işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

Küçük Göğüsler Yağ Dokusuyla Büyüyor

Küçük göğüslerinden kurtulmak isteyen kadınların sayısı her geçen gün artıyor. 

Silikonun estetik başarısına rağmen bazı kadınlar, bedenlerindeki yabancı bir cisme alışamamaktan korkuyor. Bel, basen ve karın bölgesinde bulunan fazla yağlar, küçük göğüsleri büyütmek için yapılan estetik operasyonlarda dolgu maddesi olarak kullanılıyor.

Estetik Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Metin Kerem, eskiden yağ alma işlemleri sonrasında atık olarak görülen yağ dokularının, günümüzde estetik ve rekonstrüktif cerrahide öneminin giderek arttığını belirtiyor.

Yağ ve kök hücrelerinin harmanlanmasıyla oluşturulan doğal dolgunun; yüzdeki derin kırışıklıkların, çukurların ve yara izlerinin doldurulmasında, popo ve bacak biçimlendirmede ve göğüs büyütmede kullanıldığını söylüyor. Yağ dokusunun, göğüs büyütmek için silikon protez istemeyen hastalarda, alternatif bir hacim kaynağı olduğunu sözlerine ekliyor.

Kimlere Uygulanıyor?
Op. Dr. Metin Kerem, göğüs estetiğinde yağ enjeksiyonu için uygun adayların genellikle genç, göğüsleri küçük ama sarkmamış olan, vücudunda yeterince fazla yağ bulunabilecek kişiler olduğunu belirtiyor. İdeal yağ dokularının ise istenmeyen fazlalıkların toplandığı, bel, basen ve karın bölgesinde bulunduğunu söylüyor. Yağ enjeksiyonu sonuçlarının, protez uygulamasına göre daha mütevazi olduğunu, enjekte edilen yağın yaklaşık % 40’nın zaman içinde eridiğini, kişiye göre bu rakamın değiştiğine dikkat çekiyor.

Op. Dr. Metin Kerem
Nasıl Uygulanıyor?
Op. Dr. Metin Kerem, bu yöntemin “sedasyon” adı verilen hafif bir anestezi türü ile yapıldığını, yağın alındığı ve verildiği bölgelerde kesikler olmadığını belirtiyor. Kapalı cerrahi yöntemi uygulandığı için bölgede hiçbir iz olmadan bir saat gibi kısa bir sürede tamamlandığına değiniyor. Hastanede yatmayı gerektirmeyen bir uygulama olduğunu, ertesi gün kişinin işine gidebileceğini sözlerine ekliyor.

Op. Dr. Metin Kerem, meme büyütmek için silikon protezler ve yağ enjeksiyonu dışında tıbben kabul edilen hiçbir yöntem bulunmadığını söylüyor. Bu yöntemler dışında yapılan denemelerin hem para hem de zaman kaybı olduğuna değinerek, memenin içine bir şey koymadan büyüyemeyeceğinin altını çiziyor.


0 yorum

Doğru Zannederek Yaptığınız Yanlışlar

Cildinizi Korumak İçin Doğru Zannederek Yaptığınız Yanlışları Biliyor muydunuz?

Cildinizi korumak adına anneannelerinizden kalan fikirler her zaman işe yaramayabilir. Hisar Intercontinental Hospital Dermataloji Bölümü Uzmanı Dr. Funda Ataman’dan doğru bilinen yanlış uygulamaları öğrendik.

Parmaktaki dolamaya soğan bağlamak…
Parmakta dolama, çoğu kez tırnağı derin kesme, şeytan tırnaklarını koparma, temiz olmayan işlerle uğraşma sonrası ortaya çıkan deri enfeksiyonudur. Bu enfeksiyonlarda soğan pişirip bağlama adeti vardır. Bunun bilinen bir yararı olmadığı gibi; soğandan ikincil bir enfeksiyon kapma riski vardır. Antibiyotik kullanımı ve iltihabın boşaltılması doğru tercihtir.

Güneş yanığına yoğurt sürmek…
Güneş yanığında yoğurt sürmenin deriye serinlik hissi vermesi dışında bilinen bir etkisi yoktur. Doğrusu yanık merhemlerinin sürülmesi ve soğuk uygulamadır.

Yanıklara diş macunu sürmek…
Evdeki ufak tefek kaza yanıklarında diş macunu sürmenin hiçbir yararı yoktur. Aksine ciltte tahrişe neden olur. Bunun yerine yanıklara uygun merhemler kullanılmalıdır.

Açık yaralara tütün basmak…
Açık yaralara tütün basmak hiçbir yarar sağlamayacağı gibi ölümcül enfeksiyonlara yol açabilir.

Siğillere incir sütü sürmek…
Derinin tahrişine ve kötü izlere neden olur. Bunun yerine siğil ilacı kullanmak, siğilleri dondurmak (kriyoterapi) ya da yakmak (elektrokoterizasyon) doğru bir uygulama olacaktır.

Ödemli bölgeye sülük yapıştırmak…
Ödemli deri bölgelerine sülük yapıştırmak, Anadolu’da her yıl çok sayıda ağır enfeksiyona neden oluyor, bazen hayati riskler ortaya çıkıyor.

Derideki morluk ve şişliklere çiğ et yapıştırmak…
Çarpma, vurma sonrası oluşan deri morlukları ve şişliklerine çiğ et yapıştırmak hem faydalı değil hem de çiğ etten bulaşabilecek hastalıkları düşünmek lazım.

Ağızdaki aftlara rakı sürmek…
Ağızdaki aftlara rakı sürmenin bir faydası yok.

Saçkırana sarımsak, tuz ve sirke kullanmak…
Saçkıranda sarımsak, tuz, sirke ile kıl kaybı olan bölgeyi ovmak. Saçkıran çoğu kez kendiliğinden düzelir. Saç köklerini kaplayacak şekilde tahriş edici maddeleri sürmek kalıcı kıl kaybına neden olabilir.

0 yorum

Gölgeniz sizden uzunsa güvendesiniz

Bronz ten artık estetiğin ve sağlığın değil, gelecekteki cilt kanserinin davetiyesi olarak görülüyor! Bu nedenle günümüzde güneşlenmek, bronzlaşmak, solarium OUT; güneşten korunmak, güneş koruyucu ve beyaz ten IN oldu! 

Güneşten korunmanın en etkili yolu güneş kremlerini bilinçli ve düzenli bir şekilde kullanmak. Güneş kremlerini tıpkı diş fırçalamak ya da e-maillerinizi kontrol etmek gibi gündelik hayatınızın bir parçası haline getirin. En az SPF 30 koruma faktör tercih edin. “Gölgenizin sizden kısaysa risk altındasınız” diyen Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Dermatoloji Uzmanı Dr. Deniz Koral, güneşten korunmayla ilgili şu bilgileri verdi:

20. yüzyılın başlarında bronz ten sağlıklı görünümün ve estetiğin simgesi iken 21. yüzyılda neredeyse güneşlenmek ve bronzlaşmak cilt kanseri, erken kırışma, lekelerdeki artma gibi olumsuzluklarla anılmaya başladı. Yani artık güneşlenmek, bronzlaşmak, solarium OUT; güneşten korunmak, güneş koruyucu ve beyaz ten IN oldu diyebiliriz!

Yeterli D vitamini sentezi için güneş altında çok uzun süre geçirilmesine gerek yok. Günlük 10-15 dakika güneş, D vitamin sentezi için yeterlidir. Aynı zamanda güneş koruyucu kullanmak D vitamini sentezini olumsuz yönde etkilemez. Uzun süre ve korunmasız bir şekilde güneş altında kalındığında cilt kanserinden güneş yanıklarına, lekelerden erken yaşlanmaya kadar pek çok sorun ortaya çıkar.

ÇOCUĞUNUZU GÜNEŞTEN KORUYUN!
Çocuklarımızı UV’den koruyalım. Hayatınız boyunca maruz kaldığınız UV ışınlarının yüzde 80'ini 18 yaşına kadar alırsınız. Çocuklarımızı güneşten korumak en az yüzde 80 deri kanseri riskini azaltır. Güneş yanığı, ultraviyole ışınlarının (UVA-UVB) yol açtığı sorunların başında gelir. En çok açık tenlileri etkileyen güneş yanığına, çocuklar ve yaşlılar daha duyarlıdır. Kişinin açık renkli bir cilde sahip olması da yanığın şiddetini artırır. Özellikle korunmasız olarak güneş altında uzun süre kalındığı zaman 2-4 saat içinde ciltte kızarıklık, 12-24 saat sonra ise su kabarcıkları gelişir.

GÜNEŞ YANIĞI 15 DAKİKADA OLUŞUR
Korunmasız ciltte 15 dakika gibi kısa bir sürede bile güneş yanıkları oluşabilir. Özellikle çocuklarda gelişen güneş yanıklarına karşı son derece dikkatli olunması gereklidir. Çocukluk döneminde geçirilen güneş yanıkları, ileriki yaşlarda oluşan cilt kanserinin en önemli nedenini oluşturur. Güneşli bir günün sonunda derisi hafif pembeleşen bir çocukta ertesi gün tam olarak gelişmiş bir yanık görülebilir. Bu nedenle daha fazla hasar oluşmasını önlemek için çocuğun gölgede ya da kapalı bir ortamda kalması sağlanmalı ve güneşe çıkması önlenmelidir. Çocuğa güneşten korunma yöntemleri anlatılmalıdır.

GÜNEŞ KORUYUCULAR NEYE KARŞI KORUR
1- Güneş yanığı ve bronzlaşma,
2- Fotoyaşlanma( kırışıklık, sarkma), güneş lekeleri,
3- Solar elastoz ve çocuklardaki nevus gelişimini azaltır,
4- Dudak uçuğu aktivasyonunu azaltır,
5- Aktinik keratoz ve epidermoid karsinom oluşumunu azaltır,
6- Melanom ve diğer deri kanseri olan bazalyomlarda da görülme sıklığını azaltır.

GÖLGEDE DE KREM SÜRÜN
Güneşten koruyucu ürün kullanıyor olmak güneş altında daha uzun süre kalınabileceği anlamına gelmez. Çünkü bu ürünler ultraviyole hasarını sadece azaltır, sanılanın aksine hasar riskini yok etmez.

Su yüzeyi, kum, kar ve beton güneş ışınlarını yansıttığı için bu alanların yakınında bulunanlar güneşin zararlı etkilerine daha fazla maruz kalır. Dolayısıyla doğrudan güneş altında değil, sadece gölgede bulunulan zamanlarda da güneşten koruyucu ürünler kullanılması büyük önem taşır

Güneş koruyucu ürünlerin UVB ışınlarının yanı sıra UVA’ya karşı da koruyucu özelliği bulunmasına dikkat edilmelidir. Bu nedenle parsol, mexoryl, titanium dioksid ve çinko oksid gibi maddeler içeren güneşten koruyucular tercih edilmelidir.

Ayrıca yüzme ve terlemeye yol açacak spor aktiviteleri öncesinde suya dayanıklı bir güneşten koruyucu tercih edilmelidir. Bizim ülkemizde yaşayan insanlar için en az SPF 30 koruma faktörlü bir güneş koruyucu seçilmelidir.

2 SAATTE BİR TEKRARLAYIN
Koruyucu krem, güneşe çıkmadan 30 dakika önce sürülmeli ve her 2 saatte bir mutlaka tekrar edilmeli. Terleme ya da yüzme sonrasında bu süre dikkate alınmadan koruyucu yenilenmelidir.

Öncelikle yeterli bir koruma sağlayabilmesi için güneş koruyucusunun santimetrekare başına 2 mg sürülmesi gerekiyor. Yani yüz, boyun ve tek kol için her bir alana yarım tatlı kaşığı; gövde, ön yüz, arka yüz, tek bacak birer tatlı kaşığı.

NASIL GÜNEŞLENMELİ
Pek çoğumuz özellikle tatilde bronzlaşmak uğruna saatlerce güneş altında kalıyoruz. Bronzlaşma sağlığa değil, ciltte güneş hasarının oluştuğuna işaret eder. Güneşe adım adım çıkılmalıdır. Açık ve buğday tenli kişiler özellikle ilk gün sadece 15 dakika güneşlenmesi, zaman içinde bu sürenin 1.5 saate uzatılması önerilir.

Esmer tenlilerin ise güneş altında 15 dakika kalmaları yeterlidir. Güneşin yol açtığı hasarlar en çok açık tenli kişilerde ortaya çıkar. Esmer tenlilerde cilt kanseri gibi hastalıkların gelişme riski, açık ve buğday tenlilere oranla daha azdır. Ancak bu, esmer tenlilerin güneşte daha fazla kalabileceği anlamına gelmez. Açık tenliler, çocuklar ve yaşlılar özellikle koruma faktörü SPF 30 ve üzeri olan ürünleri kullanmalıdırlar.

BULUTLU HAVADA DA KORUNUN
Çoğumuz sadece deniz kıyısı ve havuz kenarında bulunduğumuz zamanlarda ve yaz mevsiminde güneşten korunmamız gerektiğini düşünüz. Dolayısıyla sokağa çıkarken güneş koruyucusundan yararlanmayız. Oysa açık havada bulunduğumuz her an ultraviyole ışınlarına maruz kalırız. Plajlarda şemsiye altında oturmak yeterli korumayı sağlayamaz. Çünkü denizden, kumdan, sudan ya da betondan yansıyan ışınlar gölgede kalındığında da etkili olurlar. Ayrıca bulutlu, serin, rüzgarlı günlerde de ultraviyole ışınları yeryüzüne ulaşarak etkisini gösterir. Dolayısıyla korunma yöntemlerine sadece yaz aylarında ve güneşlenirken değil, her zaman önem vermek gerekir.

GÜNEŞTEN NASIL KORUNMALI?
Güneş koruyucu kullanımı diş fırçalama ya da e-mailleri kontrol etme gibi bir alışkanlık haline getirilmeli.
10.00-16.00 saatleri arasında güneşe çıkmamaya ve açık hava aktivitelerini mümkün olduğunca sınırlandırmaya özen gösterin
Gölgeniz sizden uzunsa güvendesiniz demektir.
Dermatoloji Uzmanı
Dr. Deniz Koral
Sadece gölgede durmak UV’yi yüzde 50-95 oranında azaltır.

PENCEREYE GÜVENMEYİN
Pencere camı 320 nm altındaki ışını absorbe eder; yani UVB’den korur ama UVA’dan koruyamaz.
Koruyucu giysi, gözlük ve geniş kenarlı şapka, korunmada çok önemli bir unsurdur. Sadece t-shirt, SPF 6 kadar koruma yapar.
En az SPF 30 koruma faktörlü bir güneş koruyucu tercih edin. Koruyucunuzu her 2 saatte bir yenileyin. Terleme ya da yüzme sonrasında güneşten koruyucunuzu tekrar sürün.

SU SERİNLETİR AMA KORUMAZ
Suyun verdiği serinlik hissi sizi aldatmasın. Çünkü güneş ışınları zararlı etkilerini su içinde bile gösterebiliyor. Dolayısıyla korunmasız bir şekilde suda bulunmamaya dikkat edin.

Güneşin cilt üzerinde meydana getirdiği zararın yüzde 80 ‘i 18 yaşına kadar geliştiğinden çocuğunuzun cildini korumak için küçük yaşlardan itibaren güneş koruyucu kullanmasına özen gösterin. Nevus sayısını ve melanoma ve non melanoma deri kanseri riskini azaltmış olursunuz.

0 yorum

Klostrofobikler neden Marmaray’ı kullanamıyor?

Asya ile Avrupa’yı denizin altından tünelle bağlayan “Asrın projesi” olarak ifade edilen Marmaray’da yolcu sayısı her geçen gün artarken bir kesim var ki onlar Marmaray’ı hiç kullanamıyor. 

Klostrofobi yani kapalı alan korkusu yaşayan kişiler kapalı alanlarda kaygı ve korkuya kapıldıkları için, bir kısmı boğazın altında bulunan Marmaray’ı kullanamıyor. Üsküdar Üniversitesi Feneryolu Polikliniği Psikiyatri Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Uğur Hatıloğlu bu kişilerin korku ve kaygılarını yenmedikleri sürece Marmaray’ı kullanamayacaklarını ifade ediyor.

Hastalığın tedavisinin mümkün olduğunu vurgulayan Hatıloğlu Klostrofobiye ilişkin şu değerlendirmelerde bulunuyor.

“Kapalı alan korkusu nedir?
Kapalı alan korkusu herkeste olabilir. Dar olanlarda kalamama gibi de kendini gösterebilir. Hastalık olarak tanımlamayabilmemiz için bazı kriterlerin olması gerekir. Her kapalı alandan korkanı hasta olarak tanımlamak doğru değil.

Belirtileri nelerdir?
Kişi kendini boğuluyor gibi hisseder, çarpıntı, terleme, bayılacak hissi ve baş dönmesi yaşar. Panik belirtileriyle ortaya çıkması hastalık için ayırıcı olur. Kişi bu durumun birkaç kere başına gelmesiyle korku yaşar ve aynı davranıştan kaçınmaya başlar. Her zaman bir erteleme, alternatif bulma arayışına girer.

Ben böyleyim demek doğru değil!
Kişilerin böyle rahatsızlıkları daha çok beyin MR’ı çekilme, yüksek yerde oturamama durumlarında ortaya çıkıyor. Kişi durumun kişisel özelliğinden kaynaklandığını düşünerek yaşamlarını ona göre planlıyor. Aslında bu bir fobi, kaygı bozukluğudur. Ben böyleyim deyip geçiştirmesi doğru değil.

Kişiler bu hali normalleri olarak kabul eder. Kişisel özellik gibi algılar. Bu korku çocukluktan başlıyor. Birden bire ortaya çıkmıyor. Bir yerlerde kapalı, kilitli kalma gibi hikâyeleri var bu kişilerin. Anne babaları çok evhamlı olan ve bir yerde kitli kalma yaşantısı olan kişilerde görülme sıklığı daha fazla.

Bu kişiler her türlü kapalı alana girmekten çekinirler mi?
Asansör, toplu taşıma araçları, sinema, sınıflar, evin bazı kısımları gibi yerlerde rahatsızlık duyabilirler. Bu kişiler daha çok çıkışa yakın yerleri tercih eder. Sinema salonlarında biletleri kapıya, çıkışa yakın yerler olur. Yanlarında birilerini götürürler. Güvenlik arayıcı davranışta bulunurlar. Güvenlik eşyaları taşırlar. Örneğin bir şişe su, nefes açıcı, mendil ya da bir kişi alırlar.

Klostrofobikler neden Marmaray’ı kullanamıyor?
Asansöre binemeyen kişilerin Marmaray’ı kullanması zor olabilir. Boğazın altında yer alan tüp kısmından geçiyor olmaktan çekinecekler ve kaçınacaklardır. Özellikle son günlerde birtakım aksaklıkların yaşandığı yönündeki haberler de bu kişilerin kaygı ve korkularını daha da artırıyor. Projenin yeni olması ve birtakım aksaklıkların yaşanması ister istemez kapalı alanda kalmaktan korkan kişileri olumsuz etkiliyor. Hafif sıkıntı yaşayanlar binebilir ancak ağır sorun yaşayanlar binemeyecektir.

Marmaray’ı kullanmak mümkün mü?
Kişide kaygı varsa başıma bir şey gelecek diye düşünür hep. Düşündükçe de gerginlik artar ve panik belirtiler ortaya çıkar. Kişi bu durumda kaygısını yenmeye çalışmalı. Dikkatini başka noktaya yönlendirmeli. Örneğin bir kitap okuyabilir, bir şey seyredebilir. Bu durumda doğru nefes almak çok önemli. Kaygıdan ötürü kişilerin nefes alışverişleri bozulabilir.

Hangi durumda ilaç tedavisi şart?
Panik ataklar hayatın vazgeçilmezi olduysa, kişi hiçbir şekilde kapalı alana giremiyorsa, ofis, bürolara giremiyorsa, günü azap gibi geçiyorsa ve de arkadaşlarıyla plan yapamıyorsa kişinin yaşam kalitesi düşecektir. Bu durumda tedavi kaçınılmaz. Kişi bu durumu ertelemeye giriyorsa ileride depresyon, panik bozukluk yaşayabilir.

İlaçsız tedavi de mümkün!
Mutlaka psikoterapi uygulanıyor bu durumda. İşlevselliği çok bozuksa ilaç tedavisi kullanıyor. Her durumda psikiyatrik tedavi de gerektirmeye biliyor. Hafif ve orta durumda olan vakalarda bilişsel davranış terapiyi bilen psikolog ile sorun aşılabiliyor.

Kapalı alan korkusu üzerine giderek geçer mi?
Korku ve kaygının üzerine gidilebilir. Örneğin Marmaray projesini kullanamayan birinin birden Marmaray’ ı kullanması doğru olmaz. Adım adım bu konuda duyarsızlaşmak gerekiyor. Öncesinde daha kısa tünellerden geçilebilir. Ben buradan çıkamazsam, boğulursam…vs. Aksi halde birden korkunun üzerine gidilirse travmaya dönme riski vardır ve giderek de tablo ağırlaşabilir. Benzer durumlarla karşılaştıkça da korku daha da pekişebilir. Ve korku o kişinin yanında arkadaş gibi kalır. Her şeyden kaçınır.

0 yorum

Anne ile bebek Ten Tene Temas etmeli

En modern kuvöz bile bebeğe, anne göğsünde olmak kadar “yoğun bir bakım” sağlamıyor. Güney Amerika’da geliştirilen, “skin-to-skin care” (ten tene temas ile bakım) ya da diğer adıyla kanguru bakımı anne ve bebek arasında sağlıklı sürecin kurulmasına olanak veriyor.

İstanbul Doğum Akademisi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Hakan Çoker TTT (ten tene temas) ile ilgili verdiği bilgilerde Prematür bebeklerin yoğun bakım servislerindeki bakımını iyileştirmek için Güney Amerika’da geliştirilen Ten Tene Temas (TTT) bakımının aslında doğal bir süreç olduğuna dikkat çekiyor.

Hakan Çoker konuya ilişkin yaptığı değerlendirmede; “Hastanelerde alışılageldiği gibi bebeğin doğar doğmaz kordonunun kesildiği ve başka bir odaya götürüldüğü uygulamalardan farklı olarak, basitçe bebeğin çıplak olarak annenin çıplak göğsüne yerleştirilmesi, kuru ve sıcak tutmak için battaniye ile örtülmesidir. İdeal olarak Ten Tene Temas’ın doğumdan hemen sonra veya kısa bir süre sonra başlaması ve bebeğin ilk emzirilmesi bitene kadar kesintisiz olarak anne göğsünde kalması gerekmektedir. Bebeği annenin elbisesi veya bir havlu üstüne koymak, giyinik ya da bir beze sarılmış haldeki bebeği anneye vermek ya da sadece yanak yanağa birkaç saniyeliğine anneyle bebeği buluşturma Ten Tene Temas değildir” dedi.

Dr. Keith Moore ve ekibi tarafından 2012 yılında yayınlanan 34 randomize kontrollü çalışmaya göre 3. ve 6. ayda sadece anne sütü ile beslenme oranının TTT yapılan bebeklerde 2 kat fazla olduğu tespit ediliyor. Çalışmada, TTT yöntemi uygulanan annenin, üçüncü günde meme ağrısının daha az olduğu ve üçüncü günde daha az endişe yaşadığı, bebeğin, ilk emzirmede daha etkili emdiği, 12 kat daha az ağladığı, kalp atışı, solunum ve vücut ısısının daha sabit olduğu ve kan şekerinde anlamlı bir yükseklik olduğunu sonuçları yer alıyor.
Kadın Hastalıkları ve
Doğum Uzmanı
Hakan Çoker

Doğumhanelerin ve ameliyathanelerin TTT'yi rutin bir uygulama haline getirmeleri yeni nesillerin sağlığı için önemli...

Dünya Sağlık Örgütü’nün 2003 yılından beri bebeğin kilosu, gebelik haftası, doğum şekli, klinik durumu ne olursa olsun tüm yeni doğanlar için TTT bakımı önerdiğine değinen Dr. Hakan Çoker, ailelerin bugün kendileri için TTT'yi talep etmeleri gerektiğini, en kısa zamanda doğumhanelerin ve ameliyathanelerin TTT'yi rutin bir uygulama haline getirmelerinin yeni nesillerin sağlığı için şart olduğunu belirtiyor.

İstanbul Doğum Akademisi bünyesinde verilen doğuma hazırlık kurslarında konuyu sık sık gündeme getiren Hakan Çoker anne ve baba adaylarına; “Doktorunuzdan veya ebenizden doğumdan hemen sonra, tıbbi acil bir sorun yoksa bebeğinizin doğrudan kucağınıza verilmesini ve ilk kontrollerinin de orada yapılmasını talep edin. Bakım adı altında başka bir odaya götürülmesi yerine mümkün olan en uzun süre kendi göğsünüzde kalmasını ve ilk emzirmenin de orada gerçekleşmesini isteyin ” tavsiyelerinde bulunuyor Bu yapıldığında bebeğin kendiliğinden memeyi bulduğunu ve emmeye başladığını söyleyen Çoker, “ Yeter ki talep edin ve bebeğinize bu yeteneğini göstermesi için fırsat ve süre tanıyın” dedi.

0 yorum

Lifli Yiyecekler Nelerdir

Lifli yiyecekler nelerdir sorusuna aranan cevaplardan önce bilinçli bir tüketici olmak için lif nedir ve neye yarar bunlardan bahsedelim. Lif bir enzim türüdür. Bağırsaklarda hareket eder ve kabızlık ve şişkinliği ortadan kaldırarak ani şeker düşüş ve yükselişlerinin dengelemektedir. Lif vücutta bulunması gereken bir besin aynı zamanda vücudun direnci ve sağlıklı çalışması için olmazsa olmazlar arasında bir gıdadır.


Lifli gıdalar kaç çeşittir?
Lifli yiyecekler nelerdir ve kaç çeşittir öncelikle çeşitliliklerinden bahsedelim.
Lifli yiyecekler suda çözünebilen ve suda çözünemeyen olmak üzere iki farklı guruba ayrılmaktadırlar. Bu iki farklı gurup ayrı ayrı sorunların tedavisine yardımcı olmaktadır. Suda çözüne bilen ve suda çözünemeyen lifli gıdaları şu yönden ayırmak mümkün. Suda çözüne bilen gıdalar adından da anlaşılacağı gibi suda çözünür ağız yoluyla alınan bu gıdalar bağırsaklara ulaştığında enzimler dolayısıyla jel kıvamına gelen bir maddeye dönüşür. Bu yapışkan madde adeta bağırsak sisteminizi yavaşlatmaya, tokluk hissinizi artırmaya ve böylece şeker oranını dengeleyerek az ve sık yemenize sebep olmaktadır. Bağırsak sistemini yavaşlattığı için bu diyet yapan hastalara pek önerilmez özellikle kabızlık sorunu yaşayanların suda çözünür lifli yiyeceklere ağırlık vermemesi önerilir.

Suda çözünebilen lifli yiyecekler nelerdir
Tam tahıllar yulaf arpa gibi tam tahıl besinler suda çözünür ve tokluk hissini artırır. günlük tahıl ihtiyacı yulaflı gıdalardan gevreklerden temin edilebilir. Keza kuru meyvelerde suda çözünebilen besinler arasındadır. Kuru erik, armut ve naranciye çeşitleri bu katagoride yer alır. Baklagillerde suda çözünebilen lifli gıdalardır. Sarı ve kırmızı mercimek, nohut, fasulye ve bakla lif barındıran besinler arasındadır.

Suda çözünemeyen lifli yiyecekler nelerdir
sorusunu yanıtlamadan önce kabızlık sorununuz, bağırsak hareketlerinde düşüş ve şişkinlik şikayetleriniz varsa suda çözünemeyen lifli gıdalar tüketmelisiniz. Çünkü bu besinler bağırsak yolu ile sindirimi artırır. bağırsak kasılmasına ve hareketlerine oldukça faydalı olan bu besinler bağırsaklarda çalışma hızını artırdığı için kabızlık ve şişkinlik sorunları olanların sıkça tüketmeleri gereken gıdalar arasında ilk sıralarda yer almalıdır. Suda çözünmeyen lifli yiyecekler nelerdir; öncelikle çiğ sebzeler bu kategoridedir. Çiğ salatalık, ciğ marul, karnabahar, lahana, havuç, brüksel lahanası, yeşil yapraklı sebzeler ve yeşil rengindeki biberde bu kategoride yer alır. Meyve olarak çekirdekli ve kabuklu meyveler bu alanda yer alıyor. 

Özellikle kabızlık sorunu yaşayanlara uzmanlar elma kabuğu öneriyorlar. Kabuklu elma yiyenlerin bağırsak hareketlerini artırdığı görülmektedir. Keza kiraz, üzüm, kayısı vb gıdalarda suda çözünmeyen lifli yiyecekler arasındadır. Tahıllı gıdalarda buğday ve çavdar ağırlıklı olarak tercih edilmektedir. Besinlerde lifli gıdalar ile beslenmek sadece bağırsak hareketlerine değil vücut için oldukça faydaları uzmanlar tarafından sıkça dile getiriliyor. Suda çözünebilen veya suda çözünemeyen herhangi bir lifli gıda tüketen kişilerin tüketmeyenlere oranla daha az kalp damar ve cilt rahatsızlıkları görüldüğü gözlemlenmektedir. 
0 yorum

Karbonhidratlar Hangi Besinlerde Bulunur

Karbonhidratların temel görevi vücudun ihtiyacı olan enerjiyi vermektir. Karbonhidratlar vücuttaki sindirim sistemi sayesinde kan şekerine dönüşür ve hücrelerin kendisini yenilemesine yardımcı olur. Eğer ki vücudunuza gereğinden fazla karbonhidrat aldı iseniz bu fazlalık karaciğerde depolanarak daha sonra kullanılır. Karbonhidratlar hangi besinlerde bulunur sorusunun cevabı için iki tip karbonhidrat tanınmalıdır. Basit karbonhidratlar meyvede, sebzede, sütte ve ürünlerinde bulunuyor. Kompleks karbonhidratlar ise ekmeklerde, simitlerde, nişastalı gıdalarda ve baklagillerde bulunuyor. Lifli yiyecekler denilen ürünler genellikle kompleks karbonhidratlardır. Gıda tüketimi yaparken ekstra şeker ilave edilecek olan gıdalardan uzak durmak gerekiyor. Çünkü ilave şeker her zaman vücutta deformasyona neden oluyor. Şeker ilavesi yapmak yerine kompleks karbonhidratları barındıran yiyecekleri tüketmek çok daha avantajlı ve sağlıklıdır.

Herkes karbonhidratların kilo aldırdığı konusunda hemfikirdir. Fakat bu önyargı yanlıştır. Çünkü karbonhidratlar vücut için gerekli olan vitamin ve mineralleri barındırıyor. Dengeli tüketildiğinde vücudun gerekli olan enerjisini sağlamak adına oldukça önemli ve yararlıdır. Özellikle başında beyaz ifadesi geçen hiçbir karbonhidrat tüketilmemelidir. Beyaz ekmek, beyaz şeker, beyaz pirinç kötü karbonhidratlar arasında yer alıyor. Besin değeri düşük olan bu besinlerin lifleri azdır. karbonhidratlar hangi besinlerde bulunur diye düşünüyor iseniz size detaylıca anlatacağım.

Sağlıklı Bir Yaşam İçin Karbonhidratlar Hangi Besinlerde Bulunur?
Özellikle iyi karbonhidratlar olarak sınıflandırılan sebzeler, meyveler, tahıllı ekmekler, esmer bulgur, pirinç, mercimek karbonhidrat olarak vücuda fayda sağlamaktadır. Kalori alma sıkıntınız var ise kilo vermek istiyor iseniz karbonhidrat kullanırken doğru besinleri seçmelisiniz. Mesela aldığını karbonhidrat kötü karbonhidrat sınıfında ise kilo alırsınız. Güne başlarken tam tahıllı besinler tüketmeye özen gösterin. Özellikle kahvaltılarınız yaparken müsli ya da şeker ilavesiz gevrek yiyebilirsiniz. Eğer kepek ekmek tüketmek isterseniz bu da doğru bir tercih olur. Beyaz ekmeği kesinlikle hayatınızdan çıkarın. Beyaz ekmek yerine tam tahıllı buğday ekmeğini tercih etmelisiniz. Kepekli makarna, kepekli pirinç, kepekli bulgur kilo aldırmayan sağlıklı karbonhidratlardır. Fasulye çeşitleri hem tokluk hissi sağlar hem de kilo vermenize yardımcı olur. Hem karbonhidrat hem de protein içeren fasulye karbonhidratlar hangi besinlerde bulunur sorusunun en doğru cevabıdır.

Diyet yaparken karbonhidratlardan uzak duruluyor. Karbonhidrat almayan vücut enerjisini sağlayamaz ve tempoya yenik düşer. Bu nedenle diyet yaparken karbonhidrat tüketimi önem taşıyor. Diyetisyenler dahi diyet için başvuran hastalarına günde 4-5 dilim ekmek tavsiye ediyor. Fakat bu ekmeğin beyaz ekmek olmaması önemli bir ayrıntıdır. Tam tahıllı ekmekler, kepekli ürünler diyet yapan insanların en önemli besinleridir. Lifli yapıları ile tokluk hissi veren bu yiyecekler aynı zamanda vücuda gereken tüm enerjiyi verir. Böylece aç kalmadan dengeli beslenerek kilo verebilirsiniz. Karbonhidrat tüketimi vücudun ihtiyacı olan besinleri depolayabilmesi için çok önemlidir. Sizde hem günlük hayatınızda hem de diyet yaparken karbonhidrat tüketmeyi ihmal etmeyin.
0 yorum

Kalori Saymadan Kilo Vermenin 10 Yolu

Kalori Saymadan Kilo Vermenin 10 Yolu
Kalori saymak yerine beslenmeyi öğrenip yaşam tarzınızda ufak değişiklikler yaparak kalıcı çözümler bulabilirsiniz. ART Tıp Merkezi Diyet ve Beslenme Uzmanı Simge Çıtak bunun için 10 adımlık bir rehber hazırladı!

1. Besin gruplarını öğrenin
Yediğiniz bir yemeğin 500 kalori olduğu bilmek size pek bir şey kazandırmaz. Önemli olan yediğiniz yemeğin hangi besin grubundan olduğunu bilmeniz. Bunu bilirseniz, günlük beslenmenizi ona göre ayarlayabilirsiniz. Diyelim ki günlük ihtiyacınız 1.500 kalori. 1.500 kaloriyi geçmeyecek şekilde tüm gün boyunca makarna yediniz. Doğru mu yapmış olursunuz? HAYIR!
Vücudumuzun tüm besin gruplarına farklı miktarlarda ihtiyacı var. Süt grubu, et grubu, ekmek grubu, sebze ve meyve grubu, yağ gruplarından kişiye göre değişen oranlarda her gün almalıyız. Denge herkes için aynıyken, yeterlilik kişiye göre değişir.

2. Yediğinizin yarısını yiyin
Özellikle dışarıda yemek yediğinizde, porsiyon miktarları sizin kontrolünüzde değildir ve siz de o anda doyup doymadığınızı düşünmeden önünüze gelen bütün yemeği yersiniz. Bu nedenle yarım porsiyon ısmarlamayı alışkanlık haline getirin ya da yanınızdaki kişiyle yemeğinizi paylaşın. Evde yemek yerken de her zaman yediğiniz miktarın önce yarısını tabağınıza alın, doymazsanız yine alabileceğinizi unutmayın. Kullandığınız tabakların boyutlarını küçültün. Yemeğin yanına mutlaka bol salata koyun ve yemeğe salatayla başlayın.

3. Yavaş yiyin ve çok çiğneyin
Yavaş yemeyi ve çok çiğnemeyi alışkanlık haline getirebilirsiniz. Her lokmayı en az 10 kere çiğneyin. Hem sindirim sisteminize yardım edersiniz hem de yediklerinizin miktarını azaltırsınız. Çünkü hızlı yediğinizde beynin açlık merkezine sinyal ulaşana kadar siz ihtiyacınızdan daha fazla yemeği yemiş olursunuz. Açlık merkezinin sinyali alabilmesi için en az 10 dakika gereklidir. Ayrıca her lokmadan sonra, çatalınızı ve bıçağınızı bırakmak yemek yeme hızınızı azaltmanıza yardım eder.

4. Daha çok su, daha az yemek
Su içmek için susamayı beklemeyin. Su tüketiminiz arttıkça iştahınızı daha rahat kontrol altına aldığınızı göreceksiniz. Ayrıca su, aldığınız besinlerin termik etkisini artırarak daha fazla enerji harcamanıza yardım eder. Su içmek öğrenilebilen bir alışkanlıktır. Su içmeyi sevmiyorsanız; suyun içine meyve dilimleri atarak içmeyi deneyin. Ya da içmekten keyif alacağınız su ısısını keşfedin. Belki daha soğuk ya da daha sıcak suyun tadını sevebilirsiniz.

5. Stresinizi egzersizle atın
Stresten tamamen uzaklaşamadığımıza göre, atmanın yollarını bulmalıyız. En güzel yolu da hayatımıza sevdiğimiz egzersizi katmak. Ancak ağır egzersizler yapmaya çalışmayın, gerçekleşmesi zor hedefler belirlemeyin. Sadece kendinize yeni bir stres kaynağı yaratırsınız. Onun yerine uygulayabileceğiniz değişiklikler yapın. Doğada yürümeyi deneyin, hem ruhunuzu, hem bedeninizi besleyin. Vaktiniz yoksa en azından evde dans etmeyi deneyin.

6. Yiyeceklere duygusal anlamlar yüklemeyin
Bazı insanlar mutlu olunca, mutsuz olunca, yalnız hissettiğinde yani duyguları baş edemediği noktaya gelince yemeye yönelir. Aslında geçekte aç oldukları için yemezler. Siz de bunlardan birini yaşadığınızda yemek yiyorsanız, yemek yerine kendinize başka bir aktivite bulun. Mesela şarkı söyleyin, müzik dinleyin.

7. Başka birşeyle ilgilenirken yemek yemeyin
Televizyon izlerken ya da çalışırken yemek yerseniz ne yediğinizin ve ne kadar yediğinizin farkında olmazsınız. Hatta doyduğunuzu bile anlayamazsınız. Yemek saatinde sadece yemek yiyin.

8. Dolap temizliği yapın
Evinizi sizi yoldan çıkaran, kalori değeri yüksek, besin değeri düşük yiyeceklerden arındırın. Onun yerine sağlıklı besinlerden oluşan yeni bir dolap hazırlayın. Atıştırma alışkanlığınız varsa sağlıklı atıştırmalıklar olan kuru meyve, leblebi ve tarhana cipsi bulundurun. Ama bunların da miktarlarına dikkat edin.

Buzdolabına yaptığınız temizliği giysi dolabınızda da mutlaka yapmalısınız. Kilo verdikten sonra eski kilonuza göre olan büyük giysilerinizi mutlaka verin. O kıyafetleri vermediğinizde bilinçaltınız 'tekrar kilo almak' isteyebileceğinizi düşünüyor.

9. Kahve randevusu verin
Dostlarınızla buluşmalarınızı ya da iş toplantılarınızı yemekte değil kahve ya da çay içerek yapın. Eğlence için yemek yerine, sinemaya, tiyatroya ya da dansa gidin.

10. Ulaşmak istediğiniz görüntünüzü hayal edin
Her an istediğiniz kiloya indiğinizdeki görüntünüzü, kıyafetinizi, davranışlarınızı, diğer kişilerin gözündeki etkisini hayal edin; düşünün. Bu canlandırmalar sizi ulaşmak istediğiniz yolda motive eder.

0 yorum

Günümüzde "Yeme Bozukluğu" artıyor!

Yeme bozuklukları gençler arasında bir çığ gibi büyüyor! Kimileri karşı konulmaz bir zayıf olma isteği duyarken, kimileri kontrol edilemez bir şekilde aşırı yemek yiyor, kimileri ise sağlıklı beslenmeyi takıntı haline getiriyor.

KadıköyŞifa Kadıköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Dyt. Rabia Yurdagül'ün verdiği bilgilere göre, ergenlerde yeme bozukluğu görülme sıklığı yüzde 5 ve bu oran giderek artıyor. Özellikle 15-19 yaşlarındaki yeme bozuklukları nedeniyle meydana gelen ölümler, bu yaşlardaki doğal nedenlerle (kardiyak aritmi, enfeksiyon vb.) ölümlerden 5 kat daha fazla.

Açlık Hastalığı: Anoreksiya Nervosa

Vücut şeklinden aşırı rahatsızlık duyma, karşı konulmaz bir zayıf olma isteği ve özellikle anorektik bireylerde görülen yemek düşünceleriyle aşırı bir zihin meşguliyeti durumu söz konusu. Açlık hastalığı olarak adlandırılan Anoreksiya Nervoza’da besin alımına, kiloya ve zayıflığa karşı aşırı takıntı bulunuyor. Zayıf olunduğu halde (BKİ 17.5 kg/m2'den daha düşük) kişiler kendilerini aynada kilolu olarak görüyor ve daha fazla kilo verebilmek için çok düşük kalorili diyetler uyguluyor veya kendilerini aç bırakıyor. Bu kişilerde amenore (menstürasyonun olmaması), kansızlık, vücut su - tuz dengesinin bozulması, kanda kolesterol ve üre düzeylerinin artışı, karaciğer enzimlerinin yükselmesi, tiroid bezi hormonlarının düşmesi, kadınlarda östrojen, erkeklerde testesteron hormon düzeylerinde azalma sonucu cinsel sorunlar, cilt ve saç sorunları, kilo kaybıyla birlikte beyin kütlesinde azalma ve beyindeki kimyasal reaksiyonlarda değişiklik, kalp atımında azalma ve düzensizlikler oluşuyor, uyuşturucu madde kullanımı, sosyal çevreden kendini soyutlama davranışı, sürekli spor ve ağır egzersiz yapma eğilimleri görülüyor.

Yemekten Suçluluk Duyma: Bulimia Nervoza

Bulimia Nervoza ise psikolojik temelli bir hastalık olup anormal yeme alışkanlığı ile kendini belli eden ve daha sonra kilo almayı önlemek için uygunsuz davranışların (kusma, laksatif ve diüretik kullanımı, aç kalmak, aşırı egzersiz yapmak gibi) sergilendiği bir yeme bozukluğu. Tıkanırcasına yemek yedikten sonra suçluluk duygusuyla yenilen yiyecekleri çıkarma yoluna başvuruluyor. Sürekli kusmaya bağlı elektrolit dengesizlikleri, mide asidinin ağza gelmesi ile diş çürükleri, mide delinmeleri görülüyor. Depresif bozukluklar yanında alkol ve madde bağımlılığı da görülebiliyor.

Tıkanırcasana Yemek Yeme Bozukluğu: Binge Eating Disorders

Tıkanırcasına yeme bozukluğu olarak ifade edilen ve üçüncü tür yeme bozukluğu olarak tanımlanan Binge Eating Disorders, düzenli olarak haftada 2 veya daha fazla aşırı miktarda yemek yeme davranışı ile karakterize bir hastalık. Atak sırasında bu bireyler, kontrol edilemeyen bir şekilde umulmayacak kadar çok yiyeceği kısa zamanda tüketiyorlar ve Bulimik hastaların aksine kusma gibi davranışlar göstermiyorlar. Bu bireylerde duygu durumunda ve ilişkilerde sürekli bir tutarsızlık gözlemleniyor. Günlük enerjinin minimum yüzde 25’ini akşam yemeği ile ertesi sabah arasında geçen sürede alıyorlar. Obezlerin belli bır kısmında tıkanırcasına yeme bozukluğu görülüyor ve çeşitli uyku bozukluklarının gece yemelerine neden olabileceği belirtiliyor.

Sağlıklı Yemek Yeme Takıntısı: Ortoreksiya Nervoza

Son yıllarda Ortoreksiya Nervoza (sağlıklı yemek yeme takıntısı) yeni bir kavram olarak yeme bozukluklarına eklendi. 'Ortho' Yunanca' da 'doğru' ve 'normal' anlamına geliyor. Yani doğru yemek yeme de bir takıntıya dönüşebiliyor. Ortoreksiya Nervoza özellikle büyük kentlerde yaşayan 'beden imgesi' ağırlıklı düşünen takıntılı kişilerin yakalandığı bir hastalık. Her besinin aşırı sağlıklı olması insanı tek boyutlu beslenmeye kadar götürebiliyor ve ilerleyen ölçütlerde Anoreksiya ile karşı karşıya getirebiliyor. Oysaki aşırı derecede takıntı yapmak yerine dengeli beslenme konusunda bilinçli olmak gerekiyor.

Yeme bozukluğu fazla yeme ve devamlı rejim yapma takıntısı şeklinde olduğu gibi kişinin her yediğinin sağlıklı olup olmadığını kontrol etme takıntısı şeklinde de kendini gösteriyor. Bu kişiler için yiyeceklerin saf, katkısız ve işlenmemiş olması oldukça önemli. Bu yüzden bu bireyler pek çok sebze ve meyveyi çiğ tüketiyorlar. Çoğu da vejetaryen oluyor. Kendi bildiklerinin tek doğru olduğuna inanıyorlar ve inandıkları çerçevesinde hareket ediyorlar. Yaşamları, bir sonraki öğünü planlamak, sağlıklı yiyecek satan marketleri dolaşmak, yemek hazırlamak ve yemek gibi bir kısır döngünün içine girebiliyor.

Ortorektik misiniz?

Bu sorulara "evet" cevabı veriyorsanız, ortoreksiya belirtisi gösteriyor olabilirsiniz.

1- Yemek yerken yediklerinizin kalorisine dikkat eder misiniz?
2- Çeşitli yiyeceklerin olduğu bir yerde yiyecek seçmek durumunda kalırsanız kararsızlık yaşar mısınız?
3- Son üç ay içerisinde besinler konusunda endişelendiğiniz oldu mu?
4- Sağlığınızla ilgili endişeleriniz besin seçiminizi etkiler mi?
5- Yemeğinizin sağlıklı olması sizin için lezzetli olmasından daha mı önemlidir?
6- Daha sağlıklı, daha taze besinler satın almak için daha fazla para harcar mısınız?
7- Sağlıklı beslenme ile ilgili düşünceler sizi günde üç saatten fazla meşgul eder mi?
8- Sağlıksız olduğunu düşündüğünüz besinleri yediğiniz olur mu?
9- Sizce ruhsal durumunuz yeme düzeninizi etkiler mi?
10- Besinler içerisinde sadece sağlıklı olanlarını tüketmek kendinize olan güveninizi arttırır mı?
11- Uyguladığınız beslenme tipi yaşam tarzınızı değiştirir mi? (dışarıda yeme sıklığı, arkadaşlar vb. açısından)
12- Sağlıklı beslenmenin dış görünümünüzü daha iyi hale getirebileceğini düşünür müsünüz?
13- Sağlıksız beslendiğinizde kendinizi suçlu hisseder misiniz?
14- Piyasada sağlıksız besinlerin de satıldığını düşünür müsünüz?
15- Son zamanlarda yemeklerinizi özellikle tek başınıza yemeği tercih eder misiniz?

Yeme Bozukluklarında Tedavi

Yeme bozukluklarının tedavisi zordur, profesyonel yardım alınmalıdır. En iyi tedavi yöntemi tıbbi, psikolojik ve beslenme konsültasyonunu içeren kombine bir çalışma ile gerçekleşmektedir. Anoreksiyalı kişi tehlikede olmadığına ve yardıma gerek duymadığına inanır, Bulimialı kişi ise sorunun farkındadır ama tekrar kilo alma korkusu ile tedavi görmek istemez. Tedavi süreci birkaç aydan birkaç yıla kadar sürebilir. Ancak tedaviden sonra da tekrarlayabilmesi hala bir sorun olmaya devam edebilir.

Tedavi sırasında doktor, diyetisyen, psikolog veya psikiyatrdan oluşan multidisipliner bir ekip çalışması başarılı sonucun elde edilebilmesi adına oldukça önemlidir. Bu tür bozukluklarda tekrarlama ihtimali yüksektir. Diyetisyen bireyin beslenme durmunu, bilgi düzeyini, yemek yeme ve yemeğe karşı tutumunu değerlendirerek beslenme programını oluşturup bireyin takibini yaparken diğer ekip üyeleriyle sürekli iletişim halinde olmalıdır.

0 yorum

Yogurt Kilo Aldırır Mı

Yoğurt kilo aldırır mı sorusu akıllarda soru işareti bırakıyor. Yoğurdun önemli bir besin ve protein kaynağı olduğu herkes tarafından biliniyor. Yoğurt pek çok diyetin de ana ürünüdür. Yoğurt basen ve bel bölgesindeki yağları eritmede oldukça etkili bir besindir. Vücudunuzun ihtiyacı olan protein, vitamin ve mineralleri içerdiği için yoğurt en temel besin kaynaklarından biri olarak anımsanıyor. Zayıflamak, kilo vermek ve aynı zamanda sağlığınızı korumak istiyor iseniz yoğurt tüketmek size bu istediklerini verecektir. 

Yoğurt kilo aldırır mı sorusunun cevabı hayırdır. 
Yoğurdun metabolizmayı hızlandırıcı etkisi sayesinde kilo vermenizi kolaylaştırıyor. Yoğurdun zayıflatabilmesi için yağsız ya da az yağlı yoğurt tüketmek gerekiyor. Az yağlı yoğurtlar sayesinde diyetlerinize lezzetli besinler üretebilirsiniz. Diyetisyenlerin de tercihi ve hastalarına önerdiği yağsız yoğurt tüketimidir.

Yoğurdun Faydaları Arasında Neler Vardır?
Yoğurdun pek çok faydası bulunuyor. Yoğurt kilo aldırır mı sorusunun yerine yoğurdun faydaları konuşulmalıdır. Yoğurdun suyu özellikle B vitamini içermesi nedeni ile oldukça önemlidir. Yoğurt suyu ile birlikte tüketildiğinde vücudun ihtiyacı olan tüm besinleri verir. Süzme yoğurt tüketilmesi bu nedenle tavsiye edilmemektedir. Günün her saati gönül rahatlığı ile tüketilebilecek olan yoğurdun faydaları oldukça uzun bir liste oluşturuyor. Şeker hastalarının da gönül rahatlığı ile tüketebileceği yoğurdun bu hastalar tarafından tüketilecek şeklinde kaymak olmamalıdır. Sabah yenen yoğurt sindirimi hızlandırarak bağırsakların çalışmasını sağlıyor. Böylece metabolizmanız hızlanır ve kilo verimi elde edersiniz. Fakat dikkat edilmelidir ki onikiparmak bağırsağında ülser problemi yaşayan hastalar yoğurt tüketiminden uzak durmalıdır. Çünkü asitli içeriği rahatsızlık verici etkiler yaratır. 

Yoğurt süte ve süt ürünlerine oranla daha hafif bir besindir. Sindirimi kolaydır ve hassas bünyeler tarafından tüketilmesi olağandır. Bağırsaklarda bulunan hastalık yapan bakterilerin bağırsakta oluşmasına ve yayılmasına engel olan yoğurt sayesinde ishal ve tifo gibi rahatsızlıkların önüne geçilebilir. Tüberkülozlu hastaların yoğurt tüketmesi antibiyotik etkisi sağlamalarına yardımcı olur. Yoğurdun kullanıldığı pek çok bakım maskesi de bulunuyor. Daha parlak cilt ve saçlar için yoğurt maskelerini kullanmak size avantaj sağlayacaktır.

Yoğurdun faydaları nelerdir ve yoğurt kilo aldırır mı gibi soruları bir kenara bırakmak gerekiyor. Yoğurdun vücuda sağladığı yararlar ortadadır. Yoğurt tüketerek daha fit bir görünüm elde edebilir, fazla yağlarınızdan kurtulabilirsiniz. Böylelikle hem sağlıklı bir yaşam sürer hem de vücudunuz için gereken besinleri alırsınız. Özellikle yağsız yoğurt tüketimi vücut için çok daha önemlidir. Yoğurdun suyunu da tüketir iseniz daha sağlıklı bir yaşam sürebilirsiniz. B vitamininin bulunduğu yoğurdun suyu ayran yapımında da içeriğe katılmalıdır. Böylelikle yoğurdun ayran versiyonunu da kolaylıkla tüketebilirsiniz. Ayrana tuz koymamanız yağ yakımı sağlamak için çok önemlidir. Tuzsuz yemekler ve yoğurt sayesinde kilo verebilir, sağlıklı bir vücuda sahip olabilirsiniz. 
0 yorum

Balın Faydaları Nedir? Kaliteli Bal Nasıl Anlasılır

Bal en faydalı besinlerin başında gelmektedir. Balın kaliteli olması, barındırdığı faydalara da etki ediyor. Kaliteli bal üretildiği yere, kullanılan arılara ve üretim sürecindeki işlemlere bağlıdır. Özellikle balın hangi çiçekten elde edildiği çok önemlidir. Balların içerdiği besinler, içerdiği şekerler hangi arı tarafından üretildiği ile alakalı bir durumdur. Balın saf olması için dışarıdan şeker takviyesi yapılmaması gerekir. GDO içeren ürünlerin nasıl doğallığı bozuluyor ise sonradan şeker ilavesi de balın kalitesini ve faydalarını düşürmektedir. Balın faydaları binlerce yıldır kullanılmasından da ortaya çıkabileceği gibi oldukça fazladır. Eskiden bal insanların yaralarının iyileşmesi için kullanılıyordu. Özellikle balın antioksidan özelliği iltihaplı yaraların tedavisinde kullanılıyordu. Günümüzde bile balın bu faydası ilaç üretiminde kullanılmaktadır.

Balın içerisinde pek çok doğal şeker bulunuyor. Glikoz, früktoz, levüloz ve daha pek çok doğal şeker balın %80’lik hacmini oluşturuyor. Çokça şeker içermesi tarih boyunca tatlandırıcı olarak kullanılmasına vesile olmuştur. Fakat bal şekerli bir ürün olduğu için fazla kullanımı insan sağlığını olumsuz etkilemektedir. Doğal bal tüketimi vücuda pek çok fayda sağlıyor. Fakat daha sonradan şeker ilavesi yapılan, rafine edilen, işlenen ve filtrelenen ballar insan sağlığına zarar veriyor. Balın faydaları konusunda pek çok alt başlığa erişebiliriz. İlk olarak bal doğal tatlandırıcıdır. Eğer şeker tüketiminin önüne geçemiyor iseniz, yediğiniz ürünlere şeker yerine bal koyabilirsiniz. Hem şekere oranla daha az kalori alırsınız hem de sağlığınızı korursunuz.

Balın faydaları vücudunuzdaki yaraları antioksidan etkisi ile bakterilerden arındırmasıdır. Her ne kadar merhemler ve ilaçlar tedavi edici özellik taşısa da balında tedavi etme özelliği bulunuyor. Balın bu antioksidan özelliği pek çok rahatsızlığın önüne geçmenize de yardımcı oluyor. Doğal bal kullanarak kalp rahatsızlıklarının, karaciğer yetmezliklerinin önüne geçebilirsiniz. Bal doğal bir enerji kaynağıdır. Früktoz, glikoz gibi doğal şekerler vücudunuzun ihtiyacı olan enerjiyi size sağlıyor. 1 yemek kaşığı bal tüketerek tüm gün yetecek kadar enerji depolayabilirsiniz. Herkesin de bildiği gibi balın öksürük geçirici özelliği bulunmaktadır. Sıcak suya 1 yemek kaşığı bal ve 2-3 damla limon ekleyerek öksürük krizlerinin önüne geçebilirsiniz. Kötü kolesterol olarak adlandırılan LDL, bal sayesinde olması gereken değere kolaylık ile düşüyor. Ayrıca alternatif olarak bal sayesinde saçlarınıza parlaklık sağlarken, sivilce problemlerinizi de çözebilirsiniz.

Kaliteli Bal Nasıl Anlaşılır?
Balın görünüşünden ya da tadına bakarak ne yazık ki kaliteli olup olmadığını anlayamazsınız. Balın kaliteli olması ilave şeker içermemesi ve üretildiği çiçek ile alakalıdır. Eğer ambalajlı bir bal satın alıyor iseniz içindekiler bölümünü dikkatli okumalı, ilave şeker içermediğinden emin olmalısınız. Balın kaliteli oluşu sadece ilave şeker içermemesi ile alakalı değildir. Ayrıca işlenme şekli, nereden geldiği de önemlidir. Yine de en kaliteli bal filtrelenmemiş, hiçbir işlemden geçirilmemiş baldır. Balın faydaları balın kalitesi ile alakalıdır.
0 yorum

Ruh eşini internet üzerinden arayanlar

Güvenli içerik ve tehdit yönetimi çözümleri lideri Kaspersky Lab, hayatının aşkını internet üzerinden arayanları uyarıyor. “Ruh eşimi bulayım” derken tatlı tuzakların kurbanı olmamak için bu önerilere göz atmanızda fayda var!

Yalnız geçirdiğiniz “Sevgililer Günü” hala içinizde bir acı mı? O halde, bir sonraki 14 Şubat için şimdiden hazırlıklarınızı yapmaya başlamış olabilirsiniz. Yalnız, bunu internetten yapıyorsanız, bazı riskleri de göz ardı etmemeniz gerekiyor.

Kaspersky Lab uzmanları internetten ruh eşini arayanların karşılaşabileceği bazı tehlikelerin altını çizdi. Evlilik vaadiyle yanaşan birçok dolandırıcı ve diğer belirsiz kişilerin ruh eşini bulmak isteyen insanların duygularıyla oynayacağını tahmin etmek hiç de zor değil. Çeşitli sanal “tatlı tuzaklar” günümüzde oldukça yaygın; aynı zamanda bir anlık tutkuyla kapana kıstırıldığında kişinin birden bire parasız kalması ya da bilgisayarının çökmesi içten bile değil.

Match.com, Badoo.com ya da Mamba.ru gibi global popüler flört sitelerinin yanı sıra Türkiye’deki aynı amaçlı siteler, dolandırıcıların dikkatinden kaçmıyor. Neredeyse tüm ana diller için geliştirilmiş, popüler flört sitelerinden geliyormuş gibi gösterilen spam e-postalar artık oldukça yaygın. Kullanıcı, bu e-postalardan gelen linkleri tıkladığında, yabancı birgüzelin fotoğraflarını görmek yerine, bilgisayarına yüklenen zararlı bir yazılımla karşılaşıyor.

Üstelik sahte flört siteleri, sadece zararlı yazılım ya da kimlik hırsızlığı gibi sonuçlar doğurmakla kalmıyor; aynı zamanda gafil avlanan kullanıcının parasını da tehlikeye atıyor. 0.30 ile 12 dolar arasında değişen ücretiyle mesaj üzerinden yaş doğrulaması ya da kayıt isteyen tek bir dolandırıcılık e-postası kullanıcının finansal verilerine ulaşım sağlıyor. Ancak, bir kez para harcandıktan sonra hiçbir şekilde geri dönüş olmuyor. Çünkü erişim sağlanabilecek hiçbir içerik bulunmuyor.

EN POPÜLERİ NİJERYA’DAN GELENLER
Yıllar boyunca popülerliğini kaybetmeyen en yaratıcı junk e-postası “sözde” Nijerya’ya özgü spam mesajları olmaya devam ediyor. Gönderilen mektupların romantik yazarları, flört sitelerine kayıtlı potansiyel kurbanları hedef alıyor.

Hikayeler aslında klasik. Bu e-postaları yazdığı “iddia edilen” kız, genellikle uzak, savaş mağlubu Afrika ülkelerinde yaşıyor. Hemen sonrasında, potansiyel damat, nişanlısı olan kızın milyon dolarlık bir servete konduğunu ve kendisiyle bu varlığı paylaşmaya hazır olduğunu öğreniyor. Ancak, gelini ve parasını ülke dışına çıkarmak için, damadın ödemesi gereken bazı yasal hizmetler bulunuyor. Bu taktiklerin gerçekleşebilmesi için uzun süren yazışmalara ihtiyaç oluyor; çünkü çok az kişi bu denli yüksek miktarları hemen ödemeyi kabul ediyor. Potansiyel kurbandan gelen ilk e-postalar bir robot tarafından cevaplanıyor. Ancak dolandırıcılar, ortada bir fırsat olduğunu fark ettiklerinde, yazışmalara müdahale ediyorlar. Kurbanı ikna etmek uzun sürebiliyor. Bu durumda, bireysel yaklaşım ve psikolojiyi bilmek de oldukça önem taşıyor.

“Nijeryalı” gelinlerin aksine, “Rus” gelinlerin hayallerindeki erkekle tanışmaları için tek ihtiyacı olan bir uçak bileti. Tabii ki, bu para dolandırıcılar için kolay lokma sayılıyor.

İnternetteki bu tatlı tuzaklarla ilgili olarak Kaspersky Lab Baş Spam Sorumlusu Tatyana Kulikova, “İnternet, iletişim için bol miktarda fırsatlar sunuyor. Ancak, aşkı aramak için her zaman doğru bir yer olduğu söylenemez. Biz sadece, sizleri internette bekleyen birkaç tatlı tuzaktan bahsettik. Hayal kırıklığından kaçınmak için, şu güvenlik kurallarını uygulayın: Özellikle spam e-postalarında reklamı yapılan, bilinmeyen flört sitelerini ziyaret etmeyin. Bilinmeyen kişilerden gelen e-postaları açmayın; ve eğer şüpheli görünüyorsa, cevap vermeyin.”

0 yorum

Kendi küçük ama derdi büyük hastalık

Ağızda kötü koku, dilde renk değişimi, diş çürüğünüz, dişlerde sararma varsa diş hekimine görünmenin vakti çoktan gelmişte geçiyor demektir.

Hisar Intercontinental Hospital Ağız ve Diş Sağlığı Bölümü Uzmanı Dt. Banu Okur Çakmakçı, en sık karşılaşılşan ağız ve diş sağlığı problemlerini anlattı.

DİŞ ETİ HASTALIĞI
Diş eti sınırı boyunca bakteri plağı birikmesi uzun süre orda kalması diş eti hastalıklarına yol açabilir. Gingivitis, dişeti hastalığının ilk aşamasıdır. Sigara kullanımı, kötü beslenme, stres, kötü ağız hijyeni nedeniyle oluşan diş eti hastalıklarının ilk belirtileri kırmızı, şiş ve kanamalı diş etleridir. Doğru ağız hijyeni ve tedaviyle diş eti hastalıklarından korunmak mümkündür.

PERİODONTİTİS (İLERLEMİŞ DİŞ ETİ HASTALIĞI)
Diş eti hastalıklarının ilerlemiş aşaması olan peridontitis diş eti enfeksiyonudur. Artan diş eti iltihabı tedavi edilmezse özellikle yetişkinlerde diş kaybının en önemli nedenlerinden biridir.

AĞIZ KOKUSU
Yiyecek artıkları diş çevresinde birikerek bakterilerin de yardımıyla kötü ağız kokusuna sebep olur. Sürekli kötü ağız kokusu veya ağzınızda kötü bir tat olması, devamlı ağzınızdan nefes aldığınızın, ağız kuruluğunun, dişeti hastalığının hatta diyabetin belirtisi olabilir. Ağız kokusu ile savaşmak için dil ve diş fırçalamak, bol su içmek, ağız kokusu yapan gıdalardan kaçınmak gerekir. Bütün bu önlemlere rağmen ağız kokunuz devam ediyorsa mutlaka diş hekiminize başvurun.

AFTÖZ ÜLSERLER
Çok bilinmeyen, küçük ama ağız içerisindeki ağrılı kabarcıklarla kendini gösteren aftöz lezyonlar, aşırı duyarlılık, enfeksiyon, hormonlar, stres nedeniyle tetiklenebilir. Hekim kontrolünde ilaç tedavisi ile iyileşir.

SİYAH KILLI DİL
Kremden kahverengiye değişen renklenme dil sırtında lokalize olur. Antibiyotik kullanımı, kötü ağız hijyeni, sigara, alkol, yoğun çay-kahve tüketimi nedeniyle dilin üzerinde yaşayan bakterilerin oluşturduğu bir hastalıktır. Dil siyah görünümlü ve tüylüdür. Etkenin ortadan kaldırılmasıyla dilin fırçalanmasıyla tedavi edilir.

COĞRAFİK DİL
Dilin içerisinde kendiliğinden oluşan irili ufaklı çatlakların görünümü haritaya benzer. Coğrafik dil zararsızdır, genellikle herhangi bir tedavi gerekmez. Acı varsa, ağrı kesici ve anti-enflamatuar ilaçlar yardımcı olabilir.

AĞIZ KANSERİ
Sigara kullanımı, güneşe aşırı maruz kalma gibi nedenlerle ortaya çıkan ve yüzde açıklanamayan uyuşma, ağız ve boyun ağrısı belirtileriyle kendisini gösteren ağız kanseri; çiğneme, konuşma ve yutkunmada zorluğa yol olabilir. Erken dönemde teşhis edildiğinde tedavi edilebilir.

TEMPROMANDİBULAR EKLEM RAHATSIZLIĞI
Tempromandibular Eklem Rahatsızlığı çene, yüz, kulak ve boyunda şiddetli ağrıya; diş sıkma, gıcırdatmaya neden olabilir. Ağız koruyucusu, ilaç tedavisi ve gerektiğinde ameliyatla tedavi edilir.

PAMUKÇUK
Candida mantarının neden olduğu pamukçuk bebekler ve daha yaşlı yetişkinlerde görülür. Zayıflayan bağışıklık sistemi, yoğun antibiyotik kullanımı, diyabet gibi nedenlerle tetiklenen hastalık ağrıya neden olarak özellikle bebeklerin beslenmesinde problem yaratabilir. Mutlaka hekime başvurarak kişiye uygun tedaviye başlamak gerekir.

DİŞ ÇÜRÜKLERİ, APSELER, RENK DEĞİŞİKLİĞİ
Düzenli diş hekimi ziyareti, günlük fırçalama ve diş ipi ile temizlik sayesinde dişlerinizi çürük, apse ve renk değişikliklerinden koruyabilirsiniz. Ancak dişiniz ağrıyor ve buna kulak ağrısı ya da ateş eşlik ediyorsa mutlaka diş hekiminize başvurun.

0 yorum

'Kadınlara özel' teknolojik kazalar

Kadınların en çok karşı karşıya kaldığı teknolojik kazaları araştırıldı. 

Kazaların büyük bir çoğunluğu, kadınların hiçbir zaman hayatlarından eksik olmayacak gereksinimlerinin çıkarmış olduğu hasarlardan oluşuyor. Çıkan sonuçlara göre masum sandığınız birçok kadınsı ürün, aslında birer teknoloji düşmanı olabilir.

Sizler de elektronik cihazlarınızın başına gelen garip kazalardan mustaripsinizdir. Hiç beklenmedik anda çıkan bu sorunlar can sıkıcı bir hâl alır. Genellikle kadınların başına gelen bu ilginç kazalara karşı daha dikkatli olmak istemez miydiniz? İşte kadınların başına en çok gelen teknolojik kazalar…

Bir kadının cep telefonuyla yaşadığı en ilginç ve en bilinen kazaların başında telefonunun tuvalete düşmesi geliyor. Teknokask verilerine göre %45 oran ile en çok karşılaşılan sorun bu. Böyle bir sorunla karşılaşmamak için telefonunu çantada taşımak akıllıca görünebilir. Ancak cihazınızın başına çantanızda neler gelebileceğinden henüz haberdar değilsiniz.

Çantanızdaki anahtarlarınız, bilezikleriniz cihazınızın ekranına hasar veriyor. %25 oranıyla en çok karşılaşılan ikinci sorun bu olurken, ekran üzerindeki koruyucu filme bile hasar verebilecek düzeyde çizilmeler oluşuyor.

Teknolojik cihazları çantanızda bekleyen diğer bir tehlike ise, fondöten ya da parfüm gibi kozmetik ürünler. Bu ürünlerin akma, sızıntı yapma durumlarında görülen hasarların oranı ise %20. Yani kadınlar bazen çok sevdiği makyaj malzemelerinin mağduru olabiliyor.

Teknolojik cihazlara zarar veren kozmetik ürünlerin arasında kremler de yer alıyor. Ellerinize narin bir yumuşaklık hissi vermek için sürdüğünüz krem, elinizden telefonunuzu veya notebookunuzu alabilir. Kadınların yaşadığı teknolojik kazalar arasında %10’luk bir dilime sahip olan bu sorun, krem sürdükten hemen sonra ele alınan ve yere düşürülerek hasar gören teknolojik cihazların da az olmadığını gösteriyor.


0 yorum

3 ayda alerji tedavisi artık mümkün

Avrupa ve Amerika'da 30 yıldır uygulanan, Türkiye'de ise yeni tanınmaya başlanan biorezonans tedavisi.

Egzama, astım, saman nezlesi, çölyak, besin-bahar ve toz alerjilerinin giderilmesinde yüzde 90'ın üzerinde başarılı sonuç veriyor. Biorezonans Uzmanı Dr. Sinan Akkurt iyileşme süresinin 10 - 12 hafta sürdüğünü açıkladı. Akkurt, en çok başvuruyu kaşıntı, kabarıklık, burun ve geniz akıntısı gibi şikayetleri olan hastalardan aldıklarını belirtti.

Biorezonans Uzmanı Dr. Sinan Akkurt'un verdiği bilgilere göre, tedavi alerji testi ile başlıyor. Testle hastanın kaç maddeye alerjisi olduğu saptandıktan sonra ana alerjenlere öncelik verilerek kişiye özel biorezonans tedavisi planı uygulanıyor. Haftada bir kez, yaklaşık bir saat süren seanslar sonunda ortalama 10 - 12 hafta içinde iyileşme sağlanıyor.

Biorezonans tedavisini Türkiye'ye tanıtan Dr. Sinan Akkurt, en çok başvuruyu yüzde 83'lük dilimle genel alerji başlığı altındaki kaşıntı, kabarıklık, burun ve geniz akıntısı gibi şikayetleri olanlardan aldıklarını söyledi. Bunu yüzde 8 ile alerjik astım, bronşit ve ürtiker hastalıklar izliyor. Tedavi, anne sütü dahil olmak üzere süt ve süt ürünleri tüketemeyen galaktozemi hastası bebeklere de uygulanabiliyor. Akkurt, başarılı sonuçlara bir örnek olarak çölyak tanısı nedeniyle askerden muaf sayılan, tedavi bittikten iki ay sonra askere kabul edilen 21 yaşındaki hastayı gösterdi.

Ağrısız, acısız ve yan etkisiz bir yöntem olan biorezonans tedavisi, insanların yaydıkları elektromanyetik frekansların özel bir cihazla anlaşılmasına ve hastalıklı dokulara yaydıklarının tam aksi yönde frekans yollayarak iyileştirilmelerine dayanıyor.

0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI