işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

Kadınların korkulu rüyası

Cilt çatlağı sık görülen bir rahatsızlık. Özellikle kadınların korkulu rüyası olan bu rahatsızlık, estetik açıdan da kadınları üzebiliyor. Deride çizgisel incelme ve yara izi şeklinde görülen bu rahatsızlıktan kurtulmak mümkün mü? 

Esteworld Plastik Cerrahi Hastaneleri Dermatoloğu Gül Yıldırım, “Son zamanlarda fraksiyonel lazer tedavileriyle çatlaklarda yüzde 80’e varan oranda azalma ve sıkılaşma yapabilmek mümkündür” diyerek cilt çatlağından kurtulunabileceği müjdesini verdi.

Cilt çatlakları vücudun değişik bölgelerinde kilo artışı nedeniyle derinin alt dokularında sürekli gerilme sonucu ortaya çıkıyor. Bu rahatsızlık özellikle kadınları rahatsız ediyor. Esteworld Plastik Cerrahi Hastaneleri Dermatoloğu Gül Yıldırım, cilt çatlağının freksiyonel lazer ile yüzde 80 aranında ortadan kaldırılabileceğini anlattı.

Fraksiyonel lazerin epidermis (üst deri) ve dermis (alt deri) de etkili olan yeni bir lazer sistemi olduğunu anlatan Dermatoloğu Gül Yıldırım, “Fraksiyonel lazerlerin etki mekanizması lazer ışığının minik sütunlar halinde deride ısı hasarı yaratmasıdır. Bu sütunlar halindeki ısı hasar alanlarına mikrotermal tedavi bölgeleri denir. Isı hasarı nedeniyle cilt tarafından yara olarak algılanan işlem , yara onarım mekanizmalarını tetikleyerek yeni kollajen sentezini başlatır. Yeni kollajen sentezinin bir sonucu olarak çatlak genişliğinde daralma, derinliğinde azalma, yüzeyde düzelme gözlenir. Fraksiyonel teknolojide mikrotermal tedavi alanlarının etrafındaki deri alanı sağlam kalır dolayısıyla bu hasarı görmüş alanlar etraftaki sağlam deriden gelen hücrelerle hızla onarılır” dedi.

Çatlakların yeni veya eski olması
Dermatoloğu Gül Yıldırım, fraksiyonel lazerler için en ideal vakaların açık tenli kişiler olduğunu belirterek, “Ancak uygun hava koşullarında her cilt tipine uygulanabilir, yüz dışında boyun gövde kol ve bacaklarda uygulama yapılabilir” diye konuştu.

Son zamanlarda fraksiyonel lazer tedavileriyle çatlaklarda yüzde 40 ile yüzde 80 oranında azalma ve sıkılaşma yapabilabildiğini açıklayan Dermatoloğu Gül Yıldırım, “Çatlakların yeni veya eski olması, herhangi bir sistemik hastalığın veya ilaç kullanımının olması, kişinin deri yapısı, deri tipi, genetik özellikleri hasta seçiminde önemli rol oynar” dedi.

Makyaj yapılabilir
Dermatoloğu Gül Yıldırım, işlem esnasında hafif yanma hissi ve hemen sonra uygulama yapılan bölgede kızarıklık ve hafif ödem olabileceğini ve bunun gün boyunca sürebileceğini ifade ederek, şunları şöyledi: “Ancak bu etkiler lokal etkili kremler ve buz pedleriyle giderilebilir. İşlemden birkaç gün sonra ciltte hafiften orta dereceye kadar soyulmalar görülebilir ancak bu tablo en geç 1 hafta içinde tamamlanır. Tedavi sonrası makyaj yapılabilir, hafif nemlendiriciler sürülebilir. Fraksiyonel lazer uygulamaları seanslar halinde uygulanır ortalama 2 ila 4 hafta aralıklarla şikayetin durumuna göre 2 ila 6 seans planlanır. Fraksiyonel lazer sonrası 6-12 ay süre ile güneşlenmekten kaçınılmalı ve güneş koruyucu kullanılmalıdır.”

0 yorum

Burun Farkıyla Kariyer

İş hayatında güzel ve yakışıklı olanın her zaman avantajlı olduğu inancı, kariyer yapmak isteyen kişileri estetik operasyonlara yönlendiriyor. Burnu büyük yönetici yerini, “estetik” burunlu güzel veya yakışıklı yöneticiye bırakıyor.

İş hayatında görünüşün ve prezantabl özelliklerin önemine vurgu yapılıyor, çalışanlar işlerine olduğu kadar kılık kıyafetlerine, görünüşlerine özellikle de yüzlerine özen gösteriyor. Her basamağında bir güç savaşı olan kurumsal hayatta, daha güzel ya da yakışıklı olmak, etkileyici olmak için önem kazanıyor. İş dünyasının pekçok “beyaz yakalı” kadınları ve erkekleri, çeşitli operasyonlar için estetik kliniklerine başvuruyor.

Türkiye’de en çok yapılan operasyonların başında burun ameliyatları geliyor. Estetik Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Metin Kerem, yüzün tam ortasında bulunan burnun, en sık “düzeltilmek istenen” organ olduğunu ve solunum sisteminin başlangıç noktası olması sebebiyle sağlık açısından da üst düzey öneme sahip olduğunu vurguluyor.

İdeal Bir Burun Nasıl Olmalıdır?
Op. Dr. Metin Kerem, ideal bir burnun hem iyi nefes alması hem de yüzün diğer estetik üniteleriyle (ağız, çene, alın, gözler, yanaklar gibi) uyum içerisinde olması gerektiğini söylüyor. Her yüzün dolayısıyla her burnun birbirinden farklı olduğunu belirterek, burun tasarımında kişiye özel planlamanın esas olduğuna değiniyor. Burunda yapılacak küçük dokunuşların ve bazı değişikliklerin, genel yüz estetiğinde çok belirgin iyileşmeler sağladığını belirtiyor.

Çocukken alınan darbelerin, düşmelerin etkisiyle oluşan eğriliklerin ve sağlıklı nefes alınamaması gibi sorunların kişilerin yaşam kalitesini düşürdüğüne dikkat çekiyor. Op. Dr. Kerem, modern operasyonlarda burnun, yüzün genel yapısına paralellik göstermesi gerektiğinin altını çizerek, günümüz burun estetiği anlayışında, doğal görünümün ve sağlıklı nefesin ön planda olduğunu dile getiriyor.

Burun Ameliyatında Süreç
Op. Dr. Metin Kerem, başarılı sonuç alabilmek için ilk adım olarak hastanın arzularını, hekimin ise yapabileceklerini açıkça anlatması gerektiğini söylüyor. Bu konuşmada hastanın istekleri ve hekimin önerileri doğrultusunda ortak bir noktada buluşulması, yapılacak işlem ile ilgili müşterek kararlar verilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Operasyon planını hekimlerin, bu kararlara göre şekillendirdiğine değiniyor.

Op. Dr. Metin Kerem
Gerekli tetkikler yapıldıktan sonra operasyonun genel anestezi altında gerçekleştirildiğini ve sonrasında takip sürecinin başladığını söylüyor. Nefes alınabilen modern tamponların 3 gün sonra çıkarıldığını, 7 gün sonra ise alçının alındığını belirtiyor. Her zaman olmamakla beraber, çoğu operasyonun ardından belli ölçüde şişlik ve morarma yaşandığını, genellikle 5-10 gün içerisinde bu durumun düzeldiğini, ancak burnun son biçimini alabilmesi için yaklaşık 1 yıllık bir sürenin geçmesi gerektiğinin altını çiziyor.

Diğer Operasyonlar
Op. Dr. Metin Kerem, medikal teknolojinin gelişmesiyle birlikte estetik operasyonların yaygınlaştığını, konforlu hastanelerin hastane psikolojisini ortadan kaldırdığını ve tedavi sürelerinin azaldığını belirtiyor. İş hayatının yıpratıcılığının erken yaşlanmayı da beraberinde getirdiğine değinerek, yoğun iş trafiği arasında yüz gençleştirme, dolgu, botox, lazer gibi basit uygulamaların öğle tatilinde bile yapılabildiğine dikkat çekiyor.

0 yorum

Rutin kalp kontrolü hayatınızı kurtarabilir!

Tıbbın ilerlemesine ve pek çok kalp hastalığı tedavi edilebilmesine rağmen kalp hastalıkları sonucu ölümler hala tüm dünyada ilk sıralarda yer almakta. Oysa şikayetiniz olsun ya da olmasın rutin kalp kontrolü yaptırmanız hayatınızı kurtarabilir. 

KadıköyŞifa Ataşehir Hastanesi Kardiyoloji uzmanı Dr. Güven Caner, rutin kalp kontrolünün neden gerekli olduğunu anlattı.

Yakın geçmişe kadar insanlar sadece hastalandıklarında hekime müracaat eder, hastalığına tanı konmasını sonrada tıbbi ya da cerrahi yöntemle hastalığının tedavi edilmesini isterlerdi. Son senelerde ise tanı yöntemlerindeki de hızlı gelişmelerinde etkisiyle hastalanmadan doktora gitmek, henüz hastalık bulguları ortaya çıkmadan tanı koymak ve gerekli önlemleri almak anlayışı yerleşmeye başlamıştı.

Kalp hastalıklarının pek çoğu rutin muayenede ortaya çıkar

Kardiyoloji ve kalp cerrahisindeki tanı ve tedavi yöntemlerinde son senelerdeki inanılmaz ilerlemelere karşın halen tüm dünyada ve tabiî ki ülkemizde de kalp hastalıklarına bağlı ölümler tüm ölümler arasında ilk sıradaki yerini korumaktadır. Bu nedenle hastalığa karşı önlem almak, erken tanı ve tedavi son derece önemlidir. Hele hele risk faktörü dediğimiz kalp hastalığına geliyorum dedirten faktörler (sigara içimi, yüksek kan yağları, ailede kalp hastalığının fazla görülmesi, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, şişmanlık, hareketsizlik, stres li yaşam vb) varsa mutlaka rutin kalp kontrolleri yapılmalıdır. Bunların hiç biri olmasa da doğuştan itibaren rutin kalp kontrolleri gerekmektedir. Doğuştan olan kalp anomalilerinin neredeyse tamamı bu rutin kontrollerde ortaya çıkmaktadır. Kalp kapak hastalıklarının çoğunun tanısı da rutin muayenede konmaktadır.

Halk arasında kalp krizi olarak bilinen akut miyokard infarktüsü genelde çok şiddetli göğüs ağrısı ile ortaya çıkan bir hastalıktır. Nadiren diş ağrısını, mide ya da safra kesesi ağrısını veya kas ağrısını taklit eden ağrı şeklinde kalp krizi geçirenler olabileceği gibi hiç ağrısız kalp krizi geçirenlerde vardır. Bu tür hastaların daha önce kalp krizi geçirdiğini anlamak ancak rutin kalp muayenesi ile mümkündür.

Spora başlamadan önce mutlaka kontrolden geçin!

Yaş kaç olursa olsun spor yapmaya karar veren birinin (bu hafif yürüyüşler şeklinde olsa bile) öncesinde mutlaka rutin kalp kontrolünden geçmesi şarttır. Kişi önce bu sporu laboratuar koşullarında hekim gözetiminde yapıp doktorun olurunu alması gerekmektedir. Ani sporcu ölümlerinin pek çoğu daha önce basit bir kardiyolojik muayeneyle ortaya konulup önlem alınabilecek hastalıklardan kaynaklanmaktadır.
Anne adaylarının hamilelik öncesi mutlak kalp kontrolünden geçmesi gerekir. Daha önce olduğu halde tanı konmamış ve hamilelikte tanı konan hastalarda kullanılması gereken ilaçların pek çoğunun ana karnındaki bebeği de etkilemesi tedavide büyük sıkıntılara neden olabilmektedir.

Rutin kalp kontrolünde saptanacak örneğin kan yağları yüksekliği, hafif bir tansiyon yüksekliği gibi durumlarda önceden önlem alınarak daha sonra yaşanması muhtemel bir kalp krizi ya da inmeden korunmak mümkündür. Genelde herhangi bir bulgu vermediğinden yüksek kan yağları, yüksek tansiyon ve daha pek çok kalp hastalığı rutin kalp kontrollerinde ortaya çıkar. Rutin kontrolde kalp içinde kitle tespit edilip erken dönemde ameliyat edilerek hayatı kurtulan hastalarda vardır.

Sonuç olarak yakınması olsun olmasın herkesin rutin kalp kontrollerini (daha sık kullanılan adıyla kardiyolojik check- up larını) önemsemesi ve düzenli yaptırması gerekir.
0 yorum

C Vitamini Hangi Besinlerde Bulunur?


Vücudun en çok ihtiyaç duyduğu vitamin türlerinden bir tanesi C vitaminidir. Bu vitamin olmazsa insan sağlığı çok kısa bir süre içerisinde bozulabilmektedir. Uzun bir hayatınız olsun ve sağlıklı bir biçimde aile üyelerinizle zaman geçirmek istiyorsanız vitamin alımlarınızı düzgün bir biçimde gerçekleştirdiğinizden emin olmalısınız. Kilolu bayanlar bu konuda kendilerinden çok taviz vermektedirler. Bunun yaşanmaması için kilo kontrolü konusunun bilinçli bir biçimde hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bazı diyet listeleri kapsamında bireyler birçok besin grubunu hayatlarından çıkarmaktadır. Yapılan en büyük yanlışlardan bir tanesi bazı besin gruplarından vücudu tam manası ile eksik bırakmaktır. Vücudun her besin grubuna az da olsa ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacın karşılanmaması durumunda çeşitli rahatsızlıklar ortaya çıkabilir. Sağlığınızın bozulmasını istemiyorsanız vitaminleri beslenme programınızdan asla çıkarmamanız gerekmektedir. Hızlı yağ yakma vaadinde bulunan diyetlerin sizin sağlığınızı bozmayacağından emin olduktan sonra uygulamaya geçmelisiniz. Gerekli besin öğelerinden faydalanılarak da yağ yakma amacınıza ulaşabileceğinizi bilmeniz gerekmektedir. Gerekli besin öğeleri altında C vitaminine de gereken önemin verilmesi ve C vitamini hangi besinlerde bulunur sorusunun yanıtının net bir biçimde bilincinde olmak gerekmektedir.

C Vitamininin Özellikleri Nelerdir? 

Hayvanlar ve bitkiler kendi doğal yapıları sayesinde C vitamini üretimi yapabilmektedir. İnsanlar ise C vitamini üretmeye elverişli yapıları bulunmamaktadır. Bu nedenle takviye C vitamini alımında bulunulması gerekmektedir. C vitamini içeren besinlerin genel olarak ekşi bir tatta olduğu ve asidik bir yapıya sahip oldu bilinmektedir. Bu nedenle aç karna C vitamini tüketiminin yapılmaması gerekmektedir. Asidik bir yapıya sahip olduğu için mideniz için bazı problemler ortaya çıkarabilir. Ne kadar asidik yapıya sahip olursa olsun C vitamini tüketimi de kesinlikle aksatılmamalıdır.  C vitamini hangi besinlerde bulunur sorusu sorulduğunda verilen cevaplar şu şekilde sıralanmaktadır;

    •    Taze sebze
    •    Greyfurt
    •    Limon
    •    Portakal
    •    Çilek
    •    Kivi
    •    Ananas
    •    Çiğ et
    •    Kuşburnu
    •    Karnabahar
    •    Lahana


Bu besinleri bol miktarda tükettiğiniz zaman C vitamini konusunda hiçbir sıkıntınızın kalmayacağını bilmeniz gerekmektedir. Sağlıklı diyet programı kapsamında C vitaminine mutlaka değer verilmesi gerekmektedir. Vücudun işleyişi açısından çok önemli bir yere sahip olan bu vitamin taze sebze ve meyvelerde bol bir biçimde bulunmaktadır. Kışın griplerden korunmak için de önlem olarak bolca portakal suyu ve limon tüketmeniz gerekmektedir.

Tüm Hastalıklara Karşı C Vitamini 


Vücudunuzdan mikroları uzaklaştırmak istiyorsanız C vitamini bunun için en önemli kaynağınız C vitamini olmalıdır. C vitamini özellikle kışın bütün insanlarda yaygın olarak bulunan grip hastalığına karşı bir silah olarak kullanılma özelliğine sahiptir. C vitamini eksikliğinde ortaya çıkabilecek kötü durumlardan bir tanesi de kilo kontrolü konusunda sıkıntıların ortaya çıkmasıdır. Diyet yaparak kilo vermek isteyen bireyler her sabah limonlu su içerek bu konuda gereken adımı atabilirler. C vitamini hangi besinlerde bulunur sorusunun yanıtını net olarak öğrendikten sonra insanların hastalıklarla uğraşmasına da gerek kalmayacaktır.
0 yorum

Ağrı kesici kullanmak fıtık ediyor!

Yapılan araştırmalara göre; bel ve boyun ağrılarında sıkça başvurulan ağrı kesicilerin doku iyileşmesini yavaşlattığı ve fıtık oluşumunu hızlandırdığı açıklandı.

Günümüzde her üç kişiden biri kronik olarak boyun ve bel ağrısı şikâyeti yaşıyor. Özellikle uzun saatler boyunca masa başında hareket kısıtlılığı içinde çalışan, egzersiz ve spor yapmaya vakti olmayan ve fastfood tarzı beslenmeye ağırlık verenler bu şikayetleri yaşayanlar arasında ilk sırayı alıyor. Yapılan yeni araştırmalara göre bel ve boyun ağrılarını geçici olarak dindirmek için alınan ağrı kesicilerin dokuların iyileşmesini yavaşlatarak uzun vadede bel ve boyun fıtığı oluşumunu tetiklediği açıklandı.

‘Sık ve Yüksek Dozda Kullanılan Ağrı Kesiciler, Fıtık Oluşumunu Tetikliyor’
Bel ve boyun ağrıları fıtık oluşumunun sinyallerinin verildiği ilk evreyi oluşturuyor. Bu dönemde sık ve yüksek dozda kullanılan ağrı kesicilerin, omurgayı saran bağların zayıflamasına neden olarak fıtık oluşumunu hızlandırdığını belirten Türkiye Proloterapi ve Ağrı Kliniği Direktörü Uzm. Dr. İlker Solmaz, “ Boyun ve bel bölgesini saran bağların zayıflaması sonucu omurgalar üzerindeki baskı artar ve omurgalar arasında bulunan disk dokusu dışarı kayarak fıtık oluşumu gerçekleşir” dedi.

Bel ve boyunda ağrı şikayetlerinde yaşanmaya başladığı ağrı şiddetinin düşük olduğu dönemde ağrı kesiciler ile çözüm aramak yerine ağrının kaynağının tespit edilerek sebeplere yönelik tedavinin uygulanması gerektiğine dikkat çeken Dr. Solmaz, ağrıya neden olan hasarlı bölgenin vücut tarafından iyileştirilmesini sağlayan ve bugün dünyadaki en etkili doku onarıcı tedavi olan enjeksiyon uygulaması Proloterapi ile kalıcı iyileşme sağlandığı bilgisini verdi.

Ağrı Kesiciler Geçici Çözümler Vererek, Kalıcı Hasarlar Meydana Getirebilir!
Dr. Solmaz, “Ağrılar, vücudumuzun bizimle konuşma şeklidir ve bize hastalığın gelişine dair sinyaller verir. Bilinçsizce kullanılan ağrı kesiciler birçok hastalığın bulgularını geçici olarak yok edip, uzun vadede geri dönüşü olmayan rahatsızlıklara zemin hazırlayabilir. Özellikle bel ve boyun ağrılarında çok sık başvurulan ağrı kesiciler fıtık oluşumuna zemin hazırlamakla birlikte birçok organa da zarar vererek, mide, böbrek ve karaciğerde geri dönüşü olmayan tahribatlar yaratmaktadır“ dedi.

Ağrı Kesiciler Bağların İyileşmesini Engelliyor
Uzm. Dr. İlker Solmaz, bilimsel araştırmalar ve hasta istatistiklerinde sık ve yüksek dozda ağrı kesici kullanan hastalarda fıtık oluşumunun daha yüksek olduğunun gözlendiği bilgisini verdi.

Dr. Solmaz, yapılan araştırmalara göre; bağların iyileşmesinde çok önemli role sahip olan enzimlerin hasarlı bölgelere iletilmesini engelleyerek, bağlara daha fazla zarar verip, tam iyileşmeyi imkânsız kıldığı ve ağrıyı dindirme etkisiyle hastaların rahatsızlıklarını erken dönemde fark etmelerini önlediği bilgisini verdi.
Uzm. Dr. İlker Solmaz

Proloterapi Yöntemi İle Fıtığa Neden Olan Hasarlı Bölgeler Vücut Tarafından İyileştiriliyor
Bel ve boynu saran hasar görmüş bağların ve de kıkırdak dokunun onarılmasını sağlayan enjeksiyon uygulaması Proloterapi hakkında da açıklamalarda bulunan Dr. Solmaz, “Proloterapi yöntemi dünyada 1930 yılından günümüze uygulanan, vücudun kendi kendini iyileştirme mekanizmasını harekete geçiren bir enjeksiyon uygulamasıdır. 

Bel ve boyun fıtığına sebep olan hasarlı bölge içine, içinde şeker bulunan serum enjekte edilerek bu bölgede mikropsuz iltihap oluşturulur. Mikropsuz iltihap, bağışıklık sisteminin hasarlı bölgeye yönelmesini sağlayan bir uyaran niteliğindedir. Vücut, iltihabı yok etmek için iyileştirme mekanizmasını devreye sokarak hasarlı bölge üzerinde kan akışını artırır ve iyileştirici hücrelerin bu bölgeye gelmesi sağlanır. İltihap, vücut tarafından yok edilirken hasarlı bölgenin de hızla onarılıp, yenilenmesi sağlanır. Bu yöntemle hastalar, ilaç ya da ameliyata gerek kalmadan; omurga, kas ve iskelet sistemi kaynaklı kronik ağrılarından kalıcı olarak kurtulmaktadır” açıklamasında bulundu.

0 yorum

Ev Hanımlarının İstenmeyen Misafiri!

Obezite, genel olarak dünyadaki gelişmiş toplumlarda erkeklerde, gelişmekte olan toplumlarda ise kadınlarda daha sık görülüyor. Türk kadınlarında obezite sıklığı yüzde 33 iken, erkeklerde bu oran yüzde 13 civarında. 

Bu farklılığa, eğitim, gelir düzeyi, sosyal durum, doğum sayısı, diyabet gibi faktörler etki ediyor, ancak özellikle ev hanımlarının çalışan hemcinslerine oranla kilo alma risklerinin daha fazla olduğu gözleniyor.
KadıköyŞifa Kadıköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Dyt. Rabia Yurdagül, ev hanımlarının obeziteden nasıl korunabileceklerini anlatıyor ve sağlıklı beslenme önerileri sunuyor.

Ev Hanımları Neden Kilo Alır?

• Mutfakta geçirilen sürenin uzun olması ve bu esnada yapılan sık atıştırmalar,
• Her gün yapılan beş çaylarında tüketilen yüksek yağ ve şeker içeren kek, pasta, börek ve diğer hamur işleri,
• Kabul günlerinde hanımların sanki birbirleriyle yarışırcasına hazırladıkları çok çeşitli ve bol kalorili besinler,
• Gelişen teknoloji ile birlikte ev işlerinin büyük çoğunluğunun makineler aracılığı ile gerçekleştirilmesi,
• Fiziksel aktivitenin yetersizliği.

Yapılan bir araştırmada beslenme ve egzersiz bilinç düzeyinin yetersiz olması, fiziksel aktivite olanaklarının kısıtlı olması ve eğitim, sosyoekonomik durum gibi faktörlere bağlı olarak obezitenin ev hanımlarında yüzde 31 oranında görüldüğü saptanmıştır. Obezitenin daha çok görülmesi hipertansiyon, kan yağlarında artış, şeker hastalığında artış ve kalp hastalıklarında artış gibi problemleri de beraberinde getirdiği için toplum sağlığının korunmasında oldukça önemli bir yere sahip olan yeterli ve dengeli beslenme konusunda ev hanımlarının muhakkak bilinçlendirilmesi gerekmektedir.

Beslenme Önerileri

• Kabul günleri kilo almak için büyük etkendir. Böyle günlerde sanki kadınlar arasında bir rekabet oluşur ve bir yemek hazırlama yarışına girilir. Oysaki daha az kalorili ve daha lezzetli menüler hazırlamak mümkündür. Ağır hamur tatlıları yerine dondurma, az şekerli sütlü tatlılar ve meyve tatlılarını, pasta ve kızartmalar yerine az yağ ile hazırlanmış börek ve poğaçaları, taze meyve ve mayonezli ve bol yağlı salatalar yerine bol yeşillikli vitamin deposu salataları, taze meyveleri, şekerli ve asitli içecekler yerine ayran, taze sıkılmış meyve sularını ve bitki çaylarını tercih etmek hem alınan fazladan kalorileri azaltır hem de sağlığa olumlu katkı sağlar.

• Yemek yeme hızı çok önemlidir. Yemekleri yavaş yemek, iyi çiğnemek, küçük lokmalar halinde yemek hem sindirime yardımcı olup gaz ve hazımsızlığı önler hem de tokluğun daha kısa sürede oluşmasına yardım eder.

• Yemek hazırlama ve pişirme esnasında doğru yöntemlerin kullanılması alınacak gereksiz kalorileri önleyecektir. Örneğin etli yemeklere ekstra yağ ilavesine gerek yoktur, sebze ve zeytinyağlılara eklenen yağ miktarı azaltılıp, baharatlarla yemekler lezzetlendirilebilir. Et ve ürünlerinde yağsız olanlar, süt ve ürünlerinde ise yağsız veya yarım yağlı olanlar tercih edilebilir.

• Yemek servisinin uygun porsiyonlarla yapılması hem yiyecek israfını önler, hem de kalan yemekleri bitirme gayretiyle gereğinden fazla besin tüketimi ile fazladan alınan enerjiyi azaltır.

• Yapılan fiziksel aktivite miktarı artırılmalıdır. Haftanın en az 3 günü düzenli olarak 30- 45 süre ile dakika yürüyüş, yüzme gibi egzersizler yapılarak hem kilo verilmesi sağlanır hem de kilo alımları engellenir. Egzersiz fazladan enerji alımını kısıtlayacağı gibi, sağlığı geliştirmeye de yardımcıdır.

1 yorum

Daha iyi bir vücuda sahip olmanın 10 yolu

Sürekli aynanın önünde durup mükemmel vücuda sahip olmak için hayal kuranlardan mısınız? Fakat yapabileceğiniz bir çok şey varken neden orada oturup hayal kurmakla yetiniyorsunuz? Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, size daha iyi bir vücuda sahip olmanın 10 yolunu gösteriyor:

VÜCUDUNUZLA TEKRAR İLETİŞİM KURUN: 
Aynanın karşısına geçin ve genel vücut proporsiyonunuzu değerlendirin. (Omuz ve kalça yükseklikleri, kafanızın gövdenizin orta hattında bulunup bulunmadığı gibi detaylar kısaca simetri önemlidir.) Yoga veya germe yaparken vücudunuzun nasıl çalıştığını anlayın. Bu aktiviteler sırasında vücut sıvılarınızı nasıl harekete geçtiğini öğrenin.

EVDE KASLARINIZI ÇALIŞTIRIN: 
Basitçe kendi vücut ağırlığınız ile yaptığınız egzersizler daha iyi bir vücuda sahip olmanızı sağlar. Push-up, squat, karın ve sırt kuvvetlenme gibi egzersizleri evde kolaylıkla yapabilirsiniz. Hafta 2 veya 3 olmak üzere 10-20 tekrar / 3 set olarak egzersizleri yapın.

KARDİO ANTRENMANI YAPMAYI UNUTMAYIN: 
Eğer gerçekten vücudunuzu şekillendirmekte kararlı iseniz egzersiz programınız haftada 3 ila 5 kere, 30-60 dakikalık bir aralıkta orta seviyede aerobik (solunumu hızlandırarak dokulara daha fazla oksijen gitmesini sağlayan) egzersiz içermek zorundadır. Vücudunuzun yeniden şekillenmesi ve esnekliği için egzersizlerin öncesi ve sonrasında germe yapılmalıdır. Joging, yüzme, bisiklet, tenis veya squash gibi aktiviteleri deneyin.

NE YERSEN OSUN: 
Bu cümle oldukça gerçekçidir. Eğer hedefiniz sıkı, fit ve mükemmel görünmekse dürüstçe söylemem gerekirse hergün ağzınıza ne koyduğunuzun farkında olmalısınız. Tabi ki kendinizi kontrol altında tutarken egzersizler sırasında ve günlük yaşantınızda size yeterli seviyede enerji sağlayacak yiyecekleri tüketmeniz gereklidir. Fakat etkisi hızlı geçen, fazla vaatlerde bulunan moda diyetlerden kaçınmanızda fayda var. Vücudunuzun içerden de dışarıdan göründüğü kadar mükemmel olması gereklidir.

KENDİ VÜCUT TİPİNİZE GÖRE KIYAFETLER SEÇİN: 
Genelde vücudumuzu beğenmediğimiz zamanlar, bol, iddiasız, salaş kıyafetler giymeye eğilimliyizdir. Güzel kıyafetler seçmek için kilo verene kadar bekleriz. Fakat neden? Şu an iyi hissetmeniz önemlidir, kendinize vücut ölçülerinize göre etkileyici kıyafetler seçin. Kendinizi yenilenmiş ve motive hissetmek için fit kıyafetler edinin.

VÜCUDUNUZU BİR BÜTÜN OLARAK DEĞERLENDİRİN: 
Birçoğumuz vücudumuzu bölgesel olarak yargılarız. Bacaklarım çok kalın, dudaklarım çok ince, göğüslerim çok küçük… Bedeninizi sadece negatif gördüğünüz tarafları ile değil bir bütün olarak değerlerin. Vücudunuzun beğendiğiniz kısımlarını ortaya çıkaracak kıyafetler seçin.

POZİTİF OLUN: 
Vücudunuzun nasıl göründüğü daha çok algıya dayanır. Eğer vücudunuzun iyi olmadığını düşünerek yürüyor iseniz vücudunuz ve postürünüz bunu yansıtır. O yüzden her sabah evden bir gülümseme ile ayrılın ve en iyi tavrınızı takının. Duruşunuz ve tavrınız görünüşünüzü belirler. Yürürken ve ayakta dururken kendinize güvenli bir tavır sergileyin. Vücudunuzun bu şekilde daha farklı göründüğünü çok geçmeden fark edeceksiniz.

KENDİNİZİ ŞIMARTIN: 
Eğer vücudunuzu şekle sokmak için hergün antrenman yapmayı başardıysanız, gidin ve kendinize bütün stresinizi ve gerginliğinizi azaltacak bir masaj hediye edin. Eğer masaj konusunda fanatik değilseniz, küvetinizi doldurun ve suyun rahatlatıcı etkisinin tadını çıkarın.

VÜCUDUNUZ TEK VE EMSALSİZ VE TABİÎ Kİ SİZ DE: 
Her insanın başka bir genetik yapı, vücut şekli ve ölçüsü ile doğduğunu hatırlayın. Sizin vücudunuz da benzersiz.

İLERLEMEYİ TAKİP EDİN: 
Bu süre içinde vücudunuzdaki gelişmeleri takip etmenizi öneririm. İlk halinizin fotoğrafını çekin, yağ yüzdenizi, bedeninizi, egzersizleri yapma süre ve sayınızı bir yerlere not edin ve her ay karşılaştırın. Böylelikle doğru yapıp yapmadığınız şeyleri değerlendirme fırsatınız olur.

0 yorum

Bebeğinizi kucağınıza aldığınızda

Hamileliğin ardından, bebeğinizi kucağınıza aldığınız an, hayatınızın en mutlu anlarından bir tanesidir. Kendi canınızdan bir parçanın sağlıklı doğması, ailenize katılması, hayatınızda yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bu yeni başlangıç bazen yeni doğum yapan kadınlarda strese, psikolojik olarak değişikliğe yol açabilir. Bu stres normaldir ancak uzun sürerse doğum sonrası depresyonu yaşıyor olabilirsiniz…

Terapi İstanbul’dan Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer doğum sonrası depresyonu şu şekilde değerlendirdi;
Kadınlar, bir şekilde, doğumun otomatik olarak keyif ve neşe oluşturduğunu öğrenmişlerdir. Çocuk doğurmayı takip eden dönemin hayatlarının en mutlu zamanı olması gerektiğine inanmaya yönlendirilmişlerdir. Gerçekte ise, ailenin yaşam döngüsündeki en stresli ve endişe üreten dönemlerden birisidir. Bu dönemde kadının eşinin, ailesinin ve yakınlarının annelik rolüne uyum sağlamaya çalışan anneye psikolojik destek vermesi gereklidir.

Her sene, doğum yapan kadınların yarısından fazlasında ruhsal sorunlar görülmektedir. Bu kadınlardan yüzde 10 ile 15'i çocuk doğurmayı takip eden dönemde, uykusuzluk, kafa karışıklığı, annelik durumuna alışma endişesi gibi problemler yaşamaktadır.

Doğan çocuğun attığı ilk çığlıktan sonra, sorulan ilk soru, ‘‘Kız mı oğlan mı’, ikincisi de ‘‘Annenin sağlığı nasıl?’’dır. Bu soruyla merak edilen annenin fiziksel sağlığıdır. Ve ‘‘İyi’’ cevabı alındıktan sonra ‘‘doğum olayı’’ başkaları için bitmiştir. Oysa anne için doğumun sadece fiziksel aşaması sona ermiş ve annelik rolüne uyum sağlamasını gerektiren, ruhsal problemlerin yaşanabileceği bir dönem başlamıştır. Bu dönem gündelik sorunların yaşanıp profesyonel yardım olmadan aşılabileceği gibi yardım gerektirecek kadar ciddi problemler de görülebilir.

Yeni anneler, doğumdan sonraki ilk sene içinde her an depresyona yatkındırlar. Bir çocuğun bakımını üstlenmekle birlikte insanın eşiyle geçirdiği zamanın kaybı, yetişkin arkadaşlıklarının kaybı, özgürlüğün ve alışılmış gündelik hayatın kaybı da yanında gelmektedir. Yaşamlarının bir daha asla eskisi gibi olmayacağının bilinciyle, yeni yaşam tarzına uyum sağlamaya çalışırken bu bütün aile için de bir uyum zamanıdır.

Gözardı Edilen Ruhsal Sıkıntılar
Doğum sonrasında annelere tıbbi bakım eksiksiz verilirken, ruhsal sorunlar göz ardı edilebilir. Doğum yapan kadınlarda annelik hüznü %50-70, doğum sonrası depresyon %10-15 oranında görülebilir. Doğum sonrası dönemdeki ruhsal sorunlar için risk faktörleri şunlardır: Evlilikle ilgili sorunlar, geçmişteki ruhsal sıkıntılar (depresyon, bunaltı, kaygılar), ailede ruhsal hastalık, evli olmama, istenmeyen gebelik, annelik rolü için hazırlıksız olma, ilk gebelik, doğum korkuları, sosyal desteğin olmayışı sayılabilir. Doğumla birlikte değişen rol tanımları (çift olmaktan anne baba olmaya geçiş) ve bebek bakımının getirdiği psikososyal stresler ruhsal sorunların ortaya çıkmasını tetikleyebilir.

Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer; “Doğum sonrası depresyon genellikle birkaç ay içinde düzelir”
Doğum sonrası depresyon, doğumdan sonraki ilk 6 hafta içinde sinsice başlar, bir hatta iki yıl sürebilir. Klinik tablo hafif depresif duygu durumdan melankoliye kadar değişebilir. Doğum sonrası depresyon genellikle birkaç ay içinde düzelir. Orta ve ağır şiddette ise mutlaka bir uzman tarafından tedavi edilmelidir. Tekrarlama riski hem sonraki doğumlarda hem de hamilelik dışı dönemlerde yüksektir. Eğer geçmişte depresyon öyküsü yoksa doğum sonrası depresyon riski %10-15, depresyon öyküsü varsa %25’tir.
Doğum sonrası depresyon tedavi edilmezse uzun sürer ve anneye verdiği duygusal zararın yanı sıra çocuğun gelişimini de olumsuz yönde etkiler.

Doğum sonrası depresyon belirtileri nelerdir?

• Normalden daha fazla ağlama
• Çoğunlukla üzgün hissetme
• Konsantre olamama ve sıkıntı içinde hissetme
• Eşyaları nereye koyduğunuzu hatırlamakta zorluk çekme
• Eskiden keyif aldığınız şeylerden keyif alamama
• Çok yorgun olduğunuz halde bebeğiniz uyuduktan sonra bile hala uyuyamama
• Günün çoğunda yorgun olma
• Hep böyle hissedecekmiş gibi hissetme
• Yalnız kalmaktan korkma
• Böyle hissetmeye daha fazla devam etmek durumunda olmaktansa ölmüş olmayı isteme

Tedavi Yöntemleri;
* Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer
Genellikle, belirtiler fark edilmeden geçer çünkü bunlar yeni bir bebeğin bakımının getirdiği stresin birer parçası sanılabilir.

Bir bebeği göğüsten emzirmek ve adetlerin geri dönmesi, vücudun biyokimyasını değiştirebilecek ve bir depresyonun zamanlamasını etkileyebilecek önemli hormonal olaylardır.

Hamilelik, doğum ve doğum sonrası döneme ilişkin verilen eğitim ve gevşeme teknikleri anneyi pasif konumdan çıkararak korkusunu kontrol altına almasına yardımcı olmaktadır. Psikiyatrik ilaçların bebek üzerindeki etkileri konusunda bilinenler azdır. Zorunlu olmadıkça, özellikle ilk üç ayda ilaç kullanımından kaçınılmalıdır.

Ruhsal duruma bağlı olarak annenin beslenmesi ve bakımı önemli ölçüde bozuluyorsa ya da kendisi, bebeği ve çevresi için risk oluşturuyorsa en düşük risk grubundan ilaçlar, etkili en düşük dozda kullanılabilir.

0 yorum

Gençlik iksiri kulağınızda saklı

Yılların ilerlemesiyle cildinizin eski formunu kaybetmesi yüzde kırışıklığı ve çatlamayı getiriyor. Gelişen teknolojiyle kulağınızın arkasından alınan fibroblast hücreleriyle artık daha genç görünmek mümkün. 

Esteworld Plastik Cerrahi Hastaneleri’nden Uzm. Dr. Eylem Acar, FDA onaylı ‘Fibrocell’ teknolojisiyle çoğaltılan fibroblastın yüzünüzde ihtiyaç duyulan bölgelere nakledilerek daha genç bir cilde kavuşabileceğinizi söyledi.

Kulağınızın arkasında cildinizin kaybettiği ışıltıyı sağlayan dokuların bulunduğunu biliyor muydunuz? Güneş görmeyen ve dolayısıyla güneşin zararlı etkilerinden korunmuş olan bu özel bölgeden alınan dokular, zamana yenik düşen cildinizin yeniden ışıldamasını sağlıyor.

Esteworld Plastik Cerrahi Hastaneleri’nden Dermatolog Uzm. Dr. Eylem Acar, gelişen teknolojinin kendi hücrelerinizle gençleşmeyi ve güzelleşmeyi mümkün kıldığını söyledi. Kulak arkasında bulunan fibroblast hücrelerinin aslında gençlik iksiri değerinde olduğunu anlatan Eylem Acar, fibroblastın laboratuvarda “Fibrocell” teknolojisiyle çoğaltılarak başta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülkede yüzdeki kırışıklıkların ve çatlakların giderilmesi, derin olukların tedavisi, dudakların biçimlendirilmesi ve akne tedavilerinde dolgu maddesi olarak kullanıldığını açıkladı.

Serum şeklinde enjekte ediliyor
Tıp dünyasında büyük yankı uyandıran bu tedavinin klinikte kulak arkası ya da kol içi gibi güneş görmeyen ve kanlanması zengin olan bölgeden 3 mm çapında alınan bir parça ile başladığını anlatan Uzm. Dr. Eylem Acar, “Aynı zamanda kişiden kan alınıyor. Laboratuvara gönderilen kan ve dokunun hücre üretimi yapılıyor. Dört hafta sonra ilk elde edilen hücre kültürü serum şeklinde kişiye enjekte ediliyor. Üç hafta aralıklarla 3 seans uygulama yapılıyor” dedi.

6 haftada hissedilir değişiklik
Uzm. Dr. Eylem Acar
Kiyişe enjekte edilen hücrelerin kollajen sentezleyerek derinin yeniden yapılandırılmasını sağladığını dile getiren Uzm. Dr. Eylem Acar, işlemin ardından değerlendirmenin 6 ayda yapılabileceğini ifade etti. Eylem Acar, ilk enjeksiyon ile mekanik bir doluluk hissedildiğini ve daha sonra çökme olduğuna dikkat çekerek, şöyle konuştu: “Üç hafta arayla 2-3 tekrar yapılır. Gözle görülür değişikliklerden önce hissedilir değişiklikler kollajen senteziyle belirginleşmeye başlar. Bu değişiklikler 6-8 haftada bir görülür. Tedavinin ardından 12-24 ay boyunca kademeli olarak düzelme sağlanır. Bu düzelme uzun sürelidir ve bazı araştırmalarda dağılmadan 4-5 yıl boyunca sürdüğü belirtiliyor.”

Fibroblastın etkisi
Uzm. Dr. Eylem Acar, kişinin yaşlandıkça derinin dermis katmanında bulunan hücre sayısının azaldığını hatırlatarak, bu nedenle derinin destek elamanları arasında bulunan elastin ve kollajen liflerin kalitesinin bozulduğunu ifade etti. Kalitesi düşen derinin nemi içerisinde tutamadığını kaydeden Eylem Acar, şunları söyledi: “Cilt, dışarıdan ne kadar nem takviyesi yapılsa da gençlik çağındaki parlaklığı ve canlılığı kazanamaz. Bu yöntemle cilt, hücre sayısı yönünden zenginleştirilir. Hücresel aktiviteler sonucu elastin ve kollajen seviyesi yükselir nem dengesi düzelir. Böylece gençlik çağındaki parlak, sıkı ve pürüzsüz cilt yapısına kavuşulur.”

0 yorum

Peki neden yalnız kaldınız? Hata sizde mi?

Hem güzel hem çekici hem de zekisiniz. Peki neden hala yalnızsınız? 

Hatayı hiç kendinizde aradınız mı? Uzun zamandır hayatınızda biri yoksa veya ilişkileriniz bir türlü uzun soluklu olmuyorsa, aşağıdaki ihtimallerden birinin sizde bulunup bulunmadığını düşünmeye ve beraberce olumlu adım atmaya ne dersiniz?

Geçmişte Kalan Kötü Deneyimler

Belki geçmişte yaşadığınız olumsuz olaylardan dolayı; ya da deneyip deneyip istediğiniz mutluluğu bulamamış olmanız. Bunda dolayı da yitirmiş olabileceğiniz umudunuz da yalnız kalmanızın sebeplerinden biri olabilir. Şunu düşünün: bu hayatta her şey çok güzel ilerleseydi, yaşamanın tadı nasıl olurdu? Ağlayıp üzülmek gibi kelimeler olduğuna göre; bunları yaşamanın da bir anlamı var demektir. Hayal kırıklıkları yaşanmadığında bazı şeylerden ders almak ve daha güzelini yaşayamazdık. Bunları hiçbir zaman unutmayın ve umudunuzu sakın kaybetmeyin! En önemlisi de kendinizi yalnızlığa asla mahkum etmeyin.

Fazlaca Arkadaş Olduysanız

Nasıl ki birçok kadın hafif maço bir erkekten hoşlanır; aynı şekilde erkekler de karşılarındaki kadının dişiliğini görmek isterler. O yüzden neden yalnızlığınızı çözmeden önce durup bir geçmişe dönün. Daha önce şunları yapıyor muydunuz? Sevgilinize eski ilişkilerinizden bahsetmek, onun eski ilişkilerini dinleyip bir dost gibi yorum yapmak, onunla erkek muhabbeti yapıp 'kanka' moduna bürünmek, vs...

Bu davranışlar sizi aşk boyutundan çıkarıp dostluk boyutuna sokup her şeyi bitirecektir. Elbette ilişkinizin temelinde dostluk da olacak; ama bu dostluğu 'erkeksi' tavırlar yerine dişiliğinizi koruyacak şekilde kurmalısınız.

Onun Aradığınız İnsan Olmadığını mı Düşünüyorsunuz?

Burada iki ihtimal olabilir. Birincisi; yaşadığınız bazı tatsız deneyimlerden dolayı karşı cinsten ve ilişkiden soğumuş olmanız... İkincisi ise kendinizi fazla üstün, karşınızdakini ise fazla aşağıda görmeniz ve bir arada olmak için çok fazla çaba harcamamanız... Birinci durumda yapmanız gereken her zaman geçmişi geçmişte bırakıp, yaşananlardan ders alarak, yepyeni bir sayfa açmanız. İşte tam bu bu noktada size çok ilginç bir önerimiz olacak. Kaliteli arkadaşlık sitelerinden yardım alabilirsiniz; www.ecift.com iyi bir örnek olacak size. Unutmayın ve korkmayın, geçmişinizdeki bir ilişkide yaşadıklarınızı bir sonraki sevgiliniz de olacak diye bir şey yok. Siz dersinizi aldığınız müddetçe, bir sonraki ilişkiniz çok daha sağlıklı olacak zaten. Eğer durum ikincisi gibiyse, kimseye bu kadar yukarıdan bakmamanızı tavsiye ediyoruz. Nerede yaşarsanız yaşayın, hayata nasıl bakarsanız bakın sizin de bir ruh eşiniz var ve sizi bir yerlerde sizi bekliyor...

Erkeklere İtici Gelen Yönleriniz Mi Var?

İtici davranışlar neler mi? Erkeksavar denecek bu davranışlar; sürekli çocuk gibi konuşma, evi baştan aşağı pembeyle dönüştürmeniz, onu sevmediği tarzda müzik yapanların konserlerine götürmek için çabalama, aile albümleri hazırlayıp çocuk baskısı yapma gibi şeyler olabilir... Veya aslında daha gerçekçi baktığımızda sürekli nerede ne yaptığını sormak, sıkça onu sevdiğinizi söylemek veya mesaj atmak, aşırı kıskançlık yapmak, sürekli eski defterleri açtırmak, ya da çeşitli baskılar yapmak... Siz siz olun bu tip davranışlarınız varsa onları bırakmaya çalışın! Aksi takdirde arkadaşlık siteleri de dahil kimse sizi yalnız kalmaktan kurtaramayabilir.


1 yorum

Şarj edilebilir diş fırçalarına dair doğru bilinen yanlışlar










Manuel diş fırçası şarj edilebilir diş fırçası kadar iyi temizler!


Yanlış.  İlk kullanımdan itibaren şarj edilebilir diş fırçaları manuel fırçalara oranla  2 kat daha fazla plak temizler. Bu özellik dişlerinizin yalnızca dış görünümü için değil, sağlığı için de oldukça önemli. Plak, dişin dış kısmını kaplayan bakteri tabakasıdır. Bakteriler yediğimiz yiyeceklerdeki şekerle beslendikleri için, zamanla asit oluştururlar. Bu nedenle bakterilerin diş yüzeyine yerleşmesi, diş ve diş eti hastalıklarının en önemli sebeplerinden biridir.

Oral-B’nin elektronik fırçalarının tamamında fırça başlıkları yuvarlak olarak tasarlanmıştır. Bu yenilikçi tasarım sayesinde her dönüşte farklı bir açıyla dişin tüm yüzeyinin temizlenmesine olanak sağlar. Küçük boyutuyla her bir dişin yüzeyine ve diş aralarına rahatlıkla ulaşabilir.

Şarj edilebilir fırçalar yalnızca ağız ve diş sağlığı konusunda problem yaşayan kişilere tavsiye edilmektedir!

Yanlış. Oral-B’nin yaptığı bir anket çalışmasında, katılımcıların %39’unun ancak dişleriyle ilgili herhangi bir problem yaşadıktan sonra şarj edilebilir diş fırçası kullanmaya başlayacaklarını belirttikleri görüldü.


Ağız sağlığında tedaviden çok koruma yöntemi izlenmesi tavsiye edilmektedir. Çünkü dışarıdan yapılan herhangi bir müdahale, ne kadar iyi olursa olsun kendi dişinizin sağladığı rahatlığı ve fonksiyonelliği sağlamaz. Dişleri korumanın en önemli yolu, ağız ve diş problemlerinin bir numaralı sorumlusu olan plak tabakasını ortadan kaldırmaktır. Şarj edilebilir diş fırçaları, plak temizliği konusunda manuel diş fırçalarından %100’e kadar daha fazla etkilidir. Plak, yapışkan bir madde olduğu için diş fırçanızdan da ayrılması zordur. Bu nedenle diş hekimleri ortalama 3 ayda bir diş fırçanızı yenilemeniz gerektiğini söylüyor.

Şarj edilebilir diş fırçası da kullanıyor olsanız, 3 ayda bir fırça başlığı  değişimini gerçekleştirmek durumundasınız. Oral-B, elektronik diş fırçanızı kolayca yenilemeniz için değiştirilebilir başlıklarla size sunuyor.

Nasıl bir diş fırçası kullanıyor olursanız olun, diş fırçalama süreniz aynı olduğu için aynı etkiyi yakalayabilirsiniz!

Yanlış.  Diş hekimleri, dişlerinizi günde en az iki kez, 2 dakika fırçalamanızı öneriyor. Ancak yapılan araştırmalar ve klinik deneyler, dişlerinizi 2 dakika şarj edilebilir diş fırçalarıyla fırçalamanızın çok daha etkili sonuçlar almanızı sağladığını gösteriyor.

Şarj edilebilir diş fırçaları diş yüzeyine zarar verir!


Yanlış.  Yukarıda bahettiğimiz anketin bir başka ilginç sonucu da, anket katılımcılarının %5’inin şarj edilebilir diş fırçasının diş yüzeyine zarar verdiğini düşünmesi. Oral-B’nin şarj edilebilir diş fırçaları, basınç göstergesi sayesinde diş fırçasını dişinize çok fazla bastırdığınızda çalışmasını durduruyor.

Tüm şarj edilebilir fırçalar aynı özelliktedir!

Yanlış.  Herkesin diş yapısı birbirinden farklı. Bu nedenle Oral-B kullanıcılarına birbirinden çok farklı özelliklere sahip farklı şar edilebilir diş fırçaları sunuyor. Hassas dişetleri için, farklı büyüklükteki diş aralıkları için ya da sararmış dişleri beyazlatmak için birbirinden farklı bir çok diş fırçası modeli bulunuyor.

Detaylı bilgi almak için videoyu izleyebilirsiniz. Ürün alternatiflerini görmek için tıklayınız.




KAYNAK: www.uplifers.com







0 yorum

Kaplıca suyu kalp krizini engelliyor

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nergis Erdoğan, kaplıca sularının hiç bilinmeyen bir özelliğini açıkladı.

Erdoğan, yılda 15-20 gün kaplıcaya gitmenin kalbi koruduğunu ve kalp krizi riskini azalttığını söyledi.
Suyun insanlık açısından çok önemli olduğunu belirten Nergis Erdoğan, ilk çağ filozofu Thales’in ‘Her şeyin kaynağı sudur’ sözünün hatırlattı. İnsanın bir damla sudan meydana geldiğini vurgulayan Erdoğan, ilk insanların yaraların tedavisinde su ve çamuru kullandığını söyledi. Erdoğan, “Toprakta ve kaplıca sularında insan vücudunda bulunan minerallerin birçoğu bulunur. Hayvanlarda da suya girme, çamura bulanma gibi olaylar sıkça görülür. Suya girme insanoğlu için anne karnına dönüş anlamına geldiği için bir nevi kutsal bir olaydır” diye konuştu.

“KAPLICA SUYUNUN KALBİ KORUMADA ÇOK BÜYÜK ETKİSİ VAR”

Fareler üzerinde yapılan birçok deneyde sıcak suyun hücreleri koruyucu proteinleri harekete geçirerek, hücrelerin daha sağlıklı olmasını ve hastalıklardan korunmasını sağladığını söyleyen Nergis Erdoğan, bu durumun en çok kalp üzerinde etki gösterdiğini söyledi. Ülkemiz insanının sıcak suya girmekten büyük bir zevk aldığını söyleyen Erdoğan, “Ben testinin kırılmadan önce harekete geçilmesi gerektiğini düşünüyorum. Kaplıca suyunun yapılmış birçok bilimsel deneyde hücreleri koruduğu ispat edildi. Ben sıcak suyun kalp üzerinde çok önemli olumlu etkilerinin olduğuna inanıyorum. 42 derece sıcaklıktaki bir suda 10 dakika kalmak vücut sıcaklığını 39 dereye yükseltir ve bu da koruyucu proteinlere harekete geçirerek kişinin uzun süre daha sağlıklı kalmasına neden olur” ifadelerini kullandı.

“AİLESİNDE KALP RAHATSIZLIĞI OLANLAR MUHAKKAK KAPLICAYA GİTMELİ”

Kaplıca suyunun tüm insanları kalp rahatsızlıklarından koruduğunu söyleyen Erdoğan, özellikle ailesinde kalp rahatsızlığı olan kişilerin sık sık kaplıcalara giderek sıcak suya girmeleri gerektiğini söyledi. Bu tip riskli grupta olan bireylerin bu yolla kalp hastalıklarına yakalanma riskini düşürebileceklerini söyleyen Prof. Dr. Nergis Erdoğan, “Bunlar benim 20 yıldır okuyup üzerinde çalıştığım konular ve kaplıca suyunun kalbi koruduğuna dair çok ciddi kanıtlar var. Ben insanların bu bilince ulaşması için bu tip konuların daha çok konuşulması gerektiğine inanıyorum” dedi.

ROMATİZMAL HASTALIKLARI DA ÖNLÜYOR

Kaplıca suyunun yaygın olarak romatizmal hastalıkların tedavisinde kullanıldığını belirten Nergis Erdoğan, hastalıklara yakalanmadan önce suya girmenin hastalıkları önlemeye katkı sağladığını söyledi. Erdoğan, “Halkımıza yılda 15-20 gün kaplıcaya gidip, suya girmelerini şiddetle tavsiye ediyorum. Bu suların yararları bilimsel olarak defalarca kanıtlanmıştır” ifadelerini kullandı. Erdoğan ayrıca kişilerin sıcak suda çok fazla kalmamaları gerektiğini, bu durumun özellikle tansiyon hastalarında sorunlara yol açabileceğini söyledi.
0 yorum

Obezitede tek suçlu ekmek değildir

Ekmeğin yararları ve bilinçli ekmek tüketimi konusunda kamuoyunun bilgilendirilmesi amacıyla düzenlenen “Ekmeğe İade-i İtibar” panelinde konuşan Uzman Diyetisyen Dilara Koçak, obezitenin tek suçlusunun ekmek olmadığını söyledi.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı M. Mehdi Eker’in katılımı ile düzenlenen “Diyette Sağlıklı Ekmek Yemek Gerek” konulu Ekmeğe İade-i İtibar panelinde söz alan Koçak, “Türkiye, dünyanın en çok ekmek tüketen ülkeleri arasında ilk sıralarda yer alıyor. Bu kadar yoğun tüketimin olduğu bir besinin üretim şartları ve ana hammadde olan unun kalitesi büyük önem taşıyor. Böyle bir durumda odaklanılması gereken, en doğru ekmeğin halka ulaştırılmasıdır. Toplumun temel besini, sofralarımızın nimeti ekmeği bu şekilde suçlamak ve halkın kafasını karıştırmak obezitenin çözümü olamaz” diye konuştu.

Karbonhidratı ve özellikle ekmeği yasaklayan protein ağırlıklı diyetlerin her zaman ilgi çekici olduğuna değinen Koçak, “Dönem dönem farklı isimlerle ortaya çıkan bu diyetlerin temeli hep aynıdır. Hızlı kilo kaybı ilk başlarda yüz güldürücüdür ancak daha sonra çok hızlı kilo alınması tesadüf değildir. Karbonhidrat içermeyen yüksek proteinli diyetlerin sonucunda yüksek kolesterol, ürik asit yüksekliği, hiperlipidemi, safra kesesi ve böbrek ile karaciğer problemleri sık karşılaşılan sorunlardır. Üstelik bu şekilde giden kiloların yeniden geri gelmesi bireyi daha da mutsuz eder ve metabolizmadaki yavaşlamayı geri döndürmek çok daha zordur” dedi.

“Hızlı kilo vermek çözüm değil”

Obezitenin çözümünün hızlı kilo vermek olmadığını belirten Koçak, “Diyetlerin başarısı da hangi sürede kaç kilo verildiği değildir. Asıl başarı, bireyin sağlığını bozmadan yaşam biçimine en uygun şekilde geleneksel alışkanlıklarını da içeren ve ömür boyu uygulanacak beslenme modelini keşfedebilmektir. Diyeti kilo verme yarışı olarak görmek, 2-3 ay ekmek ve karbonhidratsız yaşamak bazı bireyler için kamp hayatı gibi katlanılabilir bir durum olsa da, bu kampın bitimi maalesef hüsran ile sonuçlanmaktadır. Üstelik anne babalar bunun doğru bir beslenme modeli olduğunu düşünerek çocuklarına da bu tarz beslenme uyguladıklarında büyüme geriliği karşımıza çıkmaktadır” ifadelerini kullandı.

“Kaliteli ekmeğe ihtiyaç var”

Hiçbir hastalık gelişiminde veya sağlıklı yaşam için tedavide bir besinin mucize veya tek suçlu gibi etiketlenmesinin doğru olmadığının altını çizen Koçak, “Önemli olan dengeli ve doğru karbonhidrat, yeterli protein ve ihtiyaç ölçüsünde yağ içeren bir beslenme tipini benimsemektir. Tüm dünya Akdeniz diyetini en sağlıklı diyet olarak kabul etmiştir ve bu diyetin temeli tahıllardır. Kaliteli ve tam undan hijyenik koşullarda hazırlanmış ekmeklere ihtiyacımız var. Yenilenen ekmek tebliğine göre buğday tanesi eskiden kepek ve ruşeym ayrılarak un haline geliyor ve fırınlara bu şekilde gidiyordu. Şimdi bu faydalı kısımların daha fazla içinde kalacak şekilde iyileştirme yapılması sevindirici ama biz çok daha iyi bir ekmek istiyoruz. Son gelişmeler tam buğday ekmeğine geçiş için önemli bir adım ama devamı mutlaka gelmeli” diye konuştu.

Günlük karbonhidrat ihtiyacının yaş, cinsiyet ve fiziksel aktivite durumuna göre değişmekle birlikte, günlük enerjinin yüzde 55-65’lik kısmını içermesi gerektiğini söyleyen Koçak, “Buna göre günlük en az 4-5 dilim ekmek, tercihen tam buğdaylı veya çavdarlı tüketilebilir. Tam buğday ekmeği vitamin, mineral ve lif içermesi açısından kıymetli bir besindir; uzun süre tok tutar; çiğneme süresi uzun olduğu için doygunluk hissine katkıda bulunur; glisemik indeksi düşük olduğu için kan şekerini de hızlı yükseltmez” dedi.

0 yorum

Kış Ayında Bile Terleyenlere

Havalar giderek soğumaya başladı, çevrenizdeki herkes kat kat giyiniyor; siz ise çok giyinmediğiniz halde terliyor musunuz? Özellikle koltuk altlarınız hep ıslak mı? O zaman botoks yaptırmanın tam zamanı…

Yoğun çalışan ve giyimiyle ön planda oldukları meslekleri yapanların imdadına yetişen terlemeye karşı botoks uygulamasını Hisar Intercontinental Hospital Nöroloji Bölümü Uzmanı Doç. Dr. Göksel Somay’dan öğrendik…

Özellikle stres, heyecan, uyarıcı ilaçlar, tiroid bezinin aşırı çalışması, kan şekeri değişiklikleri, böbrek üstü bezi hastalıkları, menopoz, kullanılan ilaç ve hormonların aşırı terlemeye neden olabileceğini belirten Doç. Dr. Somay; “Terleme cildi nemlendirerek vücut ısısını sabitler ve vücuttaki toksinlerin atılmasını sağlar. Tamamen doğal olan bu süreç bazı kişilerde istenmeyen sıkıntılara neden olabilir.

Özellikle koltuk altı bölgesindeki terleme kişiyi görüntüsü nedeniyle rahatsız ederken; koku nedeniyle de zor durumda bırakır. Çünkü pudra, krem ya da spreyler terlemeyi tamamen kesme özelliğine sahip değildir; ancak kısa süreli geciktirebilir. Oysa botoksla çok etkili ve uzun süreli kalıcılık sağlamak mümkün.’diye konuştu…

Botoks uygulaması nasıl yapılır?
30 dakika gibi kısa bir sürede uygulanabilen botoks; özellikle koltuk altı, avuç içi ve ayak tabanı terlemesinde kullanılır. İşlem yapılmadan önce terleme probleminiz olan bölgelere iyot-nişasta testi yapılır ve aşırı terlemenize neden olan aktif alanlar belirlenir. Bu alanların yaklaşık 2 mm derinliğine çok ince uçlu iğnelerle Botoks ilacı enjekte edilir.

Botoks uygulaması, uygulama bölgesinde terleme işlevini geçici olarak, tamamen veya belirgin bir şekilde azaltarak etkisini gösterir. Botoks’un etkisi geçici olduğu için yapılan işlem istenirse 6-8 ay gibi uzun aralıklarla tekrarlanabilir. İşlemin hemen ardından günlük hayatınıza rahatlıkla dönebilirsiniz. 18-65 yaş aralığındaki herkesin yararlanabileceği bu uygulamanın sonucunu 2-4 gün içerisinde görmeniz mümkündür.

Kimlere Botoks Yapılmaz?
• Hamilelere,
• Emziren annelere,
• Cildinin üzerinde enfeksiyon olan hastalara,
• Myasthenia Gravis (özellikle kaslarda görülen kas zayıflığı) gibi nörolojik hastalıkları olanlara,
• Aminoglikozit türü antibiyotik kullananlara,
• Bağışıklık sistemini zayıflatan ilaçlar kullanan hastalara botoks uygulaması yapılmaz.


0 yorum

Hamileler grip aşısı yaptırabilir

Havaların soğumasıyla birlikte özellikle çalışan anne adaylarının kendilerini soğuk algınlığı ve gripten koruması gerekiyor. Aşı olmak alınabilecek önlemler arasında ilk sırada yer alırken, elleri sık sık yıkamak, bulunulan ortamı havalandırmak ve gripli kişilerden uzak durmak da diğer dikkat edilmesi gerekenler… 

Ferti-Jin Kadın Sağlığı ve Tüp Bebek Merkezi Klinik Direktörü, Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Seval Taşdemir, anne adaylarının bu dönemde dikkat etmesi gerekenleri anlattı…

Salgın hale gelen ve tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ölümcül sonuçlara yol açan grip virüsü, üst solunum yollarını etkilemekle kalmayıp, kimi kez tüm vücut sistemlerine de yayılıyor. Bu yüzden sadece yaşlılar ve kronik hastalığı olanlar için değil, hamileler için de büyük risk taşıyor.

Ferti-Jin Kadın Sağlığı ve Tüp Bebek Merkezi Klinik Direktörü, Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Seval Taşdemir, gebelik gibi vücut direncinin fizyolojik olarak azaldığı durumlarda gribin anne ve bebeğin sağlığını ciddi şekilde etkilediğini, bebeğin ana rahminde gelişimini hatta anne ve bebeğin hayatını tehdit edebildiğini söylüyor. Op. Dr. Seval Taşdemir, gribin doktor kontrolünde atlatılmasının anne ve bebeğin sağlığı açısından çok önemli olduğunu vurguluyor.

GRİP AŞISI İÇİN EN İDEAL ZAMAN
Ekim ayı ile Kasım ayının ilk haftasının grip aşısı için en ideal zaman olduğunu belirten Op. Dr. Seval Taşdemir, “Eğer hamileliğin 14’üncü haftasından sonrası sonbahar ve kış aylarına denk geliyorsa; grip aşısı yaptırmak üst solunum yolu enfeksiyonlarından korunmak için uygun bir yöntemdir” diyor. “Grip aşısı canlı virüs içermediğinden gebelerde rahatlıkla uygulanabilir ve yüksek oranlarda koruyuculuk sağlar. Grip aşısı üst solunum yolu enfeksiyonları açısından daha riskli olan anne adaylarına ilk üç ayda da yapılabilir. Ayrıca anneye yapılacak olan grip aşısı, bebeği de doğumundan sonraki ilk 6 ay içerisinde gripten koruyabilir.”

DOKTORUNUZA SORMADAN GELİŞİGÜZEL İLAÇ KULLANMAYIN
Gribe yakalanan anne adaylarının, bebeklerine zarar vermemek için gelişigüzel ilaç kullanmamaları gerektiğine dikkat çeken Op. Dr. Seval Taşdemir, sözlerini şöyle sürdürüyor: "Gribin etkileri genellikle çok ağır değildir ve bebeği doğrudan etkilemez. Ancak anne ağır bir gribe yakalanırsa, yüksek ateş ve organ sistemlerini etkileyen grip, dolaylı olarak bebeğe zarar verir. Bu sebeple, zorunlu durumlarda doktora danışılarak bebeğe zarar vermeyen antibiyotik ilaçlar kullanılabilir." Op. Dr. Taşdemir, gripten korunmanın en iyi yollarından birinin, salgın dönemlerinde kalabalık yerlerde bulunmamak ve grip olan kişilerle yakın temasa girmemek olduğunu belirtiyor.

BOL SIVI ALIN, ORTAMI SIK SIK HAVALANDIRIN
Anne adayının, grip olan kişilerle aynı ortamda bulunması gerekiyorsa, ortamın sık sık havalandırılması gerektiğine dikkat çeken Op. Dr. Seval Taşdemir, elleri sık sık yıkamanın da gribe karşı koruyucu bir önlem olduğunu belirtiyor. "Gribe yakalanan anne adayı bol sıvı almalı ve mümkünse ilaç almadan gribi atlatmaya çalışmalı. Solunum yollarının buğu yapılarak veya zararsız boğaz pastilleri ile yumuşatılması, gerektiğinde parasetamol grubu ağrı kesici ve ateş düşürücü ilaçlarla vitaminlerin kullanılması gribin atlatılmasına yardımcı olabilir."

BİTKİ ÇAYLARINDA AŞIRIYA KAÇMAYIN
Anne adaylarının bitki çaylarını kullanılırken de dikkatli olmaları gerektiğini belirten Ferti-Jin Kadın Sağlığı ve Tüp Bebek Merkezi Klinik Direktörü, Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Seval Taşdemir, “Ihlamur, rezene, karanfil, kuşburnu, ada çayı, elma, portakal, nane çayı gibi çayları aşırıya kaçmadan tüketebilirsiniz. Ancak içeriğini bilmediğiniz, büyük çoğunluğu rahim kasılmalarına sebep olan, hijyeninden emin olmadığınız bitki ve çaylardan uzak durun” diyerek uyarıyor

0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI