işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

Pilot ve hosteslerde cilt kanseri riski 2 kat fazla



Cilt kanserinin pilot ve hostesleri daha fazla etkilediği belirlendi.





Amerikalı bilim adamlarının araştırması, yüksek rakımda ultraviyole ışınların yoğunluğunun daha fazla olması nedeniyle sık sık uçan ve bu ışınlara maruz kalan pilot ve hosteslerde melanom cilt kanseri riskinin arttığını gösterdi.

California Üniversitesi'nden bilim adamları 2606 bin kişiyi kapsayan 19 araştırmanın sonuçlarını inceledi.

Pilot ve hosteslerde cilt kanserine yakalanma riskinin başka meslek sahiplerinden 2 kat fazla olduğu belirlendi.

Uçakların genellikle 9 bin metre yüksekte uçtuğunu ve bu yükseklikte cilt kanserine yol açan ultraviyole ışınların çok yoğun olduğunu belirten bilim adamlarından Martina Sanlorenzo, üzerinden geçildiğinde bulutların ışınları yansıttığını belirtti.

Sanlorenzo, bulutların ayna görevi görmesinin ışınların etkisinin daha fazla olmasına yol açtığına dikkati çekti.

Araştırmanın sonuçları "Journal of the American Medical Association" dergisinde yayımlandı.

Cilt kanseri erken teşhis halinde kolayca iyileştirilebiliyor. Ancak genellikle ciltteki tümörler benle karıştırıldığından gözden kaçabiliyor.
0 yorum

Bilgisayar ekranı göz sağlığını etkiliyor



Erşan, ”bilgisayar ekranlarının göz sağlığı üzerinde ciddi etkileri var” dedi.





Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. İsmail Erşan, bilgisayar ekranlarının göz sağlığı üzerinde ciddi etkileri olduğunu söyledi.

Bilgisayar kullanımın yaygınlaşması ile birlikte göz ile ilgili rahatsızlıkların ciddi oranda arttığını söyleyen Yrd. Doç. Dr. İsmail Erşan, “Gözlerde ağrı, kuruluk hissi, batma, yanma, kaşıntı, sulanma, kızarıklık, bulanık görme, nesneleri çift görme gibi şikayetler görülmektedir. Bu şikayetlerin bilgisayar kullanıcılarında yaygınlığı yüzde 60-90 kadardır.

Günümüzde, yoğun iş temposu ile birlikte bilgisayar ekranı başında kalma süresi 7-8 saati bulan kişilerde bu şikayetler daha da sık ve şiddetli görülmektedir. Bilgisayar kullanıcılarının bu sıkıntıları ‘Computer Vision Syndrome (bilgisayara bakma sendromu)’ olarak bilinmektedir. Normalde dakikada 14-18 defa gözümüzü kırparken bilgisayar karşısına geçtiğimizde göz kapaklarımızı kırpma sayımız 6-7’lere düşmektedir. Azalan göz kırpmasıyla yeteri miktarda gözyaşı salınamamakta ve göz küresi yeteri miktarda ıslanamamaktadır. Sonuç olarak göz de belirgin şikayetler ortaya çıkmaktadır. Büro gibi klimalı ortamlar, sıcak yaz ayları gibi gözyaşı buharlaşma hızının arttığı ve ortam neminin azaldığı durumlarda bilgisayar kullanıcılarının şikayetleri artmaktadır” dedi.

Bu rahatsızlıkları önlemek için belli başlı kurallara dikkat edilmesi gerektiğini de söyleyen Erşan, “Çalıştığımız ortam iyice havalandırılmalı, ekran başında uzun süre kalınmamalı, 45 dakika ekran karşısında kalındı ise 15 dakika süreyle daha az görsel dikkat gerektiren işle uğraşılmalı, ekran karşısında bilinçli olarak belirli aralıklarla gözlerin kırpılması alışkanlık haline getirilmelidir. Bilgisayarın gözü bozduğu yönündeki düşünce yanlış olup uygun şartlarda kullanılmadığında kullanıcılarda bahsettiğimiz rahatsızlık hissine sebep olmaktadır. Bilgisayar ekranının zararlı etkilerinden korunmak için, uygun çözünürlükte bir ekran kullanılmalı, ekran filtrelerinin veya benzer şekilde filtre özelliği olan gözlüklerin de bir göz doktorunun önerisiyle ekran karşında kullanılması gerekebilir” diye konuştu.

Bilgisayar ekranıyla kişi arasındaki mesafenin önemli olduğunu da belirten Erşan, şunları söyledi; “Kabaca bir kol mesafesi olacak şekilde ayarlanabilir. Bilgisayar ekranının üst seviyesinin, göz seviyesini aşmamasına özen gösterilmeli, bu sayede göz kapakları arasındaki açıklık daha az olacağından gözyaşı etkin bir biçimde gözü ıslatabilmektedir. Bilgisayar klavyesi ekranın hemen önünde olmalıdır. Yana yerleştirilen klavye, gözlerin daha çabuk yorulmasına neden olmaktadır. Aynı sebeple kaynak ve dokümanların da ekranın hemen yanına yerleştirilmesi gerekmektedir. Uygun çözünürlükte ekranın seçilip, doğru şekilde konumlandırılmasına ilave olarak ekran üzerindeki toz ve lekelerin parlama ve yansıma problemine karşı temizliği de önemlidir. Bu koruyucu önlemlere ilave olarak göz doktorunun uygun gördüğü kişilerin mevcut gözyaşına destek olması amacıyla yapay gözyaşı damlalarını kullanması gerekmektedir.
0 yorum

Ders öncesi şeker tüketimi uyku yapar



Okul maratonu başladı, ebeveynlerin ortak temennisi çocuklarının başarılı olması





Okul maratonu başladı, tüm anne-babaların ortak temennisi ise çocuğunun başarılı olması. Genel algı, başarının çocukların elinde olduğu yönünde. Oysa başarının anahtarı çocuklarda olduğu kadar anne-babalarda. Çocuklara düzenli bir beslenme programı oluşturmak okul başarısını ciddi oranda artıran faktörlerin başında geliyor. Yapılan araştırmalar güne dengeli ve sağlıklı bir kahvaltıyla başlayan çocukların derslere daha kolay adapte olduğunu, okul başarısının arttığını söylüyor. Peki, çocuk için en ideal beslenme programı nasıl oluşturulmalı. Beslenme ve Diyet Uzmanı Emel Unutmaz Duman, ideal beslenme programını oluşturdu:

Okul çağındaki çocukların doğru beslenme alışkanlıkları kazanması daha sağlıklı ve kaliteli bir okul hayatının temelini oluşturuyor. Fiziksel ve zihinsel gelişimlerinin yaşlarına uygun olarak tamamlanmasında sağlıklı ve dengeli beslenmenin önemi yadsınamaz. Çocuklar rol model olarak anne - babalarını alırlar. İşe kahvaltı yapmadan giden bir anne baba, çocuğuna her sabah kahvaltı yapmayı öğütlese de başarılı olmayabilir. Bunu alışkanlık haline getirmek için, sofraya birlikte oturmayı deneyin.

Öncelikle öğün sayısı ve sıklığına dikkat edilmelidir. 3 ana öğün - 3 ara öğün tüketecek şekilde dengeli ve yeterli bir beslenme düzeni planlanmalı. Ara öğünlerde hem kan şekerinin ani iniş çıkışlarını hem de konsantrasyonu sağlayacak stresi azaltacak gıdaları seçilmelidir.

KAHVALTI YAPMAYAN ÇOCUK GERGİN OLUR
Kahvaltı her yaş grubu için olmazsa olmazlar arasındadır. Çocuklar içinse ekstra önem taşır. Güne aç başlayan bir çocuk, ilk dersten sonra daha da acıkmış olacak, motivasyonu düşmüş, dikkati dağılmış olarak ilk teneffüste kantine koşarak çikolatalı-şekerli yiyeceklere saldıracaktır. Bunlar şimdilerde masum gözükse de ileride çocuğunuzun obeziteyle karşılaşma riskini önemli derecede arttırmaktadır. Ayrıca okula aç giden bir çocuk gergin olur, sosyal çevresiyle problemler yaşaması muhtemeldir. Uzun süre aç kaldığımızda kan şekerimiz düşer ve vücudumuz eksik olan şekeri bir an önce yerine koymak ister. Bizler de önümüze çıkan ilk tatlı şeyi yeriz. Çocukların bu yaşlarda açlık-tokluk dengesini tek başlarına sağlamaları mümkün olmadığından, anne babalara burada büyük görev düşüyor.

BİR AVUÇ ÜZÜM
Peki sağlıklı bir kahvaltı tabağında neler olmalıdır? Bu dönemde büyüme-gelişme maksimum düzeydedir, bu görevi gerçekleştirecek olanlar ise proteinlerdir. Kahvaltı, muhakkak süt, yumurta, peynir gibi protein kaynaklarından oluşmalıdır. Bunun yanında gerekli vitamin ve mineralleri domates, salatalık, maydanoz gibi çiğ sebzelerden almalı, beynin çalışması içinse sağlıklı karbonhidratlardan tam tahıllı veya çavdar ekmeklerini tercih etmeliyiz. Kepek ekmeği çocuğunuzda var olan kansızlığı daha da arttırabilir, bu yüzden ekmek seçimlerinde de dikkatli olmak lazım. 1 haşlama yumurta, bir avuç üzüm ya da kuru erik.

KAHVALTIDA ŞEKER DERSTE UYKU YAPAR
Sofra şekeri, yani basit karbonhidratlar, kan şekerini hızla yükseltip düşürdüğü için kan şekerinin düşmesine neden olur. Bu durum ise çocukta dikkatte kayma, konsantrasyon eksikliği ve uyku hali yaratır. Ders öncesi basit karbonhidrat içeren gıda (çikolata kaplı drajeler, şekerlemeler vs. ) tüketimi yanlıştır.

TARÇINLI SÜT ŞEKERİ DENGELER
Tarçının kan şekerini düzenleyici etkisi nedeniyle tarçınlı süt içilebilir. Bu, kan şekerinin düşmesini engeller ve konsantrasyonu artırır. Ara öğünlerde kan şekerinin hızla yükselip, düşmesine sebep olan tatlı, çikolata, hazır meyve suları yerine kan şekerini yavaş yükselten, glisemik indeksi düşük ve düşük kalori içeren meyve, yoğurt, ayran gibi gıdalar tercih edilmeli.

6 ÖĞÜN BESLENİLMELİ
Çocuklar, sağlıklı bir şekilde gelişmeleri, büyümeleri, derslerindeki başarılarının, dikkat ve konsantrasyonlarının artması için asla uzun zaman aç kalmamalı, 2. 5 - 3 saat aralıklarla günde 6 öğün şeklinde beslenmelidirler. Öncelikle yemek saatleri, okul saatlerine göre belirlenmelidir. Sabahçı, öğlenci veya tam gün olan okullara göre kahvaltı, öğle, akşam yemek saatlerinin yanı sıra, ara öğünlerinin de ders aralarına, teneffüslere göre planlanmalıdır.

MEYVELERİN KABUĞUNU SOYMAYIN
Çocukların ders aralarında kantinden bir şeyler almak istemesi normaldir. Ancak anne, çocuğunun sevdiği şeylerle dolu bir beslenme çantası hazırlarsa, kantine duyulan ilgi azalacak, daha kontrol edilebilir bir hale gelecektir. Evde ton balığı, ızgara köfte veya tavuk ile hazırlanabilecek sağlıklı sandviçler, iştahın dengelemesine yardımcı olacak, çocukların abur cubura yönlenmesini azaltacaktır. Sade süt tüketmesini sevmeyen çocukların beslenme çantasına kısa bir süre için muzlu, kakaolu, meyveli sütlerden veya meyveli yoğurtlardan konulup sütü sevmesi sağlanabilir. Meyve sularının şeker içeriği oldukça yüksektir. Taze sıkılmış meyve suları haricindekiler tercih edilmemelidir. Meyveleri evde doğramadan beslenme çantasına koyarsanız vitaminleri kaybolmayacaktır. Kabuklu tüketilen meyvelerin iyice yıkanarak kabuğuyla birlikte yenmesi daha iyi olur. Kabuğundaki yüksek lif içeriğiyle sindirim sistemine katkı sağlar.

KEMİK GELİŞİMİ İÇİN KALSİYUM
Bu dönemde çocuğun kemik gelişimi için gerekli olan kalsiyumun da sağlanması önemlidir. Günlük ihtiyaç 800-1300 mg/ gün’dür.* Süt ve süt ürünleri bunu sağlayacak en önemli besin kaynaklarıdır. Ancak sadece sütten değil, yeşil yapraklı sebzeler, kuru baklagiller, kuruyemişler ve kılçığı ile yenilebilen balıklardan da sağlarız. Sadece kalsiyum alımı yeterli değildir. Kalsiyumun emilimi için yeterli D vitamini alımına da ihtiyaç vardır. Bunun için bol bol güneş ışığından faydalanmalı, yumurta ve balık tüketimine de ekstra özen gösterilmelidir.

AKŞAM YEMEĞİNİ İYİ PLANLAYIN
Sadece okul saatleri değil çocuğun tüm gün doğru beslenmesi önemlidir. Bu nedenle akşam yemeklerinde ne yediğine de dikkat etmek gerekir. Burada tavsiye eğer okulda yemek yeniyor ise okul mönüsüne uygun akşam tercihleri yapmaktır. Yani çocuğunuz öğlen okulda köfte yediyse akşam sebze yemeği yiyerek ihtiyacını karşılamış olur. Veya öğlen yoğurt yemediyse akşam sofrasında mutlaka yoğurt veya yemek sonrası süt ekleyerek günlük alması gereken süt – yoğurt grubu tamamlanmış olur.

0 yorum

Torba tasarıda 'Tüp bebek' için kolaylık



"Torba kanun tasarısı" TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilerek, yasalaştı.




Torba kanun tasarısı görüşmeleri Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabul edilerek yasalaştı. Yeni yasada tüp bebek ile ilgili düzenlemeler de yer aldı.

BAZI ŞARTLARDAN MUAF OLANLAR
Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun'un kapsamına girenler, tüp bebek uygulanmasında verilecek destek için aranan, "Son 3 yıl içinde diğer tedavi yöntemlerinden sonuç alamama" ve "En az 5 yıldır genel sağlık sigortalısı olma" şartlarından muaf olacak.

Kanuna göre bu kişiler; içgüvenlik ve asayişin korunması veya kaçakçılığın men, takip ve tahkiki konularında görevlendirilen Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Sahil Güvenlik Komutanlığı personeli, Türk Silahlı Kuvvetler mensupları, MİT mensupları, çarşı, mahalle ve kır bekçileri, orman memurları ve personeli ile Gümrük Muhafaza memurları; güven ve asayişi ihlal eden eylemlere ve kaçakçılığa ilişkin olayların soruşturma ve kovuşturma işlemlerini yürüten adli ve askeri hakimleri, cumhuriyet savcı ve yardımcılarıyla askeri savcı ve yardımcıları, güvenlik kuvvetleriyle birlikte olay mahallinde bizzat görev yapan mülki idare amirleri; ceza ve tutukevlerinin iç ve dış güvenliğini sağlamakla görevli bulunan personel; güven ve asayişin korunmasında hizmetlerinden yararlanılması zorunlu olan ve yetkililerce kendilerine bu amaca yönelik görev verilen kamu görevlileri ve sivilleri; iç güvenlik ve asayişin korunmasında veya kaçakçılığın men, takip ve tahkiki ile ilgili olarak güvenlik kuvvetlerine kendiliklerinden yardımcı olmuş ve faydalı oldukları yetkililerce tevsik edilmiş kişiler; devlet güçlerini sindirme amacına yönelik olarak yapılan saldırılara maruz kalan kamu görevlileri ile bunların yaptıkları görevler veya yardımlar sebebiyle saldırıya maruz kalan eş, füru, ana, baba ve kardeşlerinden oluşuyor.

YARDIM ORANLARI
Başka tıbbi bir yöntemle mümkün olmaması nedeniyle yapılacak yardımcı üreme yöntemi tedavisi dışındaki, yardımcı üreme yöntemi tedavisinde, katılım payı ilk denemede yüzde 30, ikinci denemede yüzde 25, üçüncü denemede yüzde 20 oranında uygulanacak.

SGK Başkanlığı bünyesinde oluşturulan bilimsel komisyonlara, kurum dışından, alanlarında uzman olan öğretim üyeleri ile tabip, diş tabibi ve eczacılar da katılabilecek.

Sosyal güvenlik sözleşmesi olmayan ülkelerde iş üstlenen işverenlerce yurt dışındaki işyerlerinde çalıştırılmak üzere götürülen Türk işçileri için SGK'ya ödenmesi gereken sigorta primlerinin üst sınırı, asgari ücretin 3 katı olacak.

Sigortalılar adına sonradan tahakkuk ettirilen fark prim tutarları, sigortalılar ile tüzel kişilerin kasıt, kusur, hata ya da yanıltıcı beyanından kaynaklanmaması şartıyla, gecikme cezası ve gecikme zammı uygulanmaksızın tahsil edilecek.

SGK tarafından ödenen gelir ve aylıkların, kuruma iade süresi 6 aydan 12 aya çıkarılacak.

SGK kapsamındaki iş yerlerinin 31 Aralık 2013 tarihi öncesine ait ödenmemiş sigorta primi, işsizlik sigortası primi, sosyal güvenlik destek primi ve idari para cezası ile eğitime katkı payı, özel işlem vergisi ve damga vergisi borçlarından 100 TL'yi aşmayan asli alacakları ve tutarına bakılmaksızın bu asılların gecikme cezası tahsilinden vazgeçilecek. 23 Nisan 1999 ile 14 Şubat 2005 tarihleri arasında tabi oldukları personel mevzuatına göre almış oldukları disiplin cezası sonucu memuriyetleri sona erenlerden, memuriyete dönmesi ve prim borçlanma hakkı kazanması için başvuru hakkını kullanmamış olanlar, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren SGK'ya başvurmaları halinde bu imkandan yararlanabilecek.
0 yorum

Müzik ve sülük tıbbi tedavide kullanılacak



"Sülük tedavisi" bazı hastalıklarda "tamamlayıcı" tedavi olarak uygulanabilecek.





Geçmişte Anadolu'da akıl hastalarının tedavisinde kullanılan müzikle terapi, yaraları iyileştiren sineklerle yapılan "larva uygulaması", kirli kanı emen sülüklerin kullanıldığı "sülük tedavisi" bundan böyle bazı hastalıklarda "tamamlayıcı" tedavi olarak uygulanabilecek.

Sağlık Bakanlığın hazırladığı yönetmelikle bu tür tedaviler, izin verilen sağlık kurumlarında sadece hekimler tarafından yapılabilecek.

Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü Geleneksel, Tamamlayıcı, Alternatif Tıp Uygulamaları Daire Başkanı Mehmet Zafer Kalaycı, 15 farklı dalı kapsayan Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Yönetmeliği hazırlandığını ve yakında yürürlüğe gireceğini bildirdi.

Yönetmelikle çok eskilerden bu yana uygulanan ve bir çoğu halk arasında da bilinen yöntemlerinin artık bazı rahatsızlıklarda "Tamamlayıcı" tedavi olarak uygulanabileceğini belirten Kalaycı, bu uygulamaların klasik tıbbi tedavilerin alternatifi değil, tamamlayıcısı olmasının amaçlandığını vurguladı.

Kalaycı, bu nedenle yönetmeliğin "Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp" olarak adlandırıldığını ifade ederek, düzenlemenin dünyadaki uygulamalar dikkate alınarak hazırlandığını, Dünya Sağlık Örgütünün de bu çalışmaları aynı isimle yürüttüğünü kaydetti.

Avrupa'da modern ve geleneksel tıbbın bir arada kullanılması eğiliminin arttığını, modern tıpla uğraşan hekimlerin artık geleneksel tıbba da eğilim duymaya başladığını anlatan Kalaycı, düzenleme yapılırken "Yanıta dayalı tıp mı kanıta dayalı tıp mı?" şeklinde tartışmayı gündeme getirdiklerini söyledi.

Kalaycı, şu bilgileri aktardı:

"Yönetmelikte 15 başlık var. Bunların içerisine tam, net bir kanıt koyma şansı olmamış ama ciddi yanıtlar var. Hastalar iyilik halinden bahsediyorlar. Zaten bu uygulamaların çoğu kulaktan kulağa yayılmış. Biz bunu DSÖ ile de paylaştık. Onlar da bazı sınıflandırmalar içine girmek istiyorlar. Bizim ilk sorduğumuz yeterli kanıtınız var mı elinizde? A sınıf dergilerde 15 başlıkta sonuca ulaşmış bir şey var mı diye baktık. Daha çok buradaki 15 başlıkta kanıt üzerinde çalıştık. Bilimsel yayınlar incelendi, A sınıf dergilerdeki yayınları inceledik. Çıkarttığımız yönetmelik bu yayınlar üzerine oluşturuldu."

Bu uygulamaların hekimler tarafından yapılacağını, diğer sağlık personelinin de yardımcı olarak çalışabileceğini kaydeden Kalaycı, Bakanlığın bu tedaviyi uygulayanlara sertifika vereceğini, merkezleri ise ruhsatlandıracağını vurguladı.

Kalaycı, uygulamaların, "ünite" ve "uygulama merkezleri"nde yapılabileceğini, ünitelerin, özel ve kamuda sağlık hizmeti sunulan hastanelerde birim olarak, uygulama merkezlerinin ise eğitim ve araştırma hastaneleri ile üniversitelerde açılacağını ifade ederek, buralarda hem araştırma geliştirme yapılabileceğini hem de bu işi yapacaklara eğitim verileceğini söyledi.

MÜZİKLE TEDAVİ
Düzenlemenin içerdiği uygulamalardan bazılarıyla ilgili bilgiler de veren Kalaycı, "müzikterapi"nin tarihte "akıl hastaları" için Anadolu'da uygulandığını anımsattı.

Kalaycı, şu bilgileri verdi:

"Müzikterapi, Osmanlılar ve Selçuklular döneminde ve uygulanmış bir tedavi yöntemi. Zamanında ruh sağlığı bozuk kişiler bu yöntemle tedavi edilmiş. Endikasyonlar (Uygulanacak rahatsızlıklar) içinde psikolojik sorunlar da bulunuyor. Türk musikisinin bazı makamlarının hangi rahatsızlıklara iyi geldiğine ilişkin ülkemizde yapılan çalışmalar da var. Hatta geçmişte yapıldığı gibi bu musikinin içinde senfonik su sesi de kullanılıyor. Anadolu topraklarında tıp eğitimi verilen Gevher Nesibe adına kurulan kurumda müzikle terapi uygulanmış. Aynı şekilde Trakya'da Edirne'deki şifahanede de bu uygulamalar yapılmış."

BİTKİSEL TEDAVİ
Türkiye'ye has 3 bin 500-4 bin civarında tıbbi bitki olduğunu, bunun doğru tarım uygulamalarıyla 12 bine kadar çıkarılabileceğini bildiren Kalaycı, bu bitkilerin yönetmelik kapsamındaki uygulamalarda kullanılabileceğini, bunun da ülkenin kalkınmasına katkısı olabileceğini söyledi.

SÜLÜK, LARVA, KUPA
Sağlık Bakanlığının kısa süre içinde yürürlüğe girecek yönetmeliği, uzun yıllardır sağlık kurumlarında uygulanabilen ve bir tedavi yöntemi kabul edilen akapunkturu da kapsayan 15 geleneksel ve tamamlayıcı yöntemle ilgili düzenlemeler içeriyor.

Buna göre, akupunktur iğne veya lazerle vücuttaki belirli noktaların uyarılmasıyla kas, iskelet sistemi, baş, eklem ağrıları, kısırlık tedavisi, doğum ağrılarında, sigara bırakmaya bağlı psikolojik sorunlar, organik soruna bağlı olmayan gece işemesi, kemoterapiye bağlı sorunların ortadan kaldırılması için uygulanabilecek.

"HİPNOZLA DOĞUM"
Arı ve arı ürünlerinin kullanıldığı "Apiterapi", bağışıklık sistemini desteklemekte, geleneksel tıbbi ürünler ve ilaçların kullanıldığı "Fitoterapi", Bakanlığın ruhsat verdiği rahatsızlıklarda, "Hipnoz" belirli cerrahi işlemler öncesinde ameliyat korkusunu yenmek, anksiyete ve ağrıyla baş etmede, kısırlık tedavisinde, gebelik ve doğum süresince ve kadın hastalıklarında, yeme bozukluklarında, alkol ve sigarayı bırakmada, depresyon ve uyku bozukluğunda, "Sülük tedavisi", eklemlerde kireçlenme, bacaklarda damarsal sorunlardan kaynaklanan ağrının giderilmesinde, "Homeopati", kişiye özel seçilmiş ilaçlarla uykusuzluk, egzama, alerjik astım, kemoterapi kaynaklı bulantı ve kusma gibi yan etkilerin azaltılması, dikkat eksikliği ve hiperaktivitede ana tedaviye destek amaçlı, kısırlık ve diş ağrılarında uygulanabilecek.

Mekanik hareketliliğini kaybeden eklemlerin elle uygulanan yöntemlerle düzeltilmesini içeren "Kayropraktik", boyun ve bel ağrılarında, yumuşak doku zorlamalarında; bölgesel vakum uygulamaya dayanan "Kupa uygulaması", bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde, romatizmal hastalıklarda, baş ağrısında, kabızlık, bulantı ve kusmada; laboratuvarda üretilen özel bir sinek türünün kullanıldığı "Larva uygulaması", iyileşmeyen yaralarda; bitkisel ilaçların özel iğnelerle cilt içine enjekte edildiği "Mezoterapi", eklem zedelenmesine bağlı şişlik ve ağrılarda, selülitte, migrene bağlı baş ağrılarında, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde, spora bağlı yumuşak doku yaralanmalarında başvurulabilecek yöntemler arasında yer alabilecek.

Bazı solüsyonların eklem bağı dokusuna enjekte edildiği "Proloterapi"ye eklemlere bağlı şişlik ve ağrılarda, tekrarlayan baş, boyun ve bel ağrılarında, migrende, yumuşak doku spor yaralanmalarında; kas, iskelet sisteminin güçlendirilmesini içeren ve girişimsel bir yöntem olmayan "Osteopati"ye omurga ve iskelet sisteminin hareket bozukluğunda, omurga ve disk kaymalarında, ayaktan ameliyat sonrası rehabilitasyonda, kaza sonrası ağrılarda, uyku bozukluklarında; lokal ve sistemik olarak ozon-oksijen karışımının kullanıldığı "Ozon uygulaması"na eklem ve tendon yaralanmalarında; diyabetik ayakta, el, ayak tabanı, kulakta yönlendirici refleks alanlarının mevcudiyetine dayanan "Refleksoloji"ye psikolojik rahatsızlıklarda, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde, baş ağrılarında ve uyku bozukluklarında başvurulabilecek.

Geçmişte Anadolu'da akıl hastalarının tedavisinde uygulanan, müziğin ve müzik uygulamalarının psikolojik, zihinsel ve sosyal ihtiyaçların karşılanmasında kullanılan "Müzikterapi" ise psikolojik sorunların tedavisinde, sosyal fobiler ve kişilik bozukluklarında, otizmde, zeka geriliğinde, kaygı giderilmesi ve tedaviye uyumda, bazı ağrılarda, felçli hastalarda, doğumhanelerde, yoğun bakımlarda tamamlayıcı bir tedavi yöntemi olabilecek.
0 yorum

'Şişmansın' demek şişmanlatıyor



Şişman olmakla eleştirilen kişilerin obez olma riski 5 kat daha fazla.






İngiltere'de yapılan araştırma, şişman olmakla eleştirilen ve utanç duyan kişilerin obez olma riskinin 5 kat fazla olduğunu gösterdi.

Araştırmaya 50 yaşın üzerinde fazla kilolu 3 bin kişi katıldı. Katılımcılara kiloları nedeniyle alay konusu olmak, lokantalarda, hastanelerde ya da dükkanlarda daha az hizmet almak gibi ayrımcılığa maruz kalıp kalmadıkları soruldu.

Sonuçları "Obesity" dergisinde yayımlanan araştırma, olumsuz muameleye maruz kalanların "kendini yemeye vererek" daha da kilo aldığını ortaya koydu.

Eleştirilmeyen katılımcıların ise kilo vermekte zorlanmadığı belirlendi.

Ayrımcılık ya da farklı muameleye maruz kalanların yaşadığı stresin iştahı artırabileceğini, özellikle sağlıklı olmayan besinleri tüketmeye itebileceğini belirten bilim adamları, "utanan" bu kişilerin kendine güven eksikliği nedeniyle spor yapmaktan da çekinebildiğine dikkati çekti.

Bilim adamları, özellikle doktorların kişinin "şişman" olduğundan bahsetmek yerine tip 2 diyabet, körlük ya da erken ölüm gibi obezitenin sonuçları konusunda uyarabileceğini vurguladı.
0 yorum

Kan grubu AB olanlar bunamaya daha yatkın



Araştırma sonuçları Neurology dergisinde yayımlandı.




Kan grubu AB olanların ileri yaşta hafıza kaybından daha fazla etkilendiği belirlendi.

Amerikalı bilim adamları, kan grubu AB olan kişilerin ileri yaşta bunamaya kadar giden düşünme ve hafıza sorunlarıyla diğer kan grubundan olan kişilerden yüzde 82 fazla karşılaştığını ortaya koydu.

Araştırmaya hafıza sorunu bulunmayan 30 binden fazla kişi katıldı. Yaklaşık 4 yıl boyunca yapılan araştırmada 495 kişide düşünme ve hafıza sorunlarına rastlandı. Bu kişiler sorun yaşamayan 587 kişiyle karşılaştırıldı.

Kan grubu AB olanların hafıza sorunlarının çok daha fazla olduğu belirlendi.

Araştırmanın sonuçları "Neurology" dergisinde yayımlandı.

Daha önceki araştırmalar kan grubu 0 olan kişilerin hafıza kaybı ya da bunamayı artırabilen kalp hastalıkları ve felç riskinin daha az olduğunu göstermişti.

AA

0 yorum

Annenin stresi, bebeğe gaz yapıyor



Bebekteki gaz sancısında, annelerin yaşadığı stresin etkili olduğu belirtildi.




Gaziantep Üniversitesi (GAÜN) Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Metin Kılınç yaptığı açıklamada, özellikle 0-8 ay arasındaki bebeklerin yaşadığı gaz sancısının, ebeveynleri en çok tedirgin eden konuların başında geldiğini söyledi.

Gaz sancısının adeta bebeklerin ortak derdi olduğunu ifade eden Kılınç, "Bebeklerin bu sıkıntısı karşısında ebeveynlerin yanlış tutumları da eklenince durum daha can sıkıcı hale geliyor. Aslında gaz sancıları zarar verici olmayan, belli süreyle sınırlı fizyolojik bir olaydı" dedi.

Sancının, bebekteki sağlık sorunlarına bağlı gündeme gelebileceğini belirten Kılınç, şöyle konuştu:

"Bebeğinizin bu problemi yaşamasını istemiyorsanız, stresten uzak durun. 20 yıllık meslek hayatımda, stresini ortadan kaldırdığımız annelerin bebeklerinin ancak yüzde 1'inde gaz sancısı devam etti. O da çocuklardaki çeşitli sağlık sorunlarından kaynaklanıyordu. Bugün yaşanan gaz sancılarının neredeyse tamamının altında annenin yaşadığı stres yatıyor. Bu stres de genellikle ilk gebeliğini yaşayan annelerde sıklıkla görülüyor. Çünkü tecrübesiz olan anneler, birçok konuda 'şimdi ne yapacağım' endişesi taşıyor."

Kılınç, stresten uzak duran annelerin ise bu sıkıntıyı yaşamamak için bazı tedbirler alabileceğini vurguladı.

Bebeklerin emerken hava yutabildiklerine işaret eden Kılınç, "Bebeği emzirdikten sonra halk arasında 'tıpışlamak' olarak tabir edilen bebeği omza yatırıp sırtına vurmak gerekir. Her beslenmeden sonra yapacağımız bu işlemi 'gark' sesi gelinceye kadar sürdürmeliyiz. Ayrıca bebeği yatırırken yaklaşık 30 derecelik açıyla dik olacak şekilde arkadan desteklemek, hava yutmasını engelleyecektir" diye konuştu.

Kılınç, halk arasında emziren kadınların "nohut yeme bebeğe gaz yapar" gibi söylemlerle bazı besinlerden mahrum bırakıldığını ifade etti.

Bilimsel olarak nohut yiyen annenin sütünde bebeğe gaz yapacak herhangi bir bulguya rastlanmadığını dile getiren Kılınç, şunları kaydetti:

"Dolayısıyla bu söylem biraz yanlış. Bu gibi yanlış ifadeler anneyi bazen sevdiği yiyeceklerden mahrum bırakabiliyor. Oysa biz, tüm annelere 'sevdiğiniz ve günlük hayatta sizi rahatsız etmeyen herşeyi gebelik ve emzirme döneminde de tüketmeye devam edin' diyoruz. Ayrıca emziren annelerin sıvı besin tüketmeye ve günlük en az 2 litre su tüketmeye dikkat etmeleri de bebek için yararlı olacaktır."
1 yorum

Kalp krizinden korunmak için su için



Yaşam kaynağı olan suyun vücuda bir çok önemli faydası var.




Suyun iştahı azaltarak kilo vermeye yardımcı olduğunu söyleyen Uzman Diyetisyen Şebnem Kandıralı, “Vücudun susuz olduğu zaman yağ hücrelerinin yıkılması zorlaşır bu açıdan diyet yapanlar yeterince su içmezlerse kilo vermeleri zorlaşır.

Kandıralı, “Su, kalp sağlığını korumaya, desteklemeye yardımcıdır. Kasların en sıkı ve ağır çalışanı olarak tam hızda çalışabilmesi için suya gereksinim vardır. Susuz kaldığınızda kanınız kalınlaşır bu durumda kalbin daha fazla çalışması gerekir. Eğer kalbiniz zayıfsa ilerleyen yıllarda ciddi kalp problemleri görülebilir. Günde 5 bardaktan fazla su içinler ile 2 bardaktan az içenler karşılaştırıldığında, 5 bardaktan fazla içenlerin kalp krizi riskine yakalanması riski yüzde 41 daha az olarak bulunmuş” diye konuştu.

Suyun kişinin enerjisini artıracağını da dile getiren Uzman Diyetisyen Şebnem Kandıralı daha sonra şunları kaydetti; “ Nasıl yetersiz su içilmesi beyninizi yavaşlatıyorsa aynısı vücut içinde geçerlidir. Kaslarınızın yüzde 75 i kemiklerinizin yüzde 22 si kanınızın yüzde 83 ü su ile doludur. Susuz kaldığınızda bu vücut bölümleri yeterince işlev göremez ve bu da enerji eksikliği, yorgunluk ve bitkinlik ile ilişkilidir. Baş ağrısı ve baş dönmesini azaltır.

Baş ağrısında hemen aspirine sarılmanıza gerek yoktur. Vücudunuzun susuz kaldığının bir sinyali olabilir ve su içildikçe kaybolur. Yorgunluk ve bitkinlik hali de susuz kaldığınızın göstergesidir. Cildinizi temizler. Temiz bir cilt oluşumu sağlar. Akne belirtilerinin azaltılmasına yardımcıdır. Kuru bir cildiniz varsa su içmek daha bir nem kazandırır. Su vücuttan toxinlerin atımına yardımcıdır, vücudu bakteri ve gereksiz materyallerden temizler Konsantrasyonu arttırır. Beynin yüzde 85 sudan oluşur. Susuz kalındığında bu durum otomatikman konsantrasyonu ve kısa dönem hafızayı etkiler. Susuzluk beynin enerji seviyelerinin azalmasına sebep olur.”

0 yorum

Bilinçsiz diyet kalbe zarar verebilir



Görenek, son yıllarda zararlı olan diyetlerin sıklıkla önerildiğini söyledi.






Avrupa Kardiyoloji Derneği Eğitim Komitesi Üyesi Prof. Dr. Bülent Görenek, son yıllarda gerçekte işe yaramayan hatta zararlı olan diyetlerin sıklıkla önerildiğini savunarak, "Kalp hastaları için mucize bir diyet yoktur" dedi.

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi de olan Görenek, yaptığı açıklamada, koroner kalp hastalıklarının günümüzde ölümlerin en önemli nedenleri arasında yer aldığını söyledi.

Kalp hastalarına önerilen diyet programlarına değinen Görenek, şöyle konuştu:

"Son yıllarda özellikle diyet konusunda hastaların zihinleri karıştırılıyor. Hastaların duymak istedikleri 'mucizevi' ancak gerçekte işe yaramayan hatta zararlı olan diyetlerin önerildiğine sıklıkla tanık oluyoruz. Kalp hastaları için mucize bir diyet yoktur. İlaç alır gibi antioksidan, vitamin ya da omega asit kullanılması,kalp krizi riskini azaltmamaktadır. Dengeli ve kalp dostu bir diyetle beslenen kalp hastası, sigara da içmiyorsa kendisine en büyük iyiliği yapmış olur. Gerekli olan vitaminlerin ve omega asitlerinin besinlerden alınması gereklidir. Doğal yolla yani besinlerle alınmayan hiçbir vitamin, kalp hastalarında faydalı değildir. Tabii bunun bir istisnası var; kişi bir hastalığı nedeniyle düzenli beslenemiyorsa takviye gerekebilir."

Görenek, diyet meyve ve sebze ağırlıklıysa, kişi haftada 2-3 gün derin deniz balığı tüketiyorsa, kuru baklagilleri seviyorsa, kırmızı et ve hamur işlerinden uzak kalabiliyorsa bunun kalp hastaları için sağlıklı olacağını vurguladı.

Kalp hastalarının yemeklerin hazırlanmasında sıvı yağların tercih edilmesi gerektiğini anlatan Görenek, şunları kaydetti:

"Aslında en doğrusu, bu tür beslenme alışkanlığının çocukluktan edinilmesidir. Hekimi aksini söylemiyorsa günde 30-45 dakika hızlı tempolu yürümelidir. Karışık egzersiz programlarına da ihtiyaç yoktur. Bu kadar basit. Başka mucizevi söylemlere itibar etmeyin. Hekiminizin gerekli gördüğü durumlarda kolesterol düşürücü ilaçlarını kullanmaktan da kaçınmayın. Unutmayın siz tereddüt ettikçe, yanlış beslendikçe ve mucize peşinde koştukça damarlarınız tıkanmaya devam ediyor."

0 yorum

Lenfoma 'yaşlıları' esir alıyor



Kan kanseri türü olan lenfoma, en sık yaşlı nüfusta görülüyor.





Kan kanseri türü olan lenfoma, en sık yaşlı nüfusta görülürken; yaşam kalitesinin artması ve doğru tedaviler ile birlikte yaşam süresinin uzamasına bağlı olarak hasta sayısının gelecek yıllarda daha da artacağı tahmin ediliyor.

Lösemi-Lenfoma, Miyelom Hastaları ve Araştırma Eğitim Birliği (LLMBİR) Başkanı Prof. Dr. Muhit Özcan yaptığı açıklamada, lenf sisteminden meydana gelen kanserlerin "lenfoma" olarak isimlendirildiğini belirtilerek, lenflerin vücudun bağışıklık sisteminin önemli bir bileşeni olduğunu söyledi.

Lenflerin, özellikle enfeksiyonlarla mücadelede önemli rol üstlendiğini vurgulayan Özcan, lenfomaların, bu sistemdeki lenfositlerin kontrolsüz çoğalması ile görülen kanserler olduğunu belirtti. Özcan, lenfomaların kötü huylu kanserler arasında olduğundan doğru, uygun ve zamanında tedavi yapılmadığında ölümcül olduğunu ifade etti.

Özcan, ABD verilerine göre her yıl 100 bin kişiden yaklaşık 20 kişinin lenfoma hastası olduğunu dile getirerek, "Türkiye'de ise Sağlık Bakanlığının verilerine göre her 100 bin kişide 10'unun lenfoma olduğu belirtiliyor. Ancak, biz bu rakamların ABD seviyesinde olduğunu düşünüyoruz" dedi.

Lenfoma hastalarının en sık boyun, koltuk altı ya da kasıklarında beze şikayeti ile hekime başvurduğunun altını çizen Özcan, bu bezenin büyüklüğünün fındık veya portakal büyüklüğünde olabildiğine işaret etti. Özcan, "Ağrı şikayeti bulunmaz. Hastalarda, sebepsiz kilo kaybı görülür. Geceleri, çarşafı ıslatacak kadar terleme ile karşılaşılır. Bunun dışında hiçbir enfeksiyon bulunmamasına karşın 38-39 derece ateş yüksekliği görülür. Lenfomanın bir türünde (Hodgkin) özellikle yıllarca kaşıntı şikayetinde bulunur. Tümör nerede yerleşmişse, o organa ilişkin sorunlar çıkar" diye konuştu.

Yeni tanı konulan hastaların beş yıl sonra yaklaşık yüzde 70'inin hayatta kaldığına dikkati çeken Özcan, bunun hastalığın tipi, evresi, hastanın yaşına göre değiştiğini bildirdi.

Özcan, yaşlılığın, enfeksiyon, çeşitli bakteri ve virüslerin, uzun süre bağışıklık sistemini baskılayan ilaç kullanmak zorunda kalan transplantasyon olan hastaların, haşereler ile mücadelede kullanılan kimi zirai ilaçlara maruz kalan kişilerin, romatizmal hastalıkları bulunanların lenfoma açısından riskli grubunda yer aldıklarını söyledi.

Bunların dışında sigara, alkol, saç boyası, obezite, meme operasyonlarında kullanılan slikonların de lenfoma riskini artırdığına yönelik araştırmaların yapıldığını vurgulayan Özcan, bunların henüz netleşmediğini ancak çalışmaların devam ettiğini kaydetti.

Özcan, hastalıktan korunmak ya da tedavi başarısını artırmak için gün içinde bol su tüketilerek vücuttan toksinlerin atılabildiğini ve ilaçların yan etkisinin en aza indirilebildiğini ifade ederek, kimyasallardan uzak durulması, doğru beslenilmesi ve fiziksel aktiviteye ağırlık verilmesi gerektiğini anlattı.

UZUN SÜRE YAŞAM ŞANSI YÜZDE 70
Özcan, lenfomanın özellikle yaşlı nüfusta görülme sıklığının yüksek olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:

"Lenfoma her yaşta görülmekle birlikte genellikle ileri yaş hastalığıdır. Ortalama 45 yaş üzerinde görülme sıklığı artmaya başlar ve 65-66 yaşında en sık görüldüğü yaştır. Tüm lenfomaların sadece yüzde 1.5'u 20 yaş altındadır.

Yaşlı nüfusun artmasıyla birlikte lenfomaların görülme sıklığı da artmaktadır. ABD verileri, 10 yılda her yıl lenfoma sıklığının yüzde yarım arttığını göstermektedir. İnsanların yaşam koşulları iyileştikçe, erken tanı ve tedavi oranları arttıkça yaşlı nüfus da giderek artmaktadır. Bugün Türkiye'deki 65 yaş üstü nüfusun gelecek 10 yıl içinde 3 katına çıkması öngörüldüğünden, lenfomalı hasta sayısı da ciddi oranda artacaktır."

YENİ AJANLAR YOLDA
Lenfoma tedavisinde zamanında tanı konulmasının önemine değinen Özcan, lenfomanın 50'den fazla alt tipinin bulunduğunu, buna bağlı olarak da tedavi şeklinin değiştiğini söyledi. Özcan, kimi lenfomaların hemen tedavi edilmesi gerekirken, kimisinin tedavisinin belli bir süre sonrasına bırakılabildiğini bildirdi.

Özcan, lenfoma tedavisinde çok ciddi gelişmeler olduğunu ifade ederek, hedefe yönelik ilaçlar üzerinde çalışıldığını ve tümörü yok ederken çevre dokulara en az hasarı veren yeni ajanların kullanılmaya başlandığını kaydetti.

Buna yönelik ilaçların ABD ve birçok Avrupa ülkesinde uygulandığını dile getiren Özcan, Türkiye'de de bir kısım ilacın kullanımda olduğunu söyledi.

0 yorum

İnmede ilk 4 saat hayati önem taşıyor



Doç. Dr. Yakup Krespi, inme (ani felç) ve tedavisi hakkında bilgi verdi.




İnme, dünya genelinde ilk, Türkiye’de ise üçüncü sakatlık sebebi arasında yer alıyor. Yaş ilerledikçe artan inme riskinde, yaşam tarzı önemli rol oynuyor. Diyabet, sigara kullanımı, yüksek kolesterol ve aşırı kilo inmeye sebep oluyor. Doç. Dr. Yakup Krespi, inme ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

İNME ANİDEN ORTAYA ÇIKIYOR
İnme bir hastalık değil, durumdur. Aniden ortaya çıkan ve hiçbir habercisi olmayan bir beyin fonksiyonu kaybıdır. Bu durum, halk arasında felç olarak adlandırılmaktadır ki kısmen doğrudur. Hasta o sırada konuşamazsa, konuşma fonksiyonu; yutamazsa, yutma fonksiyonu; göremezse, görme fonksiyonu felç olur. Kısacası beynin bir fonksiyonu kaybolduğunda ortaya felç çıkar. Ani felçle gelen hastaların yüzde 80-85’inde damar tıkanması sorunu görülmektedir. İnmeye yol açan riskler; kol ve bacakta güç kaybı, ani konuşma bozukluğu, ani görme kaybı, ani duyu kaybı, baş dönmesi, dengesizlik, çift görme, baş ağrısına bağlı olarak bulantı ve kusma şeklinde sıralanabilir.

KALP KRİZİ VE İNME ARASINDA YAKIN İLİŞKİ VAR
Kalp krizi riski, genç yaşta; inme riski, daha ileri yaşta ortaya çıkmaktadır. Kalp krizi geçiren bir hastada inme riski; inme geçirmiş bir hastada, kalp krizi geçirme riski yüksektir. İnme geçiren bir hasta iyi tedavi edilmez, riskleri iyi bir şekilde azaltılmaz ise, kalp krizi geçirme ve kalp krizinden hayatını kaybetme riski de artar. Aynı şekilde kalp krizi geçirmiş bir hastanın riskleri iyi yönetilmezse, yaslandıkça inme geçirme riski artacaktır. Bazı kalp rahatsızlıkları inme riskini direkt artırmaktadır. Bunlardan biri, kalpteki ritim bozukluklarıdır. “Atrial Fibrilasyon” denilen ritim bozukluğu, kalpteki pıhtı gelişmesine zemin hazırlamakta, inme riskini de yükseltmektedir. Bu sebeple ritim bozukluğunun erkenden tanınması, varsa da kan sulandırıcı ilaçlarla inmenin engellenmesi gerekmektedir.

İNME TEDAVİSİ ZAMANLA BİR YARIŞ
İnme tedavisinin karşısında duran en büyük engel bireylerdir. Genellikle inmenin tedavi edilebildiği bilinmediği için hastaların hastaneye ulaştırılmasında çok geç kalınmaktadır. İnme tedavisinde başarılı olunması için tıkanan damarın en kısa sürede açılması gerekir. Bu, ya toplardamar yoluyla verilen bir pıhtı eritici ilaç tedavisi ya da kalpte olduğu gibi anjiyografik yöntemle, tıkalı damarın açılmasıyla yapılır. Eğer zamanında müdahale edilmezse, açılan damarın bir hükmü kalmıyor. Hatta damar geç açılmışsa, beyinde kanama riski de artıyor. Pıhtı eriticinin inme geçirildikten sonraki ilk 4,5 saat içinde, anjiyografik tedavinin ise ilk 8 saatte hastaya mutlaka uygulanabilmiş olması gerekiyor. Toplardamar yoluyla yapılan ilaç tedavisi ilk 1,5 saatte gerçekleşirse, tedavi edilen üç hastanın birinde; ilk üç saatte yapılırsa, 7 hastanın birinde; ilk 4,5 saatte yapılırsa, 11 hastanın birinde felç ortadan kalkar.

İNME UYKUDA YAKALIYOR
İnmelerin önemli bir kısmı uyurken ortaya çıkıyor. İnmenin ne zaman gerçekleştiği bilinmediği için tedavi de zorlaşıyor. Bu nedenle inme belirtileri ortaya çıktığında, hasta yalnız değilse, yanındaki kişiye önemli görevler düşüyor. Yüzdeki felci anlamak için hastanın gülümseyip, dişlerini göstermesi istenebilir; bu şekilde yüzün bir tarafa kayıp kaymadığı görülebilir. İki kolunu havaya kaldırması söylenebilir; eğer biri erken düşerse sıkıntı var demektir. Kişi ayağa kalkmaya çalışırken kalkamıyor, konuşmakta güçlük çekiyor ve düzgün cümle kuramıyorsa felç geçiriyor demektir. Bütün bu belirtilerin farkındaysak beklememeli, vakit kaybetmeden hastayı tam teşekküllü bir hastaneye götürmeliyiz. Hastanın yüzüne su serpmek, başını soğuk suyun altına tutmak gibi işlemlerle vakit kaybedilmemelidir. Eğer ambulansın gelmesi uzun sürecekse, kendi arabanızla hastanın olabilecek en kısa sürede hastaneye götürülmesi gerekmektedir.

DOĞRU ZAMANDA DOĞRU TEDAVİ HASTAYI ESKİ YAŞANTISINA KAVUŞTURUYOR
İnme geçirmiş bir hastanın şanslı kabul edilebilmesi için ilk 4,5 saatte “tedavinin yapıldığı” hastaneye ulaştırılması gerekmektedir. Doğru zamanda doğru tedaviler alan bir hasta, %70 eski yaşantısına geri dönebilmektedir.
0 yorum

Gastrit mide kanseri yapıyor



Gastrit, tedavi edilmezse kronikleşerek mide kanserine doğru yol açabilir.




Mide bölgesinde ağrı, şişkinlik, gaz, açlık hissi ve sık yemek yeme isteği ile kendini belli eden gastrit, tedavi edilmezse kronikleşerek mide kanserine doğru giden bir tabloya yol açabilir. Gastritin başlıca sebepleri, alkol, sigara, çeşitli ilaçların uzun süreli kullanımı ve “helikobakter pilori” denilen bir bakteridir. Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Zülfikar Polat, kronik gastrit ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi:

GASTRİT BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ YETERSİZ KALDIĞINDA KRONİKLEŞEBİLİR
Kronik gastritin en yaygın görülen sebeplerinden biri yüzde 80-85 oranda mide sıvısı altında yaşayabilen helikobakter piloridir. Bunun dışında kimyasal gastrit, otoimmun gastrit gibi sebeplerle de kronik gastrit gelişebilmektedir. Helikobakter pilori, genellikle çocukluk çağlarında bağışıklık sistemi tam olarak oturmamışken, kirli sulardan bulaşmaktadır. Bakteri mide hücrelerinin yüzeyinde, asit tabakasının altında kolonize olarak yaşamaktadır. İlk bulaştığında akut enfeksiyon yapmakta ve bağışıklık sistemi tarafından bertaraf edilemeyince enfeksiyon kronikleşmektedir.

GASTRİT DOKU DEĞİŞİKLİKLERİ KANSERE SEBEP OLUYOR
Kronik gastrit ilerledikçe mide bezlerinde çekilmeye ve doku değişikliklerine (atrofik gastrit ve intestinal metaplazi) sebep olabilmektedir. Bu durum da genetik yatkınlığı olan ve özellikle kanserojen maddelere maruz kalan bireylerde kansere gidişe zemin hazırlamaktadır. Mide bezlerinde doku değişiklikleri olan hastalarda mide kanseri dört kat daha fazla görülmektedir. Bu doku değişiklikleri mideden endoskopi ile alınan biyopsilerle saptanabilmektedir. Bu sebeple bu tür hastaların belli zaman aralıklarında endoskopik olarak takip edilmeleri gerekmektedir. Midede ileri derece doku değişikliği saptandığı zaman hasta çok daha yakından takip edilmelidir. Bu bölgeler özel endoskoplarla veya boyama yöntemleri ile tam olarak saptanmalı, endoskopik veya cerrahi yöntemlerle çıkarılmalı ve hastada kanser oluşmadan tedavi edilmiş olmalıdır.

YANMIŞ GIDALAR VE SİGARA EN ÖNEMLİ TETİKLEYİCİLER
Midede ileri derece doku değişikliği, başlangıç evre kanser ile eş anlamlıdır. Bu noktada beslenme alışkanlıkları oldukça önemlidir. Özellikle yanmış tütsülenmiş gıdalar, yağlı ve fazla miktarda kırmızı et tüketimi, ızgara ve çok pişmiş etler risk yaratabilmektedir. Salamura gıdalar, gıdalarda koruyucu olarak kullanılan nitrat içeren gıdalar nitritlere çevrilerek tetiği çekebilmektedir. Bunun yanı sıra antioksidanlar, C ve E vitaminlerinin koruyucu olduğu bilinmektedir. Sigara içimi de mide kanseri riskini en az dört kat artırmaktadır.

TAZE SEBZE MEYVE TÜKETİN
Kronik gastrit sorunu yaşayan kişiler vakit kaybetmeden bir hekime danışarak tedavi olmalıdırlar. Gelişen teknoloji ve endoskopi sayesinde bu hastalığın tanısı kolaylıkla konulmakta ve uygun yöntemle tedavi edilebilmektedir. Ayrıca kronik gastritin mide kanserine sebep olmaması için bol miktarda taze sebze ve meyve tüketilmeli, sigaradan uzak durulmalı ve tespit edilmiş ise helikobakter pilori ortadan kaldırılmalıdır.
0 yorum

Tüp bebekte devlet desteği çiftlerin yüzünü güldürecek



Prof. Dr. Faruk Buyru tüp bebek denemesiyle ilgili açıklamalarda bulundu





İstanbul Üniversitesi (İÜ) İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Buyru, "Torba Yasa" ile SGK kapsamında tüp bebek denemesinin 2'den 3'e çıkarıldığını hatırlatarak, bunun olumlu bir değişiklik olduğunu belirtti.

Buyru, AA muhabirine yaptığı açıklamada, birtakım sosyal nedenlerle anne olma yaşının ertelendiğini ifade ederek, 35 yaşından sonra kadınların anne olmasının biyolojik sebeplerle güçleştiğini söyledi.

Bu nedenle çocuk sahibi olmak isteyenler için tüp bebek gibi yardımcı üreme tekniklerinin öneminin büyük olduğunu vurgulayan Buyru, yakın bir zamanda yürürlüğe giren "Torba Yasa" ile SGK kapsamında tüp bebek denemesinin ikiden üçe çıkarıldığını kaydetti.

Bunun önemli bir değişiklik olduğunu vurgulayan Buyru, "Böylelikle daha önceki denemelerde gebe kalamayan çiftler, üçüncü uygulamayı da devlet desteğiyle yaptırabilecek. Bunun karşılığında her deneme için 300-400 lira gibi bir ücret ödemeleri gerekecek. Tüp bebek tedavisinin büyük bir kısmının devlet tarafından karşılanması, bu tedaviye daha fazla insanın ulaşmasını kolaylaştırıyor. Bu olumlu bir değişiklik" diye konuştu.

Prof. Dr. Faruk Buyru, yeni düzenlemeyle ikinci evliliğinden çocuk isteyenlerin tüp bebek yaptırmasının da yolunun açıldığını dile getirdi.

Buyru, "Daha önceki evliliklerinden çocuğu olanlar, tekrar evlenip çocuk sahibi olamadıklarında tüp bebeğe başvuruyorladı. Fakat devlet 'daha önceki evliliğinizden çocuğunuz var' diye bunu karşılamıyordu. Düzenlemeyle yeni evliliklerinde çocuk sahibi olamıyorlarsa bunu devlet karşılar hale geldi. Devlet güvencesinde tüp bebek deneme yaşı da 23-38 arası oldu" bilgisini verdi.

Çocuk sahibi olmak isteyen çiftlerin yüzde 15'inin gebe kalamama sorunu yaşadığını dile getiren Buyru, bunların bir kısmının yumurtalıkları uyarıcı tedaviyle aşılama ya da başka yöntemlerle bazılarının da tüp bebek tedavisiyle çocuk sahibi olabildiğini anlattı.

Tüp bebek tedavisinin toplumda yüksek bir oranı ilgilendirdiğini belirten Buyru, "Bu tedaviye başvuran insan sayısı giderek artıyor. Çünkü giderek tüp bebekte başarı oranı artıyor ve tedavi kolaylaşıyor. Tüp bebek, çocuk sahibi olamayanlar için büyük bir umut" dedi.
1 yorum

Ebolada B planı hazır



Bakanlık, “Olası bir durum için B planı olarak 45 referans hastane belirlendi”.




Türkiye Hudut Sahiller Sağlık Genel Müdürü Hüsem Hatipoğlu, "Ülkemizde bugüne kadar herhangi bir Ebola vakası yoktur. Olası bir durum için de Sağlık Bakanlığımız tarafından B planı olarak 45 referans hastane belirlenmiştir" dedi.

Hatipoğlu yaptığı açıklamada, Dünya Sağlık Örgütü'ne (WHO) göre Ebola'da vaka sayısının 5 bin 843'e ve ölümlerin 2 bin 803'e ulaştığını söyledi.

Salgının görüldüğü Batı Afrika'nın bazı bölgelerinde halkın hastaneye gitmek istemediğine dikkati çeken Hatipoğlu, şunları kaydetti:

"Halkın Ebola'dan hastanede yatan hastalardaki yüksek ölüm hızı nedeniyle hastaneye gitmek istemediği ve geleneksel yöntemlerle bu virüse karşı çare aradığına dair bilgilerimiz mevcut. Hatta Sierra Leone Hükümeti 3 günlük sokağa çıkma yasağı uygulamaya başlamıştır. Böylece tecrit uygulaması boyunca sağlık yetkililerinin kapı kapı dolaşarak Ebola taraması yapmayı ve bu uygulamayla resmi makamlara bildirilmeden evlerde gizlice tedavi edilmeye çalışılan Ebola hastalarını tespit etmeyi amaçlamaktadır."

SALGIN ÇATIŞMA VE KRİZLERİ ALEVLENDİREBİLİR
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi salgının bölgede önü alınan çatışma ve krizlerin yeniden alevlenmesine neden olabileceği uyarısında bulunduğunu hatırlatan Hatipoğlu, şöyle devam etti:

"Ebola salgınının tarihte eşi benzeri görülmemiş boyutlar kazandığını bildirmiş ve bölgeye ulaştırılan acil yardımların arttırılmasını istemiştir. Bölgede sahra hastanesi, sağlık personeli ve tıbbı malzeme sıkıntısı çekildiği vurgulanmıştır. Salgına gerekçe göstererek sınırlarını kapayan veya kısıtlamalar koyan üçüncü ülkeler eleştirilmiş ve dışlanmaya yol açan bu durumun kaldırılması çağrısı yapılmıştır. Aslında Ebola virüs salgını tüm ülkeler için önemli bir uyandırma çağrısıdır. Dünya ülkeleri acilen, ortaya çıkan salgın eğilimli hastalıklar için hazırlıklarını geliştirmelidir ve insanlığı tehdit eden bu gibi salgınlarda süratli davranmanın yanında yardımlaşmanın da yollarını bulmalıdır."

OLASI BİR DURUMDA 45 REFERANS HASTANE
Batı Afrika bölgesindeki manzaranın, Ebola salgınının hızla artığı ve kontrolden çıkma eğiliminde olduğunu gösterdiğini dile getiren Hatipoğlu, "Sağlık Bakanlığı olarak yakından takip ettiğimiz bu salgına karşı tüm tedbirlerimizi almış durumdayız. Ülkemizde bugüne kadar herhangi bir Ebola vakası yoktur. Olası bir durum için de Sağlık Bakanlığımız tarafından B planı olarak, 36 şehir, 25 sağlık hizmet bölgesinde 45 referans hastane belirlenmiştir" şeklinde konuştu.
0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI