işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

Yavaş zayıflayanlar da verdikleri kiloları geri alıyor



Yapılan araştırmaya göre, yavaş zayıflayanlar da verdikleri kiloları geri alıyor





Avustralyalı bilim insanlarının araştırması, yavaş ve istikrarlı kilo verenlerin de hızlı zayıflayanlar gibi ilerde kaybettikleri kiloları aynı şekilde geri alabildiğini ortaya koydu.

Avustralya'da 200 obezin katıldığı araştırmada, gönüllüler 12 haftalık hızlı ve 36 haftalık yavaş kilo verme programına tabi tutuldu. Yavaş kilo verme programına katılanların kilolarının yüzde 12,5'ni kaybettiği belirlendi.

Hızlı kilo verme programına katılanların ise yüzde 12,5'ten daha fazla kilo kaybettiği ancak 3 yıl sonra her iki gruptakilerin verdikleri kiloların yüzde 71'ini geri aldığı görüldü. Ayrıca hızlı kilo verenlerin amaçlarına daha çabuk ulaştığı da belirtildi.

Araştırmaya imza atanlardan Diyetisyen Katrina Purcell, dünya genelinde obezite tedavisinde yavaş ve istikrarlı kilo kaybının önerildiğini, hızlı kilo kaybının verilen kiloların daha çabuk alınmasına yol açtığının düşünüldüğünü ancak sonuçların bunun aksini gösterdiğini vurguladı.

Bu durumun hızlı kilo vermede uygulanan çok düşük kalorili diyetin daha fazla tokluk sağlamasından ve sınırlı yiyeceğin vücuttaki yağların yakımını artırmasından kaynakladığını belirten bilim adamları, ayrıca çabuk kilo vermenin kişileri diyete bağlı kalınması konusunda motive ederek daha iyi sonuçlar alınmasına yardım ettiğine dikkati çekti.

Araştırmanın sonuçları "The Lancet Diabetes & Endocrinology" dergisine yayımlandı.
0 yorum

Bu ilaçlar artık ücretsiz



Sigarayı bırakmak için kullanılan ilaçlar vatandaşlara ücretsiz verilecek.





Bakanlar Kurulunca nikotin replasman preparatları ile Bupropion HCI ve Vareniklin içerikli ilaçların, sigarayı bırakma tedavisi alanlara sayıları 300 bini geçmemek şartıyla sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın ücretsiz karşılanması kararlaştırıldı.

Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlanan Bakanlar Kurulu kararında, sigarayı bırakma tedavisi alan hastaların; sayıları 300 bini geçmemek şartıyla herhangi bir sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın, Sağlık Bakanlığınca temin edilerek birinci, ikinci ve üçüncü basamak sağlık kurum ve kuruluşlarına dağıtımı yapılacak nikotin replasman preparatları ile Bupropion HCI ve Vareniklin içerikli ilaçlardan, tütün bağımlılığı tedavi ve eğitim birimleri vasıtasıyla yararlanmada, 4736 sayılı Kanunun 1'inci maddesinin birinci fıkrası hükmünden muaf olduğu belirtildi.
0 yorum

Varis hastalığına karşı 'baldır kası' egzersizi



Yapılan egzersizlerle bacaklarda oluşan varis hastalığının önüne geçilebiliyor.





Kalp Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Nezihi Küçükarslan, periyodik tekrarlarla yapılan egzersizlerle bacaklarda oluşan varis hastalığının önüne geçilebileceğini bildirdi.

Küçükarslan yaptığı açıklamada, günümüzün genel sorunlarından varis hastalığının özellikle kadınların "korkulu rüyası" olduğunu anlattı.

Akşamları ayaklarda zonklama, huzursuzluk, karıncalanma, yanma hissi, baldırları ovma ihtiyacı, şişlik hissedilmesinin, kişinin varis hastası ya da bu hastalığa aday olduğu anlamına geldiğini ifade eden Küçükarslan, yanlış yapılan bazı şeyler ve kötü alışkanlıkların da bu hastalığı tetiklediğini belirtti.

Küçükarslan, varisin kirli kan taşıyan damarların bir hastalığı olduğunu dile getirerek, bu hastalıktan korunmanın ve oluşmuş hafif örümcek ağı görüntüsünü geriletmenin basit bir yolu olduğuna dikkati çekti.

"GÜN İÇNİDE 20 DAKİKA TEMPOLU YÜRÜYÜŞ"
Baldır kası egzersiziyle bu hastalıktan korunmanın mümkün olduğunu anlatan Küçükarslan, şöyle konuştu:

"Baldır, kas pompasını çalıştıran yürüme aktivitesidir. Gün içerisinde yirmi dakika tempolu yürüyüş, kirli kanın yoluna devamını sağlamakla kalmaz bu egzersizle kalp sağlığınızı da korursunuz. Bu yürüyüşler sırasında bacağınızda mevcut olan ven hastalığıyla orantılı basınca sahip bir varis çorabı giyerseniz, kanın asıl çalışması gereken damarlara yönlenmesi ve bu kötü damarlara kaçışı önlenmesi daha kolay olur."

Prof. Dr. Küçükarslan, egzersizlerin periyodik tekrarının, bir süre sonra yeni başlamış olan örümcek ağı görüntülerinin kaybolmasıyla sonlanacağına vurgu yaparak, "Bu eksersizlere doktor kontrolünde mikrosirkülasyonu artırıcı, damar tonusu düzenleyici bir ilacın eklenmesiyle de hem varis hastalığı şikayetlerinden kurtulunacak hemde kozmetik düzelmeye bir adım daha yaklaşılacaktır" ifadesini kullandı.
0 yorum

Ebola'nın görüldüğü ülkelerden Senegal'e girişler yasak



Algan, Senegal'e hava ve deniz yoluyla girişin yasaklandığını belirtti.





Türkiye'nin Dakar Büyükelçisi Zeynep Sibel Algan, Ebola vakasının görüldüğü ülkelerden Senegal'e hava ve deniz yoluyla girişin yasaklandığını belirtti.

Algan yaptığı açıklamada, "Sınırlarda çok ciddi tedbirler alınmış durumda, şu anda sınırlar kapalı. Sierra Leone, Liberya ve Gine dahil olmak üzere Ebola vakası görülen ülkelerden hava ve denizyolu ile ulaşım yasak ancak Ebola vakası görülen ülkelerle kara sınırı olması hastalık riskini arttırıyor" dedi.

Senegal'de sadece bir Ebola vakası tespit edildiğini dile getiren Algan, "O da zaten Gine'den geldi. Ailesinin çeşitli fertlerini Ebola'dan kaybeden üniversite öğrencisi, buradaki amcasının yanına kaçıp geldi ve onun hastalanması ile Senegal, Ebola virüsünün bulunduğu ülkeler listesine girdi" diye konuştu.

Büyükelçi Algan, Ebola vakasının bölgede "çok iyi" idare edildiğini vurgulayarak, şunları söyledi:

"Gineli genç ve temasta olduğu kişiler ivedikle tedavi altına alındı. Neyse ki karantina altına alınan diğer kişilere virüs bulaşmadığı anlaşıldı. Bu büyük bir şans. Söz konusu genç de iyileşti ve ülkesine gönderildi."

EBOLANIN EKONOMİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Ebola virüsünün ekonomiyi olumsuz etkilediğini kaydeden Algan, "Kanaatimce Ebola vakası çok büyük bir felaket, öyle ki bundan bölge ülkeleri de etkileniyor. Vakaların görüldüğü ülkelerin ekonomilerine tesir etmesinin yanı sıra tüm Batı Afrika'yı da etkisi altına alıyor. Son dönemde ortaya çıkan rakamlara göre, Ebolanın Batı Afrika ekonomisini şu ana kadar 30 milyon dolar sekteye uğrattığı düşünülüyor. Ebola, bir an önce tedbir alınmazsa sadece Batı Afrika'yı değil, tüm ülkeleri hatta dünya ekonomisini etkileyebilecek bir felaket" ifadelerini kullandı.

Büyükelçi Algan, Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre, Ebola'nın son görüldüğü tarihten itibaren 42 gün yeni bir vakaya rastlanmaması durumunda bölgenin "temizlenmiş" olarak kabul edildiğini sözlerine ekledi.
0 yorum

Nefes almak için Ballıca Mağarası'na geliyorlar

Ballıca Mağarası, rahatlamak isteyen astım hastaları tarafından ziyaret ediliyor



Tokat'ın Pazar ilçesindeki Ballıca Mağarası, turistlerin yanı sıra rahatlamak isteyen astım hastaları tarafından da ziyaret ediliyor.


Tokat kent merkezine 26 kilometre uzaklıktaki Ballıca Mağarası, keşfedilmemiş bölümleriyle gizemini koruyor. Ender rastlanan soğan sarkıtları ve mağara içi oluşumlarıyla dikkati çeken Ballıca'da, kristalleşmiş kireç taşlarından oluşan 8 salon bulunuyor.


Gezilebilen kısmı 680 metre uzunluğunda ve 95 metre yüksekliğinde olan Ballıca, "dünyanın en büyük ve görkemli mağaraları"ndan biri olarak gösteriliyor.


Ortalama sıcaklığı 18 derece ve nem oranı yüzde 54 olan mağaranın bol oksijenli havasının nefes almayı kolaylaştırdığı belirtiliyor. Mağarayı turistlerin yanı sıra rahatlamak isteyen astım hastaları da ziyaret ediyor.



MAĞARAYA ZİYARETÇİ AKINI

Tokat İl Özel İdaresi'nden 2007 yılında Orman ve Su işleri Bakanlığı 11. Bölge Müdürlüğü Tokat Şube Müdürlüğüne devrilen mağarayı bu yılın ilk 9 ayında 60 bin 350 kişi ziyaret etti.

Müdürlük tarafından ihale edilerek özel bir firmaya kiralanan mağarayı 2007 yılının son 6 ayında 35 bin 500, 2008'de 39 bin 400, 2009'da 42 bin, 2010'da 33 bin 51, 2011'de 56 bin 778, 2012'de 61 bin 671 ve 2013'te 55 bin 659 kişi gezdi.

Tokat turizmi açısından büyük önem taşıyan Ballıca Mağarası'nı 2007'den bu yılın Eylül ayı sonuna kadar 384 bin 409 kişi ziyaret etti.




"ZİYARETÇİ SAYISI BİR HAYLİ YÜKSEK"

İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdurrahman Akyüz yaptığı açıklamada, Ballıca Mağarası'nın Türkiye ve dünya için bulunmaz bir miras olduğunu belirterek, "Tüm mağara içi oluşumlarını içerisinde bulunduran, dünya harikası bir mağara" dedi.

Ballıca'nın yaz-kış sıcaklığı değişmeyen bir mağara olduğunu belirten Akyüz, "Yazın klimalı, kışın kaloriferli bir yer gibi düşünülebilir. Ballıca, oksijen derecesi yüksek olan ve astım hastaları için şifa kaynağı olan, sağlık turizmine de hitap edebilecek mükemmel bir mağara. Bu mağaranın Tokat turizmine kazandırılması ve dünya turizmine açılması çok çok önemli. Ziyaretçi sayısı bir hayli yüksek. Bu sayıyı daha da yükseltmek için çalışıyoruz" diye konuştu.



0 yorum

Günde bir kivi bir çok derde deva



Kivi kanser dahil birçok hastalığa direnç kazandırıyor.





Anavatanı Güney Çin ve Hindistan olan kiviyi Türkiye 1980'li yılların sonunda tanıdı.

Devlet teşvikiyle Ege, Marmara ve Karadeniz'de üretimine de başlanan kivi, vitamin deposu...

Atatürk Üniversitesi'nin araştırmalarına göre meyvenin astım, kolesterol, yüksek tansiyon ,kabızlık, gribal enfeksiyon gibi birçok hastalığa şifa olduğu belirtildi.

Üniversiteye göre günde en az bir tane kivi yenmeli. Böylece başta kanser olmak üzere bir çok hastalığa karşı direnç yükseliyor.

TRT Haber
0 yorum

15 dakikada tespit edilecek

Fransa'da Ebola virüsünü 15 dakika içinde tespit eden test geliştirildi.





Fransız Alternatif Enerji ve Atom Enerjisi Kurumu (CEA) tarafından yapılan açıklamada, kurum bünyesinde çalışan bilim adamlarının, insan vücudunda Ebola virüsü bulunup bulunmadığını 15 dakikada belirleyen bir test geliştirdikleri bildirildi.

Açıklamaya göre, yeni test laboratuvarların dışında, kapsamlı araç ve materyale gerek görülmeden, şüpheli kişiden alınan kan veya idrar örneğinde virüsün bulunup bulunmadığına ilişkin 15 dakika içinde sonuç veriyor.

Testin kısa bir süre sonra piyasaya sürüleceği kaydedildi. Testin geçerliliğinin Lyon'daki bir laboratuvarda da denenip başarısının onaylandığı belirtildi.

Mevcut Ebola testlerinin tam teşekküllü laboratuvarda yapılması gerekirken, yine bu testlerin sonucunu alabilmek için iki saatten fazla beklemek gerekiyor.

Son olarak Japonlar, buldukları testin 30 dakika içinde Ebola virüsünü tespit ettiğini iddia etmişti. Amerikalı bilim adamları ise bu süreyi 10 dakikaya düşürmek için uzun zamandır çalışıyor.
0 yorum

Sivilce ve aknelere yoğurt ile savaş açın

Özel Elit Polikliniği Dermatoloji Uzmanı Dr.Şerafettin Saraçoğlu akne tedavisinde probiotiklerinyeni büyük bir çözüm olabileceğini belirtti.


Saraçoğlu, yapılan son çalışmaların akne ve rozasea vakalarında probiotik kullanımı ile daha hızlı ve güvenli iyileşme sağlanabildiğini gösterdiğini belirterek şunları söyledi: "Son yıllarda Probiotikler sindirim sisteminin sağlıklı olmasını ve kalmasına yardımcı olan ana maddeler olarak algılanmaktadır. Gerek yoğurtlarda bulunan gerekse toz formunda günlük destek ürünü şeklinde kullanılabilen probiotiklerdost bakteri türleridir ve sağlığımızı devam ettirmek için gereklidirler. Günümüzde barsaklar için çok yaralı olan bu dost bakterilerin sindirim sistemi yanında deri üzerinde de olumlu etkilerinin olduğu gösterildi. Akne ve rosaseaya yatkın kişiler günlük aldıkları probitik kullanımı ile düzeldiği gözlendi. Vücudumuzda birçok bakteri bize zarar vermeden bizimle birlikte yaşarlar. Bu bakteriler aksine birçok organın normal çalışmasını sağlar. Probiotiklerin akneli hastalarda nasıl yararlı olduğunu anlamak çok kolay olmadı. Çünkü etki mekanizması çok karmaşık. Şu anda probiotik içeren krem veya maskeler ile benzer etkinin elde edilip edilemediği araştırılıyor. Aslında doğal yoğurttan elde edilen bazı maskeler ülkemizde çok uzun yıllardır maske olarak kullanılıyor. Bu durumu batı tıbbı daha yeni keşfediyor.” Özel Elit Polikliniği Dermatoloji Uzmanı Dr.Şerafettin Saraçoğlu, yoğurtlu maskelerle ilgili olarak şu önerilerde bulundu: "Yoğurtlu Akne Maskeleri: 1. 1 çorba kaşığı taze sıkılmış limon suyu bir çorba kaşığı yoğurt ile karıştırılıp temizlenmiş yüze sürülecek. 15 dakika bekletildikten sonra yıkanacak. Bu maske haftada 2-3 kez kullanılabilir. Karma Ciltler İçin Ballı Yoğurt: 2. Karma ciltler için ballı yoğurt maskesi. Bir çay kaşığı organik balı 3-4 çay kaşığı doğal yoğurt ile karıştırıp kullanabiliriz. Bal doğal antibakteriyel etki yanında iyi nemlendirici özelliği sayesinde akneli karma ciltlerde etkili yanıt almada yardımcı olacaktır. Günümüzde probiotik içeren bakım ürünleri hazır olarak da satışa sunulmuştur. Probiotiklerin her türü deri üzerinde aynı etkiye neden olamıyor. Etkinin en iyi olduğu probiotik bakteri türleri Streptococus thermophiles, streptococus salivarius, bifidobacterium longum suşlarıdır. Hazır probiotik içeren kremlerden yaralanmak istendiği taktirde bu bakteri suşlarını içeren ürünler tercih edilebilir.” (İHA)
0 yorum

Bitkisel Tehlikenin Adı: Bonzai…

Gençler arasında giderek yaygınlaşan ve büyük bir tehlikeye dönüşmeye başlayan Bonzai ile ilgili merak edilenleri Hisar Intercontinental Hospital Klinik Laboratuvarlar Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bekir Sami Uyanık ‘tan öğrendik…

Bonzai nasıl bir maddedir?

Dünyada Spice, Bonzai Citrus, K2, Jamaican, Scope, Smoke gibi isimlerle bilinen, bazı kurutulmuş bitki yapraklarına emdirilmesiyle sıvı ve toz şeklinde ambalajlanıp sağlığa zararlı olmadığı algısı oluşturularak piyasaya sürülen; Bonzai, esrara benzer etkilere neden olan ve metabolizmayı tamamen tahrip eden uyuşturucu bir maddedir.

Bu sentetik kannabinoidler, hastalıkların teşhis ve tedavisi amacıyla laboratuvarlarda geliştirilmiştir. Ancak, uyuşturucu olarak pazarlanan bonzai ürünleri içindeki, çok farklı miktar ve çeşitteki bu sentetik maddeler, doğal esrar ve eroine göre çok daha tehlikeli etkileriyle, beyin hücrelerinde kısa sürede hasara yol açar, şizofreniye benzer bir durum ortaya çıkarır ve ani kalp durmalarına neden olur.
Bonzainin doğal ve bitkisel bir ürün olarak düşünülmesi, kimyasal içeriği ve toksik etkileri ile ilgili bilgi sahibi olunmayışı insanların Bonzai’yi denemelerinde etkili olmaktadır. Solunum yoluyla (burundan çekilerek) alındığında, akciğerler tarafından anında emilerek kana karışır. Beyin gibi diğer organlara da yayılır ve etkileri dakikalar içinde görülmeye başlar. Ağızdan alındığında ise, sindirim sistemi tarafından emilmekte ve karaciğerdeki metabolik aktiviteye bağlı olarak etkileri daha geç görülür.

Bonzai alındıktan sonra vücuttaki etki süresi, içindeki etken maddelerin çeşidine ve dozajlarına göre değişir ve saatlerce de sürebilir. Özellikle Alkol ile birlikte kullanıldığında halüsinasyonlar, panik ataklar, kusmalar daha sık ve ağır olur. Ne yazık ki, ölüm tribi (vücudundaki uyuşmalardan dolayı felç olacak hissine kapılma, bayılacak gibi olma, kalp kriziyle öleceğini düşünmek gibi içinden çıkamadığı hallerle çok yoğun bir korku ve sıkıntının yaşandığı, bir bakıma panik atak geçirme halidir) denilen bir tür panik atak geçiren birçok insan, yasadışı madde kullanımı nedeniyle Hastaneye gidememekte ve bu vakalar ölümle sonuçlanabilmektedir.

Laboratuvar testleri ile Bonzai kullanıldığı tespit edilebilir mi?

Yasadışı birçok uyuşturucu madde gibi Bonzai kullanılıp kullanılmadığı, idrar, kan, tükürük, saç ve ter testleri ile belirlenebilir. Ancak, hastane laboratuvarlarında çoğunlukla, daha kolay ve hızlı sonuçlar alındığı için, negatif ve pozitif test sonucu veren idrar testleri kullanılır. Daha sonra ise, bu test sonuçları yorumlanarak çok daha hassas ve spesifik doğrulama testi ile teyit edilir.

Bonzain kullanımının belirtileri nelerdir?

Bonzai kullananlarda, vücut sıcaklığı yükselir, Ağrı duyusu azalır, hareketleri yavaşlar ve yüz ifadesi donuklaşır. Vücutlarını, kol ve bacaklarını farklı bir pozisyona sokarlar ve uzun süre öyle kalırlar. Bonzai, vücutta doğal olarak bulunan kannabinoidlere göre, beyinde bulunan CB1 ve bağışılık sistemi ile ilgili CB2 reseptörlerini çok daha güçlü uyardığından etkileri daha uzun sürer. Bu nedenle Bonzai kullanımında ölüm oranları daha sık görülmektedir.

Bonzai kullanımının başlıca belirtileri şunlardır;

• Baş dönmesi
• Halüsinasyon, hafıza kaybı, duygu ve düşünce bozuklukları, oryantasyon bozukluğu
• Görme ve işitme ile ilgili, algıda bozukluklar
• Geçici felç durumu, bilinç kaybı
• Ağrılı uyaranlara duyarsızlık, nöbetler ve koma
• Çarpıntılar, ritim bozuklukları, kalp atışlarının artması, nabız yükselmesi, kan basıncında (tansiyonda) hızlı düşme, şok, kalp krizi
• Nefes darlığı, öksürük, kas kasılması, göğüs ağrıları
• Ağız kuruluğu, bulantı ve kusma, yutma güçlüğü,
• Karın ağrıları ve kanamalar gibi mide bağırsak etkileri
• Hareket bozuklukları, kaslarda ağrı, sertlik ve kramplar
• Kan şekeri düşüklüğü
• Açlık hissi, iştah bozuklukları, sıvı kaybı
• Elektrolit bozuklukları, vücut ısısının yükselmesi, aşırı terleme gibi metabolik bozukluklar

Kimler tehlike altındadır?


Uyuşturucu madde kullanımına sebep olan birçok sorun ve faktörler, Bonzai kullanımında da geçerlidir. Ergenlik döneminde hassaslaşan gençler başta olmak üzere, özellikle ailevi, sosyal ve kişisel olarak sorun yaşayan 15-30 yaş arasındaki bireyler uyuşturucu tacirlerin ve aracılarının tercih ettiği Bonzai risk grubunu oluşturur.
0 yorum

Migrene kesin çözüm!

Baş ağrısı, baş dönmesi, kulak çınlaması, zonklama, halsizlik, yorgunluk gibi insanın hayat kalitesini bozan migrenden, kök hücre oluşumunu arttıran Proloterapi’yle kurtulmak artık mümkün.

Proloterapi yöntemini Türkiye’de ilk kez uygulayan ve yaygınlaştırma eğitimlerini sürdüren, Bilimsel Proloterapi Derneği Başkanı Ortopedi ve Travmatoloji Uzm. Op. Dr. Hasan Doğan, migrenin belirli aralıklarla gelen hafif başAğrısından, çok şiddetli baş ağrısına kadar değişen bir hastalık olduğunu belirterek, hastalığın genellikle tek taraflı, yoğun ve zonklayıcı tarzda bir baş ağrısı, bulantı, kusma, görme bozuklukları, ışıktan ve sesten rahatsız olma, baş dönmesi gibi bulgularla seyrettiğini bildirdi. Migrenin en önemli sebebinin boyun omurları arasındaki bağların görevini yapmaması ( servikal instabilite) olduğunu belirten Op. Dr. Doğan: “Kök hücre oluşumunun arttırılmasını sağlayan enjeksiyon uygulamasıyla, ağrıya neden olan hasar görmüş dokular yeniden canlandırılıyor. Proloterapi ile servikal instabilitenin düzeltiliyor, böylece ağrının nedeni ortadan kaldırılıyor. Bu yöntem migrene kalıcı çözüm sunuyor” dedi.

Ağrının Nedeni Ortadan Kaldırılıyor

Ortopedi ve Travmatoloji Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Hasan Doğan, ağrı kesicilerin ağrıyı bir süre için ertelediğine işaret ederek, Proloterapinin ağrının nedenini ortadan kaldırdığını vurguladı ve yönteme ilişkin şu bilgileri verdi: “Boyun ve baş bölgesinde yer alan ağrıların en çok sebebi boyun omurgasını birbirine bağlayan bağlardaki yıpranmadır. Omurgadaki bağların zayıflığı boyun baş-boyun bölgesindeki kasların kasılmasına bu da şiddetli ve ağrı kesicilere cevap vermeyen ağrıların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Proloterapi uygulamasıyla bu bölgede yer alan hasarlı bağlar yeniden güçleniyor. Proloterapi ve Nöroproloterapi ile hasarlı bölgede mikropsuz iltihap oluşturuyoruz. Bu iltihaplı bölge kısa zamanda tamirci hücreler tarafından işgal ediliyor ve o bölgede sağlam bir dokunun oluşması sağlanarak ağrının nedeni ortadan kaldırılıyor” dedi.

Migren Yaşamınıza Engel Olmasın

Migren ataklarını tetikleyen unsurların kişiden kişiye değiştiğinin altını çizen Op. Dr. Hasan Doğan, yüksek tansiyon, kadınlarda regl dönemleri, Alkol, duygusal stres, aç kalma ve çok fazla ya da az uyku gibi fiziksel stresin yanı sıra, iklim değişikliği, yoğun kokular, göz kamaştıran yoğun ışıklar ve ses gibi faktörlerin en sık görülen tetikleyiciler olduğunu belirtti.

Migren şikâyetiyle gelen tüm hastaların Proloterapi yöntemi ile ilaç kullanmayı bıraktıklarını ve atakların tekrarlamadığını vurgulayan Op. Dr. Hasan Doğan; 4-6 seansta migren ataklarından kurtulmanın mümkün olduğunu dile getirerek, Proloterapinin yanı sıra yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:

· Boyun ağrılarınız için masaj yaptırmaktan kaçının,

· Çocuklarınızı severken kafasından kaldırıp yukarı doğru çekiştirmeyin, bu hareketiniz, henüz sağlamlaşmamış bağların (ligament) yırtılması ve gereğinden fazla esnemesine neden olabilir,

· Yaşam tarzının düzenli olmasına dikkat edin,

· Düzenli uyuyun,

· Düzenli yemek yemeye dikkat edin,

· Bilinen tetikleyicilerden uzak durmak (kafein, eski peynir, etlere konulan koruyucular, monosodyum glutamat, salamura ürünler, çerez)

· Düzenli aerobik egzersiz yapın,

· Stresi azaltın, stresli durumlardan kurtulmak için ileriye yönelik plan yapın,

· Boş zamanları, hobileri, sosyal aktiviteleri arttırın,

· Çevresel etkenlerden kaçının,

· Güneş gözlüğü kullanın,

· Dumanlı, kokulu, gürültülü ortamlardan uzak durun,

· Vücut duruşunun düzgün olmasına dikkat edin,

· İşitme, görme sorunlarınızın olup olmadığını kontrol ettirin, varsa tedavi olun,
1 yorum

Kronik Yorgunluk Sendromu

Son zamanlarda grip olmadığınız halde sürekli başınız ve kaslarınız ağrıyor; her fırsatta dinlenmenize rağmen bir türlü kendinizi toparlayamadığınızı hissediyorsanız Kronik Yorgunluk Sendromu yaşıyor olabilirsiniz.

Birçok hastalıkla benzer özellikler gösterdiği için fark edilemeyen Kronik Yorgunluk Sendromu’nu, Hisar Intercontinental Hospital İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Akif Nuri Doğan’dan öğrendik…

Bir takım teoriler olsa da kronik yorgunluk sendromunun nedeninin belli olmadığını dile getiren Uzm. Dr. Doğan; ‘Kronik Yorgunluk Sendromu bozuk bir bağışıklık sistem yapısından meydana gelen sinir sistemi inflamasyonudur. Özellikle 30-50 yaş grubundaki kadınlarda daha fazla görülen hastalığın semptomları grip ya da diğer viral enfeksiyonlara çok benzer. Kas Ağrısı, aşırı yorgunluk ve baş ağrısı en sık görülen belirtileridir. En önemli nedeni strestir.’ diye konuştu.

Kronik Yorgunluk Sendromu mu Yaşıyorum?

• En az 6 aydır ne kadar dinlenirseniz dinlenin geçmeyen bir yorgunluğunuz varsa,
• Bu yorgunluğa baş ve kas ağrıları eşlik ediyorsa,
• Günlük aktivitelerinizi kısıtlayacak kadar ağrı çekiyorsanız,
• Egzersiz sonrası 1 saat içerisinde geçecek ağrılarınız 24 saat geçse de azalmıyorsa,
• Unutkanlık ve konsantrasyon problemleri yaşamaya başladıysanız,
• Kızarıklık, şişlik gibi Artrit belirtileri olmayan eklem ağrıları çekiyorsanız,
• Sersemlik hissi yaşıyorsanız,
• 5-8 saat uyumanıza rağmen uykunuzu alamıyorsanız,
• Sese, gürültüye, ışığa, çevresel faktörlere karşı aşırı duyarlıysanız,
• Ateşiniz çok olmasa da yükseliyorsa (38,3’ten daha az olan ateş),
• Boğazınızda ağrı ve yanma varsa, hekiminize başvurmanızda fayda var. Kronik Yorgunluk Sendromu yaşıyor olabilirsiniz.

Tanı ve Tedavi

Kronik Yorgunluk Sendromu için spesifik bir test yoktur. En az dört semptomun bir arada görülmesi gerekir. Özellikle çok uzun süreli nedensiz yorgunluk tanı koymada önemli rol oynar. Yapılan muayene ve testlerle olası sebepler dışlandıktan sonra tanısı konulan hastalığın semptomik ve kombine tedavisi gerekir. Tedavinin amacı semptomları azaltmaktır. Birçok Kronik Yorgunluk Sendromu hastasının tedavi ile düzelen depresyonu ve psikolojik bozuklukları vardır. Tedavi;

• Davranışsal terapi ve bazı hastalar için derecelenmiş egzersiz
• Sağlıklı beslenme
• Uyku yönetim teknikleri
• Ağrıyı, rahatsızlığı ve ateşi düşürecek ilaç tedavisi
• Anksiyete için ilaç tedavisi
• Depresyon için ilaç tedavisi kombinasyonunu içerir.

Kronik Yorgunluk Sendromu yaşayan hastalar aktif bir sosyal yaşam için teşvik edilir. Rahatlama ve stres azaltma teknikleri kronik ağrı ve yorgunluğu azaltmaya yardımcı olabilir, fakat bunlar Kronik Yorgunluk Sendromu için esas tedavi yöntemi değildir. Orta dereceli fiziksel egzersiz de yararlı olabilir. Hekiminiz ne kadar aktivite yapabileceğiniz ve yavaşça bunu nasıl artırabileceğiniz konusunda size yardımcı olabilir. Eğer inatçı, sık yorgunluk hissediyorsanız hastalığın semptomları olsun ya da olmasın uzmanınızı arayın. Başka ciddi hastalıklarda benzer bulgular verebilir ve bunların dışlanması gereklidir.

Kronik Yorgunluk Sendromu ile Başa Çıkmanın İpuçları…

• Yorgun hissettiğiniz günlerde çok fazla egzersizden kaçının.
• Aktivite, dinlenme ve uyku zamanlarınız arasındaki dengeyi sağlayın.
• Büyük görevleri daha küçük yapabilir boyuta indirgeyin.
• Daha zorlu görevleri haftaya yayarak yapın.
• Derin nefes egzersizleri yapın.
0 yorum

Erkeğin imajını hormonlar bozuyor!

Günümüz erkeklerinin dış görünüşleriyle ilgili en önemli estetik kaygısı, saçlarıyla ilgili.

Son yıllarda genç erkeklerde de giderek artan saç dökülmesinin nedeni olarak pek çok dış faktör etkili olsa da aslında sorunun kökeninde erkeklik hormonu yatıyor

Olağan saç dökülmesi olarak bilinen androgenetik alopesi ‘Erkeklik hormonu olan androjenlere bağlı olarak 20-50 yaş aralarında genetik yatkınlığın fazla olduğu kişilerde oluşan saç dökülmesi’ olarak tanımlanıyor. Androgenetik saç dökülmesinde rol oynayan hormonlar ‘androjenler’ olarak da adlandırılan erkeklik hormonları olarak biliniyor. Androjenlerin etkileri, vücudun farklı bölgelerinde farklı şekilde görülebiliyor. Örneğin, koltuk altındaki kılların büyümesini sağlayan androjenler, kafa derisindeki saçların dökülmesine neden olabiliyor.

Rephair Danışman Dermatologu Dr. Ahmet Günay, saç dökülmesinde en önemli rolü hormonlarımızın oynadığını vurguluyor. Erkeklik hormonunun saçlar üzerindeki olumsuz etkisine dikkat çeken Dr. Ahmet Günay, testosteronun güçlü saç tellerini zamanla ince tüylere dönüştürerek saçın büyümesini engelleyip saç kökünün işlevlerini olumsuz etkilediğini belirtiyor.

Saç kaybını başlatan etken; aşırı hormon salgılanması

Kadınlarda östrojen hormonunun az, erkeklerde androjen hormonun fazla salgılandığı durumlarda saçlı deride yağlanmanın kendini gösterdiğini söyleyen Dr. Ahmet Günay, şu bilgileri verdi:

“Saçlı derideki bu yağ, ölü hücreler, kirler ve tozlarla karışarak sebum adı verilen bir maddeye dönüşüyor. Normalde günde 50 -100 tel saç dökülmesini normal kabul ediyoruz. Ancak folikül adını verdiğimiz saç kökleri sağlam kaldığı için bu dökülenlerin yerine saç çıkması sağlanır. Bu sirkülasyon devam ederken, bahsettiğim yağ karışımı dökülen saç kökünün ağzını tıkayabiliyor. Bu tıkacın zamanla üzeri deri ile kaplanır ve beslenemeyen saç kökü ölür; bu saç kaybının başlangıcını oluşturur.

Hem erkeklerde hem de kadınlarda androjen hormonu bulunur. Saç dökülmesi sürecinde iki tip androjen rol oynar. Bunlar testosteron ve dihidrotestosterondur (DHT). Dihidrotestosteron bir testosteron türevidir. DHT saç kökleri üzerindeki her tip androjen reseptörüne kolaylıkla bağlanıp kuvvetli etkisini gösterebilir. Testosteronun da saç kökleri üzerinde etkisi vardır, fakat bu DHT'ninkinden çok daha zayıf bir etkidir.”

DHT saç köklerini önce zayıflatıyor sonra yok ediyor

Saçı dökülen kişilerin saç köklerindeki androjen reseptörlerinin normalden daha hassas olduğuna işaret eden Dr. Ahmet Günay, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu da kanda normal düzeyde bulunan androjenlerin saç köklerini daha fazla etkilemesine neden olmaktadır. DHT saç köklerindeki reseptörlere bağlanır ve saç köklerinde küçülmeye neden olur. Küçülen köklerde zayıf, ince ve renksiz saçlar oluşur. Bir süre sonra da bu saç kökleri yok olur.”

Uygun ürünler yeni saç oluşumunu sağlıyor

Hemen herkeste oluşabilen saç dökülmelerini, günümüzdeki tedavi teknikleriyle durdurmanın ve saç kökleri henüz ölmediyse bunlardan yeni saç oluşumu sağlamanın mümkün olduğunu söyleyen Dr. Ahmet Günay şunları tavsiye etti:
“Saç dökülmesini engellediği klinik çalışmalarla kanıtlanmış içeriğinde HSOR enzimleri ve capigen bulunan saç dökülmesini önleyici ürünler tercih edilebilir. Saç köklerinin etrafında oluşmuş DHT’nin hızla parçalanmasını sağladığı klinik çalışmalarla ispatlanmış ürünler, saç dökülmesini erken dönemde yakalayıp durdurmaya yardımcı olmaktadır.”
0 yorum

Varis tedavisi için geç kalmayın…

Varisten korunmak için alçak topuklu ayakkabıları tercih edin

Özellikle uzun süre ayakta kalmayı ya da sürekli oturmayı gerektirecek meslek gruplarında çalışan kadınlarda görülen varis, görsel olarak kadınları mutsuz eder. Dış görünümün yanı sıra tedavi edilmeyen varislerin Kronik Venöz Yetmezlik (KVY) adı verilen daha ciddi bir hastalığa da neden olabileceğini belirten Özel Medline KonyaHastanesi Kalp ve Damar Cerrahisinden Op. Dr. Özgür Mart, konuyla ilgili bilgilendiriyor.

Toplardamarların genişlemesine ve şişmesine varis denir. Genellikle, vücudun en fazla basınç altında kalan bölgesi olan bacakların alt kısımlarında görülen varis, yalnızca estetik açıdan değil, sağlık açısından da önlem almayı gerektirir. Kılcal varisler genelde görüntü bozukluğu dışında bir yakınmaya yol açmazlar. Ancak damarlar genişledikçe belirgin yakınmalar başlar. Varisi olanlarda, gece krampları, bacaklarda kaşıntı ve şişkinlik olur, ayakta kalınca Ağrı başlar. Kadınların, hamilelik ve period dönemlerinde varislerle ilgili şikayetleri artar. Uzun süre ayakta kalma sonrası bacakta ağrı, şişme, hassasiyet ve ağırlık hissi oluşabilir. Daha ileri vakalarda ise; özellikle ayak bileği iç tarafında şişme ve deri altında siyaha yakın renk değişikliği görülür. Zamanla bu bölgelerde yaralar oluşabilir.

Anne ve diğer birinci derece akrabalarında varis hastalığı olması varisin en önemli risk faktörüdür. Bunun yanı sıra; uzun süre ayakta kalınan veya devamlı sabit olarak oturulan bir işte çalışmak, sigara içmek, hızlı kilo almak, hamile olmak ve doğum yapmak varis hastalığının başlamasına neden olabilir.

Varis tedavisinde medikal ya da cerrahi uygulamalardan yararlanılabildiğini belirten Op. Dr. Özgür Mart, lokal anestezi ile yapılan cerrahi uygulama ile ilgili: “Varis tedavisinde, rahatsızlığın durumuna göre farklı yöntemlere başvurulabilir. Medikal uygulamaların yeterli olmadığı tedavilerde; kasıktan sadece 2 cm’lik bir kesi ile giriş yapılarak hasarlı damarın tedavisi gerçekleştirilir. Bu operasyon genel olarak tüm damarın çıkarıldığı cerrahi yöntemlerden daha pratik ve konforludur” dedi.
Varisi olanlar nelere dikkat etmeli?
Özel Medline Konya Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi uzmanı Op. Dr Özgür Mart, varisi olanlara hastalara şunları öneriyor:

- Sıcak damarları genişlettiği için aşırı sıcaklar varisli hastaları rahatsız eder. Çok sıcak suyla banyo yapmayın, kaplıca, sauna gibi sıcak ortamlardan uzak durun.

- Çok yüksek topuklu ayakkabı giymeyin.
- Uzun süre ayakta aynı pozisyonda kalmamaya çalışın.
- Düzenli yürüyüş yapın. Bacakları çalıştırdığı için yüzme de varise iyi gelir.
- Dolaşım bozukluklarına neden olduğu için dar kot pantolon giymeyin.
- Kilo, varisin artmasına neden olacağı için beslenmenize dikkat edin. Kilo almamak için Akdeniztipi beslenmeyi tercih edin. İdeal kilosunu koruyan varis hastaları, ayak ve bacaklara daha az yük bineceğinden rahat ederler.
- Akşamları soğuk suyla masaj yapmak ve ayaklar hafif yüksekte yatmak hastaları rahatlatır.

Varisler tedavi edilmezse başka sorunlara yol açar mı?
Varis tedavi edilmezse ciltte çeşitli ödemlere ve kapanması çok güç yaralara sebep olabilir. İlerleyen varis kan dolaşımında da önemli problemlere yol açabileceğinden varislerin ilerlemesine engel olmak gerekir.
0 yorum

Sağlık için çay için!

Fransa'nın başkenti Paris'teki Georges Pompidou Avrupa Hastanesi biliminsanları, düzenli olarak çay içmenin kalp hastalıkları dışındaki nedenlerden ölme riskini yüzde 24 oranında azalttığını ortaya çıkardı.

Paris IPC Önleyici Tıp Merkezi’ne başvuran 18-95 yaş arası 131 bin 401 kişinin kayıtlarını inceleyen uzmanlar, çok fazla kahve içmenin ise erken ölüm riskini artırdığını tespit etti. Ekibin başında bulunan Profesör Nicolas Danchin, İngiliz Daily Mail gazetesine yaptığı açıklamada, çayın sağlıküzerindeki olumlu etkisinin içerdiği antioksidan maddelere bağlı olduğunu söyledi.
0 yorum

Bel ağrısından kurtulmanın 9 doğal yolu

Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, bel ağrısından kurtulmanın 9 doğal yolunu sizler için yazdı:

En sık doktora gitme sebeplerimizden bel Ağrısı, günlük yaşamımızı ve iş hayatını olumsuz etkilemeye devam ediyor. Bu yüzden bel ağrısının sebepleri kadar bel ağrısından kurtulmak için başvurulan yöntemler de önem kazanıyor. Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, bel ağrısından kurtulmanın 9 doğal yolunu sizler için yazdı:

AKUPUNKTUR
Bel ağrısı için akupunktur, konvansiyonel terapinin diğer formlarını tamamlama açısından güçlü kanıtlara sahip. Toplam 6 bin 359 hastayla yapılan 23 klinik çalışmanın analizinden sonra, çalışma sahipleri, bel ağrısında akupunkturun hiçbir tedavi almamaktan daha yararlı olduğu konusunda ılımlı kanıtlar olduğu sonucuna vardı. Bu alandaki çalışmalar sürüyor.
Peki, akupunktur nasıl etki eder? Geleneksel Çin tıbbına göre ağrı, vücut boyunca enerjinin geçtiği yolların blokasyonu sonucu meydana gelir. Bu görünmez yollara akupunktur iğneleri batırıldığında enerji blokajı kaldırılır. Akupunktur doğal ağrı kesici olan opoidlerin salınımını etkileyebilir, sempatik sinir sistemine sinyaller göndererek nörokimyasalları ve hormonları serbest bırakabilir.
Eğer akupunkturu denemek isterseniz, başlangıç olarak haftada 1-3 seanslık planlama yapabilirsiniz.

MASAJ TERAPİ
Bilim dergisi Spine’da yayınlanan araştırmaya göre, araştırmacılar bel ağrısında masaj kullanılan 13 klinik çalışmayı derledi. Çalışmanın yazarları subakut ve kronik bel ağrısında, özellikle egzersiz ve hasta eğitimi ile kombine edilirse masajın hastalar için etkili olabileceği sonucuna vardı.
Masaj terapi aynı zamanda anksiyete ve depresyonla ilgili kronik ağrıyı da azaltabilir. Masaj terapi, hamilelik sırasında bel ağrısı için kullanılan en popüler doğal tedavi şeklidir.

KARYOPRAKTİK
Bel ağrısı, insanların bir karyopraktiktisti en sık ziyaret etme sebebidir. Karyopraktik doktorları eklem hareketliliğini restore edebilmek için spinal mobilizasyonu kullanırlar. Kas yaralanması, burkulma, inflamasyon ve ağrıyla kısıtlanan eklemleri kontrollü bir kuvvet uygulayarak maniple eder. Manipulasyonun ağrıyı ve kas gerginliğini azalttığı ve iyileşmeyi hızlandırdığına inanılır.
Journal of Manipulative Physiological Therapeutics adlı dergide yayınlanan bir derleme çalışmasına göre karyopraktik tedavi; AKUT, subakut ve kronik bel ağrısı olan hastalarda spinal manipulasyonla semptomları azaltmayı ve fonksiyonu geliştirmeyi amaçlıyor. 64 klinik çalışma ve 887 dokümanın incelenmesiyle oluşturulmuş bu derlemede; yazarlar karyopraktik tedavisinin egzersizle kombine edilmesinin, sonuçları hızlandırdığı, geliştirdiği ve ileri dönemdeki bel ağrılarına karşı koruyucu olduğu sonucuna vardılar.

VİTAMİN D
Kronik kas ağrısı D vitamini eksikliğinin bir semptomu olabilir. The British Medical Journal’da yayınlanan araştırmaya göre, D vitamin seviyesi düşük olan hastalarda D vitamin takviyesinin, bel ağrısında klinik olarak iyileşme sağladığını göstermiştir.
Temel besin maddesi olarak bazı gıdalarda (zenginleştirilmiş süt ya da küçük kemikli balıklar gibi) bulunur, D vitamini güneşin ultraviyole ışınlarına maruz kaldıkça vücut tarafından doğal olarak üretilir. Ama gün boyunca yiyeceklerden ve güneşten önerilen miktarda D vitamini almak zorlaştığından, birçok uzman D vitamini seviyenizi ek gıda alarak yükseltmenizi tavsiye ediyor.

ANTİ-İNFLAMATUAR BİTKİLER

Bel ağrısının gelişiminde inflamasyonun rol oynadığı anlaşıldığından beri, bazı bitkilerin anti inflamatuar etkilerinin bel ağrısında yararlı olabileceği düşünülüyor.

Örneğin; beyaz söğüt kabuğu, aspirin benzeri özellikleri nedeniyle ağrıyı rahatlatabilir. Beyaz söğüt kabuğunda bulunan, Salicin olarak bilinen madde, vücudun salisilik asit salınımını artırır (Benzer olarak Aspirin de vücutta salisilik asit salınımını artırır). Salisilik asitin, ağrıyı ve inflamasyonu azaltmanın aktif bir bileşeni olduğuna inanılır.

Bel ağrısı tedavisinde kullanılan başka bir bitkide; şeytan pençesidir. (devil’sclow) Şeytan pençesi, içinde anti inflamatuar kimyasal bileşenler bulunan harpagonsit içerir.

2007’ de Spine dergisinde yayınlanan bir derlemede, hem beyaz söğüt kabuğunun hem de şeytan pençesinin ağrıyı azaltmada plasebodan daha etkili olduğu bulunmuştur. Derlemedeki birçok çalışmanın kalite yönünden zayıf olması dolasıyla; bu bitkilerin kullanımının standart tedaviyle karşılaştırılması hakkında daha fazla çalışma yapılması gerekiyor.

MAGNEZYUM
Magnezyum vücutta en çok bulunan 4. mineraldir. 300’den fazla biyokimyasal reaksiyonda bulunması nedeniyle, normal kas ve sinir fonksiyonlarını sürdürmeye, kalp ritmini sabit tutmaya, bağışıklık sistemini desteklemeye ve kemik gücünün korumasına yardımcı olur. Magnezyum ayrıca kan şeker seviyesinin düzenlenmesine, kan basıncının düzenlenmesine yardımcı olur ve aynı zamanda enerji metabolizmasında ve protein sentezinde de görevlidir.
2001 de Journal of Trace Elements in Medicine and Biology’de yayınlanan bir çalışmaya göre, çalışmadaki kronik bel ağrısı bulunan 82 hastanın 76’sında mineral takviyesiyle ağrılarında azalma gözlenmiştir. Ek olarak, takviyelerin magnezyum seviyesini %11 oranında artırdığı bulunmuştur.

VİTAMİN B12
2000 yılında European Review for Medical and Pharmacological Sciences’da yayınlanan bir çalışmaya göre bel ağrısı olan hastalara B12 vitamin enjeksiyonunun etkinliği ve güvenilirliği incelenmiştir. 60 hastanın dahil olduğu çalışmada, B12 vitamini enjekte edilen hastalarda istatistiksel olarak ağrıda önemli oranda azalma görülmüştür. Aynı zamanda plasebo alan kişilerden daha az ilaç kullanılmıştır.
Çalışmalar, B12 vitamininin oral yoldan tablet olarak ve nazal yoldan sprey olarak alınmasını da etkili olduğunu göstermiştir.

TAI CHI
Tai Chi; yavaş ve zarif hareketleri içeren, meditasyon ve derin solunumu kapsayan savaşa özgü, eski bir sanattır. Stresi azalttığı düşünülmesine rağmen, tai chi çok az çalışmada kronik ağrısı olan kişilerde yararlı olduğu bulunmuştur.
Tai chi’nin bel ağrısı tedavisi ile ilgili çalışmaları kısıtlı olmasına rağmen, tai chi uygulamasının bel ağrısının belli seviyede azaltacağı yönünde çalışmalar da vardır. 2011 yılında Arthritis Care&Research’de yayınlanan bilimsel çalışmalarda 10 haftalık tai chi programının uzun süreli kronik bel ağrısı olan hastalarda ağrıyı azalttığı, fonksiyonu geliştirdiği bulunmuştur. Çalışma, kronik bel ağrısı olan 160 yetişkini içermektedir, katılımcıların yarısı 40 dakikalık tai chi seansını 10 hafta içerisinde 18 kez uygulamışlardır.

BALNEOTHERAPY
Ağrıyı azaltmada en eski terapilerden biri olan balneoterapi; mineralli su ve ılık su banyosunu içeren bir tür hidroterapi yöntemidir.
2006 yılında Rheumatology’de yayınlanan bir çalışmada; araştırmacılar bel ağrısı tedavisinde balneoterapinin kullanıldığını göstermiştir. 5 klinik çalışmaya bakıldığında, yazarlar balneoterapinin bel ağrısı olan hastaların tedavisindeki etkilerinin ‘umut verici’ olduğunu raporlamışlardır. Destekleyici bilginin kısıtlı olması nedeniyle, araştırmacılar balneoterapi ve bel ağrısı üzerine büyük ölçekli çalışmalar yapılmasını önermektedir. Yine de; kalp problemleri olanlar balneoterapiyi uzman gözetimi olmadan kullanmamalı.
0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI