işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar

Diyette yapılan 10 hata



Diyet yapıyorum ama istediğim kiloyu veremiyorum diyorsanız uyguladığınız diyet programı size uygun olmayabilir. İdeal diyet programını diyetisyeniniz sizin yaşam tarzınıza, metabolik bulgularınıza ve vücut analiz sonuçlarınıza göre düzenler.



İstediğiniz süreçte kilonuzu veremiyor ve uzun vadede kilonuzu koruyamıyorsanız diyette en çok yapılan hataları sizde yapıyor olabilirsiniz.



1.Moda diyetleri yapmak

Bu tarz diyetlerle çoğu kişide birkaç kilo gider ama giden su veya proteinden yetersiz bir programsa kas kaybı olacaktır ve kişi kilo verdiğini sanır. Sonrasında fazlasıyla kiloları geri alma ve metabolik direnç görülme riski vardır.



2.Sürekli aynı diyeti uygulamak

Uyguladığınız diyet programı bir süre sonrasında kilo kaybında durağanlaşma yaratabilir. Diyetisyen kontrolünde programınızı değiştirmek daha sağlıklı sonuçlar almanızı sağlayacaktır.



3.Kahvaltıyı atlamak

Kahvaltı sizi güne hazırlayan en önemli öğündür. Atlandığında daha az kilo verecek, metabolizmanız yavaşlayacak, konsantrasyon problemi yaşayacaksınız.



4.Hızlı yemek yemek

Yemek yeme süresi mümkün olduğu kadar uzatılmalıdır. Böylelikle hem daha az yemek yiyecek hem de sindirim enzimleri salgılanacaktır. Hızlı yemek yendiğinde sindirim yavaşlamakta bu durumda kilo artışına neden olmaktadır.



5.Su içmemek

Su besinlerin sindirilmesi, metabolik atıkların atılması, metabolizmanın hızlanması ve dolayısıyla kilo kaybı için elzemdir. Günde 2-2,5 lt su içilmelidir ama tükettiğiniz çay, kahve, meyve suyu veya bitki çayları suyun yerini tutmamakta.Diyetisyen Özlem Sert Aydın



6.Sık sık öğün atlamak

Günde sadece 3-4 öğün veya daha az sıklıkta beslenenlerde düzensiz kan şekeri salgılanması, daha fazla açlık hissi ve kilo problemi görülmekte. Beraberinde birçok hastalılar da tetiklenmektedir. Bütün besinlerden ihtiyacımız ölçüsünde ve uygun sıklıkta beslenmek elbette en doğru yöntem.



7.Az uyumak

Günde 7 saatten az uyuyan kişilerin daha fazla kilo alma riskine sahip oldukları araştırmalarca desteklenmekte. Uyku esnasında salgılanan büyüme hormonu yağ yakımına da destek olmaktadır.



8.Kısa sürede kilo vermek

Herkes biran önce fazla kilolarından kurtulmak ister ama hızla verilen hızla geri alınabilmektedir. Önemli olan sağlıklı beslenme alışkanlığının edinilmesi.



9.Diyet süresince hergün tartılmak

Zayıflama diyeti süresince sizi demoralize edebilecek en önemli unsurdur tartılmak. Gün içerisinde bile değişimler görülebilir; ödem artışı, kabızlık total kiloyu etkileyebildiği için tartıya çıktığınızda kendinizi kilo almış olarak görebilirsiniz. Haftada 1 kez mümkünse diyetisyeninizin kontrolünde tartılmalısınız.



10.Sevdiğiniz yiyecekleri hayatınızdan çıkarmak

Zayıflamak için asla sevdiğiniz yiyeceklere veda etmeniz gerekmiyor. Beslenmenize yaşam boyu dikkat etmeniz gerekmekte ama ara sıra kendinizi de ödüllendirmek motivasyonunuzu tetikleyecektir.Diyetisyen Özlem Sert Aydın



Diyetisyen Özlem Sert Aydın

www.ozlemsert.com
0 yorum

Erken teşhis ile meme kanserinden kurtulun!

Batılı ülkelerde kanser sıklığındaki azalışa rağmen Türkiye'de endüstrileşmenin etkisiyle kansere bağlı ölümler artıyor.

Meme kanseri ise dünyada en sık görülen kanser türlerinden. Oysa kadınların bu korkulu rüyasından erken teşhis sayesinde tamamen kurtulabilmek mümkün! Erken teşhisin meme kanserinde de hayat kurtardığını belirten Acıbadem Maslak Hastanesi Meme Sağlığı Merkezi Başkanı Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Cihan Uras, “Belirti olmasa bile 40 yaşın üzerindeki her kadının mamografi yaptırması şart” diyor. Prof. Dr. Uras, Ekim ayının “Meme Kanseri Farkındalık Ayı” olduğuna dikkat çekerek, her kadının meme kanseri ile ilgili ne kadar risk taşıyıp taşımadığını bilmesi gerektiğini vurguladı.

Dünyada en sık görülen kanser türlerinden meme kanseri. Amerika Birleşik Devletleri'nde 80 yaşına kadar yaşayan her 8 kadından biri hayatının bir döneminde meme kanseri ile karşılaşıyor. Ülkemizde de kadınların en sık karşılaştığı kanser türü olarak dikkat çeken meme kanseri, artık genç yaşlarda da çok sayıda kadının kapısını çalabiliyor! Acıbadem Maslak Hastanesi Meme Sağlığı Merkezi Başkanı Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Cihan Uras, meme kanserinde erken teşhis ve düzenli kontrolün son derece önemli olduğunu belirterek, “Meme kanserinden artık tamamen kurtulabilmek mümkün. Çünkü meme kanserinde eskiden herkese aynı tedavi uygulanırdı halbuki şimdi kişiye özel tedavi var. Hatta kişinin tümörüne özel tedavi var” diyor. Ailesinde hiçbir risk faktörü olmayan, görünüşte tamamen sağlıklı olan kişilerin de kanserden korunmak için mutlaka tarama programlarına girmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Uras, her kadının meme kanseri ile ilgili ne kadar risk taşıyıp taşımadığını bilmesinin şart olduğunu söylüyor. Yüksek risk grubunda olan kadınların tarama programlarına daha erken dönemde girmesi gerekiyor. Tarama programları sayesinde meme kanserinde erken tanı rahatlıkla konulabiliyor ve kadınların bu hastalıktan tamamen kurtulmaları sağlanabiliyor.

20 yaşından sonra kendi kendine muayene!

Dünyada her yıl binlerce kadın meme kanseri nedeniyle hayatını kaybederken bu ölümlerin büyük bir bölümünün altında kanser teşhisinde geç kalınması yatıyor. Öyle ki meme tetkikleri düzenli olarak yapılıp kanser erken evrede yakalandığı takdirde meme kanseri artık 'tamamen tedavi edilebilir' bir hastalık. 20 yaşından sonra ayda bir kez her kadının kendi kendini muayene etmesinin yanısıra doktor kontrolü ile bazı görüntüleme tetkikleri erken teşhiste büyük önem taşıyor. Kadınların mutlaka yaptırması gereken özel tetkikler hakkında bilgi veren Prof. Dr. Uras “Kadının taşıdığı risk faktörlerine göre muayene sıklığı değişebilse de her kadının 20 yaşından sonra 1-3 yılda bir, 40 yaşından sonra ise her yıl meme konusunda uzmanlaşmış bir doktor tarafından meme muayenesinin yapılması gerekiyor” diyor.

Ultrasonografi ise ses dalgaları aracılığıyla görüntü elde edilmesini sağlayan bir yöntem. Ultrasonda radyasyon riski ve yan etki yok. Ayrıca işlem sırasında Ağrı da duyulmuyor. Meme dokusu yoğun olan, yani genç kadınlarda memenin ultrason ile incelenmesi öneriliyor. Çünkü genç kadınlarda memenin süt üreten dokusu fazla (meme yoğundur) olduğu için mamografinin kanser saptamadaki başarısı düşüyor. Ayrıca genç kadınlarda meme dokusu radyasyona daha duyarlı olduğu için mamografi riskli olabiliyor. Ultrasonda ise meme dokusu tarafından örtülmüş olduğu için mamografide görülemeyen küçük kanser odakları daha kolay saptanabiliyor. 35 yaşın altındaki, hamile veya süt emzirmekte olan kadınlarda ve bir meme bulgusunun değerlendirilmesi gerektiğinde ultrason tercih edilen ilk yöntem. Çünkü radyasyon riski yok. Ayrıca meme kanseri açısından riskli bulunan 40 yaşın altındaki tüm kadınlarda tarama yöntemi olarak kullanılabiliyor. Çok riskli kişilerde bu yaşta bile bazen taramaya mamografi eklemek gerekiyor.

Hiçbir şikayet görülmeyebiliyor

Meme kanseri ülkemizde giderek artarken, erken saptanamadığında ölüm riski oldukça yüksek olan bu hastalık, erken teşhis edildiğinde başarıyla tedavi edilebiliyor. Meme kanserinin erken dönemde saptanmasını sağlayan en önemli yöntem ise; mamografik tarama. Zira meme kanseri memede veya koltukaltında ele gelen kitle, meme başından akıntı gelmesi gibi belirtiler verse de, bazı hastalarda bu yakınmaların hiçbiri olmuyor. Bu durumda da meme kanseri sadece mamografi incelemesiyle tespit edilebiliyor. Ancak özellikle meme dokusu yoğun olan kadınlarda taramada mamografinin ultrasonografi ile birlikte kullanılması gerekiyor. Bu şekilde duyarlılık yüzde 90’ın üzerine çıkarılabiliyor. Pek çok kadın mamografide alınan radyasyondan dolayı endişe duyuyor; oysa bu işlem sırasında alınan radyasyon dozu son derece düşük. Bir kişinin 3 ayda normal olarak maruz kaldığı ya da uzun bir uçak yolculuğunda alınan radyasyon dozu mamografiye eşit. Dijital mamografilerde bu doz daha da düşüyor. Herhangi bir bulgu ya da belirti olmasa bile 40 yaşın üzerindeki tüm kadınlara düzenli olarak 1 ya da 2 yıllık aralıklarla mamografik tarama yaptırmaları öneriliyor.
0 yorum

Kalp hastalarına 'kelle paça' uyarısı

AKÜ Tıp Fakültesi Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Darçın: "Kalp hastaları için paça ve kelle türü yiyecekler etten daha zararlı"

Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Tıp Fakültesi Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Osman Tansel Darçın, kalp hastaları için paça ve kelle türü yiyeceklerin etten daha zararlı olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Darçın, kalp krizi geçirmiş, kalbinde stent olan ya da kalp ameliyatı olmuş kişilerin et tüketiminin sınırlı olması gerektiğini belirterek, Kurban Bayramı'nda söz konusu kişilerin sakatat tüketiminde dikkatli olması uyarısında bulundu.

Kurbanın kesilmesinin ardından etin dinlendirildikten sonra tüketilmesi gerektiğini bildiren Prof. Dr. Darçın, şunları söyledi: "Özellikle kalp hastalarının eti tüketirken daha hassas davranması gerekir. Kalp hastası veya ameliyatı geçiren kişiler daha dikkatli olması gerekir. Et, Türk toplumunun hayatında kuşkusuz vazgeçemeyeceği bir gıda. Toplum olarak eti çok seviyoruz ve tüketmek istiyoruz. Gençlik yıllarında edindiğimiz gıda alışkanlıklarımızı yaşlanınca kolayca değiştiremiyoruz. Bu, sağlık açısından doğru değil. Hastalara, eti Kurban Bayramı'nda hiç tüketmeyin diyemem ancak dikkatli tüketmelerini tavsiye ediyorum. Kalp hastaları, az miktarda ve tadacak kadar yemeli. Gıda mühendisleri, etin haşlama şeklinde tüketilmesini tavsiye ediyorlar ancak eti haşlama şeklinde yemek halkımızın genellikle pek de sevmediği bir şey. Bu durumda en azından ızgara olarak tüketilebilinir. Sakatatlardan biraz daha uzak durmak gerek."

"Paça, kelle, etten daha zararlı"
Prof. Dr. Darçın, kurbanın paça ve kelle kısmından yapılan yemeklerden kalp hastalarının uzak durması tavsiyesinde bulunarak, bu tür yemeklerin, normal et yemeklerinden daha zararlı olduğunu anlattı.

Kalp hastalarının Kurban Bayramı'nda et tüketimine dikkat etmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Darçın, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Kalp hastalığı bulunan kişiler için ciğer, kelle, paça ve işkembe türü şeyler etten daha da zararlıdır. Tüketeceğimiz et eğer dana eti olursa daha iyi olur. Koyun eti, kolesterol açısından daha zengin ve zararlı. Bu noktada koyun etinden özellikle kalp hastalarının uzak durmasında fayda var. Kalp hastalarının daha ziyade az miktarda ızgara tarzında yapılmış dana etlerden tadımlık olarak yemelerini öneriyorum."
0 yorum

Kalp yetmezliği ile daha erken tanışıyoruz

Türkiye'de kalp yetmezliği 10 yaş daha erken ortaya çıkıyor

Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı BaşkanıProf. Dr. Mehmet Birhan Yılmaz, Türkiye'de kalp yetmezliğinin dünya ortalamasına göre 10 yaş daha erken ortaya çıktığını belirtti.

Dünya Kalp Günü (29 Eylül) dolayısıyla AA muhabirine açıklamalarda bulunan Yılmaz, kalbin, vücudun ihtiyaçlarını karşılayacak güçte çalışamaması ve yorgun düşmesiyle kalp yetersizliği sorunun ortaya çıktığını bildirdi. Yılmaz, bunun pek çok sebebi olabileceğini ifade ederek, hastalığın belirtileriyle ilgili şu bilgileri aktardı:

"Nefes darlığı tipik belirti olarak kabul edilir. Ayakkabı bağlanırken nefesin daralması bir belirti olabilir. Yokuş çıkarken nefes açlığı hissedilmesi halinde de kalp yetersizliği başlangıcından şüphelenilir. İlerleyen evrelerde, kalbin halsizliğine genel vücut halsizliği ve bitkinliği eşlik etmeye başlar. Takiben, ayak bileğinden başlayan şişlikler tabloyu belirler. Daha ilerleyen dönemlerde hasta sırt üstü düz yatamayacak hale gelir. Bir kaç saat sırt üstü yatıp uyuyabilmek bazı hastalar için lüks kabul edilir."

Türkiye'de son yapılan çalışmaya göre, erişkin nüfusta kalp yetmezliği görülme sıklığının yüzde 3, ortalama yaşın ise 62 olduğunu bildiren Yılmaz, bu oranın dünyada yüzde 2, ortalama yaşın ise 72 olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Yılmaz, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Bunun anlamı şu, sıklık açısından dünya şampiyonuyuz. Üstelik bizde hastalık 10 yaş daha erken ortaya çıkıyor. Dünyadaki ve ülkemizdeki rakamları özetlemek gerekirse Avrupa ülkelerinde yaklaşık 15 milyon, Amerika Birleşik Devletleri'nde 6 milyon kalp yetersizliği hastası bulunuyor. Türkiye'de ise 1 milyona yakın kalp yetersizliği olgusunun bulunduğu tahmin ediliyor. 40 yaşındaki bir bireyin, yeterince uzun yaşarsa, kalp yetersizliğine yakalanma sıklığı dörtte bir oranında. Yani her 4 kişiden birisi."

Tansiyon, şeker hastalığı, kalp krizi ve kalp damar darlığının bir süre sonra kalp yetersizliğine yol açtığı uyarısını dile getiren Yılmaz, "Burada acı olan tablo şu, ülkemiz insanlarının bu çaresiz denebilecek hastalığa yakalanma yaşı 10 yaş daha erken. Çaresiz derken kastım, bu hastalığın son çaresi kalp nakli. Unutmamak lazım ki herkeste yalnızca 1 tane kalp var. Oysa iki böbreğimiz var ve biri sevdiklerimize bağışlanabilir. Öte yandan kalbimiz tek. Sadece ölüm halinde kalp sağlamsa başkasına nakledilebiliyor" dedi.

-Hastalığın nedenleri
Hastalığın görülme nedenleriyle ilgili de bilgi veren Yılmaz, kalbe yük olan her hastalığın eninde sonunda kalp yetersizliğine yol açtığını bildirdi.
Yılmaz, kalp krizi, hipertansiyon, şeker hastalığı, viral hastalıkların en sık görülme nedenleri olduğunu belirterek, kalp yetmezliğinin genelde yaşlı nüfusun hastalığı olarak bilindiğini ancak ülkede gençler arasında da sık rastlandığını söyledi.
Kalp yetmezliğinden korunma yöntemleriyle ilgili de bilgi veren Yılmaz, aşırı tuz, sigara ve şeker hastalığından sakınmanın, düzenli egzersiz yapmanın ve ailede kalp yetersizliği varsa doktora düzenli kontrole gitmenin korunmada etkili olduğunu sözlerine ekledi.
0 yorum

Brokoli kansere karşı panzehir olabiliyor!

Dr. Sinan Akkurt, Ekim ayının Meme Kanseri Bilinçlendirme Ayı olması nedeniyle yaptığı konuşmada, günlük hayatımızda alabileceğimiz basit ama çok faydalı önlemleri sıraladı.

Brokolinin kanseri önleyici özelliği dışında içerdiği flavonoidler bakımından bağışıklık sistemini güçlendirdiği, kalp hastalıklarına yakalanmada, kalp krizi riskini azaltmada rol oynadığı ve vücudun hormon dengesini sağladığı bilgilerini veren Akkurt, radyasyona karşı da ev ve işyerlerinde kaktüs yetiştirilmesini önerdi.

Ekim ayının Meme Kanseri Bilinçlendirme Ayı olması nedeniyle bir açıklama yapan Dr. Sinan Akkurt, meme kanserinin tedavi edilebilir bir hastalık olduğuna ve çıkabilecek belirtilerde mutlaka hekim kontrolüne gidilmesi gerektiğine dikkat çekti.

Meme kanseri riskine karşı haftada 1 ya da 2 kez brokoli yenilmesini öneren Akkurt, A, C, E ve karotin bakımından zengin bir yapıya sahip olan brokolinin antioksidan bakımından da zengin olmasının hücreleri serbest radikallere karşı koruduğunu, "sülforafan" zengini olan brokoli filizinin tam bir panzehir görevi üstlendiğini belirtti.

Akkurt'un verdiği bilgilere göre, brokolinin tohumundan yeni çıkmış olan brokoli filizleri, erişkin bir sebzeye göre 50 kat daha fazla sülforafan taşıyor. Sülforafan maddesi kanserli hücrelerin büyümesini engellemekle birlikte onları öldürebiliyor. Yapılan klinik araştırmalarında meme kanseri olan kadınlara brokoli, kıvırcık lahana, beyaz lahana ve karnabahar gibi besinler verilerek, meme kanseri riskinin yüzde 50 azaltıldığı, kimilerinde ise tamamen iyileşme belirtisi gösterdiği görülmüş durumda. Ayrıca brokoli içerisinde bol miktarda göğüs kanseri riskini azaltan 'indole" adlı bir madde içeriyor. Bu besin göğüs kanserine neden olan östrojen bozukluklarını engelliyor.

Brokoliyi iyice yıkadıktan sonra, çay, çorba, yemek ve çiğ şeklinde salata olarak tüketebileceğimizi hatırlatan Akkurt, Omega 3 doymamış yağ asitlerine sahip olan balıkyağı ve arıların kovanlarını izole ettikleri propolis maddesinin de kanserle savaşta destek olabileceğinin araştırmalarda görüldüğünü açıkladı.

Dr. Akkurt, hastalıkla ilgili alternatif tedavi metotlarının da geliştiğine değinerek, yardımcı tedavi metodu olarak biorezonanstan yararlanılabildiğini açıkladı.

Cep telefonu, televizyon, bilgisayar, floradan lamba, yüksek enerjili ısıtıcılar v.b. gibi radyasyon yayan cihazlardan uzak durmanın ve ölçülü kullanmanın gerektiğini söyleyen Akkurt, "Ne yazık ki, toplum olarak cep telefonu bağımlısıyız. Ancak kanser açısından bu telefonlar çok büyük risk faktörü. Cep telefonu ilk çaldığı an kesinlikle açmamalı, yolculukta telefonu kapatmalı, yatarken de telefonu yatak odanızdan uzakta şarj etmelisiniz" dedi.

Deterjan yerine limon suyu oda kokusu yerine saf uçucu yağ

Bu cihazların radyasyon da yaydıklarını ve bu iyonların havada asılı kaldığını söyleyerek şu önerilerde bulundu: "Çözücüler, boyalar, mürekkepler, böcek ilaçları v.b. gibi kimyasallardan kaçınmak gerekiyor. Ayrıca kağıt ve mürekkep kartuşlarının geri dönüşümlü olmasına dikkat etmelisiniz. Evde kullanılan deterjanlar, oda spreyleri kanserojen maddeler içerdiği için kanser riskini artırıyor. Ev temizliğini sirke, limon suyu, kabartma tozu, çamaşır sodası ve zeytinyağı ile yapmanızda fayda var. Oda kokusu olarak taze doğal çiçekler veya organik çiçeklerden elde edilen saf uçucu yağlar en idealidir. Leke, su tutmayan yatak örtüleri, mobilyalar, el çantaları kanserojen maddelerdir. Hammaddesi pamuk, keten, yün ve kenevir olan elbiseleri tercih etmelisiniz. Dolaplarınızda naftalin yerine ceviz yaprağı kullanmalısınız."

Sağlıklı beslenmenin son derece önemli olduğunu vurgulayan Akkurt, koruyucu ve yapay katkı maddesi ihtiva eden fabrikasyon gıdalardan, beyaz, esmer, her türlü şeker, beyaz un, rafine tuz, kızartma v.b. gibi yiyeceklerden kesinlikle kaçınılması, özellikle gebelikte tuzlama türü gıdalardan uzak durulması gerektiğini belirtti.

Uzay besinleri ile beslenin

Astronotların kullandığı uzay besinleri ile radyasyondan korunmamızı öneren Akkurt, şu bilgileri verdi: "Vitaminler, radyasyona karşı savaşta önemli bir yer tutar. A, C ve E vitaminlerinin moleküler yapıları sayesinde antioksidan koruma sağladığı kanıtlanmıştır. Bu vitaminlerin ve diğer antioksidanların yüksek miktarda alınması, pilotlar gibi yüksek irtifada çalışanları, mesleki bir tehlike olan ve radyasyonla harekete geçen kromozom hasarından korur. ACE katkıları ayrıca, astronotları yüksek radyasyon seviyelerinden korumak için 'uzay besinleri' olarak da önerilmektedir. A vitamini, radyasyon etkilerini iyileştiriyor ve kanser hücrelerini öldürüyor. C vitamini, glutatyon gibi doğal antioksidan sistemleriyle birlikte, DNA'nın ve kromozomların, oksidatif hasardan korunmalarına yardımcı olur. C vitamini aynı zamanda insan kan hücrelerinin radyasyon yüzünden ölümünü de önler. C ve E vitamini, serbest radikalleri etkisiz hale getiriyor. E vitamini de serbest radikalleri oluşur oluşmaz stabilize eder ve toksisitelerini azaltır."

Yapılan araştırmaların CT taramalarının, zannedilenden dört kat daha fazla radyasyon yaydığını ortaya koyduğunu, sıradan tıbbi X ışınlarıyla karşılaştırıldığında, CT taramalarının çok daha yüksek çözünürlüklü görüntüler verdiğini de sözlerine ekledi.
0 yorum

Erken menopoza “erken” teşhis

Dünyada her 100 kadından 3’ü erken menopoza giriyor.

Erken menopoz hastalığı rahim kanseri gibi birçok hastalığa da davetiye çıkarıyor. Her kadının doğal bir süreç olarak yaşadığı menopoz erken geldiğinde kadınlar zor bir döneme giriyor. Bu dönem dikkatli takip edilmediğinde ise önemli sağlık sorunları baş gösteriyor. 18 Ekim Dünya Menopoz Günü’nde Anadolu Sağlık Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Nuri Ceydeli erken menopoz hastalığına dikkat çekerek tedavideki gelişmeleri anlatıyor.

Kadının yaşamında bir dönüm noktası, menopoz. Bu özel döneme hazırlıklı olmak, yaratacağı zorlu etkileri azaltmak gerekiyor. Ancak zamanından önce erken menopoza girmek ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Ülkemizde kadınlar ortalama 47, Avrupa’da ise 51 yaşında menopoza giriyor. Yumurtalık rezervinin sona ermesiyle ortaya çıkan menopozun, 40 yaşından önce olması durumunun erken menopoz olarak kabul edildiğini ifade eden Op. Dr. Nuri Ceydeli “Yaklaşık 15-29 yaşlarındaki 1000 kadından birinde, 30-39 yaşlarındaki 100 kadından birinde erken menopoz görülüyor” diyor.

Alışkanlıklar erken menopoza girmemizi etkiliyor

Erken menopoz iyi bir analizle kolayca anlaşılabiliyor. Erken menopoz döneminde psikolojik değişiklikler, uykusuzluk, ani terlemeler, odaklanamama ya da agresif tavırlar en dikkat çekici belirtiler oluyor. Op. Dr. Nuri Ceydeli, ailedeki anne ya da ablanın menopoza girdikleri yaşın bu faktörlerden biri olduğunu söylüyor: “Genetik yapı daha etkili ancak; beslenme, yaşam şekli, sigara alışkanlığı ya da stres gibi faktörler de menopoza girme yaşını etkiliyor. Örneğin, günde 20’den fazla sigara içen kadınların menopoz yaşı 1-2 yıl kadar öne çekilmektedir.” Araştırmalar da, erken menopozun sebebinin % 60’ının genetik olduğuna işaret ediyor ancak sigara, beslenme ve stres gibi faktörler de erken menopozda son derece etkili oluyor. Erken menopozda bir başka faktör olarak da coğrafyanın etkili olduğu söylense de Dr. Ceydeli yaşam şeklinin önemine dikkat çekiyor. Uzakdoğu kadınlarının daha geç yaşlarda veya biraz daha az semptomlarla menopoza girdiğini belirten Dr. Ceydeli bunun nedenini beslenme tarzlarına (soya proteini tüketimi çok fazla), refah düzeyi ve stresin az olmasına bağlıyor.

Erken menopoz “erken” teşhis edilebiliyor

Ailesinde erken menopoz yaşayan herkesin gerekli tıbbi kontrolleri aksattırmadan yaptırmasını öneren Dr. Ceydeli menopozu erken tahmin etmenin mümkün olduğunu belirtiyor. Dr. Ceydeli, böyle bir durumda altta yatan nedenlerin bazı tetkikler aracılığıyla sorgulanması gerektiğini belirtiyor. Genetik ve diğer faktörler dışında hastaya tıbbi gereklilikten dolayı yapılan bazı cerrahi operasyonlar, kemoterapi ya da radyoterapi tedavileri de erken menopoza neden olabiliyor.

Menopoz Check-up ile eksiksiz tedavi

Erken menopozun belirtilerinden biri olan adet düzensizlikleri başlar başlamaz gerekli önlemleri almak gerekiyor. “Menopoz Check-up” ile, kadınların ihtiyaç duyduğu bu destek eksiksiz karşılanabiliyor. Menopoz Check-up uygulaması menopoza girmiş ve girecek olan kadınlara gerçekleştiriliyor. Menopoz Check-up ile kadınların bu süreci daha sağlıklı bir şekilde geçirmesi, jinekolojik hastalıkların erken tanısı ve tedavisi, meme sağlığının korunması, kemik erimesi, ateş basması, sinirlilik, uykusuzluk gibi genel sağlık sorunlarının giderilmesi amaçlanıyor.

Dünya Menopoz Günü’nde Anadolu Sağlık Merkezi Kadın Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Zeynep Yılmaz menopoz yaşını geciktirebilmeniz için yaşam alışkanlıklarınızda dikkat etmeniz gereken noktaları şöyle sıralıyor:

•?Bol bol spor yapın. Haftada en az 3 gün spor yapmaya gayret edin. Gün içinde asansör kullanmak yerine merdiven kullanmayı tercih edin.
•?Vücut kitle indeksinizi hesaplayın. Ne çok zayıf ne de kilolu olun.
•?Zararlı kimyasal maddelerden uzak durun.
•?Stresten kaçının.
•?Sigara kullanmayın. Pasif içicilikten uzak durun.
•?Balık, ceviz, fındık, brokoli, domates, biber, havuç, üzüm, çilek gibi yüksek antioksidan besinler tüketin.
•?Kalsiyumu yüksek gıdalar tüketin. Günde 200 ml. süt, yoğurt ve dondurma yiyin.
•?Bol bol güneşlenin ve D vitaminini eksik etmeyin.
0 yorum

Ellerimizi tehdit ediyor!

En sık görülen deri hastalıklarından biri egzama. Üstelik ülkemizde de dünyada da gitgide yaygınlaşıyor.

Tam iyileşti derken yeniden hatta sıklıkla tekrarlayabilen egzama, yaşam kalitesini bozmasının yanısıra ekonomik kayıplara da neden oluyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Dr. Belma Bayraktar, egzamanın nedenleri arasında çamaşır suyunun da stresin de olabildiğini belirterek, milliyet.com.tr'ye önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.


Vücudumuzda en önemli organlarımız arasında yer alıyor ellerimiz. Ama nedense pekçoğumuz değerini pek de bilmiyor, bakımı için ayrılacak süreyi fazla buluyor, herhangi bir Ağrı- sızı durumunda çok da önemsemiyor, onları pervasızca yıpratabiliyoruz. Gün içinde zaten fazlasıyla yorulan ellerimiz bir yanda teknolojinin, bir yandan çeşitli temizlik malzemelerinin, bir yandan bilgisayar tuşlarının hatta bir yandan da stresin tehdidi altında! El rahatsızlıkları artık çok genç yaşlarda da sıkça rastlanan bir hastalık haline gelmiş durumda. İşte o hastalıkların çokça görülenlerinden biri de el egzaması. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Dr. Belma Bayraktar, el egzamasının en sık rastlanılan deri hastalıklarından biri olduğunu belirterek, sık tekrarlamasının yaşam kalitesini bozup, ekonomik kayıpları da beraberinde getirdiğini söylüyor. El egzamasının çok çeşitli nedenleri olduğunu, bazılarının 'meslek hastalığı' olarak değerlendirildiğini, bazen de mantar hastalığının bir göstergesi olabildiğini kaydeden Dr. Bayraktar, “Çevresel risk faktörleri, hobiler, ev ve işle temas edilen maddelerin detaylı sorgulanması önemlidir. Şüphelenilen olgularda mantar testi ya da biyopsi alınması gerekli olabilir” diyor.

Bazıları kabuklu bazıları içi sıvı dolu kabarcıklı

Ülkemizde de dünyada da gittikçe yaygınlaşan egzamanın sinirsel, alerjik, yağlı deri ve temas egzaması gibi çeşitli nedenleri bulunuyor. Bu, çamaşır suyunun içindeki bir madde olabildiği gibi, nikel alerjisi hatta günümüzün bol stresli yaşantısı da hastalığa davetiye çıkarabiliyor. Nedeni alerjik ise alerji yapan o maddenin kullanımının sona erdirilmesi iyileşme için yeterli. Ancak çoğu zaman hastalığa yol açan faktörler kendini belli etmiyor. Geniş bir yelpazeye sahip olan egzama hastalığının AKUT, kronik, yaş ve kuru şeklinde türleri bulunuyor. Kaşıntılı ve rahatsızlık veren, çatlak oluştuğunda ağrıya yol açan ve enfeksiyon riski taşıyan egzamanın kızarıklık ve deride şişme gibi nedenlerle görüntüsü de bu rahatsızlığı artırıyor. Bazıları kurulukla, kabuklanmayla seyrediyor, bazıları içi sıvı dolu kabarcıklarla. Dr. Belma Bayraktar, egzaması olan kişilerin ellerini temizlerken ve el bakımında anti-alerjik ürünler kullanması gerektiğini belirterek "Yama testi ile allerjenin saptanması gerekebilir. Atopi öyküsü olanlarda koldan yapılan prick test aydınlatıcı olabilir" diyor.

Eldiven kullanırken dikkat

Daha çok kadınları tehdit eden el egzaması, bazı meslekleri çok seviyor. Kuaförler, ahçılar,sağlık çalışanları, metal endüstrisinde çalışanlar ve temizleyicilerde daha sık rastlanıyor. El egzamasında en önemli nedenin bozulmuş deri bariyeri olduğunu belirten Dr. Bayraktar, bu nedenle egzamayı arttıran faktörlerden uzaklaşmanın ve deri bariyerini onarıp korumanın çok önemli olduğunu vurguluyor. Türkiye'de mesleğe bağlı el egzamalarının en fazla görüldüğü gruplardan biri de inşaat işçileri. Mesleğe bağlı el egzamalarında da önlem almanın son derece önemli olduğunu, elleri temizleme sonrası iyi durulamak ve kurulamak gerektiğini belirten Dr. Bayraktar, yıkama sonrası deri koruyucu bariyer kremlerinin faydalı olacağını söylüyor. Yanlış eldiven seçimi de el egzamasına yol açan en önemli faktörler arasında yer alıyor. Latex eldivenlerin sıklıkla alerjiye yol açtığını belirten Dr. Bayraktar, “Koruyucu eldivenlerden latex olanlar, bazı alerjenlere geçirgen olmaları ve duyarlanma yapmaları nedeniyle tercih edilmez. Kullanılacak eldivenler her meslek için farklı özelliktedir. Kumaş eldivenler tek başına veya diğer eldivenlerin içine kullanılır. Eldivenlerin nemlendirmemesi ve tahriş etmemesi önem taşır” diyor.
0 yorum

Alerjisi olanlar dikkat!

Grip Salgının Hızla Arttığı Şu Günlerde Solunum Yolu Alerjisi Olanlar Birinci Dereceden Tehlike Altında!

Grip sezonunun açıldığı bugünlerde, hasta olmak istemeyenlerin yanı sıra özellikle astım ve solunum yolu alerjisi olanların gribe daha yatkın olduğunu belirten Doç. Dr. Akgül Akpınarlı Antony, Yumurta alerjisi olanlar dışında solunum alerjisi olan hastaların mutlaka grip aşısı yaptırmaları gerektiği yönünde açıklamalarda bulundu.

Dünya sağlık örgütü, birinci ve ikinci dereceden risk grubunda olanların her yıl aşılanması gerektiğini vurguluyor ve birinci dereceden risk grubu içinde; astım hastaları ve solunum yolu alerjisi olanlar olduğunu açıklıyor. Gribin yayılmasını önlemek, ağır seyreden komplikasyonlarla ölümü engellemek, grip salgınının uzun sürmesi sonucu ortaya çıkabilecek virüs mutasyonunu, hastaneye yatış ve yoğun bakım ihtiyacını azaltmak, iş kaybını, okul devamsızlığını ve ekonomik kayıpların önüne geçmek için grip aşısı yaptırılması gerekiyor. Alerji Uzmanu Doç. Dr. Akgül Akpınarlı Antony “Grip; özellikle solunum yolu alerjisi olan çocuklarda, akciğer hastalığı olan yaşlılarda ve kalp, böbrek, şeker hastalığı gibi kronik hastalığı olan kişilerde çok daha ağır seyrederek ölüme varan ciddi sonuçlara yol açabilir” açıklamasında bulundu.

Mevsim değişimiyle birlikte, kalabalık ve kapalı ortamların grip salgınını arttırdığını vurgulayan Çocuk Sağlığı Hastalıkları ve Alerji Uzmanı Doç. Dr. Akgül Akpınarlı Antony, yumurta alerjisi olanlar dışında tüm alerjik hastaların aşı yaptırmasını önemle tavsiye
ettiklerini söyledi. Yumurtaya ve tavuğa karşı anafilaktik tarzda alerjisi olanların, yani yumurta ve tavuk yediğinde alerjik şoka girenlerin grip aşısı yaptırmaması gerektiğinin altını çizdi.

Alerjik Çocuklar İçin Grip Aşısı Neden Önemlidir?

Doç. Dr. Akgül Akpınarlı Antony, alerjik çocukların her türlü solunum yolu enfeksiyonlarına karşı, alerjisi olmayan çocuklara göre daha hassas olduğunu söyledi. Alerjik çocukların daha kolay gribe yakalanabildiğini, gribin mevcut alerjileri tetiklediğini, hastanın hem grip hem de alerji ile mücadele etmesinin savunma sistemini zayıflattığını belirtti. Savunma sistemi zayıflamış ve alerjiside tetiklenmiş çocuğun hastalığının daha ağır iyileştiğine ve daha fazla ilaç kullanımına sebep olduğuna dikkat çekti. Grip aşısının tüm olumsuz faktörlerden koruduğunu vurguladı.


Grip Aşısı Ne Zaman Yapılmalıdır?

Grip aşısının mutlaka salgın başlamadan önce yapılması gerektiğini vurgulayan Doç. Dr. Akgül Akpınarlı Antony, aşının etkisinin ortaya çıkması için iki üç haftaya ihtiyaç olduğunu ve en uygun zamanın sonbaharda özellikle Ekim ayı olduğunu söyledi. Aşının yanı sıra bazı önlemler alınarakda bulaşma riskinin azaltıldığını belirtti ve yapılması gerekenleri sıraladı;

• Gribi olan kişilerle yakın temastan uzak durmak,
• Evde kalıp dinlenmek,
• Öksürme ve hapşırma esnasında ağzı kağıt mendi ya da kolunuzla kapatmak,
• Maske kullanmak,
• Elleri sık sık yıkamak,
1 yorum

Kıvanç Tatlıtuğ'un sağlık ödemesi dudak uçuklatıyor!

Sağlık konusunda oldukça hassas olan Kıvanç Tatlıtuğ en ufak rahatsızlıkta soluğu hastanede alıyor. Fazla para ödemesine rağmen sigorta şirketini isyan ettiren Kıvanç Tatlıtuğ sağlık kontrolleri için 30 bin TL'lik fatura çıkarttı.


Sağlık konusunda hassas olan Kıvanç Tatlıtuğ, her fırsatta soluğu hastanede alınca sigortaşirketini isyan ettirdi. Sadece sağlık kontrolleri için yılda yaklaşık 30 bin TL’lik fatura çıkaran Tatlıtuğ, sigorta camiasının korkulu rüyası oldu.

Kıvanç Tatlıtuğ tabiri caizse hastalık hastası çıktı. Habertürk'ten Faik Erdemli'nin haberine göre, sürekli kendini dinleyen ve en küçük bir sorunda bile hemen hastaneye gidip check-up yaptıran Tatlıtuğ, özel sağlık sigortası hizmeti aldığı şirketi isyan ettirdi. Sadece kontroller için sigorta şirketine yılda 30 bin TL’yi aşan paralar ödeten Kıvanç Tatlıtuğ, sigorta camiasında efsane oldu.


PRİMİNİ FAZLA ÖDÜYOR AMA...

Normal şartlar altında yıllık 4 bin lira ödemesi gereken sigorta bedelini, 10 bin TL ödeyen Tatlıtuğ, yüzde 150 oranında fazla ödeme yapmasına rağmen yine de sigorta şirketini tatmin edemiyor.

Tatlıtuğ’un Kurt Seyit ve Şura-İstanbul dizisinde attan düştükten sonra da günlerce hastaneden çıkmadığı, her set sonrası hastaneye gidip kontrolden geçtiği öğrenildi.
0 yorum

Vücudumuzun 24 saati

24 saatte 24 kez değişiyoruz! En önemlisi de uykudayken yenilenme süresi. Uzmanlar gece saat 23:00-04:00 arasında uyumanın çok önemli olduğuna dikkat çekti.

06.00 Kortizon salgılamasıyla organizma uyanıyor. Bu uyanma vücut için kendini yavaşca kalkmaya hazırlama işareti. Metabolizma hareketleniyor, günün işleri için enerji ve protein hizmete hazır oluyor.


07.00 Vücut hâlâ zayıf. Spor yapmaktan kaçının. Kalbe ve dolaşıma gereksiz yüklenirsiniz. Spor yerine kahvaltı edin, sindirim bu saatte mükemmel çalışıyor.

08.00 Libidonun en yüksek olduğu saat. Fazla miktarda hormon salgılanıyor. Sigara tiryakileri için de durum aynı. Kahvaltı sigarası damarları her zamankinden daha fazla çok daraltıyor.

09.00 Vücudun dinç, kuvvetli olduğu saat. Herhangi bir hastalık için iğne olacaksanız bu en doğru zaman. İğnenin ateş ve şişme gibi yan etkileri ender olarak görülüyor, vücut röntgen ışınlarına karşı daha dirençli oluyor.

10.00 Organizmanın kendine gelme, ‘ben burdayım’ deme saati. Fazla enerjik, vücut en yüksek ısı seviyesinde. Verimliliğimiz de öyle. ‘Kısa süre belleği’ iyi durumda. Bir önemli ayrıntı: 10.00 ile 12.00 arası enfarktüs olaylarına sık rastlanıyor.



11.00 Vücudun tam formunda olduğu, verimli olmaya programlı bir saat. Kalp ve dolaşım o kadar zinde ki yapılan muayenelerde kalpteki bir bozukluk gözden kaçabilir. Hazır cevaplık tavan yapar, özellikle hesap işleri, matematik ödevleri zorlanmadan çözülür.

12.00 Dinlenme saati. Dikkat azalıyor ve insanı uyku basıyor. Midedeki asit miktarı fazlalaşıp, beyindeki kan akımı azalıyor. Zira kan sindirim organlarını desteklemesi için mide tarafından kullanılıyor.



13.00 Vücut formdan düşüyor. Verimlilik gün ortalamasının %20 aşağısına iniyor. Bütün organlar en alt düzeyde çalışıyor, sadece safra öğle yemeğini hazmetme faaliyeti gösteriyor.

14.00 Bitkin oluruz. Çünkü tansiyon ve hormon düzeyi düşüyor. Diş doktorundan korkanlar için en uygun randevu saati. Çünkü bu saatte acı az hissediliyor. Lokal anestezi uzun süre devam ediyor (30 dk.)



15.00 Enerji geri geliyor, bellek tam formunda. İkinci verimlilik dönemi başlıyor ama sabahkinden az.

16.00 Spor için en iyi saat. Tansiyon ve dolaşım çok iyi durumda.




17.00 Organların faaliyeti üst düzeye çıkıyor. Kuvvet artıyor, oksijen harcanıyor, böbrekler ve mesane çok çalışıyor. Tırnaklar ve saçın en çabuk uzadığı zaman. Midedeki asit miktarı fazlalaşıyor. 17.00 ‘ye doğru mide kanaması geçirme riski artıyor.

18.00 Akşam yemeği için ideal saat. Pankreas bu saatte özellikle aktif


19.00 Kan basıncı ve nabız tembelleşiyor. Bu nedenle kan basıncı düşüren ilaçlara dikkat, tehlikeli olabiliyorlar. Antidepresanların tesiri de bu saatte daha fazla.

20.00 Karaciğerdeki yağ düzeyi düşüyor ve kirli kan kalbe her zamankinden daha fazla akıyor. Alerjisi olanlar ve astımlılar ilaçlarını bu saatte almalı. Etkisi hemen görülüyorr. Antibiyotikler de az dozda alınsa bile etkileri en üst düzeyde oluyor.



21.00 Sindirim organlarının günlük görevi sona eriyor. Gelen herşey midede sabaha kadar hazmedilmeden kalıyor ve bu çok tehlikeli. Kalan yemekler bağırsak sahasındaki mukozaya hücum ediyor.

22.00 Vücudun polisi akyuvarlar aktif hale geliyor. Sigara içenler dikkat! Bu saatten sonra vücut nikotin gibi zehirleri çok zor atıyor.


23.00 Organizma gün boyunca aktif faaliyet gösteren stres hormonunun salgılamasını durduruyor. Sakinleşip, rahatlıyoruz. Salgılanmaya başlanan melatoninle birlikte karaciğer vücudu yenilemeye başlıyor. Vücut en iyi bu saatte dinlenmeye başlıyor

24.00 Uyurken deri hücreleri durmadan çalışıyor, gündüz olduğundan daha sık bölünüyor. İlk rüya safhası, yarım saat içinde rüya görmeye başlıyoruz…



01.00 Verim en alt düzeyde. Bu saatte çalışanlar hata yapabiliyor, dikkat azalıyor, çünkü vücut kendini uyumaya programlıyor.

02.00 Araba kullananlar dikkat: Görme zayıflıyor, tepkiler yavaşlıyor, kazalar bu saatte çok oluyor



03.00 Bedenin de ruhun da en karanlık safhası. Melatonin hormonunun salgılanması tembel ve kararsız yapıyor. İntihar edenlerin sayısı fazlalaşıyor.

04.00 Stres hormonundan enerji kazanıyoruz. Enfarktüs krizleri saat 04.00 ile 06.00 arasında çok oluyor; çünkü kan basıncı oldukça yükselip, damarlar geriliyor. Doğum yapma olasılığının en yüksek saati.



05.00 Stres hormonu bizi faaliyete geçiriyor ve gündüz değerinin tam 6 katına çıkıyor. Vücudumuz harekete geçiyor kaybolan enerji yeniden geri geliyor. Gelsin, yeni bir gün başlıyor.
0 yorum

Bir pozisyonda en fazla 20 dakika durun!

Bilimsel Proloterapi Derneği Başkanı Op. Dr. Hasan Doğan, microcerrahi ve ameliyatlarla giderilmeye çalışılan ancak tekrarlama olasılığı yüksek ofis hastalıklarından kurtulmak için ilaç ve cerrahi yöntemlerin dışında, hasar görmüş dokuların, bedenin kendi kendini onaran mekanizmasını harekete geçiren doğal ve kalıcı tedavi yöntemiyle iyileştirmesinin mümkün olduğunu belirtti.

Doğan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, iş hayatında, sürekli ve aynı şekilde yapılan hareketlerin, elde, bilekte ve dirseklerde ciddi sağlık sorunlarına neden olduğunu ifade ederek, gün boyu bilgisayar başında olan ve mouse kullananların kas ve bağlara orantısız ve dengesiz yük bindirdiğini söyledi.

Sinir sıkışması, dirsek, el, bilek ve omuzda ağrı ve de uyuşmaya neden olan iş hastalıklarının başında gelen sorunlardan birinin de mouse hastalığı olduğunu vurgulayan Doğan, "Bu belirtiler dikkate alınmadığında başta, Karpal tünel sendromu, tenisçi dirseği, kaslarda tetik nokta oluşumu, ellerde uyuşma ve sinir sıkışmaları, omuzlarda erken dönem kireçlenmeler görülebiliyor" dedi.

Doğan, modern hayatın getirdiği, gün boyu zorunlu yapılan hareketlerin, sürekli aynı pozisyonda kalmanın, kas ve bağlara orantısız ve dengesiz yük bindirdiğini dile getirerek, şunları kaydetti:

"Sürekli bilgisayar başında oturan gençleri ve çalışanları olumsuz etkileyen mouse hastalığından ağrı kesicilerle kurtulmak mümkün değil. Microcerrahi ve ameliyatlarla giderilmeye çalışılan, iş rutininde tekrarlama olasılığı yüksek mouse gibi ofis hastalıklarından kurtulmak için ilaç ve cerrahi yöntemlerin dışında, ağrıya neden olan hasar görmüş dokuları, bedenin kendi kendini iyileştirme mekanizmasını harekete geçiren doğal ve kalıcı tedavi yöntemiyle iyileştirmek mümkün."



"Bir pozisyonda en fazla 20 dakika durun"

Mouse hastalığının, tenisçi dirseği, sinir sıkışması gibi farklı şekillerde ortaya çıkan ofis hastalıklarını önlemek için, çalışma ve yaşam koşulları hakkında bilinçli olmak gerektiğine dikkati çeken Doğan, şöyle devam etti:

"Bir pozisyonda en fazla 20 dakika durduktan sonra 2 dakika kadar işe ara vermek ya da başka bir işle ilgilenmek daha doğru olacaktır. Bu sürede sıkışmaya maruz kalan sinirler ve damarlara rahatlama şansı vermiş oluruz. Masa başında bilgisayar karşısında oturarak çalışan kişiler, hareketsiz kaldıkları için şekil bozuklukları yaşayabiliyor. Bel ağrıları, omurgada eğrilik gibi rahatsızlıklar oluşuyor. Bel ve sırt ağrılarının, yanlış tedavi ve ilaçlar sonucu sıklıkla tekrarlanabildiğinden rahatsızlıkların nüksetmemesi için önleyici ve kalıcı tedavi olan 'proloterapi' yöntemini tavsiye ediyoruz. Bu yöntemle ağrıya neden olan zayıflamış, yıpranmış bağ ve dokular güçlendirilip, tekrar eski haline getirilir. Yöntemle vücudun kendi kendini iyileştirme mekanizması harekete geçiriliyor."

"Yöntem vücudun tamirci hücrelerini aktif hale getiriyor"

Proloterapi'nin yenilenme ve onarma anlamına geldiğini aktaran Doğan, 1930'lu yıllardan günümüze kadar uygulanan yöntemin özellikle bağ-doku problemlerinde başarıyla uygulanan bir tedavi metodu olduğunu söyledi.

Doğan, proloterapinin önleyici ve doğal bir tedavi yöntemi olduğunu anlatarak, hasarlı dokuya proloterapi yöntemiyle enjekte edilen ve özel bir içeriğe sahip olan solüsyonun, hasarlı bölgede vücudun tamirci hücrelerini aktif hale getirdiğini, vücudun kendini iyileştirme sistemini devreye sokan bu yöntem sayesinde doğal bir tedavi uygulandığını vurguladı.

Proloterapinin zayıflamış ve eski işlevselliğini kaybetmiş eklemleri, kıkırdakları, ligamentleri ve tendonları güçlendirerek tekrar eski haline getirip onardığına işaret eden Doğan, "Özel bir içeriğe sahip olan solüsyonun hasarlı bölgelere enjekte edilmesiyle vücudun unuttuğu ve ağrıya neden olan bölgeler tekrar uyarılır. Yöntemle sorunlu bölgelere iyileştirici hücrelerin hızla gelmesi sağlanıp hasarlı dokular onarılır" diye konuştu.
0 yorum

MERS Virüsü tehlikesi!

Mers virüsü hacı adayları için tehlike oluşturuyor


Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Gaye Usluer, Ortadoğu ülkelerinde daha sık görülen ve ölümlere neden olan MERS virüsüne karşı Türkiye'den gidecek hacı adaylarının dikkatli olması gerektiğini belirtti.


Suudi Arabistan'da, Ağır Akut Solunum Yolu Yetersizliği Sendromu (SARS) hastalığının türevi olduğu düşünülen Corona Virüsü MERS (MERS-CoV) enfeksiyonu ile yaklaşık 90 hastanın 45'i hayatını keybetti. MERS için Türkiye'de henüz bir vaka görülmediğini, fakat hacı adayları için tehlike oluşturduğunu açıklayan Prof. Dr. Usluer, çok sayıda insanın burada bir arada bulunması nedeniyle olumsuz koşullar meydana geldiğini ifade etti.



Usluer, ''Suudi Arabistan'da salgın olması bizim için çok önemli çünkü Hac mevsimi var. Bizim bu konuda duyarlı olmamız gerekiyor. Suudi ArabistanSağlık Bakanlığı bu konuda duyurular yapıyor. Hac yapacak çok sayıda insan bir arada olduğu için olumsuz koşullar var. Bu durumda virüsün yayılmasını kolaylaştırıyor'' dedi.


TÜRKİYE'DE 150 MERS ÖRNEĞİ NEGATİF ÇIKTI


Türkiye'den henüz bildirilen bir vaka olmadığına değinen Prof. Dr. Gaye Usluer, 150 örneğin MERS şüphesiyle incelendiğini, ancak sonuçların negatif çıktığını açıkladı. Usluer, ''Sağlık Bakanlığı tüm enfeksiyon hastalıkları ve çocuk hastalıkları kliniklerine bu konuda uyarılarda bulundu. Halk Sağlığı laboratuarı bu etkeni tanımaya yönelik yeterli donanıma sahip. Sağlık Bakanlığına 150 örnek gitmiş Corona şüphesi ile ancak hiç birinde pozitif bir sonuç yok'' şeklinde konuştu.


Aşısı ve özel tedavisi bulunmayan virüse karşı destek tedaviler uygulandığını ve MERS'e karşı 65 yaş üstü yetişkinlerin, 5 yaş altı çocukların, yüksek risk grubu olarak nitelendirilen Kronik Akciğer Hastalığı (KOAH) Kronik kalp hastaları, böbrek hastaları, şeker hastaları, düzenli alkol kullanan kişiler ve sigara bağımlıları, bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar kullananlar, diyalize giren kişiler, organ transplantasyonu olarak bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar, radyoterapi alan kişilerin daha dikkatli davranmasını ve bu kişilerde daha ağır seyrederek ölümlere neden olabileceğini açıkladı.



MERS'E KARŞI NASIL ÖNLEM ALINMALI?


Solunum yoluyla bulaşan hastalığa karşı alınması gereken tedbirlerden söz eden ESOGÜ Tıp FakültesiEnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Gaye Usluer şunları aktardı:


''Kapalı bir alanda bir virüsün havada asılı kalarak bulaştırma olasılığı artmaktadır. MERS virüsüenfeksiyonu nedeniyle Hacca gidişlerin engellenmeyeceği, Suudi Arabistan sağlık yetkilileri tarafından açıklandı. Ancak gerekli koruyucu önlemlerin alınması önem taşıyor. Hacdan gelen kişilerde 14 gün içinde yüksek ateş, öksürük, solunum sıkıntısı, yaygın kas ağırları görülürse en yakın sağlık kuruluşuna başvurulması gerekmekte.



Grip salgınında olduğu gibi el yıkamaya dikkat edilmeli, su ve sabun yoksa alkol bazlı el dezenfektanları kullanılmalı. Hastanelerde enfekte olan yüzeylerin temizliğinin yapılması da önem taşıyor.''
0 yorum

Sağlık Bakanlığı'ndan 'Mers' açıklaması


Sağlık Bakanlığı, Hatay'da tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybeden ve Mers virüsü tespit edilen kişi ile ilgili açıklama yaptı


Bakanlık tarafından yazılı olarak yapılan açıklamada Mers-Cov yönünden henüz şüpheli bir durum tespit edilmediği belirtilerek, "Hatay ilimizde MERS virüsü taşıdığı tespit edilen bir vatandaşımızın hayatını kaybettiği ve hasta ile temaslı tüm kişilerin tespit edilerek gerekli önlemlerin alınacağı daha önceki açıklamamızda belirtilmişti. Bu çerçevede Hatay Halk Sağlığı Müdürlüğü tarafından hastanın tüm temaslıları belirlenmiştir. 8 kişi olan ev halkı temaslıları konu hakkında bilgilendirilmiş ve takip altına alınmıştır. Mers-Cov yönünden henüz şüpheli bir durum tespit edilmemiştir. Hasta ile temas eden sağlık personelleri ile iletişime geçilmiş ve sağlık personelinin 14 gün süreyle takip altında tutulması kararı alınmıştır" ifadeleri kullanıldı.

"MERS-COV İLE İLGİLİ HERHANGİ BİR BULGUYA RASTLANMAMIŞTIR"

Hatay ili nüfusuna kayıtlı kişiler ile ilgili olarak tüm Toplum Sağlığı Merkezleri ve bağlı bulundukları Aile Hekimlerinin bilgilendirildiği kaydedilen açıklamada, "MERS-CoV tanısı alan hasta ile aynı uçakta yolculuk eden 91 kişinin olduğu tespit edilmiştir. Bu kişilerden 41’inin yabancı uyruklu (2 Filistinli, 2 Suudi Arabistanlı ve 37’si Suriyeli), 50’sinin Türk vatandaşı olduğu belirlenmiştir. Türk Vatandaşlarının kimlik bilgileri belirlenmiş, farklı illerde kayıtlı olan temaslıların takibi için ilgili illerin Halk Sağlığı Müdürlükleri bilgilendirilmiştir. Hatay ili nüfusuna kayıtlı kişilerin tamamı ile ilgili olarak tüm Toplum Sağlığı Merkezleri ve bağlı bulundukları Aile Hekimleri bilgilendirilmiştir. Tüm temaslılardan geri bildirim alınmış ve Mers-Cov ile ilgili herhangi bir bulguya rastlanmamıştır. Ayrıca, Diyarbakır’da hac dönüşü rahatsızlanarak MERS ön tanısı ile hastanede tedavi altına alınan bir kadın vatandaşımızın yapılan ileri tetkiklerinde MERS virüsüne rastlanmamıştır" denildi.

"HASTALIĞIN GÖRÜLDÜĞÜ BÖLGEYE GİDECEK OLAN VATANDAŞLARIMIZ BİLGİLENDİRİLMİŞTİR"

Yapılan açıklamada Ebola Virüs Hastalığı (EVH salgını)'nın Sağlık Bakanlığı tarafından başından beri takip edildiği belirtildi. Bakanlık koordinasyonunda toplanan Ebola ve MERS-Cov Bilim Kurulu tarafından yapılan durum değerlendirmesinde alındığı ifade edilen kararlar şu şekilde kaydedildi:"Hastalığın görüldüğü bölgeye gidecek olan vatandaşlarımız hastalık hakkında bilgilendirilmiş, hastalığın görüldüğü bölgeden dönen vatandaşlarımıza ise 3 haftaya kadar hastalık belirtilerinin çıkabileceği konusunda uyarı yapılmıştır.Ülke genelinde hizmet veren sağlık kuruluşlarına, sağlık personeline yönelik uyarıcı bilgileri içeren bir bilgi notunun hazırlanarak gönderilmiştir.Türkiye Halk Sağlığı Kurumu (THSK) web sitesinde konuyla ilgili bilgi notu ve ilgili linkleri yayımlamıştır.22 Ağustos tarihinde Sağlık Bakanlığı bünyesinde ve 5 Eylül tarihinde de kurum dışı ilgili sektörler ile toplantılar gerçekleştirilmiş ve yapılan hazırlıklar gözden geçirilmiştir.Ayrıca 17-18 Ekim 2014 tarihlerinde Bilim Kurulu tekrar toplanarak mevcut durum ve hazırlıklılık konusunda değerlendirme yaparak sağlık personeline yönelik eğitim materyalleri hazırlamıştır. Tüm Referans Hastaneler için EVH Hazırlık Kontrol Listesi hazırlanarak Kamu Hastaneleri Kurumu tarafından hastanelere gönderilmiştir.20.10.2014 (bugün) tarihinde de Bilim Kurulu dünyadaki mevcut gelişmeler ışığında EVH Vaka Yönetimi ve Eylem Planını güncellemektedir"

Sağlık Bakanlığı tarafından yazılı olarak yapılan açıklamada MERS-COV konusunda Bilim Kurulu'nun çalışmaları şu şekilde açıklandı:"MERS-CoV salgını Bakanlığımız tarafından başından beri takip edilmektedir. 2014 yılında Hacca giden kişilerin isim ve gidiş-dönüş tarihleri Diyanet İşleri Başkanlığından ve TURSAB’dan istenmiş olup dönüş tarihlerinden itibaren Aile Hekimleri tarafından takipleri sağlanması için aile hekimlerinin sistemlerine eklenmiştir. 2014 yılında Umreve Hac ziyaretinde bulunan vatandaşlarımızın dönüşlerinden sonraki 14 gün boyunca Aile Hekimleri tarafından hastalık yönünden takibi yapılmaktadır. Hacıdan dönen vatandaşlarımızın da aile hekimleri tarfından 14 gün boyunca takipleri başlamıştır. Bugüne kadar yapılan Bilim Kurulu toplantılarında; hastalık tanı ve tedavi rehberi hazırlanmış, sağlık personelinin hastaya müdahale etmeden önce alacağı kişisel korunma önlemleri belirlenmiş, hastanın hastanede takip edileceği odanın özellikleri ve hastane ortam ve çevre temizliğinin nasıl yapılacağı belirlenmiş ve kararların duyurulması sağlanmıştır"


DHA
0 yorum

Eğer çocuğunuz olmuyorsa


Tiroit hormonu düzgün çalışmıyorsa dikkat!

Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Fulya Akın, tiroit bezinin normal çalışmamasının tüm vücudu etkilediğini belirterek, "Çocuk sahibi olamayan çiftlerin tiroitle ilgili bir problem olup olmadığına da baktırmaları gerekir" dedi.


Türkiye'nin endemik guatr bölgesinde olması nedeniyle tiroit hastalıklarının çok sık görüldüğünü kaydeden Akın, "Bütün metabolizmayı ilgilendiren olaylar tiroit bezi sayesinde olur. Vücudun ısı dengesinden kadınlarda adet düzenine kadar her şeyi etkileyebilir ve farklı belirtiler verebilir. Tiroit hormonunun az olması durumunda halsizlik, yorgunluk, isteksizlik, uykuya meyil, kabızlık, saç dökülmesi, kilo alma, vücutta şişlik gibi belirtiler görülebilir" dedi.


ÇOCUK SAHİBİ OLMAYI ETKİLİYOR


Ülkemizde en sık görülen tiroit bezi hastalığının, iyot eksikliğinden kaynaklanan guatr olduğuna işaret eden Akın, şunları söyledi:


"Türkiye, iyot eksikliğinin en sık görüldüğü yerlerden biri. Toplumun üçte ikisinde tiroit hastalıkları görülüyor. Bayanlarda daha çok oluyor. Hipertiroidi, yani çok çalışması da fazla ama hipotiroidiyi özellikle Denizli bölgesinde daha çok görüyoruz. Karadeniz bölgesinde iyot eksikliği çok ciddi rakamlarda iken, bütün tuzların iyotlanması ile eskiye nazaran düzeldi. Tiroit bezinin normal çalışmaması tüm vücudu etkiliyor. Hatta çocuk sahibi olup olmamayı da etkiler. Dolayısıyla çocuk sahibi olamayan çiftlerin tiroitle ilgili bir problem olup olmadığına da baktırmaları gerekir."


TİROİT YUMRU ŞEKLİNDE BÜYÜYEBİLİR

Tiroit bezinin yumru şeklinde büyümesi sonucu nodül denen bir durumun ortaya çıktığını dile getiren Akın, nodülün yüzde 95'nin iyi huylu yüzde beşinde ise kötü hücre bulanabildiğini kaydetti.


Kötü huylu hücre olan nodülün ameliyatla alınması gerektiğine dikkati çeken Akın, "Nodüller büyümüyorsa, çoğalmıyorsa herhangi bir problem yoktur demektir. Ama tiroit bezinin nodül boyutunda 2 milimetreden fazla büyüme varsa, ailede tiroit kanseri hikayesi varsa, baş boyun bölgesinde bir radyasyon hikayesi varsa çok genç ve çok yaşlı hastalarda, çünkü 20-60 yaşları arasında tiroit bezi hastalıkları çok görülür ve bayanlarda sıktır, 20 yaşın altındakiler ve 60 yaşın üstündekilerde risk daha fazladır, eğer hasta erkek ise ise yine risk daha fazladır" şeklinde konuştu..
0 yorum

Güzel Bir Görünümün Olmazsa Olmazı: Bembeyaz Dişler

Tonlarca para dökülen kremler, cilt bakımları, rujlar, kalemler... Cildimizde kusurlu olan her yeri makyaj hileleriyle kapatabiliyoruz, dişler hariç! Mükemmel görünmenin, bir gülüşle karşınızdakini etkilemenin yolu ışıl ışıl parlayan, bembeyaz dişlere sahip olmaktan geçiyor. Peki mükemmel dişlere sahip olmak için ne yapmalı, nelerden kaçınmalı, nelere dikkat etmeli?

Öncelikle dişleri sarartan unsurlara değinelim;

-Gün içerisinde çay ve kahvenin aşırı tüketimi dişlere oldukça zarar veriyor.

-Asitli içecekler, özellikle kola, diş minelerini zedeleyebiliyor.

-Bilindiği üzere, sigara kullanımı da dişleri oldukça sarartıyor.


Elbette öncelikle bu 3 maddeden uzak durmak gerekiyor. Peki bembeyaz dişlere sahip olmak için püf noktaları neler?

-Dişlerinizi ve sabah kalktğınıza ve gece yatarken mutlaka fırçalamalısınız. Karbonat içeren, ekstra beyazlatıcı diş macunlarını piyasada kolaylıkla bulabilirsiniz. Ayrıca diş ipi de kullanmanız da fayda var.

-Çoğunlukla atlanır ve dayanması zordur ama; dilinizi de mutlaka fırçalayıp üzerindeki plak tabakasını atmalısınız. Dilinizi fırçalamadan tam anlamıyla ferah bir nefese kavuşamazsınız.

-Yemekten kalktıktan hemen sonra dişlerinizi fırçalamak diş minelerinize zarar verebilir. En az 1 saat geçmesini beklemelisiniz.

-Elma, havuç, çilek, kereviz gibi yerken dişleri temizleyen ve aynı zamanda beyazlatan besinler tüketebilirsiniz.

-Haftada 2 kez olmak üzere diş fırçanıza karbonat döküp dişlerinizi fırçalayabilirsiniz.

-Sabahları elma sirkesi ile gargara yapabilirsiniz. Elma sirkesi beyazlatıcı özelliği yanında, karbonat ile karışırılırsa diş macunu özelliği kazanır.

-Portakal kabuğunun beyaz kısmı ile dişlerinize hafifçe masaj yapıp beyazlamalarını sağlayabilirsiniz.

-Yarım çay bardağı suyun içerisine bir kaç kaşığı karbonat ekleyerek evde kendi ağız gargaranızı yapabilir, plak ve çürük oluşumundan korunabilirsiniz.


Bembeyaz dişlerin yanında, ferah bir nefes de olmazsa olmaz. Nefesimizi verip koklamaya çalışırsak kötü bir koku varsa bile anlayamayız. Çünkü nefes kokumuz hep bizimle olduğu için burnumuza garip gelmez. Nefesinizin gerçek kokusunu öğrenmek için, dilinizle elinizi yalayın ve sonra koklayın.

Eğer kötü bir nefes kokunuz varsa ve diş fırçalayamayacak bir ortamdaysanız, mutlaka yanınızda naneli ağız spreyleri, sakız veya karanfil taşıyın.








0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI