işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

Sağlıklı yaşamın altın kuralları

Kalbi korumak, alkol ve sigaradan uzak durmak, beslenmeye özen göstermek ve spor yapmak sağlıklı bir vücut için önemli ama yeterli değil…

Temizlikten uyku düzenine, cinsel yaşamdan stresten uzak durmaya sağlıklı yaşamın birçok kuralı olduğunu belirten TOBB ETÜ Hastanesi kardiyoloji uzmanı Dr. Rahşan Turan, hafta da 1 gün de olsa şehirden uzaklaşmayı ve doğayla baş başa olmayı önerdi.

OLMAZSA OLMAZ…
Vücudun hasta düşmemesi, esenlik ve sıhhat durumu iyiliğinin sağlıklı olmayı anlattığını ifade eden Dr. Rahşan Turan, “Sağlıklı yaşam ise kişinin temizliğine ve beslenmesine dikkat etmesi,spor yapması ile birlikte yaz-kış aylarında hastalıklara yakalanmadan yaşamını idame ettirebilmesidir. Sağlıklı yaşam kişinin olmazsa olmazlarındandır” diye konuştu.

SAĞLIK İÇİN BUNLARA DİKKAT!
Egzersiz, kalp sağlığı ve beslenme ilişkisinin önemine dikkat çeken Dr. Turan, sağlıklı bir yaşam için uyulması gerekenler ve kuralları şöyle sıraladı;
1-Spor yapmaya özen gösterilmeli.
2- Sağlıklı beslenmeli; yağlı yemekler ve aşırı yemek yenmemeli, Sabah kahvaltısı mutlaka yapılmalı, meyve-sebze tüketimine özen gösterilmeli.
3- Alkol ve sigara tüketilmemeli.
4- Gün içerisinde sürekli oturulmamalı, aktif olunmalı.
5- Kişisel temizliğe ve çevre temizliğine önem verilmeli.
6- Stresten uzak durulmalı.
7- Cinsel yaşama dikkat edilmeli.
8- Uyku düzenine dikkat edilmeli.
9- Haftada bir bile olsa şehrin stresli yaşamından uzaklaşmanız, doğa ile baş başa kalmanız size ve sağlığınıza iyi gelecektir.

TEDBİR ALIN…
Kalp ve damar hastalıkları, batı ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de en yaygın ölüm nedenlerinden biridir. Kalp sağlığını korumanın yolu önceden tedbir almaktan geçmektedir.

Beslenme
Tansiyonu ve kolesterolü kontrol altına almanın ilk şartı sağlıklı ve dengeli bir Diyet uygulamaktır. Bunun için doymuş yağlardan ve tuzdan olabildiğince kaçınmak, meyve, sebze ve lif yönünden zengin besinlere yönelmek gereklidir. Doğru rejimin normal miktarda protein içermesi, bu proteinin ise balık, kümes hayvanları ve az yağlı kırmızı etten (dana eti) alınması önerilmektedir.

Kilo
Yüksek tansiyona yol açan nedenlerin başında fazla kilolar gelmektedir. Fazla kilolu olmak aynı zamanda koroner kalp hastalığı, kalp yetersizliği ve inme için de risk oluşturmaktadır.

Alkol ve sigara
Günümüzde sigara, önlenebilir ölüm sebepleri içinde ilk sırayı almaktadır. Sigara kullanımı, kansere, kalp damarlarının tıkanmasına dolayısıyla kalp krizine sebep olmaktadır.

Fiziksel egzersiz
Düzenli sporun bizi kalp krizi ve inmenin yanı sıra kemik erimesi, şeker hastalığı, kalın bağırsak ve meme kanseri, depresyon ve bunama gibi ciddi birçok kronik hastalıktan koruduğunu gösteren güçlü kanıtlar var. Egzersizin hemen her hücremize olumlu etkisi var desek yanlış olmaz.

KALP SAĞLIĞI VE SPOR
Spor yapmanın kalp ve damar sağlığını doğrudan etkilediğini vurgulayan Dr. Turan, her kas gibi kalp kasının da antrenman yaptıkça daha güçlü ve verimli çalıştığını ifade etti. Dr. Turan, sporun vücutta yarattığı olumlu etkileri şu sözlerle aktardı;

Kalbin çok hızlı çarpmasını önler
Antrenmanlı kalp, sıkıntılı bir durumla karşılaştığı zaman sakin bir tepki verir. Hareketsizliğe alışmış olan kalp ise kolay telaşa kapılır. Örneğin; otobüse yetişmek için koşarken veya çok heyecan uyandırıcı bir durumla karşılaşan kalbin hızı kolayca yükselir, dakikada 180-200'e kadar çıkabilir. Halbuki bir sporcunun kalbi aynı koşullarda daha yavaş atarak tepki verir ve en kısa zamanda normale döner.

Tansiyonu düşürür
Düzenli spor yapanlarda, örneğin günde yarım saat tempolu olarak yürüyenlerde kan basıncının düştüğü biliniyor. Özellikle tansiyon tehlikesi altında olanların her gün yapacakları yürüyüşle bu tehdidi bertaraf etmeleri mümkün. Araştırmalara göre fiziksel egzersiz, yüksek tansiyonu olanlarda tansiyonu kontrol altına almada yardımcı olmakta ve ilaç gereksinimini azaltmaktadır.

Zayıflatır
Düzenli egzersiz sadece spor yapıldığında değil, dinlenme halinde tükettiğimiz enerjiyi de artırdığı için kilo vermeyi kolaylaştırır. Kilo verdikten sonra düzenli spor yapmadan ideal kiloyu korumak çok zordur.

İyi kolesterolü yükseltir
Damar sertliğine karşı koruyucu rol oynayan HDL kolesterolü yükseltmenin yollarından biri egzersiz yapmaktır. Haftada 3 gün 3 kilometre yürüyenlerde bile iyi kolesterolün yükseldiği biliniyor. Egzersizin süresi ve sıklığı arttıkça olumlu etki de artar.

Kanın aşırı pıhtılaşmasını önler
Düzenli egzersiz kanda pıhtılaşmayı başlatan ve güçlendiren maddelerin dengede kalmasına yardımcı olur.

Şeker hastalığını önler
Diyabet olma riski yüksek olanların ellerinde sağlıklı beslenmenin yanı sıra çok güçlü bir silah daha var: düzenli egzersiz. İlaçlardan çok daha etkin, yan etkisi yok, hem de bedava.

Stresi azaltır
Düzenli spor yapanların hareketsiz bir yaşam sürenlere göre daha az endişeli olduklarını, uykularının daha düzenli olduğunu gösteren çalışmalar var.

GEZİNTİ YERİNE HIZLI YÜRÜYÜŞ…
Günde 30 dakika hızlı (saatte 5-6 kilometre hızla) yürümenin ve bunu en az haftada 5 gün yapmanın kalp ve damarlara yararlı olduğu biliniyor. Yarım saat sürekli yürüyemezseniz, günde 3 kere 10 dakika yürüseniz bile yeterli. Yaptığınız egzersiz ağırlaştıkça sağlığa olumlu etkisi artıyor. Buna karşılık gezinti yapar gibi yavaş yürümek aynı yararı sağlamıyor. Unutulmaması gereken bir diğer önemli nokta da 30 dakikalık yürüyüşün normal günlük faaliyetlere ek olarak yapılması gerektiği.

ÖLÜME DAVETİYE ÇIKARMAYIN…
Isınmadan yapılan spor ve ani efor sarf edilmesi, kalbe ani yük getirerek kalp krizi ve ani ölümlere davetiye çıkarır. Gerekli ısınma hareketleri yapılmadan spor yapılması ve böylece kalbe ani yük getirilmesi, kalp duvarlarının kalınlaşmasına, kalbi besleyen damarların sıkışmasına, ritim bozukluğuna ve hatta kalbin durmasına neden olabilir. Doğuştan kalp rahatsızlığı olanlar, ritim bozukluğu sorunu yaşayanlar ve ailesinde kalp rahatsızlığı bulunanlar, bu konuda daha fazla risk altındadır. Bu nedenle bu kişilerin düzenli spor yapmaya başlamadan önce mutlaka bir hekim kontrolünden geçmeleri gerekir.
0 yorum

Hareketsiz yaşam her yıl 3,2 milyon can alıyor

"Dünyada her üç erişkinden birinin yeterince hareket etmediği ve her yıl 3,2 milyon insanın fiziksel hareketsizlik nedeniyle öldüğü bilinmektedir"



Dünyada her yıl 3,2 milyon kişi, fiziksel hareketsizlik nedeniyle yaşamını yitiriyor.

Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Halk Sağlığı Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Hilal Özcebe, AA muhabirine yaptığı açıklamada, her yıl 3-9 Eylül tarihlerinin Halk Sağlığı Haftası olarak kutlandığını söyledi.

Bu yılın teması olarak büro çalışanlarının hareketsiz yaşamına dikkat çekildiğini ifade eden Özcebe, son yıllarda hareketsizliğin sağlık açısından çok büyük tehdit olduğunu vurguladı.

Özcebe, yetersiz fiziksel aktivitenin birçok hastalığın gelişmesinde etkisinin bulunduğunu, bu nedenle önemli bir halk sağlığı sorunu olarak görüldüğünü vurgulayarak, "Dünyada her üç erişkinden birinin yeterince hareket etmediği ve her yıl 3,2 milyon insanın fiziksel hareketsizlik nedeniyle öldüğü bilinmektedir" dedi.

Özcebe, fiziksel hareketsizliğin, kalp ve damar hastalıkları, kanserler ve şeker hastalığı gibi bulaşıcı olmayan hastalıklara bağlı olarak hem ölümlere hem de yaşam kalitesinin düşmesine yol açtığının altını çizdi.

Hareketsiz yaşayan nüfus artıyor
Özcebe de Türkiye'de pek çok kişinin büro tipi yerlerde çalıştığını, buna bağlı olarak hareketsizliğin arttığını belirtti.

Türkiye'de 2002 yılında yüzde 42,1 olan hizmet sektörünün toplam istihdam içindeki payının 2012 yılında yüzde 49,4'e yükseldiğini dile getiren Özcebe, toplam istihdamın yaklaşık yarısını hizmet sektörünün oluşturduğunu bildirdi. Özcebe, büro çalışmalarının istihdam içindeki payının yüzde 8,4'e yükseldiğini belirterek, bunun hareketsiz yaşayan nüfusun giderek arttığının göstergesi olduğunu söyledi.

Büro çalışanlarında hareketsiz yaşamın yanı sıra çalışma pozisyonuna bağlı olarak boyun, omuz, bel, diz, el bileği ve parmak kas ve eklemlerinde yakınmalar ortaya çıktığını anlatan Özcebe, şunları kaydetti:

"Hareketsiz kalma ve aynı hareketleri yapma sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Büro çalışanlarının günlük egzersizlerini yapmasının yanı sıra gün boyunca bazı hareketleri yapması bu tür sağlık sorunlarının görülmesini önleyecektir."

Merdiven çıkarak kalori yakın
Spor Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Yardımcı Doçent Nazan Koşar, büro çalışanlarının her saat başı egzersiz için birkaç dakikasını ayırması önerisinde bulundu.

İş yerinde görüşmelerin telefon yerine kişinin yanına gidilerek yapılması tavsiyesinde bulunan Koşar, "İş yerinde asansör yerine merdiven kullanılmalı, çay/kahve molası yerine yürüyüş molası verilmeli, sandalyede otururken kas kuvvetlendirme veya germe egzersizleri yapılmalı, bilgisayar önünde otururken omuzlar öne ve arkaya doğru daireler çizilerek hareket ettirilmeli, öğle yemeğinden önce 10-15 dakikalık tempolu bir yürüyüş yapılmalı ve sohbet ederken oturmak yerine ayakta durulmalı" diye konuştu.

Koşar, asansöre binmek yerine merdiven çıkılarak 5 kat daha fazla kalori yakılabildiğini dile getirdi.
0 yorum

Denizden gelen sağlık

Balık sezonu açıldı; sayısız faydasıyla balık sağlık vadediyor...

Av yasağının kalkmasıyla “Vira bismillah” denildi, ağlar denize atıldı. Balıklar tezgahlarda yerini aldı. Balıkseverler hayli memnun. Ancak üç tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen Türkiye'de balık tüketimi dünya ortalamasına göre son derece az. Oysa balığın, kalp ve damar hastalıklarından beyin gelişimine, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinden diyabete dek sayısız faydası bulunuyor. Acıbadem Fulya Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hande Seven, balık tüketiminin sağlığa 10 faydasını anlattı.

1. Gripten koruyor
Sonbahar geldi, grip sezonu açıldı. Mevsim geçişlerinde çok sık kapımızı çalabilen gribe karşı balık çok önemli bir kalkan. Özellikle mevsiminde tüketilen balık, içerdiği yağ asitleri sayesinde bağışıklık sisteminin kuvvetlenmesine son derece fayda sağlıyor. Balığın gribe ve enfeksiyonlara karşı vücudu koruduğu yapılan çalışmalarla kanıtlanmış durumda. Siz siz olun tam da sezonu açılmışken haftada 2 kez balık yemeyi ihmal etmeyin.

2. Şifalı yağların kaynağı
Balıkta diğer hayvansal kaynaklı besinlerin aksine doymuş yağ yerine, doymamış yağ asitleri denilen omega-3 yağ asitleri bulunuyor. Omega-3 vücudun üretmediği ve en fazla balıkta bulunan son derece faydalı bir yağ. Özellikle soğuk su balıklarından somon, uskumru, sardalye ve ton balığı omega-3'ten en zengin balıklar. Yapılan çalışmalar Omega-3'ün sağlık açısından sayısız faydasını ortaya koyuyor.

3. Zeka gelişimini destekliyor
Balık iyottan zengin bir besin kaynağı ve iyot zeka gelişiminde önemli rol oynuyor. Balık yiyen çocukların zeka puanlarında artış meydana geldiği ve öğrenme kabiliyetlerinin arttığı görülüyor. Özellikle gebeliğin ilk üç ayında düzenli balık tüketen annelerin bebeklerinde öğrenme, algılama ve bebeklik döneminde kavrama, tutma gibi el fonksiyonlarında artış olduğu saptanmış durumda. Bebek ve çocuklarda zeka gelişimini destekleyen balığın bileşimindeki DHA, görme ve nörolojik gelişimin sağlıklı bir biçimde gelişmesinde son derece etkin rol oynuyor.

4. Kalp dostu
Balığın tam bir kalp dostu olduğunu biliyor muydunuz? Sağlık için mutlaka sofranızda balığa yer verin. Balığın içerisindeki omega 3 yağ asitleri kötü kolesterolü (LDL) düşürürken iyi kolesterolü (HDL) artırıyor. Kandaki trigliserit yani serbest yağların düşürülmesini sağlıyor. Tansiyonu düşürerek kalp yetmezliğinden ve inme riskinden koruyor, kanın pıhtılaşmasını önleyerek akışkanlığını sağlıyor.

5. Kemikleri güçlendiriyor
Sayısız faydası olan balığın kemikleri de güçlendirdiğini söylesek! Yanlış duymadınız. Özellikle de kılçığı ile yenilebilen küçük balıklar kalsiyumdan zengin ve bu da kemiklerin güçlenmesini sağlıyor. Acıbadem Fulya Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hande Seven, balığın bu özelliği dolayısıyla kemik erimesi sorunu yaşayanların, menopoz dönemindeki kadınların ve yaşlıların bol bol balık tüketmesini tavsiye ediyor.

6. Kaliteli protein kaynağı
Proteinler vücut için çok önemli besin unsurları. Vücudun bir anlamda çimentosunu oluşturuyor. Hücrelerin onarılması ve yeni dokuların yapımı için olmazsa olmaz besin öğeleri. Ancak yağlarda olduğu gibi onları depolayamıyoruz. Sürekli tüketerek vücudumuza kazandırmamız gerekiyor. Balığın da aralarında yer aldığı bazı besinler kaliteli protein yağlarını oluşturuyor. Balık da en önemli yüksek değerli protein kaynağı olarak öne çıkıyor.

7. Depresyondan koruyor
Yoğun iş ortamı ve günlük hayatın koşuşturmacasında sorunlar üst üste gelebiliyor. Hele de kişilik itibariyle yatkın olanlarda stres yerini depresyona da bırakabiliyor. Yapılan çalışmalar özellikle somon, uskumru ve ton balığı gibi yüksek oranda Omega-3 yağ asitlerini barındıran balıkların depresyona karşı büyük fayda sağladığını ortaya koyuyor.

8. Diyabete karşı balık tüketin
Özellikle bazı balık türlerinde bolca bulunan Omega-3 gençlerde diyabet riskini önemli ölçüde azaltıyor. İnsülinin işlevini artırıyor, tip 2 diyabete karşı koruma sağlıyor. Bu nedenle diyabet hastalarının ve diyabet riski taşıyanların bol bol balık tüketmesi çok faydalı.

9. Alzheimer riskini düşürüyor
İnsan ömrünün uzamasıyla birlikte çağın hastalığı olarak gittikçe daha sık görülen Alzheimer'a karşı haftada 2 kez balık tüketmek büyük önem taşıyor. Zira balık yağının ve Omega-3 yağ asitinin faydalarından biri de Alzheimer riskini düşürmesi. Alzheimer'ın yol açtığı hafıza kaybını önlemede güçlü bir silah olan balık özellikle de buğulama ya da ızgara olarak tüketilmeli.

10. Romatoid Artrit'e faydalı
Omega-3 yağ asitleri dokuların hasar görmesine neden olan mekanizmaların geri dönüşümünü sağlayarak anti-inflamatuar etki gösteren en güçlü besin bileşenleri. Acıbadem Fulya Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hande Seven, özellikle artrit hastalarında görülen eklem romatizmasının azaltılması ve mevcut ağrıların giderilmesinde balık tüketiminin önemli faydaları olduğunu belirtiyor.
0 yorum

Enerji veren yiyecekler...

Konsantrasyonunuzu ve enerjinizi yükseltecek öneriler:

M-Onep Klinikleri Beslenme Uzmanı Banu Eroğuz Demirözü

Uzun veya kısa, evde veya bir tatil beldesinde geçirdiğimiz tatil günlerinin yavaş yavaş sonuna geliyoruz. Sonbaharın da yaklaşmasıyla beraber yazın eğlenceli ve rahat temposunun yerini yoğun iş temposuna bırakacağını istemesek de kabul etmek zorundayız…
Peki, bu rehavetten kurtulmak ve tekrar enerji toplamak için beslenmemizi nasıl düzenlemeliyiz.

Özellikle yoğun çalışan insanların en büyük sorunu zamansızlıktır. Uzayan toplantılar, iş seyahatleri veya yetiştirilmesi gereken işlerden dolayı öğünleri zamanında yiyememek ve bir şeyler atıştırarak geçiştirmek en sık rastlanan problemlerdendir. Özellikle uzun süreli açlığın sebep olduğu hipoglisemi tablosu kişide sebebini bilmediği bir yorgunluk, bezginlik ve bıkkınlık duygusu ve hatta beraberinde depresyonu bile getirebilmektedir. bu sebeple zamanında ve dengeli yenmiş bir ana öğün gün boyunca hem mental hem de fiziksel olarak üst seviyede kalmanın ana şartıdır. Öğün atlamak ayrıca diyabet, obezite, hipertansiyon ve kalp-damar yağlanması gibi bir dizi hastalığa da zemin hazırlar.

Yazın boyunca hastalıkların çok görülmemesinden dolayı biraz ihmal ettiğimiz bağışıklık sistemini vitamin ve minerallerden zengin bir beslenme programıyla desteklediğimiz takdirde hastalıkların yoğun yaşandığı bir mevsim olan sonbahar sorunsuz atlatılacaktır. Vitaminlerden A,C ve E, minerallerden ise selenyum, çinko, magnezyum ve demirin bağışıklık sistemini desteklediği bilinmekte. Bu vitamin ve mineraller aynı zamanda yüksek antioksidan özellik taşırlar. Antioksidanlar serbest Radikal denen kansere sebep olma potansiyeli taşıyan ajanların hücreleri oksitlemesini önlerler. Ayrıca yorgunluğu geciktirmeye ve yorgunluğun çabuk atlatılmasına da yardımcıdırlar.
Aksi önerilmedikçe vitamin ve minerallerin doğal yollarla yani besinlerle alınmasına gayret edilmelidir. Bunun için ağırlık verilmesi gereken besinler şunlardır:

A vitamini: Karaciğer, havuç, kayısı, kavun, yumurta, ıspanak, kabak, domates, karaciğer, brokoli, marul
C vitamini: Limon, portakal, greyfurt, kivi, roka, maydanoz, yeşil sivri biber, kuşburnu, domates
E vitamini: Tüm bitkisel yağlar ve yağlı tohumlar
Selenyum: Deniz ürünleri, böbrek, yürek, etler
Çinko: Bulgur, badem içi, ceviz, balık, et, karaciğer süt, yumurta, kuru baklagiller
Magnezyum: Yağlı tohumlar, kuru baklagiller, yeşil yapraklı sebzeler, muz, tahıllar.
Sigara içenlerde C vitamini başta olmak üzere birçok vitaminin ve mineralin emilimi olumsuz etkilenmektedir. Bu sebeple sigara içenlerin içmeyenlere oranla vitamin ve mineral ihtiyaçları daha fazladır.


YORGUNLUĞA İLAÇ GİBİ GELECEK GIDA TAKVİYELERİ

Gingko Biloba: Çok iyi bilinen bir yorgunluk gidericidir. Gingko bitkisinin ekstresinden elde edilen bu ilaç, Avrupa’da büyük ilgi görmeye ve yorgunluk tedavisinde yaygın olarak kullanılmaya başladı
Arı poleni: Arı poleni arıların erkek çiçek tohumlarından topladığı ekstra enerji verici bir maddedir. Kronik yorgunlukta, enerji ihtiyacının arttığı durumlarda ve bağışıklık sisteminin güçlenmesin de etkilidir.
Garcinia Cambogia: Vücutta depolanmış yağların yakılmasına ve enerjiye dönüştürerek vücudun enerjisini artırmaya yardım ettiği bilinmektedir.
Ginseng: Ginseng kökünün fiziksel ve zihinsel aktiviteyi artırdığı bilinmektedir. Vücuttaki yağ asitlerini enerjiye dönüştürerek kaslardaki şeker kullanımını dengeler. Yorgunluğun giderilmesine, konsantrasyonun artmasına, dokuları yenileyerek yaşlanma etkilerinin azalmasında yardımcıdır.
Piknogenol: Akdeniz kıyılarında yetişen bir çam türü olan Pinus Maritima'nın kabuklarından elde edilen bir maddedir. Dolaşım sisteminden kansere kadar birçok alanda olumlu etkisi olduğuna yönelik çalışmalar yapılmaktadır. bu maddenin etkili olduğu bir alanda fiziksel yorgunluğu geciktirmesi ve azaltmasıdır. Vinciguerra ve arkadaşlarının; J Sports Med Phys Fitness dergisinde 2013 yılında yayınlanan çalışmasına göre; doğru beslenme ve egzersiz eşliğinde kullanılan Pycnogenol takviyesinin sporcuların yorgunluğunun daha geç gelişmesine ve performansın artmasına olumlu etki etmektedir. Yine Bentley ve arkadaşlarının 2012 yılında bisikletçilerle yaptıkları ve Research in Sports Medicine dergisinde yayınlanan çalışmalarında Pycnogenol takviyesi alanlarda kayda değer şekilde yorgunluğun geciktiği sonucuna varılmıştır.
0 yorum

Loş ışıkta yakını göremiyor musunuz?

Göz Hastalıkları ve Cerrahisi Uzmanı Op.Dr.Dilek Uzer konu ile ilgili bilgiler verdi.

Yaşa bağlı yakını görememe (presbiyopi)insanoğlunun en büyük kozmetik sorunlarından biridir.Ameliyat kararı verirken bunun kozmetik bir sorun olduğunu düşünerek hastaya çok iyi açıklamalı ve tedavi sırasında zarar verilmemelidir.


PRESBİYOPİ; Göz içi merceği şekil değiştirerek kırıcılığı arttırır ve yakına odaklanır bunu bir fotoğraf makinesinin zoomlamasına benzetebiliriz.

40 yaşından sonra göz merceği bu özelliğini kaybeder ve yakına odaklanmada problem başlar. Bu fizyolojik bir yaşlanmadır ve 40 yaşından sonra her on yılda bir ortalama +1 numara büyür.
Loş ışıkta yakını görmenizin zorlanması, okuduğunuz bir gazeteyi daha iyi görmek için biraz uzağa götürmeniz presbiyopinin başladığını gösterir.

Gözde başka rahatsızlık olması presbiyopiyi nasıl etkiler?
Miyop hastalar 40 yaşından sonra genelde mevcut gözlüğü çıkartarak yakını görebilirler hipermetrop hastalar ise ikinci bir okuma gözlüğü kullanmak durumundadırlar.Presbiyopi genelde 40 yaşlarında başlar ve maalesef herkeste oluşur. Refraktif cerrahi doktorlarının sorunun cevabını çözemediği en önemli problemdir .

PRESBİYOPİ TEDAVİSİ

Gözlük kullanımı: Progressif dediğimiz yakını ve uzağı net gösteren camlar dünyada en çok tercih edilen tedavi yöntemidir. Hasta için alışma zaman alsa da sonrasında rahat edebilirler.

Multifokal Kontakt Lensler; Hastalar alışabilirse mutlu olabilir ancak göz kuruluğu dikkate alınmalıdır .

LCK-LightTouch Konduktif keratoplasti; FDA onayı olan bu yöntem 1-2 yıl önce Multifokal lenslerdeki yenilikler nedeniyle yerini bu ameliyatlara bıraktı.

Çeşitli avantaj ve dezvantajları olan bir yöntemidir

Korneanın kesilmeden yapılması gibi avantajları vardır ancak el cerrahisi ile yapıldığı için kişiye bağlı olabilen faktörler ki bunlar hastanın ışığa bakamaması, hareket etmesi gibi ameliyatın sonuçlarında etkili olabilir. Oysaki lazer ameliyatlarında mikron seviyesinde hassasiyetle çalışılmaktadır.Bugün kullanılsa da çok fazla tercih edilen bir yöntem olmaktan uzaklaşmıştır .

MULTİFOKAL GÖZ İÇİ LENSLERİ

Katarağı olan ve 40 yaşın üzerinde hipermetropisi veya miyopisi olup yakınıda görmek isteyen hastalara uygulanan ameliyat yöntemidir.
Yöntemin uygulandığı hasta grubu 40 yaşın üzerinde hem uzak hemde yakını göremeyen,tercihen hipermetropisi olan kişilerdir.
En önemli şikayet gece ışıklarda parlama ve dağılmalar olabilmesidir.

MONOVİZYON LAZER TEDAVİSİ

Kişinin uzağa dominant gözüne tam düzeltme yapılır. Yakın dominant olmayan göze ise tam düzeltmeden fazla bir düzeltme yapılarak -0.75 -1.00 numara miyop bırakılır.

Sonuç olarak presbiyopi tedavisi kozmetik amaçlı bir tedavi yöntemidir.Bu yüzdende tedavi sırasında hastaya zarar vermemeliyiz.Hasta seçimi çok önemlidir.Gelecekte yetenekli merceklerle bu sorunun çözülme imkanı olacaktır.

YENİ PRESBYOPİ TEDAVİ METODLARI

1) INTRACOR
Yakın görmeyi düzelten ve yakın gözlüğü kullanmayı sona erdiren bu yöntem yalnızca Intracor Presbiyopi tedavisi için özel olarak geliştirilen Femtec Femtesecond Lazer cihazı ile yapılmaktadır.“ Femtosecond Lazer kısa zamanda (saniyede 15,000 nokta) sayısındaki lazer ışınını mikron düzeyinde hassasiyetle istenilen noktalara odaklayıp kornea tabakasında 1–3 mikron büyüklükte su içeren kabarcıklar oluşturur ve bu kabarcıklar doku ayrışmasını sağlar.Böylece, Presbyopi tedavisi, gözün dış tabakasını kesmeden, kornea dokusunu inceltmeden yapılır.
Lasik tedavisinden farklı bir şekilde uygulanmaktadır. Lasik uygulamalarında korneadan flep kesisi yapılırken bu yeni tedavi de korneadan flep kesisi yapmaya gerek yoktur. Korneanın ön yüzeyine dokunulmadığı için 20 saniye gibi çok kısa bir sürede, Ağrı ve enfeksiyon riski olmadan uygulanmaktadır. İnce ve kuru gözlere uygulanabilir.Tedaviden hemen sonra hasta normal hayatına döner. Bu yöntemin avantajı diğer yöntemlerden farklı olarak 2 göze uygulanabilmesi ve uzak görüşü bozmadan yakın görmeyi düzeltmesidir.

Avantajları

• Intra COR adı da verilen bu tedavi öncelikle tek göze, 3 ila 6 ay sonra diğer göze de uygulanabilen bir yöntemdir. Diğer tetkiklerin aksine uzak görüşü etkilemez.
• Daha önce katarakt ya da lazer ameliyatı olmuş gözlere uygulanmasında bir sakınca yoktur.

Yaklaşık 2 D YAKIN GÖZLÜK NUMARASI DÜZELTİLEBİLMEKTEDİR...

Tedaviden yüzde yüz sonuç almak mümkün mü?
En önemli özelliği, uzak görmede bir bozukluk yaratmadan uygulanması ve yakını görmeyi düzeltmesidir.
Gözü kaybetme riski bu yöntemle yoktur.
Bu yöntemin uyguladığı her yüz kişiden 90’ı gözlüksüz gazete okur hale gelmiş ve eski şikâyetleri hiçbir zaman geri gelmemiştir.
Bu yöntem katarakt başlangıcı olan ve de ince kornası olan kişilere uygulanamaz
45 yaşını geçmiş hastalara uygulanır
Daha önce lazer olmuş olması bu ameliyatı olmasını engel değildir.

2) SUPRACOR

Supracor yakın görüşün düzeltilmesini sağlayabilen basit bir işlemdir. Bu işlem esnasında gözün dış yüzeyine excimer laser uygulanılarak kornea nazikçe yeniden şekillendirilir. Presbiyopi cerrahisinde supracor diğer refraktif cerrahi işlemlere nazaran daha güvenlidir.
Yakın görüş supracor tedavisinin amacı; gazete, restoran mönüsü, bilgisayar ya da cep telefonundaki her gün karşılaştığınız yazıları gözlüksüz okuyabilmeniz için yakını görme gücünüzü iyileştirmektir. Supracor uzak görüşü bozmadan hem uzak hem de yakın görmeyi tek seansta düzelten güvenli ve etkili bir yöntemdir.

SONUÇLARI OLDUKÇA YÜZ GÜLDÜREN %90 BAŞARI SAĞLAYAN PRESBYOPİ DÜZELTME AMELİYATIDIR

SUPRACOR, Teknolas Excime Laser 217 P ile uygulanabilen yeni bir korneal tekniktir. Presbiyopik algoritması sayesinde her iki göze birden yapılır. Hipermetrop, Emetrop ve Miyop gözlerin yanı sıra post-LASIK durumlarında da uygulanır. Tek seansta hem uzak hem yakın görme düzeltilmektedir. Intracor deneyimlerimizden yola çıkılarak geliştirilmiş ve birleştirilmiş 2 dünyanın en iyisidir. Diğer presbi-Lasik yöntemlerinde Pupil (gözbebeği) alanı içerisinde istenmeyen aberasyon (sapma) oluşup uzak görüş bozulurken, bu yöntemde istenmeyen aberasyonlar oluşturulmadan sonuca varılmaktadır.

Supracor için bazı uygunluk kriterleri vardır.Bunlar muayene ve ölçümlerle tespit edildikten sonra tedavi uygulanabilmektedir. Lasik yöntemine uygun olan her göze Supracor da uygulanabilir. Kısıtlamalar ise yine lasik adaylarındaki gibi kuru göz, katarakt, ince kornea, glokom, keratokonus gibi göz hastalıklarını içermektedir.Intracor'da başarı şansı %80'lerdeyken, Supracor sayesinde yakın tedavilerde başarı şansını %90'a çıkarmayı başardık. Ayrıca Supracor ile ilk defa uzak hipermetropu ile yakın hipermetropu (presbiopi) aynı anda tedavi edilebilmektedir. Başarı oranının %90 olmasının yanında en önemli diğer başarı uzak görme kalitesinde hiçbir kayıp olmamasıdır. Bütün diğer presbiopi tedavilerinde uzak görme kalitesinde kayıplar olabiliyordu.
0 yorum

Hangi meslekler alzheimer riskini artırıyor?

Türkiye’de Alzheimer hasta sayısı henüz korkutucu boyutlarda olmasa da her geçen gün bu oran artıyor.

Dünyada yaklaşık 30 milyon Alzheimer hastası olduğu ve bu sayının katlanarak arttığı düşünülüyor. Giderek artan bu hastalığa ilerleyen yaşlarda yakalandığımız takdirde hem kendi hayatımızı hem de bize bakmakla yükümlü kişilerin hayatını olumsuz etkilememiş oluyoruz. Bunun içinse çeşitli önlemler almamız yeterli. 21 Eylül Dünya Alzheimer Günü’nde Anadolu sağlıkMerkezi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Yaşar Kütükçü, kimyasal ve toksik maddelere fazla maruz kalan kişilerle, elektromanyetik alan etkisinde çalışanların Alzheimer hastalığına yakalanma risklerinin daha fazla olduğunu belirtiyor…

Alzheimer hastalığına yakalanmamak için erken yaşlarda önlem almaya başlamak gerekiyor. “Bana bir şey olmaz” düşüncesiyle hareket etmek hastalığa yakalanma riskini artırıyor. Özellikle 65 yaşından sonra görülme sıklığı giderek artan bu hastalıkla ilgili ülkemizde yapılan çalışmalarda, 65-70 yaş aralığında hastalığın görülme sıklığı %4-5, 70 yaş üzeri görülme sıklığı ise yaklaşık %10 olarak belirtiliyor. Hastaların yarısının 75-80 yaş aralığında olduğunu belirten Anadolu Sağlık Merkezi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Yaşar Kütükçü, keyifli aktivitelerle hafızamızı güçlendirerek hastalığın riskini azaltabileceğimizi söylüyor. Eğlenceli ve hoş zaman geçirerek bu hastalığı yenmemiz veya mümkün olduğunca ertelememiz mümkün olabiliyor. Bulmaca ve sudoku çözmek, scrable gibi strateji oyunları oynamak, bol miktarda gazete, dergi, Kitapokumak, müzik aleti çalmak, yabancı dil öğrenmek ve yeni hobiler, uğraşlar edinmek hafızamızı ciddi anlamda güçlendirmemize yardımcı oluyor.

Kimyasal ve elektromanyetik alana maruz meslek gruplarında risk yüksek

Bazı meslek grupları Alzheimer hastalığına yakalanma riskine adeta davetiye çıkarıyor. Kimyasal ve toksik maddelere fazla maruz kalan kişilerle, elektromanyetik alan etkisinde çalışanlar Alzheimer hastalığı riski taşıyor. Prof. Dr. Kütükçü, “Özellikle aşırı düşük frekanslı manyetik alan etkisinde fazla kalan kişilerde daha çok görüldüğü yapılan çalışmalarda bildiriliyor. Fenol, Alkol, benzen, toluen ve diğer solventlere toksik dozlarda maruz kalma, kurşun, civa gibi ağır metaller ve pestisitlerle ilgili meslekler daha fazla risk altındalar” diyor.
Unutkanlığı ve ileride gelişebilecek demansı önlemenin yolları önce bunlara neden olabilecek hastalıkların bilinmesi ve bunlara karşı yapılacak mücadele ile başlıyor. Damar sertliğine neden olan yüksek tansiyon, şeker, kolestrol yüksekliği, sigara kullanımı gibi nedenler var ise bunların önlenmesi gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Kütükçü, özellikle düzenli egzersiz yapan kişilerde unutkanlık ve demansın gelişme riskinin daha düşük olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Sosyal ilişkilerde bulunmak ve aktif olmak bu hastalık için oldukça önemli. Sosyal olan kişilerde stres, depresyon gibi belirtiler daha az görülüyor, bu da risk faktörlerinin azaltılmasın için mühim bir unsur. Alzheimer hastalığından korunmak için stresi azaltmak, dengeli beslenmek gerekli. Kişilerin hobilerini devam ettirmesi, uykusunu düzenlemesi ve sigara kullanıyorsa tüketimini azaltması gerekiyor” diyor.

21 Eylül Dünya Alzheimer Günü’nde Prof. Dr. Yaşar Kütükçü, unutkanlıkta yardımcı olacak basit öneriler sunuyor;

•?Günlük işlerinizi, planlarınızı ve randevularınızı not alın
•?Alışverişe çıkarken liste yapın
•?Önemli telefon numaralarını bir yere yazın, kaydedin
•?Bir şeyi nasıl yapacağınızı unutuyorsanız yapış sırasını yazın
•?Eşyalarınızı koyduğunuz yeri sürekli olarak unutuyorsanız hep aynı yere koymaya özen gösterin
•?Konuştuğunuz kişiye dikkatinizi verin, odaklanmaya çalışın. Mümkünse bu konuşmaları sessiz ortamda yapın.
0 yorum

Selülitleri durduran 10 egzersiz!

Herbalife Türkiye Spor Danışmanı Ebru Karaduman, tüm kadınların korkulu rüyası olan selülitlerden kurtulmanızı sağlayacak egzersiz tüyoları paylaştı.

Herbalife Türkiye spor Danışmanı Ebru Karaduman, tüm kadınların korkulu rüyası olan selülitlerden kurtulmanızı sağlayacak egzersiz tüyoları paylaştı

Vücutta hormonal dolaşım bozukluğundan kaynaklanan dengesizlik nedeniyle oluşan selülit, tüm kadınların en büyük kabusu. Kadınlarda daha sık görülen selülitin kiloyla doğrudan bir ilgisi olmadığını belirten Herbalife Türkiye Spor Danışmanı Ebru Karaduman, kilolu veya zayıf tüm kadınları rahatsız eden selülitin oluşmasında genetik yatkınlığın önemli bir etken olduğunu açıkladı.

Selülitten egzersizle kurtulmanın mümkün olduğunu söyleyen Herbalife Türkiye Spor Danışmanı Ebru Karaduman, aşağıdaki egzersizlere her gün 30-40 dakika ayrılması halinde selülitlerde gözle görülür bir azalma sağlanabileceğine dikkat çekti.

Herbalife Türkiye Spor Danışmanı Ebru Karaduman’dan selülitlerinizle vedalaşmanızı sağlayacak 10 etkili egzersiz:

1. Sırtüstü yatarak bacakları tek tek düz olarak kaldırıp, indirin.
2. Yüzüstü yatarak kalça kaslarını sıkıp beş saniye bekleyin ve gevşeyin.
3. Bacaklarınızı omuz genişliğinde açın, kalçanız dizlerinizin hizasına gelecek şekilde çöküp, kalkın.
4. Yan yatarak alt bacağı büküp, üst bacağı 45 derecelik açıyla kaldırıp bu pozisyonda beş saniye bekleyin ve gevşeyin.
5. Sırtüstü pozisyonda ayak tabanlarınızı yere basın ve kalçayı kaldırıp, indirin.
6. Emekleme pozisyonunda bir bacağınızı bükerek yukarı kaldırıp, indirin.
7. Emekleme pozisyonunda bir bacağı bükmeden arkaya doğru uzatın, aşağı yukarı kaldırıp, indirin.
8. Ayakta, dizinizi bükerek göğsünüze kadar kaldırıp, indirin. Hem sağ hem de sol diziniz için aynı hareketi tekrarlayın.
9. Dik pozisyonda otururken dizlerinizi 90 derece açıyla, ayaklarınızı yere basacak şekilde yerleştirin. Bu pozisyonda bacak arasına bir yastık koyarak bu yastığı sıkıştırıp beş saniye bekleyin ve gevşeyin.
10. Yüzüstü uzanın ve bacaklarınızı yukarı kaldırıp otuz saniye boyunca açıp, kapatın.
Herbalife Türkiye Spor Danışmanı Ebru Karaduman, bu egzersizlerin 15-20 kez tekrarlanması gerektiğinin altını çizdi.
0 yorum

Grip deyip geçmeyin!

Özellikle çocuklar ve yaşlılarda bulaşıcı hastalıklara zemin hazırlayarak, orta kulak iltihabı, zatürre, beyin zarı ve beyin dokusu

Özellikle çocuklar ve yaşlılarda bulaşıcı hastalıklara zemin hazırlayarak, orta kulak iltihabı, zatürre, beyin zarı ve beyin dokusu enfeksiyonları gibi tehlikeli sonuçlara neden olabilen grip[1], dünya genelinde 3 ila 5 milyon civarında şiddetli vakaya ve 250 bin ile 500 bin civarında vakada ise ölüme neden olmaktadır[2]. Siz de geç kalmadan tedbirinizi alın, grip aşısı olarak griple vedalaşın.


Influenza virüsünün yol açtığı bulaşıcı bir hastalık olan grip, genellikle öksürük ve hapşırıkla etrafa saçılan damlacıkların havada dağılması ile bulaşmaktadır1. Genellikle soğuk algınlığı ile karıştırılan grip, soğuk algınlığına kıyasla daha ağır belirtilerle seyreder ve iyileşmek için uzun süre gerekmektedir1,2. Genellikle 39 derecenin üzerinde seyreden ateş, şiddetli kas ağrıları ve halsizlik ile seyreden grip, 3 ile 7 gün arasında hastaları yatağa mahküm edebilmektedir1.

Gerekli tedbirler alınmadığında ölümle sonuçlanabilecek grip, özellikle kalp-damar hastaları, solunum yolu hastalığı bulunanlar, kalp-damar hastalıklarına ek olarak şeker hastalığı bulunanlar için büyük risk teşkil etmektedir1. Örneğin gribe yakalanan kalp-damar hastalarında ölüm riski 52 kat, solunum yolu hastalarında ise 120 kat daha fazla olabilmektedir1. Bununla beraber grip, erişkinlerde hastaneye başvurmaya, ilaç kullanımına, iş devamsızlığına ve aktivite kısıtlığına neden olabilmektedir[1]. Hastalık nedeniyle toplam iş günü kaybının %10-12’sinden gribin sorumlu olduğu düşünülmektedir[2].

Gripten korunmanın en etkili yollarından birinin grip aşısı olduğunu vurgulayan GSK Türkiye Medikal Direktörü Dr. Yıldıray Tanrıver özellikle risk grubundaki hastalar başta olmak üzere, tüm çocuk ve erişkinlerin1 her yıl aşı yaptırması gerektiğine dikkat çekmektedir. Çocukların grip aşısı olmasının önemine değinen Tanrıver “Grip mevsimi sırasında hamile kalmayı planlayanlar ile 50 yaş üzerindeki tüm yetişkinlerin de her yıl aşı olmalarını önerilmektedir”1 dedi. İnfluenza virüsünün Ocak-Şubat arası dönemde yaygın bir şekilde görüldüğünü, son 4-5 sezondur grip Mayıs ayına kadar uzadığını[3] belirten Tanrıver; “Sonbahar aylarında uygulanmaya başlayan grip aşısının artık ilkbahar aylarına kadar uygulamak gerektiğini vurgulayarak, herkesi erkenden tedbir almaya ve griple vedalaşmaya davet ediyoruz”[4],[5] dedi.

T.C. sağlık Bakanlığı, Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Grip Hastalığı Genelgesi, B100TSH0110001

[2] Influenza (Seasonal). http://www.who.int/mediacentre/factsheets/fs211/en/index.html. Son Erişim Tarihi: 17.05.2013. 15
[3] Neuzil K.M.. Illness Among Schoolchildren During Influenza SeasonArch Paed Adol Med2002;156: 986-991
[4] Keech M, et al. The impact of influenza and influenza-like illness on productivity and
healthcare resource utilization in a working population. Occup Med 1998;48:85-90
[5] Akçay Çıblak M., İstanbul Tıp Fakültesi Viroloji ve Temel İmmünoloji Bilim Dalı (İTFVBD), Ulusal Sentinal Sürveyans Ağı, 2003-2012 verileri
[6] Badur S. Ünal S., Grip: Önemi ve Aşısı, Aşı, Editör Prof. Dr. Selim Badur, Ekim 2011, İstanbul. s: 98-131. 18.
[7] Badur S. Akçay Çıblak M., Grip Platformu Bülteni, 2011:1. 19. Akçay Çıblak M., İstanbul Tıp Fakültesi Viroloji ve Temel İmmünoloji Bilim Dalı (İTFVBD), Ulusal Sentinal Sürveyans Ağı, 2003-2012 verileri
0 yorum

Diyette yapılan 10 hata



Diyet yapıyorum ama istediğim kiloyu veremiyorum diyorsanız uyguladığınız diyet programı size uygun olmayabilir. İdeal diyet programını diyetisyeniniz sizin yaşam tarzınıza, metabolik bulgularınıza ve vücut analiz sonuçlarınıza göre düzenler.



İstediğiniz süreçte kilonuzu veremiyor ve uzun vadede kilonuzu koruyamıyorsanız diyette en çok yapılan hataları sizde yapıyor olabilirsiniz.



1.Moda diyetleri yapmak

Bu tarz diyetlerle çoğu kişide birkaç kilo gider ama giden su veya proteinden yetersiz bir programsa kas kaybı olacaktır ve kişi kilo verdiğini sanır. Sonrasında fazlasıyla kiloları geri alma ve metabolik direnç görülme riski vardır.



2.Sürekli aynı diyeti uygulamak

Uyguladığınız diyet programı bir süre sonrasında kilo kaybında durağanlaşma yaratabilir. Diyetisyen kontrolünde programınızı değiştirmek daha sağlıklı sonuçlar almanızı sağlayacaktır.



3.Kahvaltıyı atlamak

Kahvaltı sizi güne hazırlayan en önemli öğündür. Atlandığında daha az kilo verecek, metabolizmanız yavaşlayacak, konsantrasyon problemi yaşayacaksınız.



4.Hızlı yemek yemek

Yemek yeme süresi mümkün olduğu kadar uzatılmalıdır. Böylelikle hem daha az yemek yiyecek hem de sindirim enzimleri salgılanacaktır. Hızlı yemek yendiğinde sindirim yavaşlamakta bu durumda kilo artışına neden olmaktadır.



5.Su içmemek

Su besinlerin sindirilmesi, metabolik atıkların atılması, metabolizmanın hızlanması ve dolayısıyla kilo kaybı için elzemdir. Günde 2-2,5 lt su içilmelidir ama tükettiğiniz çay, kahve, meyve suyu veya bitki çayları suyun yerini tutmamakta.Diyetisyen Özlem Sert Aydın



6.Sık sık öğün atlamak

Günde sadece 3-4 öğün veya daha az sıklıkta beslenenlerde düzensiz kan şekeri salgılanması, daha fazla açlık hissi ve kilo problemi görülmekte. Beraberinde birçok hastalılar da tetiklenmektedir. Bütün besinlerden ihtiyacımız ölçüsünde ve uygun sıklıkta beslenmek elbette en doğru yöntem.



7.Az uyumak

Günde 7 saatten az uyuyan kişilerin daha fazla kilo alma riskine sahip oldukları araştırmalarca desteklenmekte. Uyku esnasında salgılanan büyüme hormonu yağ yakımına da destek olmaktadır.



8.Kısa sürede kilo vermek

Herkes biran önce fazla kilolarından kurtulmak ister ama hızla verilen hızla geri alınabilmektedir. Önemli olan sağlıklı beslenme alışkanlığının edinilmesi.



9.Diyet süresince hergün tartılmak

Zayıflama diyeti süresince sizi demoralize edebilecek en önemli unsurdur tartılmak. Gün içerisinde bile değişimler görülebilir; ödem artışı, kabızlık total kiloyu etkileyebildiği için tartıya çıktığınızda kendinizi kilo almış olarak görebilirsiniz. Haftada 1 kez mümkünse diyetisyeninizin kontrolünde tartılmalısınız.



10.Sevdiğiniz yiyecekleri hayatınızdan çıkarmak

Zayıflamak için asla sevdiğiniz yiyeceklere veda etmeniz gerekmiyor. Beslenmenize yaşam boyu dikkat etmeniz gerekmekte ama ara sıra kendinizi de ödüllendirmek motivasyonunuzu tetikleyecektir.Diyetisyen Özlem Sert Aydın



Diyetisyen Özlem Sert Aydın

www.ozlemsert.com
0 yorum

Erken teşhis ile meme kanserinden kurtulun!

Batılı ülkelerde kanser sıklığındaki azalışa rağmen Türkiye'de endüstrileşmenin etkisiyle kansere bağlı ölümler artıyor.

Meme kanseri ise dünyada en sık görülen kanser türlerinden. Oysa kadınların bu korkulu rüyasından erken teşhis sayesinde tamamen kurtulabilmek mümkün! Erken teşhisin meme kanserinde de hayat kurtardığını belirten Acıbadem Maslak Hastanesi Meme Sağlığı Merkezi Başkanı Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Cihan Uras, “Belirti olmasa bile 40 yaşın üzerindeki her kadının mamografi yaptırması şart” diyor. Prof. Dr. Uras, Ekim ayının “Meme Kanseri Farkındalık Ayı” olduğuna dikkat çekerek, her kadının meme kanseri ile ilgili ne kadar risk taşıyıp taşımadığını bilmesi gerektiğini vurguladı.

Dünyada en sık görülen kanser türlerinden meme kanseri. Amerika Birleşik Devletleri'nde 80 yaşına kadar yaşayan her 8 kadından biri hayatının bir döneminde meme kanseri ile karşılaşıyor. Ülkemizde de kadınların en sık karşılaştığı kanser türü olarak dikkat çeken meme kanseri, artık genç yaşlarda da çok sayıda kadının kapısını çalabiliyor! Acıbadem Maslak Hastanesi Meme Sağlığı Merkezi Başkanı Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Cihan Uras, meme kanserinde erken teşhis ve düzenli kontrolün son derece önemli olduğunu belirterek, “Meme kanserinden artık tamamen kurtulabilmek mümkün. Çünkü meme kanserinde eskiden herkese aynı tedavi uygulanırdı halbuki şimdi kişiye özel tedavi var. Hatta kişinin tümörüne özel tedavi var” diyor. Ailesinde hiçbir risk faktörü olmayan, görünüşte tamamen sağlıklı olan kişilerin de kanserden korunmak için mutlaka tarama programlarına girmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Uras, her kadının meme kanseri ile ilgili ne kadar risk taşıyıp taşımadığını bilmesinin şart olduğunu söylüyor. Yüksek risk grubunda olan kadınların tarama programlarına daha erken dönemde girmesi gerekiyor. Tarama programları sayesinde meme kanserinde erken tanı rahatlıkla konulabiliyor ve kadınların bu hastalıktan tamamen kurtulmaları sağlanabiliyor.

20 yaşından sonra kendi kendine muayene!

Dünyada her yıl binlerce kadın meme kanseri nedeniyle hayatını kaybederken bu ölümlerin büyük bir bölümünün altında kanser teşhisinde geç kalınması yatıyor. Öyle ki meme tetkikleri düzenli olarak yapılıp kanser erken evrede yakalandığı takdirde meme kanseri artık 'tamamen tedavi edilebilir' bir hastalık. 20 yaşından sonra ayda bir kez her kadının kendi kendini muayene etmesinin yanısıra doktor kontrolü ile bazı görüntüleme tetkikleri erken teşhiste büyük önem taşıyor. Kadınların mutlaka yaptırması gereken özel tetkikler hakkında bilgi veren Prof. Dr. Uras “Kadının taşıdığı risk faktörlerine göre muayene sıklığı değişebilse de her kadının 20 yaşından sonra 1-3 yılda bir, 40 yaşından sonra ise her yıl meme konusunda uzmanlaşmış bir doktor tarafından meme muayenesinin yapılması gerekiyor” diyor.

Ultrasonografi ise ses dalgaları aracılığıyla görüntü elde edilmesini sağlayan bir yöntem. Ultrasonda radyasyon riski ve yan etki yok. Ayrıca işlem sırasında Ağrı da duyulmuyor. Meme dokusu yoğun olan, yani genç kadınlarda memenin ultrason ile incelenmesi öneriliyor. Çünkü genç kadınlarda memenin süt üreten dokusu fazla (meme yoğundur) olduğu için mamografinin kanser saptamadaki başarısı düşüyor. Ayrıca genç kadınlarda meme dokusu radyasyona daha duyarlı olduğu için mamografi riskli olabiliyor. Ultrasonda ise meme dokusu tarafından örtülmüş olduğu için mamografide görülemeyen küçük kanser odakları daha kolay saptanabiliyor. 35 yaşın altındaki, hamile veya süt emzirmekte olan kadınlarda ve bir meme bulgusunun değerlendirilmesi gerektiğinde ultrason tercih edilen ilk yöntem. Çünkü radyasyon riski yok. Ayrıca meme kanseri açısından riskli bulunan 40 yaşın altındaki tüm kadınlarda tarama yöntemi olarak kullanılabiliyor. Çok riskli kişilerde bu yaşta bile bazen taramaya mamografi eklemek gerekiyor.

Hiçbir şikayet görülmeyebiliyor

Meme kanseri ülkemizde giderek artarken, erken saptanamadığında ölüm riski oldukça yüksek olan bu hastalık, erken teşhis edildiğinde başarıyla tedavi edilebiliyor. Meme kanserinin erken dönemde saptanmasını sağlayan en önemli yöntem ise; mamografik tarama. Zira meme kanseri memede veya koltukaltında ele gelen kitle, meme başından akıntı gelmesi gibi belirtiler verse de, bazı hastalarda bu yakınmaların hiçbiri olmuyor. Bu durumda da meme kanseri sadece mamografi incelemesiyle tespit edilebiliyor. Ancak özellikle meme dokusu yoğun olan kadınlarda taramada mamografinin ultrasonografi ile birlikte kullanılması gerekiyor. Bu şekilde duyarlılık yüzde 90’ın üzerine çıkarılabiliyor. Pek çok kadın mamografide alınan radyasyondan dolayı endişe duyuyor; oysa bu işlem sırasında alınan radyasyon dozu son derece düşük. Bir kişinin 3 ayda normal olarak maruz kaldığı ya da uzun bir uçak yolculuğunda alınan radyasyon dozu mamografiye eşit. Dijital mamografilerde bu doz daha da düşüyor. Herhangi bir bulgu ya da belirti olmasa bile 40 yaşın üzerindeki tüm kadınlara düzenli olarak 1 ya da 2 yıllık aralıklarla mamografik tarama yaptırmaları öneriliyor.
0 yorum

Kalp hastalarına 'kelle paça' uyarısı

AKÜ Tıp Fakültesi Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Darçın: "Kalp hastaları için paça ve kelle türü yiyecekler etten daha zararlı"

Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Tıp Fakültesi Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Osman Tansel Darçın, kalp hastaları için paça ve kelle türü yiyeceklerin etten daha zararlı olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Darçın, kalp krizi geçirmiş, kalbinde stent olan ya da kalp ameliyatı olmuş kişilerin et tüketiminin sınırlı olması gerektiğini belirterek, Kurban Bayramı'nda söz konusu kişilerin sakatat tüketiminde dikkatli olması uyarısında bulundu.

Kurbanın kesilmesinin ardından etin dinlendirildikten sonra tüketilmesi gerektiğini bildiren Prof. Dr. Darçın, şunları söyledi: "Özellikle kalp hastalarının eti tüketirken daha hassas davranması gerekir. Kalp hastası veya ameliyatı geçiren kişiler daha dikkatli olması gerekir. Et, Türk toplumunun hayatında kuşkusuz vazgeçemeyeceği bir gıda. Toplum olarak eti çok seviyoruz ve tüketmek istiyoruz. Gençlik yıllarında edindiğimiz gıda alışkanlıklarımızı yaşlanınca kolayca değiştiremiyoruz. Bu, sağlık açısından doğru değil. Hastalara, eti Kurban Bayramı'nda hiç tüketmeyin diyemem ancak dikkatli tüketmelerini tavsiye ediyorum. Kalp hastaları, az miktarda ve tadacak kadar yemeli. Gıda mühendisleri, etin haşlama şeklinde tüketilmesini tavsiye ediyorlar ancak eti haşlama şeklinde yemek halkımızın genellikle pek de sevmediği bir şey. Bu durumda en azından ızgara olarak tüketilebilinir. Sakatatlardan biraz daha uzak durmak gerek."

"Paça, kelle, etten daha zararlı"
Prof. Dr. Darçın, kurbanın paça ve kelle kısmından yapılan yemeklerden kalp hastalarının uzak durması tavsiyesinde bulunarak, bu tür yemeklerin, normal et yemeklerinden daha zararlı olduğunu anlattı.

Kalp hastalarının Kurban Bayramı'nda et tüketimine dikkat etmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Darçın, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Kalp hastalığı bulunan kişiler için ciğer, kelle, paça ve işkembe türü şeyler etten daha da zararlıdır. Tüketeceğimiz et eğer dana eti olursa daha iyi olur. Koyun eti, kolesterol açısından daha zengin ve zararlı. Bu noktada koyun etinden özellikle kalp hastalarının uzak durmasında fayda var. Kalp hastalarının daha ziyade az miktarda ızgara tarzında yapılmış dana etlerden tadımlık olarak yemelerini öneriyorum."
0 yorum

Kalp yetmezliği ile daha erken tanışıyoruz

Türkiye'de kalp yetmezliği 10 yaş daha erken ortaya çıkıyor

Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı BaşkanıProf. Dr. Mehmet Birhan Yılmaz, Türkiye'de kalp yetmezliğinin dünya ortalamasına göre 10 yaş daha erken ortaya çıktığını belirtti.

Dünya Kalp Günü (29 Eylül) dolayısıyla AA muhabirine açıklamalarda bulunan Yılmaz, kalbin, vücudun ihtiyaçlarını karşılayacak güçte çalışamaması ve yorgun düşmesiyle kalp yetersizliği sorunun ortaya çıktığını bildirdi. Yılmaz, bunun pek çok sebebi olabileceğini ifade ederek, hastalığın belirtileriyle ilgili şu bilgileri aktardı:

"Nefes darlığı tipik belirti olarak kabul edilir. Ayakkabı bağlanırken nefesin daralması bir belirti olabilir. Yokuş çıkarken nefes açlığı hissedilmesi halinde de kalp yetersizliği başlangıcından şüphelenilir. İlerleyen evrelerde, kalbin halsizliğine genel vücut halsizliği ve bitkinliği eşlik etmeye başlar. Takiben, ayak bileğinden başlayan şişlikler tabloyu belirler. Daha ilerleyen dönemlerde hasta sırt üstü düz yatamayacak hale gelir. Bir kaç saat sırt üstü yatıp uyuyabilmek bazı hastalar için lüks kabul edilir."

Türkiye'de son yapılan çalışmaya göre, erişkin nüfusta kalp yetmezliği görülme sıklığının yüzde 3, ortalama yaşın ise 62 olduğunu bildiren Yılmaz, bu oranın dünyada yüzde 2, ortalama yaşın ise 72 olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Yılmaz, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Bunun anlamı şu, sıklık açısından dünya şampiyonuyuz. Üstelik bizde hastalık 10 yaş daha erken ortaya çıkıyor. Dünyadaki ve ülkemizdeki rakamları özetlemek gerekirse Avrupa ülkelerinde yaklaşık 15 milyon, Amerika Birleşik Devletleri'nde 6 milyon kalp yetersizliği hastası bulunuyor. Türkiye'de ise 1 milyona yakın kalp yetersizliği olgusunun bulunduğu tahmin ediliyor. 40 yaşındaki bir bireyin, yeterince uzun yaşarsa, kalp yetersizliğine yakalanma sıklığı dörtte bir oranında. Yani her 4 kişiden birisi."

Tansiyon, şeker hastalığı, kalp krizi ve kalp damar darlığının bir süre sonra kalp yetersizliğine yol açtığı uyarısını dile getiren Yılmaz, "Burada acı olan tablo şu, ülkemiz insanlarının bu çaresiz denebilecek hastalığa yakalanma yaşı 10 yaş daha erken. Çaresiz derken kastım, bu hastalığın son çaresi kalp nakli. Unutmamak lazım ki herkeste yalnızca 1 tane kalp var. Oysa iki böbreğimiz var ve biri sevdiklerimize bağışlanabilir. Öte yandan kalbimiz tek. Sadece ölüm halinde kalp sağlamsa başkasına nakledilebiliyor" dedi.

-Hastalığın nedenleri
Hastalığın görülme nedenleriyle ilgili de bilgi veren Yılmaz, kalbe yük olan her hastalığın eninde sonunda kalp yetersizliğine yol açtığını bildirdi.
Yılmaz, kalp krizi, hipertansiyon, şeker hastalığı, viral hastalıkların en sık görülme nedenleri olduğunu belirterek, kalp yetmezliğinin genelde yaşlı nüfusun hastalığı olarak bilindiğini ancak ülkede gençler arasında da sık rastlandığını söyledi.
Kalp yetmezliğinden korunma yöntemleriyle ilgili de bilgi veren Yılmaz, aşırı tuz, sigara ve şeker hastalığından sakınmanın, düzenli egzersiz yapmanın ve ailede kalp yetersizliği varsa doktora düzenli kontrole gitmenin korunmada etkili olduğunu sözlerine ekledi.
0 yorum

Brokoli kansere karşı panzehir olabiliyor!

Dr. Sinan Akkurt, Ekim ayının Meme Kanseri Bilinçlendirme Ayı olması nedeniyle yaptığı konuşmada, günlük hayatımızda alabileceğimiz basit ama çok faydalı önlemleri sıraladı.

Brokolinin kanseri önleyici özelliği dışında içerdiği flavonoidler bakımından bağışıklık sistemini güçlendirdiği, kalp hastalıklarına yakalanmada, kalp krizi riskini azaltmada rol oynadığı ve vücudun hormon dengesini sağladığı bilgilerini veren Akkurt, radyasyona karşı da ev ve işyerlerinde kaktüs yetiştirilmesini önerdi.

Ekim ayının Meme Kanseri Bilinçlendirme Ayı olması nedeniyle bir açıklama yapan Dr. Sinan Akkurt, meme kanserinin tedavi edilebilir bir hastalık olduğuna ve çıkabilecek belirtilerde mutlaka hekim kontrolüne gidilmesi gerektiğine dikkat çekti.

Meme kanseri riskine karşı haftada 1 ya da 2 kez brokoli yenilmesini öneren Akkurt, A, C, E ve karotin bakımından zengin bir yapıya sahip olan brokolinin antioksidan bakımından da zengin olmasının hücreleri serbest radikallere karşı koruduğunu, "sülforafan" zengini olan brokoli filizinin tam bir panzehir görevi üstlendiğini belirtti.

Akkurt'un verdiği bilgilere göre, brokolinin tohumundan yeni çıkmış olan brokoli filizleri, erişkin bir sebzeye göre 50 kat daha fazla sülforafan taşıyor. Sülforafan maddesi kanserli hücrelerin büyümesini engellemekle birlikte onları öldürebiliyor. Yapılan klinik araştırmalarında meme kanseri olan kadınlara brokoli, kıvırcık lahana, beyaz lahana ve karnabahar gibi besinler verilerek, meme kanseri riskinin yüzde 50 azaltıldığı, kimilerinde ise tamamen iyileşme belirtisi gösterdiği görülmüş durumda. Ayrıca brokoli içerisinde bol miktarda göğüs kanseri riskini azaltan 'indole" adlı bir madde içeriyor. Bu besin göğüs kanserine neden olan östrojen bozukluklarını engelliyor.

Brokoliyi iyice yıkadıktan sonra, çay, çorba, yemek ve çiğ şeklinde salata olarak tüketebileceğimizi hatırlatan Akkurt, Omega 3 doymamış yağ asitlerine sahip olan balıkyağı ve arıların kovanlarını izole ettikleri propolis maddesinin de kanserle savaşta destek olabileceğinin araştırmalarda görüldüğünü açıkladı.

Dr. Akkurt, hastalıkla ilgili alternatif tedavi metotlarının da geliştiğine değinerek, yardımcı tedavi metodu olarak biorezonanstan yararlanılabildiğini açıkladı.

Cep telefonu, televizyon, bilgisayar, floradan lamba, yüksek enerjili ısıtıcılar v.b. gibi radyasyon yayan cihazlardan uzak durmanın ve ölçülü kullanmanın gerektiğini söyleyen Akkurt, "Ne yazık ki, toplum olarak cep telefonu bağımlısıyız. Ancak kanser açısından bu telefonlar çok büyük risk faktörü. Cep telefonu ilk çaldığı an kesinlikle açmamalı, yolculukta telefonu kapatmalı, yatarken de telefonu yatak odanızdan uzakta şarj etmelisiniz" dedi.

Deterjan yerine limon suyu oda kokusu yerine saf uçucu yağ

Bu cihazların radyasyon da yaydıklarını ve bu iyonların havada asılı kaldığını söyleyerek şu önerilerde bulundu: "Çözücüler, boyalar, mürekkepler, böcek ilaçları v.b. gibi kimyasallardan kaçınmak gerekiyor. Ayrıca kağıt ve mürekkep kartuşlarının geri dönüşümlü olmasına dikkat etmelisiniz. Evde kullanılan deterjanlar, oda spreyleri kanserojen maddeler içerdiği için kanser riskini artırıyor. Ev temizliğini sirke, limon suyu, kabartma tozu, çamaşır sodası ve zeytinyağı ile yapmanızda fayda var. Oda kokusu olarak taze doğal çiçekler veya organik çiçeklerden elde edilen saf uçucu yağlar en idealidir. Leke, su tutmayan yatak örtüleri, mobilyalar, el çantaları kanserojen maddelerdir. Hammaddesi pamuk, keten, yün ve kenevir olan elbiseleri tercih etmelisiniz. Dolaplarınızda naftalin yerine ceviz yaprağı kullanmalısınız."

Sağlıklı beslenmenin son derece önemli olduğunu vurgulayan Akkurt, koruyucu ve yapay katkı maddesi ihtiva eden fabrikasyon gıdalardan, beyaz, esmer, her türlü şeker, beyaz un, rafine tuz, kızartma v.b. gibi yiyeceklerden kesinlikle kaçınılması, özellikle gebelikte tuzlama türü gıdalardan uzak durulması gerektiğini belirtti.

Uzay besinleri ile beslenin

Astronotların kullandığı uzay besinleri ile radyasyondan korunmamızı öneren Akkurt, şu bilgileri verdi: "Vitaminler, radyasyona karşı savaşta önemli bir yer tutar. A, C ve E vitaminlerinin moleküler yapıları sayesinde antioksidan koruma sağladığı kanıtlanmıştır. Bu vitaminlerin ve diğer antioksidanların yüksek miktarda alınması, pilotlar gibi yüksek irtifada çalışanları, mesleki bir tehlike olan ve radyasyonla harekete geçen kromozom hasarından korur. ACE katkıları ayrıca, astronotları yüksek radyasyon seviyelerinden korumak için 'uzay besinleri' olarak da önerilmektedir. A vitamini, radyasyon etkilerini iyileştiriyor ve kanser hücrelerini öldürüyor. C vitamini, glutatyon gibi doğal antioksidan sistemleriyle birlikte, DNA'nın ve kromozomların, oksidatif hasardan korunmalarına yardımcı olur. C vitamini aynı zamanda insan kan hücrelerinin radyasyon yüzünden ölümünü de önler. C ve E vitamini, serbest radikalleri etkisiz hale getiriyor. E vitamini de serbest radikalleri oluşur oluşmaz stabilize eder ve toksisitelerini azaltır."

Yapılan araştırmaların CT taramalarının, zannedilenden dört kat daha fazla radyasyon yaydığını ortaya koyduğunu, sıradan tıbbi X ışınlarıyla karşılaştırıldığında, CT taramalarının çok daha yüksek çözünürlüklü görüntüler verdiğini de sözlerine ekledi.
0 yorum

Erken menopoza “erken” teşhis

Dünyada her 100 kadından 3’ü erken menopoza giriyor.

Erken menopoz hastalığı rahim kanseri gibi birçok hastalığa da davetiye çıkarıyor. Her kadının doğal bir süreç olarak yaşadığı menopoz erken geldiğinde kadınlar zor bir döneme giriyor. Bu dönem dikkatli takip edilmediğinde ise önemli sağlık sorunları baş gösteriyor. 18 Ekim Dünya Menopoz Günü’nde Anadolu Sağlık Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Nuri Ceydeli erken menopoz hastalığına dikkat çekerek tedavideki gelişmeleri anlatıyor.

Kadının yaşamında bir dönüm noktası, menopoz. Bu özel döneme hazırlıklı olmak, yaratacağı zorlu etkileri azaltmak gerekiyor. Ancak zamanından önce erken menopoza girmek ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Ülkemizde kadınlar ortalama 47, Avrupa’da ise 51 yaşında menopoza giriyor. Yumurtalık rezervinin sona ermesiyle ortaya çıkan menopozun, 40 yaşından önce olması durumunun erken menopoz olarak kabul edildiğini ifade eden Op. Dr. Nuri Ceydeli “Yaklaşık 15-29 yaşlarındaki 1000 kadından birinde, 30-39 yaşlarındaki 100 kadından birinde erken menopoz görülüyor” diyor.

Alışkanlıklar erken menopoza girmemizi etkiliyor

Erken menopoz iyi bir analizle kolayca anlaşılabiliyor. Erken menopoz döneminde psikolojik değişiklikler, uykusuzluk, ani terlemeler, odaklanamama ya da agresif tavırlar en dikkat çekici belirtiler oluyor. Op. Dr. Nuri Ceydeli, ailedeki anne ya da ablanın menopoza girdikleri yaşın bu faktörlerden biri olduğunu söylüyor: “Genetik yapı daha etkili ancak; beslenme, yaşam şekli, sigara alışkanlığı ya da stres gibi faktörler de menopoza girme yaşını etkiliyor. Örneğin, günde 20’den fazla sigara içen kadınların menopoz yaşı 1-2 yıl kadar öne çekilmektedir.” Araştırmalar da, erken menopozun sebebinin % 60’ının genetik olduğuna işaret ediyor ancak sigara, beslenme ve stres gibi faktörler de erken menopozda son derece etkili oluyor. Erken menopozda bir başka faktör olarak da coğrafyanın etkili olduğu söylense de Dr. Ceydeli yaşam şeklinin önemine dikkat çekiyor. Uzakdoğu kadınlarının daha geç yaşlarda veya biraz daha az semptomlarla menopoza girdiğini belirten Dr. Ceydeli bunun nedenini beslenme tarzlarına (soya proteini tüketimi çok fazla), refah düzeyi ve stresin az olmasına bağlıyor.

Erken menopoz “erken” teşhis edilebiliyor

Ailesinde erken menopoz yaşayan herkesin gerekli tıbbi kontrolleri aksattırmadan yaptırmasını öneren Dr. Ceydeli menopozu erken tahmin etmenin mümkün olduğunu belirtiyor. Dr. Ceydeli, böyle bir durumda altta yatan nedenlerin bazı tetkikler aracılığıyla sorgulanması gerektiğini belirtiyor. Genetik ve diğer faktörler dışında hastaya tıbbi gereklilikten dolayı yapılan bazı cerrahi operasyonlar, kemoterapi ya da radyoterapi tedavileri de erken menopoza neden olabiliyor.

Menopoz Check-up ile eksiksiz tedavi

Erken menopozun belirtilerinden biri olan adet düzensizlikleri başlar başlamaz gerekli önlemleri almak gerekiyor. “Menopoz Check-up” ile, kadınların ihtiyaç duyduğu bu destek eksiksiz karşılanabiliyor. Menopoz Check-up uygulaması menopoza girmiş ve girecek olan kadınlara gerçekleştiriliyor. Menopoz Check-up ile kadınların bu süreci daha sağlıklı bir şekilde geçirmesi, jinekolojik hastalıkların erken tanısı ve tedavisi, meme sağlığının korunması, kemik erimesi, ateş basması, sinirlilik, uykusuzluk gibi genel sağlık sorunlarının giderilmesi amaçlanıyor.

Dünya Menopoz Günü’nde Anadolu Sağlık Merkezi Kadın Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Zeynep Yılmaz menopoz yaşını geciktirebilmeniz için yaşam alışkanlıklarınızda dikkat etmeniz gereken noktaları şöyle sıralıyor:

•?Bol bol spor yapın. Haftada en az 3 gün spor yapmaya gayret edin. Gün içinde asansör kullanmak yerine merdiven kullanmayı tercih edin.
•?Vücut kitle indeksinizi hesaplayın. Ne çok zayıf ne de kilolu olun.
•?Zararlı kimyasal maddelerden uzak durun.
•?Stresten kaçının.
•?Sigara kullanmayın. Pasif içicilikten uzak durun.
•?Balık, ceviz, fındık, brokoli, domates, biber, havuç, üzüm, çilek gibi yüksek antioksidan besinler tüketin.
•?Kalsiyumu yüksek gıdalar tüketin. Günde 200 ml. süt, yoğurt ve dondurma yiyin.
•?Bol bol güneşlenin ve D vitaminini eksik etmeyin.
0 yorum

Ellerimizi tehdit ediyor!

En sık görülen deri hastalıklarından biri egzama. Üstelik ülkemizde de dünyada da gitgide yaygınlaşıyor.

Tam iyileşti derken yeniden hatta sıklıkla tekrarlayabilen egzama, yaşam kalitesini bozmasının yanısıra ekonomik kayıplara da neden oluyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Dr. Belma Bayraktar, egzamanın nedenleri arasında çamaşır suyunun da stresin de olabildiğini belirterek, milliyet.com.tr'ye önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.


Vücudumuzda en önemli organlarımız arasında yer alıyor ellerimiz. Ama nedense pekçoğumuz değerini pek de bilmiyor, bakımı için ayrılacak süreyi fazla buluyor, herhangi bir Ağrı- sızı durumunda çok da önemsemiyor, onları pervasızca yıpratabiliyoruz. Gün içinde zaten fazlasıyla yorulan ellerimiz bir yanda teknolojinin, bir yandan çeşitli temizlik malzemelerinin, bir yandan bilgisayar tuşlarının hatta bir yandan da stresin tehdidi altında! El rahatsızlıkları artık çok genç yaşlarda da sıkça rastlanan bir hastalık haline gelmiş durumda. İşte o hastalıkların çokça görülenlerinden biri de el egzaması. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Dr. Belma Bayraktar, el egzamasının en sık rastlanılan deri hastalıklarından biri olduğunu belirterek, sık tekrarlamasının yaşam kalitesini bozup, ekonomik kayıpları da beraberinde getirdiğini söylüyor. El egzamasının çok çeşitli nedenleri olduğunu, bazılarının 'meslek hastalığı' olarak değerlendirildiğini, bazen de mantar hastalığının bir göstergesi olabildiğini kaydeden Dr. Bayraktar, “Çevresel risk faktörleri, hobiler, ev ve işle temas edilen maddelerin detaylı sorgulanması önemlidir. Şüphelenilen olgularda mantar testi ya da biyopsi alınması gerekli olabilir” diyor.

Bazıları kabuklu bazıları içi sıvı dolu kabarcıklı

Ülkemizde de dünyada da gittikçe yaygınlaşan egzamanın sinirsel, alerjik, yağlı deri ve temas egzaması gibi çeşitli nedenleri bulunuyor. Bu, çamaşır suyunun içindeki bir madde olabildiği gibi, nikel alerjisi hatta günümüzün bol stresli yaşantısı da hastalığa davetiye çıkarabiliyor. Nedeni alerjik ise alerji yapan o maddenin kullanımının sona erdirilmesi iyileşme için yeterli. Ancak çoğu zaman hastalığa yol açan faktörler kendini belli etmiyor. Geniş bir yelpazeye sahip olan egzama hastalığının AKUT, kronik, yaş ve kuru şeklinde türleri bulunuyor. Kaşıntılı ve rahatsızlık veren, çatlak oluştuğunda ağrıya yol açan ve enfeksiyon riski taşıyan egzamanın kızarıklık ve deride şişme gibi nedenlerle görüntüsü de bu rahatsızlığı artırıyor. Bazıları kurulukla, kabuklanmayla seyrediyor, bazıları içi sıvı dolu kabarcıklarla. Dr. Belma Bayraktar, egzaması olan kişilerin ellerini temizlerken ve el bakımında anti-alerjik ürünler kullanması gerektiğini belirterek "Yama testi ile allerjenin saptanması gerekebilir. Atopi öyküsü olanlarda koldan yapılan prick test aydınlatıcı olabilir" diyor.

Eldiven kullanırken dikkat

Daha çok kadınları tehdit eden el egzaması, bazı meslekleri çok seviyor. Kuaförler, ahçılar,sağlık çalışanları, metal endüstrisinde çalışanlar ve temizleyicilerde daha sık rastlanıyor. El egzamasında en önemli nedenin bozulmuş deri bariyeri olduğunu belirten Dr. Bayraktar, bu nedenle egzamayı arttıran faktörlerden uzaklaşmanın ve deri bariyerini onarıp korumanın çok önemli olduğunu vurguluyor. Türkiye'de mesleğe bağlı el egzamalarının en fazla görüldüğü gruplardan biri de inşaat işçileri. Mesleğe bağlı el egzamalarında da önlem almanın son derece önemli olduğunu, elleri temizleme sonrası iyi durulamak ve kurulamak gerektiğini belirten Dr. Bayraktar, yıkama sonrası deri koruyucu bariyer kremlerinin faydalı olacağını söylüyor. Yanlış eldiven seçimi de el egzamasına yol açan en önemli faktörler arasında yer alıyor. Latex eldivenlerin sıklıkla alerjiye yol açtığını belirten Dr. Bayraktar, “Koruyucu eldivenlerden latex olanlar, bazı alerjenlere geçirgen olmaları ve duyarlanma yapmaları nedeniyle tercih edilmez. Kullanılacak eldivenler her meslek için farklı özelliktedir. Kumaş eldivenler tek başına veya diğer eldivenlerin içine kullanılır. Eldivenlerin nemlendirmemesi ve tahriş etmemesi önem taşır” diyor.
0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI