işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

15 dakikada tespit edilecek

Fransa'da Ebola virüsünü 15 dakika içinde tespit eden test geliştirildi.





Fransız Alternatif Enerji ve Atom Enerjisi Kurumu (CEA) tarafından yapılan açıklamada, kurum bünyesinde çalışan bilim adamlarının, insan vücudunda Ebola virüsü bulunup bulunmadığını 15 dakikada belirleyen bir test geliştirdikleri bildirildi.

Açıklamaya göre, yeni test laboratuvarların dışında, kapsamlı araç ve materyale gerek görülmeden, şüpheli kişiden alınan kan veya idrar örneğinde virüsün bulunup bulunmadığına ilişkin 15 dakika içinde sonuç veriyor.

Testin kısa bir süre sonra piyasaya sürüleceği kaydedildi. Testin geçerliliğinin Lyon'daki bir laboratuvarda da denenip başarısının onaylandığı belirtildi.

Mevcut Ebola testlerinin tam teşekküllü laboratuvarda yapılması gerekirken, yine bu testlerin sonucunu alabilmek için iki saatten fazla beklemek gerekiyor.

Son olarak Japonlar, buldukları testin 30 dakika içinde Ebola virüsünü tespit ettiğini iddia etmişti. Amerikalı bilim adamları ise bu süreyi 10 dakikaya düşürmek için uzun zamandır çalışıyor.
0 yorum

Sivilce ve aknelere yoğurt ile savaş açın

Özel Elit Polikliniği Dermatoloji Uzmanı Dr.Şerafettin Saraçoğlu akne tedavisinde probiotiklerinyeni büyük bir çözüm olabileceğini belirtti.


Saraçoğlu, yapılan son çalışmaların akne ve rozasea vakalarında probiotik kullanımı ile daha hızlı ve güvenli iyileşme sağlanabildiğini gösterdiğini belirterek şunları söyledi: "Son yıllarda Probiotikler sindirim sisteminin sağlıklı olmasını ve kalmasına yardımcı olan ana maddeler olarak algılanmaktadır. Gerek yoğurtlarda bulunan gerekse toz formunda günlük destek ürünü şeklinde kullanılabilen probiotiklerdost bakteri türleridir ve sağlığımızı devam ettirmek için gereklidirler. Günümüzde barsaklar için çok yaralı olan bu dost bakterilerin sindirim sistemi yanında deri üzerinde de olumlu etkilerinin olduğu gösterildi. Akne ve rosaseaya yatkın kişiler günlük aldıkları probitik kullanımı ile düzeldiği gözlendi. Vücudumuzda birçok bakteri bize zarar vermeden bizimle birlikte yaşarlar. Bu bakteriler aksine birçok organın normal çalışmasını sağlar. Probiotiklerin akneli hastalarda nasıl yararlı olduğunu anlamak çok kolay olmadı. Çünkü etki mekanizması çok karmaşık. Şu anda probiotik içeren krem veya maskeler ile benzer etkinin elde edilip edilemediği araştırılıyor. Aslında doğal yoğurttan elde edilen bazı maskeler ülkemizde çok uzun yıllardır maske olarak kullanılıyor. Bu durumu batı tıbbı daha yeni keşfediyor.” Özel Elit Polikliniği Dermatoloji Uzmanı Dr.Şerafettin Saraçoğlu, yoğurtlu maskelerle ilgili olarak şu önerilerde bulundu: "Yoğurtlu Akne Maskeleri: 1. 1 çorba kaşığı taze sıkılmış limon suyu bir çorba kaşığı yoğurt ile karıştırılıp temizlenmiş yüze sürülecek. 15 dakika bekletildikten sonra yıkanacak. Bu maske haftada 2-3 kez kullanılabilir. Karma Ciltler İçin Ballı Yoğurt: 2. Karma ciltler için ballı yoğurt maskesi. Bir çay kaşığı organik balı 3-4 çay kaşığı doğal yoğurt ile karıştırıp kullanabiliriz. Bal doğal antibakteriyel etki yanında iyi nemlendirici özelliği sayesinde akneli karma ciltlerde etkili yanıt almada yardımcı olacaktır. Günümüzde probiotik içeren bakım ürünleri hazır olarak da satışa sunulmuştur. Probiotiklerin her türü deri üzerinde aynı etkiye neden olamıyor. Etkinin en iyi olduğu probiotik bakteri türleri Streptococus thermophiles, streptococus salivarius, bifidobacterium longum suşlarıdır. Hazır probiotik içeren kremlerden yaralanmak istendiği taktirde bu bakteri suşlarını içeren ürünler tercih edilebilir.” (İHA)
0 yorum

Bitkisel Tehlikenin Adı: Bonzai…

Gençler arasında giderek yaygınlaşan ve büyük bir tehlikeye dönüşmeye başlayan Bonzai ile ilgili merak edilenleri Hisar Intercontinental Hospital Klinik Laboratuvarlar Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bekir Sami Uyanık ‘tan öğrendik…

Bonzai nasıl bir maddedir?

Dünyada Spice, Bonzai Citrus, K2, Jamaican, Scope, Smoke gibi isimlerle bilinen, bazı kurutulmuş bitki yapraklarına emdirilmesiyle sıvı ve toz şeklinde ambalajlanıp sağlığa zararlı olmadığı algısı oluşturularak piyasaya sürülen; Bonzai, esrara benzer etkilere neden olan ve metabolizmayı tamamen tahrip eden uyuşturucu bir maddedir.

Bu sentetik kannabinoidler, hastalıkların teşhis ve tedavisi amacıyla laboratuvarlarda geliştirilmiştir. Ancak, uyuşturucu olarak pazarlanan bonzai ürünleri içindeki, çok farklı miktar ve çeşitteki bu sentetik maddeler, doğal esrar ve eroine göre çok daha tehlikeli etkileriyle, beyin hücrelerinde kısa sürede hasara yol açar, şizofreniye benzer bir durum ortaya çıkarır ve ani kalp durmalarına neden olur.
Bonzainin doğal ve bitkisel bir ürün olarak düşünülmesi, kimyasal içeriği ve toksik etkileri ile ilgili bilgi sahibi olunmayışı insanların Bonzai’yi denemelerinde etkili olmaktadır. Solunum yoluyla (burundan çekilerek) alındığında, akciğerler tarafından anında emilerek kana karışır. Beyin gibi diğer organlara da yayılır ve etkileri dakikalar içinde görülmeye başlar. Ağızdan alındığında ise, sindirim sistemi tarafından emilmekte ve karaciğerdeki metabolik aktiviteye bağlı olarak etkileri daha geç görülür.

Bonzai alındıktan sonra vücuttaki etki süresi, içindeki etken maddelerin çeşidine ve dozajlarına göre değişir ve saatlerce de sürebilir. Özellikle Alkol ile birlikte kullanıldığında halüsinasyonlar, panik ataklar, kusmalar daha sık ve ağır olur. Ne yazık ki, ölüm tribi (vücudundaki uyuşmalardan dolayı felç olacak hissine kapılma, bayılacak gibi olma, kalp kriziyle öleceğini düşünmek gibi içinden çıkamadığı hallerle çok yoğun bir korku ve sıkıntının yaşandığı, bir bakıma panik atak geçirme halidir) denilen bir tür panik atak geçiren birçok insan, yasadışı madde kullanımı nedeniyle Hastaneye gidememekte ve bu vakalar ölümle sonuçlanabilmektedir.

Laboratuvar testleri ile Bonzai kullanıldığı tespit edilebilir mi?

Yasadışı birçok uyuşturucu madde gibi Bonzai kullanılıp kullanılmadığı, idrar, kan, tükürük, saç ve ter testleri ile belirlenebilir. Ancak, hastane laboratuvarlarında çoğunlukla, daha kolay ve hızlı sonuçlar alındığı için, negatif ve pozitif test sonucu veren idrar testleri kullanılır. Daha sonra ise, bu test sonuçları yorumlanarak çok daha hassas ve spesifik doğrulama testi ile teyit edilir.

Bonzain kullanımının belirtileri nelerdir?

Bonzai kullananlarda, vücut sıcaklığı yükselir, Ağrı duyusu azalır, hareketleri yavaşlar ve yüz ifadesi donuklaşır. Vücutlarını, kol ve bacaklarını farklı bir pozisyona sokarlar ve uzun süre öyle kalırlar. Bonzai, vücutta doğal olarak bulunan kannabinoidlere göre, beyinde bulunan CB1 ve bağışılık sistemi ile ilgili CB2 reseptörlerini çok daha güçlü uyardığından etkileri daha uzun sürer. Bu nedenle Bonzai kullanımında ölüm oranları daha sık görülmektedir.

Bonzai kullanımının başlıca belirtileri şunlardır;

• Baş dönmesi
• Halüsinasyon, hafıza kaybı, duygu ve düşünce bozuklukları, oryantasyon bozukluğu
• Görme ve işitme ile ilgili, algıda bozukluklar
• Geçici felç durumu, bilinç kaybı
• Ağrılı uyaranlara duyarsızlık, nöbetler ve koma
• Çarpıntılar, ritim bozuklukları, kalp atışlarının artması, nabız yükselmesi, kan basıncında (tansiyonda) hızlı düşme, şok, kalp krizi
• Nefes darlığı, öksürük, kas kasılması, göğüs ağrıları
• Ağız kuruluğu, bulantı ve kusma, yutma güçlüğü,
• Karın ağrıları ve kanamalar gibi mide bağırsak etkileri
• Hareket bozuklukları, kaslarda ağrı, sertlik ve kramplar
• Kan şekeri düşüklüğü
• Açlık hissi, iştah bozuklukları, sıvı kaybı
• Elektrolit bozuklukları, vücut ısısının yükselmesi, aşırı terleme gibi metabolik bozukluklar

Kimler tehlike altındadır?


Uyuşturucu madde kullanımına sebep olan birçok sorun ve faktörler, Bonzai kullanımında da geçerlidir. Ergenlik döneminde hassaslaşan gençler başta olmak üzere, özellikle ailevi, sosyal ve kişisel olarak sorun yaşayan 15-30 yaş arasındaki bireyler uyuşturucu tacirlerin ve aracılarının tercih ettiği Bonzai risk grubunu oluşturur.
0 yorum

Migrene kesin çözüm!

Baş ağrısı, baş dönmesi, kulak çınlaması, zonklama, halsizlik, yorgunluk gibi insanın hayat kalitesini bozan migrenden, kök hücre oluşumunu arttıran Proloterapi’yle kurtulmak artık mümkün.

Proloterapi yöntemini Türkiye’de ilk kez uygulayan ve yaygınlaştırma eğitimlerini sürdüren, Bilimsel Proloterapi Derneği Başkanı Ortopedi ve Travmatoloji Uzm. Op. Dr. Hasan Doğan, migrenin belirli aralıklarla gelen hafif başAğrısından, çok şiddetli baş ağrısına kadar değişen bir hastalık olduğunu belirterek, hastalığın genellikle tek taraflı, yoğun ve zonklayıcı tarzda bir baş ağrısı, bulantı, kusma, görme bozuklukları, ışıktan ve sesten rahatsız olma, baş dönmesi gibi bulgularla seyrettiğini bildirdi. Migrenin en önemli sebebinin boyun omurları arasındaki bağların görevini yapmaması ( servikal instabilite) olduğunu belirten Op. Dr. Doğan: “Kök hücre oluşumunun arttırılmasını sağlayan enjeksiyon uygulamasıyla, ağrıya neden olan hasar görmüş dokular yeniden canlandırılıyor. Proloterapi ile servikal instabilitenin düzeltiliyor, böylece ağrının nedeni ortadan kaldırılıyor. Bu yöntem migrene kalıcı çözüm sunuyor” dedi.

Ağrının Nedeni Ortadan Kaldırılıyor

Ortopedi ve Travmatoloji Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Hasan Doğan, ağrı kesicilerin ağrıyı bir süre için ertelediğine işaret ederek, Proloterapinin ağrının nedenini ortadan kaldırdığını vurguladı ve yönteme ilişkin şu bilgileri verdi: “Boyun ve baş bölgesinde yer alan ağrıların en çok sebebi boyun omurgasını birbirine bağlayan bağlardaki yıpranmadır. Omurgadaki bağların zayıflığı boyun baş-boyun bölgesindeki kasların kasılmasına bu da şiddetli ve ağrı kesicilere cevap vermeyen ağrıların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Proloterapi uygulamasıyla bu bölgede yer alan hasarlı bağlar yeniden güçleniyor. Proloterapi ve Nöroproloterapi ile hasarlı bölgede mikropsuz iltihap oluşturuyoruz. Bu iltihaplı bölge kısa zamanda tamirci hücreler tarafından işgal ediliyor ve o bölgede sağlam bir dokunun oluşması sağlanarak ağrının nedeni ortadan kaldırılıyor” dedi.

Migren Yaşamınıza Engel Olmasın

Migren ataklarını tetikleyen unsurların kişiden kişiye değiştiğinin altını çizen Op. Dr. Hasan Doğan, yüksek tansiyon, kadınlarda regl dönemleri, Alkol, duygusal stres, aç kalma ve çok fazla ya da az uyku gibi fiziksel stresin yanı sıra, iklim değişikliği, yoğun kokular, göz kamaştıran yoğun ışıklar ve ses gibi faktörlerin en sık görülen tetikleyiciler olduğunu belirtti.

Migren şikâyetiyle gelen tüm hastaların Proloterapi yöntemi ile ilaç kullanmayı bıraktıklarını ve atakların tekrarlamadığını vurgulayan Op. Dr. Hasan Doğan; 4-6 seansta migren ataklarından kurtulmanın mümkün olduğunu dile getirerek, Proloterapinin yanı sıra yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:

· Boyun ağrılarınız için masaj yaptırmaktan kaçının,

· Çocuklarınızı severken kafasından kaldırıp yukarı doğru çekiştirmeyin, bu hareketiniz, henüz sağlamlaşmamış bağların (ligament) yırtılması ve gereğinden fazla esnemesine neden olabilir,

· Yaşam tarzının düzenli olmasına dikkat edin,

· Düzenli uyuyun,

· Düzenli yemek yemeye dikkat edin,

· Bilinen tetikleyicilerden uzak durmak (kafein, eski peynir, etlere konulan koruyucular, monosodyum glutamat, salamura ürünler, çerez)

· Düzenli aerobik egzersiz yapın,

· Stresi azaltın, stresli durumlardan kurtulmak için ileriye yönelik plan yapın,

· Boş zamanları, hobileri, sosyal aktiviteleri arttırın,

· Çevresel etkenlerden kaçının,

· Güneş gözlüğü kullanın,

· Dumanlı, kokulu, gürültülü ortamlardan uzak durun,

· Vücut duruşunun düzgün olmasına dikkat edin,

· İşitme, görme sorunlarınızın olup olmadığını kontrol ettirin, varsa tedavi olun,
1 yorum

Kronik Yorgunluk Sendromu

Son zamanlarda grip olmadığınız halde sürekli başınız ve kaslarınız ağrıyor; her fırsatta dinlenmenize rağmen bir türlü kendinizi toparlayamadığınızı hissediyorsanız Kronik Yorgunluk Sendromu yaşıyor olabilirsiniz.

Birçok hastalıkla benzer özellikler gösterdiği için fark edilemeyen Kronik Yorgunluk Sendromu’nu, Hisar Intercontinental Hospital İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Akif Nuri Doğan’dan öğrendik…

Bir takım teoriler olsa da kronik yorgunluk sendromunun nedeninin belli olmadığını dile getiren Uzm. Dr. Doğan; ‘Kronik Yorgunluk Sendromu bozuk bir bağışıklık sistem yapısından meydana gelen sinir sistemi inflamasyonudur. Özellikle 30-50 yaş grubundaki kadınlarda daha fazla görülen hastalığın semptomları grip ya da diğer viral enfeksiyonlara çok benzer. Kas Ağrısı, aşırı yorgunluk ve baş ağrısı en sık görülen belirtileridir. En önemli nedeni strestir.’ diye konuştu.

Kronik Yorgunluk Sendromu mu Yaşıyorum?

• En az 6 aydır ne kadar dinlenirseniz dinlenin geçmeyen bir yorgunluğunuz varsa,
• Bu yorgunluğa baş ve kas ağrıları eşlik ediyorsa,
• Günlük aktivitelerinizi kısıtlayacak kadar ağrı çekiyorsanız,
• Egzersiz sonrası 1 saat içerisinde geçecek ağrılarınız 24 saat geçse de azalmıyorsa,
• Unutkanlık ve konsantrasyon problemleri yaşamaya başladıysanız,
• Kızarıklık, şişlik gibi Artrit belirtileri olmayan eklem ağrıları çekiyorsanız,
• Sersemlik hissi yaşıyorsanız,
• 5-8 saat uyumanıza rağmen uykunuzu alamıyorsanız,
• Sese, gürültüye, ışığa, çevresel faktörlere karşı aşırı duyarlıysanız,
• Ateşiniz çok olmasa da yükseliyorsa (38,3’ten daha az olan ateş),
• Boğazınızda ağrı ve yanma varsa, hekiminize başvurmanızda fayda var. Kronik Yorgunluk Sendromu yaşıyor olabilirsiniz.

Tanı ve Tedavi

Kronik Yorgunluk Sendromu için spesifik bir test yoktur. En az dört semptomun bir arada görülmesi gerekir. Özellikle çok uzun süreli nedensiz yorgunluk tanı koymada önemli rol oynar. Yapılan muayene ve testlerle olası sebepler dışlandıktan sonra tanısı konulan hastalığın semptomik ve kombine tedavisi gerekir. Tedavinin amacı semptomları azaltmaktır. Birçok Kronik Yorgunluk Sendromu hastasının tedavi ile düzelen depresyonu ve psikolojik bozuklukları vardır. Tedavi;

• Davranışsal terapi ve bazı hastalar için derecelenmiş egzersiz
• Sağlıklı beslenme
• Uyku yönetim teknikleri
• Ağrıyı, rahatsızlığı ve ateşi düşürecek ilaç tedavisi
• Anksiyete için ilaç tedavisi
• Depresyon için ilaç tedavisi kombinasyonunu içerir.

Kronik Yorgunluk Sendromu yaşayan hastalar aktif bir sosyal yaşam için teşvik edilir. Rahatlama ve stres azaltma teknikleri kronik ağrı ve yorgunluğu azaltmaya yardımcı olabilir, fakat bunlar Kronik Yorgunluk Sendromu için esas tedavi yöntemi değildir. Orta dereceli fiziksel egzersiz de yararlı olabilir. Hekiminiz ne kadar aktivite yapabileceğiniz ve yavaşça bunu nasıl artırabileceğiniz konusunda size yardımcı olabilir. Eğer inatçı, sık yorgunluk hissediyorsanız hastalığın semptomları olsun ya da olmasın uzmanınızı arayın. Başka ciddi hastalıklarda benzer bulgular verebilir ve bunların dışlanması gereklidir.

Kronik Yorgunluk Sendromu ile Başa Çıkmanın İpuçları…

• Yorgun hissettiğiniz günlerde çok fazla egzersizden kaçının.
• Aktivite, dinlenme ve uyku zamanlarınız arasındaki dengeyi sağlayın.
• Büyük görevleri daha küçük yapabilir boyuta indirgeyin.
• Daha zorlu görevleri haftaya yayarak yapın.
• Derin nefes egzersizleri yapın.
0 yorum

Erkeğin imajını hormonlar bozuyor!

Günümüz erkeklerinin dış görünüşleriyle ilgili en önemli estetik kaygısı, saçlarıyla ilgili.

Son yıllarda genç erkeklerde de giderek artan saç dökülmesinin nedeni olarak pek çok dış faktör etkili olsa da aslında sorunun kökeninde erkeklik hormonu yatıyor

Olağan saç dökülmesi olarak bilinen androgenetik alopesi ‘Erkeklik hormonu olan androjenlere bağlı olarak 20-50 yaş aralarında genetik yatkınlığın fazla olduğu kişilerde oluşan saç dökülmesi’ olarak tanımlanıyor. Androgenetik saç dökülmesinde rol oynayan hormonlar ‘androjenler’ olarak da adlandırılan erkeklik hormonları olarak biliniyor. Androjenlerin etkileri, vücudun farklı bölgelerinde farklı şekilde görülebiliyor. Örneğin, koltuk altındaki kılların büyümesini sağlayan androjenler, kafa derisindeki saçların dökülmesine neden olabiliyor.

Rephair Danışman Dermatologu Dr. Ahmet Günay, saç dökülmesinde en önemli rolü hormonlarımızın oynadığını vurguluyor. Erkeklik hormonunun saçlar üzerindeki olumsuz etkisine dikkat çeken Dr. Ahmet Günay, testosteronun güçlü saç tellerini zamanla ince tüylere dönüştürerek saçın büyümesini engelleyip saç kökünün işlevlerini olumsuz etkilediğini belirtiyor.

Saç kaybını başlatan etken; aşırı hormon salgılanması

Kadınlarda östrojen hormonunun az, erkeklerde androjen hormonun fazla salgılandığı durumlarda saçlı deride yağlanmanın kendini gösterdiğini söyleyen Dr. Ahmet Günay, şu bilgileri verdi:

“Saçlı derideki bu yağ, ölü hücreler, kirler ve tozlarla karışarak sebum adı verilen bir maddeye dönüşüyor. Normalde günde 50 -100 tel saç dökülmesini normal kabul ediyoruz. Ancak folikül adını verdiğimiz saç kökleri sağlam kaldığı için bu dökülenlerin yerine saç çıkması sağlanır. Bu sirkülasyon devam ederken, bahsettiğim yağ karışımı dökülen saç kökünün ağzını tıkayabiliyor. Bu tıkacın zamanla üzeri deri ile kaplanır ve beslenemeyen saç kökü ölür; bu saç kaybının başlangıcını oluşturur.

Hem erkeklerde hem de kadınlarda androjen hormonu bulunur. Saç dökülmesi sürecinde iki tip androjen rol oynar. Bunlar testosteron ve dihidrotestosterondur (DHT). Dihidrotestosteron bir testosteron türevidir. DHT saç kökleri üzerindeki her tip androjen reseptörüne kolaylıkla bağlanıp kuvvetli etkisini gösterebilir. Testosteronun da saç kökleri üzerinde etkisi vardır, fakat bu DHT'ninkinden çok daha zayıf bir etkidir.”

DHT saç köklerini önce zayıflatıyor sonra yok ediyor

Saçı dökülen kişilerin saç köklerindeki androjen reseptörlerinin normalden daha hassas olduğuna işaret eden Dr. Ahmet Günay, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu da kanda normal düzeyde bulunan androjenlerin saç köklerini daha fazla etkilemesine neden olmaktadır. DHT saç köklerindeki reseptörlere bağlanır ve saç köklerinde küçülmeye neden olur. Küçülen köklerde zayıf, ince ve renksiz saçlar oluşur. Bir süre sonra da bu saç kökleri yok olur.”

Uygun ürünler yeni saç oluşumunu sağlıyor

Hemen herkeste oluşabilen saç dökülmelerini, günümüzdeki tedavi teknikleriyle durdurmanın ve saç kökleri henüz ölmediyse bunlardan yeni saç oluşumu sağlamanın mümkün olduğunu söyleyen Dr. Ahmet Günay şunları tavsiye etti:
“Saç dökülmesini engellediği klinik çalışmalarla kanıtlanmış içeriğinde HSOR enzimleri ve capigen bulunan saç dökülmesini önleyici ürünler tercih edilebilir. Saç köklerinin etrafında oluşmuş DHT’nin hızla parçalanmasını sağladığı klinik çalışmalarla ispatlanmış ürünler, saç dökülmesini erken dönemde yakalayıp durdurmaya yardımcı olmaktadır.”
0 yorum

Varis tedavisi için geç kalmayın…

Varisten korunmak için alçak topuklu ayakkabıları tercih edin

Özellikle uzun süre ayakta kalmayı ya da sürekli oturmayı gerektirecek meslek gruplarında çalışan kadınlarda görülen varis, görsel olarak kadınları mutsuz eder. Dış görünümün yanı sıra tedavi edilmeyen varislerin Kronik Venöz Yetmezlik (KVY) adı verilen daha ciddi bir hastalığa da neden olabileceğini belirten Özel Medline KonyaHastanesi Kalp ve Damar Cerrahisinden Op. Dr. Özgür Mart, konuyla ilgili bilgilendiriyor.

Toplardamarların genişlemesine ve şişmesine varis denir. Genellikle, vücudun en fazla basınç altında kalan bölgesi olan bacakların alt kısımlarında görülen varis, yalnızca estetik açıdan değil, sağlık açısından da önlem almayı gerektirir. Kılcal varisler genelde görüntü bozukluğu dışında bir yakınmaya yol açmazlar. Ancak damarlar genişledikçe belirgin yakınmalar başlar. Varisi olanlarda, gece krampları, bacaklarda kaşıntı ve şişkinlik olur, ayakta kalınca Ağrı başlar. Kadınların, hamilelik ve period dönemlerinde varislerle ilgili şikayetleri artar. Uzun süre ayakta kalma sonrası bacakta ağrı, şişme, hassasiyet ve ağırlık hissi oluşabilir. Daha ileri vakalarda ise; özellikle ayak bileği iç tarafında şişme ve deri altında siyaha yakın renk değişikliği görülür. Zamanla bu bölgelerde yaralar oluşabilir.

Anne ve diğer birinci derece akrabalarında varis hastalığı olması varisin en önemli risk faktörüdür. Bunun yanı sıra; uzun süre ayakta kalınan veya devamlı sabit olarak oturulan bir işte çalışmak, sigara içmek, hızlı kilo almak, hamile olmak ve doğum yapmak varis hastalığının başlamasına neden olabilir.

Varis tedavisinde medikal ya da cerrahi uygulamalardan yararlanılabildiğini belirten Op. Dr. Özgür Mart, lokal anestezi ile yapılan cerrahi uygulama ile ilgili: “Varis tedavisinde, rahatsızlığın durumuna göre farklı yöntemlere başvurulabilir. Medikal uygulamaların yeterli olmadığı tedavilerde; kasıktan sadece 2 cm’lik bir kesi ile giriş yapılarak hasarlı damarın tedavisi gerçekleştirilir. Bu operasyon genel olarak tüm damarın çıkarıldığı cerrahi yöntemlerden daha pratik ve konforludur” dedi.
Varisi olanlar nelere dikkat etmeli?
Özel Medline Konya Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi uzmanı Op. Dr Özgür Mart, varisi olanlara hastalara şunları öneriyor:

- Sıcak damarları genişlettiği için aşırı sıcaklar varisli hastaları rahatsız eder. Çok sıcak suyla banyo yapmayın, kaplıca, sauna gibi sıcak ortamlardan uzak durun.

- Çok yüksek topuklu ayakkabı giymeyin.
- Uzun süre ayakta aynı pozisyonda kalmamaya çalışın.
- Düzenli yürüyüş yapın. Bacakları çalıştırdığı için yüzme de varise iyi gelir.
- Dolaşım bozukluklarına neden olduğu için dar kot pantolon giymeyin.
- Kilo, varisin artmasına neden olacağı için beslenmenize dikkat edin. Kilo almamak için Akdeniztipi beslenmeyi tercih edin. İdeal kilosunu koruyan varis hastaları, ayak ve bacaklara daha az yük bineceğinden rahat ederler.
- Akşamları soğuk suyla masaj yapmak ve ayaklar hafif yüksekte yatmak hastaları rahatlatır.

Varisler tedavi edilmezse başka sorunlara yol açar mı?
Varis tedavi edilmezse ciltte çeşitli ödemlere ve kapanması çok güç yaralara sebep olabilir. İlerleyen varis kan dolaşımında da önemli problemlere yol açabileceğinden varislerin ilerlemesine engel olmak gerekir.
0 yorum

Sağlık için çay için!

Fransa'nın başkenti Paris'teki Georges Pompidou Avrupa Hastanesi biliminsanları, düzenli olarak çay içmenin kalp hastalıkları dışındaki nedenlerden ölme riskini yüzde 24 oranında azalttığını ortaya çıkardı.

Paris IPC Önleyici Tıp Merkezi’ne başvuran 18-95 yaş arası 131 bin 401 kişinin kayıtlarını inceleyen uzmanlar, çok fazla kahve içmenin ise erken ölüm riskini artırdığını tespit etti. Ekibin başında bulunan Profesör Nicolas Danchin, İngiliz Daily Mail gazetesine yaptığı açıklamada, çayın sağlıküzerindeki olumlu etkisinin içerdiği antioksidan maddelere bağlı olduğunu söyledi.
0 yorum

Bel ağrısından kurtulmanın 9 doğal yolu

Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, bel ağrısından kurtulmanın 9 doğal yolunu sizler için yazdı:

En sık doktora gitme sebeplerimizden bel Ağrısı, günlük yaşamımızı ve iş hayatını olumsuz etkilemeye devam ediyor. Bu yüzden bel ağrısının sebepleri kadar bel ağrısından kurtulmak için başvurulan yöntemler de önem kazanıyor. Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, bel ağrısından kurtulmanın 9 doğal yolunu sizler için yazdı:

AKUPUNKTUR
Bel ağrısı için akupunktur, konvansiyonel terapinin diğer formlarını tamamlama açısından güçlü kanıtlara sahip. Toplam 6 bin 359 hastayla yapılan 23 klinik çalışmanın analizinden sonra, çalışma sahipleri, bel ağrısında akupunkturun hiçbir tedavi almamaktan daha yararlı olduğu konusunda ılımlı kanıtlar olduğu sonucuna vardı. Bu alandaki çalışmalar sürüyor.
Peki, akupunktur nasıl etki eder? Geleneksel Çin tıbbına göre ağrı, vücut boyunca enerjinin geçtiği yolların blokasyonu sonucu meydana gelir. Bu görünmez yollara akupunktur iğneleri batırıldığında enerji blokajı kaldırılır. Akupunktur doğal ağrı kesici olan opoidlerin salınımını etkileyebilir, sempatik sinir sistemine sinyaller göndererek nörokimyasalları ve hormonları serbest bırakabilir.
Eğer akupunkturu denemek isterseniz, başlangıç olarak haftada 1-3 seanslık planlama yapabilirsiniz.

MASAJ TERAPİ
Bilim dergisi Spine’da yayınlanan araştırmaya göre, araştırmacılar bel ağrısında masaj kullanılan 13 klinik çalışmayı derledi. Çalışmanın yazarları subakut ve kronik bel ağrısında, özellikle egzersiz ve hasta eğitimi ile kombine edilirse masajın hastalar için etkili olabileceği sonucuna vardı.
Masaj terapi aynı zamanda anksiyete ve depresyonla ilgili kronik ağrıyı da azaltabilir. Masaj terapi, hamilelik sırasında bel ağrısı için kullanılan en popüler doğal tedavi şeklidir.

KARYOPRAKTİK
Bel ağrısı, insanların bir karyopraktiktisti en sık ziyaret etme sebebidir. Karyopraktik doktorları eklem hareketliliğini restore edebilmek için spinal mobilizasyonu kullanırlar. Kas yaralanması, burkulma, inflamasyon ve ağrıyla kısıtlanan eklemleri kontrollü bir kuvvet uygulayarak maniple eder. Manipulasyonun ağrıyı ve kas gerginliğini azalttığı ve iyileşmeyi hızlandırdığına inanılır.
Journal of Manipulative Physiological Therapeutics adlı dergide yayınlanan bir derleme çalışmasına göre karyopraktik tedavi; AKUT, subakut ve kronik bel ağrısı olan hastalarda spinal manipulasyonla semptomları azaltmayı ve fonksiyonu geliştirmeyi amaçlıyor. 64 klinik çalışma ve 887 dokümanın incelenmesiyle oluşturulmuş bu derlemede; yazarlar karyopraktik tedavisinin egzersizle kombine edilmesinin, sonuçları hızlandırdığı, geliştirdiği ve ileri dönemdeki bel ağrılarına karşı koruyucu olduğu sonucuna vardılar.

VİTAMİN D
Kronik kas ağrısı D vitamini eksikliğinin bir semptomu olabilir. The British Medical Journal’da yayınlanan araştırmaya göre, D vitamin seviyesi düşük olan hastalarda D vitamin takviyesinin, bel ağrısında klinik olarak iyileşme sağladığını göstermiştir.
Temel besin maddesi olarak bazı gıdalarda (zenginleştirilmiş süt ya da küçük kemikli balıklar gibi) bulunur, D vitamini güneşin ultraviyole ışınlarına maruz kaldıkça vücut tarafından doğal olarak üretilir. Ama gün boyunca yiyeceklerden ve güneşten önerilen miktarda D vitamini almak zorlaştığından, birçok uzman D vitamini seviyenizi ek gıda alarak yükseltmenizi tavsiye ediyor.

ANTİ-İNFLAMATUAR BİTKİLER

Bel ağrısının gelişiminde inflamasyonun rol oynadığı anlaşıldığından beri, bazı bitkilerin anti inflamatuar etkilerinin bel ağrısında yararlı olabileceği düşünülüyor.

Örneğin; beyaz söğüt kabuğu, aspirin benzeri özellikleri nedeniyle ağrıyı rahatlatabilir. Beyaz söğüt kabuğunda bulunan, Salicin olarak bilinen madde, vücudun salisilik asit salınımını artırır (Benzer olarak Aspirin de vücutta salisilik asit salınımını artırır). Salisilik asitin, ağrıyı ve inflamasyonu azaltmanın aktif bir bileşeni olduğuna inanılır.

Bel ağrısı tedavisinde kullanılan başka bir bitkide; şeytan pençesidir. (devil’sclow) Şeytan pençesi, içinde anti inflamatuar kimyasal bileşenler bulunan harpagonsit içerir.

2007’ de Spine dergisinde yayınlanan bir derlemede, hem beyaz söğüt kabuğunun hem de şeytan pençesinin ağrıyı azaltmada plasebodan daha etkili olduğu bulunmuştur. Derlemedeki birçok çalışmanın kalite yönünden zayıf olması dolasıyla; bu bitkilerin kullanımının standart tedaviyle karşılaştırılması hakkında daha fazla çalışma yapılması gerekiyor.

MAGNEZYUM
Magnezyum vücutta en çok bulunan 4. mineraldir. 300’den fazla biyokimyasal reaksiyonda bulunması nedeniyle, normal kas ve sinir fonksiyonlarını sürdürmeye, kalp ritmini sabit tutmaya, bağışıklık sistemini desteklemeye ve kemik gücünün korumasına yardımcı olur. Magnezyum ayrıca kan şeker seviyesinin düzenlenmesine, kan basıncının düzenlenmesine yardımcı olur ve aynı zamanda enerji metabolizmasında ve protein sentezinde de görevlidir.
2001 de Journal of Trace Elements in Medicine and Biology’de yayınlanan bir çalışmaya göre, çalışmadaki kronik bel ağrısı bulunan 82 hastanın 76’sında mineral takviyesiyle ağrılarında azalma gözlenmiştir. Ek olarak, takviyelerin magnezyum seviyesini %11 oranında artırdığı bulunmuştur.

VİTAMİN B12
2000 yılında European Review for Medical and Pharmacological Sciences’da yayınlanan bir çalışmaya göre bel ağrısı olan hastalara B12 vitamin enjeksiyonunun etkinliği ve güvenilirliği incelenmiştir. 60 hastanın dahil olduğu çalışmada, B12 vitamini enjekte edilen hastalarda istatistiksel olarak ağrıda önemli oranda azalma görülmüştür. Aynı zamanda plasebo alan kişilerden daha az ilaç kullanılmıştır.
Çalışmalar, B12 vitamininin oral yoldan tablet olarak ve nazal yoldan sprey olarak alınmasını da etkili olduğunu göstermiştir.

TAI CHI
Tai Chi; yavaş ve zarif hareketleri içeren, meditasyon ve derin solunumu kapsayan savaşa özgü, eski bir sanattır. Stresi azalttığı düşünülmesine rağmen, tai chi çok az çalışmada kronik ağrısı olan kişilerde yararlı olduğu bulunmuştur.
Tai chi’nin bel ağrısı tedavisi ile ilgili çalışmaları kısıtlı olmasına rağmen, tai chi uygulamasının bel ağrısının belli seviyede azaltacağı yönünde çalışmalar da vardır. 2011 yılında Arthritis Care&Research’de yayınlanan bilimsel çalışmalarda 10 haftalık tai chi programının uzun süreli kronik bel ağrısı olan hastalarda ağrıyı azalttığı, fonksiyonu geliştirdiği bulunmuştur. Çalışma, kronik bel ağrısı olan 160 yetişkini içermektedir, katılımcıların yarısı 40 dakikalık tai chi seansını 10 hafta içerisinde 18 kez uygulamışlardır.

BALNEOTHERAPY
Ağrıyı azaltmada en eski terapilerden biri olan balneoterapi; mineralli su ve ılık su banyosunu içeren bir tür hidroterapi yöntemidir.
2006 yılında Rheumatology’de yayınlanan bir çalışmada; araştırmacılar bel ağrısı tedavisinde balneoterapinin kullanıldığını göstermiştir. 5 klinik çalışmaya bakıldığında, yazarlar balneoterapinin bel ağrısı olan hastaların tedavisindeki etkilerinin ‘umut verici’ olduğunu raporlamışlardır. Destekleyici bilginin kısıtlı olması nedeniyle, araştırmacılar balneoterapi ve bel ağrısı üzerine büyük ölçekli çalışmalar yapılmasını önermektedir. Yine de; kalp problemleri olanlar balneoterapiyi uzman gözetimi olmadan kullanmamalı.
0 yorum

Sağlıklı yaşamın altın kuralları

Kalbi korumak, alkol ve sigaradan uzak durmak, beslenmeye özen göstermek ve spor yapmak sağlıklı bir vücut için önemli ama yeterli değil…

Temizlikten uyku düzenine, cinsel yaşamdan stresten uzak durmaya sağlıklı yaşamın birçok kuralı olduğunu belirten TOBB ETÜ Hastanesi kardiyoloji uzmanı Dr. Rahşan Turan, hafta da 1 gün de olsa şehirden uzaklaşmayı ve doğayla baş başa olmayı önerdi.

OLMAZSA OLMAZ…
Vücudun hasta düşmemesi, esenlik ve sıhhat durumu iyiliğinin sağlıklı olmayı anlattığını ifade eden Dr. Rahşan Turan, “Sağlıklı yaşam ise kişinin temizliğine ve beslenmesine dikkat etmesi,spor yapması ile birlikte yaz-kış aylarında hastalıklara yakalanmadan yaşamını idame ettirebilmesidir. Sağlıklı yaşam kişinin olmazsa olmazlarındandır” diye konuştu.

SAĞLIK İÇİN BUNLARA DİKKAT!
Egzersiz, kalp sağlığı ve beslenme ilişkisinin önemine dikkat çeken Dr. Turan, sağlıklı bir yaşam için uyulması gerekenler ve kuralları şöyle sıraladı;
1-Spor yapmaya özen gösterilmeli.
2- Sağlıklı beslenmeli; yağlı yemekler ve aşırı yemek yenmemeli, Sabah kahvaltısı mutlaka yapılmalı, meyve-sebze tüketimine özen gösterilmeli.
3- Alkol ve sigara tüketilmemeli.
4- Gün içerisinde sürekli oturulmamalı, aktif olunmalı.
5- Kişisel temizliğe ve çevre temizliğine önem verilmeli.
6- Stresten uzak durulmalı.
7- Cinsel yaşama dikkat edilmeli.
8- Uyku düzenine dikkat edilmeli.
9- Haftada bir bile olsa şehrin stresli yaşamından uzaklaşmanız, doğa ile baş başa kalmanız size ve sağlığınıza iyi gelecektir.

TEDBİR ALIN…
Kalp ve damar hastalıkları, batı ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de en yaygın ölüm nedenlerinden biridir. Kalp sağlığını korumanın yolu önceden tedbir almaktan geçmektedir.

Beslenme
Tansiyonu ve kolesterolü kontrol altına almanın ilk şartı sağlıklı ve dengeli bir Diyet uygulamaktır. Bunun için doymuş yağlardan ve tuzdan olabildiğince kaçınmak, meyve, sebze ve lif yönünden zengin besinlere yönelmek gereklidir. Doğru rejimin normal miktarda protein içermesi, bu proteinin ise balık, kümes hayvanları ve az yağlı kırmızı etten (dana eti) alınması önerilmektedir.

Kilo
Yüksek tansiyona yol açan nedenlerin başında fazla kilolar gelmektedir. Fazla kilolu olmak aynı zamanda koroner kalp hastalığı, kalp yetersizliği ve inme için de risk oluşturmaktadır.

Alkol ve sigara
Günümüzde sigara, önlenebilir ölüm sebepleri içinde ilk sırayı almaktadır. Sigara kullanımı, kansere, kalp damarlarının tıkanmasına dolayısıyla kalp krizine sebep olmaktadır.

Fiziksel egzersiz
Düzenli sporun bizi kalp krizi ve inmenin yanı sıra kemik erimesi, şeker hastalığı, kalın bağırsak ve meme kanseri, depresyon ve bunama gibi ciddi birçok kronik hastalıktan koruduğunu gösteren güçlü kanıtlar var. Egzersizin hemen her hücremize olumlu etkisi var desek yanlış olmaz.

KALP SAĞLIĞI VE SPOR
Spor yapmanın kalp ve damar sağlığını doğrudan etkilediğini vurgulayan Dr. Turan, her kas gibi kalp kasının da antrenman yaptıkça daha güçlü ve verimli çalıştığını ifade etti. Dr. Turan, sporun vücutta yarattığı olumlu etkileri şu sözlerle aktardı;

Kalbin çok hızlı çarpmasını önler
Antrenmanlı kalp, sıkıntılı bir durumla karşılaştığı zaman sakin bir tepki verir. Hareketsizliğe alışmış olan kalp ise kolay telaşa kapılır. Örneğin; otobüse yetişmek için koşarken veya çok heyecan uyandırıcı bir durumla karşılaşan kalbin hızı kolayca yükselir, dakikada 180-200'e kadar çıkabilir. Halbuki bir sporcunun kalbi aynı koşullarda daha yavaş atarak tepki verir ve en kısa zamanda normale döner.

Tansiyonu düşürür
Düzenli spor yapanlarda, örneğin günde yarım saat tempolu olarak yürüyenlerde kan basıncının düştüğü biliniyor. Özellikle tansiyon tehlikesi altında olanların her gün yapacakları yürüyüşle bu tehdidi bertaraf etmeleri mümkün. Araştırmalara göre fiziksel egzersiz, yüksek tansiyonu olanlarda tansiyonu kontrol altına almada yardımcı olmakta ve ilaç gereksinimini azaltmaktadır.

Zayıflatır
Düzenli egzersiz sadece spor yapıldığında değil, dinlenme halinde tükettiğimiz enerjiyi de artırdığı için kilo vermeyi kolaylaştırır. Kilo verdikten sonra düzenli spor yapmadan ideal kiloyu korumak çok zordur.

İyi kolesterolü yükseltir
Damar sertliğine karşı koruyucu rol oynayan HDL kolesterolü yükseltmenin yollarından biri egzersiz yapmaktır. Haftada 3 gün 3 kilometre yürüyenlerde bile iyi kolesterolün yükseldiği biliniyor. Egzersizin süresi ve sıklığı arttıkça olumlu etki de artar.

Kanın aşırı pıhtılaşmasını önler
Düzenli egzersiz kanda pıhtılaşmayı başlatan ve güçlendiren maddelerin dengede kalmasına yardımcı olur.

Şeker hastalığını önler
Diyabet olma riski yüksek olanların ellerinde sağlıklı beslenmenin yanı sıra çok güçlü bir silah daha var: düzenli egzersiz. İlaçlardan çok daha etkin, yan etkisi yok, hem de bedava.

Stresi azaltır
Düzenli spor yapanların hareketsiz bir yaşam sürenlere göre daha az endişeli olduklarını, uykularının daha düzenli olduğunu gösteren çalışmalar var.

GEZİNTİ YERİNE HIZLI YÜRÜYÜŞ…
Günde 30 dakika hızlı (saatte 5-6 kilometre hızla) yürümenin ve bunu en az haftada 5 gün yapmanın kalp ve damarlara yararlı olduğu biliniyor. Yarım saat sürekli yürüyemezseniz, günde 3 kere 10 dakika yürüseniz bile yeterli. Yaptığınız egzersiz ağırlaştıkça sağlığa olumlu etkisi artıyor. Buna karşılık gezinti yapar gibi yavaş yürümek aynı yararı sağlamıyor. Unutulmaması gereken bir diğer önemli nokta da 30 dakikalık yürüyüşün normal günlük faaliyetlere ek olarak yapılması gerektiği.

ÖLÜME DAVETİYE ÇIKARMAYIN…
Isınmadan yapılan spor ve ani efor sarf edilmesi, kalbe ani yük getirerek kalp krizi ve ani ölümlere davetiye çıkarır. Gerekli ısınma hareketleri yapılmadan spor yapılması ve böylece kalbe ani yük getirilmesi, kalp duvarlarının kalınlaşmasına, kalbi besleyen damarların sıkışmasına, ritim bozukluğuna ve hatta kalbin durmasına neden olabilir. Doğuştan kalp rahatsızlığı olanlar, ritim bozukluğu sorunu yaşayanlar ve ailesinde kalp rahatsızlığı bulunanlar, bu konuda daha fazla risk altındadır. Bu nedenle bu kişilerin düzenli spor yapmaya başlamadan önce mutlaka bir hekim kontrolünden geçmeleri gerekir.
0 yorum

Hareketsiz yaşam her yıl 3,2 milyon can alıyor

"Dünyada her üç erişkinden birinin yeterince hareket etmediği ve her yıl 3,2 milyon insanın fiziksel hareketsizlik nedeniyle öldüğü bilinmektedir"



Dünyada her yıl 3,2 milyon kişi, fiziksel hareketsizlik nedeniyle yaşamını yitiriyor.

Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Halk Sağlığı Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Hilal Özcebe, AA muhabirine yaptığı açıklamada, her yıl 3-9 Eylül tarihlerinin Halk Sağlığı Haftası olarak kutlandığını söyledi.

Bu yılın teması olarak büro çalışanlarının hareketsiz yaşamına dikkat çekildiğini ifade eden Özcebe, son yıllarda hareketsizliğin sağlık açısından çok büyük tehdit olduğunu vurguladı.

Özcebe, yetersiz fiziksel aktivitenin birçok hastalığın gelişmesinde etkisinin bulunduğunu, bu nedenle önemli bir halk sağlığı sorunu olarak görüldüğünü vurgulayarak, "Dünyada her üç erişkinden birinin yeterince hareket etmediği ve her yıl 3,2 milyon insanın fiziksel hareketsizlik nedeniyle öldüğü bilinmektedir" dedi.

Özcebe, fiziksel hareketsizliğin, kalp ve damar hastalıkları, kanserler ve şeker hastalığı gibi bulaşıcı olmayan hastalıklara bağlı olarak hem ölümlere hem de yaşam kalitesinin düşmesine yol açtığının altını çizdi.

Hareketsiz yaşayan nüfus artıyor
Özcebe de Türkiye'de pek çok kişinin büro tipi yerlerde çalıştığını, buna bağlı olarak hareketsizliğin arttığını belirtti.

Türkiye'de 2002 yılında yüzde 42,1 olan hizmet sektörünün toplam istihdam içindeki payının 2012 yılında yüzde 49,4'e yükseldiğini dile getiren Özcebe, toplam istihdamın yaklaşık yarısını hizmet sektörünün oluşturduğunu bildirdi. Özcebe, büro çalışmalarının istihdam içindeki payının yüzde 8,4'e yükseldiğini belirterek, bunun hareketsiz yaşayan nüfusun giderek arttığının göstergesi olduğunu söyledi.

Büro çalışanlarında hareketsiz yaşamın yanı sıra çalışma pozisyonuna bağlı olarak boyun, omuz, bel, diz, el bileği ve parmak kas ve eklemlerinde yakınmalar ortaya çıktığını anlatan Özcebe, şunları kaydetti:

"Hareketsiz kalma ve aynı hareketleri yapma sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Büro çalışanlarının günlük egzersizlerini yapmasının yanı sıra gün boyunca bazı hareketleri yapması bu tür sağlık sorunlarının görülmesini önleyecektir."

Merdiven çıkarak kalori yakın
Spor Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Yardımcı Doçent Nazan Koşar, büro çalışanlarının her saat başı egzersiz için birkaç dakikasını ayırması önerisinde bulundu.

İş yerinde görüşmelerin telefon yerine kişinin yanına gidilerek yapılması tavsiyesinde bulunan Koşar, "İş yerinde asansör yerine merdiven kullanılmalı, çay/kahve molası yerine yürüyüş molası verilmeli, sandalyede otururken kas kuvvetlendirme veya germe egzersizleri yapılmalı, bilgisayar önünde otururken omuzlar öne ve arkaya doğru daireler çizilerek hareket ettirilmeli, öğle yemeğinden önce 10-15 dakikalık tempolu bir yürüyüş yapılmalı ve sohbet ederken oturmak yerine ayakta durulmalı" diye konuştu.

Koşar, asansöre binmek yerine merdiven çıkılarak 5 kat daha fazla kalori yakılabildiğini dile getirdi.
0 yorum

Denizden gelen sağlık

Balık sezonu açıldı; sayısız faydasıyla balık sağlık vadediyor...

Av yasağının kalkmasıyla “Vira bismillah” denildi, ağlar denize atıldı. Balıklar tezgahlarda yerini aldı. Balıkseverler hayli memnun. Ancak üç tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen Türkiye'de balık tüketimi dünya ortalamasına göre son derece az. Oysa balığın, kalp ve damar hastalıklarından beyin gelişimine, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinden diyabete dek sayısız faydası bulunuyor. Acıbadem Fulya Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hande Seven, balık tüketiminin sağlığa 10 faydasını anlattı.

1. Gripten koruyor
Sonbahar geldi, grip sezonu açıldı. Mevsim geçişlerinde çok sık kapımızı çalabilen gribe karşı balık çok önemli bir kalkan. Özellikle mevsiminde tüketilen balık, içerdiği yağ asitleri sayesinde bağışıklık sisteminin kuvvetlenmesine son derece fayda sağlıyor. Balığın gribe ve enfeksiyonlara karşı vücudu koruduğu yapılan çalışmalarla kanıtlanmış durumda. Siz siz olun tam da sezonu açılmışken haftada 2 kez balık yemeyi ihmal etmeyin.

2. Şifalı yağların kaynağı
Balıkta diğer hayvansal kaynaklı besinlerin aksine doymuş yağ yerine, doymamış yağ asitleri denilen omega-3 yağ asitleri bulunuyor. Omega-3 vücudun üretmediği ve en fazla balıkta bulunan son derece faydalı bir yağ. Özellikle soğuk su balıklarından somon, uskumru, sardalye ve ton balığı omega-3'ten en zengin balıklar. Yapılan çalışmalar Omega-3'ün sağlık açısından sayısız faydasını ortaya koyuyor.

3. Zeka gelişimini destekliyor
Balık iyottan zengin bir besin kaynağı ve iyot zeka gelişiminde önemli rol oynuyor. Balık yiyen çocukların zeka puanlarında artış meydana geldiği ve öğrenme kabiliyetlerinin arttığı görülüyor. Özellikle gebeliğin ilk üç ayında düzenli balık tüketen annelerin bebeklerinde öğrenme, algılama ve bebeklik döneminde kavrama, tutma gibi el fonksiyonlarında artış olduğu saptanmış durumda. Bebek ve çocuklarda zeka gelişimini destekleyen balığın bileşimindeki DHA, görme ve nörolojik gelişimin sağlıklı bir biçimde gelişmesinde son derece etkin rol oynuyor.

4. Kalp dostu
Balığın tam bir kalp dostu olduğunu biliyor muydunuz? Sağlık için mutlaka sofranızda balığa yer verin. Balığın içerisindeki omega 3 yağ asitleri kötü kolesterolü (LDL) düşürürken iyi kolesterolü (HDL) artırıyor. Kandaki trigliserit yani serbest yağların düşürülmesini sağlıyor. Tansiyonu düşürerek kalp yetmezliğinden ve inme riskinden koruyor, kanın pıhtılaşmasını önleyerek akışkanlığını sağlıyor.

5. Kemikleri güçlendiriyor
Sayısız faydası olan balığın kemikleri de güçlendirdiğini söylesek! Yanlış duymadınız. Özellikle de kılçığı ile yenilebilen küçük balıklar kalsiyumdan zengin ve bu da kemiklerin güçlenmesini sağlıyor. Acıbadem Fulya Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hande Seven, balığın bu özelliği dolayısıyla kemik erimesi sorunu yaşayanların, menopoz dönemindeki kadınların ve yaşlıların bol bol balık tüketmesini tavsiye ediyor.

6. Kaliteli protein kaynağı
Proteinler vücut için çok önemli besin unsurları. Vücudun bir anlamda çimentosunu oluşturuyor. Hücrelerin onarılması ve yeni dokuların yapımı için olmazsa olmaz besin öğeleri. Ancak yağlarda olduğu gibi onları depolayamıyoruz. Sürekli tüketerek vücudumuza kazandırmamız gerekiyor. Balığın da aralarında yer aldığı bazı besinler kaliteli protein yağlarını oluşturuyor. Balık da en önemli yüksek değerli protein kaynağı olarak öne çıkıyor.

7. Depresyondan koruyor
Yoğun iş ortamı ve günlük hayatın koşuşturmacasında sorunlar üst üste gelebiliyor. Hele de kişilik itibariyle yatkın olanlarda stres yerini depresyona da bırakabiliyor. Yapılan çalışmalar özellikle somon, uskumru ve ton balığı gibi yüksek oranda Omega-3 yağ asitlerini barındıran balıkların depresyona karşı büyük fayda sağladığını ortaya koyuyor.

8. Diyabete karşı balık tüketin
Özellikle bazı balık türlerinde bolca bulunan Omega-3 gençlerde diyabet riskini önemli ölçüde azaltıyor. İnsülinin işlevini artırıyor, tip 2 diyabete karşı koruma sağlıyor. Bu nedenle diyabet hastalarının ve diyabet riski taşıyanların bol bol balık tüketmesi çok faydalı.

9. Alzheimer riskini düşürüyor
İnsan ömrünün uzamasıyla birlikte çağın hastalığı olarak gittikçe daha sık görülen Alzheimer'a karşı haftada 2 kez balık tüketmek büyük önem taşıyor. Zira balık yağının ve Omega-3 yağ asitinin faydalarından biri de Alzheimer riskini düşürmesi. Alzheimer'ın yol açtığı hafıza kaybını önlemede güçlü bir silah olan balık özellikle de buğulama ya da ızgara olarak tüketilmeli.

10. Romatoid Artrit'e faydalı
Omega-3 yağ asitleri dokuların hasar görmesine neden olan mekanizmaların geri dönüşümünü sağlayarak anti-inflamatuar etki gösteren en güçlü besin bileşenleri. Acıbadem Fulya Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hande Seven, özellikle artrit hastalarında görülen eklem romatizmasının azaltılması ve mevcut ağrıların giderilmesinde balık tüketiminin önemli faydaları olduğunu belirtiyor.
0 yorum

Enerji veren yiyecekler...

Konsantrasyonunuzu ve enerjinizi yükseltecek öneriler:

M-Onep Klinikleri Beslenme Uzmanı Banu Eroğuz Demirözü

Uzun veya kısa, evde veya bir tatil beldesinde geçirdiğimiz tatil günlerinin yavaş yavaş sonuna geliyoruz. Sonbaharın da yaklaşmasıyla beraber yazın eğlenceli ve rahat temposunun yerini yoğun iş temposuna bırakacağını istemesek de kabul etmek zorundayız…
Peki, bu rehavetten kurtulmak ve tekrar enerji toplamak için beslenmemizi nasıl düzenlemeliyiz.

Özellikle yoğun çalışan insanların en büyük sorunu zamansızlıktır. Uzayan toplantılar, iş seyahatleri veya yetiştirilmesi gereken işlerden dolayı öğünleri zamanında yiyememek ve bir şeyler atıştırarak geçiştirmek en sık rastlanan problemlerdendir. Özellikle uzun süreli açlığın sebep olduğu hipoglisemi tablosu kişide sebebini bilmediği bir yorgunluk, bezginlik ve bıkkınlık duygusu ve hatta beraberinde depresyonu bile getirebilmektedir. bu sebeple zamanında ve dengeli yenmiş bir ana öğün gün boyunca hem mental hem de fiziksel olarak üst seviyede kalmanın ana şartıdır. Öğün atlamak ayrıca diyabet, obezite, hipertansiyon ve kalp-damar yağlanması gibi bir dizi hastalığa da zemin hazırlar.

Yazın boyunca hastalıkların çok görülmemesinden dolayı biraz ihmal ettiğimiz bağışıklık sistemini vitamin ve minerallerden zengin bir beslenme programıyla desteklediğimiz takdirde hastalıkların yoğun yaşandığı bir mevsim olan sonbahar sorunsuz atlatılacaktır. Vitaminlerden A,C ve E, minerallerden ise selenyum, çinko, magnezyum ve demirin bağışıklık sistemini desteklediği bilinmekte. Bu vitamin ve mineraller aynı zamanda yüksek antioksidan özellik taşırlar. Antioksidanlar serbest Radikal denen kansere sebep olma potansiyeli taşıyan ajanların hücreleri oksitlemesini önlerler. Ayrıca yorgunluğu geciktirmeye ve yorgunluğun çabuk atlatılmasına da yardımcıdırlar.
Aksi önerilmedikçe vitamin ve minerallerin doğal yollarla yani besinlerle alınmasına gayret edilmelidir. Bunun için ağırlık verilmesi gereken besinler şunlardır:

A vitamini: Karaciğer, havuç, kayısı, kavun, yumurta, ıspanak, kabak, domates, karaciğer, brokoli, marul
C vitamini: Limon, portakal, greyfurt, kivi, roka, maydanoz, yeşil sivri biber, kuşburnu, domates
E vitamini: Tüm bitkisel yağlar ve yağlı tohumlar
Selenyum: Deniz ürünleri, böbrek, yürek, etler
Çinko: Bulgur, badem içi, ceviz, balık, et, karaciğer süt, yumurta, kuru baklagiller
Magnezyum: Yağlı tohumlar, kuru baklagiller, yeşil yapraklı sebzeler, muz, tahıllar.
Sigara içenlerde C vitamini başta olmak üzere birçok vitaminin ve mineralin emilimi olumsuz etkilenmektedir. Bu sebeple sigara içenlerin içmeyenlere oranla vitamin ve mineral ihtiyaçları daha fazladır.


YORGUNLUĞA İLAÇ GİBİ GELECEK GIDA TAKVİYELERİ

Gingko Biloba: Çok iyi bilinen bir yorgunluk gidericidir. Gingko bitkisinin ekstresinden elde edilen bu ilaç, Avrupa’da büyük ilgi görmeye ve yorgunluk tedavisinde yaygın olarak kullanılmaya başladı
Arı poleni: Arı poleni arıların erkek çiçek tohumlarından topladığı ekstra enerji verici bir maddedir. Kronik yorgunlukta, enerji ihtiyacının arttığı durumlarda ve bağışıklık sisteminin güçlenmesin de etkilidir.
Garcinia Cambogia: Vücutta depolanmış yağların yakılmasına ve enerjiye dönüştürerek vücudun enerjisini artırmaya yardım ettiği bilinmektedir.
Ginseng: Ginseng kökünün fiziksel ve zihinsel aktiviteyi artırdığı bilinmektedir. Vücuttaki yağ asitlerini enerjiye dönüştürerek kaslardaki şeker kullanımını dengeler. Yorgunluğun giderilmesine, konsantrasyonun artmasına, dokuları yenileyerek yaşlanma etkilerinin azalmasında yardımcıdır.
Piknogenol: Akdeniz kıyılarında yetişen bir çam türü olan Pinus Maritima'nın kabuklarından elde edilen bir maddedir. Dolaşım sisteminden kansere kadar birçok alanda olumlu etkisi olduğuna yönelik çalışmalar yapılmaktadır. bu maddenin etkili olduğu bir alanda fiziksel yorgunluğu geciktirmesi ve azaltmasıdır. Vinciguerra ve arkadaşlarının; J Sports Med Phys Fitness dergisinde 2013 yılında yayınlanan çalışmasına göre; doğru beslenme ve egzersiz eşliğinde kullanılan Pycnogenol takviyesinin sporcuların yorgunluğunun daha geç gelişmesine ve performansın artmasına olumlu etki etmektedir. Yine Bentley ve arkadaşlarının 2012 yılında bisikletçilerle yaptıkları ve Research in Sports Medicine dergisinde yayınlanan çalışmalarında Pycnogenol takviyesi alanlarda kayda değer şekilde yorgunluğun geciktiği sonucuna varılmıştır.
0 yorum

Loş ışıkta yakını göremiyor musunuz?

Göz Hastalıkları ve Cerrahisi Uzmanı Op.Dr.Dilek Uzer konu ile ilgili bilgiler verdi.

Yaşa bağlı yakını görememe (presbiyopi)insanoğlunun en büyük kozmetik sorunlarından biridir.Ameliyat kararı verirken bunun kozmetik bir sorun olduğunu düşünerek hastaya çok iyi açıklamalı ve tedavi sırasında zarar verilmemelidir.


PRESBİYOPİ; Göz içi merceği şekil değiştirerek kırıcılığı arttırır ve yakına odaklanır bunu bir fotoğraf makinesinin zoomlamasına benzetebiliriz.

40 yaşından sonra göz merceği bu özelliğini kaybeder ve yakına odaklanmada problem başlar. Bu fizyolojik bir yaşlanmadır ve 40 yaşından sonra her on yılda bir ortalama +1 numara büyür.
Loş ışıkta yakını görmenizin zorlanması, okuduğunuz bir gazeteyi daha iyi görmek için biraz uzağa götürmeniz presbiyopinin başladığını gösterir.

Gözde başka rahatsızlık olması presbiyopiyi nasıl etkiler?
Miyop hastalar 40 yaşından sonra genelde mevcut gözlüğü çıkartarak yakını görebilirler hipermetrop hastalar ise ikinci bir okuma gözlüğü kullanmak durumundadırlar.Presbiyopi genelde 40 yaşlarında başlar ve maalesef herkeste oluşur. Refraktif cerrahi doktorlarının sorunun cevabını çözemediği en önemli problemdir .

PRESBİYOPİ TEDAVİSİ

Gözlük kullanımı: Progressif dediğimiz yakını ve uzağı net gösteren camlar dünyada en çok tercih edilen tedavi yöntemidir. Hasta için alışma zaman alsa da sonrasında rahat edebilirler.

Multifokal Kontakt Lensler; Hastalar alışabilirse mutlu olabilir ancak göz kuruluğu dikkate alınmalıdır .

LCK-LightTouch Konduktif keratoplasti; FDA onayı olan bu yöntem 1-2 yıl önce Multifokal lenslerdeki yenilikler nedeniyle yerini bu ameliyatlara bıraktı.

Çeşitli avantaj ve dezvantajları olan bir yöntemidir

Korneanın kesilmeden yapılması gibi avantajları vardır ancak el cerrahisi ile yapıldığı için kişiye bağlı olabilen faktörler ki bunlar hastanın ışığa bakamaması, hareket etmesi gibi ameliyatın sonuçlarında etkili olabilir. Oysaki lazer ameliyatlarında mikron seviyesinde hassasiyetle çalışılmaktadır.Bugün kullanılsa da çok fazla tercih edilen bir yöntem olmaktan uzaklaşmıştır .

MULTİFOKAL GÖZ İÇİ LENSLERİ

Katarağı olan ve 40 yaşın üzerinde hipermetropisi veya miyopisi olup yakınıda görmek isteyen hastalara uygulanan ameliyat yöntemidir.
Yöntemin uygulandığı hasta grubu 40 yaşın üzerinde hem uzak hemde yakını göremeyen,tercihen hipermetropisi olan kişilerdir.
En önemli şikayet gece ışıklarda parlama ve dağılmalar olabilmesidir.

MONOVİZYON LAZER TEDAVİSİ

Kişinin uzağa dominant gözüne tam düzeltme yapılır. Yakın dominant olmayan göze ise tam düzeltmeden fazla bir düzeltme yapılarak -0.75 -1.00 numara miyop bırakılır.

Sonuç olarak presbiyopi tedavisi kozmetik amaçlı bir tedavi yöntemidir.Bu yüzdende tedavi sırasında hastaya zarar vermemeliyiz.Hasta seçimi çok önemlidir.Gelecekte yetenekli merceklerle bu sorunun çözülme imkanı olacaktır.

YENİ PRESBYOPİ TEDAVİ METODLARI

1) INTRACOR
Yakın görmeyi düzelten ve yakın gözlüğü kullanmayı sona erdiren bu yöntem yalnızca Intracor Presbiyopi tedavisi için özel olarak geliştirilen Femtec Femtesecond Lazer cihazı ile yapılmaktadır.“ Femtosecond Lazer kısa zamanda (saniyede 15,000 nokta) sayısındaki lazer ışınını mikron düzeyinde hassasiyetle istenilen noktalara odaklayıp kornea tabakasında 1–3 mikron büyüklükte su içeren kabarcıklar oluşturur ve bu kabarcıklar doku ayrışmasını sağlar.Böylece, Presbyopi tedavisi, gözün dış tabakasını kesmeden, kornea dokusunu inceltmeden yapılır.
Lasik tedavisinden farklı bir şekilde uygulanmaktadır. Lasik uygulamalarında korneadan flep kesisi yapılırken bu yeni tedavi de korneadan flep kesisi yapmaya gerek yoktur. Korneanın ön yüzeyine dokunulmadığı için 20 saniye gibi çok kısa bir sürede, Ağrı ve enfeksiyon riski olmadan uygulanmaktadır. İnce ve kuru gözlere uygulanabilir.Tedaviden hemen sonra hasta normal hayatına döner. Bu yöntemin avantajı diğer yöntemlerden farklı olarak 2 göze uygulanabilmesi ve uzak görüşü bozmadan yakın görmeyi düzeltmesidir.

Avantajları

• Intra COR adı da verilen bu tedavi öncelikle tek göze, 3 ila 6 ay sonra diğer göze de uygulanabilen bir yöntemdir. Diğer tetkiklerin aksine uzak görüşü etkilemez.
• Daha önce katarakt ya da lazer ameliyatı olmuş gözlere uygulanmasında bir sakınca yoktur.

Yaklaşık 2 D YAKIN GÖZLÜK NUMARASI DÜZELTİLEBİLMEKTEDİR...

Tedaviden yüzde yüz sonuç almak mümkün mü?
En önemli özelliği, uzak görmede bir bozukluk yaratmadan uygulanması ve yakını görmeyi düzeltmesidir.
Gözü kaybetme riski bu yöntemle yoktur.
Bu yöntemin uyguladığı her yüz kişiden 90’ı gözlüksüz gazete okur hale gelmiş ve eski şikâyetleri hiçbir zaman geri gelmemiştir.
Bu yöntem katarakt başlangıcı olan ve de ince kornası olan kişilere uygulanamaz
45 yaşını geçmiş hastalara uygulanır
Daha önce lazer olmuş olması bu ameliyatı olmasını engel değildir.

2) SUPRACOR

Supracor yakın görüşün düzeltilmesini sağlayabilen basit bir işlemdir. Bu işlem esnasında gözün dış yüzeyine excimer laser uygulanılarak kornea nazikçe yeniden şekillendirilir. Presbiyopi cerrahisinde supracor diğer refraktif cerrahi işlemlere nazaran daha güvenlidir.
Yakın görüş supracor tedavisinin amacı; gazete, restoran mönüsü, bilgisayar ya da cep telefonundaki her gün karşılaştığınız yazıları gözlüksüz okuyabilmeniz için yakını görme gücünüzü iyileştirmektir. Supracor uzak görüşü bozmadan hem uzak hem de yakın görmeyi tek seansta düzelten güvenli ve etkili bir yöntemdir.

SONUÇLARI OLDUKÇA YÜZ GÜLDÜREN %90 BAŞARI SAĞLAYAN PRESBYOPİ DÜZELTME AMELİYATIDIR

SUPRACOR, Teknolas Excime Laser 217 P ile uygulanabilen yeni bir korneal tekniktir. Presbiyopik algoritması sayesinde her iki göze birden yapılır. Hipermetrop, Emetrop ve Miyop gözlerin yanı sıra post-LASIK durumlarında da uygulanır. Tek seansta hem uzak hem yakın görme düzeltilmektedir. Intracor deneyimlerimizden yola çıkılarak geliştirilmiş ve birleştirilmiş 2 dünyanın en iyisidir. Diğer presbi-Lasik yöntemlerinde Pupil (gözbebeği) alanı içerisinde istenmeyen aberasyon (sapma) oluşup uzak görüş bozulurken, bu yöntemde istenmeyen aberasyonlar oluşturulmadan sonuca varılmaktadır.

Supracor için bazı uygunluk kriterleri vardır.Bunlar muayene ve ölçümlerle tespit edildikten sonra tedavi uygulanabilmektedir. Lasik yöntemine uygun olan her göze Supracor da uygulanabilir. Kısıtlamalar ise yine lasik adaylarındaki gibi kuru göz, katarakt, ince kornea, glokom, keratokonus gibi göz hastalıklarını içermektedir.Intracor'da başarı şansı %80'lerdeyken, Supracor sayesinde yakın tedavilerde başarı şansını %90'a çıkarmayı başardık. Ayrıca Supracor ile ilk defa uzak hipermetropu ile yakın hipermetropu (presbiopi) aynı anda tedavi edilebilmektedir. Başarı oranının %90 olmasının yanında en önemli diğer başarı uzak görme kalitesinde hiçbir kayıp olmamasıdır. Bütün diğer presbiopi tedavilerinde uzak görme kalitesinde kayıplar olabiliyordu.
0 yorum

Hangi meslekler alzheimer riskini artırıyor?

Türkiye’de Alzheimer hasta sayısı henüz korkutucu boyutlarda olmasa da her geçen gün bu oran artıyor.

Dünyada yaklaşık 30 milyon Alzheimer hastası olduğu ve bu sayının katlanarak arttığı düşünülüyor. Giderek artan bu hastalığa ilerleyen yaşlarda yakalandığımız takdirde hem kendi hayatımızı hem de bize bakmakla yükümlü kişilerin hayatını olumsuz etkilememiş oluyoruz. Bunun içinse çeşitli önlemler almamız yeterli. 21 Eylül Dünya Alzheimer Günü’nde Anadolu sağlıkMerkezi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Yaşar Kütükçü, kimyasal ve toksik maddelere fazla maruz kalan kişilerle, elektromanyetik alan etkisinde çalışanların Alzheimer hastalığına yakalanma risklerinin daha fazla olduğunu belirtiyor…

Alzheimer hastalığına yakalanmamak için erken yaşlarda önlem almaya başlamak gerekiyor. “Bana bir şey olmaz” düşüncesiyle hareket etmek hastalığa yakalanma riskini artırıyor. Özellikle 65 yaşından sonra görülme sıklığı giderek artan bu hastalıkla ilgili ülkemizde yapılan çalışmalarda, 65-70 yaş aralığında hastalığın görülme sıklığı %4-5, 70 yaş üzeri görülme sıklığı ise yaklaşık %10 olarak belirtiliyor. Hastaların yarısının 75-80 yaş aralığında olduğunu belirten Anadolu Sağlık Merkezi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Yaşar Kütükçü, keyifli aktivitelerle hafızamızı güçlendirerek hastalığın riskini azaltabileceğimizi söylüyor. Eğlenceli ve hoş zaman geçirerek bu hastalığı yenmemiz veya mümkün olduğunca ertelememiz mümkün olabiliyor. Bulmaca ve sudoku çözmek, scrable gibi strateji oyunları oynamak, bol miktarda gazete, dergi, Kitapokumak, müzik aleti çalmak, yabancı dil öğrenmek ve yeni hobiler, uğraşlar edinmek hafızamızı ciddi anlamda güçlendirmemize yardımcı oluyor.

Kimyasal ve elektromanyetik alana maruz meslek gruplarında risk yüksek

Bazı meslek grupları Alzheimer hastalığına yakalanma riskine adeta davetiye çıkarıyor. Kimyasal ve toksik maddelere fazla maruz kalan kişilerle, elektromanyetik alan etkisinde çalışanlar Alzheimer hastalığı riski taşıyor. Prof. Dr. Kütükçü, “Özellikle aşırı düşük frekanslı manyetik alan etkisinde fazla kalan kişilerde daha çok görüldüğü yapılan çalışmalarda bildiriliyor. Fenol, Alkol, benzen, toluen ve diğer solventlere toksik dozlarda maruz kalma, kurşun, civa gibi ağır metaller ve pestisitlerle ilgili meslekler daha fazla risk altındalar” diyor.
Unutkanlığı ve ileride gelişebilecek demansı önlemenin yolları önce bunlara neden olabilecek hastalıkların bilinmesi ve bunlara karşı yapılacak mücadele ile başlıyor. Damar sertliğine neden olan yüksek tansiyon, şeker, kolestrol yüksekliği, sigara kullanımı gibi nedenler var ise bunların önlenmesi gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Kütükçü, özellikle düzenli egzersiz yapan kişilerde unutkanlık ve demansın gelişme riskinin daha düşük olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Sosyal ilişkilerde bulunmak ve aktif olmak bu hastalık için oldukça önemli. Sosyal olan kişilerde stres, depresyon gibi belirtiler daha az görülüyor, bu da risk faktörlerinin azaltılmasın için mühim bir unsur. Alzheimer hastalığından korunmak için stresi azaltmak, dengeli beslenmek gerekli. Kişilerin hobilerini devam ettirmesi, uykusunu düzenlemesi ve sigara kullanıyorsa tüketimini azaltması gerekiyor” diyor.

21 Eylül Dünya Alzheimer Günü’nde Prof. Dr. Yaşar Kütükçü, unutkanlıkta yardımcı olacak basit öneriler sunuyor;

•?Günlük işlerinizi, planlarınızı ve randevularınızı not alın
•?Alışverişe çıkarken liste yapın
•?Önemli telefon numaralarını bir yere yazın, kaydedin
•?Bir şeyi nasıl yapacağınızı unutuyorsanız yapış sırasını yazın
•?Eşyalarınızı koyduğunuz yeri sürekli olarak unutuyorsanız hep aynı yere koymaya özen gösterin
•?Konuştuğunuz kişiye dikkatinizi verin, odaklanmaya çalışın. Mümkünse bu konuşmaları sessiz ortamda yapın.
0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI