne rahminin gebeliği kabul edecek şekilde bağışıklık sistemi ile hazırlandığı yöntemdir. Anne adayından alınan kandan "lenfosit" denilen kan hücreleri ayrıştırılmaktadır. Bu hücreler özel kültür sıvılarında CRH hormonunun desteği ile özel işlemlere tabi tutulmaktadır. Elde edilen sıvı, embriyo rahme yerleştirilmeden 1-2 gün önce ya da bazı vakalarda aynı gün rahim içine verilmektedir. Bu yöntem ile rahim içi bağışıklık sistemi üzerinden embriyoyu daha kolay kabul eder duruma gelmektedir ve böylece embriyo daha kolay gebelik oluşturacak şekilde tutunmaktadır.
Embriyoya genetik analiz yapılması: Bu yöntemde, embriyolar rahme yerleştirilmeden önce genetik açıdan değerlendirilmektedir. Böylelikle sağlıklı embriyolar seçilerek transfere götürülmektedir. Genetik analiz her vaka için uygun ve gerekli değildir. Bu nedenle çiftlere iyi bir bilgilendirme ile sunulmalıdır.

ERA testi: Rahim içinin embriyoyu kabul etme potansiyelinin saptanarak tedavinin planlanmasıdır.
Embriyo gelişiminin takip edilerek transfer için ideal embriyonun seçilmesi yöntemi: Embriyonun gelişimi video kayıt sistemi ile sürekli izlenerek, bölünme hızı ve hücre yapısına göre değerlendirilir ve gebelik şansı en yüksek embriyo seçilir. Bu sistem embriyonun genetiği hakkında da bilgi verdiği için oldukça önemlidir. Değerlendirmeyi yapan ekibin bu konuda eğitimli ve deneyimli olması gerekmektedir.

0 yorum

Yüksek Tansiyon Belirtileri Ve Nedenleri

Çoğunlukla yaşlılar tarafından yaşanan tansiyon rahatsızlığı uzun tedavi gerektiren bir hastalıktır. Özellikle yüksek tansiyon oldukça yaygın olarak görülmektedir. Aşırı kilo, ilerleyen yaş ve dengesiz beslenme yüksek tansiyon nedenleri arasında yer alır. Yüksek tansiyon belirtileri, farklı rahatsızlıklar ile benzer belirtilere sahiptir.

Yüksek tansiyon belirtileri arasında öncelikli olarak baş dönmesi, bulantı ve baş ağrısı yer almaktadır. Yüksek tansiyon rahatsızlığı grip ve üst solunum yolları rahatsızlıkları ile ilk safhasında aynı belirtileri göstermektedir. Hastalar genel olarak bir salgına yakalandıklarını düşünebilirler. Ancak sadece mevsim değişimlerinde değil, farklızamanlarda da bu belirtiler gözlendiğinde farkına varırlar.

Yüksek tansiyon çoğunlukla belirtilerini çok ilerleyen safhalarda gösterir. Bu nedenle yüksek tansiyon rahatsızlığı erken teşhis edilemeyen rahatsızlıkların başında gelir. Diğer bir belirti ise kalp ağrısıdır. Bu belirti hastanın hemen doktora gitmesini sağlar. yüksek tansiyon sürekli kontrol altında tutulması gereken bir rahatsızlıktır. Tanı konulduğunda öncelikli olarak hayat düzeni değiştirilmelidir. Doktorun önerdiği diyet listesine uyum sağlanmadır. Yüksek tansiyonun en tetikleyicileri arasında besinler yer almaktadır. Tuz tansiyonu yükselten en önemli besindir. Tuzun yanı sıra kırmızı et tüketiminin de azaltılması önemlidir. Diyet listesinde yer alan tüm besinlerin önerilen düzeyde tüketilmesi ve tansiyon ilaçlarının doğru kullanılması şarttır. Ayrıca stres yüksek tansiyona sebep olmaktadır.

Yüksek tansiyon belirtileri ne yazık ki erken teşhis imkanı sunmamaktadır. Ancak ortaya çıkabilmesi için her yıl düzenli olarak sağlık kontrolünden geçmek gerekmektedir. Tansiyon rahatsızlığı ilerleyen yaşlarda gözlense de erken yaşta ancak kontroller sayesinde meydana çıkabilmektedir. Ömür boyu rahatsızlık olarak görülen tansiyonun en büyük düşmanı ise düzenli spor yapmaktır. Çoğu rahatsızlığa neden olan sigara ve alkol alışkanlığı yüksek tansiyon hastalığında da tetikleyici olarak görülmektedir. Bu nedenle tansiyon rahatsızlığı olan kişilerin bu kötü alışkanlıklardan vazgeçmesi önemlidir. 45 yaş üzeri kişilerin sadece tansiyon rahatsızlığı tanısı konduğunda değil, konmadan önce de diğer hastalıklardan korunmak için yeme ve içme alışkanlıklarına, düzenli olarak egzersiz yapmaya önem vermeleri önemlidir. Her hastalığın en önemli ilacı erken teşhistir. Düzenli olarak sağlık kontrolü yapmak hayat kurtarır.
0 yorum

Kalbe İyi Gelen Yiyecekler Nelerdir

Kalp hastalıkları yüzünden her yıl dünyada ve ülkemizde ölüm oranları diğer hastalıklara oranda kat kat fazla. Bu hastalık kişinin beslenme alışkanlıkları nedeniyle ortaya çıkıyor. Hızlı yaşam koşullarına bağlı olarak değişen yemek alışkanlığı içine trans yağlar, rafine şeker ve doymuş yağ içeren gıdalar çok fazla girdi. Bu nedenle her geçen gün kalp ve damar hastalıkları hızla artıyor. Ancak bu hastalıktan korunmak için kalbe iyi gelen yiyecekler tüketilebilir.

Kalp hastalığı olan ya da olmayan kişiler sağlıklı beslenme listesi ve bağlı kalınacak diyet programları ile herkesin hayatı kaliteli bir şekilde düzenlenebilir. Kalbe iyi gelen yiyecekler genelde kan basıncını azaltan potasyum içeren, omega 3 yağ asidi içeren balıklar, yulaf gibi lif içeriği olan gıdalar, ceviz ve ketem tohumu gibi besin kaynaklarından oluşuyor.

Kalp Sağlığı İçin Önerilen Besin Kaynakları

Kuruyemiş: Omega 3 yağ asidi bakımından zengin kaynaklardan olan keten tohumu, kabak çekirdeği, ceviz ve bunun gibi besinler balık tüketmeyi sevmeyen kişiler için en iyi alternatiftir. Yemişlerde lif bulunur ve lifler kan basıncını düşürerek kan şekerindeki ani düşüşleri de engeller. Kan şekeri düştüğündeki aşırı yemek yeme isteği kaybolur. Bu nedenle yemiş tüketenler açlık hissini kolayca kontrol altına alabilir.

Balık: Omega 3 yağ asidi bulunan somon ve ton balığı kalp sağlığı için oldukça ideal yiyecekler. Kalp ve damar sağlığını korumak adına omega 3 trigliserid düzenini azaltır ve bunu bağlı olarak damar çeperinde tıkanıklığa yol açan oluşumlarını engeller. Ayrıca kan basıncını da düşürür. Günde en az 2 öğün balık tüketmek uzmanlar tarafından kalp sağlığını
korumak için önerilir.

Yulaf: Yüksek tansiyona sahip olanlar kalbe iyi gelen yiyeceklerden olan yulaf gibi besinleri tüketebilir. Aynı zamanda yulaf kolesterolü de düşürür ve A vitamini bakımından zengindir. Kan şekerinin düşmesini engelleyen yulaf yemeklerden sonra tokluk hissinin uzun bir süre kalmasını sağlar.

Potasyum: Meyve ve sebzelerde yer alan potasyum bir mineraldir. Kan basıncını etkili şekilde düşürerek kalbi korur. Tuzla birlikte alınan ve vücutta su tutulmasını sağlayan sodtum mineralinin tersine hareket eder ve fazla su tutulmasını engeller. Yoğurt, patates, muz ve biberde çok sayıda bulunur.


Kalbe Zararı Dokunan Besin Kaynakları

Rafine beyaz un: Aşırı insülin salgılatır ve kan şekerini yükseltir. Bu nedenle kepekli tahıllar ve buğday unu tercih edilmelidir. Bu unlar lif bakımından da zengindir. Özellikle keki cips, gofret ve börek gibi gıdaları az tüketmek kalbe iyi gelecektir.

Tuz: Aşırı tuz tüketimi kan basıncını yükseltir ve bu nedenle kalbi zorlar. Gün içinde yaklaşık yarım çay kaşığından fazla tuz tüketmek kalbe zarar vermektedir.

Bunun dışında kalbe zarar veren yiyecekler:

  • Tam yağlı süt
  • Tam sağlı süt ürünleri
  • Yağlı etler
  • Beyaz undan yapılan tüm besinler
  • Aşırı tuzlu besinler
0 yorum

Sedef Hastalıgı Ve Tedavi Yöntemleri

Sedef hastalığı nedir dendiğinde ilk akla gelen derideki kabuklaşmadır. Sedef hastalığı bir deri hastalığıdır. Yaygın bir hastalık olan sedef hastalığı cildin her noktasında görülebilmektedir. Sedef hastalığı sadece belirli noktalarda meydana gelebileceği gibi tırnaktan saç derisine veya ayak tabanına kadar her noktada baş gösterebilir. Sedef hastalığı nedir, neden kaynaklanır konusundaki soruların nedeni deride oluşan deri dökülmelerinin sedef hastalığı olup olmadığını anlamak adına sorulmaktadır. Sedef hastalığı halk arasında karaciğer kaynaklı olduğu söylense de, sedef hastalığı sadece cilt hastalığıdır ve başka bir organdaki rahatsızlık ile hiç bir bağlantısı yoktur. 

Sedef hastalığı geçici olabildiği gibi kalıcı da olabilmektedir. 

Genel olarak görülme oranı %1 ile %3 oranındadır. Sedef hastalığının insan cildinde en sık görülen noktaları ise, diz kapağı, dirsek, bel bölgesi, saç derisi ve genital bölgedir. Sedef hastalığı, ilk evrede egzama ile karıştırılabilmektedir. Sedef kırmızılaşmış deri üzerinde beyaz kabuklaşma olarak görülür. En sık görülen formu bu kabuklaşmalı sedef olmasının dışında sadece kırmızılık üzerinde sivilceye benzeyen iltihaplanma olarak da görülmektedir. Sedef hastalığı genetik olabilen bir rahatsızlıktır. Sedef hastalığı genç yaşlarda daha sıklıkla görülebilmektedir. Özellikle 20 ile 40 yaş arası en sık görülen dönemidir.

Sedef rahatsızlığı bazı tetikleyiciler ile daha uzun süreli ve daha yoğun yaşanabilmektedir. En önemli faktörlerin başında stres ve psikolojik etkenler yer almaktadır. bunun dışında güneş ışığı da sedef hastalığının derecesini arttıran bir etkendir. Farklı bir hastalık için kullanılan ilaçlar nedeni ile sedef hastalığı baş gösterebilir. Sedef görülen kişinin öncelikle olarak doktor kontrolünden geçmesi gerekir. sedef rahatsızlığını arttıran bazı besinler nedeni ile doktorlar bazı besinlerin tüketimini en aza indirir veya tüketilmesinin uygun olmadığını belirtirler. Sedef hastalığı genetik bir rahatsızlık olabilmesi nedeni ile, daha önce ailede sedef hastalığı olması neden olarak bilinmektedir.

Sedef hastalığı nedir dendiğinde ciltte kaşıntıya neden olan kırmızı benekler halinde oluşan derinin soyulması ve iltihaplanması ile baş gösteren cilt hastalığıdır olarak açıklanabilir. Her deri hastalığı sedef hastalığı değildir. Bu nedenle herhangi bir tedavi uygulanmadan önce doktora danışılması şarttır.
0 yorum

Ülsere İyi Gelen Yiyecekler Nelerdir

Mide zarında ya da dokusunda oluşan tahriş olmaya elverişli açık yaralara mide ülseri denir. Ülser baş ağrısı, kurma, mide bulantısı ve karın ağrısı şikayetleri ile kendini belli eder. Dünya üzerinde milyonlarca insanın sorunu olan bu hastalık doktorun verdiği ilaçlarla hafifletilebilir. Bunun dışında iltihaplı yaraya zarar verecek yiyeceklerden kaçınarak ve yaranın iyileşmesini hızlandıracak yiyecekler tüketerek bu rahatsızlıktan kurtulabilirsiniz. Ülsereiyi gelen yiyecekler için genellikle K vitamini içeriği bakımından zengin olan gıdalar, lifli besinler, meyve ve sebzeler önerilir.


Mide Ülserine Faydalı Besin Kaynakları

Lifli Gıdalar: Lifli gıdalar tüketildiğinde sindirim sırasında gıdaların parçalanması için salgılanmakta zorunlu olan hidroklorik asidi kontrol altında tutulur ve ülser yaraları bu sayede bu asit nedeniyle tahriş olmaz. Besin lifi açısından zengin meyve, tam tahıllı ekmekler ve sebzeler ülser belirtilerini hafifletir ve ülserin genişlemesini engeller.

K Vitamini: Ülser tedavisi için gerekli olan vitaminler arasında ilk sırada yer alan K vitamini açık yaraların kanamasını önler ve yaranın bulunduğu mide zarını iyileştir. Ülser tedavisi sürecini kısaltmaya yardımcı olan K vitamini bakımından zengin besinler:
  • Lahana
  • Ispanak
  • Avokado
  • Kuşkonmaz
  • Soya
  • Aspir yağı
  • Yonca
  • Çavdar unu
Flavonoidler: Flavonoid içeren yiyecekler ülseri önler. Bunun dışında yaraların iyileşmesine yardım eder. Peptik ülser oluşumundan sorumlu olan helicobacter pylori bakterisinin çoğalmasını engeller. Flavonoidler bakımından ülsere iyi gelen yiyecekler:
  • Sarımsak
  • Soğan
  • Kereviz
  • Elma

Mide Ülserine Zararlı Olan Besin Kaynakları

Yağlı Yiyecekler: Doymuş yağ içeren gıdalar mide ülserini şiddetlendirebilir. Genel anlamda kızartma ürünlerinde kullanılan trans yağlar nedeniyle mide ülseri olanların hastalığı artabilir. Trans ve doymuş yağ içeren gıdaların sindirimi zorlaması söz konsudur ve sindirim sisteminin gıdaları parçalamak için daha fazla mide asidi salgılar. Bu nedenle fazla yağ asidi açık ve iltihaplı yaraları tahriş ederek büyümesine yol açar.

  • Yumurta
  • Süt ürünleri
  • Tavuk kanadı
  • İşlenmiş etler
  • Fastfood ürünleri
  • Patates cipsi
  • Krakerler
  • Pastane ürünleri
  • Sığır eti
Alkol: Aşırı alkol tüketiminin ülser belirtilerini şiddetlendirebileceği bilinmektedir. Alkol ve ülser arasındaki bağ bilimsel olarak kanıtlanmamıştır ancak alkol tüketen kişilerde daha çok mide ülseri görülmektedir. Alkol aynı zamanda ülser yaraları bulunmayan midelerde de mide astarına zarar verip tahrişlere neden olabilir.

Kafein: Kahve ile ilişkilendirilen kafein yeşil çay, siyah çay ve kolalı içeceklerde de bulunur. Mide asidi üretimini arttırıp ülser belirtilerinin şiddetlenmesine neden olan kafein yaraların tahriş olmasına da neden olabilir.

Ülsere iyi gelen yiyecekler ve uzak durulması gerekenler hakkında bilgi sahibi oldunuz. Ancak tamamen kızartmayı ve sodyumu hayatınızdan çıkararak da kendinizi tedavi edebilirsiniz. Midenizi yormayacak haşlama tarzı besin kaynakları ile hastalığın üstesinden rahat bir şekilde gelebilirsiniz.
0 yorum

Tansiyon Nasıl Düşürülür

Özellikle yüksek tansiyon en yaygın olan hastalıklardan biridir. Yaş ilerledikçe kendini daha sık gösterir. Yüksek tansiyon hastalarının yediklerine oldukça dikkat etmesi gerekir. Tansiyonu yükselten diğer bir etken ise strestir.  Dünya üzerinde kabul edilmiş normal tansiyon ölçüleri küçük tansiyon 8 büyük tansiyon ise 12 dir. Bu birimler arasında çıkan tansiyona normal tansiyon adı verilmektedir. 


Tansiyon nasıl düşürülür veya düşük tansiyon nasıl yükseltilir konusunda ilaç yöntemleri dışında bitkisel çözümlerde bulunmaktadır. Tansiyon nasıl düşürülür denildiğinde öncelikli olarak yükselmesini engellemek için önlemler almak gerekmektedir. Tansiyon rahatsızlığı olan kişinin doktor kontrolünde yeme ve içme alışkanlıklarını düzenlemesi şarttır.

Özellikle kızartma gibi yağlı yiyecekler, hamur işleri, kırmızı et, sakatatlar, şekerli yiyecek ve içecekler tansiyonun yükselmesine neden olmaktadır. Bu besinlerin belirli düzeyde tüketilmesi gerekmektedir. Tansiyon problemi olan kişilerin stresten uzak durmaları, yürüyüş yapmaları olumlu yönde etkilidir. Tansiyon rahatsızlığı boyunda kireçlenme, beyne giden damarlarda tıkanıklık gibi ciddi hastalıklara neden olabilmektedir. O nedenle dikkat edilmesi ve önemsenmesi gereken bir hastalıktır. 

Tansiyon düşürmek için ilaçların sadece tansiyon yükseldiğinde değil, doktorun önerdiği ölçü ve zaman aralıklarında düzenli olarak kullanılması şarttır. Tansiyon ilaçlarının yanı sıra bitkisel çaylar ve besinlerde tüketilebilir. Genel olarak yüksek tansiyon düşürmede etkili olarak bilinen sarımsak aslında tansiyon düşürmez, sadece tansiyonu dengeler. Yani tansiyon aşağı da düşmez, daha fazla yukarıda çıkmaz. Aynı şekilde soğanda tansiyon dengeleyici özelliğe sahiptir.

Tansiyon nasıl düşürülür konusunda bir diğer etkili yöntem ise tansiyon yükselmeye başladığında kolların dirseklere kadar soğuk suya tutulmasıdır. Bu tansiyonun en az 2 derece düşmesini sağlar. Kızartma türü besinlerden uzak durulması, bol bol sebze ve meyve tüketilmesi kan basıncının yükselmesini önler bu da tansiyon konusunda problem yaşamamaya yardımcı olur. Tansiyon rahatsızlığı kilolu kişilerde, şeker hastalığı bulunan kişilerde sıklıkla görülür. Fazla kilosu olan kişilerin rahatsızlığı kontrol altına almak için zayıflaması ve düzenli olarak spor yapması gerekmektedir. Tansiyon rahatsızlığı yaygınlığının en büyük nedeni ağır gıdalara olan düşkünlüğümüz ve stres olarak bilinmektedir. Bol meyve ve sebze tüketmek tüm sağlık sorunları için dengeleyici besinlerdir
0 yorum

Mide Ekşimesine İyi Gelen Yiyecekler

Ağır yemeklerden sonra mide ekşimesi yaşıyorsanız beslenme alışkanlığınızda bir takım değişiklikler yaparak mide ekşimesini en aza indirgeyebilirsiniz. Fakat hafif bir yemek yedikten sonra bile mideniz ekşiyorsa ya da haftada 2 veya 3 gün gibi sürelerde mide ekşimesi sorunu yaşıyorsanız gastrit ve reflü gibi hastalıkların belirtisi olarak bu durumla karşılaşmış olabilirsiniz. Erken teşhisin önemli olduğu reflü ya da gastrit hastalığını doğru beslenerek kısa sürede yenebilirsiniz. Ara ara yalanan mide sorunlarının çözümü için mide ekşimesine ne iyi gelir konusunda sizin için bir araştırmak yaptık. Detaylarını aşağıda görebilirsiniz.


Mide Ekşimesine Yol Açan Besin Kaynakları

Mide asidi üretimi yavaşladığı zaman mide ekşimesi oluşur. Gıdaların parçalanması için mide asidinden yardım alan vücudumuz normal şartlarda bu asidi mide zarından dışarı çıkarmaz. Ancak normalden fazla asit üretimi yapıldığında mide asidi yemek borusundan yukarı çıkabilir. Yemek borusu mide asidi için yaratılmamıştır. Bu nedenle bir zaman sonra tahrişler oluşacak ve canınızı yakacaktır. Göğsünüzde bir ağrı ya da yanma hissi yaşıyorsanız doktora başvurmalısınız.

Mide zarı ülser nedeniyle hasar görmüşse de aynı sorunu yaşabilirsiniz ve ülser hastaları mide ekşimesi ile bu yüzden çok sık karşılaşır. Ara ara mide asidi üretimiz arttığı için sindirimi zor olan gıdalardan uzak durmalısınız. Ağır ve yağlı yiyeceklerden uzak durmalısınız. Bunun dışında aşağıda listelenen yiyecek ve içecekleri tüketmemelisiniz.
  • Portakal
  • Greyfurt
  • Kahve
  • Çikolata
  • Nane
  • Alkol

Mide Ekşimesine Çözüm

Mide ekşimesi yaşıyorsanız aşağıdaki uygulamaları deneyerek sorundan uzak kalabilirsiniz.
  • Sırt üstü yatmak yerine oturur pozisyonda dik bir şekilde ayaklarınızı uzatın.
  • Yemek sonrası çay ve kahve içmeyin.
  • Yemekten sonra tatlı yemeyin.
  • Mide ekşimesi hissettiğinizde bir parça ekmek tüketin.
  • Uzun süre sakız çiğnemeyin.
  • Yemekten sonra biraz egzersiz yapın.
  • Mide ekşimesi geçene kadar sigara içmeyin.
  • Ilık zencefil çayı tüketerek midenizi rahatlatın.
  • Uyurken ekstra yastık kullanın.

Mide Ekşimesinden Nasıl Uzak Durulur?

Mide ekşimesine iyi gelen yiyecekler nedir sorusu yerine mide ekşimesi için ne tüketilmemelidir sorusunu sormalıyız. Çünkü mide ekşimesi otomatik olarak yedikleriniz ile alakalıdır. Kendinizi bu mide rahatsızlığından soyutlamak isterseniz bir takım sevilen yiyeceklerden uzak durmanız gerekir. Bu sayede belli bir süre içindir. Mide ekşimesinden tamamen kurtulduğunuzu düşündüğünüzde tekrar bir takım besinleri tüketebilirsiniz.
  • Öğünlerinizi küçülterek öğün sayınızı arttırın.
  • Aşırı yağlı yiyecekler tüketmeyin.
  • Aşırı baharatlı yemekler tüketmeyin.
  • İçeriğinde kafein bulunan içeceklerden uzak durun.
  • Kola tarzı gazlı içeceklerin hepsinden uzak durun.
  • Çikolata yemeyin.
  • Cips tüketimini ve kraker tüketimini azaltın.
  • Asitli meyveler tüketmeyin.
Yukarıda bahsedilen konular üzerinde yoğunlaşırsanız. Kısa sürede mide ekşimesinden kurtulabilirsiniz. Bu durumda mide ekşimesine ne iyi gelir sorusuna cevabımız, midenize ağır gelen ve mide asidini arttıran yiyeceklerden uzak durmaktır.
0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI