işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

Dengeli ve düzenli beslenme ile İnsulin Direncini kırabilirsiniz!

1998 yılında Türkiye’de Tip 2 diyabet hastalığı % 7,2 oranında görülürken bu oran 2010 yılında % 13.7’ye ulaşmıştır. Bozulmuş açlık kan şekeri olan hastalarda 10 yıl içinde diyabet gelişme riskinin %10-15; glikoz tolerans testi bozuk olması halinde ise riskin %35 düzeyinde olduğunu göstermektedir. Bu hastalarda hem glikoz tolerans bozukluğu hem de bozulmuş açlık glikozu bulunması halinde ise 10 yıllık diyabet riski %50’ye ulaşmaktadır.

Kilolu olmak ve kilo almak beslenmeyle ilişkili olduğu kadar vücuttaki bazı fizyolojik olayların sonucu olarak da oluşabilir. Kişide kilo problemi yaratabilen, var olan kiloyu verebilmek için direnç gösteren etkenlerden biri insülin direncidir. İnsülin her insanın pankreasından salınan ve kan şekerinin düşürülmesinden sorumlu bir hormondur. İnsülin yemek yedikten sonra kandaki şekeri vücuttaki hücre ve dokulara taşıma görevini üstlenir. Çeşitli sebeplerden dolayı (başta genetik, obezite, karbonhidrat ve yüksek glisemik indeksli gıdalar içeren yanlış beslenme alışkanlığı, steroid grubu ilaç kullanımı, enfeksiyon, gebelik, alkol kullanımı) insülin görevini yerine getiremediğinde insülin direnci denilen durum ortaya çıkmaktadır. Hipertansiyon, kolesterol yüksekliği ve trigliserit yüksekliği obezite ve insülin direnci ile ilişkili hastalıklardan bazılarıdır.

Kanda bakılan, açlık şekeri ve açlık insülini kullanılarak HOMA-IR (Homeostasis Model of Assessment-Insulin Resistance) değeri hesaplanır ve kişide insülin direncinin olup olmadığı hakkında bilgi verir. HOMA-IR değeri 2.7’den küçük olması insülin direncinin olmadığını, 2.7’den büyük olması ise insülin direncinin varlığını gösterir.

Yemekte doymama ve çabuk acıkma hissi, sürekli tatlı yeme ve gece yemek yeme isteği, terleme, baygınlık hissi ve kilo verememe gibi yakınmalarınız varsa ve bel çevresi kadınlarda 88 cm, erkeklerde 102 cm’in üzerinde ise ilk olarak bir endokrin uzmanına görünmeniz ve insülin direncinizin olup olmadığını öğrenmeniz gerekmektedir.

Beslenmede Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar
Besin seçimine dikkat ediniz. İnsülin direncinde diyette esas olan doğru besin seçimidir. Glisemik indeksi yüksek (kan şekerini hızlı yükseltebilen) basit karbonhidratlardan olan şeker, bal, reçel ve pekmez, şekerleme, rafine edilmiş besinler, fruktoz şurubu içeren içecekler ve hazır gıdalar yerine glisemik indeksi düşük (kan şekerini yavaş yükseltebilen) olan tam tahıllı besinler, posa içeriği yüksek olan sebze ve meyveler, kurubaklagil yemekleri tercih edilmelidir. Posa içeren besinler aynı zamanda diyetin enerji yoğunluğunu azaltarak tokluk duygusu yaratır ve şişmanlığın ve şişmanlığa bağlı oluşabilecek olan insülin direncinin önlenmesine yardımcı olur. Şeker içeriği yüksek olan muz, incir, karpuz, üzüm gibi meyveler tercihlerin dışında tutulması insülin direncinin kırılmasına yardımcı olacaktır.

Öğün saatlerine dikkat ediniz. İnsülin direnci olan hastalarda tek öğünde çok yemek yemek kan şekerinin yükselmesine sebep olacaktır. Bu yüzden günde 3 ana ve 3 ara öğün olmak üzere 6 öğün beslenmek kan şekerinin daha düzenli olmasını sağlayacaktır. 4 saatten daha uzun süre aç kalmadan ara öğünlerinizde meyve; yanında ikinci bir besin olan süt grubundan süt, yoğurt veya ayran tercih edebilirsiniz. Özellikle karın bölgesinde toplanan kilolar yapılan ara öğünler ve karın egzersizleri ile incelmenizi sağlayacaktır. Unutulmamalıdır ki yanlış yapılan ara öğünler kilo almanıza, vücut yağ dokusunun artmasına ve insülin direncinizin daha da güçlenmesine sebep olacaktır.

Posa tüketiminizi arttırın. Diyetin enerji yoğunluğunu azaltarak tokluk duygusu yaratır ve şişmanlığın ve şişmanlığa bağlı oluşabilecek olan insülin direncinin önlenmesine yardımcı olur. Meyve tercihleriniz posa içeriğini arttıracağından hem bağırsak hareketlerinizi arttırır hem de kan şekerinizin bir anda yükselip bir anda düşmesini engeller. Öğünlerinizde tercih edeceğiniz salata ( yağsız ve tuzsuz) posa alımınıza katkıda bulunup kan şekeri profilinizde olumlu sonuçlar gösterecektir. Fazla miktarlarda et tüketmek yerine kurubaklagil alımını artırmalı ve bol miktarda sebze-meyve tüketilmelidir. Kepekli besinler posa içeriğinden dolayı beyaz un ile yapılmış besinlere göre kan şekerinizi daha yavaş yükselteceğinden kepek ekmek, tam tahıllı ekmekler, çavdar ekmeği, kepekli galeta, kepekli diyet bisküviler tercih ediniz.

Alkol tüketimine dikkat ediniz. Alkol kullanmayın, kullanıyorsanız diyetisyeninize mutlaka danışmanız gerekmektedir. Alkol, yüksek miktarda kalori içerir ve kilo kontrolünüzün bozulmasına ve sonucunda insülin direncinizin artmasına sebep olur. Aynı zamanda kan şekerinde ani düşmelerin yaşanmasına sebep olduğu unutulmamalıdır.

İdeal kilonuzu koruyunuz. İdeal kiloda olmanız insülin direncinizin ortadan kalkmasına yardımcı olacaktır. İdeal kilonuzu koruyabilmek ve düzenli kan şekeri profiline ulaşabilmek için doktorunuzun ve diyetisyeninizin önerileri doğrultusunda hafif tempoda spor yapmalısınız. İnsülin direnci olan hastalarda %10 kilo kaybı direncin kırılmasını sağlayıp kilo verilmesinin hızlanmasını sağlar.
İnsülin direnci kırıldığında tatlı krizleri, açlık nöbetleri ve hipoglisemi sorunları ortadan kalkar, kan şekeri yüksekliğinin devamlılığı sonucunda oluşabilecek olan şeker hastalığının önüne geçilmiş olur. Vücut yağları ve kan yağları normal sınırlara gelir. Kan basıncı dengelenir ve karaciğerin yağlanabilme durumu ortadan kalkmış olur. Dengeli ve düzenli beslenme ile var olan insülin direncini kırıp hedeflenen ağırlığa ulaşmış olacaksınız.

Bu ve daha çok bilgiye guventipmerkezi.com.tr sitesinden ulaşabilirsiniz.

0 yorum

Modern hayatın yeni sorunu: Erken ergenlik

İlk keşfedildiği yıllarda çok önemsenmeyen ‘erken ergenlik’ şimdilerde modern çağın en büyük problemleri arasında yer alıyor. 

Pek çok ailenin mücadele ettiği erken ergenlik tedavi edilmediğinde hastalıklara davetiye çıkarıyor. Özellikle erken ergenlik problemine kız çocuklarda daha sık rastlanıyor, kısa boylu kalma ve psikolojik problemler gibi sorunlara neden oluyor.

Liv HOSPITAL Kadın Sağlığı Kliniği’nden Op. Dr. Evrim Aksoy anlattı.

Ergenlik, çocukluktan erişkinliğe adım atılan dönemdir. Çocuğun fizyolojik, psikolojik ve sosyal açıdan bir dizi değişimlerin yaşadığı zamansal bir süreçtir. Hepsinden önemlisi bu dönemin sonunda üreme yeteneği kazanılmış olur. Ergenlik yaşı normalde kız çocuklarında 8-13, erkek çocuklarında ise 9-14 yaş arasıdır. Eğer ergenliğe ait belirtiler kızlarda 8, erkeklerde ise 9 yaşından önce görülüyorsa çocuk erken ergenliğe girmiş demektir. Normalde ergenliğin kızlardaki ilk belirtisi meme dokusunun büyümesidir. Bunu takiben genital bölge ve koltuk altı tüylenmesi görülür. Nihayetinde ilk adet kanamasının başlamasıyla da tamamlanmaya doğru gider. Erkeklerde ise ilk belirti testislerin büyümesidir. Daha sonra bunu penis büyümesi, genital bölge ve koltuk altı tüylenmesi, seste kalınlaşma, vücut kas kitlesinin artışı ve erişkin görünüme ulaşılması izler. Tüm belirtilerin biri veya birden fazlasının kızlarda 8, erkeklerde 9 yaşından önce ortaya çıkması erken ergenlik problemine işaret eder.

Erken ergenliğe kızlarda mı erkeklerde mi daha sık rastlanıyor?
Erken ergenlik kızlarda erkeklerden daha sıktır ve çoğu zaman nedeni ortaya konulamaz. Ancak bazen altta yatan çok önemli bir tıbbi problem olabilir. Özellikle de erkek çocuklarda görülüyorsa daha da şüpheli yaklaşmak gerekir.

Altta yatan ciddi bir problem de olabilir!
Erken ergenliğe giren çocuklar akranlarından önce büyümeye başladıklarından kemiklerdeki büyüme noktaları da daha önce kapanır, akranlarından daha kısa boylu olabilirler. Normalden erken dönemde yaşamak zorunda kaldıkları adet kanaması, erişkin görünüme ulaşmak gibi durumlar çocuğu psikolojik açıdan olumsuz etkileyebilir. Eğer altta yatan tıbbi bir problem bulunuyorsa (beyin tümörleri gibi) ve tanı konulmakta geç kalınırsa hayatı tehdit edebilir.

GDO’lu ve hormon katkılı besinler erken ergenlik sebebi!
Dünyada son 10 yılda, ülkemizde de son 5 yılda özellikle dikkati çeken oranda erken ergenlik problemine rastlanıyor. Yapılan araştırmalar aldığımız gıdalar içinde bulunan hormon ve katkı maddelerinin çocuklarda bu duruma neden olduğunu gösteriyor. Büyüme hormonu eklenerek yetiştirilen meyveler (çilek vs) sebzeler (domates, brokoli vs), yine hormon (özellikle östrojen) eklenerek hızlı büyütülen tavuklar ve yumurtalar, etler ve sütler çocuklarda hormon uyarısına neden olabiliyor. Normal şartlarda çocukluk döneminde bu hormon uyarı sistemi beyinde, ergenliğe kadar sessiz bir bekleme sürecindeyken bu dış uyarıların artışı ile aktif hale geliyor. Aynı zamanda katkı maddeleri kadar olmasa da iklim değişiklikleri ve fiziksel koşullar, kullanılan plastik malzemeler, oyuncaklar içindeki hormon benzeri etki oluşturan kimyasallar da erken ergenliği başlatabiliyor. Fast food tarzı ve yapay endüstri ürünleri ile beslenme alışkanlıkları obeziteye neden olarak vücut yağ oranını arttırmak koşuluyla erken ergenliğe neden olabiliyor.

Erken ergenlik çocukları nasıl etkiliyor?
• Ruhsal ve beyin gelişimi açısından henüz çocuk ancak vücut yapısı olarak erişkin görünümünde olan bu çocuklar kısa boylu kalabiliyor.
• Çocuklar kimlik çatışması yaşıyor.
• Arkadaşları, ailesi ve öğretmenleriyle iletişim problemi yaşayan çocuk okulda başarısız oluyor.
• Agresif, kendine güvensiz, değersizlik duygusuna sahip bu çocuklarda madde bağımlılığı, intihar eğilimi görülebiliyor.

Tedavisi nasıl yapılıyor?
İyi bir değerlendirme ve tanı sonrasında farmakolojik maddeler kullanılarak aktif olmuş sistem baskılanıyor, erken ergenlik durduruluyor. Gerçek ergenlik yaşı beklenip zamanı gelince bu ilaçlar kesilerek ergenliğin gelişmesine izin veriliyor. Çocuğun psikolojik problemleri için de mutlaka yardım alınmalı. Erken ergenlik probleminde çözüm endokrinolog, jinekoloj, psikolog, psikiyatristin de içinde bulunduğu multidisipliner bir yaklaşımla mümkün olabiliyor. Modern hayatın getirdiği bu olumsuz etkileri önlemek şimdilik ancak bireysel çaba ile mümkün. Beslenme alışkanlıkları, kullanılan malzemeler açısından dikkat etmek ve hepsinden önemlisi de erken ergenliğe ait bir belirti varsa gözden kaçırmamak çok önemli. Bu yüzden ailelere büyük görev düşüyor.

Erkeklerde erken ergenlik hangi hastalıkların belirtisi olabilir?
• Beyin tümörleri
• Beyin abseleri ve enfeksiyonları
• Böbreküstü bezlerinin tümörleri
• Yumurtalık-testis tümörleri ve hastalıkları

Yapılan değerlendirmede bu durumların olmadığı belirlendikten sonra erken ergenliğe neden olan dış faktörleri düşünmek gerekir. Özellikle GDO’lu (genetiği değiştirilmiş maddeler) besinlere maruz kalmama konusunda her bireyin daha bilinçli olmalı. Kız çocuklarında problem olsun ya da olmasın ergenlikle ilgili ilk muayeneleri 13 ile 15 yaş arasında mutlaka yapılmalı. Aileler de bu konuda daha dikkatli olmalı.

0 yorum

Horlamadan Kurtulmak İçin 7 Adım

Horluyorsanız ve horlamanız artık aile sohbetlerinin eğlence malzemesi haline geldiyse önlem alma zamanının gelmiş demektir.

Yetişkinlerin yaklaşık %45’inde görülen ve tedavi edilmediğinde uyku apnesi başta olmak üzere pek çok problemi beraberinde getiren horlamadan kurtulmak için yapabileceklerinizi Hisar Intercontinental Hospital Baş Boyun Cerrahisi ve Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Seyhan Alkan’dan öğrendik…

1. Uyku pozisyonunuzu değiştirin. Sırtüstü yattığınızda diliniz boğaz arka duvarına ve damağınıza baskı yaparak titreşimli bir ses oluşturur ve horlamanıza neden olur. Bu nedenle mümkün olduğunca yan yatmaya çalışın.

2. Kilonuzu koruyun. İdeal kilonuzun üzerine çıkmamaya çalışın. Kilo horlamanın da en önemli nedenlerinden biridir. Fazla kilo uyku sırasında boynunuza çok fazla ağırlık yüklenmesine neden olarak nefes alışınızı engeller ve horlamaya neden olur.

3. Alkolden uzak durun. Alkol boğaz kaslarını olumsuz yönde etkilediği için özellikle yatmadan birkaç saat önce alındığında horlamanızı artırır.

4. Uyku düzeninizi oluşturun. Kötü uyku alışkanlıkları horlamayı tetikler.

5. Burnunuzu açık tutun. Burnunuz tıkalı oldukça ağzınızdan nefes alıp vereceğiniz için horlama ihtimaliniz artar. Eğer soğuk algınlığı yaşıyorsanız burun tıkanıklığınızı açmak için gerekli ilaçları kullanın ve ılık bir duş alın.

6. Yastığınızı değiştirin. Yatak ve yastığınızda bulunan alerjenler horlamanıza katkıda bulunabilir. Toz akarları yastıklarda birikerek alerjik reaksiyonlara ve horlamaya neden olabilir. Evcil hayvanlarınızın yatağınızda uyumasına izin vermeyin. Yastığınızı altı aylık periyotta; yastık kılıfınızı ise her hafta değiştirin. Horlamayı önlemek için tasarlanmış yastıkları almadan önce mutlaka hekiminize danışın. Yanlış yastık seçimi horlamanızı azaltırken baş ve boyun ağrıları yaşamanıza neden olabilir.

7. Bol su tüketin. Susuz kaldığınızda burun ve yumuşak damağınızdaki salgılar azaldığı için horlama ihtimaliniz artar. Yapılan araştırmalar kadınların günde yaklaşık 11; erkeklerin ise 16 bardak sıvı tüketmelerinin sağlıklı olduğunu göstermiştir.

Bu önlemleri almanıza rağmen hala horluyorsanız mutlaka ayrıntılı bir kbb muayenesi olun ve hekiminiz gerekli görüyorsa uyku testinizi yaptırın.

0 yorum

Cildinizdeki Değişimler Hastalıkların Habercisi Olabilir!

Cildinizde meydana gelen küçük değişikliklerin aslında birçok hastalığın da habercisi olabileceğini biliyor muydunuz?

Hisar Intercontinental Hospital Dermatoloji Uzmanı Dr. Funda Ataman ile yetişkinlik döneminde görülen cilt problemlerinin altında yatabilen hastalıkları konuştuk…

Zona (Herpes Zoster)
Çok hassas ciltlerde görülen Zona, yanma ve karıncalanma ile başlar. Genellikle gövde ve kalçalarda görülen nokta halindeki döküntüler yaklaşık iki hafta sürecek ağrılı kabarcıklara dönüşür. Antiviral ilaçlar, steroidler, antidepresanlar ve topikal ajanlar ile tedavi edilebilir.

Kurdeşen (Ürtiker)
İlaçlar, gıdalar, gıda katkı maddeleri, aşırı sıcaklıklar ve boğaz ağrısı gibi enfeksiyonlar nedeniyle ortaya çıkabilen ürtiker; genellikle kaşıntılı, bazen batma ve yanma hissiyle belirtilerini gösteren alerjik bir reaksiyondur. Antihistaminikler rahatlama sağlayabilir.

Sedef hastalığı
Genellikle dirsek, diz, kafa derisi gibi alanlarda beyaz veya gümüş pullarla kaplı kalın kırmızı plaklar halinde olan bulaşıcı olmayan döküntülerle seyreden ve nedeni bilinmeyen sedef hastalığı iyileşse bile yaşam boyunca tekrarlayabilir. Cilde uygulanan ilaçlar, ışık terapisi, ağız, enjeksiyon ya da enfüzyon yolu ile alınan ilaçlarla tedavi edilebilir.

Egzama
Kesin nedeni tam olarak bilinemese de stres, sabun gibi tahriş edici alerjenler ve iklim koşullarının tetiklediği egzama, deride görülen iltihaplı, kırmızı, kuru, kaşıntılı ve bulaşıcı olmayan bir hastalıktır. Yetişkinlerde, egzama genellikle dirsek ve ellerin eklem bölgelerinde oluşur. Topikal veya oral ilaçlar ile tedavi edilir.

Rozasea (Gülleme) Hastalığı
Burun, çene, yanaklar, alın ve hatta gözde kızarıklığa neden olan gülleme hastalığında kızarıklık görünür kan damarlarının iyice belirginleşmesiyle şiddetlenebilir. İlaç tedavisinin yanı sıra lazer tedavisi, dermabrazyon ve etkilenen bölgeleri yeniden şekillendirmek için elektrokoter gibi cerrahi işlemleri içeren bir tedavi uygulanması gerekebilir.

Soğuk yaralar (Uçuk)
Herpes Simplex virüsü nedeniyle ağız veya burun üzerinde küçük, acı veren, sıvı dolu kabarcıklar oluşur. Yaklaşık 10 gün süren, uçuk çok bulaşıcıdır. Ateş, çok fazla güneş, stres, ya da adet kanamaları gibi hormonal değişiklikler uçuğu tetikler. Tedavisinde antiviral haplar veya kremler kullanılır. Ancak yaralar irin içeriyorsa mutlaka hekiminize başvurun.

Et benleri
Kadınlarda ve yaşlılarda daha fazla görülen et benleri genellikle meme, kasık, sırt, boyun, göğüs ve koltukaltında çıkar. Tehlikeli olmayan bu benler, giysi ya da sürtünmeyle tahriş olmadığı sürece ağrıya neden olmaz. Hekiminiz yakma ya da dondurma işlemiyle et benlerinizden kurtulmanızı sağlayabilir.

Akne
Genellikle yüz, göğüs ve sırt bölgesinde görülen akneler hormonlar ve bakteriler tarafından tetiklenebilir. Bu bölgeleri temiz tutmak çok önemlidir. Kendiniz aknelerinizi sıkmaya çalışmayın; enfeksiyon ya da yara izine neden olabilirsiniz.

Ayak mantarı
Mantar, soyulma, kızarıklık, kaşıntı, yanma; bazen kabarcıklar ve yaralara neden olabilen bir deri enfeksiyonudur. Ayak mantarı bulaşıcıdır. Enfeksiyon taşıyan kişi tarafından giyilen ayakkabı, ortak kullanılan soyunma odaları gibi alanlarda çıplak ayakla dolaşılmasıyla bulaşır. Genellikle ciddi vakalarda topikal antifungal losyonlar, kremler veya oral ilaçlar ile tedavi edilir. Ayak mantarı problemi yaşıyorsanız ayaklarınızı temiz ve kuru tutmaya çalışın.

Benler
Kahverengi veya siyah benler tek başına veya gruplar halinde, vücudun herhangi bir yerinde olabilir ve genellikle 20 yaşından önce ortaya çıkar. Bazı benlerde kanser olma riski yüksektir. Bu nedenle benlerinizdeki düzensiz sınırlar, renk değişiklikleri, kanama, kaşıntı gibi farklılıkları dikkate alın ve mutlaka bir dermatoloğa danışın.

Kahverengi cilt lekeleri
Yaşlandıkça yaygın hale gelen kahverengi veya gri lekeler gerçekten yaşlanmanın belirtilerinden biri değildir. Bu lekelerin temel nedeni güneşe çok uzun süre maruz kalmaktır. Beyazlatma kremleri, asit peeling ve ışık tabanlı tedaviler lekelerin görünümünü azaltabilir. Ancak doğru tanılama ve öncelikle Melanoma gibi ciddi cilt hastalıklarını ekarte etmek için dermatoloğunuza başvurun.

Melazma (Hamilelik Maskesi)
Yanaklar, burun, alın ve çene üzerinde kahverengi veya kahverengi yamalar şeklinde görülen Melazma hamilelik döneminde daha sık görüldüğü için Hamilelik Maskesi olarak bilinse de erkeklerde de görülebilir. Melazma gebelik sırasında kadınların yarısında ortaya çıkar ve genellikle doğumdan sonra geçer. Doğumdan sonra geçmeyen lekeler için mutlaka dermatoloğunuza başvurun.

Siğiller
Yaygın olarak parmak ve ellerde görülen siğiller temas yoluyla yayılabilir. Çoğu durumda zararsız olan siğiller, kendi kendine yok olabilir. Ancak devam ederse topikal ilaçlar, lazer, kimyasal dondurma ve yakma yöntemleriyle tedavi edilebilir.

0 yorum

Sağlıklı yaşamın olmazsa olmazları

Kalbi korumak, alkol ve sigaradan uzak durmak, beslenmeye özen göstermek ve spor yapmak sağlıklı bir vücut için önemli ama yeterli değil…

Temizlikten uyku düzenine, cinsel yaşamdan stresten uzak durmaya sağlıklı yaşamın birçok kuralı olduğunu belirten TOBB ETÜ Hastanesi kardiyoloji uzmanı Dr. Rahşan Turan, hafta da 1 gün de olsa şehirden uzaklaşmayı ve doğayla baş başa olmayı önerdi.

OLMAZSA OLMAZ…

Vücudun hasta düşmemesi, esenlik ve sıhhat durumu iyiliğinin sağlıklı olmayı anlattığını ifade eden Dr. Rahşan Turan, “Sağlıklı yaşam ise kişinin temizliğine ve beslenmesine dikkat etmesi, spor yapması ile birlikte yaz-kış aylarında hastalıklara yakalanmadan yaşamını idame ettirebilmesidir. Sağlıklı yaşam kişinin olmazsa olmazlarındandır” diye konuştu.

SAĞLIK İÇİN BUNLARA DİKKAT!

Egzersiz, kalp sağlığı ve beslenme ilişkisinin önemine dikkat çeken Dr. Turan, sağlıklı bir yaşam için uyulması gerekenler ve kuralları şöyle sıraladı;

1-Spor yapmaya özen gösterilmeli.
2- Sağlıklı beslenmeli; yağlı yemekler ve aşırı yemek yenmemeli, sabah kahvaltısı mutlaka yapılmalı, meyve-sebze tüketimine özen gösterilmeli.
3- Alkol ve sigara tüketilmemeli.
4- Gün içerisinde sürekli oturulmamalı, aktif olunmalı.
5- Kişisel temizliğe ve çevre temizliğine önem verilmeli.
6- Stresten uzak durulmalı.
7- Cinsel yaşama dikkat edilmeli.
8- Uyku düzenine dikkat edilmeli.
9- Haftada bir bile olsa şehrin stresli yaşamından uzaklaşmanız, doğa ile baş başa kalmanız size ve sağlığınıza iyi gelecektir.

TEDBİR ALIN…

Kalp ve damar hastalıkları, batı ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de en yaygın ölüm nedenlerinden biridir. Kalp sağlığını korumanın yolu önceden tedbir almaktan geçmektedir.

Beslenme
Tansiyonu ve kolesterolü kontrol altına almanın ilk şartı sağlıklı ve dengeli bir diyet uygulamaktır. Bunun için doymuş yağlardan ve tuzdan olabildiğince kaçınmak, meyve, sebze ve lif yönünden zengin besinlere yönelmek gereklidir. Doğru rejimin normal miktarda protein içermesi, bu proteinin ise balık, kümes hayvanları ve az yağlı kırmızı etten (dana eti) alınması önerilmektedir.

Kilo
Yüksek tansiyona yol açan nedenlerin başında fazla kilolar gelmektedir. Fazla kilolu olmak aynı zamanda koroner kalp hastalığı, kalp yetersizliği ve inme için de risk oluşturmaktadır.

Alkol ve sigara
Günümüzde sigara, önlenebilir ölüm sebepleri içinde ilk sırayı almaktadır. Sigara kullanımı, kansere, kalp damarlarının tıkanmasına dolayısıyla kalp krizine sebep olmaktadır.

Fiziksel egzersiz
Düzenli sporun bizi kalp krizi ve inmenin yanı sıra kemik erimesi, şeker hastalığı, kalın bağırsak ve meme kanseri, depresyon ve bunama gibi ciddi birçok kronik hastalıktan koruduğunu gösteren güçlü kanıtlar var. Egzersizin hemen her hücremize olumlu etkisi var desek yanlış olmaz.

KALP SAĞLIĞI VE SPOR

Spor yapmanın kalp ve damar sağlığını doğrudan etkilediğini vurgulayan Dr. Turan, her kas gibi kalp kasının da antrenman yaptıkça daha güçlü ve verimli çalıştığını ifade etti. Dr. Turan, sporun vücutta yarattığı olumlu etkileri şu sözlerle aktardı;

Kalbin çok hızlı çarpmasını önler
Antrenmanlı kalp, sıkıntılı bir durumla karşılaştığı zaman sakin bir tepki verir. Hareketsizliğe alışmış olan kalp ise kolay telaşa kapılır. Örneğin; otobüse yetişmek için koşarken veya çok heyecan uyandırıcı bir durumla karşılaşan kalbin hızı kolayca yükselir, dakikada 180-200'e kadar çıkabilir. Halbuki bir sporcunun kalbi aynı koşullarda daha yavaş atarak tepki verir ve en kısa zamanda normale döner.

Tansiyonu düşürür
Düzenli spor yapanlarda, örneğin günde yarım saat tempolu olarak yürüyenlerde kan basıncının düştüğü biliniyor. Özellikle tansiyon tehlikesi altında olanların her gün yapacakları yürüyüşle bu tehdidi bertaraf etmeleri mümkün. Araştırmalara göre fiziksel egzersiz, yüksek tansiyonu olanlarda tansiyonu kontrol altına almada yardımcı olmakta ve ilaç gereksinimini azaltmaktadır.

Zayıflatır
Düzenli egzersiz sadece spor yapıldığında değil, dinlenme halinde tükettiğimiz enerjiyi de artırdığı için kilo vermeyi kolaylaştırır. Kilo verdikten sonra düzenli spor yapmadan ideal kiloyu korumak çok zordur.

İyi kolesterolü yükseltir
Damar sertliğine karşı koruyucu rol oynayan HDL kolesterolü yükseltmenin yollarından biri egzersiz yapmaktır. Haftada 3 gün 3 kilometre yürüyenlerde bile iyi kolesterolün yükseldiği biliniyor. Egzersizin süresi ve sıklığı arttıkça olumlu etki de artar.

Kanın aşırı pıhtılaşmasını önler
Düzenli egzersiz kanda pıhtılaşmayı başlatan ve güçlendiren maddelerin dengede kalmasına yardımcı olur.

Şeker hastalığını önler
Diyabet olma riski yüksek olanların ellerinde sağlıklı beslenmenin yanı sıra çok güçlü bir silah daha var: düzenli egzersiz. İlaçlardan çok daha etkin, yan etkisi yok, hem de bedava.

Stresi azaltır
Düzenli spor yapanların hareketsiz bir yaşam sürenlere göre daha az endişeli olduklarını, uykularının daha düzenli olduğunu gösteren çalışmalar var.

GEZİNTİ YERİNE HIZLI YÜRÜYÜŞ…

Günde 30 dakika hızlı (saatte 5-6 kilometre hızla) yürümenin ve bunu en az haftada 5 gün yapmanın kalp ve damarlara yararlı olduğu biliniyor. Yarım saat sürekli yürüyemezseniz, günde 3 kere 10 dakika yürüseniz bile yeterli. Yaptığınız egzersiz ağırlaştıkça sağlığa olumlu etkisi artıyor. Buna karşılık gezinti yapar gibi yavaş yürümek aynı yararı sağlamıyor. Unutulmaması gereken bir diğer önemli nokta da 30 dakikalık yürüyüşün normal günlük faaliyetlere ek olarak yapılması gerektiği.

ÖLÜME DAVETİYE ÇIKARMAYIN…

Isınmadan yapılan spor ve ani efor sarf edilmesi, kalbe ani yük getirerek kalp krizi ve ani ölümlere davetiye çıkarır. Gerekli ısınma hareketleri yapılmadan spor yapılması ve böylece kalbe ani yük getirilmesi, kalp duvarlarının kalınlaşmasına, kalbi besleyen damarların sıkışmasına, ritim bozukluğuna ve hatta kalbin durmasına neden olabilir. Doğuştan kalp rahatsızlığı olanlar, ritim bozukluğu sorunu yaşayanlar ve ailesinde kalp rahatsızlığı bulunanlar, bu konuda daha fazla risk altındadır. Bu nedenle bu kişilerin düzenli spor yapmaya başlamadan önce mutlaka bir hekim kontrolünden geçmeleri gerekir.

0 yorum

Erkek yüz bölgesine odaklanır

Sessizliği yırtan çığlık
Seks sırasında hissettikleriniz yüzünüzden okunur. İlişkiden alacağınız zevki ikiye katlamak için önerilerimize kulak verin.

Son zamanlarda duyduğumuz bir araştırmanın sonuçları bizi gerçekten şaşırttı. Buna göre; çoğu kadın seks sırasında vücudunun nasıl görüneceği konusunda kaygılanırken aslında erkekler birlikte oldukları kadının yüzüne, vücudunun diğer yerlerinden çok daha fazla dikkat ediyorlarmış!

Araştırmacılar, erkeğin yüz bölgesine odaklanmasını; yüzdeki ifadenin onun dokunuş ve okşamalarının hoşunuza gidip gitmediğini ve orgazm olup olmadığınızı göstermesine bağlıyorlar. Artık aldığınız zevki erkeğinize göstererek onu heyecanlandırabileceğinizi biliyorsunuz. Bundan sonra yapmanız gereken, aldığınız zevkin tüm benliğinizi sarmasına izin vermek ve bencil olmayıp bunu partnerinizle paylaşmak.

Bunun için başlangıç olarak sevişme sırasındaki yüz ifadenizden utanmayı bırakın. Yüzünüzdeki kan dolaşımının artması yanaklarınızın parlamasına ve terlemenize neden olurken, gözleriniz ve ağzınız gerilmekle gevşemek arasında gider gelir. Bu görkemli anları en iyi şekilde yaşamak için verdiğimiz ipuçlarını takip edin.

Derin nefes alın
"Derin ve yavaş yavaş nefes almak, konsantre olmanızı sağlar. Sizi, dış dünyanın karışıklığından, tüm duyularınızın daha yoğun olduğu ve bu sayede kolayca rahatlayıp, gevşeyebileceğiniz, iç alanınıza doğru çeker" diye anlatıyor Touch Me There! (Buraya Dokun!) adlı kitabın yazarı, cinsellik uzmanı Yvonne Fulbright. Beyniniz tümüyle duygularınızın etkisi altındayken fiziksel kusurlarınıza kafa yormanız da imkansız olacaktır.

Onu takip edin
Fulbright, "Sevgiliniz gözlerini kısıp, dudaklarını ısırdığında ya da herhangi bir keyif belirtisi gösterdiğinde onun yüzüne odaklanın" diyor. Onun aldığı keyfi yaşamak için sevgilinizin tepkilerinden faydalanabilirsiniz. Keyifle karşılayacağı bu durum ayna etkisi yaratarak size heyecan olarak geri dönecektir. Göreceksiniz; mutluluk daha çok mutluluk getirir.

İnlemelerinizi boğmayın
The Complete Idiot's Guide to Amazing Sex (Acemiler İçin İnanılmaz Seksin Rehberi) kitabının yazarı Sari Locker; bazı kadınların zirveye ulaşırken inlemekten ve haykırmaktan utandıklarını söylüyor. Oysa doğal olan hiçbir ses ya da mimiğe ket vurmamak gerektiğini, bunların geri dönüşlerinin müthiş olacağını sözlerine ekliyor.

Son olarak, yapılan ankete katılan erkeklerin yarıdan fazlasının partnerlerinin orgazmsırasındaki yüz ifadesini çekici bulduklarını belirtelim. Geri kalanların çoğu, yüz ifadesindeki değişikliklerin farkında olmadığını söylese de yeni deneyimlere açık olup ilişkinize heyecan katmanızı öneriyoruz.

1 yorum

Yirmilik Dişin mi Var Büyük Derdin Var!

Yirmilik dişler… Çıkmadığında beklediğimiz; çıktığında ise hemen çürüyüp çektirmek zorunda kaldığımız, bazen de niye çıkıyor o zaman dediğimiz dişlerimiz… 

Yirmilik dişlerle ilgili merak edilenleri ve ne zaman çekilmesi gerektiğini Hisar Intercontinental Hospital Ağız ve Diş Sağlığı Bölümü Uzmanı Dt. Enver Selman Sümer’den öğrendik...

Ağzımızda en son süren ve üçüncü azı dişleri olan 20’lik dişlerin genellikle 17-25 yaşları arasında sürmeye başladığını dile getiren Dt. Sümer; ‘Bu dişlerin ağızda bırakılıp bırakılmaması konusu tartışmalıdır. Eğer doğru pozisyonda sürerlerse ve çevre dokulara zarar vermiyorsa bu dişin yerinde kalmasında bir sakınca yoktur. Çene kemiğine kaynaşmış; anormal pozisyonlu olduğu röntgenle tespit edilmiş bir dişin ileride yol açacağı zararlar göz önüne alınarak çekimine karar verilebilir.’ açıklamasında bulundu.

Yirmilik Dişimi Ne Zaman Çektirmem Gerekir?
Çürük: Tükürük, bakteri ve yiyecek parçacıkları yeni çıkmakta olan dişin açtığı yuvada birikerek hem yirmilik dişi hem de yanındaki azı dişini tehdit eder. Bu tip çürükleri erkenden fark ederek tedavi etmek oldukça zordur. Ağrıyla enfeksiyona yol açan ve apseyle sonuçlanan ağır tablolar meydana gelebilir.

Diş eti hastalığı (perikoronit): Kısmen çıkmış bir yirmilik dişin, dişetinde, bakteri ve yiyecek artıklarının depolandığı bir enfeksiyon odağı oluşur. Bunlar ağız kokusu, ağrı, ödem ve ağzın tam açılamamasına neden olur. Enfeksiyon lenfler aracılığı ile yanak ve boyuna yayılabilir. Yirmilik dişin etrafındaki bu enfeksiyona yatkın zemin her seferinde kolayca enfekte olmaya adaydır.

Basınç Ağrısı: Sürme sırasında komşu dişlere de basınç uygulanıyorsa sıkışmadan dolayı da ağrı hissedilebilir. Bazı durumlarda bu basınç aşınmaya yol açar.

Ortodontik Nedenler: Pek çok genç dişlerindeki çapraşıklıkları düzeltmek için ortodontik tedavi görür. Yirmi yaş dişlerinin sürme basınçları diğer dişlere de yansıyacağından diğer dişlerde de bir hareketlilik olur, çapraşıklıklar artabilir.

Protezle İlgili Nedenler: Protez planlaması yapılan bir ağızda yirmilik dişleri hesaba katmak gerekir. Çünkü, yirmilik diş çekildikten sonra değişen ağız yapısına göre yeni bir protez yapmak gerekecektir.

Kist Oluşumu: Gömük bir diş kiste; kist ise kemik yıkımı, çene genişlemesi, çevredeki dişlerin yer değiştirmesi ya da zarar görmesine neden olur. Kemik yıkımını önlemek için diş çekilerek kist temizlenmelidir.

Hiçbir Rahatsızlık Vermiyor Ama Kötü Pozisyonlu Bir Dişim Var…
• Dişin pozisyonunun bozuk olması enfeksiyon için tek başına yeterli bir sebeptir. Böyle bir durumda basınç ağrısı, diş eti problemleri ve benzeri sorunlar aniden ve beklenmeyen bir zamanda gelişirler.
• Yirmilik dişler, fırça ve diş ipiyle ulaşılması zor alanlarda bulunurlar. Zamanla çürümeye yol açan bakteri, asit ve yiyecek artıkları bu bölgede toplanır. Eğer diş çürür ve dolguyla onarılmazsa diş kısa zamanda iltihaplanır.
• Bu dişleri temiz tutmak zor olduğundan biriken bakteri ve yiyecek artıkları kötü ağız kokusuna sebep olur.
• Dişeti altında yatay pozisyondaki gömük bir diş, diğer dişlerin hareketi, sıklaşması ve çarpıklaşmasına neden olacak bir basınç oluşturur.
• Gömük dişin üzerini kaplayan dişetinin altına toplanan bakteriler enfeksiyona yol açar.

Yirmilik dişlerin çekilmesi için en uygun zaman nedir?
Kötü pozisyonlu bir diş şikayete yol açsın ya da açmasın 14 ila 22 yaşları arasında çekilmelidir. Genç yaşlardaki operasyonlar teknik olarak daha kolaydır ve iyileşme daha çabuk olur. 40 yaşın üstündeki operasyonlar daha zordur. Ayrıca yaşın artmasıyla birlikte yan etkiler de artar ve iyileşme dönemi uzar.

Diğer diş çekimlerinden farklı mıdır?
Yirmilik dişin konum, şekil ve boyutuna bağlı olarak uygulanacak işlemin zorluk derecesi değişir. Basit bir çekimden sonra hafif bir şişlik, ağrı ve kanama olabilir. Daha özel işlemler gerektiren bazı kompleks çekimler de uygulanabilir. Diş hekiminizin alacağı önlemler ve bulunacağı tavsiyeler yan etkileri minimalize eder. Bu çekimi takiben çekim boşluğunda kan birikmez ve ağrı da gelişebilir. Birkaç gün içinde durum düzelir. Ayrıca diş hekimini tavsiyelerine uyulduğu takdirde bu olayla hiç de karşılaşılmayabilir. İleri yaşlarda kemik yapısı yoğunlaştığı ve esneklik azaldığı için çekim zorlaşır, iyileşme yavaşlar.

Operasyon sonrası bakım
• Yara yerini kurcalamayın. Yoksa ağrı, enfeksiyon veya kanama gelişebilir.
• İlk 24 saat boyunca dişinizin çekildiği taraf ile çiğneme yapmayın.
• İlk 24 saat sigara içmeyin. Çünkü sigara kanamayı artırıp iyileşmeyi bozar.
• Tükürmeyin. Tükürürseniz kanama artar ve pıhtı yerinden oynayabilir.
• Kanamanızı kontrol edin. Eğer dikiş atılmamışsa steril gazlı bezle tampon yapılır. Pıhtı oluşumu için tamponu
yarım saat ağızda tutun. Tampon alındıktan sonra kanama devam ediyorsa yeni bir tane koyun.
• Şişkinliği kontrol edin. Operasyon sonrası bölgeye soğuk bir tampon uygulayarak dolaşım yavaşlatılır ve
yüzünüzün şişmesinin önüne geçilir. Uygulama 20 dakika soğuk tampon-20 dakika ara- tekrar 20 dakika soğuk tampon şeklindeki periyotlarla yapılır.
• İlk 24 saatten sonra her 2 saatte bir 1 bardak ılık suya 1 çay kaşığı tuz koyarak hazırladığınız karışımla gargara yapın.

0 yorum

Kadınların korkulu rüyası

Cilt çatlağı sık görülen bir rahatsızlık. Özellikle kadınların korkulu rüyası olan bu rahatsızlık, estetik açıdan da kadınları üzebiliyor. Deride çizgisel incelme ve yara izi şeklinde görülen bu rahatsızlıktan kurtulmak mümkün mü? 

Esteworld Plastik Cerrahi Hastaneleri Dermatoloğu Gül Yıldırım, “Son zamanlarda fraksiyonel lazer tedavileriyle çatlaklarda yüzde 80’e varan oranda azalma ve sıkılaşma yapabilmek mümkündür” diyerek cilt çatlağından kurtulunabileceği müjdesini verdi.

Cilt çatlakları vücudun değişik bölgelerinde kilo artışı nedeniyle derinin alt dokularında sürekli gerilme sonucu ortaya çıkıyor. Bu rahatsızlık özellikle kadınları rahatsız ediyor. Esteworld Plastik Cerrahi Hastaneleri Dermatoloğu Gül Yıldırım, cilt çatlağının freksiyonel lazer ile yüzde 80 aranında ortadan kaldırılabileceğini anlattı.

Fraksiyonel lazerin epidermis (üst deri) ve dermis (alt deri) de etkili olan yeni bir lazer sistemi olduğunu anlatan Dermatoloğu Gül Yıldırım, “Fraksiyonel lazerlerin etki mekanizması lazer ışığının minik sütunlar halinde deride ısı hasarı yaratmasıdır. Bu sütunlar halindeki ısı hasar alanlarına mikrotermal tedavi bölgeleri denir. Isı hasarı nedeniyle cilt tarafından yara olarak algılanan işlem , yara onarım mekanizmalarını tetikleyerek yeni kollajen sentezini başlatır. Yeni kollajen sentezinin bir sonucu olarak çatlak genişliğinde daralma, derinliğinde azalma, yüzeyde düzelme gözlenir. Fraksiyonel teknolojide mikrotermal tedavi alanlarının etrafındaki deri alanı sağlam kalır dolayısıyla bu hasarı görmüş alanlar etraftaki sağlam deriden gelen hücrelerle hızla onarılır” dedi.

Çatlakların yeni veya eski olması
Dermatoloğu Gül Yıldırım, fraksiyonel lazerler için en ideal vakaların açık tenli kişiler olduğunu belirterek, “Ancak uygun hava koşullarında her cilt tipine uygulanabilir, yüz dışında boyun gövde kol ve bacaklarda uygulama yapılabilir” diye konuştu.

Son zamanlarda fraksiyonel lazer tedavileriyle çatlaklarda yüzde 40 ile yüzde 80 oranında azalma ve sıkılaşma yapabilabildiğini açıklayan Dermatoloğu Gül Yıldırım, “Çatlakların yeni veya eski olması, herhangi bir sistemik hastalığın veya ilaç kullanımının olması, kişinin deri yapısı, deri tipi, genetik özellikleri hasta seçiminde önemli rol oynar” dedi.

Makyaj yapılabilir
Dermatoloğu Gül Yıldırım, işlem esnasında hafif yanma hissi ve hemen sonra uygulama yapılan bölgede kızarıklık ve hafif ödem olabileceğini ve bunun gün boyunca sürebileceğini ifade ederek, şunları şöyledi: “Ancak bu etkiler lokal etkili kremler ve buz pedleriyle giderilebilir. İşlemden birkaç gün sonra ciltte hafiften orta dereceye kadar soyulmalar görülebilir ancak bu tablo en geç 1 hafta içinde tamamlanır. Tedavi sonrası makyaj yapılabilir, hafif nemlendiriciler sürülebilir. Fraksiyonel lazer uygulamaları seanslar halinde uygulanır ortalama 2 ila 4 hafta aralıklarla şikayetin durumuna göre 2 ila 6 seans planlanır. Fraksiyonel lazer sonrası 6-12 ay süre ile güneşlenmekten kaçınılmalı ve güneş koruyucu kullanılmalıdır.”

0 yorum

Burun Farkıyla Kariyer

İş hayatında güzel ve yakışıklı olanın her zaman avantajlı olduğu inancı, kariyer yapmak isteyen kişileri estetik operasyonlara yönlendiriyor. Burnu büyük yönetici yerini, “estetik” burunlu güzel veya yakışıklı yöneticiye bırakıyor.

İş hayatında görünüşün ve prezantabl özelliklerin önemine vurgu yapılıyor, çalışanlar işlerine olduğu kadar kılık kıyafetlerine, görünüşlerine özellikle de yüzlerine özen gösteriyor. Her basamağında bir güç savaşı olan kurumsal hayatta, daha güzel ya da yakışıklı olmak, etkileyici olmak için önem kazanıyor. İş dünyasının pekçok “beyaz yakalı” kadınları ve erkekleri, çeşitli operasyonlar için estetik kliniklerine başvuruyor.

Türkiye’de en çok yapılan operasyonların başında burun ameliyatları geliyor. Estetik Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Metin Kerem, yüzün tam ortasında bulunan burnun, en sık “düzeltilmek istenen” organ olduğunu ve solunum sisteminin başlangıç noktası olması sebebiyle sağlık açısından da üst düzey öneme sahip olduğunu vurguluyor.

İdeal Bir Burun Nasıl Olmalıdır?
Op. Dr. Metin Kerem, ideal bir burnun hem iyi nefes alması hem de yüzün diğer estetik üniteleriyle (ağız, çene, alın, gözler, yanaklar gibi) uyum içerisinde olması gerektiğini söylüyor. Her yüzün dolayısıyla her burnun birbirinden farklı olduğunu belirterek, burun tasarımında kişiye özel planlamanın esas olduğuna değiniyor. Burunda yapılacak küçük dokunuşların ve bazı değişikliklerin, genel yüz estetiğinde çok belirgin iyileşmeler sağladığını belirtiyor.

Çocukken alınan darbelerin, düşmelerin etkisiyle oluşan eğriliklerin ve sağlıklı nefes alınamaması gibi sorunların kişilerin yaşam kalitesini düşürdüğüne dikkat çekiyor. Op. Dr. Kerem, modern operasyonlarda burnun, yüzün genel yapısına paralellik göstermesi gerektiğinin altını çizerek, günümüz burun estetiği anlayışında, doğal görünümün ve sağlıklı nefesin ön planda olduğunu dile getiriyor.

Burun Ameliyatında Süreç
Op. Dr. Metin Kerem, başarılı sonuç alabilmek için ilk adım olarak hastanın arzularını, hekimin ise yapabileceklerini açıkça anlatması gerektiğini söylüyor. Bu konuşmada hastanın istekleri ve hekimin önerileri doğrultusunda ortak bir noktada buluşulması, yapılacak işlem ile ilgili müşterek kararlar verilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Operasyon planını hekimlerin, bu kararlara göre şekillendirdiğine değiniyor.

Op. Dr. Metin Kerem
Gerekli tetkikler yapıldıktan sonra operasyonun genel anestezi altında gerçekleştirildiğini ve sonrasında takip sürecinin başladığını söylüyor. Nefes alınabilen modern tamponların 3 gün sonra çıkarıldığını, 7 gün sonra ise alçının alındığını belirtiyor. Her zaman olmamakla beraber, çoğu operasyonun ardından belli ölçüde şişlik ve morarma yaşandığını, genellikle 5-10 gün içerisinde bu durumun düzeldiğini, ancak burnun son biçimini alabilmesi için yaklaşık 1 yıllık bir sürenin geçmesi gerektiğinin altını çiziyor.

Diğer Operasyonlar
Op. Dr. Metin Kerem, medikal teknolojinin gelişmesiyle birlikte estetik operasyonların yaygınlaştığını, konforlu hastanelerin hastane psikolojisini ortadan kaldırdığını ve tedavi sürelerinin azaldığını belirtiyor. İş hayatının yıpratıcılığının erken yaşlanmayı da beraberinde getirdiğine değinerek, yoğun iş trafiği arasında yüz gençleştirme, dolgu, botox, lazer gibi basit uygulamaların öğle tatilinde bile yapılabildiğine dikkat çekiyor.

0 yorum

Rutin kalp kontrolü hayatınızı kurtarabilir!

Tıbbın ilerlemesine ve pek çok kalp hastalığı tedavi edilebilmesine rağmen kalp hastalıkları sonucu ölümler hala tüm dünyada ilk sıralarda yer almakta. Oysa şikayetiniz olsun ya da olmasın rutin kalp kontrolü yaptırmanız hayatınızı kurtarabilir. 

KadıköyŞifa Ataşehir Hastanesi Kardiyoloji uzmanı Dr. Güven Caner, rutin kalp kontrolünün neden gerekli olduğunu anlattı.

Yakın geçmişe kadar insanlar sadece hastalandıklarında hekime müracaat eder, hastalığına tanı konmasını sonrada tıbbi ya da cerrahi yöntemle hastalığının tedavi edilmesini isterlerdi. Son senelerde ise tanı yöntemlerindeki de hızlı gelişmelerinde etkisiyle hastalanmadan doktora gitmek, henüz hastalık bulguları ortaya çıkmadan tanı koymak ve gerekli önlemleri almak anlayışı yerleşmeye başlamıştı.

Kalp hastalıklarının pek çoğu rutin muayenede ortaya çıkar

Kardiyoloji ve kalp cerrahisindeki tanı ve tedavi yöntemlerinde son senelerdeki inanılmaz ilerlemelere karşın halen tüm dünyada ve tabiî ki ülkemizde de kalp hastalıklarına bağlı ölümler tüm ölümler arasında ilk sıradaki yerini korumaktadır. Bu nedenle hastalığa karşı önlem almak, erken tanı ve tedavi son derece önemlidir. Hele hele risk faktörü dediğimiz kalp hastalığına geliyorum dedirten faktörler (sigara içimi, yüksek kan yağları, ailede kalp hastalığının fazla görülmesi, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, şişmanlık, hareketsizlik, stres li yaşam vb) varsa mutlaka rutin kalp kontrolleri yapılmalıdır. Bunların hiç biri olmasa da doğuştan itibaren rutin kalp kontrolleri gerekmektedir. Doğuştan olan kalp anomalilerinin neredeyse tamamı bu rutin kontrollerde ortaya çıkmaktadır. Kalp kapak hastalıklarının çoğunun tanısı da rutin muayenede konmaktadır.

Halk arasında kalp krizi olarak bilinen akut miyokard infarktüsü genelde çok şiddetli göğüs ağrısı ile ortaya çıkan bir hastalıktır. Nadiren diş ağrısını, mide ya da safra kesesi ağrısını veya kas ağrısını taklit eden ağrı şeklinde kalp krizi geçirenler olabileceği gibi hiç ağrısız kalp krizi geçirenlerde vardır. Bu tür hastaların daha önce kalp krizi geçirdiğini anlamak ancak rutin kalp muayenesi ile mümkündür.

Spora başlamadan önce mutlaka kontrolden geçin!

Yaş kaç olursa olsun spor yapmaya karar veren birinin (bu hafif yürüyüşler şeklinde olsa bile) öncesinde mutlaka rutin kalp kontrolünden geçmesi şarttır. Kişi önce bu sporu laboratuar koşullarında hekim gözetiminde yapıp doktorun olurunu alması gerekmektedir. Ani sporcu ölümlerinin pek çoğu daha önce basit bir kardiyolojik muayeneyle ortaya konulup önlem alınabilecek hastalıklardan kaynaklanmaktadır.
Anne adaylarının hamilelik öncesi mutlak kalp kontrolünden geçmesi gerekir. Daha önce olduğu halde tanı konmamış ve hamilelikte tanı konan hastalarda kullanılması gereken ilaçların pek çoğunun ana karnındaki bebeği de etkilemesi tedavide büyük sıkıntılara neden olabilmektedir.

Rutin kalp kontrolünde saptanacak örneğin kan yağları yüksekliği, hafif bir tansiyon yüksekliği gibi durumlarda önceden önlem alınarak daha sonra yaşanması muhtemel bir kalp krizi ya da inmeden korunmak mümkündür. Genelde herhangi bir bulgu vermediğinden yüksek kan yağları, yüksek tansiyon ve daha pek çok kalp hastalığı rutin kalp kontrollerinde ortaya çıkar. Rutin kontrolde kalp içinde kitle tespit edilip erken dönemde ameliyat edilerek hayatı kurtulan hastalarda vardır.

Sonuç olarak yakınması olsun olmasın herkesin rutin kalp kontrollerini (daha sık kullanılan adıyla kardiyolojik check- up larını) önemsemesi ve düzenli yaptırması gerekir.
0 yorum

C Vitamini Hangi Besinlerde Bulunur?


Vücudun en çok ihtiyaç duyduğu vitamin türlerinden bir tanesi C vitaminidir. Bu vitamin olmazsa insan sağlığı çok kısa bir süre içerisinde bozulabilmektedir. Uzun bir hayatınız olsun ve sağlıklı bir biçimde aile üyelerinizle zaman geçirmek istiyorsanız vitamin alımlarınızı düzgün bir biçimde gerçekleştirdiğinizden emin olmalısınız. Kilolu bayanlar bu konuda kendilerinden çok taviz vermektedirler. Bunun yaşanmaması için kilo kontrolü konusunun bilinçli bir biçimde hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bazı diyet listeleri kapsamında bireyler birçok besin grubunu hayatlarından çıkarmaktadır. Yapılan en büyük yanlışlardan bir tanesi bazı besin gruplarından vücudu tam manası ile eksik bırakmaktır. Vücudun her besin grubuna az da olsa ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacın karşılanmaması durumunda çeşitli rahatsızlıklar ortaya çıkabilir. Sağlığınızın bozulmasını istemiyorsanız vitaminleri beslenme programınızdan asla çıkarmamanız gerekmektedir. Hızlı yağ yakma vaadinde bulunan diyetlerin sizin sağlığınızı bozmayacağından emin olduktan sonra uygulamaya geçmelisiniz. Gerekli besin öğelerinden faydalanılarak da yağ yakma amacınıza ulaşabileceğinizi bilmeniz gerekmektedir. Gerekli besin öğeleri altında C vitaminine de gereken önemin verilmesi ve C vitamini hangi besinlerde bulunur sorusunun yanıtının net bir biçimde bilincinde olmak gerekmektedir.

C Vitamininin Özellikleri Nelerdir? 

Hayvanlar ve bitkiler kendi doğal yapıları sayesinde C vitamini üretimi yapabilmektedir. İnsanlar ise C vitamini üretmeye elverişli yapıları bulunmamaktadır. Bu nedenle takviye C vitamini alımında bulunulması gerekmektedir. C vitamini içeren besinlerin genel olarak ekşi bir tatta olduğu ve asidik bir yapıya sahip oldu bilinmektedir. Bu nedenle aç karna C vitamini tüketiminin yapılmaması gerekmektedir. Asidik bir yapıya sahip olduğu için mideniz için bazı problemler ortaya çıkarabilir. Ne kadar asidik yapıya sahip olursa olsun C vitamini tüketimi de kesinlikle aksatılmamalıdır.  C vitamini hangi besinlerde bulunur sorusu sorulduğunda verilen cevaplar şu şekilde sıralanmaktadır;

    •    Taze sebze
    •    Greyfurt
    •    Limon
    •    Portakal
    •    Çilek
    •    Kivi
    •    Ananas
    •    Çiğ et
    •    Kuşburnu
    •    Karnabahar
    •    Lahana


Bu besinleri bol miktarda tükettiğiniz zaman C vitamini konusunda hiçbir sıkıntınızın kalmayacağını bilmeniz gerekmektedir. Sağlıklı diyet programı kapsamında C vitaminine mutlaka değer verilmesi gerekmektedir. Vücudun işleyişi açısından çok önemli bir yere sahip olan bu vitamin taze sebze ve meyvelerde bol bir biçimde bulunmaktadır. Kışın griplerden korunmak için de önlem olarak bolca portakal suyu ve limon tüketmeniz gerekmektedir.

Tüm Hastalıklara Karşı C Vitamini 


Vücudunuzdan mikroları uzaklaştırmak istiyorsanız C vitamini bunun için en önemli kaynağınız C vitamini olmalıdır. C vitamini özellikle kışın bütün insanlarda yaygın olarak bulunan grip hastalığına karşı bir silah olarak kullanılma özelliğine sahiptir. C vitamini eksikliğinde ortaya çıkabilecek kötü durumlardan bir tanesi de kilo kontrolü konusunda sıkıntıların ortaya çıkmasıdır. Diyet yaparak kilo vermek isteyen bireyler her sabah limonlu su içerek bu konuda gereken adımı atabilirler. C vitamini hangi besinlerde bulunur sorusunun yanıtını net olarak öğrendikten sonra insanların hastalıklarla uğraşmasına da gerek kalmayacaktır.
0 yorum

Ağrı kesici kullanmak fıtık ediyor!

Yapılan araştırmalara göre; bel ve boyun ağrılarında sıkça başvurulan ağrı kesicilerin doku iyileşmesini yavaşlattığı ve fıtık oluşumunu hızlandırdığı açıklandı.

Günümüzde her üç kişiden biri kronik olarak boyun ve bel ağrısı şikâyeti yaşıyor. Özellikle uzun saatler boyunca masa başında hareket kısıtlılığı içinde çalışan, egzersiz ve spor yapmaya vakti olmayan ve fastfood tarzı beslenmeye ağırlık verenler bu şikayetleri yaşayanlar arasında ilk sırayı alıyor. Yapılan yeni araştırmalara göre bel ve boyun ağrılarını geçici olarak dindirmek için alınan ağrı kesicilerin dokuların iyileşmesini yavaşlatarak uzun vadede bel ve boyun fıtığı oluşumunu tetiklediği açıklandı.

‘Sık ve Yüksek Dozda Kullanılan Ağrı Kesiciler, Fıtık Oluşumunu Tetikliyor’
Bel ve boyun ağrıları fıtık oluşumunun sinyallerinin verildiği ilk evreyi oluşturuyor. Bu dönemde sık ve yüksek dozda kullanılan ağrı kesicilerin, omurgayı saran bağların zayıflamasına neden olarak fıtık oluşumunu hızlandırdığını belirten Türkiye Proloterapi ve Ağrı Kliniği Direktörü Uzm. Dr. İlker Solmaz, “ Boyun ve bel bölgesini saran bağların zayıflaması sonucu omurgalar üzerindeki baskı artar ve omurgalar arasında bulunan disk dokusu dışarı kayarak fıtık oluşumu gerçekleşir” dedi.

Bel ve boyunda ağrı şikayetlerinde yaşanmaya başladığı ağrı şiddetinin düşük olduğu dönemde ağrı kesiciler ile çözüm aramak yerine ağrının kaynağının tespit edilerek sebeplere yönelik tedavinin uygulanması gerektiğine dikkat çeken Dr. Solmaz, ağrıya neden olan hasarlı bölgenin vücut tarafından iyileştirilmesini sağlayan ve bugün dünyadaki en etkili doku onarıcı tedavi olan enjeksiyon uygulaması Proloterapi ile kalıcı iyileşme sağlandığı bilgisini verdi.

Ağrı Kesiciler Geçici Çözümler Vererek, Kalıcı Hasarlar Meydana Getirebilir!
Dr. Solmaz, “Ağrılar, vücudumuzun bizimle konuşma şeklidir ve bize hastalığın gelişine dair sinyaller verir. Bilinçsizce kullanılan ağrı kesiciler birçok hastalığın bulgularını geçici olarak yok edip, uzun vadede geri dönüşü olmayan rahatsızlıklara zemin hazırlayabilir. Özellikle bel ve boyun ağrılarında çok sık başvurulan ağrı kesiciler fıtık oluşumuna zemin hazırlamakla birlikte birçok organa da zarar vererek, mide, böbrek ve karaciğerde geri dönüşü olmayan tahribatlar yaratmaktadır“ dedi.

Ağrı Kesiciler Bağların İyileşmesini Engelliyor
Uzm. Dr. İlker Solmaz, bilimsel araştırmalar ve hasta istatistiklerinde sık ve yüksek dozda ağrı kesici kullanan hastalarda fıtık oluşumunun daha yüksek olduğunun gözlendiği bilgisini verdi.

Dr. Solmaz, yapılan araştırmalara göre; bağların iyileşmesinde çok önemli role sahip olan enzimlerin hasarlı bölgelere iletilmesini engelleyerek, bağlara daha fazla zarar verip, tam iyileşmeyi imkânsız kıldığı ve ağrıyı dindirme etkisiyle hastaların rahatsızlıklarını erken dönemde fark etmelerini önlediği bilgisini verdi.
Uzm. Dr. İlker Solmaz

Proloterapi Yöntemi İle Fıtığa Neden Olan Hasarlı Bölgeler Vücut Tarafından İyileştiriliyor
Bel ve boynu saran hasar görmüş bağların ve de kıkırdak dokunun onarılmasını sağlayan enjeksiyon uygulaması Proloterapi hakkında da açıklamalarda bulunan Dr. Solmaz, “Proloterapi yöntemi dünyada 1930 yılından günümüze uygulanan, vücudun kendi kendini iyileştirme mekanizmasını harekete geçiren bir enjeksiyon uygulamasıdır. 

Bel ve boyun fıtığına sebep olan hasarlı bölge içine, içinde şeker bulunan serum enjekte edilerek bu bölgede mikropsuz iltihap oluşturulur. Mikropsuz iltihap, bağışıklık sisteminin hasarlı bölgeye yönelmesini sağlayan bir uyaran niteliğindedir. Vücut, iltihabı yok etmek için iyileştirme mekanizmasını devreye sokarak hasarlı bölge üzerinde kan akışını artırır ve iyileştirici hücrelerin bu bölgeye gelmesi sağlanır. İltihap, vücut tarafından yok edilirken hasarlı bölgenin de hızla onarılıp, yenilenmesi sağlanır. Bu yöntemle hastalar, ilaç ya da ameliyata gerek kalmadan; omurga, kas ve iskelet sistemi kaynaklı kronik ağrılarından kalıcı olarak kurtulmaktadır” açıklamasında bulundu.

0 yorum

Ev Hanımlarının İstenmeyen Misafiri!

Obezite, genel olarak dünyadaki gelişmiş toplumlarda erkeklerde, gelişmekte olan toplumlarda ise kadınlarda daha sık görülüyor. Türk kadınlarında obezite sıklığı yüzde 33 iken, erkeklerde bu oran yüzde 13 civarında. 

Bu farklılığa, eğitim, gelir düzeyi, sosyal durum, doğum sayısı, diyabet gibi faktörler etki ediyor, ancak özellikle ev hanımlarının çalışan hemcinslerine oranla kilo alma risklerinin daha fazla olduğu gözleniyor.
KadıköyŞifa Kadıköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Dyt. Rabia Yurdagül, ev hanımlarının obeziteden nasıl korunabileceklerini anlatıyor ve sağlıklı beslenme önerileri sunuyor.

Ev Hanımları Neden Kilo Alır?

• Mutfakta geçirilen sürenin uzun olması ve bu esnada yapılan sık atıştırmalar,
• Her gün yapılan beş çaylarında tüketilen yüksek yağ ve şeker içeren kek, pasta, börek ve diğer hamur işleri,
• Kabul günlerinde hanımların sanki birbirleriyle yarışırcasına hazırladıkları çok çeşitli ve bol kalorili besinler,
• Gelişen teknoloji ile birlikte ev işlerinin büyük çoğunluğunun makineler aracılığı ile gerçekleştirilmesi,
• Fiziksel aktivitenin yetersizliği.

Yapılan bir araştırmada beslenme ve egzersiz bilinç düzeyinin yetersiz olması, fiziksel aktivite olanaklarının kısıtlı olması ve eğitim, sosyoekonomik durum gibi faktörlere bağlı olarak obezitenin ev hanımlarında yüzde 31 oranında görüldüğü saptanmıştır. Obezitenin daha çok görülmesi hipertansiyon, kan yağlarında artış, şeker hastalığında artış ve kalp hastalıklarında artış gibi problemleri de beraberinde getirdiği için toplum sağlığının korunmasında oldukça önemli bir yere sahip olan yeterli ve dengeli beslenme konusunda ev hanımlarının muhakkak bilinçlendirilmesi gerekmektedir.

Beslenme Önerileri

• Kabul günleri kilo almak için büyük etkendir. Böyle günlerde sanki kadınlar arasında bir rekabet oluşur ve bir yemek hazırlama yarışına girilir. Oysaki daha az kalorili ve daha lezzetli menüler hazırlamak mümkündür. Ağır hamur tatlıları yerine dondurma, az şekerli sütlü tatlılar ve meyve tatlılarını, pasta ve kızartmalar yerine az yağ ile hazırlanmış börek ve poğaçaları, taze meyve ve mayonezli ve bol yağlı salatalar yerine bol yeşillikli vitamin deposu salataları, taze meyveleri, şekerli ve asitli içecekler yerine ayran, taze sıkılmış meyve sularını ve bitki çaylarını tercih etmek hem alınan fazladan kalorileri azaltır hem de sağlığa olumlu katkı sağlar.

• Yemek yeme hızı çok önemlidir. Yemekleri yavaş yemek, iyi çiğnemek, küçük lokmalar halinde yemek hem sindirime yardımcı olup gaz ve hazımsızlığı önler hem de tokluğun daha kısa sürede oluşmasına yardım eder.

• Yemek hazırlama ve pişirme esnasında doğru yöntemlerin kullanılması alınacak gereksiz kalorileri önleyecektir. Örneğin etli yemeklere ekstra yağ ilavesine gerek yoktur, sebze ve zeytinyağlılara eklenen yağ miktarı azaltılıp, baharatlarla yemekler lezzetlendirilebilir. Et ve ürünlerinde yağsız olanlar, süt ve ürünlerinde ise yağsız veya yarım yağlı olanlar tercih edilebilir.

• Yemek servisinin uygun porsiyonlarla yapılması hem yiyecek israfını önler, hem de kalan yemekleri bitirme gayretiyle gereğinden fazla besin tüketimi ile fazladan alınan enerjiyi azaltır.

• Yapılan fiziksel aktivite miktarı artırılmalıdır. Haftanın en az 3 günü düzenli olarak 30- 45 süre ile dakika yürüyüş, yüzme gibi egzersizler yapılarak hem kilo verilmesi sağlanır hem de kilo alımları engellenir. Egzersiz fazladan enerji alımını kısıtlayacağı gibi, sağlığı geliştirmeye de yardımcıdır.

1 yorum

Daha iyi bir vücuda sahip olmanın 10 yolu

Sürekli aynanın önünde durup mükemmel vücuda sahip olmak için hayal kuranlardan mısınız? Fakat yapabileceğiniz bir çok şey varken neden orada oturup hayal kurmakla yetiniyorsunuz? Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, size daha iyi bir vücuda sahip olmanın 10 yolunu gösteriyor:

VÜCUDUNUZLA TEKRAR İLETİŞİM KURUN: 
Aynanın karşısına geçin ve genel vücut proporsiyonunuzu değerlendirin. (Omuz ve kalça yükseklikleri, kafanızın gövdenizin orta hattında bulunup bulunmadığı gibi detaylar kısaca simetri önemlidir.) Yoga veya germe yaparken vücudunuzun nasıl çalıştığını anlayın. Bu aktiviteler sırasında vücut sıvılarınızı nasıl harekete geçtiğini öğrenin.

EVDE KASLARINIZI ÇALIŞTIRIN: 
Basitçe kendi vücut ağırlığınız ile yaptığınız egzersizler daha iyi bir vücuda sahip olmanızı sağlar. Push-up, squat, karın ve sırt kuvvetlenme gibi egzersizleri evde kolaylıkla yapabilirsiniz. Hafta 2 veya 3 olmak üzere 10-20 tekrar / 3 set olarak egzersizleri yapın.

KARDİO ANTRENMANI YAPMAYI UNUTMAYIN: 
Eğer gerçekten vücudunuzu şekillendirmekte kararlı iseniz egzersiz programınız haftada 3 ila 5 kere, 30-60 dakikalık bir aralıkta orta seviyede aerobik (solunumu hızlandırarak dokulara daha fazla oksijen gitmesini sağlayan) egzersiz içermek zorundadır. Vücudunuzun yeniden şekillenmesi ve esnekliği için egzersizlerin öncesi ve sonrasında germe yapılmalıdır. Joging, yüzme, bisiklet, tenis veya squash gibi aktiviteleri deneyin.

NE YERSEN OSUN: 
Bu cümle oldukça gerçekçidir. Eğer hedefiniz sıkı, fit ve mükemmel görünmekse dürüstçe söylemem gerekirse hergün ağzınıza ne koyduğunuzun farkında olmalısınız. Tabi ki kendinizi kontrol altında tutarken egzersizler sırasında ve günlük yaşantınızda size yeterli seviyede enerji sağlayacak yiyecekleri tüketmeniz gereklidir. Fakat etkisi hızlı geçen, fazla vaatlerde bulunan moda diyetlerden kaçınmanızda fayda var. Vücudunuzun içerden de dışarıdan göründüğü kadar mükemmel olması gereklidir.

KENDİ VÜCUT TİPİNİZE GÖRE KIYAFETLER SEÇİN: 
Genelde vücudumuzu beğenmediğimiz zamanlar, bol, iddiasız, salaş kıyafetler giymeye eğilimliyizdir. Güzel kıyafetler seçmek için kilo verene kadar bekleriz. Fakat neden? Şu an iyi hissetmeniz önemlidir, kendinize vücut ölçülerinize göre etkileyici kıyafetler seçin. Kendinizi yenilenmiş ve motive hissetmek için fit kıyafetler edinin.

VÜCUDUNUZU BİR BÜTÜN OLARAK DEĞERLENDİRİN: 
Birçoğumuz vücudumuzu bölgesel olarak yargılarız. Bacaklarım çok kalın, dudaklarım çok ince, göğüslerim çok küçük… Bedeninizi sadece negatif gördüğünüz tarafları ile değil bir bütün olarak değerlerin. Vücudunuzun beğendiğiniz kısımlarını ortaya çıkaracak kıyafetler seçin.

POZİTİF OLUN: 
Vücudunuzun nasıl göründüğü daha çok algıya dayanır. Eğer vücudunuzun iyi olmadığını düşünerek yürüyor iseniz vücudunuz ve postürünüz bunu yansıtır. O yüzden her sabah evden bir gülümseme ile ayrılın ve en iyi tavrınızı takının. Duruşunuz ve tavrınız görünüşünüzü belirler. Yürürken ve ayakta dururken kendinize güvenli bir tavır sergileyin. Vücudunuzun bu şekilde daha farklı göründüğünü çok geçmeden fark edeceksiniz.

KENDİNİZİ ŞIMARTIN: 
Eğer vücudunuzu şekle sokmak için hergün antrenman yapmayı başardıysanız, gidin ve kendinize bütün stresinizi ve gerginliğinizi azaltacak bir masaj hediye edin. Eğer masaj konusunda fanatik değilseniz, küvetinizi doldurun ve suyun rahatlatıcı etkisinin tadını çıkarın.

VÜCUDUNUZ TEK VE EMSALSİZ VE TABİÎ Kİ SİZ DE: 
Her insanın başka bir genetik yapı, vücut şekli ve ölçüsü ile doğduğunu hatırlayın. Sizin vücudunuz da benzersiz.

İLERLEMEYİ TAKİP EDİN: 
Bu süre içinde vücudunuzdaki gelişmeleri takip etmenizi öneririm. İlk halinizin fotoğrafını çekin, yağ yüzdenizi, bedeninizi, egzersizleri yapma süre ve sayınızı bir yerlere not edin ve her ay karşılaştırın. Böylelikle doğru yapıp yapmadığınız şeyleri değerlendirme fırsatınız olur.

0 yorum

Bebeğinizi kucağınıza aldığınızda

Hamileliğin ardından, bebeğinizi kucağınıza aldığınız an, hayatınızın en mutlu anlarından bir tanesidir. Kendi canınızdan bir parçanın sağlıklı doğması, ailenize katılması, hayatınızda yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bu yeni başlangıç bazen yeni doğum yapan kadınlarda strese, psikolojik olarak değişikliğe yol açabilir. Bu stres normaldir ancak uzun sürerse doğum sonrası depresyonu yaşıyor olabilirsiniz…

Terapi İstanbul’dan Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer doğum sonrası depresyonu şu şekilde değerlendirdi;
Kadınlar, bir şekilde, doğumun otomatik olarak keyif ve neşe oluşturduğunu öğrenmişlerdir. Çocuk doğurmayı takip eden dönemin hayatlarının en mutlu zamanı olması gerektiğine inanmaya yönlendirilmişlerdir. Gerçekte ise, ailenin yaşam döngüsündeki en stresli ve endişe üreten dönemlerden birisidir. Bu dönemde kadının eşinin, ailesinin ve yakınlarının annelik rolüne uyum sağlamaya çalışan anneye psikolojik destek vermesi gereklidir.

Her sene, doğum yapan kadınların yarısından fazlasında ruhsal sorunlar görülmektedir. Bu kadınlardan yüzde 10 ile 15'i çocuk doğurmayı takip eden dönemde, uykusuzluk, kafa karışıklığı, annelik durumuna alışma endişesi gibi problemler yaşamaktadır.

Doğan çocuğun attığı ilk çığlıktan sonra, sorulan ilk soru, ‘‘Kız mı oğlan mı’, ikincisi de ‘‘Annenin sağlığı nasıl?’’dır. Bu soruyla merak edilen annenin fiziksel sağlığıdır. Ve ‘‘İyi’’ cevabı alındıktan sonra ‘‘doğum olayı’’ başkaları için bitmiştir. Oysa anne için doğumun sadece fiziksel aşaması sona ermiş ve annelik rolüne uyum sağlamasını gerektiren, ruhsal problemlerin yaşanabileceği bir dönem başlamıştır. Bu dönem gündelik sorunların yaşanıp profesyonel yardım olmadan aşılabileceği gibi yardım gerektirecek kadar ciddi problemler de görülebilir.

Yeni anneler, doğumdan sonraki ilk sene içinde her an depresyona yatkındırlar. Bir çocuğun bakımını üstlenmekle birlikte insanın eşiyle geçirdiği zamanın kaybı, yetişkin arkadaşlıklarının kaybı, özgürlüğün ve alışılmış gündelik hayatın kaybı da yanında gelmektedir. Yaşamlarının bir daha asla eskisi gibi olmayacağının bilinciyle, yeni yaşam tarzına uyum sağlamaya çalışırken bu bütün aile için de bir uyum zamanıdır.

Gözardı Edilen Ruhsal Sıkıntılar
Doğum sonrasında annelere tıbbi bakım eksiksiz verilirken, ruhsal sorunlar göz ardı edilebilir. Doğum yapan kadınlarda annelik hüznü %50-70, doğum sonrası depresyon %10-15 oranında görülebilir. Doğum sonrası dönemdeki ruhsal sorunlar için risk faktörleri şunlardır: Evlilikle ilgili sorunlar, geçmişteki ruhsal sıkıntılar (depresyon, bunaltı, kaygılar), ailede ruhsal hastalık, evli olmama, istenmeyen gebelik, annelik rolü için hazırlıksız olma, ilk gebelik, doğum korkuları, sosyal desteğin olmayışı sayılabilir. Doğumla birlikte değişen rol tanımları (çift olmaktan anne baba olmaya geçiş) ve bebek bakımının getirdiği psikososyal stresler ruhsal sorunların ortaya çıkmasını tetikleyebilir.

Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer; “Doğum sonrası depresyon genellikle birkaç ay içinde düzelir”
Doğum sonrası depresyon, doğumdan sonraki ilk 6 hafta içinde sinsice başlar, bir hatta iki yıl sürebilir. Klinik tablo hafif depresif duygu durumdan melankoliye kadar değişebilir. Doğum sonrası depresyon genellikle birkaç ay içinde düzelir. Orta ve ağır şiddette ise mutlaka bir uzman tarafından tedavi edilmelidir. Tekrarlama riski hem sonraki doğumlarda hem de hamilelik dışı dönemlerde yüksektir. Eğer geçmişte depresyon öyküsü yoksa doğum sonrası depresyon riski %10-15, depresyon öyküsü varsa %25’tir.
Doğum sonrası depresyon tedavi edilmezse uzun sürer ve anneye verdiği duygusal zararın yanı sıra çocuğun gelişimini de olumsuz yönde etkiler.

Doğum sonrası depresyon belirtileri nelerdir?

• Normalden daha fazla ağlama
• Çoğunlukla üzgün hissetme
• Konsantre olamama ve sıkıntı içinde hissetme
• Eşyaları nereye koyduğunuzu hatırlamakta zorluk çekme
• Eskiden keyif aldığınız şeylerden keyif alamama
• Çok yorgun olduğunuz halde bebeğiniz uyuduktan sonra bile hala uyuyamama
• Günün çoğunda yorgun olma
• Hep böyle hissedecekmiş gibi hissetme
• Yalnız kalmaktan korkma
• Böyle hissetmeye daha fazla devam etmek durumunda olmaktansa ölmüş olmayı isteme

Tedavi Yöntemleri;
* Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer
Genellikle, belirtiler fark edilmeden geçer çünkü bunlar yeni bir bebeğin bakımının getirdiği stresin birer parçası sanılabilir.

Bir bebeği göğüsten emzirmek ve adetlerin geri dönmesi, vücudun biyokimyasını değiştirebilecek ve bir depresyonun zamanlamasını etkileyebilecek önemli hormonal olaylardır.

Hamilelik, doğum ve doğum sonrası döneme ilişkin verilen eğitim ve gevşeme teknikleri anneyi pasif konumdan çıkararak korkusunu kontrol altına almasına yardımcı olmaktadır. Psikiyatrik ilaçların bebek üzerindeki etkileri konusunda bilinenler azdır. Zorunlu olmadıkça, özellikle ilk üç ayda ilaç kullanımından kaçınılmalıdır.

Ruhsal duruma bağlı olarak annenin beslenmesi ve bakımı önemli ölçüde bozuluyorsa ya da kendisi, bebeği ve çevresi için risk oluşturuyorsa en düşük risk grubundan ilaçlar, etkili en düşük dozda kullanılabilir.

0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI